TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HALİT İNCİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2016/982)
|
|
Karar Tarihi: 4/7/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Olcay ÖZCAN
|
Başvurucu
|
:
|
Halit İNCİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Nesrin
ÇETİNKAYA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmaz mal zilyedliğine
yapılan tecavüzlerin önlenmesine ilişkin mevzuat çerçevesinde verilen men
kararı sonucunda meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını
belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
A. Ruhsat Alınması ve Kaymakamlık Tarafından
Verilen Men Kararı Süreci
8. Sakarya'nın Karasu ilçesi Aziziye Mahallesi Değirmendere
mevkiinde bulunan devletin hüküm ve tasarrufu altındaki 156.990 m² yüz ölçümlü
taşınmaz 24/9/1996 tarihinde Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü
tarafından taş ocağı olarak kullanılmak üzere Demiryollar,
Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğüne (DLH) tahsis edilmiştir.
9. Bu alanda bulunan 64.990 m²’lik kısım için Sakarya İl Daimi Encümeni’nin 9/10/1996 ve21/8/2001 tarihli kararları
ile beşer yıl geçerli olacak şekilde DLH adına taş ocağı işletme ruhsatı
düzenlenmiştir.
10. Maden İşleri Genel Müdürlüğünce Sakarya'nın Karasu ilçesi
Aziziye Mahallesi Kireç Tepe mevkiinde bulunan 250 ve 100 hektarlık ayrı
alanlar için D.A.Ö. adına 14/1/2004 tarihli mermer arama ruhsatları düzenlenmiştir.
Ruhsatlarda “bu ruhsat alanı içinde,
taşocakları nizamnamesine göre verilmiş müktesep taşocağı sahalarında faaliyet
göstermeme şartı ile verilmiştir” ibaresi yer almıştır. Anılan arama
ruhsatları 23/3/2005 tarihinde başvurucuya devredilmiştir.
11. Daha sonra başvurucu adına 100 hektarlık saha için
21/6/2005-21/6/2015 tarihleri arasında geçerli olmak üzere 2. grup doğaltaş-mermer işletme ruhsatı ve bu alanda bulunan 12,52
hektar alan için 16/4/2007 tarihli doğaltaş-mermer
işletme ruhsatı düzenlenmiştir.
12. DLH 28/9/2005 tarihinde kendisine ait ruhsatlı taş ocağının
herhangi bir izin talebinde bulunulmadan başvurucu tarafından işgal edilerek
konkasör tesisi kurulmaya başlandığı gerekçesiyle Karasu Kaymakamlığına
(Kaymakamlık) başvurmuştur.
13. Kaymakamlık 18/10/2005 tarihinde başvurucunun DLH'ye tahsis
olunan Sakarya'nın Karasu ilçesi Aziziye Mahallesi Değirmendere mevkiinde
bulunan taş ocağına tecavüzünün 4/12/1984 tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun
hükümleri uyarınca men'ine ve yerin haklı zilyedi
olan DLH'ye teslimine karar vermiştir.
B. İdari Yargı Süreci
14. Kaymakamlığın bu kararına karşı başvurucu tarafından 2005
yılında Sakarya 1. İdare Mahkemesinde açılan dava 10/5/2006 tarihinde
reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kurmaya çalıştığı tesislerin
Maliye Bakanlığı tarafından Karasu liman inşaatında kullanılması için taş ocağı
olarak işletilmek üzere DLH'ye tahsis edilen araziye kurulduğuna işaret edilmiştir.
Kararda arazinin fiilen DLH tarafından kullanıldığı ve 3091 sayılı Kanun'un
tasarrufa ilişkin güvenliği yani zilyetliği koruduğu vurgulanarak bu sebeple
dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Bu karar itiraz incelemesi sonucunda onanmış ve 18/10/2007
tarihinde kesinleşmiştir.
C. Adli Yargı Süreci
16. Başvurucu 31/10/2005 tarihinde DLH aleyhine men'i müdahale davası açmıştır. Karasu Asliye Hukuk
Mahkemesi 7/12/2006 tarihinde davayı kabul etmiştir. Kararın gerekçesi özetle
şöyledir:
i. Karasu ilçesi Değirmendere mevkiinde bulunan ve Hazineye ait
olan taş ocağının bir kısmı DLH'ye tahsis edilmiş ve ruhsat verilmiştir. Ancak
DLH kendi ruhsat alanının bir kilometre dışına çıkmak suretiyle başvurucunun
ruhsat alanı içerisinde çalışma yapmıştır.
ii. Başvurucu yasaların belirlediği çerçevede ruhsat almış ve
ruhsat alanı içinde şantiye kurma çalışmalarına başlamıştır. Başvurucunun bu
taşınmaza ilişkin üstün hakkı bulunmaktadır. Ayrıca 21/8/2006 tarihinde DLH'nin
ruhsat süresi sona ermiştir.
17. Karar temyiz incelemesi sonucu onanarak 9/7/2007 tarihinde
kesinleşmiştir.
D. Tazminat Davası Süreci
18. Bunun üzerine başvurucu 2/5/2007 tarihinde Karasu Asliye
Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmış ve DLH'nin müdahalesi ve alınan karar
gereğince 18/10/2005-9/7/2007 tarihleri arasında ruhsatlı alanda üretim
yapamamasından doğan zararının tazminini istemiştir. Yargılama sırasında
yapılan keşif sonrası düzenlenen 5/5/2008 ve 2/4/2008 tarihli bilirkişi
raporlarına göre belirtilen alanın başvurucunun ruhsat sahası içinde kaldığı ve
1 yıl 5 ay 6 günlük çalışılamayan sürede başvurucunun üretim yapıp bu ürünleri
satamamasından kaynaklanan toplam zararının 2.896.875 TL olduğu belirlenmiştir.
Başvurucu, bilirkişi raporu ile belirlenen bedel üzerinden davayı 7/7/2008
tarihinde ıslah etmiştir.
19. Mahkeme 31/7/2008 tarihinde davanın tam yargı davasına konu
olabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Bu karar Yargıtay 4.
Hukuk Dairesince 16/4/2009 tarihinde onanmıştır.
20. Görevsizlik kararı üzerine başvurucu 2/6/2009 tarihinde yeni
bir dava dilekçesi ile Sakarya 1. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme
4/11/2010 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle;
i. Müdahalenin söz konusu taş ocağının başvurucu tarafından
işgal edildiği gerekçesiyle Kaymakamlığa yapılan başvurunun 3091 sayılı Kanun
uyarınca taşınmazın zilyedine tanınan hakkın kullanılması şeklinde gerçekleşmiş
olduğuna vurgu yapılmıştır.
ii. Başvurucunun 3091 sayılı Kanun uyarınca işletilen süreçte
yaptığı itirazın reddedilmesiyle bu sürecin hukuka uygun şekilde
gerçekleştiğinin kabulü gerektiği belirtilmiştir.
iii. Sonuç olarak kanuni müracaat hakkının kullanılması ile
hukuka uygun olarak işletilen süreç sonucunda idareye atfı kabil bir kusur
bulunmadığı ve idarenin hukuka aykırı bir işlem ve eyleminden bahsedilemeyeceği
kanaatine ulaşılmıştır.
21. Temyiz edilen karar Danıştay Onuncu Dairesince 10/9/2015
tarihinde onanmıştır. Bu karar 14/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
22. Başvurucu 13/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. 3091 sayılı Kanun'un ''Amaç
ve kapsam'' kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun; gerçek veya tüzelkişilerin zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu
kurumları ve kuruluşları veya bunlar tarafından idare olunan veya Devlete ait
veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlere veya menfaati
umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerin, idari
makamlar tarafından önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu
düzenini sağlar."
24. 3091 sayılı Kanun’un ''Görev''
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz mallara tecavüz veya müdahale
edilmesi halinde; taşınmaz mal merkez ilçe sınırları içinde ise, il valisi veya
görevlendireceği vali yardımcısı, diğer ilçelerde ise kaymakamlar tarafından bu
tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilir ve taşınmaz mal yerinde
zilyedine teslim edilir."
25. 3091 sayılı Kanun’un ''Kararların
kesinliği'' kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
"Bu Kanuna göre verilen kararlar idari
yargı yolu açık olmak üzere kesindir. Ancak, açık olan yazı ve hesap hataları
karar veren yetkili makamca kendiliğinden düzeltilir. Taşınmaz mal üzerinde
üstün sayılabilecek bir hakkı olduğunu iddia edenlerin yargı yoluna başvurması
gerektiği kararda belirtilir."
26. 3091 sayılı Kanun’un ''Taşınmaz
mal üzerindeki ekim, tesis ve değişiklikler'' kenar başlıklı 10.
maddesi şöyledir:
"Tecavüz veya müdahalesi önlenen kişi,
taşınmaz mal üzerinde vücuda getirdiği her türlü ekim, tesis ve
değişikliklerden dolayı ancak genel hükümler dairesinde yargı yoluna
başvurabilir."
27.3091 sayılı Kanun’un ''İhtiyati
tedbirler'' kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Başvuru sırasında, taraflar arasındaki
taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece ihtiyati tedbir kararı verilmiş
veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise bu Kanun hükümleri uygulanmaz.
Bu Kanuna göre idari makam tarafından verilmiş
bir önleme kararı varken, taraflarca taşınmaz mal anlaşmazlığına ilişkin dava
açılmadan adli mercilerce ihtiyati tedbir kararı verilemez."
28. 31/7/1985 tarihli ve 18828 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında
Kanun'un Uygulama Şekli ve Esaslarına Dair Yönetmelik'in "Men kararlarının geçerlilik süresi"
kenar başlıklı 47. maddesi şöyledir:
"Yürürlükten kalkmış olan 2311 ve 5917
sayılı Kanunlara veya 3091 sayılı Kanuna göre yetkili makamlarca verilmiş ve
infaz edilmiş olan tecavüz veya müdahalenin önlenmesi hakkındaki kararlar,
taşınmaz malın hiç el değiştirmemiş ve hukuki durumunun değişmemiş olması
koşuluyla geçerliliğini korurlar.
Karar tarihinden itibaren geçen zaman içinde
tarafların aralarında anlaşmış olmaları, mütecaviz lehine kesin bir mahkeme
kararı veya bir ihtiyati tedbir kararı verilmiş olması veya başka bir nedenle
taşınmazın el değiştirmesi hallerinde, lehine karar verilenin taşınmazla fiili
ilgisi tamamen kesilmiş olduğundan, daha önce verilen kararın geçerliliği
kalmaz ve tekrar uygulanması mümkün olamaz.
Men kararı verildikten sonra mütecavizin üstün
hak iddiası ile mahkemeye başvurarak Medeni Kanuna
göre dava açmış olması halinde, daha sonuçlanmamış veya davacı lehine bir
ihtiyati tedbir kararı verilmemiş ise idarece verilen kararlar geçerliliğini
korurlar."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
31. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018
tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek
Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
32. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine
Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
33. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat
Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla
ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu
değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden
yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 27-36).
34. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
B. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu; ruhsat sahibi olduğu alandan DLH tarafından
haksız olarak çıkarıldığını ve gelir elde etmesinin engellendiğini
belirtmiştir. Başvurucuya göre DLH'nin haksızlığı kesinleşen elatmanın önlenmesi davası ile tespit edilmiştir.
Başvurucu, 3091 sayılı Kanun hükümleri gereğince verilen kararın hak sahibini
tespit etmediğini, üretim yapamamasından kaynaklanan zararının karşılanması
için adli yargı yerinde açtığı davada haksız olarak görevsizlik kararı
verildiğini ve idari yargı mahkemesince de davanın esastan reddedildiğini
belirterek zararının karşılanmadığını ileri sürmüştür. Sonuç olarak başvurucu
adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
37. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, 3091 sayılı
Kanun'un haksız olarak uygulanması nedeniyle meydana gelen zararının
karşılanmamasına ilişkin olduğundan başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
40. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir" denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye
bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı
hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda,
mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni hakların ve
fikrî hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
41. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle
öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile
Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539,
16/5/2013, § 31).
42. Uyuşmazlığa konu alanda başvurucu adına 100 hektarlık saha
için 21/6/2005- 21/6/2015 tarihleri arasında geçerli olmak üzere 2. grup doğaltaş-mermer işletme ruhsatı ve bu alanda bulunan 12,52
hektar alan için 16/4/2007 tarihli doğaltaş-mermer
işletme ruhsatı düzenlendiği anlaşılmaktadır. Karasu Asliye Hukuk Mahkemesinin
7/12/2006 tarihli kararında DLH'nin kendi ruhsat alanınınbir
kilometre dışına çıkmak suretiyle başvurucunun ruhsat alanı içerisinde çalışma
yaptığı tespit edilmiştir. Ayrıca mahkemece başvurucunun bu taşınmaza ilişkin
üstün hakkı bulunduğuna vurgu yapıldığından bu alanın işletilmesinin
Anayasa'nın 35. maddesi anlamında başvurucunun mülkü olduğunun kabulü gerekir
(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz.
Kırca Mühendislik İnş. Turz. Tic. ve San. A.Ş.,
B. No: 2014/6241, 29/9/2016, §§ 37-39; Mahmut
Üçüncü, B. No: 2014/1017,13/7/2016, §§ 63-66 ).
ii. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
43. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve üzerinde tasarruf etme olanağı verir
(Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
44. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl
yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda
sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten
yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir.
Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına
aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını
kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
45.Somut olayda Karasu Asliye Hukuk Mahkemesi DLH'nin
başvurucunun ruhsat sahasına girdiğini tespit etmiş ve 7/12/2006 tarihinde
müdahalesinin önlenmesine karar vermiştir. Buna göre başvurucunun mülkiyet
hakkına müdahale edildiği kuşkusuzdur. Diğer taraftan somut olay bağlamında
tipik bir mülkten yoksun bırakma veya mülkiyetin kamu yararına kullanımının
kontrolü amacı söz konusu olmadığına göre müdahalenin mülkiyetten barışçıl
yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
46. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
47. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca temel
hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına
yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna
dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek
yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve
Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
48. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir
kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye
Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
49. Kaymakamlığın 18/10/2005 tarihli kararı ile başvurucunun
DLH'ye tahsis olunan taş ocağına tecavüzünün 3091 sayılı Kanun hükümleri
uyarınca men’ine ve yerin haklı zilyedi olan DLH'ye
teslimine karar verilmiştir. Bu işlemin dayanağı 3091 sayılı Kanun
hükümleridir.
50. 3091 sayılı Kanun hükümleri taşınmaz mallara yapılan tecavüz
veya müdahalelerin, idari makamlar tarafından önlenmesi suretiyle tasarrufa
ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlamak üzere konulmuştur. Bu Kanun
kapsamında taşınmaz mala yapılan tecavüz veya müdahalenin önlenmesi için
yetkili makamlara başvurmaya, o taşınmaz malın zilyedi yetkilidir. 3091 sayılı
Kanun'un 2. maddesine göre taşınmaz mallara tecavüz veya müdahale edilmesi
halinde bu tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilecek ve taşınmaz mal
yerinde zilyedine teslim edilecektir. Dolayısıyla anılan hükmün, başvurucu
aleyhinde 18/10/2005 tarihinde verilen men kararına yeterli düzeyde kanuni
dayanak oluşturduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Ancak İdarenin müdahalesinin üstün
bir hakka dayanmadığı adli yargı yerinde görülen dava sonucu ortaya çıkmıştır.
Bu sebeple somut olayın özelliklerini dikkate alan Anayasa Mahkemesi tam yargı
davasında derece mahkemelerince tazminat sorumluluğuna ilişkin kanunun
yorumlanmasının sonuçlarını ölçülülük bağlamında değerlendirmeyi uygun
görmüştür.
(2) Meşru
Amaç
51. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına
imkân vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
52. Kaymakamlık tarafından 3091 sayılı Kanun hükümleri uyarınca
DLH'nin zilyet olduğu değerlendirilerek başvurucunun müdahalesinin men’ine ve yerin haklı zilyedi bulunan DLH'ye teslimine
karar verilmiştir. Kanun hükümlerinin taşınmaz zilyetliğinin saldırılara karşı
kolay ve çabuk şekilde idari yoldan korunması amacı taşıdığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
53. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
54. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığı değerlendirilirken bir taraftan ulaşılmak
istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da müdahalenin niteliği,
başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışları gözönünde
bulundurularak başvurucuya yüklenen külfet dikkate alınacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017,
§§ 58, 60; Osman Ukav,
B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
55. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulması durumunda bu
müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle
döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini
sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması
devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir. Bu bağlamda hak ihlalinin
sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği
hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi
alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tercih edilen idari
veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde doğurduğu olumsuz etkilerin
düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim
yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir mekanizmanın hiç oluşturulmaması
veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden önceki durumu tesis edici veya oluşan
kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi durumunda mülk sahibine şahsi
olarak aşırı bir külfet yüklenmiş olur (benzer yöndeki değerlendirmeler için
bkz. Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda TemizlikHizmetleri A.Ş., § 48).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
56. Somut olayda DLH, kendisine ait ruhsatlı taş ocağının
herhangi bir izin talebinde bulunulmadan başvurucu tarafından işgal edilerek
konkasör tesisi kurulmaya başlandığı gerekçesiyle Kaymakamlığa başvurmuş ve
Kaymakamlık tarafından başvurucu hakkında men kararı verilmiştir. Başvurucunun
bu karara karşı Sakarya 1. İdare Mahkemesinde açtığı dava 3091 sayılı Kanun'un
tasarrufa ilişkin güvenliği yani zilyetliği korumakta olduğu ve işlemde hukuka
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karara göre taşınmazın
zilyedi DLH olup başvurucu taşınmaza haksız saldırıda bulunmaktadır.
57. Ancak başvurucunun, DLH'ye karşı Karasu Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı müdahalenin men'i davasında
yapılan keşif sonucunda düzenlenen bilirkişi raporuna göre DLH kendi ruhsat
alanının bir kilometre dışına çıkmak suretiyle başvurucunun ruhsat sahası
içerisinde çalışma yapmaktadır. Mahkeme başvurucunun bu alana ilişkin ruhsat
almış olması nedeniyle üstün hakkı bulunduğunu ve DLH'nin ruhsat süresinin
21/8/2006 tarihinde sona erdiğini tespit ederek davayı kabul etmiştir.
58. Başvurucu, DLH'nin müdahalesi ve alınan karar gereğince
belirli bir süre kendisine ait ruhsatlı alanda üretim yapamamasından doğan
zararının karşılanması için Karasu Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası
açmıştır. Dava sırasında yapılan keşif sonrası düzenlenen 5/5/2008 ve 2/4/2008
tarihli bilirkişi raporlarına göre, belirtilen alanın başvurucunun ruhsat
sahası içinde kaldığı ve 1 yıl 5 ay 6 gün çalışılamayan sürede başvurucunun
üretim yapıp bu ürünleri satamamasından kaynaklanan toplam zararının 2.896.875
TL olduğu belirlenmiştir.
59. Her ne kadar Karasu Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik
kararına istinaden yargılamaya devam eden Sakarya 1. İdare Mahkemesince DLH'nin
yasal müracaat hakkını kullandığı, hukuka uygun olarak işletilen süreç sonucunda
DLH'ye atfı kabil bir kusur bulunmadığı, DLH'nin hukuka aykırı bir işlem ve
eyleminden bahsedilemeyeceği belirtilmiş ise de somut olayda DLH'nin ruhsat
sahasının sınırlarını bilemeyeceğinden veya tespit edemeyeceğinden söz etmek
mümkün görünmemektedir. Ayrıca başvurucu tarafından açılan müdahalenin meni ve
tazminat davalarında başvurucunun DLH ruhsat alanına haksız müdahalede
bulunmadığı, tam aksine DLH'nin başvurucunun ruhsat sahasına müdahale ederek
burada çalışma yürüttüğü tespit edilmiştir. Başvurucunun bu müdahale nedeniyle
taş ocağını kullanamadığı ve üretim yapamamasından kaynaklananan
bir zararının da doğduğu açıktır.
60. Başvurucunun söz konusu taşınmaz üzerindeki mülkiyet
hakkından kaynaklanan yetkilerini dilediği gibi kullanmasının kısıtlandığı
olayda derece mahkemelerince de tespit edilmiş olan zararının karşılanmaması
yalnızca fiilî bir durum olan zilyetliğin korunması için öngörülen idari bir
yolun kullanılması gerekçe gösterilerek meşru kılınamaz. Diğer bir deyişle kamu
düzeninin gereği olarak fiilî durumların korunması gerekliliği geçici bir
koruma sağlamakta olup daha üstün bir hakkın sahibinin uğradığı zararların, bu
hakkın varlığı sonradan tespit edilmiş olsa dahi karşılanmamasını gerektirmez.
Nitekim somut olayda DLH'nin kendi ruhsat sahası sınırlarını aşarak
başvurucunun ruhsat sahasına müdahale ettiği gibi başvurucu aleyhinde 3091
sayılı Kanun hükümlerince men kararı aldırarak taş ocağını kullanmasına engel
olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle DLH'nin kendi kusuruyla yol açtığı olumsuz
sonuçtan sorumlu tutulmayıp zarara başvurucunun katlanmasına yol açan derece
mahkemelerinin yorumunun başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği
açıktır. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı
arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur.
61. Sonuç olarak somut olayda idarenin eylemi sonucu başvurucuya
ait ruhsatlı sahada oluştuğu tespit edilen zararın giderilmemiş olması
başvurucunun mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale teşkil etmektedir.
62. Açıklanan gerekçeyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin
ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep
olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen
diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
65. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi
uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine
hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
67. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği
hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece
mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri
yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,
§ 59).
68. Başvurucu maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebinde
bulunmuştur.
69. Başvuruda, başvurucunun kendisine ait ruhsatlı alanda
idarenin eylemi sonucu üretim yapamamasından dolayı mülkiyet hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte idare tarafından yol açılan
ihlale yönelik olarak etkili bir hukuk yolunun mevcut olduğu ancak başvurucunun
tazminat isteminin derece mahkemelerince reddedilmesiyle ihlalin sonuçlarının
giderilmemiş olduğu görülmektedir.
70. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun olarak yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Sakarya 1. İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yeniden yargılamaya
hükmedilmesi yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Sakarya
1. İdare Mahkemesine (E.2009/489, K.2010/862) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam
2.714,50 TL tutarındaki yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
4/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.