TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ADİLE ŞÖLEN YÜCEL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/15169)
Karar Tarihi: 15/9/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
M. Emin KUZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Raportör
Mahmut ALTIN
Başvurucular
1. Adile Şölen YÜCEL
2. Deniz Ata MERMERCİ
3. Klara Gudrun MERMERCİ
4. Petek Feride Balkız MERMERCİ
5. Yavuz Tumanbay MERMERCİ
6. Yunus Ulucan MERMERCİ
Başvurucular Vekili
Av. Mehmet Özcan DİNÇER
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 14/2/2017 ve 3/1/2018 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2018/1069 numaralı bireysel başvuru, aralarında kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/15169 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık birleştirilen 2018/1069 numaralı bireysel başvuru dosyası için görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı
10. Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz tashih davasında, Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve E.952/586, K.953/55 sayılı kararıyla kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılan başvuru konusu taşınmazları da kapsayan yüz ölçümü 3.677 metrekare (m²) yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz ölçümünün 390.050 m² olduğuna hükmedilmiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...keşifte dinlenilen hudut komşularının yeminli deyimlerine göre davacının sahasının tevsiini isteği gayrimenkulün hudutlarında hiçbir değişiklik olmadan ve başkalarının arazilerine de hiçbir suretle tecavüzde bulunmadan sahasının 39 hektar 50 metrekare olduğu anlaşılmış bulunduğundan işbu tarlanın sahasının 5520 sayılı kanun hükümlerine göre 39 hektar 50 metrekare olarak tapuya tescilinin icrasına..."
11. Tashih davası neticesinde yüz ölçümü 390.050 m² çıkarılan anılan taşınmazın 17.000 m²nin ifrazı neticesinde 373.050 m² olarak Haziran 1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydı oluşturulmuştur. Ardından başvuru formu ekinde sunulan 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına göre Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Gedikli köyünde Köprübaşı mevkiinde bulunan 373.050 m² yüz ölçümlü bu taşınmaz, başvurucu tarafından 22/5/1967 tarihinde 120.000 TL'ye satın alınmıştır.
12. Anılan taşınmaz 28/5/1971 tarihinde tekrar ifraz edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra numaralı tapu kayıtları oluşturulmuştur.
13. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından 28/12/1984 tarihinde düzenlenen Tapulama Tutanaklarına göre anılan taşınmaz, Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Çamoba köyü Ova mevkii 705, 706, 707, 708 parsel olarak ve sırasıyla 99.940 m², 84.940 m², 97.940 m² ve 90.230 m² ham toprak, kısmen kayalık, kumluk ve fundalık nitelikli olarak tespit edilmiştir. Öte yandan parsellerin Ahmet Suha Mermerci adına kayıtlı olduğu ancak Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 Esas sayılı dosyasında Çamoba köy tüzel kişiliği ile Ahmet Suha Mermerci arasında dava konusu edildiği belirtilmiş, malik hanesi açık bırakılarak Tapulama Tutanağı'nın düzenlendiği anlaşılmıştır.
B. Tapulama Tespitine İtiraz Davası Süreci
14. Başvurucu aleyhine 8/4/1971 tarihinde Ezine Kadastro Mahkemesinde tapulama tespitine itiraz davası açılmıştır. Ezine Kadastro Mahkemesince 30/12/1996 tarihinde başvuru konusu taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilerek taşınmazların tapulama dışı bırakılmasına hükmedilmiştir.
15. Kararın gerekçesinde diğer bazı parsellerle birlikte 705, 706, 707 ve 708 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının gayrisabit sınırları göstermesi nedeniyle miktarıyla geçerli olduğu vurgulanmıştır. Bununla birlikte taşınmazların kıyı kenar ön kıyı seti içinde kaldığı açıklanarak anılan parsellerin tescil edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvuru konusu parsellere ilişkin hüküm Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 14/5/2001 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme isteğinin de aynı Daire tarafından 13/5/2002 tarihinde reddine karar verilmesiyle hüküm kesinleşmiştir.
C. Başvuruya Konu Kısmi Dava Süreci
16. Başvurucu tarafından 10/5/2010 tarihinde Ezine Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle tazminat davası açılmıştır. Mahkemece 22/6/2011 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, tapu kütüğündeki tescile güvenilerek iyi niyetle satın alınan taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kalması nedeniyle bedel ödenmeksizin tapu kaydının iptaline karar verilmişse de adil dengeyi ve hakkaniyeti sağlamak amacıyla uygun bir tazminatın ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.
17. Davalı Hazine tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin (Daire) 3/4/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, başvuru konusu parsellere ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı belirtilerek 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine göre tapu sicilinin tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalan deniz kumluğu olduğu vurgulanmıştır.
18. Mahkemece bozma kararına uyularak 20/11/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bozma kararında belirtilen gerekçeler tekrar edilmiştir.
19. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 22/12/2016 tarihli kararıyla onanmıştır.
20. Onama kararı 23/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 14/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
D. Birleştirilen Başvuruya Konu Ek Dava Süreci
21. Başvurucu aynı Mahkemede 26/4/2012 tarihinde ek tazminat davası açmış ve kısmi davada verilen karara karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğunu belirterek bekletici mesele yapılmasını talep etmiştir.
22. Mahkemece 20/9/2017 tarihinde davanın usulden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bireysel başvurunun sonuçlanmasının bekletici mesele yapılmasının yargılama sürecini haddinden fazla uzatacağı açıklanmış ve kısmi davaya atıf yapılıp dava konusu hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunduğu belirtilerek dava şartı noksanlığı nedenine dayanılmıştır.
23. Mahkeme kararı 6/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve 3/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
24. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı temyiz yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden bu kez mahkeme kararına karşı temyiz kanun yoluna gitmeden bireysel başvuruda bulunduğunu ifade etmiştir.
E. Başvurudan Sonraki Süreç
25. Başvurucu Ahmet Suha Mermerci 8/4/2019 tarihinde vefat etmiştir. Ahmet Suha Mermerci'nin mirasçıları 2/7/2019 tarihinde sundukları dilekçeyle başvuruya devam etmek istediklerini belirtmişlerdir (Bununla birlikte kolaylık sağlaması bakımından kararın ilerleyen bölümlerinde başvurucu kavramı, ölen Ahmet Suha Mermerci'yi ifade etmek üzere kullanılmaya devam edilecektir.).
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Mevzuat Hükümleri ve Uluslararası Hukuk
26. İlgili mevzuat ve uluslararası hukuk için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, §§ 26-47.
B. Yargıtay İçtihadı
27. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (İBGK) 15/3/1944 tarihli ve E.1943/13, K.1944/8 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Temyiz Mahkemesi Birinci ve Dördüncü Hukuk Daireleri arasındaki ihtilafın mevzuunu teşkil eden Medeni Kanunun 917 inci maddesinin tatbik şekli ve şümul derecesi hakkında cereyan eden müzakere ve münakaşa neticesinde aşağıda gösterilen esaslar kabul olunmuştur:
1 - 917 inci maddede mutlak surette zikrolunan tapu sicillerinden eski ve yeni bütün siciller kastolunmuştur.
2 - Medeni Kanun, tapu sicilline istinat eden iktisabı muteber addetmiştir. Binaenaleyh bu kanun yürürlüğe girdikten sonra eski sicillerden doğan zararlardan Hazine mesuldür.
Mucip sebepler:
1 - 917 inci maddede 'Hazine tapu sicillerinin tutulmasından mütevellit bütün zararlardan mesuldür.
Hazine, bu zararlar kendi kusurlarından mütevellit memurlara aledderecat rücu etmek hakkını haizdir' denilmekte ve 'tapu sicillerinden' mutlak surette bahsedilmekte olmasına göre bu maddede zikrolunan 'tapu sicilleri' Medeni Kanunun meriyetinden sonra tutulan sicillere münhasır olmayıp eski ve yeni bütün sicilleri şamildir. Ne, Medeni Kanunda, ne de Tatbik Kanununda bu maddenin ıtlakını takyit edecek sarih veya zımnî bir hüküm de mevcut değildir. Bilakis Medeni Kanunun 910 ve Tatbik Kanununun otuz yedinci maddeleri 917 inci maddenin eski ve yeni bütün sicillere şamil olduğunu teyit etmektedir. Filhakika 910 uncu maddede 'Tapu sicillinin nümunesi ve nasıl tutulacağı nizamnamei mahsus ile muayyendir' diye müstakbele muzaf olmıyan bir hüküm sevkedilmiş olduğu gibi Tatbik Kanununun otuz yedinci maddesinde de Hükümetin ilan tarikiyle halkı davet ederek veya resen eski kayıtların yeni sicillere kaydolunacağı tasrih olunmak suretiyle eski sicillerin selameti ve bu sicillere karşı halkın emniyet ve itimadı temin olunmuştur.
2 - Eski sicillerden Hazinenin mesuliyeti:
Mutlak ve doğrudan doğruya bir mesuliyet sistemi kabul etmiş olan 917 inci maddenin tatbikında başlıca üç ihtimal mevcuttur.
A- Zararı doğuran sicil yanlışlığın ve zararın Medeni Kanunun meriyetinden evvel olması,
B- Zararı doğuran yanlışlığın ve zararın Medeni Kanunun meriyeti zamanında vukubulması,
C- Zararı doğuran yanlışlığın eski kanun zamanında vuku bulması ve zarann Medeni Kanunun meriyeti zamanında hadis olması. Hazine, birinci ihtimalde zarardan mesul değilse de diğer ihtimallerde mesuldür. Birinci ve ikinci ihtimallerde daireler arasında zaten ihtilaf mevcut olmayıp yalnız üçüncü ihtimalde ihtilaf edilmiştir. Her ne kadar üçüncü ihtimalde zararı tevlit eden taapu kaydındaki yanlışlık eski kanun zamanında yapılmış ve eski kanun hükümlerine göre Hazine tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan mesul bulunmamış ise de tapu sicillindeki yanlışlık bizatihi ve tevlit edeceği neticelerden mücerret olarak tazmini müstelzim değildir. Bundan bir kimsenin menfaati haleldar olmuş, ise o zaman tazmini mucip olur. Şu halde yanlışlık başlı başına hukukî bir mevcudiyet ifade etmeyip ancak sebebiyet verdiği zarar itibariyle hukukî bir mevcudiyet ifade eder. Hadisede zarar yeni kanunun meriyeti zamanında hadis olduğu gibi bu zarar doğrudan doğruya tapu sicillindeki yanlışlıktan neşet etmiş ve yanlışlık ile zarar arasına başka bir fiil de haylulet etmemiş olduğundan Tatbik Kanununun birinci maddesi hükümlerine göre bu zarardan Hazinenin mesul olması tabiîdir. Kaldı ki, Medeni Kanunun 931 inci maddesi, tapu sicillindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet ve ya diğer bir aynî hak iktisap eden kimsenin bu iktisabını muteber addetmiştir. Müstakar mahkeme İçtihatlarına göre eski kanun zamanında tutulan tapu sicillerine hüsnüniyetle istinat eden kimsenin iktisabı hakkında da ayni hüküm tatbik olunmaktadır. İktisap gibi en mühim hukukî tasarruf ve muamelelerde medarı istinat olan eski sicillerin tevlit ettiği zararlardan Hazinenin mesuliyeti zarurî bir neticedir. Tapu sicillerinden doğan zarardan fertlerin hak ve menfaatlarını mutlak surette korumak maksadiyle yeni kanunumuzun kabul ettiği bu mesuliyet sisteminin takyit ve tahdidine hiç bir sebep yoktur. Binaenaleyh eski siciller, Medeni Kanunun meriyetinden sonra bir kimsenin zararına sebep olmuş ise bu zarardan Hazine mesul olur.
İşte bu mütalaa ve mülahazalara binaen 917 inci maddede mutlak surette zikrolunan tapu sicillerinin eski ve yeni bütün sicillere şamil ve yeni kanunun meriyetinden sonra bu sicillerden doğan zararlardan Hazinenin mesul olduğuna ilk içtimada sülüsan ekseriyet hasıl olmadığından 15/3/944 tarihinde ve ikinci içtimada mutlak ekseriyetle karar verildi
..."
28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
...
Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir.
Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun 1007.maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
29. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23/10/2007 tarihli ve E.2007/6214, K.2007/9985 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava, 3621 sayılı yasadan kaynaklanan tapu iptal ve sicil kaydının terkini ve elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davalıya ait çekişme konusu 6 parsel sayılı taşınmazın kabul kapsamında kalan bölümünün 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre tanımı aynı yasanın 4.maddesinden yapılan kıyıda kaldığı saptanmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hemen belirtelim ki, mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Yasasının 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında ve özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır. Bunun sonucu; kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir. Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43. maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.
Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; '… bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…', “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…', bu önlem alınırken '… başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…', kişinin '… kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…' açıktır.
Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan kıyı kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43., Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında '…Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41. madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar…' şeklinde dile getirilmiştir.
Yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının ONANMASINA"
30. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 6/7/2006 tarihli ve E.2006/5764, K.2006/7970 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı, kayden davalılara ait bulunan 12 parsel sayılı taşınmazın davalılara intikalini sağlayan tescil ilamının yolsuz olduğunu, taşınmazın Türk Medeni Kanununun 588. maddesi uyarınca Hazineye geçmesi gerektiğini ileri sürerek tapu iptal tescil isteğinde bulunmuştur.
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; 12 parsel sayılı taşınmazın öncesinde Müslim Dibir ve Anna Dibir'e ait iken davalıların 3402 Sayılı Yasanın 13/B-b-c maddesine dayalı olarak açtıkları dava sonucu Türk Medeni Kanununun 713. maddesi hükmü gereğince davalılar adına 1/2'şer paylarla tescil edildiği görülmektedir. Söz konusu davada Hazinenin taraf olmadığı da anlaşılmaktadır.
Davacı Hazine, söz konusu taşınmazın kaçak ve yitik kişilerden kaldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. İddianın subutu halinde kendisinin taraf olmadığı dava sonucunda kurulan hükmün davacı Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur. Böyle bir dava açmakta Hazinenin hukuki yararı bulunduğu da tartışmasızdır.
Hal böyle olunca, davada ileri sürülen hukuki sebep ve olgular yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması gerekirken dayanağı olmayan gerekçelerle davanın reddedilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA"
31. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 5/10/2017 tarihli ve E.2015/3488, K.2017/6104 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
Mahkemece dava konusu taşınmazın davalı tarafın dayandığı tapu ve vergi kayıtlarının kapsamı içinde kaldığı, zilyetlikle iktisap koşullarının da gerçekleştiği kabul edilerek Hazinenin davasının reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmediği gibi yapılan araştırma, inceleme ve uygulama karar vermek için yeterli değildir. Davacı Hazine tespite esas alınan tapu kayıt miktar fazlasının Hazine adına tescilini talep etmiştir. Davalı tarafın tutunduğu tespite esas tapu kayıtlarının tesisi olan Şubat 299 Y. 45 sıra numaralı tapu kaydının yüzölçümü 80 dönüm olarak belirtilmesine rağmen gittileri olan K.evvel 302 tarih ve 62, Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı tapu kayıtlarının yüzölçümü 100 dönüme çıkartıldığı halde aradaki çelişkinin neden kaynaklandığı araştırılmamıştır. Bundan ayrı tespite esas Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı kayıtta 100 dönüm olan yüzölçümünün Hazinenin taraf olmadığı Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.09.1953 tarih ve 1951/1150 Esas sayılı kararı ile kayıt maliklerinden Cevdet Benker’in hasımsız açtığı dönüm tezyidi ve tashihen tescil davası ile miktarı 284 dönüme çıkartılmış olup, davalı Hazine bu davada taraf olmadığından Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur..."
32. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 10/2/2020 tarihli ve E.2013/29, K.2020/48 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
Mahkemece, davacı Hazinenin taraf olmadığı tescil ilamıyla oluşan tespite esas davalılara ait tapu kaydının davacı Hazine'yi bağlamayacağı ve dava konusu taşınmazın tesis tarihi davalılara ait olan ve tespite esas alınan tapu kaydından daha eski tarihli olan davacı Hazine'ye ait tapu kaydı kapsamında kaldığı hususları göz önüne alınarak davanın kabulü ile çekişmeli taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmiş olması isabetsiz olup, hükmün bu nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekirken onanmasına karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, davacı Hazine vekilinin yerinde görülen karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin, 11.06.2019 tarih ve 2019/1687-2019/4320 Esas, Karar sayılı onama kararının kaldırılmasına, hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA"
V. İNCELENME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 15/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
34. Başvurucu, satın aldığı tapulu taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
35. Bakanlık görüşünde; 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden başvurucunun açmış olduğu ilk/asıl/kısmi tazminat davasıyla aynı hukuki sebebe dayanan ek davanın usulden reddedildiği, bu davada verilen karara karşı süresinde bireysel başvuruda bulunulmamış ise kısmi davada verilen karar sonrasında yapılan başvurunun süreyi canlandıramayacağı belirtilmiştir.
36. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında savunma ve hak ihlallerine ilişkin iddialarını tekrar etmiştir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
38. Anayasa'nın "Kıyıların korunması" kenar başlıklı 43. maddesi şöyledir:
"Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir."
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, satın aldığı tapulu taşınmazının tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi olduğundan şikâyetlerin bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
40. Mahkemece bireysel başvurunun bekletici mesele yapılmasının yargılama süresini uzatacağı gerekçesiyle bekletici mesele talebi kabul edilmemiştir. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı temyiz yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden ek davanın reddine dair karara karşı temyiz kanun yoluna gitmediğini ifade etmiştir.
41. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması; ayrıca bu yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).
42. Somut olayda başvurucunun teorik olarak davanın reddine karşı temyiz kanun yoluna başvurma hakkına sahip olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak daha önce açtığı kısmi davanın temyiz incelemesi sonucunda aleyhine karar verildiğinden ek davada da aleyhine karar verileceği açıktır. Buna göre somut olayın koşullarına göre temyiz kanun yoluna gitmenin başvurucu yönünden etkili bir sonuç doğurmayacağı değerlendirilmiştir.
43. Sonuç olarak açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
44. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
45. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucu 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına dayanmıştır. Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz olarak sulh hukuk mahkemesinde açılan tashih davası neticesinde başvuru konusu taşınmazı da kapsayan yüz ölçümü 3.677 m² yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz ölçümünün 390.050 m² olarak tesciline karar verilmiştir. İfraz işlemi sonrası söz konusu taşınmaz 22/5/1967 tarihinde H.D.nin vekili tarafından Ahmet Suha Mermerci'ye satılmıştır (bkz. §§ 10-11). Yerleşik Yargıtay içtihatlarında Hazinenin taraf olmadığı yargılama üzerine yapılan tescillerin yolsuz tescil olması nedeniyle lehine tescil yapılan kişi yönünden mülk oluşturmayacağı belirtilmiştir (bkz. §§ 30-32). Bununla birlikte tescil yolsuz olsa bile sicile güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişinin zararının karşılanması gerektiğini vurgulamak gerekir.
46. İBGK'nın 28/6/1944 tarihli ve 5742 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 15/3/1944 tarihli ve E.1944/13, K.1944/18 sayılı kararında, tapu sicillerinden devletin 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında sorumlu olduğu kabul edilmiştir (bkz. § 27).
47. Başvuru konusu olayda anılan taşınmazların, tapu kaydında başvurucu adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun taşınmazları satın aldığı tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını bilebileceğine dair tapuda herhangi bir şerh veya açıklayıcı bir ibare bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucunun bu taşınmazları tapu siciline güvenerek devraldığı ve tapu siciline iç hukukta bağlanan sonuçlar dikkate alındığında Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu kanaatine ulaşılmıştır.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
50. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazlar tapuda başvurucu adına kayıtlı olduğu hâlde taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi ve taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalması gerekçesiyle tapu kayıtları iptal edilerek tescil harici bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen karşılığının ödenmemesi sebebiyle başvurunun mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
i. Kanunilik
51. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
52. Somut olayda başvurucunun taşınmazları 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun hükümlerine göre yapılan belirleme neticesinde kıyı kenar çizgisinin kıyıda kalan kısmında bırakılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu kuşkusuzdur.
ii. Meşru Amaç
53. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise örneğin kamulaştırma gibi hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 35).
54. Anayasa'nın 43. maddesine göre devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdır ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile mümkün olabilir (AYM, E.1990/23, K.1991/29, 18/9/1991). 3621 sayılı Kanun'un kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un amacı çerçevesinde kıyı kenar çizgisindeki taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi, bu bağlamda somut olayda olduğu gibi kıyıdan herkesin istifade edebileceği değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
55. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
56. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
57. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
58. Kamu makamlarının kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak takdir yetkisinin Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen güvence ölçütlerini gözetecek şekilde kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi zorunludur (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
59. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kıyı kenar çizgisi tespit işlemiyle amaçlanan kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil denge, ancak taşınmazların bedelinin ödenmesiyle sağlanabilir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
60. Somut olayda taşınmaz, ilk defa kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetliğe dayalı olarak açılan dava sonucunda hükmen 3.677 m² olarak tapuya tescil edilmiştir. Taşınmaz bu miktar itibarıyla tapuda H.D. adına kayıtlı iken Hazinenin taraf olmadığı hasımsız olarak açılan tashih davası neticesinde Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve E.1952/586, K.1953/55 sayılı kararıyla yüz ölçümü 390.050 m² ye çıkarılmış ve 17.000 m²'nin ifrazı neticesinde 373.050 m² olarak Haziran 1957 tarih 52 sırada tescil edilmiştir. Ardından başvuru konusu 373.050 m² tapulu taşınmaz başvurucu tarafından 22/5/1967 tarihinde satın alındıktan sonra 28/5/1971 tarihinde tekrar ifraz edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra No.lu tapu kayıtları oluşturulmuştur. 28/12/1984 tarihinde düzenlenen tapulama tutanaklarına göre de anılan taşınmazlar 705, 706, 707, 708 parsel olarak tespit edilmiştir. Ancak Tapulama Tutanaklarında, taşınmazların Çamoba köy tüzel kişiliği ile başvurucu Ahmet Suha Mermerci arasında Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 esas sayılı dosyasında dava konusu edildiği belirtilerek malik hanesi açık bırakıldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 10-12).
61. Ezine Kadastro Mahkemesinde açılan tespite itiraz davasında, anılan taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tescil harici bırakılmasına karar verildiği ve kararın 13/5/2002 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bunun üzerine başvurucu, iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden tazminat davası açmıştır. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemenin karar gerekçesinde, başvuru konusu taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı belirtilerek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre tapu sicilinin tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalan deniz kumluğu olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 13-17).
62. Başvurucunun taşınmazlarının kıyı kenarında olduğu gerekçesiyle tapu kayıtlarının iptal edilerek tescil harici bırakılması şeklinde gerçekleşen kıyıların korunması amacı bakımından müdahalenin elverişli ve gerekli olmadığı ifade edilemez.
63. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
64. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kıyı kenar çizgisi tespitiyle ilgili verdiği kararlarda, kıyı kenar çizgisi tespitinden önce özel mülk hâline gelmiş taşınmazların değeriyle orantılı tazminat ödenmeksizin tapusunun iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir. Yargıtay da 2007 yılından itibaren verdiği kararlarda, kıyıda kaldığı gerekçesiyle tapuları iptal edilen taşınmaz maliklerine tazminat verilmesine hükmetmiştir (bkz. §§ 28, 29).
65. Tespite itiraz davasında yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlık konusu taşınmazların kıyı kenar olduğu tespit edilmiştir. Ancak söz konusu taşınmazların kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Öte yandan başvurucunun satın aldığı tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kaldığına ilişkin olarak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilememiştir.
66. Dolayısıyla tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre kıyı kenar çizgisi içinde kalmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir.
67. Hâlbuki kıyıların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapuların iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek başvurucunun iyi niyetli olmadığı gibi istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir.
68. Yukarıda da değinildiği üzere Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 22; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, § 72). Ayrıca Yargıtay, kadastro hataları dâhil olmak üzere tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki hatalardan da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca devletin sorumlu olduğunu içtihat etmiştir (bkz. §§ 27, 29). Dolayısıyla başvurucunun 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden Hazine aleyhine açtığı tazminat davasını, taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı ve taşınmazların kıyı kenarında olması dolayısıyla tazminat verilemeyeceği gerekçesiyle reddeden derece mahkemelerinin yaklaşımlarının benzer nitelikteki Yargıtay içtihadı ile de çeliştiği anlaşılmaktadır.
69. Bu durumda başvurucu tarafından satın alınan tapulu taşınmazların tapu kayıtlarının iptal edilmesi kıyıların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de başvurucunun iyi niyetli olduğunun derece mahkemelerince tespiti hâlinde mülkten yoksun bırakılan başvurucuya taşınmazın satın alındığı tarihteki bedelinin güncellenmiş değerinin ödenmemesi, idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.
70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
71. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
72. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
73. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
74. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
75. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
76. İncelenen başvuruda, başvurucunun tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
77. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ezine Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
78. Öte yandan çok geniş bir alanı kapsayan taşınmaza ait tapu kaydının herhangi bir bedel ödenmeden iptal edilmesi nedeniyle başvurucu aleyhine bir zarar meydana geldiği tartışmasızıdır. Ancak yeniden yapılacak yargılamada tapu kaydının oluşumuna ilişkin yukarıda ayrıntısı ile açıklanan süreç ve derece mahkemelerinin taşınmazın bir kısmının eylemli olarak deniz kumluğu niteliğinde olduğuna dair belirlemeleri dikkate alınmalıdır. Buna göre idarenin hatasından kaynaklanan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması kabul edilemez ise de başvurucu lehine karar verilmesi gereken tazminat başvurucunun uğramış olduğu zarar miktarı kadar olmalıdır. Somut olayda bu miktar, taşınmazın satın alındığı dönemde ödenen bedelin enflasyon karşısında uğramış olduğu değer kaybını da karşılayacak bir miktardan ibaret olmalıdır.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 522,2 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.522,20 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ezine Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/82, K.2017/256 ve E.2013/82, K.2013/183) GÖNDERİLMESİNE,
D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 522,20 TL harç ve 3.000 TL tutarındaki vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.522,20 TL yargılama giderinin başvurucuya (Ahmet Suha Mermerci mirasçıları olan başvurucular) ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.