TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADEM TEZEL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/17830)
|
|
Karar Tarihi: 14/10/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Umut FIRTINA
|
Başvurucular
|
:
|
1. Adem TEZEL
|
|
|
2. Elif DOĞAN
|
|
|
3. Nevriye GÜZEL
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Ali ELBEYOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, zilyet olunan taşınmazın orman olduğu
gerekçesiyle kadastro tespitinin iptal edilmesi üzerine açılan tazminat
davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 18/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuların
Dayandıkları Tapu Kayıtları
8. İstanbul'un Silivri ilçesi Çeltik köyünde bulunan
3.401 hektar 4.189 metrekare büyüklüğündeki Maa Koru Büyük ve Küçük Çeltik
Çiftliği Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydına göre İstanbul
Vakıflar Başmüdürlüğü adına kayıtlıdır.
B. Kadastro
Çalışmaları ve Yargılama Süreci
9. İstanbul'un Silivri ilçesi Çeltik köyünde yapılan
tapulama çalışmaları sırasında 3302 parsel olarak sınırlandırılan taşınmaz tarla
vasıflı olarak 23/9/1999 tarihinde başvurucuların murisi adına tespit
edilmiştir. Tapulama tutanağının edinme sebebinde taşınmazın Ekim 1944 tarih ve
41 sıra numaralı tapu kaydı ile kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle
başvurucuların murisi adına tespit edildiği belirtilmiştir.
10. Maliye Hazinesince, Silivri Kadastro Mahkemesinde
anılan tapulama tespitine askı ilanı süresi içinde itiraz edilmiş; Mahkeme
dosya içeriğinden tespit edilemeyen bir tarihte davanın reddine ve dava konusu
yerin tespit gibi tesciline karar vermiş, hüküm Yargıtay 7. Hukuk Dairesince
eksik inceleme gerekçesiyle bozulmuştur. Yeniden yapılan yargılamada Mahkeme
17/7/2006 tarihinde davanın kabulü ile taşınmazın orman vasfı ile Hazine adına
tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; tespit dayanağı tapu
kaydının harita ve krokisi olmayıp hudutları itibarıyla tüm köyü kapsadığı,
gitti kaydı itibarıyla düzgün bir silsile taşımaması nedeniyle dayanak olmaktan
çıktığı ifade edilmiştir. Ayrıca samimi görülen mahalli bilirkişi beyanlarına
göre taşınmazın önceden orman alanı olduğu kanaatine varıldığı belirtilerek
öncesi orman olan bir alanın zilyetlik yoluyla kazanımının mümkün olmadığı
açıklanmıştır.
11. Dava konusu taşınmaz, yüz ölçümü 20.466,63 m2 ve hükmen tapulama edinimli olarak 12/7/2007
tarihinde hazine adına tapuya tescil edilmiştir.
12. Silivri Sulh Hukuk Mahkemesinin 29/1/2010 tarihli
mirasçılık belgesine göre H.T. 15/11/2009 tarihinde vefat etmiş olup mirasının
çocukları başvurucu Adem Tezel, Nevriye Güzel, Elif Doğan'a intikal ettiği
belirtilmiştir.
C. Tazminat
Davası Süreci
13. Başvurucular, uyuşmazlık konusu taşınmazın herhangi
bir bedel ödenmeksizin orman olarak tapu kaydının iptal edildiği gerekçesiyle
Hazine aleyhine Silivri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 20/9/2013 tarihinde
tazminat davası açmışlardır.
14. Mahkeme 30/1/2014 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuların geçerli tapularının
bulunmadığına, tapu almalarına matuf yapılan kadastro tespitinin de Kadastro
Mahkemesinin kesinleşen 17/7/2006 tarihli kararı ile iptal edildiğine
işaret edilmiştir. Gerekçede; tespit dayanağı tapu kaydının harita ve
krokisinin bulunmadığı, hudutları itibarıyla tüm köyü kapsadığı, gitti kaydı
itibarıyla düzgün bir silsile taşımadığı, Kadastro Mahkemesinde yapılan
yargılamada başvurucuların dayanağı olmaktan çıktığı belirtilmiştir. Mahkemeye
göre bu sebeplerle taşınmaz, orman niteliği ile hazine adına tescil
edildiğinden devletin kusursuz sorumluluğundan söz edilemez.
15. Temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince
(Daire) 6/6/2016 tarihinde farklı gerekçelere de yer verilmek suretiyle
onanmıştır. Daire gerekçesinde, kadastro çalışmaları esnasında taşınmazın muris
adına tespit edildiği ancak Hazinenin açtığı kadastro tespitine itiraz davası
ile başvurucuların murisi adına tapu kaydı oluşmadan Kadastro Mahkemesinin
kesinleşmiş kararı ile kadastro tespitinin iptaline karar verildiği
vurgulanmıştır. Gerekçede ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan parselin kadastro
tespitine esas alınan Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydının
malikinin ise başvurucular veya murisleri değil İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü
olduğu hususuna dikkat çekilmiştir. Daireye göre başvurucular ya da murisleri
adına oluşmuş bir tapu kaydı bulunmadığından başvurucuların tapu sicilinin
tutulmasından doğan veya kaynaklanan bir zararı da söz konusu olamayacaktır.
Başvurucuların karar düzeltme talepleri aynı Dairenin 28/11/2016 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar, başvurucular vekiline 20/12/2016
tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucular 18/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
18. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Ahmet Eraslan ve
diğerleri, B. No: 2015/20273, 21/3/2018, §§ 18-30.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 14/10/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucular;
i. Romanya'dan göç eden 84 aileye iskân amacıyla Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından satılan taşınmazın 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı
tapu kaydına bağlandığını, bedelini ödeyerek satın aldıkları taşınmazı kendi
aralarındaki taksim ile kullanmaya başladıklarını dile getirmiştir.
ii. Taşınmazın 1942 yılından beri zilyedi olduklarını,
Kadastro Komisyonunca da taşınmazın adlarına tespit edildiğini vurgulamıştır.
iii. Kadastro tespitine itiraz davası neticesinde
taşınmazın orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle Hazine adına tescil
edilmesine karar verilmesinin ve bunun karşılığında hiçbir bedel ödenmemesinin
mülkiyet hakkının yok sayılması anlamına geldiğine dikkat çekmiştir.
iv. Murisleri tarafından gerçekleştirilen satın alma
işleminin geçerli bir kayda dayandığını, satın alma tarihinden tapunun iptal
edildiği tarihe kadar taşınmazın nizasız ve fasılasız kullanıldığını, sonradan
bu kaydın geçersiz sayılmasının ve karşılığında bir bedel ödenmemesinin hukuk
devletine olan güveni zedelediğini ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir
kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa
Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle
öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaatinin bulunup bulunmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382,
16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
22. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da
mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No:
2014/11441, 1/2/2017, § 60).
23. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul
edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin
Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31; Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, § 51).
24. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı
mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda
sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma beklentisi -kişinin bu konudaki
menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı
içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 35. maddesi soyut
bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde
etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).
25. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti
olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek
olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili
hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk
Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42).
Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma
kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk
sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit,
mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak
kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir
iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler
ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
26. Diğer taraftan derece mahkemeleri önünde hukukun ne
şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu
bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların derece mahkemelerince
kesin olarak reddedildiği durumlarda açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz bir
takdir hatası içermediği sürece meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna
varılamaz (Yusuf Dilekçi, B. No: 2014/12026, 21/9/2017, § 48).
27. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri
daha önce Ahmet Eraslan ve diğerleri başvurusunda incelemiştir.
28. Ahmet Eraslan ve diğerleri kararında
kesinleşen orman tahdidine göre orman olduğu belirlenen uyuşmazlık konusu
taşınmaz bölümüne yönelik olarak tapulama öncesinde başvurucuların tapu veya
benzeri bir kayıtlarının bulunmadığı, tapulama sonucu da bu taşınmaz bölümünün
başvurucular veya miras bırakanlarının adlarına tapuya tescil edilmediğine
dikkat çekilmiştir. Ayrıca ilgili Kanun hükümleri ve yargı kararları karşısında
başvurucuların orman olan söz konusu taşınmaz bölümünün mülkiyetini kazandırıcı
zamanaşımı yoluyla edinmelerinin de mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bu
sebeplerle ihtilaflı taşınmaz bölümü yönünden başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülklerinin veya
yeterli bir hukuki temele dayalı olarak en azından mülkiyeti elde etme yönünde
meşru bir beklentilerinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları sonucuna ulaşılmıştır
(Ahmet Eraslan ve diğerleri, §§ 44-47).
29. Somut olayda ihtilaf konusunun anılan köyde bulunan
ve kadastro çalışmalarında 3302 parsel olarak sınırlandırılan taşınmaz olduğu
anlaşılmaktadır. Bu taşınmaz 1975 yılında yapılan kadastro tespit harici
bırakılmış, 1999 yılında yapılan kadastro çalışmaları sonrasında Silivri
Kadastro Mahkemesinin 16/4/2007 tarihinde kesinleşen hükmü uyarınca orman
vasfıyla Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Başvurucular ise kadastro
sırasında bu taşınmazın murisleri adlarına tespit edildiğini, öncesinde de bu
taşınmaza ait bir tapu kaydı olduğunu öne sürmüşlerdir.
30. Başvurucular aynı şikâyetlerini 4721 sayılı Kanun'un
1007. maddesi çerçevesinde açtığı davada derece mahkemeleri önünde de dile
getirmiş, bu dava -diğer unsurlar yanında- esas itibarıyla Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin kararına göre başvurucuların bir tapu kayıtlarının bulunmadığı
gerekçesiyle reddedilmiştir. Nitekim başvurucuların dayandıkları 11/10/1944
tarihli ve 41 numaralı tapu kaydına göre söz konusu taşınmazın gerçekten de
Yargıtay Dairesinin de belirttiği üzere Vakıflar Başmüdürlüğü adına tescilli
olduğu anlaşılmaktadır.
31. Anayasa Mahkemesi daha önce tapu siciline güvenerek
taşınmazı satın alan iyi niyetli malik yönünden sonradan bu tapu kaydının
tazminat ödenmeksizin iptal edilmesinin mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir
müdahale olduğunu kabul etmiştir (Cemile Gökhan ve diğerleri, B.
No: 2015/1203, 25/3/2018). Ancak bunun için öncelikle ihtilaf konusu taşınmaz
yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mevcut bir mülkünün olduğunu veya bu
taşınmazı edinmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru bir beklentisi
olduğunu ispat etme yükümlülüğü başvurucuya düşmektedir.
32. Diğer taraftan zeminde hiçbir taşınmaza uymayan bir
tapu kaydının oluşturulmasının da tapu siciline güvenerek taşınmazı satın alan
iyi niyetli malik yönünden mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği ileri
sürülebilirse de başvurucuların gerek tazminat davasında gerekse de bireysel
başvuru kapsamında buna ilişkin açık bir şikâyetinin söz konusu olmadığı
anlaşılmaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere bu bireysel başvurunun konusu
Hazine adına orman olarak tescil edilen 3302 parsel taşınmaza yönelik olup
başvurucular bu taşınmaz yönünden kendilerine ait bir tapu kaydı olduğunu ileri
sürerek bu kısmın tazminat ödenmeksizin ellerinden alındığından yakınmaktadır.
Dolayısıyla somut başvuru bu iddia ile sınırlı olarak değerlendirilecektir.
33. Somut olayda ihtilaflı taşınmazın kadastro
mahkemesinin kararıyla orman vasfıyla tapuya tesciline karar verildiği dikkate
alınmalıdır. Buna göre söz konusu taşınmazın kadastro sonucu başvurucuların
murisi adına tapuya tescil edilmemiş olduğu görülmektedir. Başvurucuların ileri
sürdükleri tapu kaydının ise Vakıflar Başmüdürlüğüne ait olduğu görülmektedir.
Başvurucular bu taşınmaza uyan başka bir tapu kaydı da sunamamışlardır. Her ne
kadar başvurucular kadastro tutanağında da açıklandığı üzere söz konusu
taşınmazı Vakıflar İdaresinden satın aldıklarını ileri sürmüşlerse de bu
satışın tapu müdürlüğünde yapılmadığı anlaşılmaktadır. Hâlbuki 4721 sayılı
Kanun'un 705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur,
706. madde uyarınca da taşınmaz satışlarının resmî şekilde yapılması gerekir.
Buna göre başvurucuların söz konusu resmî şartı gerçekleştirerek tescil işlemi
yapılmadan taşınmazı satın aldıkları dikkate alınmalıdır. Bunun yanında
kadastro mahkemesinin kararında söz konusu tapu kaydının orman alanı dışındaki
taşınmazlara uyduğu açıklanmaktadır. Nitekim asliye hukuk mahkemesi de
dayanılan tapu kaydının haritasının bulunmayıp sınırlarının genişletilmeye
elverişli olduğuna dikkati çekmiştir.
34. Bu durumda fiilen orman niteliğinde olduğu belirlenen
anılan taşınmazın başvuruculara ait olduğunu gösterir bir tapu kaydının mevcut
olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucuların dayandıkları tapu kaydının ise başvurucuların
murisine ait olmadığı gibi resmî bir ölçüme dayalı olmayan bu kaydın ihtilaflı
taşınmazı kapsayıp kapsamadığı da belirsizdir. Öte yandan başvurucuların
dayanak yaptıkları tapu kaydının 3302 parsele uygulanamaz olduğu söz konusu
taşınmazın 1975 yılında tespit harici bırakılması ile ortaya çıkmış,
başvurucular kendileri ya da murislerinin bu işleme karşı dava yoluna
başvurduklarına ilişkin bir bildirimde bulunmamışlardır. Nitekim başvurucuların
murisince bu yerin Vakıflar İdaresinden satın alındığı ileri sürülmüş ise de
kaydın kadastro mahkemesince orman alanındaki bu yeri kapsamadığı
belirtilmiştir. Bu itibarla başvurucular tapu kaydına güvenerek bu yeri satın
aldıklarını öne sürmüş ve tapuya güven ilkesine dayalı tazminat davasını
düzenleyen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca alacak istemiyle dava
açmış iseler de bireysel başvuruya konu iddiaları bakımından ise söz konusu
taşınmazın kendilerine ait olduğunu gösteren geçerli bir tapu kaydının
varlığını ortaya koyamamışlardır.
35. Sonuç olarak başvurucuların ihtilaflı taşınmaz
mülkiyetini edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu gösteren bir kanun
hükmü veya yerleşik yargı içtihadı gibi somut bir temele de dayanmadığı
görülmektedir.
36. Bu durumda yargı kararıyla orman olduğu belirlenen
uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik olarak kadastro öncesinde başvurucuların
tapu veya benzeri bir kayıt sunamadıkları kadastro sonucu da bu taşınmaz
başvurucuların murisi adına tapuya tescil edilmemiştir. Buna göre somut başvuru
açısından ihtilaflı taşınmaz yönünden başvurucuların Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülklerinin veya somut ve
yeterli bir hukuki temele dayalı olarak mülkiyeti elde etme yönünde meşru bir
beklentilerinin bulunduğunu kanıtlayamadıkları anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR'ün
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 14/10/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Dosya kapsamına göre; başvurucuların murisi
Romanya’dan muhacir olarak Türkiye’ye gelmiş, bu konumdaki 84 aileye Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne ait Silivri’deki Çeltikçi Çiftliği satış suretiyle tahsis
edilmiş, akabinde de 30.1.1942 tarih ve 4183 sayılı “Çeltikçi Çiftliğinin
Satılmasına ve İlk Satış Bedellerinden Kalan Alacağın Terkinine Dair Kanun” ile
bu satış işlemi kanuni bir temele dayandırılmış, ancak geçen yıllar içinde
satın alan 84 hak sahibine müstakil tapuları düzenlenip verilmediğinden,
kadastro tespitinin yapıldığı 27.8.1999 tarihine kadar hak sahiplerince fiili
taksim yapılmak suretiyle anılan arazi üzerindeki mülkiyet hakkı
kullanılagelmiş, 27.8.1999 tarihinde yapılan kadastro tespiti sonucu düzenlenen
kadastro tutanağında, anılan arazi içinde bir kesimin başvurucuların murisi
adına tespiti yapılmış ve tutanağın açıklamalar bölümüne çeltikçi çiftliğinin
4183 sayılı Kanun uyarınca içlerinde başvurucuların murisinin de bulunduğu 84
aileye 50.000 TL bedel karşılığı satılmış olduğu ve yapılan ifraz sonucu anılan
taşınmazın başvurucuların murisine isabet ettiği hususu dercedilmiştir. Bu
işleme karşı Hazine tarafından açılan iptal davası sonunda ise anılan parselin
orman tapusu içinde kaldığı belirtilerek, 17.7.2006 tarihli kararla orman
vasfıyla Hazine adına tescil edilmiş; başvurucuların kesinleşen bu karar
sonrasında Hazine aleyhine açtıkları tazminat davası da derece mahkemesince,
başvurucuların geçerli tapularının bulunmadığı, başvurucuların dayandığı tapu
kaydının harita ve krokisinin bulunmadığı, gitti kaydı itibariyle silsilesinin
düzgün olmadığı, orman vasıflı arazi niteliği itibariyle devletin kusursuz
sorumluluğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiş ve bu karar onanmak
suretiyle kesinleşmiştir.
2. Devletin, Romanya’dan muhacir olarak gelen 84
vatandaşına bedeli mukabili tahsis ettiği bir arazi (Silivri Çeltikçi Çiftliği)
akabinde özel bir yasa (4183 sayılı kanun) ile de sağlam bir hukuki temele
dayandırılmıştır. Kanunların birbirlerine nazaran üstünlüğünden söz
edilemeyeceği gibi, böyle bir çatışmanın varlığında genellik - özellik
ilişkisinin dikkate alınması gerekli bulunmaktadır. Ortada özel bir amaca
(Romanya’dan gelen 84 muhacir aileye arazi tahsis edilmesi) dayalı 4183 sayılı
Kanunun varlığı karşısında, sanki bu kanunun üstündeymiş gibi, 6831 Sayılı
Orman Kanununun esas alınarak mülkiyet hakkının geçersiz sayılması açıkça
hukuka aykırıdır. Ayrıca 1942-1999 arasında başvurucuların murisine açık bir
tapu düzenlenmemesi de tamamen idarenin açık bir kusurudur. Devletine güvenmiş,
bir bedel karşılığında kendisine arazi satışı yapılmış, üstelik bu durum özel
bir kanunla da teminat altına alınmış Romanya muhaciri 84 vatandaşın (ve bu
arada başvurucuların) 60 yıla yakın devam eden bu mülkiyet haklarının derece
mahkemeleri tarafından Anayasaya aykırı gerekçelerle ellerinden alınması ve
ilaveten uğradıkları zararın da “Devletin bu işte bir kusurunun bulunmadığı”
gerekçesiyle reddedilmesi, mülkiyet hakkının ağır biçimde ihlâli sonucunu
doğurmaktadır.
3. Açıklanan nedenlerle; başvurucuların Anayasanın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlâl edildiği kanaatine vardığımdan,
çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.