TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ADEM TEZEL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/17830)
Karar Tarihi: 14/10/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Burhan ÜSTÜN
Hicabi DURSUN
Selahaddin MENTEŞ
Raportör
Umut FIRTINA
Başvurucular
1. Adem TEZEL
2. Elif DOĞAN
3. Nevriye GÜZEL
Başvurucular Vekili
Av. Ali ELBEYOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman olduğu gerekçesiyle kadastro tespitinin iptal edilmesi üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuların Dayandıkları Tapu Kayıtları
8. İstanbul'un Silivri ilçesi Çeltik köyünde bulunan 3.401 hektar 4.189 metrekare büyüklüğündeki Maa Koru Büyük ve Küçük Çeltik Çiftliği Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydına göre İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü adına kayıtlıdır.
B. Kadastro Çalışmaları ve Yargılama Süreci
9. İstanbul'un Silivri ilçesi Çeltik köyünde yapılan tapulama çalışmaları sırasında 3302 parsel olarak sınırlandırılan taşınmaz tarla vasıflı olarak 23/9/1999 tarihinde başvurucuların murisi adına tespit edilmiştir. Tapulama tutanağının edinme sebebinde taşınmazın Ekim 1944 tarih ve 41 sıra numaralı tapu kaydı ile kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle başvurucuların murisi adına tespit edildiği belirtilmiştir.
10. Maliye Hazinesince, Silivri Kadastro Mahkemesinde anılan tapulama tespitine askı ilanı süresi içinde itiraz edilmiş; Mahkeme dosya içeriğinden tespit edilemeyen bir tarihte davanın reddine ve dava konusu yerin tespit gibi tesciline karar vermiş, hüküm Yargıtay 7. Hukuk Dairesince eksik inceleme gerekçesiyle bozulmuştur. Yeniden yapılan yargılamada Mahkeme 17/7/2006 tarihinde davanın kabulü ile taşınmazın orman vasfı ile Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; tespit dayanağı tapu kaydının harita ve krokisi olmayıp hudutları itibarıyla tüm köyü kapsadığı, gitti kaydı itibarıyla düzgün bir silsile taşımaması nedeniyle dayanak olmaktan çıktığı ifade edilmiştir. Ayrıca samimi görülen mahalli bilirkişi beyanlarına göre taşınmazın önceden orman alanı olduğu kanaatine varıldığı belirtilerek öncesi orman olan bir alanın zilyetlik yoluyla kazanımının mümkün olmadığı açıklanmıştır.
11. Dava konusu taşınmaz, yüz ölçümü 20.466,63 m2 ve hükmen tapulama edinimli olarak 12/7/2007 tarihinde hazine adına tapuya tescil edilmiştir.
12. Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin 29/1/2010 tarihli mirasçılık belgesine göre H.T. 15/11/2009 tarihinde vefat etmiş olup mirasının çocukları başvurucu Adem Tezel, Nevriye Güzel, Elif Doğan'a intikal ettiği belirtilmiştir.
C. Tazminat Davası Süreci
13. Başvurucular, uyuşmazlık konusu taşınmazın herhangi bir bedel ödenmeksizin orman olarak tapu kaydının iptal edildiği gerekçesiyle Hazine aleyhine Silivri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 20/9/2013 tarihinde tazminat davası açmışlardır.
14. Mahkeme 30/1/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuların geçerli tapularının bulunmadığına, tapu almalarına matuf yapılan kadastro tespitinin de Kadastro Mahkemesinin kesinleşen 17/7/2006 tarihli kararı ile iptal edildiğine işaret edilmiştir. Gerekçede; tespit dayanağı tapu kaydının harita ve krokisinin bulunmadığı, hudutları itibarıyla tüm köyü kapsadığı, gitti kaydı itibarıyla düzgün bir silsile taşımadığı, Kadastro Mahkemesinde yapılan yargılamada başvurucuların dayanağı olmaktan çıktığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre bu sebeplerle taşınmaz, orman niteliği ile hazine adına tescil edildiğinden devletin kusursuz sorumluluğundan söz edilemez.
15. Temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince (Daire) 6/6/2016 tarihinde farklı gerekçelere de yer verilmek suretiyle onanmıştır. Daire gerekçesinde, kadastro çalışmaları esnasında taşınmazın muris adına tespit edildiği ancak Hazinenin açtığı kadastro tespitine itiraz davası ile başvurucuların murisi adına tapu kaydı oluşmadan Kadastro Mahkemesinin kesinleşmiş kararı ile kadastro tespitinin iptaline karar verildiği vurgulanmıştır. Gerekçede ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan parselin kadastro tespitine esas alınan Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydının malikinin ise başvurucular veya murisleri değil İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü olduğu hususuna dikkat çekilmiştir. Daireye göre başvurucular ya da murisleri adına oluşmuş bir tapu kaydı bulunmadığından başvurucuların tapu sicilinin tutulmasından doğan veya kaynaklanan bir zararı da söz konusu olamayacaktır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri aynı Dairenin 28/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar, başvurucular vekiline 20/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucular 18/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Ahmet Eraslan ve diğerleri, B. No: 2015/20273, 21/3/2018, §§ 18-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 14/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucular;
i. Romanya'dan göç eden 84 aileye iskân amacıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satılan taşınmazın 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydına bağlandığını, bedelini ödeyerek satın aldıkları taşınmazı kendi aralarındaki taksim ile kullanmaya başladıklarını dile getirmiştir.
ii. Taşınmazın 1942 yılından beri zilyedi olduklarını, Kadastro Komisyonunca da taşınmazın adlarına tespit edildiğini vurgulamıştır.
iii. Kadastro tespitine itiraz davası neticesinde taşınmazın orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle Hazine adına tescil edilmesine karar verilmesinin ve bunun karşılığında hiçbir bedel ödenmemesinin mülkiyet hakkının yok sayılması anlamına geldiğine dikkat çekmiştir.
iv. Murisleri tarafından gerçekleştirilen satın alma işleminin geçerli bir kayda dayandığını, satın alma tarihinden tapunun iptal edildiği tarihe kadar taşınmazın nizasız ve fasılasız kullanıldığını, sonradan bu kaydın geçersiz sayılmasının ve karşılığında bir bedel ödenmemesinin hukuk devletine olan güveni zedelediğini ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaatinin bulunup bulunmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
22. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
23. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, § 51).
24. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
25. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
26. Diğer taraftan derece mahkemeleri önünde hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince kesin olarak reddedildiği durumlarda açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Yusuf Dilekçi, B. No: 2014/12026, 21/9/2017, § 48).
27. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce Ahmet Eraslan ve diğerleri başvurusunda incelemiştir.
28. Ahmet Eraslan ve diğerleri kararında kesinleşen orman tahdidine göre orman olduğu belirlenen uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümüne yönelik olarak tapulama öncesinde başvurucuların tapu veya benzeri bir kayıtlarının bulunmadığı, tapulama sonucu da bu taşınmaz bölümünün başvurucular veya miras bırakanlarının adlarına tapuya tescil edilmediğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca ilgili Kanun hükümleri ve yargı kararları karşısında başvurucuların orman olan söz konusu taşınmaz bölümünün mülkiyetini kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinmelerinin de mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bu sebeplerle ihtilaflı taşınmaz bölümü yönünden başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülklerinin veya yeterli bir hukuki temele dayalı olarak en azından mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir beklentilerinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları sonucuna ulaşılmıştır (Ahmet Eraslan ve diğerleri, §§ 44-47).
29. Somut olayda ihtilaf konusunun anılan köyde bulunan ve kadastro çalışmalarında 3302 parsel olarak sınırlandırılan taşınmaz olduğu anlaşılmaktadır. Bu taşınmaz 1975 yılında yapılan kadastro tespit harici bırakılmış, 1999 yılında yapılan kadastro çalışmaları sonrasında Silivri Kadastro Mahkemesinin 16/4/2007 tarihinde kesinleşen hükmü uyarınca orman vasfıyla Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Başvurucular ise kadastro sırasında bu taşınmazın murisleri adlarına tespit edildiğini, öncesinde de bu taşınmaza ait bir tapu kaydı olduğunu öne sürmüşlerdir.
30. Başvurucular aynı şikâyetlerini 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi çerçevesinde açtığı davada derece mahkemeleri önünde de dile getirmiş, bu dava -diğer unsurlar yanında- esas itibarıyla Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin kararına göre başvurucuların bir tapu kayıtlarının bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Nitekim başvurucuların dayandıkları 11/10/1944 tarihli ve 41 numaralı tapu kaydına göre söz konusu taşınmazın gerçekten de Yargıtay Dairesinin de belirttiği üzere Vakıflar Başmüdürlüğü adına tescilli olduğu anlaşılmaktadır.
31. Anayasa Mahkemesi daha önce tapu siciline güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli malik yönünden sonradan bu tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesinin mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir müdahale olduğunu kabul etmiştir (Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 25/3/2018). Ancak bunun için öncelikle ihtilaf konusu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mevcut bir mülkünün olduğunu veya bu taşınmazı edinmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru bir beklentisi olduğunu ispat etme yükümlülüğü başvurucuya düşmektedir.
32. Diğer taraftan zeminde hiçbir taşınmaza uymayan bir tapu kaydının oluşturulmasının da tapu siciline güvenerek taşınmazı satın alan iyi niyetli malik yönünden mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği ileri sürülebilirse de başvurucuların gerek tazminat davasında gerekse de bireysel başvuru kapsamında buna ilişkin açık bir şikâyetinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere bu bireysel başvurunun konusu Hazine adına orman olarak tescil edilen 3302 parsel taşınmaza yönelik olup başvurucular bu taşınmaz yönünden kendilerine ait bir tapu kaydı olduğunu ileri sürerek bu kısmın tazminat ödenmeksizin ellerinden alındığından yakınmaktadır. Dolayısıyla somut başvuru bu iddia ile sınırlı olarak değerlendirilecektir.
33. Somut olayda ihtilaflı taşınmazın kadastro mahkemesinin kararıyla orman vasfıyla tapuya tesciline karar verildiği dikkate alınmalıdır. Buna göre söz konusu taşınmazın kadastro sonucu başvurucuların murisi adına tapuya tescil edilmemiş olduğu görülmektedir. Başvurucuların ileri sürdükleri tapu kaydının ise Vakıflar Başmüdürlüğüne ait olduğu görülmektedir. Başvurucular bu taşınmaza uyan başka bir tapu kaydı da sunamamışlardır. Her ne kadar başvurucular kadastro tutanağında da açıklandığı üzere söz konusu taşınmazı Vakıflar İdaresinden satın aldıklarını ileri sürmüşlerse de bu satışın tapu müdürlüğünde yapılmadığı anlaşılmaktadır. Hâlbuki 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur, 706. madde uyarınca da taşınmaz satışlarının resmî şekilde yapılması gerekir. Buna göre başvurucuların söz konusu resmî şartı gerçekleştirerek tescil işlemi yapılmadan taşınmazı satın aldıkları dikkate alınmalıdır. Bunun yanında kadastro mahkemesinin kararında söz konusu tapu kaydının orman alanı dışındaki taşınmazlara uyduğu açıklanmaktadır. Nitekim asliye hukuk mahkemesi de dayanılan tapu kaydının haritasının bulunmayıp sınırlarının genişletilmeye elverişli olduğuna dikkati çekmiştir.
34. Bu durumda fiilen orman niteliğinde olduğu belirlenen anılan taşınmazın başvuruculara ait olduğunu gösterir bir tapu kaydının mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucuların dayandıkları tapu kaydının ise başvurucuların murisine ait olmadığı gibi resmî bir ölçüme dayalı olmayan bu kaydın ihtilaflı taşınmazı kapsayıp kapsamadığı da belirsizdir. Öte yandan başvurucuların dayanak yaptıkları tapu kaydının 3302 parsele uygulanamaz olduğu söz konusu taşınmazın 1975 yılında tespit harici bırakılması ile ortaya çıkmış, başvurucular kendileri ya da murislerinin bu işleme karşı dava yoluna başvurduklarına ilişkin bir bildirimde bulunmamışlardır. Nitekim başvurucuların murisince bu yerin Vakıflar İdaresinden satın alındığı ileri sürülmüş ise de kaydın kadastro mahkemesince orman alanındaki bu yeri kapsamadığı belirtilmiştir. Bu itibarla başvurucular tapu kaydına güvenerek bu yeri satın aldıklarını öne sürmüş ve tapuya güven ilkesine dayalı tazminat davasını düzenleyen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca alacak istemiyle dava açmış iseler de bireysel başvuruya konu iddiaları bakımından ise söz konusu taşınmazın kendilerine ait olduğunu gösteren geçerli bir tapu kaydının varlığını ortaya koyamamışlardır.
35. Sonuç olarak başvurucuların ihtilaflı taşınmaz mülkiyetini edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu gösteren bir kanun hükmü veya yerleşik yargı içtihadı gibi somut bir temele de dayanmadığı görülmektedir.
36. Bu durumda yargı kararıyla orman olduğu belirlenen uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik olarak kadastro öncesinde başvurucuların tapu veya benzeri bir kayıt sunamadıkları kadastro sonucu da bu taşınmaz başvurucuların murisi adına tapuya tescil edilmemiştir. Buna göre somut başvuru açısından ihtilaflı taşınmaz yönünden başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülklerinin veya somut ve yeterli bir hukuki temele dayalı olarak mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir beklentilerinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 14/10/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Dosya kapsamına göre; başvurucuların murisi Romanya’dan muhacir olarak Türkiye’ye gelmiş, bu konumdaki 84 aileye Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait Silivri’deki Çeltikçi Çiftliği satış suretiyle tahsis edilmiş, akabinde de 30.1.1942 tarih ve 4183 sayılı “Çeltikçi Çiftliğinin Satılmasına ve İlk Satış Bedellerinden Kalan Alacağın Terkinine Dair Kanun” ile bu satış işlemi kanuni bir temele dayandırılmış, ancak geçen yıllar içinde satın alan 84 hak sahibine müstakil tapuları düzenlenip verilmediğinden, kadastro tespitinin yapıldığı 27.8.1999 tarihine kadar hak sahiplerince fiili taksim yapılmak suretiyle anılan arazi üzerindeki mülkiyet hakkı kullanılagelmiş, 27.8.1999 tarihinde yapılan kadastro tespiti sonucu düzenlenen kadastro tutanağında, anılan arazi içinde bir kesimin başvurucuların murisi adına tespiti yapılmış ve tutanağın açıklamalar bölümüne çeltikçi çiftliğinin 4183 sayılı Kanun uyarınca içlerinde başvurucuların murisinin de bulunduğu 84 aileye 50.000 TL bedel karşılığı satılmış olduğu ve yapılan ifraz sonucu anılan taşınmazın başvurucuların murisine isabet ettiği hususu dercedilmiştir. Bu işleme karşı Hazine tarafından açılan iptal davası sonunda ise anılan parselin orman tapusu içinde kaldığı belirtilerek, 17.7.2006 tarihli kararla orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmiş; başvurucuların kesinleşen bu karar sonrasında Hazine aleyhine açtıkları tazminat davası da derece mahkemesince, başvurucuların geçerli tapularının bulunmadığı, başvurucuların dayandığı tapu kaydının harita ve krokisinin bulunmadığı, gitti kaydı itibariyle silsilesinin düzgün olmadığı, orman vasıflı arazi niteliği itibariyle devletin kusursuz sorumluluğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiş ve bu karar onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
2. Devletin, Romanya’dan muhacir olarak gelen 84 vatandaşına bedeli mukabili tahsis ettiği bir arazi (Silivri Çeltikçi Çiftliği) akabinde özel bir yasa (4183 sayılı kanun) ile de sağlam bir hukuki temele dayandırılmıştır. Kanunların birbirlerine nazaran üstünlüğünden söz edilemeyeceği gibi, böyle bir çatışmanın varlığında genellik - özellik ilişkisinin dikkate alınması gerekli bulunmaktadır. Ortada özel bir amaca (Romanya’dan gelen 84 muhacir aileye arazi tahsis edilmesi) dayalı 4183 sayılı Kanunun varlığı karşısında, sanki bu kanunun üstündeymiş gibi, 6831 Sayılı Orman Kanununun esas alınarak mülkiyet hakkının geçersiz sayılması açıkça hukuka aykırıdır. Ayrıca 1942-1999 arasında başvurucuların murisine açık bir tapu düzenlenmemesi de tamamen idarenin açık bir kusurudur. Devletine güvenmiş, bir bedel karşılığında kendisine arazi satışı yapılmış, üstelik bu durum özel bir kanunla da teminat altına alınmış Romanya muhaciri 84 vatandaşın (ve bu arada başvurucuların) 60 yıla yakın devam eden bu mülkiyet haklarının derece mahkemeleri tarafından Anayasaya aykırı gerekçelerle ellerinden alınması ve ilaveten uğradıkları zararın da “Devletin bu işte bir kusurunun bulunmadığı” gerekçesiyle reddedilmesi, mülkiyet hakkının ağır biçimde ihlâli sonucunu doğurmaktadır.
3. Açıklanan nedenlerle; başvurucuların Anayasanın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlâl edildiği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
Üye