TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NAİL ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/18040)
|
|
Karar Tarihi: 3/11/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Mahmut ALTIN
|
Başvurucu
|
:
|
Nail ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan Hüseyin
BÜBERAL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, dere işletme bandında kalan taşınmazda
meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 23/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın
Arka Planı
8. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) 20/11/1981
tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile kurulan ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesine bağlı, bağımsız bütçeli bir kuruluştur.
9. Başvurucu, İstanbul'da ikamet etmektedir.
10. İstanbul'un Tuzla ilçesine bağlı Tepeören Mahallesi
783 parsel sayılı taşınmazın tamamı ile 784 parsel sayılı taşınmazın 1/3
hissesi başvurucu adına kayıtlıdır.
11. Başvurucu 2/10/2012 tarihinde İstanbul Anadolu 7.
Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) başvuru konusu taşınmazların bir
kısmının dere mutlak koruma alanında kaldığını ve kullanılamaz hâle
geldiğini ileri sürerek kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası
açmıştır.
12. Hukuk Mahkemesince 27/2/2013 tarihinde keşif
yapılmıştır. Üç inşaat mühendisinden oluşan bilirkişi heyetinin sunduğu
10/4/2013 tarihli raporda;
i. Tuzla Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün
20/11/2012 tarihli yazısına göre 783 parsel sayılı taşınmazın 1/6/2011 tarihli
ve 1/1.000 ölçekli Ömerli Havzası Tepeören Bölgesi uygulama imar planında
dere mutlak koruma alanında kaldığı, 784 parsel sayılı taşınmazın da aynı
imar planında kısmen dere mutlak koruma bandı alanında kaldığı
belirtilmiştir.
ii. 5.700 m² yüz ölçümündeki 783 parsel sayılı arsa
vasıflı taşınmazın tamamının dere mutlak koruma alanında kaldığı
açıklanmıştır. 23/1/2011 tarihli İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği'nin
(Yönetmelik) ''Özel hükümler'' kenar başlıklı 6. maddesinin dokuzuncu
fıkrasının (g) bendinde 16/1/2013 tarihinde yapılan değişikliğe göre derenin
her iki yanından en az 10 m dere işletme bandı ayrılacağının
belirtilmesi nedeniyle fen bilirkişi raporunda 10 m dere işletme bandının
1.796 m² olarak tespit edildiği ifade edilmiştir. 42.500 m² yüz ölçümündeki 784
parsel sayılı arsa vasıflı taşınmazın 17.503 m² alanının dere mutlak koruma
alanında kaldığı ve 779 m²lik kısmının dere işletme bandında kaldığı
belirtilmiştir.
iii. Neticede bu açıklamalar doğrultusunda mutlak
koruma alanında kalan kısımlar ile dere işletme bandında kalan
kısımlar için ayrı ayrı seçenekli kamulaştırma bedelleri hesaplanmıştır.
13. Hukuk Mahkemesince 3/12/2013 tarihinde davanın idari
yargıda açılması gerektiği belirtilerek dava dilekçesinin yargı yolu bakımından
reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu taşınmazların
imar planında kısmen dere koruma alanında olduğu, taşınmazlara fiilen el
atılmadığı ve tasarrufu kısıtlanan taşınmazlarla ilgili olarak idari yargıda
dava açılabileceği vurgulanmıştır. Karar 21/4/2015 tarihinde Yargıtay 5. Hukuk
Dairesince onanmıştır.
B. Başvuruya
Konu Dava Süreci
14. Başvurucu bu kez 22/7/2015 tarihinde İSKİ aleyhine
İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 784 parsel sayılı taşınmazı dava
dışı bırakarak 783 parsel sayılı taşınmazın Yönetmelik hükümlerine göre
dere mutlak koruma alanı içinde kaldığını ve kullanılamaz hâlde olduğunu
belirtip tasarruf hakkının kısıtlandığını ileri sürerek kamulaştırmasız el
atmadan kaynaklanan 32.000 TL tazminatın faiziyle ödenmesi talebiyle dava
açmıştır.
15. Davalı İSKİ cevap dilekçesinde, Yönetmelik gereği
imar planlarını yapma ve uygulama yetki ve görevinin belediyelerde olduğunu
belirterek husumetin ilgili belediyeye yöneltilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Bununla birlikte mahkemenin aksi kanaatte olması hâlinde Yönetmelik'in 6.
maddesinin dokuzuncu fıkrasının (g) bendinde 16/1/2013 tarihinde yapılan
değişiklik nedeniyle anılan taşınmazın dere ıslah alanında kalan kısmında bir
kısıtlama söz konusu ise değer tespiti yapılarak taşınmazın İSKİ adına tescili
gerektiğine işaret etmiştir.
16. Mahkemece 23/3/2016 tarihinde tek hâkimli olarak
davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvuru konusu
taşınmazın mutlak koruma alanında olmayıp dere ıslah ve işletme bandı alanında
kaldığı ifade edilmiştir. Öte yandan dere ıslah alanı ve dere işletme bandında
yer alan taşınmazlarda yapılaşmayı, tarımsal ya da hayvancılık faaliyeti
yapmayı kısıtlayan bir düzenleme bulunmadığı açıklanarak bu tür alanlarda imar
planlarındaki fonksiyonlarına uygun tasarrufta bulunmayı engeller bir durumun
olmadığı ve bu nedenle kamulaştırmasız el atmanın gerçekleşmediği
belirtilmiştir.
17. Karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz
başvurusu, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 9. İdare Dava Dairesince (Daire)
21/10/2016 tarihinde reddedilerek onanmıştır. Başvurucu tarafından yapılan
karar düzeltme talebi de Daire tarafından 17/2/2017 tarihinde reddedilmiştir.
18. Nihai karar 27/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 23/3/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat
Hükümleri
20. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun "Mülkiyet hakkının içeriği" kenar başlıklı 683.
maddesi şöyledir:
"Bir şeye malik olan kimse, hukuk
düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma
ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde
bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız
elatmanın önlenmesini de dava edebilir."
21. 2560 sayılı Kanun'un "Görev ve yetkiler''
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"İSKİ'nin görev ve yetkileri
şunlardır:
a)
İçme, kullanma ve
endüstri suyu ihtiyaçlarının her türlü yeraltı ve yer üstü kaynaklarından
sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için; kaynaklardan abonelere
ulaşıncaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak, bu
projelere göre tesisleri kurmak veya kurdurmak, kurulu olanları devralıp
işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere
girişmek,
b)
Kullanılmış sular ile
yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması ve zararsız
bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya bu sulardan yeniden
yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların toplanacakları veya
bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya
yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri kurmak ya da kurdurmak;
kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak,
yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek,
c)
Bölge içindeki su
kaynaklarının, deniz, göl, akarsu kıyılarının ve yeraltı sularının kullanılmış
sularlave endüstri artıkları ile kirletilmesini, bu kaynaklarda suların kaybına
veya azalmasına yol açacak tesis kurulmasını ve bu tür faaliyetlerde
bulunulmasını önlemek, bu konuda her türlü teknik, idari ve hukuki tedbiri
almak,
d)
Su ve kanalizasyon
hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki belediyelere verilen görevleri
yürütmek ve bu konulardaki yetkileri kullanmak,
e)
Her türlü taşınır ve
taşınmaz malı satın almak, kiralamak, ekonomik değeri kalmamış araç ve
gereçleri satmak, İSKİ'nin hizmetleriyle ilgili tesisleri doğrudan doğruya
yahut diğer kamu veya özel kuruluşlarla ortak olarak kurmak ve işletmek, bu
maksatla kurulmuş veya kurulmakta olan tesislere iştirak etmek,
f)
Kuruluş amacına dönük
çalışmaların gerekli kılması halinde her türlü taşınmaz malı kamulaştırmak veya
üzerinde kullanma hakları tesis etmek."
22. Yönetmelik'in ''Tanımlar'' kenar başlıklı 4.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''...
İçmesuyu havzaları (Havza): Bir akarsu,
göl, baraj rezervuarı veya yeraltı suyu haznesi gibi bir su kaynağını besleyen
yeraltı ve yüzeysel suların toplandığı bölgenin tamamıdır.
..."
23. Yönetmelik'in ''Genel hükümler'' kenar
başlıklı 5. maddesi şöyledir:
''(1)
Bu yönetmelikte
açıklanmayan tüm hususlarda Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin içmesuyu
havzaları ile ilgili hükümleri uygulanır.
(2) Bu Yönetmelik hükümleri uyarınca
yasaklanmış olan yapı, tesis ve faaliyetler; içmesuyu havzaları için zararlı
yapı, tesis ve faaliyetlerden sayılır. Bu yapı, tesis ve faaliyetleri yapanlar
hakkında; İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından 2560 sayılı İSKİ Kanunu, 3194 sayılı
İmar Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu ve ilgili diğer mevzuat uyarınca
cezalandırılmaları için suç duyurusunda bulunulur.
(3) Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulama
esasları ve diğer hususlar, Yönerge ile belirlenir.''
24. Yönetmelik'in ''Özel hükümler'' kenar başlıklı
6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''...
(9)
İçme suyu havzalarında
imar planlarında uyulması gereken esaslar;
...
(Değişik: 17.07.2014-13/3. md.)
ç)
İmar planı bulunmayan
içme suyu havzalarında, imar planları hazırlanıncaya kadar yapılaşmaya izin
verilmez.
...
g)
(Değişik:
16.01.2013-2/1.md.)
İçme suyu havzalarında EK-1’de isimleri
verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar
dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah
kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi
maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılır. Dere
ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılır.
...''
2. Yargı
Kararları
25. Uyuşmazlık Mahkemesinin 14/1/2013 tarihli
veE.2012/591,K.2013/112 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...eski yönetmelikte 'dere mutlak
koruma alanı' tanımı ve bu alanlarda yapılaşma ve faaliyetleri yasaklayan özel
hükümler yer almakta iken, anılan yönetmelikte 'dere mutlak koruma alanı'
tanımı ve bu alanlarla ilgili hükümlerin kaldırıldığı..."
26. Danıştay Altıncı Dairesinin 17/1/2017 tarihli
veE.2016/6106,K.2017/275 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliğinin 'Özel hükümler' başlıklı 6.maddesinin 1. fıkrasında, İstanbul’a
su temin edilen ve edilecek olan içmesuyu havzaları ve derelerin EK-1’de
gösterildiği, 'İçmesuyu havzalarında imar planlarında uyulması gereken esaslar'
başlıklı 9. fıkrasının c bendinde; Mutlak koruma alanlarında İdare tarafından
yapılacak veya yaptırılacak arıtma tesisleri hariç, hangi maksatla olursa olsun
hiçbir yapılaşmaya izin verilemeyeceği, g bendinde İçme suyu havzalarında
EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği
korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu
derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının
yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı
ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılacağı,
düzenlenmiştir.
Yukarıdaki mevzuat hükümlerinden
'havzanın mutlak koruma alanı' ile 'derenin koruma bandının' farklı kavramlar
olduğu, havza mutlak koruma alanının; İçme ve kullanma suyu temin edilen ve
edilecek olan suni ve tabii göller etrafında en yüksek su seviyesinde, su ile
karanın meydana getirdiği çizgiden itibaren yatay 300 metre genişliğindeki kara
alanı olduğu, havzanın mutlak koruma alanı içerisinde yapılaşma yasağı
olduğundan bu alanda yer alan taşınmazların kamulaştırılmalarının zorunlu
olduğu, havzayı besleyen derelerin dere işletme bandının ise; İSKİ içmesuyu
havzaları yönetmeliği EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve
tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine
uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve
onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik bandı
ifade ettiği ve dere işletme bandının da kamulaştırılmasının zorunlu olduğu
anlaşılmaktadır.
İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliğinin
6. maddesinin 9. fıkrasının (g) bendinde 'İmar planları hazırlanırken, Ek 1'de
isimleri verilen derelerin her iki tarafında kadastral sınırlarından itibaren
100 metrelik yapı yaklaşma mesafesi bırakılır. Derelerin yapı yaklaşma mesafesi
içinde kalan bu alanlardaki yapılaşma hakları parsel yüzölçümünün %60'ı
hesaplanmak kaydıyla Ek 2'de verilen yoğunluk değerlerine göre ait olduğu imar
planı sınırı içinde bulunan havza dışındaki alanlar ile orta ve uzun mesafeli
koruma alanlarında kullanılır. Bu durumda yapı yaklaşma mesafesi içinde kalan
bu alanlar ağaçlandırma, yol, yeşil alan, rekreasyon v.b maksatlarla
kullanılmak üzere kamuya bedelsiz terk edilir ve bu alanlarda yapı yapılamaz'
kuralına yer verilmiş iken, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Kurulunun
16.01.2013 gün 2 sayılı kararı ile Yönetmeliğin anılan maddesinde değişikliğe
gidilmiştir.
Değişik şeklinde: 'İçme suyu
havzalarında Ek 1'de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal
niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun
olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında temizlik, bakım ve
onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere
işletme bandı ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece
kamulaştırılır' kuralı getirilmiştir.
UYAP üzerinden yapılan araştırmada
yukarıda anılan yönetmelik değişikliğinin iptali için İstanbul 8. İdare
Mahkemesinde E:2013/405 sayılı dava açılmış, mahkece her ne kadar 29/05/2013
tarihli, K:2013/958 sayılı karar ile davanın ehliyet yönünden reddine karar
verilmiş ise de temyiz incelemesi üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin
01/04/2014 tarihli, E:2013/5728, K:2014/2511 sayılı kararı ile işin esasının
incelenmesi gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuş karar düzeltme istemi
de Danıştay Altıncı Dairesinin 8.3.2016 tarihli, E:2014/5586 K:2016/1016 sayılı
kararı ile reddedilmiştir.
Davacı tarafından taşınmazının dere
koruma bandında kaldığından bahisle bakılan dava açılmış, Mahkemece o tarihte
100 metre olan dere koruma bandı göz önünde bulundurularak düzenlenen bilirkişi
raporuna göre davanın kabulüne karar verilmiş ise de; taşınmazın Terkos Baraj
Gölünün uzun mesafeli koruma alanında ve dere ıslah ve işletme bandı dışında
kaldığı, dolayısıyla kamulaştırma bedeli ödenmesini gerektirecek kısıtlılık
durumunun söz konusu olmadığı, davacının taşınmazının yürürlükteki İSKİ İçme
Suyu Havzaları Yönetmeliğine göre dere koruma bandı içinde bulunmadığı
görüldüğünden, tazminat isteminin reddi yolunda karar verilmesi gerekirken,
kısmen kabulü kısmen reddi yönündeki idare Mahkemesi kararında isabet
görülmemiştir.
Öte yandan davacının taşınmazı
yürürlükte olan İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğinin 6.maddesinin 9-g
bendine göre, 10 metrelik dere işletme bandı içerisinde yer almıyor ancak
anılan yönetmelik maddesinin önceki haline göre 100 metrelik dere işletme bandı
içinde yer alıyorsa bu halde; yönetmelik maddesinin iptali için açılan İstanbul
8. İdare Mahkemesinin E:2013/405 sayılı dava sonucu da dikkate alınarak dava
hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, İstanbul 8. İdare
Mahkemesince verilen 01/12/2015 tarihli, E:2014/1263, K:2015/2546 sayılı
kararın BOZULMASINA..."
B. Uluslararası
Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek
1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1.
maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve
mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse,
ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası
hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin,
mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin
ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek
1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin -özünde- mülkiyet hakkını güvence altına
aldığını kabul etmektedir. AİHM'e göre bu madde üç belirgin kural içermektedir.
Bu kurallardan ilki, maddenin birinci paragrafının birinci cümlesinde yer alan
mülkiyetten barışçıl yararlanmaya (mülkiyetin dokunulmazlığına saygı) ilişkin
genel nitelikli kuraldır. İkinci kuralın bulunduğu birinci paragrafın ikinci
cümlesi ise mülkiyetten yoksun bırakmayı içerir ve bunu bazı koşullara bağlar.
İkinci paragrafta yer alan üçüncü kural ise taraf devletlere mülkiyetin kamu
yararına kullanılmasını, kontrolünü veya vergilerin, diğer katkıların ya da
cezaların yerine getirilmesini sağlama yetkisi tanımaktadır (Sporrong ve
Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61). Ancak bu üç
kural birbiriyle bağlantısız olmayıp ikinci ve üçüncü kuralların genel
nitelikli birinci kuralın ışığında incelenmesi gerektiği AİHM tarafından ifade
edilmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79
21/2/1986, § 37; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No:
9006/80, 8/7/1986, § 106).
29. AİHM, taşınmazın imar planında kamu hizmetine
ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın
herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili olmalarının mülkiyet
hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong
ve Lönnroth/İsveç, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No: 13331/07,
11/1/2011, § 35).
30. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu
olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması
öngörülerek on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM
bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz
konusu olmadığını, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı, dolayısıyla
mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda görünenin arkasına bakılması ve şikâyet
edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini
belirtmiştir. AİHM getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki
sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde
olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi
yararlanmalarının veya taşınmazlarını kullanmalarının önemli ölçüde
kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel
kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da
gütmediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine
ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma
tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen
kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği
kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna
varmıştır(Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-74).
31. Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008)
kararında, taşınmazın tapu kaydına konulan şerhin mülkiyet hakkına etkisi
ayrıntılı olarak tartışılmıştır. AİHM; derece mahkemelerinin anayasal
gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiğini, bu
mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı
meşru bir amacının bulunduğunu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem
bulunmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun taşınmazı
1993 yılında iyi niyetle edindiğini vurgulamıştır. Mülkiyet hakkına yapılan bu
müdahaleye karşın iç hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığı ise
kararda özellikle belirtilmiştir. AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkından
yararlanmasının engellendiği hâlde başvurucuya tazminat ödenmemiş olması
nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının
gereklilikleri arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu
doğrultuda başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış
olduğu kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye,
§§ 67-93).
32. Kutlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11,
13/12/2016) kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının bir kısmı baraj
yapımı için kamulaştırılmış; kalan kısmı ise kısmen mutlak koruma alanında,
kısmen kısa mesafeli koruma alanında bırakılmıştır. Başvurucular kamulaştırma talebinde
bulunmuş, talepleri reddedilince asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası
açmışlardır. Başvurucuların tazminat talepleri değer düşüklüğü gözetilerek
kısmen kabul edilmiştir. Başvurucular mülklerinin kamulaştırılması yerine
yalnızca değer düşüklüğü kaybının tazminat olarak verilmesi sebebiyle mülkiyet
haklarının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir. AİHM mutlak koruma alanında kalan
taşınmazlarda inşaat yasağı bulunduğuna ve tarım da yapılamadığına, ayrıca
ilgili yönetmeliğe göre bu alandaki taşınmazların kamulaştırılması gerektiğine
dikkati çekmiştir. AİHM'e göre taşınmazın kamulaştırılması hakkı ve taşınmazın
değerine uygun düşen bir tazminat ödenmesi hakkı mülk teşkil etmektedir. AİHM
taşınmazların kamulaştırılmasının kabul edilmeyerek mülklerin kullanımına
getirilen kısıtlamalardan doğan zararların giderilmesinin tercih edilmesinin
somut olay bağlamında mülkiyet hakkının gerekliliklerine uygun düşmediği
sonucuna varmıştır. AİHM kısa mesafeli koruma alanında bulunan taşınmaz
yönünden ise taşınmaz üzerinde belirli koşullar dâhilinde tarım yapılabildiğini
ancak inşaat yasağı bulunduğunu belirtmiştir. AİHM bu gibi taşınmazlar yönünden
kamulaştırılma hakkının düzenlenmediğini dikkate almıştır. Dolayısıyla AİHM'e
göre ilgili yönetmelikle getirilen kısıtlamalardan kaynaklanan zarara uygun
düşen bir tazminat ödenmesi başvurucuların hakları ile toplumun hakları
arasında adil bir denge kurabilir. AİHM bununla birlikte somut olayda bilirkişi
tarafından %40 oranında değer düşüklüğü tazminatı saptanmasına rağmen derece
mahkemelerince bu oranın basit bir gerekçeyle %25 olarak kabul edildiğini
belirtmiştir. Sonuç olarak tazminat miktarlarının belirlenme şeklinin söz
konusu miktarın maruz kalınan zarar ile makul bir şekilde uygun olduğunu ifade
etmesine imkân vermediği kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varmıştır (Kutlu ve diğerleri/Türkiye,§§ 65-70).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
33. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
34. Başvurucu, dere işletme bandında kalan taşınmazının
tasarruf yetkisinin kısıtlandığını, Yönetmelik gereği taşınmazın
kamulaştırılması gerekirken kamulaştırılmadığını ve açtığı tazminat davasının
da keşif yapılmadan hukuka aykırı olarak reddedildiğini belirterek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca davanın açıldığı
2015 yılı için tek hâkimle görülecek davalarda parasal sınırın 30.830 TL olarak
belirlendiğini, açtığı davanın değeri 32.000 TL olmasına rağmen tek hâkimle
karar verilmesinin hukuki güvenlik ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetlerinin mülkiyet hakkını ilgilendirdiği
anlaşıldığından başvurunun bu kapsamda incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Mülkün
Varlığı
38. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Somut olayda başvuruya konu taşınmazın başvurucu adına tapuda kayıtlı
olduğu anlaşıldığına göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün varlığında
tereddüt bulunmamaktadır.
b. Müdahalenin
Varlığı ve Türü
39. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak
güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar
vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu
şeyi dilediği gibi kullanma ve sahibi olduğu şey üzerinde tasarruf etme, onun
ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
40. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas
eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş;
ikinci fıkrasında mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının
hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun
bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son
fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol
etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
41. Başvuru konusu somut olayda Yönetmelik'in 6.
maddesinin dokuzuncu fıkrasının (ç) bendinde, imar planı bulunmayan içme suyu
havzalarında imar planları hazırlanıncaya kadar yapılaşmaya izin verilemeyeceği
belirtilmiştir. Yine aynı fıkranın (g) bendinde, içme suyu havzalarında
isimleri belirtilen derelerin orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak
alanlar dışında kalan kısımlarında ıslah projesine uygun olarak bu derelerin
ıslah kesitinin her iki yanında temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi
maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılacağı ve
bu dere ıslah alanı ile dere işletme bantlarının idarece kamulaştırılacağı
düzenlenmiştir.
42. Buna göre dere işletme bantlarını da kapsayan içme
suyu havzalarında imar planları yapılıncaya kadar yapılaşma izni verilmemesinin
başvurucunun mülkü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunmasını engellediği
açıktır. Bunun yanında dere işletme bantları için söz konusu Yönetmelik'te
öngörülen temizlik, bakım ve onarım faaliyetlerinin başvurucunun mülkünden
dilediği gibi yararlanmasını veya mülkünü kullanmasını sınırladığı
anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalenin mevcut
olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
c. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
43. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
44. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız
bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel
ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi
için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca
ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife
Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
45. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk
incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı
tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması,
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No:
2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 55).
46. Somut olayda başvurucunun maliki olduğu taşınmazın
yukarıda belirtilen kanun ve yönetmelik hükümleri nedeniyle -kullanma,
yararlanma haklarına yönelik olarak- bazı kısıtlamalara tabi tutulduğu anlaşılmıştır
(bkz. §§ 21, 24). Bu kanun ve yönetmelik hükümlerinin belirli, öngörülebilir ve
ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni dayanağı
mevcuttur.
ii. Meşru Amaç
47. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır.
Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde
getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her
somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B.
No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239,
20/3/2014, §§ 28, 29).
48. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu; çevreyi geliştirmenin, çevre
sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devlet ile vatandaşların
ödevi olduğu belirtilmiştir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygunluğunun sağlanması, buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı
bulunduğu kabul edilmelidir (Süleyman Günaydın, B. No: 2014/4870,
16/6/2016, § 71).
49. Belirli kısıtlamalar içeren yasal mevzuat
hükümlerinin etkisi değerlendirilirken taşınmazların bulunduğu İstanbul'un
nüfus yoğunluğunun ve önümüzdeki yıllarda kullanılabilir temiz suya olan
ihtiyacının da gözönünde bulundurulması gerekir. Temiz suya erişimin
sürdürülmesinin hayati önem taşıdığı dikkate alındığında su havzalarının
kirlenmesinin önlenmesi için bir kısım tedbirin alınması ve yasakların
getirilmesi sonucu oluşan müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu kabul
edilmiştir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
50. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
51. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik
ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca
daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
52. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde
tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B.
No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
53. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların
korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu
kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun
buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77,
12/5/2011). Kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması
gereken adil denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının
başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve
Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
54. Dünyada artan nüfus, iklim değişikliği sebebiyle
yağışların düzensizleşmesi ve yer altı su kaynaklarının gittikçe azalması
sonucunda kullanılabilir temiz suya olan ihtiyacın her geçen gün arttığı
açıktır. Somut olayda da kamu makamlarının kullanılabilir temiz suyun
kesintisiz şekilde temin edilmesi ve bu maksatla su kaynaklarının korunması
amacıyla yukarıda atıf yapılan yasal düzenlemeleri getirdiği hususunda bir
duraksama bulunmamaktadır. Dolayısıyla su kaynaklarının korunmasındaki
zaruriyet çerçevesinde yasal düzenleme yapılması hususunda kamu makamlarının
belirli bir takdir yetkisinin mevcut olduğuna dikkat çekmek gerekir.
55. Somut uyuşmazlıkta derece mahkemeleri, başvuru konusu
taşınmazın iddia edildiği gibi mutlak koruma alanında olmayıp dere ıslah ve
işletme bandında bulunduğunu tespit etmiştir. Bununla birlikte Yönetmelik'te
dere ıslah ve işletme bandında kalan taşınmazlarda yapılaşmayı, tarımsal
faaliyeti ve hayvancılık faaliyetini yapmayı kısıtlayan,dolayısıyla imar
planlarındaki fonksiyonlarına uygun tasarrufta bulunmayı engelleyen bir
düzenleme bulunmadığı belirtilmiştir.
56. Derece mahkemelerine göre yasal mevzuatta yer alan
kısıtlamalar başvurucunun taşınmazı üzerinde tasarruf yetkilerini kullanmasına
engel değildir. Bu nedenle başvurucuya ait taşınmazda değer kaybı ya da zarar
meydana gelmemiştir.
57. Danıştay kararında da belirtildiği üzere dere
işletme bandı Yönetmelik'te belirtilen derelerin orman alanları ve tarımsal
niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında ıslah projesine uygun
olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında temizlik, bakım ve
onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik bandı
ifade etmektedir (bkz. § 26).
58. Olay tarihinde yürürlükte bulunan Yönetmelik'te dere
işletme bantlarını da kapsayan içme suyu havzalarında kalan taşınmazlarda imar
planları hazırlanıncaya kadar yapılaşmaya izin verilemeyeceği hüküm altına
alınmıştır. Ayrıca taşınmazın sınır olduğu derenin ıslah kesitinin her iki
yanında temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar
planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılacağı düzenlenmiştir. Bu
bağlamda dere işletme bandına ayırma amacının derenin temizlik, bakım ve
onarımı olduğuna, bu amaca taşınmaza müdahalede bulunmaksızın ulaşılamayacağına
işaret etmek gerekir.
59. Buna göre Yönetmelik hükümlerinin yapılaşmayı
kısıtladığı gibi taşınmazın kullanımını da kısıtladığı sonucuna varılmıştır.
Ancak söz konusu mevzuatın yol açtığı kısıtlamaların bir sonucu olarak
taşınmazın tamamen kullanılamaz hâlde olduğu da söylenemez.
60. Dolayısıyla kullanma ve yararlanma hakkına yönelik
olarak kısmen kısıtlamaya maruz kalan ancak tamamen de kullanılamaz nitelikte
bulunmayan taşınmazın kamulaştırılması veya bedelinin tamamına hükmedilmesi
gerektiğinden söz edilemez. Bununla birlikte başvurucunun mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı çerçevesinde kısıtlandığı ve bu kısıtlamaların bir zarara yol
açtığı da açıktır. Bu hâlde başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
orantılı olduğundan yani adil dengenin sağlandığından söz edilebilmesi için
meydana gelen zararın en uygun giderim vasıtasıyla ortadan kaldırılması
gerekir. Somut olayda kısıtlılık nedeniyle ortaya çıkan zarar başvurucuya
tazminat ödenerek karşılanabilecektir. Bu kapsamda kamu yararı ile bireylerin
mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabilmesi bakımından
taşınmazlarda kısıtlılık nedeniyle meydana gelen zararı karşılayacak düzeyde
tazminatın belirlenmesi ve başvurucunun zararının giderilmesi gerekir.
61. Taşınmazı için getirilen kısıtlamalara rağmen
başvurucuya hiçbir tazminat ödenmemesi müdahalenin içerdiği kamu yararı amacı
ile karşılaştırıldığında bütün külfetin başvurucuya yüklenmesine yol açmıştır.
Dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale başvurucuya aşırı bir külfet
yüklemekte olup başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı
arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur.
62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
64. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması
taleplerinde bulunmuştur.
65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un
50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye
gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki
kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama
sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu
öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı
olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın
yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama
sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır.
Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü,
ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle
yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere
gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
68. İncelenen başvuruda idari işlem sonucu mülkiyet
hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin
işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte derece mahkemeleri
de ihlali giderememiştir. Bu açıdan ihlal aynı zamanda mahkeme kararından da
kaynaklanmaktadır.
69. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş; yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekmektedir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL tutarındaki yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 3. İdare Mahkemesine (E.2015/1491, K.2016/609) GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.