TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
NAİL ÇELİK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/18040)
Karar Tarihi: 3/11/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Mahmut ALTIN
Başvurucu
Nail ÇELİK
Vekili
Av. Hasan Hüseyin BÜBERAL
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, dere işletme bandında kalan taşınmazda meydana gelen zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
8. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) 20/11/1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile kurulan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı, bağımsız bütçeli bir kuruluştur.
9. Başvurucu, İstanbul'da ikamet etmektedir.
10. İstanbul'un Tuzla ilçesine bağlı Tepeören Mahallesi 783 parsel sayılı taşınmazın tamamı ile 784 parsel sayılı taşınmazın 1/3 hissesi başvurucu adına kayıtlıdır.
11. Başvurucu 2/10/2012 tarihinde İstanbul Anadolu 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) başvuru konusu taşınmazların bir kısmının dere mutlak koruma alanında kaldığını ve kullanılamaz hâle geldiğini ileri sürerek kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır.
12. Hukuk Mahkemesince 27/2/2013 tarihinde keşif yapılmıştır. Üç inşaat mühendisinden oluşan bilirkişi heyetinin sunduğu 10/4/2013 tarihli raporda;
i. Tuzla Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 20/11/2012 tarihli yazısına göre 783 parsel sayılı taşınmazın 1/6/2011 tarihli ve 1/1.000 ölçekli Ömerli Havzası Tepeören Bölgesi uygulama imar planında dere mutlak koruma alanında kaldığı, 784 parsel sayılı taşınmazın da aynı imar planında kısmen dere mutlak koruma bandı alanında kaldığı belirtilmiştir.
ii. 5.700 m² yüz ölçümündeki 783 parsel sayılı arsa vasıflı taşınmazın tamamının dere mutlak koruma alanında kaldığı açıklanmıştır. 23/1/2011 tarihli İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ''Özel hükümler'' kenar başlıklı 6. maddesinin dokuzuncu fıkrasının (g) bendinde 16/1/2013 tarihinde yapılan değişikliğe göre derenin her iki yanından en az 10 m dere işletme bandı ayrılacağının belirtilmesi nedeniyle fen bilirkişi raporunda 10 m dere işletme bandının 1.796 m² olarak tespit edildiği ifade edilmiştir. 42.500 m² yüz ölçümündeki 784 parsel sayılı arsa vasıflı taşınmazın 17.503 m² alanının dere mutlak koruma alanında kaldığı ve 779 m²lik kısmının dere işletme bandında kaldığı belirtilmiştir.
iii. Neticede bu açıklamalar doğrultusunda mutlak koruma alanında kalan kısımlar ile dere işletme bandında kalan kısımlar için ayrı ayrı seçenekli kamulaştırma bedelleri hesaplanmıştır.
13. Hukuk Mahkemesince 3/12/2013 tarihinde davanın idari yargıda açılması gerektiği belirtilerek dava dilekçesinin yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvuru konusu taşınmazların imar planında kısmen dere koruma alanında olduğu, taşınmazlara fiilen el atılmadığı ve tasarrufu kısıtlanan taşınmazlarla ilgili olarak idari yargıda dava açılabileceği vurgulanmıştır. Karar 21/4/2015 tarihinde Yargıtay 5. Hukuk Dairesince onanmıştır.
B. Başvuruya Konu Dava Süreci
14. Başvurucu bu kez 22/7/2015 tarihinde İSKİ aleyhine İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 784 parsel sayılı taşınmazı dava dışı bırakarak 783 parsel sayılı taşınmazın Yönetmelik hükümlerine göre dere mutlak koruma alanı içinde kaldığını ve kullanılamaz hâlde olduğunu belirtip tasarruf hakkının kısıtlandığını ileri sürerek kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan 32.000 TL tazminatın faiziyle ödenmesi talebiyle dava açmıştır.
15. Davalı İSKİ cevap dilekçesinde, Yönetmelik gereği imar planlarını yapma ve uygulama yetki ve görevinin belediyelerde olduğunu belirterek husumetin ilgili belediyeye yöneltilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bununla birlikte mahkemenin aksi kanaatte olması hâlinde Yönetmelik'in 6. maddesinin dokuzuncu fıkrasının (g) bendinde 16/1/2013 tarihinde yapılan değişiklik nedeniyle anılan taşınmazın dere ıslah alanında kalan kısmında bir kısıtlama söz konusu ise değer tespiti yapılarak taşınmazın İSKİ adına tescili gerektiğine işaret etmiştir.
16. Mahkemece 23/3/2016 tarihinde tek hâkimli olarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvuru konusu taşınmazın mutlak koruma alanında olmayıp dere ıslah ve işletme bandı alanında kaldığı ifade edilmiştir. Öte yandan dere ıslah alanı ve dere işletme bandında yer alan taşınmazlarda yapılaşmayı, tarımsal ya da hayvancılık faaliyeti yapmayı kısıtlayan bir düzenleme bulunmadığı açıklanarak bu tür alanlarda imar planlarındaki fonksiyonlarına uygun tasarrufta bulunmayı engeller bir durumun olmadığı ve bu nedenle kamulaştırmasız el atmanın gerçekleşmediği belirtilmiştir.
17. Karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz başvurusu, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 9. İdare Dava Dairesince (Daire) 21/10/2016 tarihinde reddedilerek onanmıştır. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi de Daire tarafından 17/2/2017 tarihinde reddedilmiştir.
18. Nihai karar 27/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 23/3/2017 tarihinde başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
20. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Mülkiyet hakkının içeriği" kenar başlıklı 683. maddesi şöyledir:
"Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir."
21. 2560 sayılı Kanun'un "Görev ve yetkiler'' kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"İSKİ'nin görev ve yetkileri şunlardır:
a) İçme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyaçlarının her türlü yeraltı ve yer üstü kaynaklarından sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için; kaynaklardan abonelere ulaşıncaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak, bu projelere göre tesisleri kurmak veya kurdurmak, kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek,
b) Kullanılmış sular ile yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması ve zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya bu sulardan yeniden yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların toplanacakları veya bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri kurmak ya da kurdurmak; kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek,
c) Bölge içindeki su kaynaklarının, deniz, göl, akarsu kıyılarının ve yeraltı sularının kullanılmış sularlave endüstri artıkları ile kirletilmesini, bu kaynaklarda suların kaybına veya azalmasına yol açacak tesis kurulmasını ve bu tür faaliyetlerde bulunulmasını önlemek, bu konuda her türlü teknik, idari ve hukuki tedbiri almak,
d) Su ve kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki belediyelere verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri kullanmak,
e) Her türlü taşınır ve taşınmaz malı satın almak, kiralamak, ekonomik değeri kalmamış araç ve gereçleri satmak, İSKİ'nin hizmetleriyle ilgili tesisleri doğrudan doğruya yahut diğer kamu veya özel kuruluşlarla ortak olarak kurmak ve işletmek, bu maksatla kurulmuş veya kurulmakta olan tesislere iştirak etmek,
f) Kuruluş amacına dönük çalışmaların gerekli kılması halinde her türlü taşınmaz malı kamulaştırmak veya üzerinde kullanma hakları tesis etmek."
22. Yönetmelik'in ''Tanımlar'' kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''...
İçmesuyu havzaları (Havza): Bir akarsu, göl, baraj rezervuarı veya yeraltı suyu haznesi gibi bir su kaynağını besleyen yeraltı ve yüzeysel suların toplandığı bölgenin tamamıdır.
..."
23. Yönetmelik'in ''Genel hükümler'' kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
''(1) Bu yönetmelikte açıklanmayan tüm hususlarda Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin içmesuyu havzaları ile ilgili hükümleri uygulanır.
(2) Bu Yönetmelik hükümleri uyarınca yasaklanmış olan yapı, tesis ve faaliyetler; içmesuyu havzaları için zararlı yapı, tesis ve faaliyetlerden sayılır. Bu yapı, tesis ve faaliyetleri yapanlar hakkında; İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından 2560 sayılı İSKİ Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu ve ilgili diğer mevzuat uyarınca cezalandırılmaları için suç duyurusunda bulunulur.
(3) Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulama esasları ve diğer hususlar, Yönerge ile belirlenir.''
24. Yönetmelik'in ''Özel hükümler'' kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
(9) İçme suyu havzalarında imar planlarında uyulması gereken esaslar;
...
(Değişik: 17.07.2014-13/3. md.)
ç) İmar planı bulunmayan içme suyu havzalarında, imar planları hazırlanıncaya kadar yapılaşmaya izin verilmez.
g) (Değişik: 16.01.2013-2/1.md.)
İçme suyu havzalarında EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılır.
...''
2. Yargı Kararları
25. Uyuşmazlık Mahkemesinin 14/1/2013 tarihli veE.2012/591,K.2013/112 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...eski yönetmelikte 'dere mutlak koruma alanı' tanımı ve bu alanlarda yapılaşma ve faaliyetleri yasaklayan özel hükümler yer almakta iken, anılan yönetmelikte 'dere mutlak koruma alanı' tanımı ve bu alanlarla ilgili hükümlerin kaldırıldığı..."
26. Danıştay Altıncı Dairesinin 17/1/2017 tarihli veE.2016/6106,K.2017/275 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliğinin 'Özel hükümler' başlıklı 6.maddesinin 1. fıkrasında, İstanbul’a su temin edilen ve edilecek olan içmesuyu havzaları ve derelerin EK-1’de gösterildiği, 'İçmesuyu havzalarında imar planlarında uyulması gereken esaslar' başlıklı 9. fıkrasının c bendinde; Mutlak koruma alanlarında İdare tarafından yapılacak veya yaptırılacak arıtma tesisleri hariç, hangi maksatla olursa olsun hiçbir yapılaşmaya izin verilemeyeceği, g bendinde İçme suyu havzalarında EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılacağı, düzenlenmiştir.
Yukarıdaki mevzuat hükümlerinden 'havzanın mutlak koruma alanı' ile 'derenin koruma bandının' farklı kavramlar olduğu, havza mutlak koruma alanının; İçme ve kullanma suyu temin edilen ve edilecek olan suni ve tabii göller etrafında en yüksek su seviyesinde, su ile karanın meydana getirdiği çizgiden itibaren yatay 300 metre genişliğindeki kara alanı olduğu, havzanın mutlak koruma alanı içerisinde yapılaşma yasağı olduğundan bu alanda yer alan taşınmazların kamulaştırılmalarının zorunlu olduğu, havzayı besleyen derelerin dere işletme bandının ise; İSKİ içmesuyu havzaları yönetmeliği EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik bandı ifade ettiği ve dere işletme bandının da kamulaştırılmasının zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliğinin 6. maddesinin 9. fıkrasının (g) bendinde 'İmar planları hazırlanırken, Ek 1'de isimleri verilen derelerin her iki tarafında kadastral sınırlarından itibaren 100 metrelik yapı yaklaşma mesafesi bırakılır. Derelerin yapı yaklaşma mesafesi içinde kalan bu alanlardaki yapılaşma hakları parsel yüzölçümünün %60'ı hesaplanmak kaydıyla Ek 2'de verilen yoğunluk değerlerine göre ait olduğu imar planı sınırı içinde bulunan havza dışındaki alanlar ile orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında kullanılır. Bu durumda yapı yaklaşma mesafesi içinde kalan bu alanlar ağaçlandırma, yol, yeşil alan, rekreasyon v.b maksatlarla kullanılmak üzere kamuya bedelsiz terk edilir ve bu alanlarda yapı yapılamaz' kuralına yer verilmiş iken, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Kurulunun 16.01.2013 gün 2 sayılı kararı ile Yönetmeliğin anılan maddesinde değişikliğe gidilmiştir.
Değişik şeklinde: 'İçme suyu havzalarında Ek 1'de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılır' kuralı getirilmiştir.
UYAP üzerinden yapılan araştırmada yukarıda anılan yönetmelik değişikliğinin iptali için İstanbul 8. İdare Mahkemesinde E:2013/405 sayılı dava açılmış, mahkece her ne kadar 29/05/2013 tarihli, K:2013/958 sayılı karar ile davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiş ise de temyiz incelemesi üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 01/04/2014 tarihli, E:2013/5728, K:2014/2511 sayılı kararı ile işin esasının incelenmesi gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuş karar düzeltme istemi de Danıştay Altıncı Dairesinin 8.3.2016 tarihli, E:2014/5586 K:2016/1016 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
Davacı tarafından taşınmazının dere koruma bandında kaldığından bahisle bakılan dava açılmış, Mahkemece o tarihte 100 metre olan dere koruma bandı göz önünde bulundurularak düzenlenen bilirkişi raporuna göre davanın kabulüne karar verilmiş ise de; taşınmazın Terkos Baraj Gölünün uzun mesafeli koruma alanında ve dere ıslah ve işletme bandı dışında kaldığı, dolayısıyla kamulaştırma bedeli ödenmesini gerektirecek kısıtlılık durumunun söz konusu olmadığı, davacının taşınmazının yürürlükteki İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğine göre dere koruma bandı içinde bulunmadığı görüldüğünden, tazminat isteminin reddi yolunda karar verilmesi gerekirken, kısmen kabulü kısmen reddi yönündeki idare Mahkemesi kararında isabet görülmemiştir.
Öte yandan davacının taşınmazı yürürlükte olan İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğinin 6.maddesinin 9-g bendine göre, 10 metrelik dere işletme bandı içerisinde yer almıyor ancak anılan yönetmelik maddesinin önceki haline göre 100 metrelik dere işletme bandı içinde yer alıyorsa bu halde; yönetmelik maddesinin iptali için açılan İstanbul 8. İdare Mahkemesinin E:2013/405 sayılı dava sonucu da dikkate alınarak dava hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, İstanbul 8. İdare Mahkemesince verilen 01/12/2015 tarihli, E:2014/1263, K:2015/2546 sayılı kararın BOZULMASINA..."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin -özünde- mülkiyet hakkını güvence altına aldığını kabul etmektedir. AİHM'e göre bu madde üç belirgin kural içermektedir. Bu kurallardan ilki, maddenin birinci paragrafının birinci cümlesinde yer alan mülkiyetten barışçıl yararlanmaya (mülkiyetin dokunulmazlığına saygı) ilişkin genel nitelikli kuraldır. İkinci kuralın bulunduğu birinci paragrafın ikinci cümlesi ise mülkiyetten yoksun bırakmayı içerir ve bunu bazı koşullara bağlar. İkinci paragrafta yer alan üçüncü kural ise taraf devletlere mülkiyetin kamu yararına kullanılmasını, kontrolünü veya vergilerin, diğer katkıların ya da cezaların yerine getirilmesini sağlama yetkisi tanımaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61). Ancak bu üç kural birbiriyle bağlantısız olmayıp ikinci ve üçüncü kuralların genel nitelikli birinci kuralın ışığında incelenmesi gerektiği AİHM tarafından ifade edilmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79 21/2/1986, § 37; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80, 8/7/1986, § 106).
29. AİHM, taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili olmalarının mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No: 13331/07, 11/1/2011, § 35).
30. Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı, dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmalarının veya taşınmazlarını kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır(Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-74).
31. Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008) kararında, taşınmazın tapu kaydına konulan şerhin mülkiyet hakkına etkisi ayrıntılı olarak tartışılmıştır. AİHM; derece mahkemelerinin anayasal gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiğini, bu mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğunu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem bulunmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun taşınmazı 1993 yılında iyi niyetle edindiğini vurgulamıştır. Mülkiyet hakkına yapılan bu müdahaleye karşın iç hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığı ise kararda özellikle belirtilmiştir. AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasının engellendiği hâlde başvurucuya tazminat ödenmemiş olması nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye, §§ 67-93).
32. Kutlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11, 13/12/2016) kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının bir kısmı baraj yapımı için kamulaştırılmış; kalan kısmı ise kısmen mutlak koruma alanında, kısmen kısa mesafeli koruma alanında bırakılmıştır. Başvurucular kamulaştırma talebinde bulunmuş, talepleri reddedilince asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Başvurucuların tazminat talepleri değer düşüklüğü gözetilerek kısmen kabul edilmiştir. Başvurucular mülklerinin kamulaştırılması yerine yalnızca değer düşüklüğü kaybının tazminat olarak verilmesi sebebiyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir. AİHM mutlak koruma alanında kalan taşınmazlarda inşaat yasağı bulunduğuna ve tarım da yapılamadığına, ayrıca ilgili yönetmeliğe göre bu alandaki taşınmazların kamulaştırılması gerektiğine dikkati çekmiştir. AİHM'e göre taşınmazın kamulaştırılması hakkı ve taşınmazın değerine uygun düşen bir tazminat ödenmesi hakkı mülk teşkil etmektedir. AİHM taşınmazların kamulaştırılmasının kabul edilmeyerek mülklerin kullanımına getirilen kısıtlamalardan doğan zararların giderilmesinin tercih edilmesinin somut olay bağlamında mülkiyet hakkının gerekliliklerine uygun düşmediği sonucuna varmıştır. AİHM kısa mesafeli koruma alanında bulunan taşınmaz yönünden ise taşınmaz üzerinde belirli koşullar dâhilinde tarım yapılabildiğini ancak inşaat yasağı bulunduğunu belirtmiştir. AİHM bu gibi taşınmazlar yönünden kamulaştırılma hakkının düzenlenmediğini dikkate almıştır. Dolayısıyla AİHM'e göre ilgili yönetmelikle getirilen kısıtlamalardan kaynaklanan zarara uygun düşen bir tazminat ödenmesi başvurucuların hakları ile toplumun hakları arasında adil bir denge kurabilir. AİHM bununla birlikte somut olayda bilirkişi tarafından %40 oranında değer düşüklüğü tazminatı saptanmasına rağmen derece mahkemelerince bu oranın basit bir gerekçeyle %25 olarak kabul edildiğini belirtmiştir. Sonuç olarak tazminat miktarlarının belirlenme şeklinin söz konusu miktarın maruz kalınan zarar ile makul bir şekilde uygun olduğunu ifade etmesine imkân vermediği kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Kutlu ve diğerleri/Türkiye,§§ 65-70).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu, dere işletme bandında kalan taşınmazının tasarruf yetkisinin kısıtlandığını, Yönetmelik gereği taşınmazın kamulaştırılması gerekirken kamulaştırılmadığını ve açtığı tazminat davasının da keşif yapılmadan hukuka aykırı olarak reddedildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca davanın açıldığı 2015 yılı için tek hâkimle görülecek davalarda parasal sınırın 30.830 TL olarak belirlendiğini, açtığı davanın değeri 32.000 TL olmasına rağmen tek hâkimle karar verilmesinin hukuki güvenlik ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurunun bu kapsamda incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
38. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvuruya konu taşınmazın başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkün varlığında tereddüt bulunmamaktadır.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
39. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve sahibi olduğu şey üzerinde tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
40. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
41. Başvuru konusu somut olayda Yönetmelik'in 6. maddesinin dokuzuncu fıkrasının (ç) bendinde, imar planı bulunmayan içme suyu havzalarında imar planları hazırlanıncaya kadar yapılaşmaya izin verilemeyeceği belirtilmiştir. Yine aynı fıkranın (g) bendinde, içme suyu havzalarında isimleri belirtilen derelerin orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılacağı ve bu dere ıslah alanı ile dere işletme bantlarının idarece kamulaştırılacağı düzenlenmiştir.
42. Buna göre dere işletme bantlarını da kapsayan içme suyu havzalarında imar planları yapılıncaya kadar yapılaşma izni verilmemesinin başvurucunun mülkü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunmasını engellediği açıktır. Bunun yanında dere işletme bantları için söz konusu Yönetmelik'te öngörülen temizlik, bakım ve onarım faaliyetlerinin başvurucunun mülkünden dilediği gibi yararlanmasını veya mülkünü kullanmasını sınırladığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına müdahalenin mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
43. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
44. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
45. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
46. Somut olayda başvurucunun maliki olduğu taşınmazın yukarıda belirtilen kanun ve yönetmelik hükümleri nedeniyle -kullanma, yararlanma haklarına yönelik olarak- bazı kısıtlamalara tabi tutulduğu anlaşılmıştır (bkz. §§ 21, 24). Bu kanun ve yönetmelik hükümlerinin belirli, öngörülebilir ve ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni dayanağı mevcuttur.
ii. Meşru Amaç
47. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
48. Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu; çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirlenmesini önlemenin devlet ile vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. Bu bakımdan yapılaşmanın fen, sağlık ve çevre şartlarına uygunluğunun sağlanması, buna ilişkin düzenlemelerde kamu yararı bulunduğu kabul edilmelidir (Süleyman Günaydın, B. No: 2014/4870, 16/6/2016, § 71).
49. Belirli kısıtlamalar içeren yasal mevzuat hükümlerinin etkisi değerlendirilirken taşınmazların bulunduğu İstanbul'un nüfus yoğunluğunun ve önümüzdeki yıllarda kullanılabilir temiz suya olan ihtiyacının da gözönünde bulundurulması gerekir. Temiz suya erişimin sürdürülmesinin hayati önem taşıdığı dikkate alındığında su havzalarının kirlenmesinin önlenmesi için bir kısım tedbirin alınması ve yasakların getirilmesi sonucu oluşan müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
50. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
51. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
52. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
53. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
54. Dünyada artan nüfus, iklim değişikliği sebebiyle yağışların düzensizleşmesi ve yer altı su kaynaklarının gittikçe azalması sonucunda kullanılabilir temiz suya olan ihtiyacın her geçen gün arttığı açıktır. Somut olayda da kamu makamlarının kullanılabilir temiz suyun kesintisiz şekilde temin edilmesi ve bu maksatla su kaynaklarının korunması amacıyla yukarıda atıf yapılan yasal düzenlemeleri getirdiği hususunda bir duraksama bulunmamaktadır. Dolayısıyla su kaynaklarının korunmasındaki zaruriyet çerçevesinde yasal düzenleme yapılması hususunda kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin mevcut olduğuna dikkat çekmek gerekir.
55. Somut uyuşmazlıkta derece mahkemeleri, başvuru konusu taşınmazın iddia edildiği gibi mutlak koruma alanında olmayıp dere ıslah ve işletme bandında bulunduğunu tespit etmiştir. Bununla birlikte Yönetmelik'te dere ıslah ve işletme bandında kalan taşınmazlarda yapılaşmayı, tarımsal faaliyeti ve hayvancılık faaliyetini yapmayı kısıtlayan,dolayısıyla imar planlarındaki fonksiyonlarına uygun tasarrufta bulunmayı engelleyen bir düzenleme bulunmadığı belirtilmiştir.
56. Derece mahkemelerine göre yasal mevzuatta yer alan kısıtlamalar başvurucunun taşınmazı üzerinde tasarruf yetkilerini kullanmasına engel değildir. Bu nedenle başvurucuya ait taşınmazda değer kaybı ya da zarar meydana gelmemiştir.
57. Danıştay kararında da belirtildiği üzere dere işletme bandı Yönetmelik'te belirtilen derelerin orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik bandı ifade etmektedir (bkz. § 26).
58. Olay tarihinde yürürlükte bulunan Yönetmelik'te dere işletme bantlarını da kapsayan içme suyu havzalarında kalan taşınmazlarda imar planları hazırlanıncaya kadar yapılaşmaya izin verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca taşınmazın sınır olduğu derenin ıslah kesitinin her iki yanında temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılacağı düzenlenmiştir. Bu bağlamda dere işletme bandına ayırma amacının derenin temizlik, bakım ve onarımı olduğuna, bu amaca taşınmaza müdahalede bulunmaksızın ulaşılamayacağına işaret etmek gerekir.
59. Buna göre Yönetmelik hükümlerinin yapılaşmayı kısıtladığı gibi taşınmazın kullanımını da kısıtladığı sonucuna varılmıştır. Ancak söz konusu mevzuatın yol açtığı kısıtlamaların bir sonucu olarak taşınmazın tamamen kullanılamaz hâlde olduğu da söylenemez.
60. Dolayısıyla kullanma ve yararlanma hakkına yönelik olarak kısmen kısıtlamaya maruz kalan ancak tamamen de kullanılamaz nitelikte bulunmayan taşınmazın kamulaştırılması veya bedelinin tamamına hükmedilmesi gerektiğinden söz edilemez. Bununla birlikte başvurucunun mülkiyet hakkının kamu yararı amacı çerçevesinde kısıtlandığı ve bu kısıtlamaların bir zarara yol açtığı da açıktır. Bu hâlde başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olduğundan yani adil dengenin sağlandığından söz edilebilmesi için meydana gelen zararın en uygun giderim vasıtasıyla ortadan kaldırılması gerekir. Somut olayda kısıtlılık nedeniyle ortaya çıkan zarar başvurucuya tazminat ödenerek karşılanabilecektir. Bu kapsamda kamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabilmesi bakımından taşınmazlarda kısıtlılık nedeniyle meydana gelen zararı karşılayacak düzeyde tazminatın belirlenmesi ve başvurucunun zararının giderilmesi gerekir.
61. Taşınmazı için getirilen kısıtlamalara rağmen başvurucuya hiçbir tazminat ödenmemesi müdahalenin içerdiği kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında bütün külfetin başvurucuya yüklenmesine yol açmıştır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale başvurucuya aşırı bir külfet yüklemekte olup başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur.
62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması taleplerinde bulunmuştur.
65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
68. İncelenen başvuruda idari işlem sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte derece mahkemeleri de ihlali giderememiştir. Bu açıdan ihlal aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklanmaktadır.
69. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş; yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 3. İdare Mahkemesine (E.2015/1491, K.2016/609) GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.