TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
FERZENDE ORUÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/17092)
Karar Tarihi: 8/7/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Burhan ÜSTÜN
Muammer TOPAL
Selahaddin MENTEŞ
Raportör
Cafiye Ece YALIM
Başvurucular
1. Ferzende ORUÇ
2. Feyzullah ORUÇ
3. Halise ORUÇ
4. Methiye ORUÇ
5. Nesim ORUÇ
6. Rahmi ORUÇ
7. Ribaşah ORUÇ
8. Ümit ORUÇ
Bavurucular Vekili
Av. Aydın ORUÇ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yaşamı tehlikede bulunan kişinin kimliği belirsiz kişilerce evinden alınarak öldürülmesi, etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle sorumluların tespit edilememesi, başvurucuların zararlarının karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının; zararın giderimine ilişkin sürecin makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların yakını K.O. 26/11/1993 tarihinde gece vakti kimliği bilinmeyen kişilerce evinden alınarak başka evlerden aynı şekilde çıkarılan üç kişi ile birlikte öldürülmüştür.
A. Olayla İlgili Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci
9. Ahlat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayla ilgili olarak soruşturma başlatılmıştır. 27/12/1993 tarihinde görevsizlik kararı verilmiş, soruşturma dosyası Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. 26/6/1997 tarihinde ise yetkisizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
10. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 2/10/1997 tarihinde daimî arama kararı vermiştir.
11. Van Cumhuriyet Başsavcılığı ise (TMK 10. madde ile görevli Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği) (Başsavcılık) 19/12/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar şöyledir.
"Suç tarihinde Ahlat İlçesine bağlı Kırıkkaya Köyü'ndeki evlerinden PKK terör örgütü üyeleri tarafından kaçırılan yukarıda isimleri yazılı şahısların öldürülmesi ve cesetlerinin Kırıkkaya Köyü'ne 1,5 km uzaklıkta bulunması olayı ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan tüm araştırmalara rağmen süphelilerin yakalanamadıkları anlaşılmakla;
Atılı eylemin cezası ve dava zamanaşımı en yüksek olan suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK.nın 12.5 maddesinde tanımlanan suçu oluşturduğu, bu suçun aynı yasanın 102/1 maddesine göre 20 yıllık dava zamanaşımına tabi olduğu; 765 sayılı TCK.nın 102/1maddesinde öngörülen20 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olduğu zamanaşımını kesen veya durduran herhangi bir usuli islemin de yapılamadığı zamanaşımı süresi yönünden suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 TCK hükümlerinin, 01106/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayih TCK hükümlerine gore daha lehe oldugu tüm evrak kapsammdan anlaşılmakla şüpheliler ve olay hakkinda kovuşturmaya yer olmadığına..."
12. Bireysel başvuru formu ve eklerinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz edildiğine dair bir bilgi yer almamaktadır.
B. 5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'a İstinaden Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç
13. Başvurucular 25/8/2005 tarihli dilekçeyle Bitlis Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuş ve olay dolayısıyla uğradıklarını ileri sürdükleri zararlarının giderilmesini talep etmişlerdir.
14. Komisyon 12/11/2009 tarihli kararıyla başvuruculara 17.573 TL ödenmesine karar vermiştir.
C. Tazminat Davası Süreci
15. Komisyonca hükmedilen bedeli kabul etmeyen başvurucular 7/10/2010 tarihli Uyuşmazlık Tutanağı'nı imzaladıktan sonra önerilen tazminat miktarının maddi ve manevi zararını karşılamadığını ileri sürerek 3/1/2011 tarihinde her bir davacı için 25.000 TL olmak üzere 150.000 TL maddi, 45.000 TL manevi tazminat talebiyle Van 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmışlardır.
16. Mahkeme 9/2/2011 tarihli kararında eksiklikleri bulunan dilekçenin reddine karar vermiştir.
17. Dilekçedeki eksiklikleri gideren başvurucular, vekili aracılığıyla 11/3/2011 tarihinde Mahkemede yeniden dava açmışlardır. Başvurucular Mahkemeye sunduğu dava dilekçesinde özetle 26/11/1993 tarihinde yakınlarının gece vakti köylerine gelen kimliği belirsiz kişilerce evinden alınarak köyün dışına çıkarıldığını, başka köylerden topladıkları B.B., B.K., İ.K. ile birlikte Nazik Gölü kıyısında kurşuna dizildiklerini, 25/8/2005 tarihinde Komisyona başvurduklarını, Komisyonun eksik bir şekilde maddi tazminata hükmettiğini, manevi tazminat taleplerinin de değerlendirmeye alınmadığını ileri sürmüşler; maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmişlerdir.
18. Mahkeme 18/5/2012 tarihli kararı ile 17.753 TL maddi tazminat ödenmesine yönelik işlemde hukuka aykırılık bulunmadığından 17/7/2004 tarihli ve 5233 Sayılı Terör Ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında manevi tazminat taleplerinin de karşılanma olanağı bulunmadığından davanın reddine karar vermiştir.
19. Başvurucular, anılan kararın usul ve hukuka aykırı olduğunu belirterek temyiz kanun yoluna başvurmuşlardır. Temyiz talebini inceleyen Danıştay Beşinci Dairesi 24/12/2015 tarihli kararıyla mahkemenin kararının onanmasına karar vermiştir.
20. Onama kararına karşı başvurucular karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Danıştay Onbeşinci Dairesi 30/11/2016 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin reddine karar vermiş ve anılan karar kesinleşmiştir.
21. Nihai karar başvuruculara 6/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucular 2/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. 5233 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”
24. 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar ...”
25. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“1. İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
26. 2577 sayılı Kanun’un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
27. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir."
28. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve E.2012/189, K.2012/7048 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"...
İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.
27.07.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanunun genel gerekçesinde 'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. ...
Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinin uygulanması gerekmektedir.
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 8/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
30. Başvurucular yakınları K.O.nun yaşadıkları bölgede gece vakti köye gelen kimliği belirsiz kişiler tarafından evinden alınarak öldürüldüğünü, faili meçhul olay olarak uzun süre dosyanın bekletilip etkili bir soruşturma yapılmadığını, K.O.nun başka kişiler ile birlikte Nazik Gölü kıyısında kurşuna dizilerek öldürüldüğünü, devlet tarafından köylerin boşaltılması için K.O. ve beraberindekilerin öldürülmüş olabileceğini, yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular ayrıca yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıkları zararların giderilmesine ilişkin 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları başvurunun yetkili makamlarca anılan Kanun hükümlerinin hatalı yorumlanarak eksik maddi tazminata hükmedildiğini, manevi tazminat taleplerinin değerlendirilmediğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
a. İncelemenin Kapsamı
31. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
32. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
33. Başvurucuların yakınlarının öldürülmesi olayı ile ilgili yetkili makamlarca resen başlatılan ceza soruşturmasının yanı sıra başvurucular, yakınlarının öldürülmesi nedeniyle uğradıkları maddi zararların tazmini talebiyle Komisyona başvurmuşlardır. Başvurucular taleplerinin kabul edilmemesinin ardından İdare Mahkemesinde dava açmışlardır.
34. Başvurucular olayda yaşam hakkının devletin yaşamı koruma yükümlülüğü ile etkili bir ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle yaşam hakkı kapsamında yapılacak incelemenin söz konusu hakkın aşağıda ayrıntıları açıklanacak farklı yükümlülüklerine ilişkin şikâyetler dikkate alınarak yapılması gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucuların yaşam hakkının negatif yükümlülüğüne ilişkin tahminlerine dayalı temellendirmedikleri şikâyetleri ise inceleme dışı bırakılmıştır.
b. Etkili Ceza Soruşturması Yürütülmesi Yükümlülüğü Yönünden
35. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif ödevler yanında pozitif ödevler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50). Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).
36. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bununla birlikte bu usul yükümlülüğünün olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebileceği ancak kasıtlı eylemler sonucunda meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğünün bulunduğu belirtilmelidir. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
37. Somut olayda başvurucuların yakını bir silahlı saldırıda yaşamını yitirmiştir. Bu durumda başvurucuların yakınının yaşam hakkı kasten ihlal edildiği için devletin sorumluların tespitini ve cezai yaptırımlarla hesap vermesini sağlayabilecek nitelikte bir soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Başvurucular faillerin tespit edilememesi nedeniyle etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğinden yakınmaktadırlar.
38. Başsavcılıkça 19/12/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Ancak bireysel başvuru formu ve eklerinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karara başvurucular tarafından itiraz edildiğine dair bir bilgi yer almamaktadır. Başvurucular her ne kadar etkili soruşturma yapılması yükümlülüğünün ihlal edildiğini iddia etmişlerse de başvurucuların söz konusu şikâyetleri açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulundukları sonucuna ulaşılmıştır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yaşamı Koruma Yükümlülüğü Yönünden
40. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51; AYM, E.2005/151 K.2008/37, 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, 6/1/2011).
41. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını, bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
42. Bir bireysel başvuruda yaşam hakkının uygulanabilir olabilmesi, başka deyişle başvurunun Anayasa Mahkemesince yaşam hakkı kapsamında incelenebilmesi için devletin değinilen bu yükümlülüklerinden en az birinin ihlal edildiğinin ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu iddialar öldürmeme yükümlülüğünde hukuka aykırı veya keyfî öldürülmeye, yaşamı koruma yükümlülüğünde gerekli yasal düzenlemeler ile bu yasaların uygulanmasını sağlayacak etkili bir mekanizma oluşturulması gerektiği hâlde oluşturulmamasına ve/veya somut olayda olduğu gibi yaşamı korumak için yeterli düzeyde önleyici idari tedbirler alınması gerektiği hâlde alınmamasına, usul yükümlülüğünde ise etkili bir soruşturma yapılması gerekirken yapılmamasına ilişkin olabilecektir. Görüldüğü üzere yaşam hakkının ihlal edildiği yolundaki bir iddia devletin somut olayda yapmaması gerekenleri yaptığı, yapmasını gerekenleri ise yapmadığı şeklinde ileri sürülmektedir. Bu itibarla bir bireysel başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir incelemenin ancak yetkili makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusu olabileceği ifade edilmelidir. Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam hakkı kapsamında incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, B. No. 2015/4603, 19/2/2019, § 59).
43. Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında başvuruda, maktulün yaşadığı bölgede olayın gerçekleştiği dönemde maktul ile birlikte başka kişilerin de öldürüldüğü, bu olayların arka planlarında terör ve siyasi sebeplerin yattığı ileri sürülmektedir. Başvurucular, somut bir sebep ileri sürmeksizin devletin bölgede gerekli güvenlik önlemlerini alarak yakınlarının yaşamını koruması gerekirken bu görevin yerine getirilmemesi sonucunda öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdir.
44. Dolayısıyla başvuruda, yaşamı korumak için makul ölçüler çerçevesinde idari tedbirler alınması gerekliliğini ifade eden yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün maddi boyutunun da ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
45. Bununla birlikte bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği somut olayda başvurucuların ihlal iddialarını Anayasa Mahkemesinden önceki yargısal mercilerde usulüne uygun bir şekilde dile getirip getirmediğinin belirlenmesi gerekir.
46. Başvurucular ihmal suretiyle yaşam hakkının korunmadığına ilişkin iddiaları yönünden öncelikle 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında kurulan Komisyona başvurmuş, Komisyon tarafından başvuruculara 17.573 TL tazminatın ödenmesine karar verilmiştir. Bu karar üzerine takdir edilen bedeli kabul etmeyen başvurucular Uyuşmazlık Tutanağı'nı imzalayıp önerilen tazminat miktarının maddi ve manevi zararını karşılamadığını ileri sürerek İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ancak başvurucuların açtığı dava genel hükümlere göre açılan bir tam yargı davası olmayıp 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında kurulan Komisyona yapılan başvurunun reddi üzerine açılan bir davadır.
47. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
49. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20). Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
50. Diğer taraftan tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olmalıdır. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
51. İlgili Hukuk kısmında (bkz. §§ 30-33) yer verilen yerleşik yargı içtihatları incelendiğinde 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda ve bu başvurularda verilen kararlar aleyhine açılan idari davalarda, doğrudan kusursuz sorumluluğa ilişkin bir değerlendirme yapılmasına rağmen idarenin yapması gerekenleri yapmadığı iddiasına dayanan kusur sorumluluğa ilişkin bir değerlendirilme yapılmadığı görülmektedir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin anılan tazminat yolunu devletin yaşamı koruma yükümlülüğü ile bu yükümlülük kapsamında belirlediği ilkeler çerçevesinde inceleyip ilgili idari ve adli makamların vardıkları sonuçları bu bağlamda değerlendirebilmesi mümkün değildir. Zira bu tazminat yolu, kusursuz sorumluluk çerçevesinde kendine özgü ilkeler çerçevesinde inceleme yapan bir yol olup idarenin sahip olduğu yetkiler kapsamında kusur sorumluluğunu değerlendiren bir yol değildir. Dolayısıyla anılan tazminat yolunun başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte olduğu söylenemez (Aziz Biter ve diğerleri, §§ 74, 75).
52. Başvurucular kusur sorumluluğuna dayanan şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunma imkânına sahip tam yargı davası yoluna süresi içinde başvurmamıştır. Bu tespitler ışığında somut olayda Anayasa Mahkemesinin kamu makamlarının yaşam hakkının korunması anlamında yeterli güvenlik önlemlerini alıp almadığı, Komisyonca tayin edilen maddi tazminat miktarının yeterli olup olmadığı hususlarında değerlendirme yapması mümkün değildir.
53. Başvurucular devletin korumaya ilişkin pozitif yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürerek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucuların söz konusu şikâyeti açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
55. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamındaki tazminat taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari ve yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
56. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
57. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
58. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
59. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Adalet Bakanlığı Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
60. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 8/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.