TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CİHAT ÜNAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/77795)
|
|
Karar Tarihi: 28/11/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Fatih
HATİPOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Cihat ÜNAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Münip ERMİŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması,
tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması
nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu
suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin
olması nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 11/11/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son
bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu
teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya
Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu
değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri
[GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe
girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin
kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil
toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar
yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri
uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§ 51; Mehmet Hasan Altan (2)
[GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12).
10. Başvurucu, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık),
FETÖ/PDY'nin Antalya'daki basın yapılanmasına yönelik
olarak yapılan soruşturma kapsamında 23/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır.
11. Antalya 4. Sulh Ceza Hâkimliği 23/7/2016 tarihinde 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle
başvurucu müdafiinin soruşturma dosyasını inceleme ve
belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir.
12. Başvurucunun ifadesi 26/7/2016 tarihinde Antalya Emniyet Müdürlüğünde
kolluk tarafından alınmıştır. Emniyetteki ifade alma işlemi sırasında, Antalya
Barosunca görevlendirilen başvurucunun müdafii de
hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma
işlemi öncesinde, isnat edilen FETÖ/PDY üyeliğine ilişkin suçlamalar
açıklanmıştır.
13. Başvurucu savunmasında özetle;
i. Süleyman Demirel Üniversitesi Radyo Televizyon Yayıncılığı
Bölümünden mezun olduğunu, 2009 yılında Akdeniz TV'de çalışmakta iken işten
çıkarıldığını, sonrasında ise sırayla iki yıl -kameraman ve muhabir olarak-
Cihan Haber Ajansında (CHA), 2016 yılı Şubat ayına
kadar Zaman gazetesinde ve 2016 Nisan ayına kadar tekrar CHA'da
çalıştığını, CHA'ya kayyım atanması nedeniyle işten
çıkarıldığını ifade etmiştir.
ii. CHA'da ve Zaman gazetesinde
çalışan kişilerle işi gereği irtibatının olduğunu, bağış/himmet veya benzeri
bir yardım toplandığını görmediğini, ancak basın yayın organlarından ve
çevresinden bu tür bağışların toplandığını duyduğunu ifade etmiştir.
iii. FETÖ/PDY'nin gerçekleştirdiği
darbe girişiminin içinde yer almadığını, FETÖ/PDY'nin
kuruluşu ve kuruluşunda kimlerin yer aldığı konusunda herhangi bir bilgisinin
olmadığını, örgütün amacı ve stratejisi hakkında herhangi bir şey bilmediğini,
örgüt yapılanması içinde kesinlikle yer almadığını, bir kod isminin olmadığını,
örgüt içinde bir görevinin ve sorumluluğunun bulunmadığını, örgüt içinde
kullanılan abi, imam ve benzeri kavramları basından duyduğunu, Antalya ve
ilçelerinde örgüt içinden kimseyi tanımadığını ifade etmiştir.
iv. Antalya'da CHA'da işe başladıktan
sonra 2009 yılı içinde Zaman gazetesine abone olduğunu, 2016 yılı Ocak/Şubat ayında abonelikten ayrıldığını, başka bir yayın
organına aboneliğinin olmadığını, Zaman gazetesinin abonelik kayıtları ile
ilgili bir görevinin olmadığını, gazeteye aboneliğiyle ilgili olarak farklı
isim ve adres ile kayıt yapmadığını ve böyle bir yetkisinin de olmadığını,
abonelik işlemlerinin genel olarak Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketi
tarafından yapıldığını ifade etmiştir.
v. Zaman gazetesinin finansman kaynağının reklam ve satış geliri
olduğunu, FETÖ/PDY'ye bağlı basın ve yayın
kuruluşlarının Zaman gazetesi, Bugün TV, CHA, Samanyolu TV, Aksiyon dergisi,
Sızıntı dergisi, Yarına Bakış, Yeni Hayat ve Meydan gazetesi olduğunu ifade
etmiştir.
vi. CHA'ya kayyım atanmasıyla ilgili
olarak sosyal medyada yaptığı paylaşımın eleştirel bir paylaşım olduğunu,
tahrik amaçlı olmadığını, Zaman gazetesine ve CHA'ya
kayyım atandıktan sonra işten çıkarıldığını ve işsiz kalmasından kaynaklanan
kızgınlıkla suçlamaya konu paylaşım ve yorumları yaptığını, bu nedenle pişman
olduğunu, anılan kurum ve kuruluşlarla işten ayrıldıktan sonra herhangi bir
irtibatının kalmadığını ifade etmiştir.
vii. Suçlamaya konu Körfez Dershanesi haberini kendisinin
yazmadığını, ancak güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonun -kameraman ve
muhabir olması nedeniyle- haber amaçlı görüntüsünü çektiğini, olay yerinde
çekim yaptığı için haberin üst kısmında adının kullanıldığını, K.B., Ö.M. ve CHA'da çalışan diğer kişilerin yapılan operasyonu haber
yapmak için olay yerinde bulunduklarını, O.Y., K.B. ve Ö.M. ile aynı işyerinde
çalışması nedeniyle irtibatının bulunduğunu, söz konusu haberin adı geçen
dershaneye destek verecek şekilde yapılmasını onaylamadığını ifade etmiştir.
viii. PAK-MEDYA İş isimli sendikaya 2016 yılı Nisan ayında işten
çıkmadan önce üye olduğunu ve işten çıktıktan sonra üyeliğini iptal ettiğini
ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir.
14. Başsavcılık 26/7/2016 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
tutuklanması istemiyle Antalya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama
talep yazısında öncelikle FETÖ/PDY ile ilgili genel bilgilere ve örgütün
gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe teşebbüsüne dair bilgilere yer verildikten
sonra soruşturma konusu suçlamalara -örgütün Antalya'daki basın yapılanmasına
dair bilgilere- yer verilmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili bölümü
şöyledir:
"...
Terör örgütünün yayın organı olan Cihan Haber
Ajansı çalışanlarının Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde ilimizde çalışmalar
yaptığı,
FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir Cihan Haber
Ajansı ilimiz muhabirinin Cihat Ünal ... isimli şahıs olduğu, [bu
kişinin] Tekin Akdeniz Radyo Televizyon ve
Tanıtım Hizmetleri A.Ş. İlke gazetesi, Feza Gazetecilik A.Ş. isimli
kuruluşlarda SGK kaydının olduğu,
PDY yapılanmasına yönelik soruşturma ve
kovuşturmalarla ilgili sosyal medya ve internet haber siteleri üzerinde
propaganda çalışmaları yaparak halk arasında devlete ve yargıya olan güvenin
azalması amacıyla algı oluşturmaya çalıştığı, internet sosyal paylaşım ağları
üzerinden terör örgütlerine yönelik yürütülen polis operasyonları,
soruşturmalar ve kovuşturmalar hakkında yorumlar yayımlayarak halkın yürütme ve
yargıya olan inancını zayıflatmaya çalıştığı,
FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik operasyonlar
sonrasında Cihat Ünal isimli şahsın terör örgütüne müzahir Zaman gazetesi
abonelerini yönlendirerek abone kayıtlarını farklı isimde ve farklı adreslerde
kayıt yaptırdığı,
Cihat Ünal isimli şahsın FETÖ/PDY terör örgütüne
müzahir Aktif Eğitimciler Sendikası Başkanı E.P. isimli şahısla bağlantılı
olduğu,
Cihat Ünal isimli şahsın 2016 yılı Şubat ayı içerisinde terör örgütü adına İstanbul ilinde
faaliyet yürütmeye başladığı şeklinde bilgiler elde edildiği,
Sosyal paylaşım sitesi Facebook'ta; FETÖ/PDY
terör örgütü güdümünde faaliyet gösteren Zaman gazetesinin reklam tabelası
önünde resim çektirdiği ve şahsın paylaşım yorumlar kısmında 'Direnecek gücümüz
kalmadı. Devlet gazeteye çöktü …' şeklinde örgüt gazetesini sahiplenici tarzda
yorumlar yaptığı,
Şüpheliler Cihat Ünal, O.Y., K.B. ve Ö.M.
tarafından, FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik güvenlik kuvvetlerinin yürütmüş
olduğu operasyonları sekteye uğratmak ve kitleleri etkileyerek kamuoyu
oluşturmak için yaptıkları değerlendirilen 'Antalya polisi, öğrencilere eğitim
hizmeti veren dershanelere baskın düzenledi.' şeklinde başlayan bir haber
yaptıkları,
...
Şüpheli[nin] üzerlerine atılı
suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla;
Şüpheli[nin] üzerlerine atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın
üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın 100.
vd. maddeleri uyarınca tutuklanma[sına karar verilmesi talep edilmiştir.]"
15. Anılan talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Antalya 3. Sulh
Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında,
başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu
sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur.
16. Başvurucu, Hâkimlikteki savunmasında emniyetteki ifadesine
benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir.
17. Antalya 3. Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2016 tarihinde
başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
"...
Şüpheli Cihat Ünal'ın FETÖ/PDY terör örgütüne
müzahir basın yayın organlarında muhabir olarak çalışmış olması, delillerinin
toplanmakta olması, karartılma ihtimalinin bulunması, şüphelilerin üzerlerine
atılı suçların vasıf ve mahiyeti, kanunda ön görülen cezalarının üst sınırı
dikkate alındığında kaçma şüphelerinin bulunması, şüphelilerden elde edilen
bazı dijital veriler (cep telefonu, bilgisayar) üzerindeki incelemelerin devam
ediyor olması ve tüm dosya kapsamı, yüklenen suçların CMK'nın
100/3.a maddesinde belirtilen suçlardan olması, suçun vasfı, kanuni cezası göz
önüne alındığında adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, tutuklamanın
ölçülü olacağı kanaatiyle, CMK'nın 100. maddesi
uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına, ... [karar
verildi]"
18. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Antalya 4. Sulh
Ceza Hâkimliği 2/8/2016 tarihinde, dosya kapsamı ve tutuklama gerekçelerini
nazara alarak itirazın reddine karar vermiştir.
19. Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliği 17/10/2016 tarihinde
tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
20. Karar başvurucuya 9/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu 11/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
22. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 21/3/2017 tarihli
iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu
işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle hakkında aynı yer Ağır Ceza
Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
23. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere,
daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir.
24. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun isnad
edilen suça ve örgüt bağlantısına ilişkin olarak;
i. CHA çalışanlarının Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde
Antalya'da çalışmalar yaptığı, başvurucunun da CHA Antalya muhabiri olduğu ve
Feza Gazetecilik A.Ş.de SGK kaydının bulunduğu ifade edilmiştir.
ii. FETÖ/PDY'ye yönelik operasyonlar sonrasında
başvurucunun abone kayıtlarını farklı isim ve adreslere yapmaları konusunda
Zaman gazetesi abonelerini yönlendirdiği belirtilmiştir.
iii. FETÖ/PDY ile irtibatlı Aktif Eğitimciler Sendikası Başkanı
olan ve aynı soruşturma kapsamında tutuklu bulunan E.P. ile bağlantılı olduğu
ileri sürülmüştür.
iv. Başvurucunun 2016 yılı Şubat ayı
içinde terör örgütü adına İstanbul'da faaliyet yürütmeye başladığı iddia
edilmiştir.
v. Başvurucunun Zaman gazetesi reklam tabelası önünde çektirdiği
fotoğrafın altına "Direnecek gücümüz
kalmadı. Devlet gazeteye çöktü ..." şeklinde örgüt gazetesini
sahiplenici tarzda yorumlar yaparak sosyal medyada paylaştığı belirtilmiştir.
vi. Başvurucunun FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı Körfez
Dershanesine yönelik yapılan operasyonla ilgili "Şok Polis Ders Saatinde Bastı" başlıklı haberi
paylaştığı ve bu paylaşımda başvurucuyla birlikte aynı soruşturma kapsamında
tutuklu K.B., O.Y. ve Ö.M.nin de isimlerinin yer
aldığı tespitine yer verilmiştir.
25. Başsavcılığın başvurucuya yüklenen suçla alakalı hukuki
değerlendirmesinin ilgili bölümü ise şöyledir:
"...
15/7/2017 tarihinde gerçekleşen silahlı darbe
girişimiyle ilgili icra hareketlerinden herhangi birisine iştirak ettikleri
belirlenemeyen ancak TCK'nın 314/1. [maddesinde] belirtilen nitelikleri taşıyan FETÖ/PDY ... silahlı
terör örgütüne katıldıkları, bağlandıkları, örgüte hakim
olan hiyerarşik gücün emrine girdikleri belirlenen şüphelilerin eylemleri
TCK'nın 314/2. maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu
oluşturmaktadır."
26. 21/3/2017 tarihli iddianame Antalya 2. Ağır Ceza
Mahkemesince (Mahkeme) 29/3/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/57 sayılı
dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 29/3/2017 tarihinde
tensiple birlikte başvurucunun tahliyesineve yurt
dışına çıkış yasağı konularak adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
"...
Mevcut delil durumu, tutuklu kaldıkları süre
gözetilerek bu aşamada adli kontrol tedbirinin ölçülü ve yeterli olacağı
değerlendirilerek sanı[ğın tahliyesine karar verildi]."
27. Mahkemece 11/4/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada
başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, savunmasında; kolluktaki ve
sorgudaki ifadelerine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir.
28. Mahkeme 24/4/2018 tarihinde yaptığı duruşmada bir kısım
sanıkların mahkûmiyetine ve başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım
sanıklar hakkındaki davaların tefrik edilerek yargılamaya E.2018/216 sayılı
dosya üzerinden devam olunmasına karar vermiştir.
29. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdestttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
30. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar
başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2)
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis
cezası verilir."
31. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
"Terör suçları" kenar
başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315
ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci
fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
32. 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların
artırılması" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"3 ve 4 üncü
maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin
edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak
hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek
o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmolunur."
33. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
34. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî
kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen
soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama
sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol
altına alınmasına karar verilebilir.
…
(3)
Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe
tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere,
belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin
çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam
konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
...
f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde
bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme
süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence
miktarını yatırmak.
g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak,
gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim
etmek.
...
j) Konutunu terk etmemek.
k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk
etmemek.
l) Belirlenen yer veya bölgelere
gitmemek."
35. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir.
Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2)
(Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya,
tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin
kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.
Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği
yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
36. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen,
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
37. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her
hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde
tazminat isteminde bulunulabilir.
(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır
ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle
ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır
ceza mahkemesinde karara bağlanır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Sözleşme Metinleri
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar
başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına
sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun
olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
...
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek
için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten
sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin
varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve
tutulması;
...
(4)
Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma
işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve
eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma
hakkına sahiptir.
..."
39. Sözleşme'nin "İfade
özgürlüğü" kenar başlıklı
10. maddesi şöyledir:
"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına
sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları
gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme
özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu
özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal
güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu
düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının
şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya
yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli
olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi
tutulabilir."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkına İlişkin
40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza
soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair
şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla
tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B.
No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın
dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016,
§§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından
itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya
ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması
gerekir.
41. AİHM'e göre ilk tutuklama için
yeterli görülen makul şüphenin varlığı; elde edilen deliller ve somut olayın
kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen
objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller,
objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş
olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda
makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe,
suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir
gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını
gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86
...,30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97,
16/10/2001, § 34).
42. AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden
belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15),
sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda
önlemler alabilecek olma tehlikesi (delilleri yok etme) (Wemhoff/Almanya, B.
No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme
tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve
kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa,
B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).
b. İfade ve Basın Özgürlüklerine İlişkin
43. AİHM'e göre ifade özgürlüğü,
demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. İfade özgürlüğü,
toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
teşkil etmektedir. Sözleşme'nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrası saklı
tutulmak üzere ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız
veya ilgisiz kabul edilen bilgi
ve fikirler için değil incitici,
şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir;
yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan
söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu özgürlüğün bazı istisnalara tabi
olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bunun sınırlandırılmasının
ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya ( No. 2)
[BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).
44. AİHM, Stojanović/Hırvatistan (B. No: 23160/09, 19/9/2013,
§§ 39, 62) kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun sorumluluğunun
kapsamının kendi sözlerinin ötesine taşıp taşmadığının belirlenmesi gerektiğini
ifade etmiştir. AİHM, derece mahkemelerince başvurucunun sorumluluğunun -bunu
haklı gösterecek ilgili ve yeterli
gerekçeler gösterilmeksizin- onun sözlerinin ötesinde genişletilmesi suretiyle
ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
45. AİHM, Sürek/Türkiye
(No. 1) ([BD], B. No: 26682/95,
8/7/1999) kararında ise haftalık bir dergide "Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez" ve "Suç Bizim" başlıklı iki okuyucu
makalesinin yayımlanması üzerine dergi sahibi ile editörünün (adli) para
cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği meselesini
incelemiştir. Anılan kararda, basının şiddet tehdidi karşısında millî güvenlik
veya ülke bütünlüğünün korunması, asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla
konmuş olan sınırlamaları aşmaması kaydıyla bölücü olanlar da dâhil olmak üzere
görüş ve siyasi hususlarda bilgi vermesinin demokratik toplumlar açısından bir
zorunluluk olduğu belirtilmiştir. AİHM'e göre ifade
edilen sözlerin bireylere, kamu görevlilerine veya toplumun belli bir kesimine
karşı şiddeti teşvik ettiği durumlarda devlet otoriteleri ifade özgürlüğüne
ilişkin müdahale gereğinin incelenmesinde daha geniş bir takdir yetkisine
sahiptir. AİHM, dergide yayımlanan mektuplarda kullanılan kelimeler ve bu
kelimelerin yayımlandığı bağlam üzerinde özellikle durmuştur. AİHM söz konusu kelimelerin
şiddeti açıkça teşvik niteliğinde olduğunu belirterek şunları söylemiştir: "Mahkeme ilk olarak, 'katliam', 'zulüm' ve
'cinayet' gibi göndermelerin yanı sıra, 'Faşist Türk ordusu', 'TC cinayet çetesi' ve 'emperyalizmin kiralık katilleri' gibi
etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara bir leke vurulmasına ilişkin
açık bir kasıt olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme kanaatine göre söz konusu
mektuplar, temel duyguların kışkırtılması ve halen ölümcül şiddet şeklinde
kendini göstermiş olan bileşik önyargıların katılaştırılması ile kanlı bir
intikama çağrı şeklinde değerlendirilebilecektir. Ayrıca, mektupların 1985’ten
bu yana çok ciddi can kayıpları ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hal tedbirinin uygulanmasına sebebiyet verecek şekilde
güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu
Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumu bağlamında yayınlanmış olması da dikkate
alınmalıdır. Bu bağlamda, mektupların içeriği iddia edilen zulümlerin sorumlusu
olarak gösterilenlere karşı köklü ve mantık dışı bir nefret uyandırarak bölgede
daha fazla şiddete sebebiyet verebilecek şekilde değerlendirilmelidir.
Gerçekten de, okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan
karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur." AİHM,
bu açıdan derginin sahibi olarak başvurucuya uygulanmış olan cezanın bir
zorunlu sosyal ihtiyacı karşılamak olarak kabul edilebileceği ve başvuranın
mahkûmiyeti için yetkililer tarafından gösterilen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu sonucuna
varmıştır (aynı kararda bkz. § 62; benzer yöndeki kararlar için bkz. Sürek/Türkiye (No. 3) [BD],
B. No: 24735/94, 8/7/1999, § 40; Hocaoğulları/Türkiye,
B. No: 77109/01, 7/3/2006, § 42; Halis
Doğan/Türkiye (No. 3),
B. No: 4119/02, 10/10/2006, § 37).
46. Hocaoğulları/Türkiye kararında AİHM, bir dergide
yayımlanan "Hangi Barış?"
ve "Gençlik İsyan Demektir"
başlıklı iki makale nedeniyle başvurucunun terör örgütü lehine propaganda
suçundan mahkûmiyetini incelemiştir. AİHM; başvuruyu makalelerdeki ibareleri,
yayımlandıkları bağlamı (yazının bütünlüğünü), özellikle terörle mücadeleye
bağlı güçlükleri de dikkate alarak değerlendirmiştir. AİHM, "Gençlik İsyan Demektir"
başlıklı makale ile alakalı şu değerlendirmeleri yapmıştır: "Gençlere seslenen ve hiçbir devrimin insan
zayiatı olmadan gerçekleşemeyeceği görüşünü savunan yazarın dili barışa ve
siyasi sorunların çözümüne çağrı olarak kabul edilemez… Diyarbakır
zindanlarında işkenceci faşistlere sır verip ser vermeyerek ve Kızıldere'de
düşmanları, biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik, diye selamlayarak dönenlere
kavgalarının gelip geçici olmadığını bildirirler. Hem de canları pahasına.
Evet, belki yenildiler. Ama direndiler. Çünkü gerçek zaferin böyle küçük ama
kararlı direnişlerle kazanılacağını biliyorlardı" gibi ifadelerinin kullanımıyla
net bir biçimde mücadelenin geçici olmadığı düşüncesinin vurgulandığını
hatırlatmaktadır. Bunun yanı sıra, bütünü itibarıyla şiddet kullanımını,
silahlı direnişi veya başkaldırıyı tahrik eder bir makale olarak
değerlendirilebilir; AİHM nezdinde göz önünde bulundurulması gereken temel
unsur budur." AİHM’e göre şiddeti
kışkırtan ve yücelten bu ibareler, Sözleşme’nin giriş kısmında açıklanan barış
ve adalet gibi temel değerler ile bağdaşmaz.
47. Sürek ve Özdemir/Türkiye ([BD], B. No: 23927/94 ve 24277/94, 8/7/1999)
kararında, başvurucuların sahibi ve yazı işleri müdürü oldukları dergi
vasıtasıyla terörist örgütlerin bildirilerini yayımlamak ve bölücü propaganda
yapmak suçlarından ulusal hukukta mahkûm edilmeleri söz konusudur. AİHM,
özellikle kin ve düşmanlığa tahrik bağlamında söylemleri değerlendirmiş ancak
metinleri bir bütün olarak ele aldığında kin ve düşmanlığa tahrik ettiğinin
söylenemeyeceğini belirtmiştir. AİHM, bu kararda bilhassa medya açısından ifade
hürriyetinin kullanılmasındaki görev ve
sorumlulukların çatışma ve gerginlik zamanlarında özel önem
taşıdığını vurgulamaktadır. AİHM'e göre "Bu yüzden de Devlete karşı şiddet kullanma
yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayımlanırken medya şiddeti tahrik
eden ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye, daha
fazla özen gösterilmelidir." Çünkü
kin ve nefret söylemi ile şiddete teşvik arasında ince bir çizgi olduğu ya da
anılan söylemin şiddete dönüşmesi riskinin kuvvetle muhtemel olduğu dikkate
alınmalıdır.
48. Halis Doğan/Türkiye (No.
3), (B. No: 4119/02, 10/10/2006) kararında
sahibi olduğu gazetenin "Analiz"
başlıklı sütundaki "Komplo’nun
Yeni Aşaması" ve "Doğum"
başlıklı iki makalenin yayımlanmasından dolayı başvurucu hakkında
bölücülük propagandası yapma suçundan bir miktar para cezasına hükmolunmuş ve
ayrıca gazetenin yayını altı gün süreyle durdurulmuştur. Verilen bu ceza
Yargıtay tarafından onanmıştır. AİHM’e göre her iki
makalede de PKK terör örgütünün mücadele yöntemlerine yer verilmektedir.
Makalelerde kullanılan kimi sözler, ne Kürt probleminin barış yoluyla çözümüne
çağrı konuşması ne de sosyal, kültürel ve tarihi olaylar hakkındaki saptamalar
olarak görülebilir. AİHM "Aksine
(şimdi) ulusal seferberlik zamanıdır. Eğer bütün güçler, yetenekler ve olanaklar
faaliyete geçmezse, ne zaman faaliyete geçecekler? Kürtlerin hatıralarında ve
kültürlerinde 'onur günü' kavramı vardır. İşte bugün onur gününden daha farklı
bir gün söz konusudur. Ve hatta durum böyle iken, bizim tek garantimiz, tam bir
özgürlük kazanmak için her türlü fedakârlığı yapmaya ve 21. yüzyılın esaret
zincirlerini kırmaya hazır olan halkımızın isteğidir. Bu bizim özgürlük
mücadelemizi parlayan bir aşamaya taşıyacak öncü politikamızdır. Gerçek
fedakârlığı gösteren şahinlerimiz." şeklindeki ifadelerin
şiddeti tahrike elverişli ifadeler olduğunu not etmiştir. AİHM’e
göre makalelerin genel içeriği şiddete, silahlı mücadeleye ya da ayaklanmaya
teşvik edici mahiyettedir ve bu ifadeler, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından
sonra bir gazetede yayımlanan iki makaleden alınmıştır; içerik olarak Kürtlerin
davasını savunanları şiddete teşvik etmektedir. Böyle bir bağlamda makalelerin
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde zaten mevcut olan şiddet eylemlerine katalizör
etkisi yapabilecek bir nitelikte olduğunu tespit etmek yanlış olmaz. Bu
bakımdan AİHM, başvuranın mahkûm edilme gerekçelerinin başvuranın ifade
özgürlüğüne müdahaleyi haklı göstermek için yeterli ve yerinde olduğuna
hükmetmektedir. AİHM, sadece bilgi
ya da fikirlerin çatışmasının,
şaşırtmasının ya da endişeye yol açmasının benzeri bir müdahaleyi haklı
göstermeye yetmeyeceğini hatırlatmaktadır (aynı kararda bkz. §§ 32-39).
49. Sürek/Türkiye (No. 3)
kararına konu olan olayda başvurucu "Haberde
Yorumda Gerçek" isimli derginin sahibidir. Bu dergide 9/1/1993
tarihli 42. sayıda "Botan'da Fakir
Köylüler Toprak Ağalarını İstimlak Ediyor" başlıklı bir makale
yayımlanmıştır. Bu makalede devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda
yapıldığı gerekçesi ile dergi toplatılmış ve başvurucu, adli para cezasına
mahkûm edilmiştir. Başvurucu ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur. Konuyu inceleyen AİHM, makalelerde
kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlanmış olduğu bağlam üzerinde
özellikle duracağını belirtmiştir. Dava konusu makalede ülkenin bir
bölgesindeki mücadelenin güvenlik
kuvvetlerine karşı yürütülen bir savaş olarak nitelendirilmesinin ve
"Özgürlük mücadelesini sonuna kadar
sürdüreceğiz." ifadesinin kullanılmasının makalenin yazarının
kendisini terör yoluyla mücadeleyi sürdüren örgütle özdeşleştirmiş olduğu ve
silah kullanılması için çağrıda bulunduğu anlamına geleceğini vurgulamıştır.
AİHM ayrıca makalelerin 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları yaşanan ve
bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hâl ilan edilmesine sebebiyet verecek
şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi çatışmaların devam etmekte
olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki güvenlik durumu bağlamında yayımlanmış
olmasının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda makalenin
içeriği bölgede daha fazla şiddeti teşvik edebilecek niteliktedir ve bu
makaleyle okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke karşısında şiddete
başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Bu açıdan AİHM, muhatap devlet
tarafından başvuranın mahkûmiyetine ilişkin olarak öne sürülen nedenlerin
başvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale için ilgili ve yeterli dayanak
teşkil ettiği sonucuna varmıştır. AİHM'e göre
başvurucu bu makalelerde yer alan görüşlerle -şahsen bağlantılı olmamasına
rağmen- makalelerin yazarlarına şiddet ve nefretin körüklenmesi için bir araç
temin etmiştir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı olduğu ve yazı işleri
müdürü sorumluluğu taşımadığı gerekçesi ile makalelerin içeriğine ilişkin her
türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması gerektiğine dair başvurucu tarafından
ileri sürülen iddia AİHM tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, derginin
sahibidir. Bu konumu itibarıyla derginin yazı işleri yönetimini şekillendirme
hakkına sahiptir. Bu nedenle halk için bilgi toplanması ve dağıtılması
konusunda derginin yazı işleri ve muhabir personelinin görev ve sorumlulukları açısından
vekâleten sorumlu olup bu da çatışma ve gerginlik durumlarında daha büyük önem
taşımaktadır. AİHM açıklanan gerekçelerle başvurucuya verilen cezanın zorunlu
bir sosyal ihtiyaca karşılık geldiğini ve verilen ceza ile elde edilmek istenen
amaç arasında orantısızlık olmadığını belirterek ifade özgürlüğünün ihlalinin
söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır.
50. Öte yandan AİHM'in Ceylan/Türkiye ([BD], B. No: 23556/94,
8/7/1999) kararına konu olan olayda bir sendikanın başkanı olan başvurucu,
İstanbul'da basılan haftalık bir gazetede yazdığı makalede kullandığı sözler
nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis ve adli para cezasına mahkûm edilmiştir. AİHM, bu
olaya ilişkin başvuruyu değerlendirirken söz konusu yazının birkaç yıl önce
Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde şiddetin yeniden canlanması
hakkında -Marksist deyimler kullanılarak- yapılan bir açıklama niteliğinde
olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre başvurucunun
makalesi özü itibarıyla Kürt hareketinin işçi sınıfı ile bu sınıfın ekonomik ve
demokratik kuruluşları tarafından özgürlük ve demokrasi için verilen genel bir
mücadelenin parçası olduğuna veya en azından bir parçası olması gerektiğine
ilişkindir. AİHM, makalede kullanılan "devlet
terörü ve katliam"
gibi kelimeler nedeniyle Türk yetkililerinin ülkenin bu bölgelerindeki
fiillerine yönelik eleştirinin sert olduğunu ve yazıda keskin bir dil
kullanıldığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM'e
göre siyasi söylem veya kamu çıkarı ile ilgili konularda ifade özgürlüğüne
yönelik kısıtlamanın dar olması gerekir. Bu bağlamda hükûmet ile ilgili olarak
yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırı bireyler veya siyasetçiler
hakkında yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. AİHM, hükûmetin güçlü konumu
dolayısıyla kendisine yönelik eleştirilere ve haksız saldırılara başka
yöntemlerle karşılık vermesinin mümkün olduğu hâllerde ceza davası başlatma
konusunda çekimser davranması gerektiği görüşündedir. Buna karşılık AİHM, kamu
düzeninin güvencesi olan devlet yetkililerinin bu tür durumlarda aşırıya
gitmeden ve uygun bir şekilde tepki vermeyi amaçlayan tedbirleri -ceza hukuku
bağlamında bile olsa- benimsemesinin mümkün olduğunu belirterek bir bireye,
kamu personeline ya da nüfusun bir kesimine karşı şiddet kullanmanın tahrik
edildiği hâllerde ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığı
incelenirken devlet yetkililerinin daha kapsamlı bir takdir sınırından
faydalanacakları değerlendirmesinde bulunmuştur. AİHM, bu çerçevede
değerlendirdiği olayda Türk yetkililerin uzun
yıllardır süregelmekte olan ciddi kargaşanın bu tür görüşlerin yayılması ile
şiddetlenebileceği hususundaki endişelerini, makalenin Körfez
Savaşı'ndan kısa bir süre sonra çok sayıda Kürt kökenli insanın Irak'taki
baskıdan kaçıp Türk sınırlarına sığındığı sırada yayımlandığını ve yazıda
kullanılan dilin sert olduğunu dikkate aldığını belirtmişse de kişilerin
şiddete veya silahlı ayaklanmaya teşvik edilmesinin söz konusu olmadığına ve
yaptırımın ağırlığına dikkat çekerek başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğine karar vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 33-38; benzer yöndeki kararlar
için bkz. Incal/Türkiye [BD], B. No: 22678/93, 9/6/1998,
§§ 55-60; Gerger/Türkiye [BD], B.
No: 24919/94, 8/7/1999, §§ 47-52; İbrahim
Aksoy/Türkiye, B. No: 28635/95-30171/96-34535/97, 10/10/2000, §§
60-66, 69-73, 78-80).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
51. Mahkemenin 28/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddialar
1. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
52. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olgular
ortaya konulmadan ve adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağı
tartışılmadan tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
53. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesinin ve AİHM'in tutukluluğa ilişkin benzer kararları hatırlatılarak
Hâkimliğin karar verirken başvurucunun suç işlediğine dair inandırıcı delilleri
ortaya koyduğu, tutuklama nedenlerini açıkladığı, somut delillerle
ilişkilendirmede bulunduğu ve tutuklamanın ölçülülüğü konusunda da bir
değerlendirme yaptığı belirtilmiştir. Bakanlık, açıklanan nedenlerle
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiaları yönünden başvurunun açıkça dayanaktan
yoksun olduğunu belirtmiştir.
b. Değerlendirme
54. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
55. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla
tutuklanabilir."
i. Uygulanabilirlik
Yönünden
56. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen
ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
57. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan
suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu
belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi anılan
suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu
değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir
[GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
58. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242;
Selçuk Özdemir, § 58).
ii. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
59. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Esas Yönünden
(1) Genel
İlkeler
60. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra
ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
61. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale
olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
62. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama
ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla
tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin
bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı
delillerle desteklenmesi gerekir (Mustafa
Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
63. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesine
göre de şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini
uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın davranışlarının
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
64. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak
hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak
olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas Aslan, § 72).
65. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım
(2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123). Bununla birlikte
yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı
Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki
denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin
süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No:
2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser Yıldırım (2), § 124).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
66. Başvurucu, FETÖ/PDY'nin üyesi olma
suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı
bulunmaktadır.
67. Bu aşamada tutuklama tedbirinin ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığı değerlendirilecek, daha sonra ise tutuklamanın meşru bir
amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenecektir.
68. Başvurucu hakkındaki soruşturma belgeleri incelendiğinde
başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken FETÖ/PDY üyesi olduğuna dair,
örgüte müzahir basın ve yayın organlarında çalıştığı olgusuna dayanıldığı
görülmektedir.
69. İddianamede ise tutuklama kararında değinilen suçlamaya konu
olgular ortaya konulmuştur. İddianamede özetle başvurucunun FETÖ/PDY ile
bağlantılı suçlar nedeniyle hakkında soruşturma yürütülen -bir kısmı
başvurucuyla aynı işyerinde çalışan ve aynı soruşturma kapsamında tutuklu
bulunan- kişilerle irtibatının bulunduğu, FETÖ/PDY'ye
müzahir basın ve yayın kuruluşlarında uzun süre çalıştığı ve sosyal medyada
FETÖ/PDY'yi sahiplenen paylaşımlar yaptığı olgularına
dayanılmıştır.
70. Bu bağlamda iddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY'ye müzahir yayınlar yapan Zaman gazetesine yapılan
operasyonları eleştiren -Zaman gazetesi reklam tabelası önünde çektirdiği
fotoğrafın altına yazdığı- "Direnecek
gücümüz kalmadı. Devlet gazeteye çöktü ..." şeklindeki mesajına
ve FETÖ/PDY'te müzahir Körfez Dershanesine yönelik
yapılan operasyonla ilgili "Şok Polis
Ders Saatinde Bastı" başlıklı haberin görüntüsünü çektiği
tespitlerine yer verilerek örgüte müzahir yayın kuruluşlarını ve özel kurumları
sahiplenici tarzda yorumlar yaptığı ileri sürülmüştür.
71. Sonuç olarak soruşturma makamlarınca FETÖ/PDY'ye ait basın ve yayın organlarında uzun süre çalıştığı
belirtilen başvurucunun örgüte yapılan operasyonları eleştiren ve örgütü
destekleyen mesaj paylaşması hususunun suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfî olduğu söylenemez.
72. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu
değerlendirmede, tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar gözardı edilmemelidir. Darbe teşebbüsü sonrasında
teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin soruşturmalarda,
delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik
içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz
kalması söz konusu olabilir. Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin teşebbüs
sırasında veya sonrasında ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma
imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen
suçlara göre çok daha fazladır (Aydın Yavuz
ve diğerleri, §§ 271, 272; Selçuk
Özdemir,§§
78, 79).
73. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör
örgütüne üye olma suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar
öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda
öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir
(aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin
Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66).
Ayrıca anılan suç, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni
varsayılabilen suçlar arasındadır.
74. Somut olayda Antalya 3. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun
tutuklanmasına karar verilirken tutuklama nedeni olarak başvurucunun üzerine
atılı suçun tutuklama nedeni varsayılabilen
suçlardan olmasına ve delilleri etkileme ihtimali bulunmasına dayanıldığı
görülmektedir. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar
ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile Antalya 3. Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde
başvurucu yönünden dayanılan tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olduğu
söylenebilir.
75. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup
olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13.
ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım
(2), § 151). Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını
ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize
olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini
aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Devran
Duran, § 64). Özellikle darbe teşebbüsüyle veya FETÖ/PDY ile
bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY'nin
özellikleri de dikkate alındığında bu soruşturmaların diğer ceza
soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 350).
76. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate
alındığında Antalya 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin
isnat edilen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığını, işin
niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu
hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu
söylenemez.
77. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası ile
güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
78. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19.
maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden
Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
2. Tutukluluğun Makul
Süreyi Aştığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
79. Başvurucu; uzun süredir tutuklu olduğunu, tahliye
taleplerinin ve itirazlarının -tutukluluğun devamını meşru kılacak- ilgili ve
yeterli gerekçe olmadan reddedildiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
80. Bakanlık, başvurunun bu kısmına ilişkin olarak görüş
bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
81. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır."
82. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
83. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, §§ 16, 17).
84. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami
süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurular
bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye
edilmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf
yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma
imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğunu belirtmektedir (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515,
28/9/2016, §§ 48-62; İrfan Gerçek,
B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 33-45).
85. Somut olayda bireysel başvuruda bulunduktan sonra Mahkemece
29/3/2017 tarihinde tensiple birlikte tahliyesine karar verilen başvurucunun
tutukluluğunun makul süreyi aştığına ilişkin iddiası, 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesi kapsamında açılacak davada incelenebilir. Bu madde kapsamında açılacak
dava sonucuna göre başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığının tespiti
hâlinde görevli mahkemece başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir.
Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolu,
başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yoludur
ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesi
bireysel başvurunun ikincillik niteliği
ile bağdaşmamaktadır.
86. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğun makul
süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
87. Başvurucu; soruşturmanın gizliliği kararı nedeniyle soruşturma
evrakında bulunan belge ve delillere ulaşamadığını, sonuç olarak tutuklamaya
karşı etkili bir şekilde itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını
belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
88. Bakanlık, suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve
tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya
veya müdafiine bildirilmiş ve başvurucuya bunlara
karşı savunmasını ileri sürme imkânı verilmiş olduğunu belirterek başvurucunun
kısıtlama kararı nedeniyle tutukluluğa karşı etkili şekilde itirazda
bulunamadığına ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği kanaatindedir.
b. Değerlendirme
i. Uygulanabilirlik
Yönünden
89. Başvurucunun şikâyetine konu suçlama, olağanüstü hâl ilanına
sebebiyet veren olaylarla ilgilidir. Söz konusu kısıtlama kararı olağanüstü hâl
sürecinde verilmiştir. Bu nedenle kısıtlamanın hukuki olup olmadığı, bir başka ifadeyle
kararın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi
Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında
öncelikle kısıtlamanın Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı
olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15.
maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (bkz. §§ 56-58).
ii. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
90. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
91. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
(1) Genel
İlkeler
92. Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası; yakalanan veya
tutuklanan kişiye yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki
iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün
olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl; toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna
çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir (Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, § 168).
93. Diğer taraftan Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası
uyarınca, hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar
verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir. Fıkrada öngörülen bu usulde adil yargılanma hakkının bütün
güvencelerini sağlamak mümkün değilse de iddia edilen tutmanın koşullarına
uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849,
4/12/2013, §§ 122, 123).
94. Bu bağlamda tutukluluk hâlinin devamının veya serbest
bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerine riayet edilmelidir (Hikmet Yayğın, B.
No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30). Silahların eşitliği ilkesi, davanın
taraflarının usul hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava
dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu
nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını
gerektirmektedir (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, §§ 70, 71).
95. Yakalanan bir kişiye, yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri
teknik olmayan ve anlayabileceği basit bir dilde açıklanmalı; böylece kişi,
uygun görürse hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin
sekizinci fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye
başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Bununla birlikte Anayasa'nın 19.
maddesinin dördüncü fıkrası, yakalama veya tutuklama sırasında verilen
bilgilerin yakalanan veya tutuklanan kişiye isnat edilen suçların tam bir
listesini içermesini, bir başka deyişle hakkındaki suçlamalara esas tüm
delillerin bildirilmesini ya da açıklanmasını gerektirmemektedir (Günay Dağ ve diğerleri, § 175).
96. İfadesi ya da savunması alınırken başvurucuya erişimi
kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş veya başvurucunun
tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş
olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden belgelere
erişiminin olduğunun, içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip bulunduğunun ve
bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme
imkânını elde ettiğinin kabulü gerekmektedir. Böyle bir durumda kişi,
tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye
sahiptir (Hidayet Karaca [GK], B.
No: 2015/144, 14/7/2015, § 107).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
97. Antalya 4. Sulh Ceza Hâkimliği 23/7/2016 tarihinde, 5271
sayılı Kanun'un 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca soruşturmanın
amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle başvurucu müdafiinin
soruşturma dosyasını inceleme ve belgelerden örnek alma yetkisinin
kısıtlanmasına karar vermiştir.
98. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra
kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda herhangi bir bilgi veya belge bulunmamakla
birlikte Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği
29/3/2017 tarihi itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin
(4) numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır (bkz. §
26).
99. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamalar
ile bunlara ilişkin olguların kollukta ifade alma esnasında sorulan sorularla
tutuklama talep yazısında ve sorgu esnasında başvurucuya sorulan sorularda
açıklandığı, başvurucunun da ifadesinde anılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı
bir şekilde beyanda bulunduğu görülmektedir (bkz. §§ 12-16).
100. Öte yandan başvurucu müdafii
tarafından da usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir şekilde savunma yapıldığı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
başvurucunun ve müdafiinin isnat edilen suçlamalara
ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu
sonrasında erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
101. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve
tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya
veya müdafiine bildirilmiş, başvurucuya bunlara karşı
savunma ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında
yaklaşık birkaç ay devam eden soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlama
nedeniyle başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda
bulunamadığının kabulü mümkün görülmemiştir.
102. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kısıtlama kararı
nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığı iddiasına
ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
103. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması suretiyle yapıldığı iddia olunan
müdahalenin bu hakka dair Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere
aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan
ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
B. İfade ve Basın
Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
104. Başvurucu, gazetecilik faaliyeti ve sosyal medyada
paylaştığı mesajlar nedeniyle tutuklanmasının ifade ve basın özgürlüklerini
ihlal ettiğini iddia etmiştir.
105. Bakanlık, başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal
edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu kanaatindedir.
2. Değerlendirme
106. Anayasa'nın
"Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, düşünce ve
kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak
açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi
olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar…
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik,
kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi
ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir."
107. Anayasa'nın "Basın
hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Basın hürdür, sansür
edilemez…
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın
26 ve 27'nci maddeleri hükümleri uygulanır.
Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma
veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin
bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı
amaçla, basanlar,
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
108. Başvurucunun tutuklanmasına neden olan suçlama, olağanüstü
hâl ilanına sebebiyet veren olaylarla ilgilidir. Bu itibarla tutuklama
tedbirinin ifade ve basın özgürlükleri üzerindeki etkisinin incelenmesi,
Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında müdahalenin
başta Anayasa'nın 13., 26. ve 28. maddeleri olmak üzere diğer maddelerde yer
alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması
hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp
kılmadığı değerlendirilecektir (bkz. §§ 56-58)
b. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
109. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
110. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın
özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakları gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken öncelikle
tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi aşıp
aşmadığını değerlendirmekte; daha sonra tutuklamanın hukukiliğine ya da
tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak
diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 92-100; Hidayet Karaca, §§ 111-117; Mehmet Baransu (2),
B. No: 2015/7231, 17/5/2016, §§ 157-164; Günay
Dağ ve diğerleri, §§ 191-203; Mehmet
Haberal, §§ 105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, §§
61-75; Faysal Sarıyıldız, B. No:
2014/9, 3/1/2014, §§ 61-75; İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014,
§§ 60-74; Gülser Yıldırım, B. No: 2013/9894, 2/1/2014, §§
60-74).
111. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı
iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi
için inandırıcı delillerin bulunduğu, ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin
mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna
varılmıştır (bkz. §§ 66-78). Bu
kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında başvurucunun yalnızca
ifade özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle soruşturmaya maruz kaldığı
ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca varılmasını gerekli kılan
bir durum bulunmamaktadır.
112. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri
bağlamında ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
113. Buna göre başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine
tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (26. ve 28.
maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden
Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan
ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE
28/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.