TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAHİR KANAAT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/12653)
|
|
Karar Tarihi: 30/10/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Fatih
HATİPOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Mahir KANAAT
|
Vekili
|
:
|
Av. Tolgay GÜVERCİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına
erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının;
tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki
eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
6. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez
uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak-
bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden
ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)
ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın
olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz
ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
7. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe
girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin
kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil
toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar
yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri
uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§ 51, Mehmet Hasan Altan (2)
[GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12).
8. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık)
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nın kullanmakta olduğu mail adreslerinin
şifrelerinin REDHACK isimli
hacker grubu tarafından ele geçirilmesi olayı ile ilgili yapılan bir ihbar
üzerine başlatılan soruşturma kapsamında 25/12/2016 tarihinde gözaltına
alınmıştır.
9. Başvurucunun ilk ifadesi 16/1/2017 tarihinde İstanbul Emniyet
Müdürlüğünde kolluk tarafından alınmıştır. Başvurucunun emniyetteki ifade alma
işlemi sırasında iki avukatı da hazır bulunmuştur. İfade tutanağında
belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliğine ilişkin suçlamalar açıklanmıştır.
10. Başvurucu, savunmasında suçlamaları kabul etmemiştir.
11. Savcılık, başvurucunun ifadesini 17/1/2017 tarihinde
almıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun iki avukatı da hazır bulunmuş
ve ifade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya suçlamalar anlatılmıştır.
12. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesinde özetle:
i. 2004 yılından beri gazetecilik yaptığını, Birgün
gazetesinde haber redaktörü olarak çalıştığını ve Mkanaat isimli Twitter
hesabının da kendisine ait olduğunu; suçlamada belirtilen Twitter
sohbet odasını kendisinin kurmadığını, başkaları tarafından gruba dâhil
edildiğini, grupta olan Ö.Ç.yi Birgün
gazetesinde muhabir olarak çalışması nedeniyle tanıdığını, Alman haber ajansında
çalışan İ.D.Y. ile Birgün gazetesini ziyarete
geldiklerinde tanıştığını, gruptaki diğer kişileri ise RedHack grubunda tanıdığını ifade
etmiştir.
ii. RedHack
grubunun kendisini takip ettiğini, kendisinin de -haber paylaştıkları zaman-
onları takip ettiğini ancak bilgi paylaşımı yapmadığını ifade etmiştir.
iii. Söz konusu grupta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı B.A.nın maillerinin paylaşıldığını
ancak kim tarafından paylaşıldığını bilmediğini, grupta herhangi bir bilgi
içermeyen bir veya iki paylaşım yaptığını, konuyla ilgili olarak gazetede yazı
yazmadığını ve kısa sürede gruptan ayrıldığını ifade etmiştir.
iv. "LazepeM
34 Mahir Kızılyıldız" isimli
kullanıcıyı kendisini ve gazeteyi takip etmesi nedeniyle Twitter
kullanıcısı olarak tanıdığını, bu kişinin kendisini bilişim uzmanı olarak
tanıtması nedeniyle bir tanıdığının Twitter hesabının
hacklenmesiyle ilgili olarak yardım istediğini
yazışmaların buna ilişkin olduğunu ifade etmiştir.
v. Cep telefonunda tespit edilen 17-25 Aralık soruşturmasına ait
fezlekelerin büyük ihtimalle mail ortamında geldiğini -veya kendisinin de
yüklemiş olabileceğini- ancak bununla ilgili haber yapmadığını veya başka
şekilde paylaşımda bulunmadığını, bu verilerin internet ortamında açık
kaynaklarda mevcut olduğunu ve herkes tarafından indirilebileceğini belirterek
suçlamaları kabul etmemiştir.
13. Başsavcılık 17/1/2017 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye
olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine
sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında öncelikle FETÖ/PDY silahlı terör
örgütüyle ilgili genel bilgilere ve FETÖ/PDY'nin
gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe teşebbüsüne dair bilgilere, daha sonra
başvurucuya ve diğer şüphelilere yönelik suçlamalara yer verilmiştir. Tutuklama
talep yazısının ilgili bölümleri şöyledir:
"...
Belirtildiği üzere 17/25 Aralık 2013
tarihinden sonra devam eden süreçte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal
düzenine ve bölünmez bütünlüğüne yönelik yasa dışı eylem ve faaliyetler ile saldırılar
yukarıda ismi yazılı örgütler tarafındansistematik
bir şekilde arttırıldığı gibi daha öncesinde ülkemiz gündeminde yer almayan .. DAEŞ ismi ile bilinen dini motifleri kullanan örgütlerin
de ülkemiz birlik ve bütünlüğüne, Anayasal düzenine yönelik saldırılara
başladığı ve özellikle son bir yıllık süreç içerisinde tüm terör örgütlerinin
her biri ayrı ideoloji ve yapılanmada olmalarına rağmen adeta birbiriyle
irtibatlıymışçasına fikir ve eylem birliği içerisinde terörize
faaliyetler içerisine girdikleri, amacın her halükarda Türkiye Cumhuriyeti
devletini yıpratmak , yok etmek , zayıf düşürmek
olduğunun açıkça anlaşıldığı,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nın 2016 yılı
Eylül ayında kullanmakta olduğu mail adresleri şifrelerinin özellikle DHKP-C
terör örgütü ile irtibatlı olan hackerler tarafından ele geçiril[ip] elde edilen bilgiler manüpüle
edilerek gerek Enerji Bakanını gerekse onun şahsında seçilmiş meşru hükümeti
yıpratmak amaçlı yayınlar yapıldığı gibi Enerji Bakanlığımızın stratejik
faaliyet ve işlemlerine ilişkin bilgiler manüpüle
edilerek, milli enerji politikasının başarısızlığa uğraması için olumsuz algı
oluşturulduğu gibi meşru hükümetin ve Bakanımızın [DAEŞ] terör örgütü ile irtibatlı olduğuna dair algı
oluşturulmaya çalışıldığı,
Bu süreçte belirtildiği üzere 2016 yılı Eylül
ayında Enerji Bakanımız B.A.nın mail adresleri
illegal yöntemlerle ele geçirilip kişisel bilgileri ile sair iletişimlerinin
ele geçirilmesi sonrasında 20/12/2016 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne
yapılan ihbarda; Enerji Bakanımız B.A.nın mail
hesabını REDHACK adı verilen marksist sol görüşlü
terör örgütleri ile irtibatı olan kişi ve kişilerin elde ettikten sonra
irtibatlı oldukları bir kısım gazeteci kimliğini kullanan kişilere vererek
yaymak suretiyle algı oluşturduklarının belirtilmesi üzerine, ihbarcının
belirtmiş olduğu bilgilerden yola çıkılarak tahkikat ve araştırma yapılması
talimatı verildiğinde,
Özellikle Enerji Bakanımız B.A.nın
mail adreslerinin hacklenip ifşa edilmesi eylemlerine
katıldığına dair bulgulara ulaşılan D.O, Ö.Ç., M.Y., T.İ.Ö, E.S. ve Mahir
Kanaat dahil olmak üzere dokuz şüphelinin yakalanıp, gözaltına alınması,
dijital materyallerine el konulması hususunda eş zamanlı usulü işlemler
yapılmasına dair talimat verildiği şüphelilerin yakalandıkları, elde edilen
materyallerin Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ile Organize Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğünce incelenmesi son[ucunda;]
...
Şüphelilerden Mahir Kanaat'in,
BİRGÜN gazetesinin yöneticisi olduğu, dijital materyallerinin incelenmesi
sonrası yapılan analizden de anlaşılacağı üzere; FETÖ/PDY silahlı terör
örgütünün İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadrolarında görev yapmakta iken seçilmiş
meşru hükümeti hukuki soruşturma görünümü altında devirmek amaçlı yapılan 17/25
Aralık 2013 tarihli operasyonlara ilişkin fezleke örneklerinin şüpheli Mahir
Kanaat'ın bilgisayarından elde edildiği,
Bu kapsamda 17 Aralık operasyonuna ilişkin
fezlekenin 9/9/2013 tarihinden 22/9/2013 tarihine kadar geçen süreçte 80
saatlik çalışma süresinde oluşturulduğu, orijinal olan bu fezlekenin internet
ortamında bulunmasının mümkün olmadığı ancak ve ancak FETÖ/PDY terör örgütünün
emniyet birimlerindekiüyelerinden ele
geçirilebilmesinin mümkün olduğu, keza FETÖ/PDY yapılanmasının 25 Aralık 2013
tarihinde gerçekleştirmeyi düşündüğü operasyona dair fezleke örneğinin de
şüphelinin bilgisayarında ele geçirildiği, dosyanın öz niteliğine bakıldığında
25 Aralık 2013 tarihinde yapılması düşünülen operasyon fezlekesinin oluşturulma
tarihinin 17/12/2013 olduğu, önceki paragrafta da belirtildiği üzere bu
orijinal fezlekenin örneği olan bu dosyanın ancak FETÖ/PDY mensuplarından elde
edilmesinin mümkün olduğu, diğer taraftan şüphelinin mail yazışmalarına bakıldığında,Enerji Bakanımız B.A.nın
maillerinin elde edilip yayılmasına ilişkin görüşmeler yaptıklarının tespit
edildiği,
Başlangıç paragrafında da belirtildiği üzere Türkiye Cumhuriyetinin birlik ve beraberliğine yönelik adeta
fikir ve eylem birliği içerisinde ortak eylem ve hareket tarzını benimseyen
örgütlerin işbirliğinin şüpheli Mahir Kanaat'te
FETÖ/PDY mensupları tarafından yazılan 17/25 Aralık fezlekelerinin orijinal
halinin operasyon yapılmadan çok öncesinden elde edilmiş olmasında görüldüğü,
Şüpheli Mahir Kanaat'ın bu oluş şekli ile
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapılanmasına üyelik suçunu işlediğinin
anlaşıldığı,
...
Bu itibarla mevcuden
gönderilen şüpheli[nin] başlangıç paragraflarında belirtildiği üzere atılı
suçları işledi[ği] anlaşılmış olması nedeni ile sorgu[su] yapılarak atılı suçların niteliği, mevcut delil
durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterirolguların
bulunması hususları dikkate alınarakCMK.nın 100.
maddesi uyarınca tutuklanma[sına
karar verilmesi talep edilmiştir.]"
14. Anılan talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul 8. Sulh
Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında,
başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu
sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur.
15. Başvurucu, Hâkimlikteki savunmasında emniyetteki ve
Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul
etmemiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:
"Benim FETÖP/PDY terör örgütüyle hiçbir
alakam yoktur. Böyle bir suçlamayı kabul etmiyorum. Ben halen Birgün gazetesinde gazeteciyim. B.A.nın maillerinin ele geçirilmesi ve mail içerikleri
ile ilgili çalıştığım gazetede herhangi bir haber yapmadım. Ben ... bu mailleri
sosyal medya hesabından paylaşmış da değilim. Bana herhangi bir yolla bu
mailler de gelmiş değildir. Bana telefonumda 17/25 Aralık fezlekelerine ilişkin
kayıtların olduğu söylendi. Benim bilgisayar ve telefonuma el konuldu. Benim
bilgisayarımda bu yönde bir veri bulunmamaktadır. Ancak bir gazeteci olduğum
için 17/25 Aralık sürecinden sonra telefonuma ... 17/25 Aralık fezlekeleri ile
ilgili verileri indirmiş olabilirim. Ancak 17/25 Aralık operasyonları yapılmadarn önce bu verileri temin etmem ve bulundurmam söz
konusu değildir. Ben özgürlük ve dayanışma partisi üyesiyim. Dolayısıyla
cemaatle uzaktan yakından bir tanışıklığım yoktur. Cematten
herhangi biriyle merhabam dahi yoktur ve benim ailemde de cemaat ve cemaate
yakın görüşen kimseler yoktur. Suçlamaları kabul etmiyorum ..."
16. Başvurucu müdafileri ise özetle başvurucunun Birgün gazetesinde yönetici olmadığını, düzeltmen olarak
görev yaptığını, başvurucunun telefonunda tespit edilen 17-25 Aralık
fezlekelerine internet ortamında herkes tarafından erişilebildiğini ve dosyalar
indirildiğinde 09/09/2013 ve 22/09/2013 tarihlerinin yazdığını,
dolayısıyla başvurucunun anılan fezlekeleri daha operasyon yapılmadan ele
geçirdiği veya fezlekelerin kendisine gönderildiği şeklindeki iddianın doğru
olmadığını ve bu dosyaların kimseyle paylaşılmadığını belirterek başvurucunun
serbest bırakılmasını talep etmişlerdir.
17. İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği 17/1/2017 tarihinde
başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:
"... Şüpheliler T.İ.Ö., Ö.Ç. ve Mahir
Kanaat'ın üzerlerine atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun CMK.nın 100. maddesinde belirtilen katalog suçlardan
olduğu, şüphelilerin savunma içerikleri, şüphelilerden T.İ.Ö ve Mahir Kanaat'in dijital materyallerinin incelenmesine ilişkin
dosya içerisinde bulunan raporlar; şüpheli Ö.Ç.nin
sosyal medya paylaşımlarının içeriği ve yoğunluğu dikkate alındığında kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu, atılı suç [için] öngörülen ceza miktarı ve isnat edilen suçun kaçma
ve delilleri karartma şüphesi var kabul edilen suçlardan olması gözetildiğinde
adli kontrol kararının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelilerin CMK.nın 100. ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmalarına ... [karar verildi]"
18. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; İstanbul 9. Sulh
Ceza Hâkimliği 27/1/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Kararın
ilgili bölümü şöyledir:
"...
Tutuklama ceza yargılamasında bir tedbir olup,
nedenleri CMK.nın 100. maddesinde; usulü 101.
maddesinde; kapsamı, sonuçları ve başvuru yolları yine 101 ve devamı
maddelerinde düzenlenmektedir. Bu kanuni düzenlemelere göre tutuklama kararı
verilmesi için öncelikle kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin bulunması gerekir. Bununla birlikte yine CMK.nın
100. maddesinde belirtilen tutuklama nedenlerinden biri ya da birkaçının da
gerçekleşmesi gerekir. Tutuklama nedenlerinin varsayılabileceği haller CMK.nın 100 maddesinin 2.fıkrasında sayılmıştır. Buna göre
şüphelinin kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olguların bulunması; şüphelinin davranışlarının delilleri yok etme, gizleme
veya değiştirme; tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe uyandırması tutuklama
nedenlerinin varsayılabileceği hallerdir. Bundan maada CMK.nın
100. maddesinin 3. fıkrasında sayılan suçların işlendiği hususunda kuvvetli
şüphe sebeplerinin varlığı halinde de tutuklama nedeni varsayılabilir.
Bu düzenlemeler ışığında soruşturma
evraklarının ve itiraz konusu kararın incelenmesinde;
İtiraz konusu kararda kuvvetli suç şüphesini
gösteren somut delil ve vakıaların soruşturma dosyasının içeriğine uygun şekilde
ortaya konulduğu; tutuklamayı gerektiren nedenlerin ve tutuklama tedbirinin
ölçülülük ilkesine uygun olduğunu, tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağını gösteren delillerin somut olgularla
gerekçelendirilerek açıklandığı, açıklamaların soruşturma dosyası içeriğine de
uygun olduğu; tüm bu olgu, tespit ve nedenler karşısında İstanbul 8. Sulh Ceza
Hakimliği'nin itiraza konu tutuklama kararında usul ve kanuna aykırı bir yön
bulunmayıp, kararın yerinde olduğu sonuç ve vicdani kanaatine varılmakla,
şüpheliler müdafiilerinin yerinde görülmeyen
itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir."
19. Başvurucu, kararın 3/2/2017 tarihinde tebliğ edildiğini
bildirmiştir.
20. Başvurucu 6/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/2017 tarihli
iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu
işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde
(Mahkeme) kamu davası açılmıştır.
22. İddianamede öncelikle PKK, DHKP-C, MLKP, DAEŞ ve FETÖ/PDY
ile ilgili genel bilgilere ve bu örgütler arasında -son zamanlarda yaşanan- iş
birliğine değinilmiş; daha sonra ise başvurucuya ve diğer şüphelilere yönelik
suçlama ve delillere yer verilmiştir.
23. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun işlediği iddia olunan
suça ve başvurucunun örgüt bağlantısına ilişkin olarak yer verilen olay ve
olgular özetle şöyledir:
i. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı B.A.nın
kullanmakta olduğu mail adreslerinin şifrelerinin 2016 yılı Eylül ayında RedHack
isimli hacker grubu tarafından ele geçirildiği, elde edilen bilgilerin Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nı yıpratmak amacıyla
çarpıtalarak yayımlandığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığının stratejik faaliyet ve işlemlerine ilişkin bilgilerin de
çarpıtılarak millî enerji politikasının başarısızlığa uğraması için ve Hükûmet
ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nın DAEŞ terör örgütü ile irtibatlı
olduğuna dair algı oluşturulmaya çalışıldığı iddia edilmiştir.
ii. Soruşturma kapsamında dinlenen gizli tanığın özetle Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanı B.A.nın
mail hesabının hacklenmesi olayının Cumhurbaşkanı ve
Hükûmetin DAEŞ ile ilişkili olduğu yönünde algı oluşturma projesi olduğunu,
maillerin RedHack isimli hacker gurubu tarafından hacklendiğini ve iki farklı mail hesabına yeniden
yüklendiğini, bu mail hesaplarına ait şifrelerin Twitter
isimli platformda oluşturulan gruptaki kişilere dağıtıldığını beyan ettiği
belirtilmiştir.
iii. Başvurucunun sahibi olduğu ve kullandığı "@mkanaat"
isimli Twitter hesabının takip edilen ve takipçi
tabloları üzerinde yapılan incelemeye göre RedHack isimli hacker grubunun
çeşitli profil sayfalarının karşılıklı şekilde takip edildiği, başvurucu ile
hacker grubunun doğrudan iletişim hâlinde olduğu, ihbarda adı geçen diğer
kişilerin başvurucunun kişiler listesinde ekli olduğu ve tespitlerine yer
verilmiştir.
iv. Başvurucunun telefonunun imajı üzerinde yapılan incelemede
FETÖ/PDY ile gerçekleştirdiği 17-25 Aralık operasyonlarına ilişkin kolluk
fezleke örneklerinin telefonda yüklü olduğu, 17 Aralık fezlekesinin "09/09/2013 tarihinden 22/09/2013 tarihine kadar
geçen süreçte 80 saatlik çalışma süresinde oluşturulduğu" belirtilerek
orijinal olan bu fezlekenin internet ortamında bulunmasının mümkün olmadığı
sadece FETÖ/PDY'nin emniyet birimlerindeki üyelerininden ele geçirilebilmesinin mümkün olduğu iddia
edilmiştir.
v. Yine FETÖ/PDY'nin 25 Aralık 2013 tarihinde
gerçekleştirmeyi düşündüğü operasyona ilişkin fezleke örneğinin başvurucunun
bilgisayarında yüklü olduğuve "dosyanın öz niteliğine bakıldığında 25 Aralık
2013 tarihinde yapılması düşünülen operasyon fezlekesinin oluşturulma tarihinin
17/12/2013 olduğu" belirtilerek orijinal fezlekenin örneği olan
dosyanın ancak FETÖ/PDY mensuplarından elde edilmesinin mümkün olduğu iddia
edilmiştir.
vi. Başvurucunun cep telefonu imajı üzerinde yapılan incelemede
ihbarda adı geçen iki farklı kişi ile doğrudan iletişim kaydının bulunduğu
belirtilmiştir.
vii. Başvurucunun, hakkındaki soruşturma dosyası tefrik edilen
İ.D.Y. ile telefon görüşmelerinin olduğu belirtilmiştir.
24. İddianame İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesince 3/7/2017
tarihinde kabul edilerek E.2017/102 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması
başlamıştır.
25. İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesince 24/10/2017 tarihinde
yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu; savunmasında
özetle gazeteci olduğunu ve haber amaçlı olarak 17-25 Aralık fezlekesini
13/3/2014 tarihinde indirdiğini, daha öncesinde indirmesinin söz konusu
olmadığını, iddianamede belirtilen 09/09/2013
tarihinin fezlekeyi hazırlayanların açtıkları tarih olabileceğini, söz konusu
dosya herhangi bir yerden indirildiğinde de bu tarihin çıkabileceğini, kendisi
tarafından oluşturulan bir Twitter grubu olmadığını,
anılan gruba isteği dışında dâhil edildiğini, yaklaşık bir buçuk ay grupta
kaldığını, grubu kuran kişiyi tanımadığını, Twitter'da
grup kurmanın Whatsapp'ta grup kurmak gibi olduğunu
ve istek olmadan başkaları tarafından herhangi bir gruba dâhil edilmenin mümkün
olduğunu, ayrıca söz konusu maillerin kendisinde olmadığını kimseyle de
paylaşmadığını savunmuştur.
26. Mahkeme 6/12/2017 tarihinde yaptığı ikinci duruşmada
başvurucunun tutuklu kaldığı süreyi ve mevcut delil durumunu dikkate alarak
başvurucunun tahliyesine ve başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri
uygulanmasına karar vermiştir.
27. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk
derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
28. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar
başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci
bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya
yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2) Birinci
fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası
verilir."
29. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
"Terör suçları" kenar
başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315
ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci
fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
30. 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların
artırılması" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"3 ve 4 üncü
maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin
edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak
hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek
o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı
aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasına hükmolunur."
31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar
başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
32. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir.
Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik:
2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.
Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği
yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
33. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî
kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin (1) ve (3) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen
soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama
sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol
altına alınmasına karar verilebilir.
…
(3)
Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe
tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere,
belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin
çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam
konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
...
f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde
bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme
süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence
miktarını yatırmak.
g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak,
gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim
etmek.
...
j) Konutunu terk etmemek.
k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk
etmemek.
l) Belirlenen yer veya bölgelere
gitmemek."
34. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili bölümü şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen,
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
35. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Karar veya hükümlerin
kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her
hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde
tazminat isteminde bulunulabilir.
(2)
İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır
ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir
ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara
bağlanır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Sözleşme Metinleri
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar
başlıklı 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ve (4) numaralı
fıkrası şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına
sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun
olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
...
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek
için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten
sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin
varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve
tutulması;
...
(4)
Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma
işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve
eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma
hakkına sahiptir.
..."
37.Sözleşme'nin "İfade
özgürlüğü" kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına
sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları
gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme
özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu
özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal
güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu
düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın,
başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının
önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması
için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara
tabi tutulabilir."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkına İlişkin
38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 5.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza
soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair
şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla
tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B.
No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95,19/10/2000, § 108) yakın
dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016,
§§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından
itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya
ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması
gerekir.
39. AİHM'e göre ilk tutuklama için
yeterli görülen makul şüphenin varlığı, elde edilen deliller ve somut olayın
kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen
objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller,
objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş
olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda
makul şüphe vardır. Diğer bir ifadeyle inandırıcı neden ya da makul şüphe;
suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir
gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını
gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No:
12244/86-12245/86-12383/86, 30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34).
40. AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden
belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15),
sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda
önlemler alabilecek olma tehlikesi (delilleri yok etme) (Wemhoff/Almanya, B.
No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme
tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve
kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa,
B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).
b. İfade ve Basın
Özgürlüklerine İlişikin
41. AİHM'e göre ifade özgürlüğü,
demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. İfade özgürlüğü
toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
teşkil etmektedir. Sözleşme'nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrası saklı
tutulmak üzere ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız
veya ilgisiz kabul edilen bilgi
ve fikirler için değil incitici,
şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir;
yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan
söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu özgürlüğün bazı istisnalara tabi
olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bunun sınırlandırılmasının
ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No:
40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).
42. AİHM, Stojanović/Hırvatistan (B. No: 23160/09, 19/9/2013,
§§ 39, 62) kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun sorumluluğunun
kapsamının kendi sözlerinin ötesine taşıp taşmadığının belirlenmesi gerektiğini
ifade etmiştir. AİHM, derece mahkemelerince başvurucunun sorumluluğunun -bunu
haklı gösterecek ilgili ve yeterli
gerekçeler gösterilmeksizin- onun sözlerinin ötesinde genişletilmesi suretiyle
ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir .
43. AİHM, Sürek/Türkiye
(No.1) ([BD], B. No: 26682/95,
8/7/1999) kararında ise haftalık bir dergide "Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez" ve "Suç Bizim" başlıklı iki okuyucu
makalesinin yayımlanması üzerine dergi sahibi ile editörünün (adli) para cezası
ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği meselesini
incelemiştir. Anılan kararda; basının şiddet tehdidi karşısında millî güvenlik
veya ülke bütünlüğünün korunması, asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla
konmuş olan sınırlamaları aşmaması kaydıyla bölücü olanlar da dâhil olmak üzere
görüş bildirmesinin ve siyasi hususlarda bilgi vermesinin demokratik toplumlar
açısından bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. AİHM'e
göre ifade edilen sözler bireylere, kamu görevlilerine veya toplumun belli bir
kesimine karşı şiddeti teşvik ettiği durumlarda devlet otoriteleri ifade
özgürlüğüne ilişkin müdahale gereğinin incelenmesinde daha geniş bir takdir
yetkisine sahiptir. AİHM, dergide yayımlanan mektuplarda kullanılan kelimeler
ve bu kelimelerin yayımlandığı bağlam üzerinde özellikle durmuştur. AİHM, söz
konusu kelimelerin şiddeti açıkça teşvik niteliğinde olduğunu belirterek
şunları söylemiştir: "Mahkeme ilk
olarak, 'katliam', 'zulüm' ve 'cinayet' gibi göndermelerin yanı sıra, 'Faşist
Türk ordusu', 'TC cinayet çetesi' ve 'emperyalizmin
kiralık katilleri' gibi etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara bir leke
vurulmasına ilişkin açık bir kasıt olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme kanaatine
göre söz konusu mektuplar, temel duyguların kışkırtılması ve halen ölümcül
şiddet şeklinde kendini göstermiş olan bileşik önyargıların katılaştırılması
ile kanlı bir intikama çağrı şeklinde değerlendirilebilecektir. Ayrıca,
mektupların 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları ve bölgenin büyük bir
kısmında olağanüstü hal tedbirinin uygulanmasına
sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi
çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumu
bağlamında yayınlanmış olması da dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, mektupların
içeriği iddia edilen zulümlerin sorumlusu olarak gösterilenlere karşı köklü ve
mantık dışı bir nefret uyandırarak bölgede daha fazla şiddete sebebiyet
verebilecek şekilde değerlendirilmelidir. Gerçekten de,
okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve
haklı bir önlem olduğudur." AİHM, bu açıdan derginin sahibi
olarak başvurucuya uygulanmış olan cezanın bir zorunlu sosyal ihtiyacı
karşılamak olarak kabul edilebileceği ve başvuranın mahkûmiyeti için yetkililer
tarafından gösterilen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olduğu sonucuna varmıştır.
44. Hocaoğulları/Türkiye
(B. No: 77109/01,7/3/2006) kararında
AİHM, bir dergide yayımlanan "Hangi
Barış?" ve "Gençlik
İsyan Demektir" başlıklı iki makale nedeniyle başvurucunun
terör örgütü lehine propaganda suçundan mahkûmiyetini incelemiştir. AİHM;
başvuruyu makalelerdeki ibareleri, yayımlandıkları bağlamı (yazının
bütünlüğünü), özellikle terörle mücadeleye bağlı güçlükleri de dikkate alarak
değerlendirmiştir. Mahkeme "Gençlik
İsyan Demektir" başlıklı makale ile alakalı şu
değerlendirmeleri yapmıştır :"Gençlere seslenen ve hiçbir devrimin insan
zayiatı olmadan gerçekleşemeyeceği görüşünü savunan yazarın dili barışa ve
siyasi sorunların çözümüne çağrı olarak kabul edilemez … Diyarbakır
zindanlarında işkenceci faşistlere sır verip ser vermeyerek ve Kızıldere'de
düşmanları, biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik, diye selamlayarak dönenlere
kavgalarının gelip geçici olmadığını bildirirler. Hem de canları pahasına.
Evet, belki yenildiler. Ama direndiler. Çünkü gerçek zaferin böyle küçük ama
kararlı direnişlerle kazanılacağını biliyorlardı" gibi ifadelerinin
kullanımıyla net bir biçimde mücadelenin geçici olmadığı düşüncesinin
vurgulandığını hatırlatmaktadır. Bunun yanı sıra, bütünü itibarıyla şiddet
kullanımını, silahlı direnişi veya başkaldırıyı tahrik eder bir makale olarak
değerlendirilebilir; AİHM nezdinde göz önünde bulundurulması gereken temel
unsur budur." AİHM’e göre şiddeti
kışkırtan ve yücelten bu ibareler, Sözleşme’nin giriş kısmında açıklanan barış
ve adalet gibi temel değerler ile bağdaşmaz.
45. Sürek ve Özdemir/Türkiye ([BD],
B. No: 23927/94 ve 24277/94, 8/7/1999) kararında başvurucuların sahibi ve yazı
işleri müdürü oldukları dergi vasıtasıyla terörist örgütlerin bildirilerini
yayımlamak ve bölücü propaganda yapmak suçlarından ulusal hukukta mahkûm
edilmeleri söz konusudur. AİHM, özellikle kin ve düşmanlığa tahrik bağlamında
söylemleri değerlendirmiş ancak metinleri bir bütün olarak ele aldığında kin ve
düşmanlığa tahrik ettiğinin söylenemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme, bu kararda
bilhassa medya açısından ifade hürriyetinin kullanılmasındaki görev ve sorumlulukların çatışma ve
gerginlik zamanlarında özel önem taşıdığını vurgulamıştır. AİHM'e
göre "Bu yüzden de Devlete karşı şiddet
kullanma yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayımlanırken medya
şiddeti tahrik eden ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak
görülmesin diye, daha fazla özen gösterilmelidir." Çünkü kin ve nefret söylemi ile şiddete
teşvik arasında ince bir çizgi olduğu ya da anılan söylemin şiddete dönüşmesi
riskinin kuvvetle olası olduğu dikkate alınmalıdır.
46. Halis Doğan/Türkiye (3), (B.
No: 4119/02, 10/10/2006) kararında
sahibi olduğu gazetenin "Analiz"
başlıklı sütundaki "Komplo’nun
Yeni Aşaması" ve "Doğum"
başlıklı iki makalenin yayımlanmasından dolayı başvurucu hakkında bölücülük
propagandası yapma suçundan bir miktar para cezasına hükmolunmuş ve ayrıca
gazetenin yayını altı gün süreyle durdurulmuştur. Verilenbu
ceza Yargıtay tarafından onanmıştır. AİHM’e göre her
iki makalede de PKK terör örgütünün mücadele yöntemlerine yer verilmektedir.
Makalelerde kullanılan kimi sözler, ne Kürt probleminin barış yoluyla çözümüne
çağrı konuşması ne de sosyal, kültürel ve tarihi olaylar hakkındaki saptamalar
olarak görülebilir. AİHM "Aksine
(şimdi) ulusal seferberlik zamanıdır. Eğer bütün güçler, yetenekler ve
olanaklar faaliyete geçmezse, ne zaman faaliyete geçecekler? Kürtlerin
hatıralarında ve kültürlerinde 'onur günü' kavramı vardır. İşte bugün onur
gününden daha farklı bir gün söz konusudur. Ve hatta durum böyle iken, bizim
tek garantimiz, tam bir özgürlük kazanmak için her türlü fedakârlığı yapmaya ve
21. yüzyılın esaret zincirlerini kırmaya hazır olan halkımızın isteğidir. Bu
bizim özgürlük mücadelemizi parlayan bir aşamaya taşıyacak öncü politikamızdır.
Gerçek fedakârlığı gösteren şahinlerimiz." şeklindeki
ifadelerin şiddeti tahrike elverişli ifadeler olduğunu not etmiştir. AİHM’e göre makalelerin genel içeriği şiddete, silahlı
mücadeleye ya da ayaklanmaya teşvik edici mahiyettedir ve bu ifadeler Abdullah
Öcalan’ın yakalanmasından sonra bir gazetede yayımlanan iki makaleden
alınmıştır; içerik olarak Kürtlerin davasını savunanları şiddete teşvik
etmektedir. Böyle bir bağlamda makalelerin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde zaten
mevcut olan şiddet eylemlerine katalizör etkisi yapabilecek bir nitelikte
olduğunu tespit etmek yanlış olmaz. Bu bakımdan Mahkeme, başvuranın mahkûm
edilme gerekçelerinin başvuranın ifade özgürlüğüne müdahâleyi
haklı göstermek için yeterli ve yerinde olduğuna hükmetmektedir. Mahkeme sadece
bilgi ya da fikirlerin çatışmasının, şaşırtmasının ya
da endişeye yol açmasının benzeri bir müdahâleyi
haklı göstermeye yetmeyeceğini hatırlatmaktadır (§§ 32-39).
47. Sürek/Türkiye (3) ([BD],
B. No: 24735/94, 8/7/1999) kararına konu olan olayda başvurucu Haberde Yorumda Gerçek isimli derginin
sahibidir. Bu dergide 9/1/1993 tarihli 42. sayıda "Botan'da Fakir Köylüler Toprak Ağalarını İstimlak Ediyor" başlıklı
bir makale yayımlanmıştır. Bu makalede devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine
propaganda yapıldığı gerekçesi ile dergi toplatılmış ve başvurucu adli para
cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur. Konuyu inceleyen
AİHM, makalelerde kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlanmış olduğu
bağlam üzerinde özellikle duracağını belirtmiştir. Dava konusu makalede ülkenin
bir bölgesindeki mücadelenin "güvenlik
kuvvetlerine karşı yürütülen bir savaş" olarak
nitelendirilmesinin ve "Özgürlük
mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz." ifadesinin
kullanılmasının makalenin yazarının kendisini terör yoluyla mücadeleyi sürdüren
örgütle özdeşleştirmiş olduğu ve silah kullanılması için çağrıda bulunduğu
anlamına geleceğini vurgulamıştır. AİHM, ayrıca makalelerin 1985’ten bu yana
çok ciddi can kayıpları yaşanan ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hâl
ilan edilmesine sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında
ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki
güvenlik durumu bağlamında yayımlanmış olmasının da dikkate alınması
gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda makalenin içeriği bölgede daha fazla
şiddeti teşvik edebilecek niteliktedir ve bu makaleyle okuyucuya iletilen
mesaj, saldırgan ülke karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem
olduğudur. Bu açıdan Mahkeme, muhatap devlet tarafından başvuranın
mahkûmiyetine ilişkin olarak öne sürülen nedenlerin başvuranın ifade özgürlüğü
hakkına bir müdahale için ilgili ve yeterli dayanak teşkil ettiği sonucuna
varmıştır. Mahkemeye göre başvurucu -bu makalelerde yer alan görüşler ile
şahsen bağlantılı olmamasına rağmen- makalelerin yazarlarına şiddet ve nefretin
körüklenmesi için bir araç temin etmiştir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı
olduğu ve yazı işleri müdürlüğü sorumluluğu taşımadığı gerekçesi ile
makalelerin içeriğine ilişkin her türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması
gerektiği yönündeki başvurucu tarafından ileri sürülen iddia Mahkemece reddedilmiştir.
Başvurucu, derginin sahibidir. Bu konumu itibarıyla derginin yazı işleri
yönetimini şekillendirme hakkına sahiptir. Bu nedenle, halk için bilgi
toplanması ve dağıtılması konusunda derginin yazı işleri ve muhabir
personelinin görev ve sorumlulukları
açısından vekâleten sorumlu olup bu da çatışma ve gerginlik durumlarında daha
büyük önem taşımaktadır. Mahkeme, açıklanan gerekçelerle başvurucuya verilen
cezanın zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık geldiğini ve verilen ceza ile elde
edilmek istenen amaç arasında orantısızlık olmadığını belirterek ifade
özgürlüğünün ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır.
48. Öte yandan AİHM'in Ceylan/Türkiye ([BD], B. No: 23556/94,
8/7/1999) kararına konu olan olayda bir sendikanın başkanı olan başvurucu,
İstanbul'da basılan haftalık bir gazetede yazdığı makalede kullandığı sözler
nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis ve (adli) para cezasına mahkûm edilmiştir. AİHM, bu
olaya ilişkin başvuruyu değerlendirirken söz konusu yazının birkaç yıl önce Türkiye'nin
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde şiddetin yeniden canlanması hakkında
-Marksist deyimler kullanılarak- yapılan bir açıklama niteliğinde olduğunu
belirtmiştir. AİHM'e göre başvurucunun makalesi özü
itibarıyla Kürt hareketinin, işçi sınıfı ile bu sınıfın ekonomik ve demokratik
kuruluşları tarafından özgürlük ve demokrasi için verilen genel bir mücadelenin
parçası olduğuna veya en azından bir parçası olması gerektiğine ilişkindir.
AİHM, makalede kullanılan "devlet terörü" ve "katliam" gibi
kelimeler nedeniyle Türk yetkililerinin ülkenin bu bölgelerindeki fiillerine
yönelik eleştirinin sert olduğunu ve yazıda keskin bir dil kullanıldığını kabul
etmiştir. Bununla birlikte AİHM'e göre siyasi söylem
veya kamu çıkarı ile ilgili konularda ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamanın
dar olması gerekir. Bu bağlamda hükûmet ile ilgili olarak yapılmasına müsaade
edilen eleştirinin sınırı, bireyler veya siyasetçiler hakkında yapılan
eleştiriye oranla daha geniştir. AİHM, hükûmetin güçlü konumu dolayısıyla kendisine
yönelik eleştirilere ve haksız saldırılara başka yöntemlerle karşılık
vermesinin mümkün olduğu hâllerde ceza davası başlatma konusunda çekimser
davranması gerektiği görüşündedir. Buna karşılık AİHM, kamu düzeninin güvencesi
olan devlet yetkililerinin bu tür durumlarda aşırıya gitmeden ve uygun bir
şekilde tepki vermeyi amaçlayan tedbirleri -ceza hukuku bağlamında bile olsa-
benimsemesinin mümkün olduğunu belirterek bir bireye, kamu personeline ya da
nüfusun bir kesimine karşı şiddet kullanmanın tahrik edildiği hâllerde ifade
özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığı incelenirken devlet
yetkililerinin daha kapsamlı bir takdir sınırından faydalanacakları
değerlendirmesinde bulunmuştur. AİHM, bu çerçevede değerlendirdiği olayda Türk
yetkililerin "uzun yıllardır süregelmekte olan ciddi kargaşanın bu tür
görüşlerin yayılması ile şiddetlenebileceği" hususundaki endişelerini,
makalenin Körfez Savaşı'ndan kısa bir süre sonra çok sayıda Kürt kökenli
insanın Irak'taki baskıdan kaçıp Türk sınırlarına sığındığı sırada
yayımlandığını ve yazıda kullanılan dilin sert olduğunu dikkate aldığını
belirtmişse de kişilerin şiddete veya silahlı ayaklanmaya teşvik edilmesinin
söz konusu olmadığına ve yaptırımın ağırlığına dikkat çekerek başvurucunun
ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (§§ 33-38; benzer yöndeki
kararlar için -diğerleri arasından- bkz.Incal/Türkiye, [BD], B. No: 22678/93; 9/6/1998, §§ 55-60; Gerger/Türkiye, [BD], B. No: 24919/94,
8/7/1999, §§ 47-52; İbrahim Aksoy/Türkiye, B.
No: 28635/95-30171/96-34535/97, 10/10/2000, §§ 60-66, §§ 69-73, §§ 78-80).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
49. Mahkemenin 30/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddialar
1. Tutuklamanın Hukuki
Olmadığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
50. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olgular
ortaya konulmadan ve adli kontrol tedbirinin neden yetersiz kalacağı
tartışılmadan tutuklanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, ayrıca tutuklama kararı ile tutuklama
kararına yaptığı itirazın reddine dair kararın gerekçesiz olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
51. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
52. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla
tutuklanabilir."
53. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla somut olayda başvurucunun
iddialarının özünün kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına (tutuklanmasının hukuki
olmadığına) yönelik olduğu anlaşıldığından başvurucunun bu bölümdeki
şikâyetlerinin tümünün Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında
incelenmesi gerekir.
i. Uygulanabilirlik
Yönünden
54. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar
başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen
ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
55. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan
suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu
belirtilen FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi anılan
suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu
değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir
[GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
56. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında
yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının
başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan
güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde
ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk
Özdemir, § 58).
ii. Genel İlkeler
57. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra
ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak
sayılmıştır (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
58. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale
olarak tutuklamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama
tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın
ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54).
59. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama
ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla
tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin
bulunmasıdır. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı
delillerle desteklenmesi gerekir (Mustafa
Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).
60. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,
tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini
önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesine göre de şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın
davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli
şüphe oluşturması hâllerinde tutuklama kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlara ilişkin bir listeye yer verilmiştir (Halas Aslan, §§ 58, 59).
61. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda dikkate alınacak
hususlardan biri tutuklama tedbirinin isnat edilen suçun önemi ve uygulanacak
olan yaptırımın ağırlığı karşısında ölçülü olmasıdır (Halas Aslan, § 72).
62. Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle
anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve
delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine
kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım
(2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123). Bununla birlikte
yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı
Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki
denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin
süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No:
2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir, § 76; Gülser Yıldırım (2), § 124).
iii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
63. Başvurucu, FETÖ/PDY üyesi olma suçundan 5271 sayılı Kanun'un
100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
64. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin
meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın
ön koşulu olan suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
65. Başvurucu hakkındaki soruşturma belgeleri incelendiğinde
tutuklama kararında; başvurucunun telefonunda mevcut olduğu belirtilen dijital
belgelere ve sosyal medya hesabına ilişkin olarak yapılan inceleme sonucu
düzenlenen rapora, dolayısıyla kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin
bulunduğu olgusuna dayanıldığı görülmektedir (bkz. § 17).
66. İddianamede ise tutuklama kararında değinilen suçlamaya konu
olgular ortaya konulmuştur. Bu bağlamda -başvurucunun telefon ve bilgisayar imajı
ile sosyal medya hesabında yapılan incelemeye göre- iddianamede;
i. Başvurucunun Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nın maillerini hackleyen RedHack isimli hacker grubunun çeşitli profil sayfalarını
karşılıklı olarak takip ettiği, hacker grubu ile doğrudan iletişim hâlinde
olduğu ve ihbarda adı geçen diğer kişilerin başvurucunun kişiler listesinde
ekli olduğu tespitlerine yer verilerekbaşvurucunun
aynı soruşturma kapsamında şüpheli olan bazı kişilerle bağlantısına
değinilmiştir (bkz. § 23 ).
ii. FETÖ/PDY'nin gerçekleştirdiği
17-25 Aralık operasyonlarına ilişkin kolluk fezleke örneklerinin başvurucunun
telefonunda ve bilgisayarında yüklü olduğu, orijinal olan bu fezlekelerin
internet ortamından elde edilmesinin mümkün olmadığı ve bu dosyaların ancak
FETÖ/PDY'nin emniyet birimlerindeki üyelerinden ele
geçirilebilmesinin mümkün olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda Savcılık
fezlekelerle ilgili dosyaların oluşturulma tarihinin 17-25 Aralık'tan önceki
bir tarih olmasına özellikle dikkat çekmiştir(bkz. §
23 ).
67. Sonuç olarak soruşturma makamlarınca; başvurucunun Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı'nın maillerini hackleyen RedHack
isimli hacker grubu ile doğrudan iletişim hâlinde olması ve mesajlaşması,
başvurucunun telefonunda ve bilgisayarında -internet ortamında elde edilmesinin
mümkün olmadığı belirtilen- 17-25 Aralık operasyonlarına ilişkin emniyet
fezlekelerinin orijinal hâlinin bulunması hususlarının suçun işlendiğine dair
kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfî olduğu söylenemez
68. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu
değerlendirmede tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar gözardı edilmemelidir. Darbe teşebbüsü sonrasında
teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin soruşturmalarda,
delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik
içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz
kalması söz konusu olabilir. Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı kişilerin teşebbüs
sırasında veya sonrasında ortaya çıkan kargaşadan yararlanmak suretiyle kaçma
imkânı ve bu dönemde delillere etki edilmesi ihtimali normal zamanda işlenen
suçlara göre çok daha fazladır (Aydın Yavuz
ve diğerleri, §§ 271, 272; Selçuk
Özdemir,§§
78, 79).
69. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör
örgütüne üye olma suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar
öngörülen suç tipleri arasında olup isnat edilen suça ilişkin olarak kanunda
öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir
(Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin
Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66).
Ayrıca anılan suç 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni
varsayılabilen suçlar arasındadır.
70. Somut olayda İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun
tutuklanmasına karar verilirken tutuklama nedeni olarak başvurucunun üzerine
atılı suçun tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar listesinde olmasına,
başvurucunun kaçma şüphesine ve delilleri etkileme ihtimalinin bulunmasına
dayanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla tutuklama kararının verildiği andaki
genel koşullar ve somut olayın yukarıda belirtilen özel koşulları ile İstanbul
8. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte
değerlendirildiğinde başvurucu yönünden dayanılan tutuklama nedenlerinin
olgusal temellerinin olduğu söylenebilir.
71. Başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup
olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13.
ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm
özellikleri dikkate alınmalıdır (Gülser Yıldırım
(2), § 151). Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu
makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin
-özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde
yorumlanmamalıdır (Aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Devran Duran, § 64). Özellikle darbe
teşebbüsüyle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği
ile FETÖ/PDY'nin özellikleri de dikkate alındığında
bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık
olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§ 350). Somut olayda da dijital ortamda gerçekleşen ve FETÖ/PDY ile bağlantılı
olduğu belirtilen başvurucuyla ilgili bir soruşturma söz konusudur.
72. Somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate
alındığında İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin
isnat edilen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığını, işin
niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu
hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu
söylenemez.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
74. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
tutuklama yoluyla yapılan müdahalenin bu hakka dair Anayasa'da (13. ve 19.
maddelerde) yer alan güvencelere aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden
Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
2. Soruşturma Dosyasına
Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
75. Başvurucu; kısıtlama kararı nedeniyle soruşturma evrakında
bulunan belge ve delillere ulaşamadığını, kısıtlama
kararının kanunda öngörülen kapsamı aşılarak yorumlandığını, bu bağlamda
incelemeye ve/veya örnek almaya yetkili olduğu gizlilik kapsamında olmayan
belgelere erişiminin de engellendiğini, sonuç olarak tutuklamaya karşı etkili
bir şekilde itirazda bulunma imkânından yoksun bırakıldığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
76. Başvurucu ayrıca, soruşturma mercilerinin bu tutumunun silahların eşitliği ilkesiyle bağdaşmadığını
ve adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
i. Uygulanabilirlik
Yönünden
77. Başvurucunun şikâyetine konu kısıtlama kararının verildiği
soruşturma dosyasında başvurucuya yöneltilen suçlama olağanüstü hâl ilanına
sebebiyet veren olaylarla ilgilidir. Söz konusu kısıtlama kararı olağanüstü hâl
sürecinde verilmiştir. Bu nedenle kısıtlamanın hukuki olup olmadığı, bir başka
ifadeyle kararın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi
Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında
öncelikle kısıtlamanın Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı
olup olmadığı tespit edilecektir (bkz. §§ 54-56).
ii. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
78. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
"Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti
kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir."
79. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
kapsamında incelenmesi gerekir.
(1) Genel
İlkeler
80. Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalanan veya tutuklanan
kişiye yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki iddiaların hemen
yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün olmaması hâlinde sözlü
olarak derhâl; toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar
bildirilmesini öngörmektedir (Günay Dağ ve
diğerleri, [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, § 168).
81. Diğer taraftan Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası
uyarınca, hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar
verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir. Fıkrada öngörülen bu usulde adil yargılanma hakkının bütün
güvencelerini sağlamak mümkün değilse de iddia edilen tutmanın koşullarına uygun
somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849,
4/12/2013, §§ 122, 123).
82. Bu bağlamda tutukluluk hâlinin devamının veya serbest
bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların
eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkelerine riayet edilmelidir (Hikmet Yayğın, B.
No: 2013/1279, 30/12/2014, § 30). Silahların eşitliği ilkesi, davanın
taraflarının usul hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve
taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia
ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava
dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu
nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını
gerektirmektedir (Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, §§ 70, 71).
83. Yakalanan bir kişiye, yakalanmasının temel maddi ve hukuki
sebepleri teknik olmayan ve anlayabileceği basit bir dilde açıklanmalı; böylece
kişi, uygun görürse hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere
mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Bununla birlikte Anayasa'nın
19. maddesinin dördüncü fıkrası yakalama veya tutuklama sırasında verilen
bilgilerin yakalanan veya tutuklanan kişiye isnat edilen suçların tam bir
listesini içermesini, bir başka deyişle hakkındaki suçlamalara esas tüm
delillerin bildirilmesini ya da açıklanmasını gerektirmemektedir (Günay Dağ ve diğerleri, § 175).
84. İfadesi ya da savunması alınırken başvurucuya erişimi
kısıtlanan belgelerin içeriğine ilişkin sorular sorulmuş veya başvurucunun
tutukluluk kararına yönelik itirazında bu belgelerin içeriğine atıfta bulunmuş
olması durumunda başvurucunun tutukluluğa temel teşkil eden belgelere
erişiminin olduğunun, içerikleri hakkında yeterli bilgiye sahip bulunduğunun ve
bu nedenle de tutukluluk hâlinin gerekçelerine yeterli biçimde itiraz etme imkânını
elde ettiğinin kabulü gerekmektedir. Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel
teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir ( Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015,
§ 107).
(2)
İlkelerin Olaya Uygulanması
85. Savcılığın talebi üzerine İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği
24/12/2016 tarihinde dosyaya erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir.
86. Başvuru formu ve eklerinde, kısıtlama kararının daha sonra
kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda herhangi bir bilgi veya belge bulunmamakla
birlikte İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesince iddianamenin kabul edildiği
3/7/2017 tarihi itibarıyla kısıtlılık, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (4)
numaralı fıkrası uyarınca kendiliğinden sona ermiş bulunmaktadır (bkz. § 24).
87. Başvurucuya yöneltilen ve tutuklamaya konu olan suçlamaların
ve buna ilişkin olguların tutuklama talep yazısında ve sorgu esnasında
başvurucuya sorulan sorularda açıklandığı, başvurucunun da ifadesinde anılan
suçlamalarla ilgili ayrıntılı bir şekilde beyanda bulunduğu görülmektedir (bkz.
§§ 13-15).
88. Öte yandan tutukluluğa itiraz dilekçesinde başvurucu
müdafileri tarafından usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir şekilde savunma
yapılmıştır. Dolayısıyla
başvurucunun ve müdafilerinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel
teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu sonrasında
erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.
89. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve
tutmanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin başvurucuya
veya müdafilerine bildirilmiş, başvurucuya bunlara karşı savunma ve
itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında yaklaşık
birkaç ay devam eden soruşturma aşamasında uygulanmış olan kısıtlama nedeniyle
başvurucunun tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının
kabulü mümkün görülmemiştir.
90. Diğer taraftan başvurucu, kısıtlama kararının kapsamında
bulunmayan belgelere erişiminin kısıtlanması nedeniyle tutukluluğa etkili bir
şekilde itirazda bulunamadığını ileri sürmüş ise de hangi belgelere
erişemediğini açıkça belirtmemiştir. Soruşturma makamlarınca suçlama konusunun
başvurucuya bildirildiği, tutuklama kararında da bu olgulara yer verildiği
görülmektedir. Dolayısıyla bir kısım belgelerin başvurucunun erişimine
açılmamasının tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunmayı güçleştirdiği
söylenemez.
91. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kısıtlama kararı
nedeniyle tutukluluğa etkili bir şekilde itirazda bulunamadığı iddiasına
ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
92. Buna göre başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması suretiyle yapıldığı iddia olunan
müdahalenin bu hakka dair Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere
aykırılık oluşturmadığı görüldüğünden Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan
ölçütler yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
B. İfade ve Basın
Özgürlüklerinin İhlal edildiği İddiası
1. Başvurucunun İddiaları
93. Başvurucu, gazetecilik faaliyeti ve sosyal medyada
paylaştığı mesajlar nedeniyle tutuklanmasının ifade ve basın özgürlüklerini
ihlal ettiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
94. Anayasa Mahkemesi, tutuklama tedbirinin ifade ve basın
özgürlükleri, dernek kurma hürriyeti, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakları gibi diğer temel hak ve özgürlükler üzerindeki etkisini incelerken
öncelikle tutuklamanın hukuki olup olmadığını ve/veya tutukluluğun makul süreyi
aşıp aşmadığını değerlendirmekte; daha sonra tutuklamanın hukukiliğine ya da
tutukluluğun süresinin makullüğüne ilişkin vardığı sonucu da dikkate alarak
diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Erdem Gül ve Can Dündar, §§ 92-100; HidayetKaraca, §§ 111-117; Mehmet Baransu (2), B. No:
2015/7231, 17/5/2016, §§ 157-164; Günay Dağ
ve diğerleri, §§ 191-203; Mehmet
Haberal, §§ 105-116; Mustafa Ali Balbay, §§ 120-134; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, §§
61-75; Faysal Sarıyıldız, B. No:
2014/9, 3/1/2014, §§ 61-75; İbrahim Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014,
§§ 60-74; Gülser Yıldırım, B. No: 2013/9894, 2/1/2014, §§
60-74).
95. Somut olayda başvurucunun tutuklanmasının hukuki olmadığı
iddiası incelendiğinde başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi
için inandırıcı delillerin bulunduğu ve ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin
mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun söylenebileceği sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 50-74). Bu kapsamda yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında
başvurucunun, yalnızca ifade özgürlüğü kapsamında kalan eylemleri nedeniyle
soruşturmaya maruz kaldığı ve tutuklandığı iddiası yönünden farklı bir sonuca
varılmasını gerekli kılan bir durum bulunmamaktadır.
96. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklanmasının ifade ve
basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak bir ihlalin
bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. İfade ve basın özgürlüklerinin İhlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
30/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.