TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET TAŞKIN DAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/18236)
|
|
Karar Tarihi: 29/9/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Zeynep KARAKOÇ DOĞANOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Taşkın DAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Kürşat GÜVENÇ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini
istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 17/2/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, sol böbrek ağrıları sebebiyle Ordu Devlet
Hastanesinde (Hastane) muayene olmuştur. Muayene ve yapılan tahlil sonuçlarına
göre böbreğinde tespit edilen taşın cerrahi operasyonla alınması gerektiği
başvurucuya söylenmiştir.
9. Başvurucunun beyanına göre ameliyattan önce hiçbir
rahatsızlığı bulunmamaktadır. Hazırlık tetkiklerinde de olumsuz bir bulguya
rastlanmamıştır. 12/3/2012 tarihinde yapılan operasyondan sonra göğüs
bölgesinden aşağısını hissedememiştir. Durumunun fark edilmesi üzerine tahlil
ve tetkiklere başlanmış, Hastanenin Üroloji Servisinde sekiz gün yatmıştır.
Başvurucunun felç geçirdiği anlaşılmış ancak felç geçirmesinin nedenleri
hakkında bir açıklama yapılamamış, başvurucuya herhangi bir bilgi ve belge
verilmemiştir.
10. Başvurucu 20/3/2012 tarihinde ambulans ile Samsun
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmiştir. Nöroloji Servisinde
yer bulunmaması nedeniyle özel odada ücretli olarak kalmıştır. Başvurucuya
anjiyo yapılmış ve kendisine ana arterlerin sağlam olduğu bilgisi verilmiştir.
Ayrıca üroloji uzmanlarınca enfeksiyon ve kanama tedavisi uygulanmıştır. Felç
geçirmesinin nedenleri ve tedavisi ile ilgili kesin ve net bir açıklama
yapılmadan başvurucu hakkında 30/3/2012 tarihinde "Acilen fizik
tedavisi ve rehabilitasyon uygundur." yazısıyla taburcu işlemleri
yapılmıştır. Başvurucu aynı gün ambulansla Özel Samsun Romatem Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon Merkezine sevk edilmiştir.
11. Başvurucu, Ankara Gülhane Eğitim ve Araştırma
Hastanesine (GATA) sivil hasta olarak kabul edilmesi için girişimlerde
bulunmuştur. Yaklaşık on üç ay sonra kendisine sıra gelmesiyle tedavisine
başlanmıştır. Bu sırada başvurucunun hastane enfeksiyonuna bağlı hastalıkları
nedeniyle kontrolleri devam etmiştir.
12. Başvurucu, sorumluların cezalandırılması istemi ile
Ordu Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuştur.
Savcılığın E.2015/949 sayılı dosyasında yürütülen soruşturma sonucunda
29/4/2015 tarihli kararla, Ordu Valiliği İl İdare Kurulunun 30/3/2015 tarihli
kararıyla inceleme yapılanlar hakkında soruşturma izni verilmediği belirtilerek
soruşturma dosyası işlemden kaldırılmıştır.
13. Başvurucu, Ordu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk
Mahkemesi) 25/6/2014 tarihinde Sağlık Bakanlığına karşı maddi ve manevi
tazminat davası açmıştır. Başvurucu ameliyat sonucunda felç geçirmesi nedeniyle
uğradığı 5.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi zararın 12/3/2012 tarihinden
işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminini istemiştir. Hukuk Mahkemesi
9/10/2014 tarihli kararıyla davayı görev yönünden reddetmiştir.
14. Tarafların temyiz etmemesi üzerine 31/12/2014
tarihinde karar kesinleşmiştir. Başvurucu süresi içinde 14/1/2015 tarihinde
Ordu İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 7/5/2015
tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın
gerekçesinde, zararın öğrenilmesinden (12/3/2012) itibaren bir yıl içinde
doğrudan adli yargı yerinde dava açılması gerekirken bu sürenin geçirilmesinden
sonra 25/6/2014 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının
incelenme imkânı bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Başvurucunun temyiz istemi Danıştay Onbeşinci
Dairesinin (Daire) 3/11/2015 tarihli kararıyla reddedilerek mahkeme kararı
onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 17/11/2016 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
16. Onama ve karar düzeltme isteminin reddine ilişkin
kararların karşıoy görüşünde ise idareye başvuru süresinin idari eylemlerden
zarar gören kişilerin eylemi öğrendiği tarihten itibaren başlayacağı, başvurma
süresinin başlangıcının yalnızca eylem tarihi ve zararlı sonucun doğduğu tarihi
esas almanın zararın henüz ortaya çıkmadığı veya çıksa bile zararın çıkış
sebebinin öğrenilemediği durumlarda dava açma süresinin çok kısalmasına yol
açacağı ya da dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle
bağdaşmayacağı belirtilmiştir. 12/3/2012 tarihinde yapılan ameliyat sonucunda
felç kalması nedeniyle sorumluların cezalandırılması istemi ile başvurucu
tarafından Ordu Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu ve
Savcılığın E.2015/949 Esas sayılı dosya üzerinden soruşturmanın devam ettiğinin
anlaşıldığı, ayrıca Hastaneden alınan 23/10/2014 tarihli rapor ile başvurucunun
%78 oranında kalıcı engelli olduğu hususunun tespit edildiği ifade edilmiştir.
Bu hususların araştırılarak dava konusu zararın öğrenildiği tarihin ortaya
konulması ve dava açma süresinin buna göre hesaplanması gerektiği sonucuna
varıldığı belirtilmiştir.
17. Nihai karar 26/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu 17/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 9. maddesinin "Görevli olmayan yerlere başvurma"
kenar başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"1.
Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği
halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev
noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen
günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz
yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine
başvurma tarihi olarak kabul edilir."
20. 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı
davaları" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"İlgililer haklarını ihlal eden bir
idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan
doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte
açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması
üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde
verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan
dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası
açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma
hakları saklıdır."
21. 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması" kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"1. İdari eylemlerden hakları
ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim
üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde
eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının
yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen
reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay
İçtihadı
22. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve
E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve
doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik
araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari
tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle
kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin
kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev
kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında
eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev
kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya
çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu
zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun,
dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz
etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı
davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması
sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya
çıkması zorunludur."
23. Aynı Dairenin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634,
K.2018/1334 sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" başlıklı 13.
maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan
önce eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gerektiği öngörülmüş olup; bu sürelerin, kişilerin
haklarını ihlal eden eylemlerin, idare ile illiyet bağının kurulduğu, başka bir
ifadeyle eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihten itibaren başlatılacağı
kuşkusuzdur.
Tam yargı davaları, idari eylem
nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı
davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya
çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında
bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve
işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar
veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve
doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de
çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken; mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza
davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu
zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde
öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı
tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan
eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma
hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
24. Aynı Dairenin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/2637,
K.2017/180 sayılı kararı şöyledir:
"Tam yargı davaları idari eylem
nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı
davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya
çıkması zorunludur.
(...)
Söz konusu eylemin idariliği ve
doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de
çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu ortaya
çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ortaya
çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan
eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma
hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar,
idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların
kardeşinin Şanlıurfa Kapalı Cezaevi'nde meydana gelen olaylar sonucunda
16/06/2012 tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmesinde davalı idareye
yüklenebilecek hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup
bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır.
Dava dosyası ile Dairemizin E:2015/1145
sayılı dosyası içerisinde yer alan Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının
06/06/2013 tarih ve … sayılı "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair
Kararı"ndan; davacılar yakınının diğer 12 hükümlü ve tutuklu ile beraber
Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 16/06/2012 saat 23:00
sıralarında çıkan yangında yaşamını yitirdiği, cezaevinden sorumlu Cumhuriyet
Savcısının nezaretinde elektrik ve inşaat mühendisi, iş ve sosyal güvenlik
uzmanı, kimya uzmanı, itfaiyeciler ve olay yeri inceleme ekibi tarafından
yapılan incelemede, 13 kişinin koğuşun üst katında kol kola ve sıralı bir
şekilde yanarak yaşamlarını yitirdikleri, koğuş kapısının dolap ve ranzalarla
kapatıldığı, yangına katılmak istemeyen 5 mahkumun diğer hükümlü ve tutuklular
tarafından tuvalete kilitli vaziyette bırakıldıkları ve bu kişilerin
kurtarıldığı, cezaevi kamera kayıtlarına göre yangının 22:40 sıralarında
başladığı, infaz koruma memurlarının yangından 22:41 sıralarında haberdar
oldukları, ilk itfaiye aracının 22:47'de, ilk ambulansın da 22:51'de cezaevine
giriş yaptığı ve yangının 23:13 sıralarında tamamen söndürüldüğü, olayla ilgili
yapılan disiplin soruşturması neticesinde görevli personel hakkında disiplin
cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği ve yine olayla ilgili
Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair
karara karşı yapılan itirazın da Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı
kararıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.
(…)
Dolayısıyla davacıların yakınının
hayatını kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup bulunmadığı, Şanlıurfa
Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar ile
kesinlik kazanmıştır.
Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin
kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, …'Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair
Karar'ın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık sürenin de bu tarihten
itibaren başlayacağı açıktır."
25. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/4/2016 tarihli ve
E.2016/3471, K.2016/3026 sayılı kararı şöyledir:
"Dava, davacının tedavi için
gittiği Eskişehir Devlet Hastanesinde 18/04/2011 tarihinde yapılan enjeksiyon
sonucu sakat kaldığından bahisle [uğradığı] zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince, davacının,
rahatsızlığı nedeniyle 18/04/2011 tarihinde Eskişehir Devlet Hastanesine
gittiği burada yapılan iğne sonucu sakat kaldığından bahisle ilgililer hakkında
savcılığa suç duyurusunda bulunduğu, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının
soruşturma … sayılı dosyasında yürütülen soruşturmada, konuyla ilgili alınan
İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Üçüncü Adli Tıp İhtisas Kurulunun
02/08/2013 tarihli raporu dikkate alınarak 'kovuşturmaya yer olmadığına' kararı
verildiği, bu karara yapılan itirazın Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2013
tarihli … kararı ile reddedildiği ve kararın 03/03/2014 tarihinde ilgiliye
tebliğ edildiği, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç
Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde
kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 60 gün içerisinde idareye
başvuruda bulunması gerekirken bu süre geçtikten çok sonra 15/12/2014 tarihinde
başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi geçtikten sonra yapılan
başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesine olanak bulunmadığı
gerekçesiyle süre aşımı yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
(…) tam yargı davasının açılabilmesi
için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. Söz
konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla
birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve
hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ve fakat resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza
davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu
zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Olayda ise, uyuşmazlık konusu eylemin
idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının
tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren
davacının 1 yıllık süre içinde 15/12/2014 tarihinde idareye başvuruda bulunduğu
anlaşıldığından, yasal süresi içinde yapılan başvuru üzerine açılan davanın
esastan incelenmesi gerekirken süre aşımı yolunda verilen kararda hukuki isabet
bulunmamaktadır."
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ...
bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sefer Yılmaz
ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B. No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda askerde
ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının takipsizlikle
sonuçlanmasının ardından Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) açılan tam
yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda
başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu
değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu M.Y. 9/9/2008
tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat etmiştir.
Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde Askerî Savcılık; ölüm
olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı, M.Y.nin
el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır. Askerî Savcılığın bu sonuca
varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ve
tanıkların M.Y.nin ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik
sorunlarının olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın
ardından başvurucular 28/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri
Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010
tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmıştır. AYİM 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 43. maddesinde öngörülen
bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle
reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının
davacıların yakınının intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde
gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm
sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca
belirtilmiştir.
28. AİHM, davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık
süre sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu
belirtmiş; başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini
öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini, bu bağlamda
takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya
intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini, bu durumun AYİM'e başvuru
yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM; olay
tarihinde başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar
bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu
tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini, idarenin
olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin
üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı, bu koşullarda
başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde
suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim
haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem
Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
29. AİHM; askerde ölüm olayıyla ilgili kusursuz
sorumluluğa dayalı olarak açılan tam yargı davalarında ise takipsizlik kararından
haberdar olmaya ihtiyaç duyulmadığını, dolayısıyla kusursuz sorumluluk esasına
göre açılan davalarda bir yıllık dava açma süresinin ölüm tarihinden itibaren
başlatılmasının makul olduğunu belirtmektedir (Canan Eyilmez ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No:74704/11, 1/7/2014, §§ 24-34). AİHM, Canan
Eyilmez ve diğerleri/Türkiye kararında başvurucuların yakınlarının zorunlu
askerlik hizmetini yerine getirdiği sırada ölümcül kazanın meydana gelmesi
nedeniyle idarenin kusursuz sorumluluk ilkesine dayanarak kendilerine tazminat
ödemeye mahkûm edilmesi gerektiğini savunduklarına dikkat çekerek idarenin
olası kusurundan bilgi sahibi olmaya ihtiyaç duyulmadığı, bu nedenle dava açma
süresinin olay tarihinden itibaren başlatılmasının hakkaniyetsizlik olarak ya da
kendi özünde başvuranların mahkemeye erişim haklarına zarar verecek nitelikte
görülmediği gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
30. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
31. Başvurucu, tazminat davası açılması için gerekli
bilgi ve belgelere cerrahi operasyonun yapıldığı tarih itibarıyla sahip
olmadıklarını belirtmektedir. Ceza soruşturmasının ve tedavisinin devam
ettiğini, %78 oranında kalıcı engelli olduğu yolunda raporun 23/10/2014
tarihinde düzenlendiğini ifade eden başvurucu, olayda hizmet kusuru bulunduğu
sonucuna bu tarih itibarıyla ulaştığına dikkat çekmekte süresi içinde dava
açtıklarını iddia etmektedir. Başvurucu, Danıştayın aynı nitelikteki
uyuşmazlıklarda davanın süresinde olduğunu kabul ederek işin esasının
incelenmesi gerektiği yönünde verdiği kararlar olduğunu hatırlatmaktadır.
Mahkemenin dava açma süresini ameliyatın gerçekleştiği tarihten başlatarak
davayı süre aşımından reddetmesi nedeniyle adil yargılanma ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, yeniden yargılama ve
tazminat talep etmektedir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, Mahkemenin dava açma süresinin
başlangıcını tespit etme noktasında hukuk kurallarını hatalı değerlendirmesi ve
uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenememesidir. Bu nedenle
belirtilen ihlal iddialarının tümü mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Hakkın
Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi
yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye
erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
36. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak
arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan
en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından
görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden
faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının
tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B.
No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
37. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52).
38. Somut olayda maddi ve manevi tazminat istemiyle
açılan davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi
nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin
bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
39. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ...
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
40. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması da
mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin
bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar, Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(Özkan Şen, § 58; Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, §
39; İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 33).
41. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve
sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin müdahalenin Anayasa’nın
13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından
öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
42. Başvurucu geçirdiği ameliyat sonrasında felç
kalmasından dolayı uğradığı zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı
gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 2577 sayılı Kanun'un 13.
maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun
mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu
anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
43. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının
ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım,
B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714,
26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik
İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354,
9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
44. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında
yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).
45. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten
kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil
Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen
dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış
uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava
açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
46. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an
da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük
önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66).
Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu
yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel
başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin
belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi
tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin
yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında
incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu
kapsamda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan
haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü
haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının
varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar
Çoban, § 66).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
47. Başvurucu, dava açma süresinin başlangıç tarihi
olarak ameliyat tarihin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiğinden şikâyet etmektedir.
48. Yukarıda yer verilen (bkz. §§ 22-25) Danıştay
içtihadında ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın
tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü
tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari
eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Söz konusu eylemlerin idariliği ve
doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de
çok sonra değişik araştırma, inceleme hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya
çıkabilmektedir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin, yol açtığı zararın ya da
arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya
konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı
kabul edilmektedir (Hasan Oğuz ve diğerleri, B. No: 2015/2700, 7/2/2018,
§ 48).
49. Bu bağlamda özellikle geçirdiği ameliyat sonucu
meydana gelen ve ilk etapta mahiyeti bilinemeyen bedensel zararların kesin
sebebi ve bu neticeye idarenin bir ihmalinin yol açıp açmadığı yapılan adli
ve/veya idari soruşturma sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu tip durumlarda
ilgililerin kesin bedensel zarar nedenini ve olay sürecini bilmeleri takip
edecekleri usul ve başvuracakları idari ve adli mercilerin belirlenmesinde önem
arz etmektedir. Bu husus ayrıca, ilgililerin tam yargı davası açma iradeleri
üzerinde de belirleyici bir etkiye sahiptir (benzer yöndeki değerlendirmeler
için bkz. Mehmet Menendiz ve diğerleri, B. No: 2014/5235, 6/7/2017, §
58; Hasan Oğuz ve diğerleri, § 49).
50. Söz konusu soruşturmalar kamu makamlarınca resen
yürütüldüğünden ilgililerin soruşturma süresinin uzunluğu üzerinde genellikle
bir etkisi olmadığı gibi soruşturma sonucunu beklemekten başka seçenekleri de
bulunmamaktadır. Bu durum özellikle tam yargı davasının kusur veya ihmalin
varlığına dayandırıldığı durumlarda önem arz eder. Bu bağlamda yürütülen
soruşturma sonucu kesin bedensel zarar nedeni, zararın meydana gelmesinde kusur
veya ihmalin varlığı ya da sürece ilişkin diğer ayrıntılar tespit edildiğinde
ilgililerin tam yargı davası açılması için gerekli olan koşulların oluştuğundan
haberdar olduğunun veya haberdar olması gerektiğinin ve dava açma süresinin de
bu andan itibaren başladığının kabulü gerekir (Hasan Oğuz ve diğerleri,
§ 50, benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mehmet Menendiz ve diğerleri,
§§ 58, 59).
51. Bireysel başvuruya dayanak kararda Mahkemenin dava
açma süresinin başlangıcında cerrahi müdahalenin gerçekleştiği tarihi esas
aldığı ancak başvurucu tarafından eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya
da öğrenilmesi gerektiğine dair herhangi bir değerlendirme yapmadığı
görülmektedir. Bu hususun onama ve karar düzeltme isteminin reddine ilişkin
kararların karşı oylarında da vurgulandığı görülmektedir (bkz. § 16). Somut olayda
başvurucunun felç geçirmesinin kesin sebebine, sağlık durumuna dair verilere ve
bu süreçte idarenin olası hata ya da ihmali bulunduğu iddiasına dayanak
alınabilecek bilgilere, bir başka ifadeyle eylemin idarilik niteliğinin bulunup
bulunmadığının tespitinde esas alınabilecek unsurlara ameliyat tarihi
itibarıyla vakıf olmadığı açıktır. Öte yandan söz konusu bilgilere sahip
olunmasının idari yargıda dava açılıp açılmaması yönündeki iradenin oluşması
noktasında belirleyici bir etkisinin olduğu da yadsınamaz.
52. Buna göre Mahkemenin başvurucunun eylemin idariliğini
öğrenmesine ve değerlendirmesine imkân tanımayan olay tarihini (cerrahi
operasyon) esas alarak dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin yorumunun
başvurucunun dava açmasını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu
sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve
tazminat talebinde bulunmuştur.
56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden
yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
59. İncelenen başvuruda başvurucunun davasının süre
aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
60. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması
gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal
sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun
yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Ordu İdare Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
61. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Ordu İdare Mahkemesine (Anılan Mahkemenin 7/5/2015 tarihli ve E.2015/479,
K.2015/741 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci
Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 29/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.