TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AKIN TEKKURT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/8451)
|
|
Karar Tarihi: 20/10/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Selçuk KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Akın TEKKURT
|
Vekili
|
:
|
Av. Güray GÜNEŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, adi malul kabul edilmeme işleminin iptali
istemiyle açılan davada uyuşmazlığın esasına ilişkin iddialar karşılanmadan
karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 4/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek
görülmediğini belirtmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde uzman
çavuş olarak görev yapmakta iken hakkında Çorlu Asker Hastanesi Baştabipliğinin
7/4/2014 tarihli sağlık kurulu raporu ile miyopi, renal agenezi unital sol -doğumsal
sol böbrek yokluğu- tanısına istinaden "42/D/5; TSK'da
görev yapamaz." kararı verilmiştir.
9. Söz konusu rapor 23/5/2014 tarihinde onaylanıp
kesinleşmiş ve ardından 13/6/2014 tarihinde sağlık sorunu nedeniyle
başvurucunun sözleşmesi feshedilerek TSK'dan ilişiği kesilmiştir.
10. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının (SGK) 23/7/2014
tarihli yazısıyla "dosyanın incelenmesi sonucu TSK'da görev yapamaz
kararına esas teşkil eden hastalığın doğumsal nitelikte olması ve sandığa tabi
göreve girmeden önce de mevcut olduğu tıbben bilindiğinden, 8/6/1949 tarihli ve
5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 44. maddesinin 3.
fıkrası uyarınca bu hastalık nedeni ile bu kanunun malullüğe ilişkin
hükümlerinin uygulanmayacağına" karar verildiği başvurucuya bildirilmiştir.
11. Başvurucu, adi malul olarak kabul edilmemesine
ilişkin işlemin iptali istemiyle 15/8/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır.
12. AYİM Üçüncü Dairesi (Daire) tarafından, başvurucunun
rahatsızlığının genetik olup olmadığı, bu rahatsızlığın oluşumunda genetik
sebepler dışında başka etkenlerin de bulunup bulunmadığı, başvurucunun uzman
erbaş olarak göreve başladığı 2001 yılında da bu rahatsızlığının mevcut olup
olmadığı, bu hususun tespit edilip edilemeyeceği ve rahatsızlığının aynı
seviyede kalıp kalmadığı hususlarında Gülhane Askerî Tıp Akademisi
Komutanlığından (GATA) görüş istenilmiştir. GATA 31/7/2015 tarihli tıbbi
görüşünde; uzman erbaş adaylarına batın ultrasonografisinin yapılmasının
mecburi olmadığını, doğumsal böbrek yokluğunun ancak USG gibi görüntüleme
yöntemleriyle saptanabileceğini ve anılan şahsın mevzuata uygun sağlık kurulu
muayenesi sonucunda uzman erbaş olabildiğini belirtmiştir. Tek ya da çift
taraflı olabilen renal agenezinin doğumsal böbrek yokluğunu ifade
ettiğini, nadir görülen ve tek taraflı olması nedeniyle diğer böbreğin tüm
fonksiyonları yüklenebilmesi sonucu sessiz bir seyir gösteren ve belirti
vermeyen bir durum olmasının tanıyı zorlaştırdığını, genellikle eksik böbreğin
varlığını işaret eden özgün bir belirtinin ve bulgunun olmadığını, bu nedenle
bir kısım hastaların tanısının rastlantısal yapılan USG yöntemleriyle
konulduğunu vurgulamıştır. Söz konusu durumun genetik yönünün olabileceği ancak
kesin genetiktir denilemeyeceği, anne karnındaki yaşam periyodundaki böbreğin
oluşmasını tetikleyen sinyalizasyon aktivitelerinin herhangi birindeki
hatalarla oluştuğu, anılan şahsın sahip olduğu rahatsızlığın tespit
edilebileceği ancak tespit etmeyen sağlık kurulu muayenesinin tümüyle mevzuata
uygun olduğu, 2000 yılı sağlık kurulu işlemindeki rahatsızlığının durumu ile
2014 yılı sağlık kurulu işlemindeki rahatsızlık düzeyinin genel olarak aynı
olduğu, davacının göreve başladığı tarihte yürürlükte olan 24/11/1986 tarihli
ve 19291 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği'nde renal
agenezi bulgusunun 53/D/5 kodu ile TSK'da görev yapamaz şeklinde
bildirildiği ifade edilmiştir.
13. Daire 2/10/2015 tarihli kararıyla oyçokluğuyla
davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle 8/6/1949 tarihli ve
5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 44. maddesinin üçüncü
fıkrasında 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle
Sandığa tabi göreve atandıkları tarihten önce malul sayılmayı gerektiren hastalık
veya sakatlığı olduğu belirlenen iştirakçilere malullük hükümlerinin uygulanma
imkânının kaldırıldığı tespitine yer verilmiştir. Başvurucudaki regal
agenezi rahatsızlığının uzman erbaş olarak göreve başladığı sırada da
mevcut olduğu, bu rahatsızlığın doğumsal böbrek yokluğunu ifade ettiği, bu
nedenle 5434 sayılı Kanun'un 44. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince başvurucu
hakkında malullük hükümlerinin uygulanamayacağından tesis edilen işlemde
herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
14. Karşıoyda ise SGK'ya tabi bir göreve atanmadan önce
malul olmayı gerektiren rahatsızlıkları tıbben tespit edilememiş ya da ilgilisi
tarafından bilinebilir olduğu ortaya konulamayan durumlarda hukukun güvencesi
altında bulunan iştirakçilerin adi malullük hükümlerinden yararlanmalarının
gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun adi maluliyet hükümlerinden
yararlanabilmesinin tıp biliminin tanı koyabilme yeterliliğine bağlanamayacağı,
idarenin ilgili birimlerinin ya da görevlilerinin yıllar önceki ihmallerinden
ya da sağlık muayenelerinde gerekli muayene önceliklerini belirlememek
suretiyle hizmetin yeterince işlememesi nedeniyle malul olmayı gerektiren
rahatsızlıkların tespit edilememiş olması durumunun davacının önceden bilmesi
mümkün olmayan ancak şu an saptanan ve onu görev yapamayacak hâle koyan arızası
yönünden bir maluliyet engeli kabul edilerek sosyal güvence kapsamından
çıkarılmasının hakkaniyet ve nesafet ilkelerine aykırılık oluşturduğu ve bu
nedenle dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği ifade
edilmiştir.
15. Başvurucunun karar düzeltme istemi Dairenin 17/3/2016
tarihli kararıyla yine oyçokluğuyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar 5/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş,
başvurucu 4/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
Mevzuat
17. 5434 sayılı Kanun'un mülga 44. maddesi şu şekildedir:
''Her ne sebep ve suretle olursa olsun
vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız
hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere
(malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır.
Şu kadar ki, bunlar yazı ile istedikleri
takdirde haklarında bu Kanun hükümleri uygulanmaksızın malullüklerinin mani
olmadığı başka vazife veya sınıflara nakil suretiyle tayinleri yapılmak üzere
istifa etmiş sayılırlar. Bunların, istifa etmiş sayıldıktan sonra dahi, bu
Kanun hükümlerinin uygulanmasını istemek hakları mahfuzdur. Ancak, kurumlarında
başka vazife ve sınıflara nakli mümkün olanlardan özel kanunlarına göre
yükümlülük süresine tabi olanlar, bu yükümlülüklerini tamamlamadıkça veya
maluliyetlerinin yeni vazifelerine de mani olduğuna dair 50 nci madde uyarınca
yeniden rapor almadıkça bu haklarını kullanamazlar.
İştirakçilerden; talim, manevra,
seferberlik veya harp dolayısıyla vazifeleri ile ilgileri kesilmeksizin silah
altına alındıkları dönemde malûl olup, bu malûllükleri asıl vazifelerini
yapmaya mani olmayanlar ile Sandığa tâbi göreve atandıkları tarihten önce malûl
sayılmayı gerektiren hastalık veya sakatlığı olduğu belirlenenler hakkında, bu
hastalık veya sakatlıkları sebebiyle bu Kanunun malûllüğe ilişkin hükümleri
uygulanmaz."
2. AYİM
Kararları
18. AYİM Üçüncü Daire Başkanlığının 13/2/2015 tarihli ve
E.2014/578, K.2015/197 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı vekili, 11.04.2014
tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; davacının 2004
yılında uzman erbaş olarak göreve başladığını, uçucu sağlık kurulu raporu almak
için hastaneye sevk edildiğini, Eskişehir Asker Hastanesinin 26.09.2013 tarihli
raporu ile 'Sağ Hipoplazik Hipofonksiyone Böbrek' teşhisi ile davacı hakkında
'53/B/1 TSK'da görev yapamaz' kararı verildiğini, 21.11.2013 tarihinde TSK'dan
ilişiğinin kesildiğini; davacının ilişiğinin kesilmesini müteakip adi malulüyet
talep ettiğini, davalı idare SGK'nın 13.03.2014 tarihli yazısıyla ' ....TSK'da
görev yapamaz kararına esas böbrek hastalığının (sağ böbreğin tam gelişmemiş
olması) doğumsal nitelikli olması ve sandığa tabi göreve girmeden önce mevcut olduğu
tıbben bilindiğinden, malullüğe ilişkin hükümlerin uygulanamayacağı' denilmek
suretiyle maluliyet talebinin reddedildiğini, davacının yasal şartları taşıdığı
halde kendisine maluliyet aylığı bağlanmaması işleminin hukuka aykırı olduğunu,
5434 sayılı kanunun44'üncü maddesinde yer alan 'Sandığa tabi göreve atandıkları
tarihten önce malûl sayılmayı gerektiren hastalık ve sakatlığı olduğu
belirlenen iştirakçilere malûllük hükümlerinin uygulanmayacağı' kuralının
Anayasanın 2'nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine, 5'inci maddesindeki
devletin temel amaç ve görevlerine, 60'ncı maddesindeki sosyal güvenlik hakkı
ilkelerine aykırı olduğunu belirterek davalı idarenin işleminin iptaline, özlük
haklarının hak ediş tarihinden itibaren yasal faizi ile ödenmesine, 5434 sayılı
kanunun 44/3 maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
yargılamanın duruşmalı yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dava dosyasında yer alan bilgi ve
belgelerin incelenmesinden; davacının 03.03.2004 tarihinde uzman erbaş olarak
göreve başladığı, Eskişehir Hava Sağlık Merkezinin 26.09.2013 tarih ve ...
sayılı sağ hipoplozik hipofonksiyone böbrek teşhisli raporu ile görevli olarak
uçamaz, TSK'da görev yapamaz kararı verildiği, davacının sağlık nedeni ile
21.11.2013 tarihinde ilişiğinin kesildiği, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Kamu Görevlileri Emeklilik Daire Başkanlığının kararı ile rahatsızlığın
doğumsal nitelikli olması ve sandığa tabi göreve girmeden mevcut olduğu tıbben
bilindiğinden 5434 sayılı kanunun 44/3 maddesi uyarınca bu hastalık nedeniyle
5434 sayılı kanunun malûllüğe ilişkin hükümlerinin davacı hakkında
uygulanmasına imkan bulunmadığına karar verildiği, bu işlemin iptali için dava
açıldığı, AYİM Başsavcılık düşüncesinin taraflara tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
...
Davacıda mevcut rahatsızlığın genetik
olup olmadığı, bu rahatsızlığın oluşumunda tek etkenin genetik sebepler olup
olmadığı, başka etkenlerin bulunup bulunmadığı, davacının göreve başladığı 2004
yılında da rahatsızlığın davacıda aynı seviyede mevcut olduğunun tespit edilip
edilemeyeceği GATA Komutanlığından sorulmuş, dosya içerisinde yer alan
Nefroloji, Üroloji ve Tıbbi Genetik Anabilim dalında görevli üç öğretim
görevlisi tarafından düzenlenen 27.01.2015 tarihli tıbbi görüşte; hipoplazik
böbrek rahatsızlığının doğumsal bir bozukluk olup tek etkenin genetik nedenler
olmadığı ve multifaktöriyel bir durum olduğu, davacının göreve başladığı 2004
yılında da belirtilen rahatsızlığın mevcut olduğu ancak 2004-2009 yılında
yapılan uzman erbaş alımı ve sözleşme yenileme muayenelerinde batın
ultrasonografi tetkiki TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliğine göre yapılması gereken
tetkikler arasında olmadığından rahatsızlığın tespitinin mümkün olmadığı
belirtilmiştir.
Davacı uzman erbaş olur raporu alarak
göreve başlamış 2013 yılına kadar davacıda bu hastalık özelliği nedeniyle
tespit edilememiş, 2013 yılında tespit edilmiş, 2004 yılından 2013 yılına kadar
sözleşme yenilenmeleri için düzenlenen sağlık kurulu raporlarında sağlam olduğu
belirtilmiştir. GATA Komutanlığı tarafından düzenlenen tıbbi görüşte; bu
rahatsızlığın tek etkenin genetik sebepler olmadığı, multifaktöriyel bir durum
olduğu, TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinin ilgili tarihteki düzenlemesine göre
uzman erbaşlar için ultrasonografi ve diğer tetkiklerin göreve giriş tarihinde
yapılması gereken tetkikler arasında bulunmaması ve bu tetkiklerin o tarihte
yapılmamış olması nedeniyle davacıda ki rahatsızlığın göreve giriş tarihinde
mevcut olduğunun tespitinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Davacıda mevcut rahatsızlığın
tek etkenin genetik olmaması, multifaktöriyel bir durum olması, göreve alınış
tarihinde tespite yarayacak delillerin olmaması nedeniyle davacıdaki
rahatsızlığın işe alınış tarihinde mevcut olduğunun tıbben tespit edilemeyeceği
bildirilmiştir.
Malûllüğe ilişkin hükümlerin
uygulanmaması için bu hastalığın sandığa tabi göreve başladığı tarihten önce
mevcut olduğunun ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği
hükümlerine göre sınıfı görevini yapmaya engel olacak derecede malûl olduğunun
diğer bir deyişle sakat olduğunun belirlenmesi gerekir. Sandığa tabi göreve
başladığı tarihte davacıda bu rahatsızlığın mevcut olduğu kesin olarak ortaya
konulamamıştır. Kanunun aradığı şart davacı için oluşmadığından malûllüğe
ilişkin hükümlerin davacı hakkında uygulanmamasının hukuka aykırı olduğu
sonucuna varılmıştır.
...
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1.
Adi malûl kabul edilmeme İŞLEMİNİN İPTALİNE,
Davacının
özlük haklarına hak ediş tarihinden ödeme tarihine kadar YASAL FAİZ
UYGULANMASINA..."
19. AYİM Üçüncü Daire Başkanlığının 30/4/2014 tarihli ve
E.2014/52, K.2014/600 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı vekili, 13.06.2013
tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kayıtlarına giren dava dilekçesinde
özetle; davacının 1996 yılında uzman erbaş olarak göreve başladığını,
rahatsızlanması üzerine hastaneye sevk edildiğini, Etimesgut Asker Hastanesinin
25.01.2013 tarihli raporu ile “Testiküler fonksiyon bozukluğu” teşhisi ile
“41/B/1 TSK’da Görev Yapamaz” kararının verildiğini, Sosyal Güvenlik Kurumunun
12.06.2013 tarihli yazısıyla “TSK’da görev yapamaz kararına esas testiküler
fonksiyon bozukluğu rahatsızlığının sandığa tabi göreve girmeden önce mevcut
olduğu tıbben bilindiğinden, malullüğe ilişkin hükümlerin uygulanamayacağı”
denilmek suretiyle maluliyet talebinin reddedildiğini, müvekkilinin yasal
şartları taşıdığı halde maluliyet aylığı bağlanmaması işleminin hukuka aykırı
olduğunu belirterek işlemin iptaline ve özlük haklarının hak ediş tarihinden
itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep ve dava
etmiştir.
...
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü
Dairesinin 27 Şubat 2014 tarih ve E.2014/52 sayılı kararı ile GATA Sağlık
Kurulu Başkanlığından Davacının rahatsızlığının genetik olup-olmadığı, bu
hastalığın oluşumunda tek etkenin genetik sebepler olup-olmadığı, başka
etkenlerin de bulunup-bulunmadığı, söz konusu hastalığın genetik olmakla
birlikte sonradan ortaya çıkıp-çıkamayacağı, her zaman aynı bulguların tespit
edilip edilemeyeceği, davacının uzman erbaş olarak göreve başladığı 1996
yılında bu rahatsızlığın mevcut olup-olmadığı, tespit edilip-edilmeyeceği,
davacıda mevcut rahatsızlığın davacının göreve başladığı tarihte yürürlükte
olan TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği hükümlerine göre sınıfı görevini
yapamayacak seviyede olup olmadığının bildirilmesi istenilmiş, ara kararı
cevabı GATA Tıp Akademisi Komutanlığı Tıp Fakültesi Dekanlığı ve Eğitim
Hastanesi Baştabipliğinin ... sayılı yazısı ile gönderilen ... numaralı ek
raporunda; 'Davacının ilgi yazı ekinde gönderilen belgeleri incelenmiştir.
Klinefelter Sendromu genetik bir hastalık olup anneden gelen ve normalde 1
(bir) tane olması gereken X kromozomunun iki tane olması (XX) sonrasında ortaya
çıkan bir hastalıktır. Normalde erkeklerde 46 XY kromozom sayısı Klinefelter
Sendromunda 47 XXY şeklinde ortaya çıkar. Yani normalden 1 kromozom daha fazla
bulunur. Klinefelter Sendromu genetik bir hastalıktır ve doğumsa Klinefelter
Sendromlu bir kişide doğduğundan itibaren bu hastalık mevcut olup, hastalık
sonra kazanılmaz. Mozaizm denen durumda vücutta bazı hücrelerde 46 kromozom,
bazı hücrelerde 47 kromozom bulunabilir. Mozaizm şeklinde kromozom yapısı olan
kişilerdeki klinik bulgular hafif olduğu için hastalığın tespiti zorlaşabilir.
Bazı hastalarda da mozaizm olmasa bile sınırda testosteron eksikliği olup daha
hafif klinik bulgular ortaya çıkar ve bu tip kişilerin tek şikayeti infertilite
(çocuk sahibi olamama) olabilir. Hastanın klinik bulguları eğer hafif ise 1996
yılında hastalığın tanısını koymak mümkün olmayabilir. Eğer hastalık 1996
yılında tespit edilmiş olsa TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliğine göre 'B/41 F1
TSK'da görev yapamaz' kararı verilmesi gerekirdi.' yönünde tıbbi kanaat
bildirilmiştir.
...
Sosyal Güvenlik Kurumuna tabi bir göreve
atanmadan önce malul olmayı gerektiren rahatsızlıkları tıbben tespit edilememiş
ya da ilgilisi tarafından bilinebilir olduğu ortaya konulamayan durumlarda
hukukun güvencesi altında bulunan iştirakçilerin adi malullük hükümlerinden
yararlanmaları gerekir. Davacının adi maluliyet hükümlerinden yararlanabilmesi
tıp biliminin tanı koyabilme yeterliliğine bağlanamayacağı gibi idarenin ilgili
birimlerinin ya da görevlilerinin yıllar önceki ihmallerinden ya da hizmetin
yeterince işlememesi nedeniyle malul olmayı gerektiren rahatsızlıkların tespit
edilememiş olması, davacının şu an saptanan ve onu görev yapamayacak hale koyan
arızası yönünden bir maluliyet engeli kabul edilerek sosyal güvence kapsamından
çıkarılması hakkaniyet ve nesafet ilkelerine aykırılık oluşturur.
Dava konusu uyuşmazlıkta davacının
statüye girişinde yapılan sağlık kontrolünde söz konusu rahatsızlığı tespit
edilmemiştir. GATA ek raporuna göre statüye girdiği tarihte klinik bulguların
hafif olması durumunda hastalığın tanısını koymanın mümkün olmayabileceği
belirtilmiştir. Dava dosyası içeriğinde statü öncesinde söz konusu
rahatsızlığın tespitine ilişkin bir rapor bulunmamaktadır. Yukarıda yapılan
tespit ve değerlendirmeler karşısında 5434 sayılı Kanunun malullüğe ilişkin
hükümlerin davacı hakkında uygulanması gerekirken aksi yönde tesis edilen
işlemin sebep ve konu unsurları yönünden hukuka aykırı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
...
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1. Davacıya adi malûliyet aylığı
bağlanmaması işleminin İPTALİNE,
2.
Adi malûliyet aylıklarının hak ediş tarihinden itibaren yasal faizi ile
birlikte ÖDENMESİNE..."
20. AYİM Üçüncü Daire Başkanlığının 15/5/2014 tarihli ve
E.2014/136, K.2014/652 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı vekili; 03.05.2013
tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkili hakkında
düzenlenen Sağlık Kurulu Raporu ile “Koroner Arter Hastalığı” tanısıyla “TSK'da
görev yapamaz kararı aldığını, müvekkilinin 2001 yılında uzman çavuş olarak
göreve başladığını, müvekkili hakkında adi maluliyet işlemlerinin başlatıldığını
ancak SGK'nın 15.04.2013 tarihli yazısıyla müvekkilinin TSK'da görev yapamaz
kararına esas kalp rahatsızlığının doğumsal kökenli olduğu ve sandığa tabi
hizmete girmeden öncede mevcut olduğu tıbben bilindiğinden malullüğe ilişkin
hükümlerin uygulanamayacağı kararının verildiğini, bu kararın hukuka aykırı
olduğunu belirterek adi malul sayılmama işleminin iptaline ve özlük haklarının
hak ediş tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
...
Davacıda mevcut kalp rahatsızlığının
genetik olup-olmadığı, bu hastalığın oluşumunda tek etkenin genetik sebepler
olup-olmadığı, başka etkenlerin de bulunup-bulunmadığı, söz konusu hastalığın
genetik olmakla birlikte sonradan ortaya çıkıp-çıkamayacağı, her zaman aynı
bulguların tespit edilip edilemeyeceği, davacının uzman erbaş adayı iken uzman
erbaş olur kararını aldığı 2001 yılında, davacıda bu rahatsızlığın mevcut
olup-olmadığının tespit edilip-edilmeyeceği, davacıda mevcut rahatsızlığın
davacının göreve başladığı tarihte yürürlükte olan TSK Sağlık Yeteneği
Yönetmeliği hükümlerine göre sınıfı görevini yapamayacak seviyede olup olmadığı
tespitinin mümkün olup olmadığı tıbbi görüş olarak GATA Komutanlığından ara
kararı ile sorulmuş, GATA Komutanlığının 18.04.2014 tarihli yazısı ile 'koroner
arter hastalığı doğumsal ve genetik bir kalp hastalığıdır. oluşumunda tek etken
genetik geçiştir ve başka etkenler bulunmamaktadır. Hastalık sonradan ortaya
çıkmaz. Her zaman bulgu vermeyebilir. Davacının 2001 yılında uzman erbaş olur
raporu aldığı 2001 yılında da davacıda bu rahatsızlık mevcuttur. fakat bu
hastalığın tanısı Koroner anjiyoğrafi ve koroner BT anjiyoğrafi gibi ileri
değerlendirme testleri ile saptanır. Bu tetkikler giriş muayenesinde rutin
olarak uygulanmamaktadır. Giriş muayenesinde şikayeti olmayan, muayene
bulguları normal olan bir kişide bu tetkikleri yapma gerekliliği yoktur.
Davacıda mevcut olan rahatsızlık, o tarihteki TSK sağlık Yeteneği Yönetmeliğine
göre de D/42 F-10 maddesine uyar ve TSK'da görev yapamaz hükmüne amir alacağı'
bildirilmiştir.
Davacı, 2001 yılında uzman erbaş olur
kararı alarak uzman erbaş olarak göreve başlamış olup, bu hastalık 2012 yılına
kadar davacıda özelliği nedeniyle tespit edilememiştir. GATA Komutanlığının 18
Nisan 2014 tarihli, Tıbbi Genetik, Dahiliye, ve Kardiyoloji tıbbi görüşü ile
her ne kadar davacıda saptanan “kroner arter rahatsızlığının” doğumsal
olduğunun, zamanla ortaya çıkmasının mümkün olmadığı, tek etkenin doğumsal
anomaliler olduğu belirtilmiş ise de, yine aynı tıbbi görüşte bu hastalığın
genelde bulgu vermediği, sadece kroner anjiyoğrafi ve koroner BT anjiyoğrafi
ile ortaya konabildiği belirtilmekle davacının statüye girdiği sırada mevcut
rahatsızlığının tespit edilmesinin mümkün olmadığı, zira her hastaya rutin
olarak koroner angiografi yapılmadığı da tıbbi görüşte açıkça belirtilmiştir.
5434 sayılı Kanunun 44'üncü maddesinde
sandığa tabi göreve atandıkları tarihten önce malûl sayılmayı gerektiren
hastalık ve sakatlığı olduğu belirlenenler hakkında malûllüğe ilişkin hükümlerin
uygulanmayacağı belirtilmiştir. Malûllüğe ilişkin hükümlerin uygulanmaması için
ilgilinin sandığa tabi göreve girdiği tarihte bu rahatsızlığın göreve girmeye
engel olacak nitelikte olduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
Bu rahatsızlığın davacının gerek statüye
girişi sırasında gerekse statüde bulunduğu sırada yapılan sağlık kontrollerinde
bulgu vermemesi nedeniyle tıbben tespit edilemediği, göreve başladıktan
yaklaşık 11 yıl sonra Etimesgut Asker Hastanesi Baştabipliği Sağlık Kurulunun
19.12.2012 tarih, ... sayılı raporu ile 'Koroner Arter Hastalığı, Esansiyel
Hiper Tansiyon' tanılarıyla '42/D/10 42/A/2 TSK'da görev yapamaz' kararının
verildiği anlaşılmakla kanunun aradığı göreve girişte bu hastalığın tespit
edilmiş olma şartının davacı için gerçekleşmediği, kanaatine varıldığından 5434
sayılı Kanunun malullüğe ilişkin hükümlerin davacı hakkında uygulanmamasının
hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle;
1.
Davacının adi malul kabul edilmeme işleminin İPTALİNE,
2. Özlük haklarına hakediş tarihinden ödeme tarihine
kadar YASAL FAİZ UYGULANMASINA..."
21. Dairenin 15/5/2014 tarihli ve E.2014/169, K.2014/653
sayılı ile 24/10/2014 tarihli ve E.2014/48, K.2014/1361 sayılı kararları da
yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 20) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin
olup aynı gerekçeye sahiptir.
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes
davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai
alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan,
yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, hakkaniyete
uygun ve kamuya açık olarak makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına
sahiptir."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkeme
içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta
olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması
anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05..., 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş
yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate
alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B.
No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan
kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya
ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya
Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
24. AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru
beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesini içermediğinin
altını çizmekte ancak iyi temellere oturmuş yerleşik içtihadın varlığının
yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler
açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin
yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya
detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski
Yugoslav Cumhuriyeti, § 38).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 20/10/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu; aynı durumda olan ve GATA tarafından
verilen raporlarda rahatsızlıklarının doğumsal ve genetik olduğu beyan edilen
kişilere yönelik farklı kararlar verildiğini, kararın hakkaniyet ve nesafet
ilkelerine uygun olmadığını, adi maluliyete yönelik özlük haklarını almaktan
mahrum bırakıldığını belirterek Anayasa'nın 2., 5., 10., 36. ve 60.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvuruya konu yargılama sürecinde AYİM tarafından benzer durumlarda
verilen kararlardan (bkz. §§ 18-21) farklı bir sonuca varıldığı açıktır.
Bununla birlikte doğumsal ve genetik rahatsızlık nedeniyle adi malul kabul
edilmeme işlemine karşı açılan davalarda AYİM daireleri tarafından birbiriyle
çelişen kararların verildiği ve bu durumun yerleşik bir hâl aldığı ortaya
konulamamıştır. Bu hâle göre AYİM içtihatlarında derin ve devamlı bir
içtihat farklılığının bulunduğu söylenemez. Bu bağlamda iddiaların adil
yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında
incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel
İlkeler
30.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına
sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz
edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının
kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında
vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul
edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
31. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek
mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın
bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
32. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip
incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına
verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de
gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800,
18/6/2014, §§ 31, 34).
33. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri
sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B.
No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu
gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
34. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması
gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık
ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili
olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması
hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir
gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
35. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi
veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız
bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri,
§ 39).
36. Diğer taraftan yargısal kararlardaki değişiklikler,
hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama
kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Bu değişiklikler yargı
organlarının takdir yetkisi kapsamında olup öz itibarıyla önceki çözümün tatminkâr
bulunmaması anlamına gelmektedir. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları
beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin
edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları ihtimale dayalı ve
birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda
yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları
beklenen güven zarar görebilir. Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan
kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya
ilişkin makul bir açıklamanın getirilmesi gerekmektedir (Türkan Bal [GK],
B. No: 2013/6932, 6/1/2015, §§ 53, 55, 64).
37. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi ve bireysel
başvurularda (Ercan Din, B. No: 2014/94, 8/6/2016; Semra Bekiroğlu ve
diğerleri, B. No: 2013/6717, 16/12/2015; Ahmet Gül ve diğerleri, B.
No: 2014/1182, 22/9/2016) hukuki güvenlik ve belirlilik kavramının mahkeme
kararlarında makul bir istikrarın sağlanması hususu ile de doğrudan ilgili
olduğu, yargı makamlarının benzer davalarda daha önceki kararlarıyla kabul
edilebilir oranlarda uyumlu kararlar vermesi gerektiği, mahkeme kararlarında
istikrarlı değerlendirmelerin dışındaki bir yaklaşımın hukukun dinamik
yorumuyla uyumlu ve gelişmeye yönelik olarak verildiğinin yeterli ve makul
gerekçeyle açıklanması gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptığı
anlaşılmaktadır.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
38. Başvuruya konu olayda başvurucu, sözleşmesi
feshedilerek TSK'dan ilişiğinin kesilmesine neden olan rahatsızlığı nedeniyle
adi malul olarak kabul edilmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava
açmıştır. Mahkeme; başvurucudaki regal agenezi rahatsızlığının uzman
erbaş olarak göreve başladığı sırada da mevcut olduğunu, bu rahatsızlığın
doğumsal böbrek yokluğunu ifade ettiğini, bu nedenle 5434 sayılı Kanun'un 44.
maddesinin üçüncü fıkrası gereğince başvurucu hakkında malullük hükümlerinin
uygulanamayacağını belirtmiş ve davanın reddine hükmetmiştir. Mahkeme söz
konusu hükümden hareketle anılan rahatsızlığın uzman erbaş olmadan önce var
olması durumunun başvurucunun adi malul olarak kabulüne engel görmüştür.
39. Maluliyetin belirlenmesine yönelik kuralların
yorumunun ve bu çerçevede maluliyet durumunun tespitinin derece mahkemelerinin
takdirinde olduğu ve Anayasa Mahkemesinin açık keyfîlik hariç derece
mahkemelerinin yorumlarına müdahale edemeyeceği vurgulanmalıdır. Fakat derece
mahkemelerinin yorumlarının değişmesi ve aynı hususta daha önce verilen kararlardan
farklı hükümler kurulması hâlinde bunun gerekçesinin makul bir biçimde
açıklanması gerekmektedir.
40. AYİM tarafından benzer uyuşmazlıklarda somut davadan
önce verilen kararlara bakıldığında (bkz. §§ 18-21) konuya ilişkin içtihadın öz
olarak "SGK'ya tabi bir göreve atanmadan önce malul olmayı gerektiren
rahatsızlıkları tıbben tespit edilememiş ya da ilgilisi tarafından bilinebilir
olduğu ortaya konulamayan durumlarda hukukun güvencesi altında bulunan
iştirakçilerin adi malullük hükümlerinden yararlanmaları gerektiği, ilgililerin
adi maluliyet hükümlerinden yararlanabilmesinin tıp biliminin tanı koyabilme
yeterliliğine bağlanamayacağı gibi idarenin ilgili birimlerinin ya da
görevlilerinin yıllar önceki ihmallerinden ya da hizmetin yeterince işlememesi
nedeniyle malul olmayı gerektiren rahatsızlıkların tespit edilememiş olmasının,
ilgililerin sonradan saptanan ve onları görev yapamayacak hale koyan arızaları
yönünden bir maluliyet engeli kabul edilerek sosyal güvence kapsamından
çıkarılmalarının hakkaniyet ve nesafet ilkelerine aykırılık oluşturacağı" yönünde
olduğu görülmektedir.
41. Somut olayda ise Mahkeme; TSK'dan ilişiğin
kesilmesine neden olan rahatsızlığın göreve atanmadan önce başvurucunun
herhangi bir dahli olmaksızın tespit edilememiş veya başvurucu tarafından
bilinebilir olduğu ortaya konulamamış olmasına karşın başvurucunun adi malul
olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. AYİM'in adi malul olarak kabul
edilmeme işleminin iptali istemiyle açılan davada ulaştığı sonucun konuyla
ilgili olarak verilen önceki tarihli kararlardan farklı olduğu anlaşılmaktadır.
42. Yukarıda aktarılan ilkeler uyarınca yargısal
kararlardaki değişiklikler, hukuki dinamizm ve mahkemelerin yaklaşımlarını
yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumlu olmakla
birlikte benzer davalarda farklı sonuçlara ulaşılması hâlinde bu durumun tatmin
edici bir gerekçeyle açıklanması gerekmektedir.
43. Somut olayda başvurucunun, TSK'dan ilişiğin
kesilmesine neden olacak doğumsal ve genetik rahatsızlıkları göreve
atanmadan önce tespit edilemeyen ilgililerin adi malul olarak kabul edilmesi
gerektiği yönünde AYİM kararlarını mahkemeye sunduğu ve dilekçelerde bu
kararlardan örnekler verdiği görülmektedir. Mahkeme tarafından ise ileri
sürülen uyuşmazlıklara yönelik içtihat değişikliğine gidildiği veya olayın
koşullarında önceki kararlardan ayrılmayı gerektirecek farklılıklar olduğu ya
da alternatif bir yaklaşım sağlayan farklı gerekçelere dayanıldığına dair
herhangi bir açıklamada bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
44. Yukarıda açıklanan tespitlere göre AYİM'in bireysel
başvuruya konu kararında, önceki kararlarından farklı bir sonuca neden
ulaşıldığının başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak
anlaşılmasına imkân verecek düzeyde yeterli açıklama yapılmadığı görülmektedir.
45. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ve tazminata
hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
48. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da
işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
49. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
50. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin
yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin
sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
51. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme
kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
52. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
53. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere -Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici
21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari
yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü
Dairesinin 2/10/2015 tarihli ve E.2015/133, K.2015/1223 sayılı kararına ait
dava dosyası ile ilgilidir.),
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 20/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.