TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
NAHİDE KILIÇ VE EYLEM KILIÇ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/17256)
Karar Tarihi: 19/10/2023
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Hilal YAZICI
Başvurucular
1. Nahide KILIÇ
2. Eylem KILIÇ
Başvurucular Vekili
Av. Cansel KABAOĞLU KURAL
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Birinci başvurucu, doğum sancılarının başlaması üzerine İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) başvurarak 17/2/2012 tarihinde normal doğum yapmış ve 4.120 gram ağırlığındaki ikinci başvurucuyu dünyaya getirmiştir.
3. Birinci başvurucu ve eşi (baba), doğum esnasında meydana gelen omuz takılması ve bu esnada gerçekleştirilen müdahalelere bağlı olarak bebeğin engelli olarak doğduğunu bilirkişi aracılığıyla tespit ettirdiklerini belirterek iş göremezlik ve güç kaybına ilişkin maddi tazminat ile manevi tazminat taleplerinin karşılanması için Sağlık Bakanlığına (İdare) 2/8/2012 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Söz konusu başvuruya altmış günlük süresi içinde cevap verilmemiştir.
4. Başvurucular 31/10/2012 tarihinde, doğum esnasında meydana gelen olaylar neticesinde bebeğin sakat kaldığı iddiasına dayanarak maddi ve manevi tazminat talebiyle İdareye karşı tam yargı davası açmıştır. Başvurucular hamilelik boyunca Mimar Sinan Semt Polikliniğinde kontrollerin yapıldığını, doğum anına kadar bebeğin sağlıklı olduğunu, doğumun gerçekleştiği hastanede annenin sezaryen doğum yapmak istediğini çok kez doktorlarına bildirdiğini, ayrıca normal doğum konusunda ortaya çıkabilecek risklere ilişkin hiçbir bilgilendirme yapılmadan doğum için girişimlere başlandığını ifade etmiştir. Başvurucular doğumda yaşanan zorlanma esnasında bir hemşirenin annenin karnı üzerine çıkarak aşırı bir baskı uyguladığını ve annenin balon patlaması şeklinde bir ses duyduktan sonra bayıldığını ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca, doğum sonrasında annenin diyabetik olduğunun tespit edildiğini, doğum esnasında yaşanan olaylar ve kanama sebebiyle sonrasında tedavi gördüğünü, doğum sırasında meydana gelen zedelenme neticesi bebeğin kolunda hasar oluştuğunu, sezaryen ile doğum yaptırılsaydı annenin ve bebeğin yaşadığı sıkıntıların yaşanmayacağını ileri sürmüştür.
5. İstanbul 5. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulundan (ATK) rapor istenmiştir.
6. 21/5/2014 tarihli Raporun "Tıbbi Belgeler" kısmında hamilelik döneminde takibin yapıldığı anlaşılan Tuzla Devlet Hastanesinin 17/11/2011 ve 8/12/2011 tarihli iki obstetrik USG incelemesine yer verilmiş, bu incelemelerin ilkinde 24 hafta iki günlük tahmini fetal ağırlığın 674 gram olduğu, normal doppler değerlerin saptandığı belirtilmiş; ikincisinde ise fetal ağırlık bilgisine yer verilmemiştir. Raporda başvurucu annenin hastaneye gelişinden sonra doğum öncesi yapılan ilk muayenesi ve devam eden takibine ilişkin bilgilere de yer verilmiştir. Doğumun başlamasıyla birlikte yapılan ölçümlerin sonuncusunda ise collum açıklığının tam olduğu ve bebeğin baş gelişinin olduğu belirtilmiş, annenin doğum esnasında zorlanması üzerine Mc Roberts manevrası ve suprapubik bası uygulandığı, sonrasında bebeğin omuzlarının hemen doğrultulduğu bilgisine yer verilmiştir. Doğumun hemen sonrasında bebeğin 4.120 gram ağırlığında ve 54 cm boyunda olduğu kaydedilmiştir. Anneye ilişkin olarak ise doğum sonrasında collum alt yüzde laserasyon tespit edildiği ve kanama takibine alındığı belirtilmiştir. Raporda yer alan ifade ve bilgilerden, ısrarlı sorgulamalara rağmen annenin diabetik olduğunu doğumdan sonra söylediği, doğum sonrasında yapılan tetkiklerde diyabetik olduğunun tespit edildiği ve buna ilişkin tedavi gördüğü anlaşılmaktadır.
7. Bebeğin doğum öncesi ağırlığına ilişkin olarak ATK'nın raporuna yansıyan bilgi, raporun "Savunmalar" kısmında yer almaktadır. Hastanenin Kadın Doğum Kliniği Eğitim ve İdari Sorumlusu Dr. O.Ü., önceki muayenelerine ilişkin ultrasonografi bulguları ve gebelik kontrollerine dair herhangi bir belge olmayan başvurucu annenin geliş muayenesinde tespit edilen ilk bulgular gözönünde bulundurulduğunda bebeğin tahmini ağırlığının 3.750 gram olarak değerlendirilebileceğini ifade etmiştir. Yine rapora yansıyan belgelerden doğum sonrasında bebeğin omuz ve kolunda meydana gelen probleme ilişkin olarak hastanede yapılan müdahalenin ardından bebeğin ağırlığının 3.990 gram olarak ölçüldüğü anlaşılmaktadır.
8. Raporun sonuç kısmı ise şöyledir:
"...doğum öncesi doğumun normal koşullar dışında gerçekleşebileceğine ilişkin herhangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, miadında normal doğum olarak hastaneye yatırılan annenin doğum öncesi muayenesinin ilgili hekim tarafından yapıldığının anlaşıldığı, doğumun vaginal yoldan sonlandırıldığı, mevcut tıbbi belgelerde bebeğin fiziksel gelişimin[in] normal olduğu, söz konusu bulguların normal yoldan doğum yaptırılma sınırları içinde değerlendirildiği, sezeryan[sezaryen] endikasyonunun bulunmadığı, doğum eyleminde uzama yada[ya da] aksaklık bildirilmediği, söz konusu bulgularla kişiye normal doğum yaptırılmasının doğru bir yaklaşım olduğu, küçükte saptanan brakial pleksus, klavikula kırığının lezyonunun normal doğum eylemi sırasında tüm özenin gösterildiği durumlarda dahi bebeğin vaginal yoldan çıkartılması sırasındaki manevralara bağlı olarak görülebildiği ve öngörülemeyen ve önlenemeyen bir komplikasyon olarak nitelendirildiği, bebeğin fiziksel gelişimi, doğum öncesi tetkik sonuçları bir bütün olarak değerlendirildiğinde,
Doğum eylemi sırasında bebekte brakial pleksus, klavikula kırığı lezyonu oluşması yönünden ilgili sağlık personellerine atfı kabil bir kusur tespit edilemediğine oy birliği ile..."
9. Başvurucular, rapora itiraz etmiştir. 12/6/2014 tarihli dilekçede; doktorların veya kurumun meslek kurallarına aykırı hareket edip etmediği hususunun raporda ele alınmadığı, başvurucunun normal doğumu reddetmesine rağmen bilgi de verilmeksizin normal doğuma zorlandığı, bebeğin ağırlığı ve hamilelik şekerine ilişkin değerlendirme yapılmadığı dile getirilmiş, uzman hekimlerden oluşan bir rapor alınarak söz konusu hususların aydınlatılması talebinde bulunulmuştur.
10. Mahkeme 18/6/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda ATK raporuna yer verilmiş ve başvurucuların söz konusu rapora ilişkin itirazlarının yerinde görülmeyerek raporun bilimsel olarak yeterli olduğu belirtilmiştir.
11. Başvurucular 26/10/2015 tarihli dilekçeyle temyiz başvurusunda bulunmuştur. Dilekçede, rapora ilişkin itirazlar tekrar edilmiş, annenin sezaryen doğum istemesine rağmen gerekli değerlendirme yapılmadan ve bu hususta doğacak risklere ilişkin bilgi verilmeden normal doğuma zorlandığı dile getirilmiş ve yeni bir rapor alınması gerektiği ifade edilmiştir.
12. Başvurucuların temyiz talebi Danıştay Onbeşinci Dairesince 18/6/2016 tarihinde, karar düzeltme talepleri ise 17/1/2017 tarihinde reddedilmiştir.
13. Nihai karar, başvuruculara 15/2/2017 tarihinde tebliğ edildikten sonra 17/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
14. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
15. Başvurucular;
i. Annenin gebelik şekeri bulunduğunu ve bebeğin doğum öncesi ağırlığının 4.120 gram olduğunu, hamilelik sürecinde kontrollerin ve takibin yapıldığı poliklinikte bebeğin kilosu ve annedeki gebelik şekeri sebebiyle normal doğumun önerilmediğini hastaneye bildirdiklerini belirtmiştir. Bu bağlamda birinci başvurucu, ilk doğumunda da zorluk çektiğini, mevcut hamilelikte de bebeğin iri olduğunu ve bu sebeple sezaryen doğum tercihini hastaneye ve doktorlara bildirdiğini ifade etmiştir.
ii. Öte yandan birinci başvurucunun Türkçe bilmemesi sebebiyle uygulanacak müdahaleye ilişkin hastaneden, S.K. isimli bir yakınının bilgilendirilmesini istediklerini ileri sürmüştür. Bu kapsamda başvurucular, annenin beyanları dikkate alınmaksızın aydınlatma yükümlülüğünün uygun şekilde yerine getirilmeden ve onam alınmadan annenin normal doğuma alındığını, doğuma sağlıklı girmesine rağmen yaşanan olaylar sebebiyle doğum sonrasında ameliyata alındığını, beş gün yoğun bakımda kaldığını ifade etmişlerdir.
iii. Doktorların dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışları neticesinde ikinci başvurucunun %49 engelli olarak doğduğunu ve sol kolunu kullanamadığını ifade eden başvurucular, ikinci başvurucunun uzun bir tedavi süreci geçirdiğini, birinci başvurucunun doğum sonrası ameliyata alındığını, kendisine yirmi ünitenin üzerinde kan verildiğini ve beş gün yoğun bakımda kaldığını ileri sürmüşlerdir. 16/4/2021 tarihli ek beyanlarında başvurucular, Tuzla Devlet Hastanesince düzenlenen 25/3/2020 tarihli Çocuklar İçin Özel Gereksinim Raporunu dosyaya sunmuşlardır. Raporda ikinci başvurucunun öz bakım ve beslenme gereksinimlerini sağlama bakımından özel gereksinimli olduğu belirtilmiştir.
iv. İdarenin hizmet kusuruna dayanılarak açılan tam yargı davasının idarenin herhangi bir kusuru bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğini ifade eden başvurucular, bu kararlarda dayanak alınan raporların yetersiz olduğunu ve başvurucuların ileri sürdüğü iddiaların yargılamalarda karşılanamayıp eksik inceleme yapıldığını, sonuç olarak yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
16. Başvurucu her ne kadar sezaryenle doğum yapmak istediği halde doktorların normal yollarla doğuma karar vermiş olması bakımından da şikâyetlerini dile getirmişse de esas itibarıyla bu bağlamdaki şikâyetler doğum sırasında ve sonrasında birinci başvurucu ve ikinci başvurucunun maruz kaldığı iddia edilen sonuçlar ve bu sonuçlar bakımından birinci başvurucunun bilgilendirilmemiş olması hususuna ilişkindir. Bu bakımdan şikâyet, doğuma bağlı olarak meydana geldiği ileri sürülen zarar nedeniyle Hastane ve sağlık personelinin kusurlu olduğu ve söz konusu zararın idare ve yargı mercilerinin kararları neticesinde giderilmediği iddiasına ilişkindir. Netice itibarıyla başvurucuların, tıbbi ihmalin bulunduğuna ve ihmalden kaynaklandığı ileri sürülen zararlarının giderilmediğine ilişkin tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir (Hatice Çalış ve diğerleri, B. No: 2017/40500, 29/9/2020, § 33).
17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
18. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemelerinin bu konuda gösterdiği hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
19. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
20. Başvurucuların iddiaları, 4.000 gramın üzerinde bir ağırlıkta doğan bebeğin doğum öncesi ağırlığına ve annenin gebelik şekerine ilişkin bir değerlendirme yapılmaksızın, annenin bahsi geçen nedenlerle normal doğum yerine sezaryen isteği de gözardı edilerek normal doğum yaptırıldığı ve neticede hem anne hem de bebek yönünden ağır maddi ve manevi zararların doğduğu şeklindedir. Başvurucular, doğum sonrasında yapılan tetkiklerde annenin gebelik şekerinin olduğunun hastane tarafından da tespit edildiğini, normal doğuma ilişkin başvurucu annenin rızasının alınmadığı ve doğumun riskleri ile ilgili de bilgilendirilmediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular bu iddialarının derece mahkemelerinin dayandığı raporda ve mahkemelerin kararlarında aydınlatılamadığını ifade etmiştir.
21. İlk olarak belirtilmelidir ki derece Mahkemesince yapılan yargılamaya yansıyan bilgi ve belgelerden, başvurucu annenin hamilelik sürecinin takibinde yapıldığı ileri sürülen herhangi bir tetkik veya teşhise ilişkin bir bilgi veya belgenin hastaneye sunulmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre hamilelik takibini yapmadığı anlaşılan Hastane, kendisine acil olarak doğum nedeniyle başvuran başvurucunun muayenesinin ardından normal doğuma karar vermiştir.
22. ATK raporunda da yer alan bilgilere göre bebek 4.120 gram ağırlığında ve 54 cm boyunda doğmuştur. Bebeğin doğum öncesi ağırlığına ilişkin rapora yansıyan ifadelerden ise ağırlığın 3.750 gram olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
23. ATK raporunda, doğum öncesinde, doğumun normal koşullar dışında gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, bebeğin fiziksel gelişiminin normal olduğu, sezaryen endikasyonunun bulunmadığı, doğum eyleminde uzama ya da aksaklık bildirilmediği ifade edilmiş, söz konusu bulgularla kişiye normal doğum yaptırılmasının doğru bir yaklaşım olduğu belirtilmiştir. O halde Hastanenin, başvurucunun doğum öncesi muayenesini yaptığı ve mevcut bulgularla sezaryen doğumu gerekli kılacak tıbbi nedenlerin mevcut olmadığı, ayrıca normal doğum bakımından herhangi bir riskin bulunmadığı hususlarını değerlendirdiği anlaşılmaktadır.
24. Normal doğumun risk teşkil ettiğine dair tıbbi bulguların mevcudiyeti hâlinde, bu riskler hakkında bilgilendirilmenin gerekliliği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Öte yandan raporun "Savunmalar" kısmında annenin doğum öncesinde bilgilendirildiğine ilişkin ifadeler yer almaktadır. Derece mahkemesince yapılan yargılamada bu hususa ilişkin bir belge sunulmamış olmakla birlikte somut olayda normal doğumun risk taşıdığına dair hiçbir veri bulunmamaktadır. Bu bakımdan Hastaneye ilk kez doğumun hemen öncesinde geldiği anlaşılan başvurucu annenin doğum öncesi muayenesinin yapıldığı, ulaşılan bulgularla normal doğum açısından herhangi bir risk öngörülmediği, bebeğin tahmini fetal ağırlığının 3.750 gram olarak değerlendirildiği ve normal doğum sürecinin olağan şekilde başladığı anlaşılmaktadır. Öte yandan raporda; annenin gebelik şekerine ilişkin bir bilginin doğumun öncesinde verilmediği, gebelik takibine ilişkin herhangi bir bilgi veya bulgunun Hastaneye sunulmadığı yer almaktadır. Başvurucular da gerek yargılama sürecinde gerekse bireysel başvuru aşamasında annenin diyabetik olduğu iddiasını, bu hususta doğumdan önce konulmuş bir teşhise ve belgeye dayandırmamıştır. Dolayısıyla doktorun mevcut bulgularla normal doğum yönünden bir sakınca görmediği anlaşılmaktadır. Bu hususun ATK raporuyla da teyit edildiği açıktır.
25. Raporda brakial pleksusun, normal doğum eylemi sırasında tüm özenin gösterildiği durumlarda dahi bebeğin vajinal yoldan çıkarılması sırasındaki manevralara bağlı olarak görülebildiği ve öngörülemeyen ve önlenemeyen bir komplikasyon olarak nitelendirildiği belirtilmiştir.
26. Bu bağlamda, tıbbi müdahalenin yerinde ve kurallara uygun olduğuna, doğum esnasında gelişen komplikasyona doktor müdahalesinin yeterli olduğuna, sağlık personeline atfedilebilecek bir kusur bulunmadığına ilişkin olarak düzenlenen ATK raporunun, olayın aydınlatılmasında ve tereddütlerin giderilmesinde yargı mercilerince yeterli bulunması bakımından özensiz bir tutum içinde olunmadığı sonucuna varmak gerekir.
27. Ayrıca doğum sonrasında başvurucu anne ve bebekte meydana gelen sağlık problemleri ile ilgili tedavilerin yapılması ve başvurucuların yönlendirilmesi noktasında da Hastanenin özensiz bir tutum içerisinde olmadığı anlaşılmaktadır.
28. Bu durumda başvurucunun yargılamanın sonucuna etkili iddiaları derece mahkemelerince dikkate alınmış, ATK raporunda bu hususların açıklığa kavuştuğu kanaatiyle karar verilmiştir. Bu itibarla yargılamayı gerçekleştiren mahkemelerce başvurucunun ileri sürdüğü iddialar araştırılarak, maddi vakayı aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilmiş olup delillerin değerlendirilmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir bulguya rastlanmamıştır. Dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirdikleri kanaatine varılmıştır.
29. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucular 31/10/2012 tarihinde başlayan ve 17/1/2017 tarihinde kesinleşen tam yargı davasına ilişkin sürecin uzun olduğundan bahisle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
31. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).
32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
33. Somut olayda yargılamanın 4 yıl 3 ay sürdüğü anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar da gözetilerek yargılama süreci bir bütün olarak dikkate alındığında başvurucunun hakkını ihlal edecek bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
34. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/10/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.