TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADİLE ŞÖLEN YÜCEL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/15169)
|
|
Karar Tarihi: 15/9/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Mahmut ALTIN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Adile Şölen YÜCEL
|
|
|
2. Deniz Ata MERMERCİ
|
|
|
3. Klara Gudrun MERMERCİ
|
|
|
4. Petek Feride Balkız
MERMERCİ
|
|
|
5. Yavuz Tumanbay MERMERCİ
|
|
|
6. Yunus Ulucan MERMERCİ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Özcan DİNÇER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine
rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 14/2/2017 ve 3/1/2018 tarihlerinde
yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2018/1069 numaralı bireysel başvuru, aralarında kişi
ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/15169 numaralı
bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık birleştirilen 2018/1069
numaralı bireysel başvuru dosyası için görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde
beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuru
Konusu Olayın Arka Planı
10. Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz tashih davasında,
Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve E.952/586, K.953/55 sayılı
kararıyla kazandırıcı zamanaşımıyla kazanılan başvuru konusu taşınmazları da
kapsayan yüz ölçümü 3.677 metrekare (m²) yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz
ölçümünün 390.050 m² olduğuna hükmedilmiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"...keşifte dinlenilen hudut
komşularının yeminli deyimlerine göre davacının sahasının tevsiini isteği
gayrimenkulün hudutlarında hiçbir değişiklik olmadan ve başkalarının
arazilerine de hiçbir suretle tecavüzde bulunmadan sahasının 39 hektar 50
metrekare olduğu anlaşılmış bulunduğundan işbu tarlanın sahasının 5520 sayılı
kanun hükümlerine göre 39 hektar 50 metrekare olarak tapuya tescilinin
icrasına..."
11. Tashih davası neticesinde yüz ölçümü 390.050 m²
çıkarılan anılan taşınmazın 17.000 m²nin ifrazı neticesinde 373.050 m² olarak
Haziran 1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydı oluşturulmuştur. Ardından
başvuru formu ekinde sunulan 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına
göre Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Gedikli köyünde Köprübaşı mevkiinde bulunan
373.050 m² yüz ölçümlü bu taşınmaz, başvurucu tarafından 22/5/1967
tarihinde 120.000 TL'ye satın alınmıştır.
12. Anılan taşınmaz 28/5/1971 tarihinde tekrar ifraz
edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra numaralı tapu kayıtları oluşturulmuştur.
13. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından
28/12/1984 tarihinde düzenlenen Tapulama Tutanaklarına göre anılan
taşınmaz, Çanakkale'nin Ezine ilçesinin Çamoba köyü Ova mevkii 705, 706, 707,
708 parsel olarak ve sırasıyla 99.940 m², 84.940 m², 97.940 m² ve 90.230 m² ham
toprak, kısmen kayalık, kumluk ve fundalık nitelikli olarak tespit edilmiştir.
Öte yandan parsellerin Ahmet Suha Mermerci adına kayıtlı olduğu ancak Çanakkale
Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 Esas sayılı dosyasında Çamoba köy tüzel
kişiliği ile Ahmet Suha Mermerci arasında dava konusu edildiği belirtilmiş,
malik hanesi açık bırakılarak Tapulama Tutanağı'nın düzenlendiği anlaşılmıştır.
B. Tapulama
Tespitine İtiraz Davası Süreci
14. Başvurucu aleyhine 8/4/1971 tarihinde Ezine Kadastro
Mahkemesinde tapulama tespitine itiraz davası açılmıştır. Ezine Kadastro
Mahkemesince 30/12/1996 tarihinde başvuru konusu taşınmazlar yönünden davanın
kabulüne karar verilerek taşınmazların tapulama dışı bırakılmasına
hükmedilmiştir.
15. Kararın gerekçesinde diğer bazı parsellerle birlikte
705, 706, 707 ve 708 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının gayrisabit
sınırları göstermesi nedeniyle miktarıyla geçerli olduğu vurgulanmıştır.
Bununla birlikte taşınmazların kıyı kenar ön kıyı seti içinde kaldığı
açıklanarak anılan parsellerin tescil edilmesinin mümkün olmadığı
belirtilmiştir. Başvuru konusu parsellere ilişkin hüküm Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 14/5/2001 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme isteğinin de
aynı Daire tarafından 13/5/2002 tarihinde reddine karar verilmesiyle hüküm
kesinleşmiştir.
C. Başvuruya
Konu Kısmi Dava Süreci
16. Başvurucu tarafından 10/5/2010 tarihinde Ezine Asliye
Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) iptal edilen tapu kayıtlarının bedellerinin
ödenmesi talebiyle tazminat davası açılmıştır. Mahkemece 22/6/2011 tarihinde
davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, tapu kütüğündeki
tescile güvenilerek iyi niyetle satın alınan taşınmazın kıyı kenar çizgisinde
kalması nedeniyle bedel ödenmeksizin tapu kaydının iptaline karar verilmişse de
adil dengeyi ve hakkaniyeti sağlamak amacıyla uygun bir tazminatın ödenmesi
gerektiği belirtilmiştir.
17. Davalı Hazine tarafından temyiz edilen karar,
Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin (Daire) 3/4/2012 tarihli kararıyla bozulmuştur.
Kararın gerekçesinde, başvuru konusu parsellere ilişkin kadastro tespitinin
kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı belirtilerek 22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine göre tapu
sicilinin tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği
ifade edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde
kalan deniz kumluğu olduğu vurgulanmıştır.
18. Mahkemece bozma kararına uyularak 20/11/2013
tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bozma
kararında belirtilen gerekçeler tekrar edilmiştir.
19. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin
22/12/2016 tarihli kararıyla onanmıştır.
20. Onama kararı 23/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş,
14/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
D. Birleştirilen
Başvuruya Konu Ek Dava Süreci
21. Başvurucu aynı Mahkemede 26/4/2012 tarihinde ek
tazminat davası açmış ve kısmi davada verilen karara karşı Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunduğunu belirterek bekletici mesele yapılmasını talep
etmiştir.
22. Mahkemece 20/9/2017 tarihinde davanın usulden reddine
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bireysel başvurunun sonuçlanmasının
bekletici mesele yapılmasının yargılama sürecini haddinden fazla uzatacağı
açıklanmış ve kısmi davaya atıf yapılıp dava konusu hakkında kesinleşmiş yargı
kararı bulunduğu belirtilerek dava şartı noksanlığı nedenine dayanılmıştır.
23. Mahkeme kararı 6/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve
3/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
24. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı
temyiz yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden bu kez mahkeme
kararına karşı temyiz kanun yoluna gitmeden bireysel başvuruda bulunduğunu
ifade etmiştir.
E. Başvurudan
Sonraki Süreç
25. Başvurucu Ahmet Suha Mermerci 8/4/2019 tarihinde
vefat etmiştir. Ahmet Suha Mermerci'nin mirasçıları 2/7/2019 tarihinde
sundukları dilekçeyle başvuruya devam etmek istediklerini belirtmişlerdir
(Bununla birlikte kolaylık sağlaması bakımından kararın ilerleyen bölümlerinde
başvurucu kavramı, ölen Ahmet Suha Mermerci'yi ifade etmek üzere kullanılmaya
devam edilecektir.).
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Mevzuat
Hükümleri ve Uluslararası Hukuk
26. İlgili mevzuat ve uluslararası hukuk için bkz. Cemile
Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, §§ 26-47.
B. Yargıtay İçtihadı
27. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel
Kurulunun (İBGK) 15/3/1944 tarihli ve E.1943/13, K.1944/8 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
"...
Temyiz Mahkemesi Birinci ve Dördüncü
Hukuk Daireleri arasındaki ihtilafın mevzuunu teşkil eden Medeni Kanunun 917
inci maddesinin tatbik şekli ve şümul derecesi hakkında cereyan eden müzakere
ve münakaşa neticesinde aşağıda gösterilen esaslar kabul olunmuştur:
1 - 917 inci maddede mutlak surette
zikrolunan tapu sicillerinden eski ve yeni bütün siciller kastolunmuştur.
2 - Medeni Kanun, tapu sicilline istinat
eden iktisabı muteber addetmiştir. Binaenaleyh bu kanun yürürlüğe girdikten
sonra eski sicillerden doğan zararlardan Hazine mesuldür.
Mucip sebepler:
1 - 917 inci maddede 'Hazine tapu
sicillerinin tutulmasından mütevellit bütün zararlardan mesuldür.
Hazine, bu zararlar kendi kusurlarından
mütevellit memurlara aledderecat rücu etmek hakkını haizdir' denilmekte ve
'tapu sicillerinden' mutlak surette bahsedilmekte olmasına göre bu maddede
zikrolunan 'tapu sicilleri' Medeni Kanunun meriyetinden sonra tutulan sicillere
münhasır olmayıp eski ve yeni bütün sicilleri şamildir. Ne, Medeni Kanunda, ne
de Tatbik Kanununda bu maddenin ıtlakını takyit edecek sarih veya zımnî bir
hüküm de mevcut değildir. Bilakis Medeni Kanunun 910 ve Tatbik Kanununun otuz
yedinci maddeleri 917 inci maddenin eski ve yeni bütün sicillere şamil olduğunu
teyit etmektedir. Filhakika 910 uncu maddede 'Tapu sicillinin nümunesi ve nasıl
tutulacağı nizamnamei mahsus ile muayyendir' diye müstakbele muzaf olmıyan bir
hüküm sevkedilmiş olduğu gibi Tatbik Kanununun otuz yedinci maddesinde de
Hükümetin ilan tarikiyle halkı davet ederek veya resen eski kayıtların yeni
sicillere kaydolunacağı tasrih olunmak suretiyle eski sicillerin selameti ve bu
sicillere karşı halkın emniyet ve itimadı temin olunmuştur.
2 - Eski sicillerden Hazinenin
mesuliyeti:
Mutlak ve doğrudan doğruya bir mesuliyet
sistemi kabul etmiş olan 917 inci maddenin tatbikında başlıca üç ihtimal
mevcuttur.
A- Zararı doğuran sicil yanlışlığın ve
zararın Medeni Kanunun meriyetinden evvel olması,
B- Zararı doğuran yanlışlığın ve zararın
Medeni Kanunun meriyeti zamanında vukubulması,
C- Zararı doğuran yanlışlığın eski kanun
zamanında vuku bulması ve zarann Medeni Kanunun meriyeti zamanında hadis
olması. Hazine, birinci ihtimalde zarardan mesul değilse de diğer ihtimallerde
mesuldür. Birinci ve ikinci ihtimallerde daireler arasında zaten ihtilaf mevcut
olmayıp yalnız üçüncü ihtimalde ihtilaf edilmiştir. Her ne kadar üçüncü
ihtimalde zararı tevlit eden taapu kaydındaki yanlışlık eski kanun zamanında
yapılmış ve eski kanun hükümlerine göre Hazine tapu sicillerinin tutulmasından
doğan zararlardan mesul bulunmamış ise de tapu sicillindeki yanlışlık bizatihi
ve tevlit edeceği neticelerden mücerret olarak tazmini müstelzim değildir.
Bundan bir kimsenin menfaati haleldar olmuş, ise o zaman tazmini mucip olur. Şu
halde yanlışlık başlı başına hukukî bir mevcudiyet ifade etmeyip ancak
sebebiyet verdiği zarar itibariyle hukukî bir mevcudiyet ifade eder. Hadisede
zarar yeni kanunun meriyeti zamanında hadis olduğu gibi bu zarar doğrudan
doğruya tapu sicillindeki yanlışlıktan neşet etmiş ve yanlışlık ile zarar
arasına başka bir fiil de haylulet etmemiş olduğundan Tatbik Kanununun birinci
maddesi hükümlerine göre bu zarardan Hazinenin mesul olması tabiîdir. Kaldı ki,
Medeni Kanunun 931 inci maddesi, tapu sicillindeki kayda hüsnüniyetle istinat
ederek mülkiyet ve ya diğer bir aynî hak iktisap eden kimsenin bu iktisabını
muteber addetmiştir. Müstakar mahkeme İçtihatlarına göre eski kanun zamanında
tutulan tapu sicillerine hüsnüniyetle istinat eden kimsenin iktisabı hakkında
da ayni hüküm tatbik olunmaktadır. İktisap gibi en mühim hukukî tasarruf ve
muamelelerde medarı istinat olan eski sicillerin tevlit ettiği zararlardan
Hazinenin mesuliyeti zarurî bir neticedir. Tapu sicillerinden doğan zarardan
fertlerin hak ve menfaatlarını mutlak surette korumak maksadiyle yeni
kanunumuzun kabul ettiği bu mesuliyet sisteminin takyit ve tahdidine hiç bir
sebep yoktur. Binaenaleyh eski siciller, Medeni Kanunun meriyetinden sonra bir
kimsenin zararına sebep olmuş ise bu zarardan Hazine mesul olur.
İşte bu mütalaa ve mülahazalara binaen
917 inci maddede mutlak surette zikrolunan tapu sicillerinin eski ve yeni bütün
sicillere şamil ve yeni kanunun meriyetinden sonra bu sicillerden doğan
zararlardan Hazinenin mesul olduğuna ilk içtimada sülüsan ekseriyet hasıl
olmadığından 15/3/944 tarihinde ve ikinci içtimada mutlak ekseriyetle karar
verildi
..."
28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009
tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan
zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında
değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar
bulunmaktadır.
...
Davaya konu somut olayda, yapılan
kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan
görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro
tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve
tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir
bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında
Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Burada Devletin sorumluluğu kusursuz
sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni
hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan
yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen
ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan
zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin
dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve
taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek
gerekir.
...
Sonuç itibariyle; davacının, Devletin
kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini
Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan
sorumluluğunun da TMK’nun 1007.maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle
görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
..."
29. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23/10/2007 tarihli ve
E.2007/6214, K.2007/9985 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava,
3621 sayılı yasadan kaynaklanan tapu iptal ve sicil kaydının terkini ve
elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.
Mahkemece,
davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya
içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davalıya ait çekişme konusu 6 parsel
sayılı taşınmazın kabul kapsamında kalan bölümünün 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı
İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre
tanımı aynı yasanın 4.maddesinden yapılan kıyıda kaldığı saptanmak suretiyle
davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hemen
belirtelim ki, mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden,
gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş
temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni
Yasasının 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin
sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta
bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran
kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın
önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
Öte
yandan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 tarih
5/3 Sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri
itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri
nedeniyle özel mülkiyet alanı dışında ve özel mülkiyete konu olamayacak
yerlerdir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan
doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır.
Bunun sonucu; kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması, tapu sicili hükümlerine
bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir. Kıyılar, bu özelliklerinden
dolayı Anayasanın 43. maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede
yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.
Bilindiği
ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini
takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının
bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne
var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının
90/5. maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından
oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; '… bir
kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…', “kamu yararına meşru bir amaç
gütmesi gerektiği…', bu önlem alınırken '… başvurulan yollar ve
gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi
olması gerektiği…', kişinin '… kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda
kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…' açıktır.
Diğer
bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun
bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet
dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Bu
arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu
kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan kıyı
kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
Devlet
tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan
mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer kıyı kapsamında
kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte,
kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi
korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi
düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir
karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile
bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum
olacaktır.
Bu
durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yerlerden olup buralarda yukarda
belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın
43., Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu
yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona
erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine
tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur. Tazminatın nedeni yasa
dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın
tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.’sinin bir
kararında '…Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye
imkan tanımıyorsa 41. madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata
hükmetmeye yetkili kılar…' şeklinde dile getirilmiştir.
Yukarıda
belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni
ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında
hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı
ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel
mahkeme kararının ONANMASINA"
30. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 6/7/2006 tarihli ve
E.2006/5764, K.2006/7970 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı, kayden davalılara ait
bulunan 12 parsel sayılı taşınmazın davalılara intikalini sağlayan tescil
ilamının yolsuz olduğunu, taşınmazın Türk Medeni Kanununun 588. maddesi
uyarınca Hazineye geçmesi gerektiğini ileri sürerek tapu iptal tescil isteğinde
bulunmuştur.
...
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine
ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar
verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden;
12 parsel sayılı taşınmazın öncesinde Müslim Dibir ve Anna Dibir'e ait iken
davalıların 3402 Sayılı Yasanın 13/B-b-c maddesine dayalı olarak açtıkları dava
sonucu Türk Medeni Kanununun 713. maddesi hükmü gereğince davalılar adına
1/2'şer paylarla tescil edildiği görülmektedir. Söz konusu davada Hazinenin
taraf olmadığı da anlaşılmaktadır.
Davacı Hazine, söz konusu taşınmazın
kaçak ve yitik kişilerden kaldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
İddianın subutu halinde kendisinin taraf olmadığı dava sonucunda kurulan hükmün
davacı Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur. Böyle bir dava açmakta Hazinenin hukuki
yararı bulunduğu da tartışmasızdır.
Hal böyle olunca, davada ileri sürülen
hukuki sebep ve olgular yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması
gerekirken dayanağı olmayan gerekçelerle davanın reddedilmiş olması doğru
değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan
nedenlerden ötürü HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA"
31. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 5/10/2017 tarihli ve
E.2015/3488, K.2017/6104 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Mahkemece dava konusu taşınmazın davalı
tarafın dayandığı tapu ve vergi kayıtlarının kapsamı içinde kaldığı,
zilyetlikle iktisap koşullarının da gerçekleştiği kabul edilerek Hazinenin
davasının reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmediği
gibi yapılan araştırma, inceleme ve uygulama karar vermek için yeterli
değildir. Davacı Hazine tespite esas alınan tapu kayıt miktar fazlasının Hazine
adına tescilini talep etmiştir. Davalı tarafın tutunduğu tespite esas tapu
kayıtlarının tesisi olan Şubat 299 Y. 45 sıra numaralı tapu kaydının yüzölçümü
80 dönüm olarak belirtilmesine rağmen gittileri olan K.evvel 302 tarih ve 62,
Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı tapu kayıtlarının yüzölçümü 100 dönüme
çıkartıldığı halde aradaki çelişkinin neden kaynaklandığı araştırılmamıştır.
Bundan ayrı tespite esas Eylül 1930 tarih ve 10 sıra numaralı kayıtta 100 dönüm
olan yüzölçümünün Hazinenin taraf olmadığı Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesinin
11.09.1953 tarih ve 1951/1150 Esas sayılı kararı ile kayıt maliklerinden Cevdet
Benker’in hasımsız açtığı dönüm tezyidi ve tashihen tescil davası ile miktarı
284 dönüme çıkartılmış olup, davalı Hazine bu davada taraf olmadığından
Hazineyi bağlamayacağı kuşkusuzdur..."
32. Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 10/2/2020 tarihli ve E.2013/29,
K.2020/48 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Mahkemece, davacı Hazinenin taraf
olmadığı tescil ilamıyla oluşan tespite esas davalılara ait tapu kaydının
davacı Hazine'yi bağlamayacağı ve dava konusu taşınmazın tesis tarihi
davalılara ait olan ve tespite esas alınan tapu kaydından daha eski tarihli olan
davacı Hazine'ye ait tapu kaydı kapsamında kaldığı hususları göz önüne alınarak
davanın kabulü ile çekişmeli taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline karar
verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmiş olması isabetsiz
olup, hükmün bu nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekirken onanmasına
karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, davacı Hazine vekilinin yerinde görülen
karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin, 11.06.2019 tarih ve
2019/1687-2019/4320 Esas, Karar sayılı onama kararının kaldırılmasına, hükmün
açıklanan nedenlerle BOZULMASINA"
V. İNCELENME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 15/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
34. Başvurucu, satın aldığı tapulu taşınmazın kıyı kenar
çizgisinde kalması nedeniyle tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat
ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
35. Bakanlık görüşünde; 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine
istinaden başvurucunun açmış olduğu ilk/asıl/kısmi tazminat davasıyla aynı
hukuki sebebe dayanan ek davanın usulden reddedildiği, bu davada verilen karara
karşı süresinde bireysel başvuruda bulunulmamış ise kısmi davada verilen karar
sonrasında yapılan başvurunun süreyi canlandıramayacağı belirtilmiştir.
36. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında savunma
ve hak ihlallerine ilişkin iddialarını tekrar etmiştir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz."
38. Anayasa'nın "Kıyıların korunması"
kenar başlıklı 43. maddesi şöyledir:
"Kıyılar, Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz
ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle
kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış
amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve
şartları kanunla düzenlenir."
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, satın aldığı tapulu taşınmazının tapu
kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi olduğundan şikâyetlerin
bir bütün olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
40. Mahkemece bireysel başvurunun bekletici mesele
yapılmasının yargılama süresini uzatacağı gerekçesiyle bekletici mesele talebi
kabul edilmemiştir. Başvurucu, kısmi davada verilen ret kararına karşı temyiz
yoluna gittiğini ancak aleyhine karar verildiğinden ek davanın reddine dair
karara karşı temyiz kanun yoluna gitmediğini ifade etmiştir.
41. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz
edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia
eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş
olması; ayrıca bu yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve
başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece
kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir.
Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken
veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf
taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi
nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru
yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B.
No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).
42. Somut olayda başvurucunun teorik olarak davanın
reddine karşı temyiz kanun yoluna başvurma hakkına sahip olduğunda tereddüt
bulunmamaktadır. Ancak daha önce açtığı kısmi davanın temyiz incelemesi
sonucunda aleyhine karar verildiğinden ek davada da aleyhine karar verileceği
açıktır. Buna göre somut olayın koşullarına göre temyiz kanun yoluna gitmenin
başvurucu yönünden etkili bir sonuç doğurmayacağı değerlendirilmiştir.
43. Sonuç olarak açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Mülkün
Varlığı
44. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da
mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No:
2014/11441, 1/2/2017, § 60).
45. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını
kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).
Somut olayda başvurucu 12/6/1957 tarihli ve 52 sıra numaralı tapu kaydına
dayanmıştır. Hazinenin taraf olmadığı çekişmesiz olarak sulh hukuk mahkemesinde
açılan tashih davası neticesinde başvuru konusu taşınmazı da kapsayan yüz
ölçümü 3.677 m² yazılı kök tapu kaydının gerçek yüz ölçümünün 390.050 m² olarak
tesciline karar verilmiştir. İfraz işlemi sonrası söz konusu taşınmaz 22/5/1967
tarihinde H.D.nin vekili tarafından Ahmet Suha Mermerci'ye satılmıştır (bkz. §§
10-11). Yerleşik Yargıtay içtihatlarında Hazinenin taraf olmadığı yargılama
üzerine yapılan tescillerin yolsuz tescil olması nedeniyle lehine tescil
yapılan kişi yönünden mülk oluşturmayacağı belirtilmiştir (bkz. §§ 30-32).
Bununla birlikte tescil yolsuz olsa bile sicile güvenerek taşınmazı satın alan
iyi niyetli üçüncü kişinin zararının karşılanması gerektiğini vurgulamak
gerekir.
46. İBGK'nın 28/6/1944 tarihli ve 5742 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 15/3/1944 tarihli ve E.1944/13, K.1944/18 sayılı
kararında, tapu sicillerinden devletin 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi
kapsamında sorumlu olduğu kabul edilmiştir (bkz. § 27).
47. Başvuru konusu olayda anılan taşınmazların, tapu
kaydında başvurucu adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun
taşınmazları satın aldığı tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde
kaldığını bilebileceğine dair tapuda herhangi bir şerh veya açıklayıcı bir
ibare bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucunun bu taşınmazları tapu siciline
güvenerek devraldığı ve tapu siciline iç hukukta bağlanan sonuçlar dikkate
alındığında Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu
kanaatine ulaşılmıştır.
b. Müdahalenin
Varlığı ve Türü
48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak
güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar
vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi
dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme
olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817,
19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden
yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin
sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife
Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
49. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas
eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş;
ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi
koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun
bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son
fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol
etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
50. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazlar tapuda
başvurucu adına kayıtlı olduğu hâlde taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin
kesinleşmemesi ve taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalması gerekçesiyle tapu
kayıtları iptal edilerek tescil harici bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun
tapu kayıtlarının iptal edilmesine rağmen karşılığının ödenmemesi sebebiyle
başvurunun mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde
incelenmesi gerekir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
i. Kanunilik
51. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk
incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı
tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı
olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir
kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No:
2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 55).
52. Somut olayda başvurucunun taşınmazları 4/4/1990
tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun hükümlerine göre yapılan belirleme neticesinde
kıyı kenar çizgisinin kıyıda kalan kısmında bırakılmıştır. Dolayısıyla
müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu kuşkusuzdur.
ii. Meşru Amaç
53. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır.
Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu
yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı
konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise örneğin kamulaştırma gibi
hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı
çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin
kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, § 35).
54. Anayasa'nın 43. maddesine göre devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına
uygun olarak genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak
kullanımına açık bulunmalıdır ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese
açık olması ile mümkün olabilir (AYM, E.1990/23, K.1991/29, 18/9/1991). 3621
sayılı Kanun'un kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin
karar ve önlemleri almak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un amacı
çerçevesinde kıyı kenar çizgisindeki taşınmazların kamu hizmetine tahsis
edilmesi, bu bağlamda somut olayda olduğu gibi kıyıdan herkesin istifade
edebileceği değerlendirildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir
amacının bulunduğu kabul edilmiştir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
55. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği
ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve
özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması
kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk
devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
56. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik
ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca
daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
57. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde
tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B.
No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
58. Kamu makamlarının kıyıların ortak kullanımını
düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak takdir yetkisinin
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ve
Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen güvence ölçütlerini gözetecek şekilde
kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi zorunludur (AYM, E.2012/100,
K.2013/84, 4/7/2013).
59. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı
amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Özel
mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak
ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve
orantısız bir külfet yüklenmemelidir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
Kıyı kenar çizgisi tespit işlemiyle amaçlanan kamu yararı ile başvurucunun
mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil denge, ancak
taşınmazların bedelinin ödenmesiyle sağlanabilir.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
60. Somut olayda taşınmaz, ilk defa kazandırıcı
zamanaşımı ve zilyetliğe dayalı olarak açılan dava sonucunda hükmen 3.677 m²
olarak tapuya tescil edilmiştir. Taşınmaz bu miktar itibarıyla tapuda H.D.
adına kayıtlı iken Hazinenin taraf olmadığı hasımsız olarak açılan tashih
davası neticesinde Ezine Sulh Hukuk Mahkemesinin 6/2/1953 tarihli ve
E.1952/586, K.1953/55 sayılı kararıyla yüz ölçümü 390.050 m² ye çıkarılmış ve
17.000 m²'nin ifrazı neticesinde 373.050 m² olarak Haziran 1957 tarih 52 sırada
tescil edilmiştir. Ardından başvuru konusu 373.050 m² tapulu taşınmaz başvurucu
tarafından 22/5/1967 tarihinde satın alındıktan sonra 28/5/1971 tarihinde
tekrar ifraz edilerek 108, 109, 110 ve 111 sıra No.lu tapu kayıtları
oluşturulmuştur. 28/12/1984 tarihinde düzenlenen tapulama tutanaklarına göre de
anılan taşınmazlar 705, 706, 707, 708 parsel olarak tespit edilmiştir. Ancak
Tapulama Tutanaklarında, taşınmazların Çamoba köy tüzel kişiliği ile başvurucu
Ahmet Suha Mermerci arasında Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin 1983/398 esas
sayılı dosyasında dava konusu edildiği belirtilerek malik hanesi açık
bırakıldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 10-12).
61. Ezine Kadastro Mahkemesinde açılan tespite itiraz
davasında, anılan taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle
tescil harici bırakılmasına karar verildiği ve kararın 13/5/2002 tarihinde
kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bunun üzerine başvurucu, iptal edilen tapu
kayıtlarının bedellerinin ödenmesi talebiyle 4721 sayılı Kanun'un 1007.
maddesine istinaden tazminat davası açmıştır. Mahkemece davanın reddine karar
verilmiştir. Mahkemenin karar gerekçesinde, başvuru konusu taşınmazlara ilişkin
kadastro tespitinin kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı
belirtilerek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre tapu sicilinin
tutulmamasından kaynaklanan bir zararın oluştuğunun söylenemeyeceği ifade
edilmiştir. Öte yandan başvuru konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinde kalan
deniz kumluğu olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 13-17).
62. Başvurucunun taşınmazlarının kıyı kenarında olduğu
gerekçesiyle tapu kayıtlarının iptal edilerek tescil harici bırakılması
şeklinde gerçekleşen kıyıların korunması amacı bakımından müdahalenin elverişli
ve gerekli olmadığı ifade edilemez.
63. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün
değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen
tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda
müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla
uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yüklenip
yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
64. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kıyı kenar çizgisi
tespitiyle ilgili verdiği kararlarda, kıyı kenar çizgisi tespitinden önce özel
mülk hâline gelmiş taşınmazların değeriyle orantılı tazminat ödenmeksizin
tapusunun iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir. Yargıtay
da 2007 yılından itibaren verdiği kararlarda, kıyıda kaldığı gerekçesiyle
tapuları iptal edilen taşınmaz maliklerine tazminat verilmesine hükmetmiştir
(bkz. §§ 28, 29).
65. Tespite itiraz davasında yapılan yargılama sonucunda
uyuşmazlık konusu taşınmazların kıyı kenar olduğu tespit edilmiştir. Ancak söz
konusu taşınmazların kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına
göre özel mülke konu edildiği ortadadır. Öte yandan başvurucunun satın aldığı
tarihte bu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içinde kaldığına ilişkin olarak
tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca
gösterilememiştir.
66. Dolayısıyla tapu kayıtlarının oluşturulması ve
tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre kıyı kenar çizgisi içinde
kalmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine
devletin sorumlu olması tabiidir.
67. Hâlbuki kıyıların korunması bağlamında müdahalenin
kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya
dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi
ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya
yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapuların iptal edilmesi karşılığında
tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı
ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu
söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul
gösterebilecek başvurucunun iyi niyetli olmadığı gibi istisnai bir durumun
varlığı da söz konusu değildir.
68. Yukarıda da değinildiği üzere Türk hukukunda tapu
sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin
edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde yer
almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan
devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin
rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, B. No:
2013/1012, 16/4/2013, § 22; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954,
17/11/2016, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016,
§ 72). Ayrıca Yargıtay, kadastro hataları dâhil olmak üzere tapu kütüğünün
oluşumu aşamasındaki hatalardan da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca
devletin sorumlu olduğunu içtihat etmiştir (bkz. §§ 27, 29). Dolayısıyla
başvurucunun 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine istinaden Hazine aleyhine
açtığı tazminat davasını, taşınmazlara ilişkin kadastro tespitinin
kesinleşmemesi nedeniyle tapu kaydının oluşmadığı ve taşınmazların kıyı
kenarında olması dolayısıyla tazminat verilemeyeceği gerekçesiyle reddeden
derece mahkemelerinin yaklaşımlarının benzer nitelikteki Yargıtay içtihadı ile de
çeliştiği anlaşılmaktadır.
69. Bu durumda başvurucu tarafından satın alınan tapulu
taşınmazların tapu kayıtlarının iptal edilmesi kıyıların korunması bağlamında
kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de başvurucunun iyi niyetli
olduğunun derece mahkemelerince tespiti hâlinde mülkten yoksun bırakılan
başvurucuya taşınmazın satın alındığı tarihteki bedelinin güncellenmiş
değerinin ödenmemesi, idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun
katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir
külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki
adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.
70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
71. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
72. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden
yargılamaya hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
73. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
74. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
75. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
76. İncelenen başvuruda, başvurucunun tapu kayıtlarının
iptal edilmesine rağmen tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda
ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
77. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Ezine Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekmektedir.
78. Öte yandan çok geniş bir alanı kapsayan taşınmaza ait
tapu kaydının herhangi bir bedel ödenmeden iptal edilmesi nedeniyle başvurucu aleyhine
bir zarar meydana geldiği tartışmasızıdır. Ancak yeniden yapılacak yargılamada
tapu kaydının oluşumuna ilişkin yukarıda ayrıntısı ile açıklanan süreç ve
derece mahkemelerinin taşınmazın bir kısmının eylemli olarak deniz kumluğu
niteliğinde olduğuna dair belirlemeleri dikkate alınmalıdır. Buna göre idarenin
hatasından kaynaklanan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması kabul edilemez
ise de başvurucu lehine karar verilmesi gereken tazminat başvurucunun uğramış
olduğu zarar miktarı kadar olmalıdır. Somut olayda bu miktar, taşınmazın satın
alındığı dönemde ödenen bedelin enflasyon karşısında uğramış olduğu değer
kaybını da karşılayacak bir miktardan ibaret olmalıdır.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 522,2 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.522,20 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ezine
Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/82, K.2017/256 ve E.2013/82, K.2013/183) GÖNDERİLMESİNE,
D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 522,20 TL harç ve
3.000 TL tutarındaki vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.522,20 TL yargılama
giderinin başvurucuya (Ahmet Suha Mermerci mirasçıları olan başvurucular)
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 15/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.