TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
İ.E. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/18190)
Karar Tarihi:16/9/2020
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Burhan ÜSTÜN
Muammer TOPAL
Selahaddin MENTEŞ
Raportör
Zeynep KARAKOÇ
Başvurucu
İ.E.
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, disiplin işlemine karşı açılan davada verilen kararda kullanılan ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve kanun yolu aşamasında gerekçesiz kararlar verilmesi, yargılamanın makul sürede yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/3/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Olaya İlişkin Ceza Yargılaması Süreci
9. Başvurucu, Tavşanlı Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 9/4/2002 tarihli kararıyla dolandırıcılık suçundan hapis ve para cezasına mahkûm olmuştur. Anılan kararda; Domaniç Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/35 sayılı dosyasında hapis cezası verilmesine ilişkin kararı yasa dışı yollarla Yargıtayda bozduracağı vaadiyle başvurucunun şikâyetçiden 1.000 TL talep ettiği, bu miktarın karşılığı olarak ise 600 USD'yi aldığı ve bu sırada suçüstü yakalandığı, bu suretle yasal görevine girmeyen ve yapılması veya yapılmaması hususunda yetkili olmadığı bir işi yapacağı kanaatini uyandırarak menfaat sağladığına dair delil ve emare elde edildiği ifade edilmiştir.
10. Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 5/6/2003 tarihli düzelterek onama kararı ile ağır para cezasının miktarına ilişkin bir düzeltme yapılmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, lehe hükümlerin değerlendirilmesi yönünden yeniden yapılan yargılama sonucunda 15/7/2009 tarihli kararı ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir.
B. Olaya İlişkin İdari Yargı Süreci
11. Başvurucu, Domaniç hâkimi olarak görev yapmakta iken 15/12/2003 tarihli Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 69. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır.
12. Başvurucunun hâkim ve savcılara verilecek meslekten çıkarma cezalarına karşı yargı yolunun açılmasına ilişkin Anayasa değişikliği üzerine yaptığı başvuru Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun (HSYK Genel Kurulu) 7/6/2011 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu bu karara yönelik yeniden incelenme talebinin de reddi yolundaki HSYK Genel Kurulunun 18/1/2012 tarihli kararının iptali istemiyle Danıştay Onikinci Dairesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır.
13. Dava dilekçesinde başvurucu; disiplin cezası verme yetkisinin zamanaşımına uğradığını, dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddialarının dikkate alınmadığını, HAGB kararlarının sanık hakkında hukuki sonuç doğurmadığını, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığını, 2001 yılından bu yana mesleğini icra edemediğini, ömür boyu yasaklı olmasının düşünülemeyeceğini, benzer durumda olan bir hâkim hakkında verilen meslekten çıkarılma kararının eşitlik ilkesine aykırı olarak kaldırıldığını ileri sürerek dava konusu işlemin iptal edilmesini istemiştir.
14. Mahkemenin davanın reddine ilişkin 11/12/2013 tarihli kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Olayda, suç tarihinde Domaniç hakimi olarak görev yapan davacının Domaniç Asliye Ceza Mahkemesinin 2001/35 esas sayılı dosyasında verilen 2 yıl 6 ay hapis cezası alan şikayetçiyi, aynı adliyede zabıt katibi olarak görev yapan şikayetçinin akrabası olan şahıs aracılığı ile odasına çağırtarak, yanlarında bu şahıs da olduğu halde şikayetçiyi mahkumiyete konu kararın normal olarak onanacağını, işinin zor olduğunu, Ankara'da bulunan ve avukat olan bacanağının bu işlerle uğraştığından başlangıçta 1.000 TL Yargıtay üyelerine verildiği takdirde kararın bozulabileceğini, toplam 4.000 - 5.000 TL para gerekeceğini söyleyerek kendisinin hakim olarak görev yapması nedeniyle hakimlik mesleğine duyulan güveni de kötüye kullanarak hukuki bilgiden yoksun olan şikayetçiyi endişeye sevk etmek suretiyle ikna ettiği, bacanağı olan avukatın telefonla adresini ve vergi numarasını öğrenip, bir kağıda yazarak şikayetçiye vererek avukat adına vekâletname çıkarttırdığı, daha sonra Ankara'ya giderek ve şikayetçiyi de Ankara'ya çağırarak söz konusu parayı almak istediği ancak şikayetçinin daha sonra görüştüğü bir hukukçudan böyle bir şeyin mümkün olamayacağını öğrenmesi ve Adalet Bakanlığı'na şikayette bulunması üzerine davacı fiil tarihinde daha önce seri numaraları tespit edilen 100'lük banknotlar halindeki 600 USD'yi Ankara'da Eskişehir yolu üzerindeki Ümitköy kavşağı üzerinde şikayetçi ile buluşarak aldığı ve yapılan suçüstü sonunda söz konusu 600 USD davacının üzerinde yakalandığı anlaşılmış olup, usülüne uygun olarak yapılan soruşturma ile davacının dolandırıcılık suçundan dolayı yargılanarak mahkum olduğunun tespit edilmesi nedeniyle, 2802 sayılı Kanunun 69. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen şartların gerçekleştiği görüldüğünden, bu haliyle "meslekten çıkarma cezası" ile cezalandırılan davacının bu kararın kaldırılması talebinin reddine ilişkin kararda ve bu kararın yeniden incelenmesi yolundaki talebin reddine ilişkin kararda hukuka aykırılık bulunmamaktadır."
15. Mahkeme; usulüne uygun olarak yapılan soruşturma ile başvurucunun dolandırıcılık suçundan yargılanarak mahkûm olduğu, bu sebeple 2802 sayılı Kanun'da meslekten çıkarma cezası verilmesi için belirtilen şartların gerçekleştiği, hakkındaki cezanın kaldırılması talebinin reddine ilişkin kararda ve bu kararın yeniden incelenmesi yolundaki talebin reddine ilişkin kararda hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna vararak 11/12/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ayrıca kararda; başvurucunun hakkındaki HAGB kararı ile mahkûmiyet kararının ortadan kalktığını ileri sürmesine karşın ceza mahkemesince fiilin sübutuna kanaat getirilmiş olduğu vurgulanmış ve fiilin sübutuna dair bu tespitin disiplin hukukunda da dikkate alınarak aynı eylem nedeniyle disiplin cezası uygulanabileceği açıklaması yapılmıştır.
16. Başvurucu temyiz dilekçesinde, dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaları (bkz. § 13) tekrarlayarak kararın bozulmasını istemiştir. Başvurucunun temyiz istemi Danıştay İdari Dava Dairesi Kurulunun (İDDK) 25/1/2016 tarihli onama kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin de İDDK'nın 19/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine Mahkeme kararı kesinleşmiştir.
17. Nihai karar 14/3/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 29/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. İlgili hukuk için bkz. K.Ş. B. No: 2016/3267, 23/1/2019, §§ 13-21.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
21. Başvurucu, Mahkeme kararının HAGB kararı ile sonuçlanan ceza davasına konu suçların işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Bakanlık görüşünde, başvuruya konu edilen süreçte yargı organlarınca verilen kararlara ilişkin genel bilgiler aktarılmış ve disiplin yönünden meslekten çıkarma cezasının hukuki denetimi yapılırken münhasıran daha sonra hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması kararına dayanılmadan, başvurucunun eyleminin disiplin hukuku çerçevesinde de değerlendirilmesi yapılarak eylemin disipliner yönden sübuta erdiği şeklinde oluşturulan Mahkemenin gerekçesinde kullanılan dilin, başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaşmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir.
23. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında, bireysel başvuru formundaki taleplerini tekrar etmiştir.
2. Değerlendirme
24. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
25. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
27. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
28. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
29. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
30. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
31. Somut olayda başvurucu ceza yargılamasında HAGB kararı verilmesine rağmen Mahkeme kararlarında yer alan ifadelerin kendisinin suçlu olduğu inancına yol açtığından yakınmıştır. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetinin masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme kararında başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamındaki suçlamayla, yargılama sonucunda verilen HAGB kararının içeriğiyle ilgili olarak değerlendirme yapıldığına işaret eden ibarelerin bulunduğu gözlemlenmektedir. Sözü edilen ibarelerin varlığı -herhangi bir ihlale yol açıp açmadıkları hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- idari yargılama ile ceza yargılaması arasında bağlantının bulunduğu sonucuna ulaşılması bakımından yeterli görülmüştür. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutunun somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
33. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ile kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
34. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır.
35. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
36. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
37. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda, Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir (Galip Şahin, § 45).
38. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin yüklenen suçu işlemediğinin sabit olması nedeniyle verilen hükümler dışında ceza mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir. Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, § 25; Kürşat Eyol, § 30).
39. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin, § 47).
40. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile dayanılması ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki ceza ve disiplin hukuku süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü, disiplin işlemine karşı açılan idari davada kararın verildiği tarihte ceza davasının HAGB kararı ile sonuçlanmış olduğu görülmektedir. Bu itibarla masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ikinci yönünün devreye girdiği somut olayda, disiplin soruşturması ve yargılaması sürecinde kamu makamlarının kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin, bir başka ifadeyle masumiyet karinesinin güvencelerine aykırı davranılıp davranılmadığının ortaya konulması gerekmektedir.
42. Mahkemenin kararında ceza soruşturması ve davası sürecinde yargı makamları tarafından verilen kararlardan alıntılara da yer vermek suretiyle bu süreçten bir olgu olarak bahsettiği görülmekte olup bu durumun tek başına masumiyet karinesinin ihlaline yol açmadığı belirtilmelidir. Öte yandan dava dosyasına sunulan bilgi ve belgeleri değerlendiren Mahkemenin daha hafif bir ispat külfeti temelinde başvurucunun ahlaki durum itibarıyla görev yaptığı kurumun itibarını sarsacak, hizmetin gerekleriyle bağdaşmayacak nitelikte hâl ve hareketler içinde bulunduğu yönünde sonuca ulaştığı anlaşılmaktadır.
43. Belirtilen sonuca ulaşılan kararda; özü itibarıyla başvurucunun özel hayatına dair birtakım unsurlar bulunmakla birlikte üçüncü kişilerin de dâhil olduğu ve soruşturma konusu olan olayların bütün olarak değerlendirildiği, başvurucunun söz konusu olaylar sürecindeki hâl ve hareketlerinin etik olmadığına, mesleğiyle bağdaşmadığına, ayrıca hâkimlik görevinin özel önem ve önceliklerine de uygun olmadığına ilişkin tespit ve değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Kararda, sadece disiplin hukuku yönünden tartışılan söz konusu fiili ceza hukuku kapsamında dolandırıcılığa eksik teşebbüs olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği hususunda ise bir yorum yapılmadığı ya da kanaat belirtilmediği görülmektedir.
44. Bu itibarla söz konusu kararda başvurucunun kendisine isnat edilen eylemlerden suçlu bulunması gerektiği ya da suçlu olduğu yönünde ve başvurucuya cezai sorumluluk yükler nitelikte bir çıkarımda bulunulmadığı, kararlarda geçen ifadelerin gerek kullanılan dil gerekse bağlamı itibarıyla ceza hukuku anlamında ve teknik unsurlarıyla ceza soruşturması ile davasına konu suçlara ya da bu suçların işlendiğine işaret etmediği, eylemin sübut bulduğuna değinildiği görülmektedir.
45. Bu tespitler ışığında derece mahkemesinin disiplin hukuku kapsamında kalan yetki sınırlarını aşmadığı sonucuna varılmaktadır.
46. Bu durumda gerek disiplin işlemleri gerekse idari yargılama sürecinde kullanılan dil ve gerekçenin masumiyet karinesine yönelik bir ihlal teşkil etmediği anlaşılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
48. Başvurucu, idarenin disiplin cezası verme hakkının zamanaşımına uğramasına karşın kendisine meslekten çıkarma cezası verildiğini, Mahkemenin mevzuatın değerlendirmesinde hataya düştüğünü, davalı idarenin sunduğu belgelere göre karar verildiğini, eksik inceleme ve mevzuatın yanlış yorumlanması nedeniyle davanın reddine ilişkin hükmün hukuka aykırı olduğunu, kendisine taraflı davranıldığını, temyiz ve karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararların herhangi bir gerekçe içermediğini belirterek, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özü; meslekten çıkarılmasına ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesinin, bir başka ifadeyle bu husustaki yargılamanın sonucunun adil olmamasıdır. Dolayısıyla anılan iddialar bu kapsamda değerlendirilmiştir.
50. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
51. Somut olayda iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı incelenerek ilgili kısımları yukarıda belirtilen (bkz. §§ 14, 15) gerekçe ile hüküm kurulmuştur.
52. Yargılama sürecinde meslekten çıkarma kararının alındığı tarih itibarıyla yürürlükte olan mevzuatın dikkate alındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Mahkemenin salt idarenin sunduğu bilgi ve belgelere göre değil bütünsel bir bakış ile hükme ulaştığı görülmektedir. Mahkeme bu değerlendirmesi ile başvurucunun eylemlerini somut olarak tespit ederek konuyla ilgili mevzuat kapsamında davanın reddine karar vermiştir. Bu yorum ve değerlendirmeler, uyuşmazlığı çözmekle görevli mahkemenin takdirinde olup bireysel başvuruda değerlendirmeye konu edilemeyecek niteliktedir.
53. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup kararda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
55. Başvurucu, başvuru konusu yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
56. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
57. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
58. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.
59. Anılan kararda özetle öngörülen başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
60. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.
D. Çalışma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
63. Çalışma ve sözleşme hürriyeti, Anayasa’nın 48. ve 49. maddesinde güvence altına alınmış olmakla birlikte Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunmamaktadır (Mehmet Hadi Tunç, B. No: 2013/1958, 7/7/2015, § 28).
64. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Çalışma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.