TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NİYAZİ BİROL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/782)
|
|
Karar Tarihi: 7/11/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin
MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Zeynep
KARAKOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Niyazi BİROL
|
Vekili
|
:
|
Av. Sema
OZAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın
tazmin edilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Taksim Meydanı'nda 31/5/2013 tarihinde
toplanan kalabalığı dağıtmak amacıyla polislerce atılan biber gazı kapsülünün
bacağına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır.
9. Başvurucu, olay nedeniyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesine istinaden İstanbul Valiliğinden
manevi tazminat talebinde bulunmuş; talebin reddedilmesi üzerine İstanbul 10.
İdare Mahkemesinde (Mahkeme)20.000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle dava
açmıştır.
10. Mahkeme 28/10/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar
vermiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 21/5/2014
tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilerek karar başvurucu yönünden
onanmış, davalı idarenin lehe vekalet ücreti ödenmesi gerektiği yolundaki
itirazı ise kabul edilerek vekâlet ücreti ödenmesine hükmedilmiştir. Mahkeme
kararının gerekçesi şöyledir:
" ... 5233 sayılı Yasa, yargısal ve
bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir.
Bu nedenle, adı geçen Yasanın uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi'
uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir
ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği
hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare
hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının
araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın
tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Ancak, adı geçen Yasanın uygulama alanı
yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla
sınırlı bulunduğu, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca
açılan tazminat davalarının uygulama alanı dışında kaldığı açıktır.
...
Bu durumda, 5233 sayılı Yasa kapsamındaki bir
olay nedeniyle manevi tazminat ödenmesi söz konusu olmadığından davalı idarece
davacının manevi tazminat talebinin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır."
11. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Bölge İdare Mahkemesinin
5/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve nihai karar 14/12/2015 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 12/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
13. 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un 1., 2., 4., 6., 7.,
8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (bkz. Celal
Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
14. 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı şöyledir:
“1.
İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
15. 2577 sayılı Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İdari
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu
eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu
konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış
gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren,
dava süresi içinde dava açılabilir.”
16. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:
"5233 sayılı Yasa,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna
gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla
karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan
vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif
bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun
olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin
esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu
olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca
tazminle yükümlüdür. Ancak bazen idare, kusur koşulu ve nedensellik bağı
aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir. Bunlar,
idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde
önleyemediği zararlardır. 5233 sayılı Yasa'da yer alan sorumluluğun dayanağını
da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla
geliştirilen 'sosyal risk ilkesi' oluşturmaktadır.
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari
bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun
sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine
yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal
risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden
ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir
yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle
sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda
değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen
zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan
kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi,
12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci
fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu
ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere
karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir."
17. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve
E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına
dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna
başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece
maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle
giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen
nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
18888/02 nolu başvuruya konu 12/1/2006 günlü Aydın İçyer -
Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat
Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu
doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için
tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana
gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca
karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat
taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve
kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak
manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması
gerekmektedir.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 7/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
19. Başvurucular tazminat hukukunun genel ilkelerine göre
açtıkları davanın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilerek manevi
tazminat talebinin reddedilmesinin Anayasa Mahkemesi içtihatlarına aykırı
olduğunu ileri sürmüş ve bu durumun Anayasa'nın 2., 5., 17.,36. ve
125.maddesinde güvence altına alınan ilke ve hakları ihlal ettiğini iddia
ederek ihlalin tespiti ile manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Manevi tazminat isteminin reddedilmesi ile
ortaya çıkan temel sorun başvurucuların mahkemeye etkili erişiminin
engellenmesi olduğundan başvurucuların manevi tazminat istemi hakkındaki
iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden
incelenmesi uygun görülmüştür (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Emin Timurtaş, B. No: 2014/2008,
22/11/2017, § 46).
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
22. 5233 sayılı Kanun Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların
özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların genel hükümlere göre
karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13.
maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal
edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol 5233
sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan
zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas
Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81)
23. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin (Emir Ağgül ve diğerleri,
B. No: 2014/16320, 21/11/2017) kararında belirtildiği üzere bir tazminat veya
tam yargı davasına konu olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında
yürütülen yargılamada, kişilerin taleplerini başlattıkları usulde hataya
düşülerek incelemenin yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılmasının
belirtilen anlamda dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak
değerlendirilmesi ve bu müdahalenin mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
24. Nitekim 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat
ödenmesine ilişkin benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve
Anayasa Mahkemesi, terör ve terörle mücadele kapsamında gerçekleşen zararlara
ilişkin manevi tazminat taleplerinin karşılanması için 5233 sayılı Kanun’da
hüküm bulunmamakla birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında
başvurucuların anılan talep hakkına sahip olduklarını belirtmiştir. Anayasa
Mahkemesi 5233 sayılı Kanun'un maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla
birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir Kanun olduğunu,
2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13.maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden
kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı
tanındığını belirterek idareye yaptıkları başvuru ve açtıkları davayı tazminat
hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan
başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Özden Sayar ve Deren Dilara Sayar, B. No:
2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
25. Somut olayda manevi tazminat istemiyle açılan dava özetle
5233 sayılı Kanun'un yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen sosyal risk
ilkesinin kanunlaşmış hâli olduğu ve terör nedeniyle sosyal risk ilkesi
uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı uygulanacağı, Kanun'un
yürürlüğe girdiği tarihten sonra yargısal içtihat yoluyla sosyal risk ilkesinin
uygulanmasının artık mümkün olmadığı, anılan Kanun çerçevesinde sosyal risk
ilkesine göre idarece ödeme yapılabileceği ancak 5233 sayılı Kanun hükümlerine
göre terör olayları nedeniyle kişilerin uğradığı manevi zararların
karşılanmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
26. Oysa tazminat hukukunun genel prensiplerine göre açılan
manevi tazminat istemli davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son
fıkrasındaki ve 2577 sayılı Kanun’un 2. ve 13. maddelerindeki (bkz. §§ 14, 15)
açık düzenlemeler ile Danıştay (bkz. § 17) ve Anayasa Mahkemesi (bkz. §
16)içtihatları dikkate alındığında başvurucunun manevi tazminat talebi hakkında
idare hukukunun genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir karar
verilmesi yoluyla başvurucunun mahkemeye erişimine olanak sağlanmalıdır.
27. Açtığı manevi tazminat davasını tazminat hukukunun genel
hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına müdahalede bulunulduğu açıktır.Yukarıdaki
belirtilen ilkeler ışığında yapılan incelemede başvurucunun manevi tazminat
davasını tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum
bırakan müdahale yönünden yukarıda değinilen içtihatlardan (örneğin diğerleri
arasından Emir Ağgül
ve diğerleri, Mehmet Emin
Timurtaş başvuruları) ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığı ve
ölçüsüz müdahalenin başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna
varılmaktadır.
28. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
29. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
30.Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
31. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No:
2016/12506, 7/11/2019).
32. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi,
ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
33. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi,
6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün
79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde,
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59,
66-67).
34. İncelenen başvuruda başvurucunun açtığı manevi tazminat
davasını tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum bırakılması
nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
35.Bu durumda adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
36. Öte yandan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
37. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 10. İdare Mahkemesine (E.2013/2240, K.2014/1461) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul Bölge İdare
Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
7/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.