TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMİNE DİLEK ONARAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/19987)
|
|
Karar Tarihi: 12/2/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Mahmut ALTIN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Emine Dilek ONARAN
|
|
|
2. Fatoş GENÇTÜRK
|
|
|
3. Ömer Nail GENÇTÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Rifat DURAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mahkemece hükmedilen tazminatın düşük belirlenmesi
ve değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/4/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. 2017/19987 numaralı bireysel başvuru ile 2017/19989 ve
2017/19991 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının
bulunması nedeniyle 2017/19987 numaralı bireysel başvuru dosyası ile
birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar
verilmiştir.
4. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka
Planı
9. Başvuru konusu İstanbul'un Silivri İlçesine bağlı Piri Mehmet
Paşa Mahallesinde bulunan 229 ada 21 parsel sayılı 3.183,35 m² yüz ölçümlü
taşınmaz, tapuda tarla vasfıyla başvurucuların murisi adına kayıtlıyken
16/6/1983 tarihinde kesinleşen kıyı kenar
çizgisine göre kıyı kenarında kalmıştır.
10. Anılan taşınmaz, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıkları
Koruma Kurulunca 1/3/1991 tarihinde köprü koruma bandında kaldığı gerekçesiyle koruma altına alınmıştır.
11. Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinin taşınmazın kıyı kenar
çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve tescil harici
bırakılmasına dair 21/2/2002 tarihli kararı 11/4/2004 tarihinde onanarak
kesinleşmiştir.
12. İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulunun 21/3/2002 tarihli kararıyla taşınmazın 1. derece arkeolojik sit alanında ve kesin yapılaşma yasağının
içerisinde kaldığı anlaşılmıştır.
13. İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulunun 23/3/2006 tarihli kararıyla taşınmazın bulunduğu alan 1. derece arkeolojik sit alanı vasfı
kaldırılarak koruma alanı olarak
belirlenmiştir. Bununla birlikte aynı Kurulun 13/4/2006 tarihli kararıyla
başvuru konusu taşınmazın kesin yapılaşma yasağının dışında kaldığı
anlaşılmıştır.
B. Tazminat Davası Süreci
14. Başvurucular tarafından 16/6/2004 tarihinde İzmir 2. Asliye
Hukuk Mahkemesinde açılan davada 2/5/2006 tarihinde idare mahkemesinin görevli
olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Bunun üzerine
7/9/2006 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde açılan davada ise 27/6/2007
tarihinde idare mahkemelerinin görevli olmadığına karar verilmiştir.
15. Adli yargı ve idari yargı arasında verilen görevsizlik
kararları sonrasında yargı yolu uyuşmazlığının giderilmesine ilişkin olarak
Uyuşmazlık Mahkemesince 2/2/2009 tarihinde İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin
görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine İzmir 2.
Asliye Hukuk Mahkemesince 11/6/2009 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiştir.
16. Görevsizlik ve yetkisizlik kararları sonrasında nihayet
Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 27/7/2009 tarihinde görülmeye
başlanan davada başvurucular, bahsi geçen tapu kaydının iptali nedeniyle
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un 1007. maddesi uyarınca
tazminat talep etmişlerdir.
17. Mahkemece yapılan keşif sonrası alınan 17/12/2010 tarihli
Bilirkişi Kurulu raporunda seçenekli hesaplama yapılmıştır. Raporda taşınmazın
1. derece sit alanında yapılaşma yasağının olduğu dava tarihindeki değeri
313.835 TL olarak tespit edilmişken koruma alanında ve yapılaşma yasağının
olmadığı 22/10/2009 tarihindeki değeri 941.505 TL olarak tespit edilmiştir.
18. Mahkemece 23/2/2011 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar
verilerek 313.835 TL tazminata hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde, anılan
taşınmazın kıyıda kaldığı ve kumluk olduğu, başka tarzda değerlendirilmesinin
mümkün olmadığı belirtilerek dava tarihi itibarıyla değerinin tespit edildiği
ifade edilmiştir.
19. Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından
17/4/2012 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, mahkemece
yapılan araştırma ve inceleme ile alınan bilirkişi raporlarının hükme elverişli
ve yeterli olmadığı belirtilmiştir.
20. Bozma kararına uyularak yeni bilirkişi kurulu raporları
alınmıştır. Mahkemece hükme esas alınan 19/11/2013 havale tarihli ek bilirkişi
raporunun ilgili kısmı şöyledir:
"...4/12/1989 tarihli imar planı
örneğinde 2 kat cafe-restaurant, yüzme havuzu şeklinde imar izni bulunmasına
rağmen dava tarihinde imar izni durdurulmuş bulunmaktadır. Yine dava tarihinden
sonra da demontabi yapıların H=Maks. 4.50 m ve TAKS: %1,5 (Taban alanı 47,75 m²
oturumlu) inşaat izni bulunmaktadır.
Yukarıda açıklanan imar izinleri dava
tarihinde uygulaması bulunmadığından m² birim fiyatı belirlenmesinde parselin
imar izni bulunmadığı da değerlendirmeye tabi tutulmuştur
...
tapu kaydının iptali ile taşınmazın tescil
harici bırakılma işlemine ait mahkeme kararının kesinleştiği 11/4/2004 tarihi
itibarıyla m² birim fiyatının 140 TL/m² . Tamamının [değeri] ise 3.189,35x140
TL = 445.669 TLolarak değerlendirilmiştir. "
21. Mahkemece 29/12/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar
verilerek 445.669 TL tazminatın 11/4/2004 tarihinden itibaren yasal faiziyle
ödenmesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; taşınmazın değerinin
tespitinde başvurucunun iddiasının aksine dava tarihinin esas alınması
gerektiği açıklanmıştır. Öte taraftan idarenin kamulaştırma yapmadan tapu
kaydını iptal etmesinin hakkaniyete aykırı olduğu, başvurucuların zararlarının
tazmin edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Sonuç itibarıyla kıyı kenar çizgisi
içerisinde kalan başvuru konusu taşınmazın dava tarihi esas alınarak ve son
bilirkişi raporuna göre tespit edilen değerine itibar edildiği belirtilmiştir.
22. Temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından
20/12/2016 tarihinde onanmıştır.
23. Nihai karar, başvurucular vekiline 28/3/2017 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
24. Başvurucular 3/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
25. Alacağın değer kaybı hakkında ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073,
6/7/2017, §§ 18-33.
26. 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4.
maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Bu Kanunda geçen deyimlerden;
Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve
akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların
birleşmesinden oluşan çizgiyi,
Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl
ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin
oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri
alanların doğal sınırını,
Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki
alanı,
...
ifade eder."
27. 3621 sayılı Kanun'un 5. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
" ...
Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.
..."
28. 4721 sayılı Kanun’un 715. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait
mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır."
29. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
30. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun “Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları”
kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“15 inci madde uyarınca oluşturulacak
bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere
mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten
sonra taşınmaz mal veya kaynağın;
a) Cins ve nevini,
b) Yüzölçümünü,
c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve
unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,
d)Varsa vergi beyanını,
e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca
yapılmış kıymet takdirlerini,
f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın
kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması
halinde getireceği net gelirini,
g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki
özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,
h) Yapılarda, (…) resmi birim fiyatları ve
yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,
ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer
objektif ölçüleri,
Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu
unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da
dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz
malın değerini tespit ederler.
Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer
artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr
dikkate alınmaz."
2. Anayasa Mahkemesi
Kararı
31. Anayasa Mahkemesinin 24/9/2008 tarihli ve E.2008/26,
K.2008/147 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Başvuru kararında, geçerli tapu kaydına dayanarak
yıllarca bir taşınmazı iyi niyetle kullanan bireylerin taşınmazlarının hiçbir
bedel ödenmeksizin tapu kayıtlarının iptal edilerek sicilden silinmesinin
Anayasa'nın 35. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 1. Protokolün 1.
maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet hakkını ihlal edeceği savıyla 3621
sayılı Kıyı Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
...
Kıyıların bu hukuksal durumu nedeniyle,
uygulamada Anayasal ve yasal düzenleme yapılmadan ya da yasaya uygun olarak
kıyı kenar çizgisi belirlenmeden önce özel mülkiyete konu olmuş ve tapu
siciline tescil edilmiş olan taşınmazlar üzerinde kazanılmış hak doğmayacağı,
buraların zamanaşımı yoluyla iktisap edilemeyeceği, tapu sicili hükümlerine bağlı
tutulamayacağı ve haczedilmeyeceği kabul edilmektedir.
...
Temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı
bireyin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki
hâkimiyet bir yönüyle bireye devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan
yaratırken, diğer taraftan emeğinin karşılığını güvence altına almakla bireye
kendi hayatını yönlendirme ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Bu
nedenle birey özgürlüğü ile mülkiyet hakkı arasında yakın bir ilişki vardır.
Ancak mülkiyet hakkının mutlak bir hak
olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği, kıyıların devletin
hüküm ve tasarrufu altında olması nedeniyle özel mülkiyete konu yapılamaması
Anayasa'da öngörülmektedir.
Kıyıların devletin
hüküm ve tasarrufu altında olması, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve
doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin
ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir. Hukukumuzda
kıyılar, sahipsiz doğal nitelikli ve herkese açık bir kamu malı olarak
düzenlenmiştir.
Anayasa'nın 43. maddesi kıyıların devletin
hüküm ve tasarrufu altında olduğu hükmünü içermektedir. Buna göre anayasa
koyucu kıyıların toplum için önemini dikkate alarak mülkiyet konusu olmasını
yasaklamaktadır. İptali istenilen 3621 sayılı Yasa'nın 5. maddesinin birinci
fıkrası, Anayasa'nın 43. maddesindeki hükmün bir tekrarı niteliğindedir. Bu
nedenle 5. maddenin Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
İtiraz başvurusunda değinilen uygulama sorunu,
son yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları çerçevesinde kıyı
kenar çizgisi içinde kalan tapu siciline kayıtlı taşınmazların karşılıklı hak
dengesini sağlamak amacıyla mülk sahibine tazminat niteliğinde bir bedelin
ödenmesi gerektiği yolundaki yargı kararları ile ortadan kalkmıştır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'ya aykırı
değildir, iptal isteminin reddi gerekir..."
32. Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2009/31,
K.2011/77 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"A- 5841
sayılı Kanun’un 2. maddesi ile 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun
12. Maddesinin Üçüncü Fıkrasına Eklenen 'Bu hüküm iddia ve taşınmazın
niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların
sıfatına bakılmaksızın uygulanır' Cümlesinin İncelenmesi
Dava konusu kuralın uygulanması halinde kıyı
ya da orman niteliğinde olduğu belirlenen alanlar kadastro işlemleri sırasında
özel mülk olarak tespiti yapılmış ve kadastro işlemlerinin kesinleşmesinden
itibaren on yıldan daha fazla bir süre geçmiş ise bu alanlara ilişkin olarak
kamu idaresi tarafından tapu iptali davası açılması olanağı ortadan
kalkacaktır. Bunun sonucunda tapu kayıtları kesinlik kazanacak ve özel
mülkiyete ilişkin tapular geçerli kabul edilecektir. Böylece dava konusu
kuralın uygulanması ile kıyı ya da orman alanına dâhil olan bir taşınmaz
üzerinde özel mülkiyet mümkün hale gelecektir.
Anayasa’nın 43. ve 169. maddelerinde temel bir
değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanması
hakkını güvence altına almak amacıyla kıyıların ve ormanların devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet
yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda
özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir.
Ancak, hukuk devletinin en temel unsurlarından
birisi olan hukuki güvenlik ilkesi bireyleri keyfi yönetimlere ve hukuki
sürprizlere karşı korumak ve bireylerin ileride başlarına gelebilecekleri
öngörebilmesi ve hareketlerini buna göre ayarlayabilmesi amacıyla hukuk kurallarının
açık, anlaşılabilir ve öngörülebilir olmasını gerektirir. Hukuki güvenlik
ilkesini eşya hukuku alanında somutlaştıran kurum tapuya güven ilkesidir. Tapu
sicilinin temel işlevi bir taşınmazla ilgili tüm hakların bu sicile
kaydedilerek herkese karşı ileri sürülebilmesi ve sicile kayıtlı olmayan
hakların da iyi niyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülememesidir. Bu aynı
zamanda mülkiyet hakkının sağladığı güvencenin de bir sonucudur.
Anayasa’nın 35. maddesi ise kişi özgürlüğü ile
yakından ilişkili olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Ancak
mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir
ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem kıyılar
hem de ormanlarla ilgili kararlarında kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla
tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının, kıyı kenar çizgisi ya da
orman alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin
iptal edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 1. protokolün 1.
maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu kararlarında çevrenin
korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının korunması
arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek, karşılığı ödenmeksizin
mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
Kıyıların ya da ormanların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin
tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve yasa koyucunun buna uygun çözüm
yolları bulması gerekeceği açıktır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 43. ve
169. maddelerine aykırıdır; iptali gerekir...
B- 5841 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile
21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na Eklenen Geçici 10. maddenin
İncelenmesi
Dava dilekçesi ve başvuru kararlarında dava
konusu kuralın aleyhe bir hüküm olduğu ve kazanılmış hakları ihlal ettiği
belirtilerek Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Dava ve itiraz konusu kural, Kadastro
Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen hükmün devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğu iddiası ile kanunun yürürlük tarihinden önce açılmış
ve henüz kesin hükme bağlanmamış davalarda da uygulanmasını öngörmektedir.
Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü
fıkrasına eklenen kuralın yukarıda yapılan incelenmesi neticesinde Anayasa’ya
aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığından aynı gerekçelerle kural, Anayasa’nın
43.ve 169. maddelerine aykırıdır; iptali gerekir..."
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin
korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davanın esasını teşkil
eden zararı giderecek tazminatın ulusal mahkemeler tarafından hesaplanması
gereken hâllerde kendini bu konuda karar vermeye yetkili görmemektedir. Doğrusu
AİHM, kamulaştırılan yerin değerini belirleyecek ve buna karşılık ödenecek
tazminatın kriterlerini belirlemede kendini Türk mahkemelerinin yerine koyamaz.
Ne var ki somut olaydaki dava dosyası içeriğine göre AİHM, başvurucunun ulusal
mahkemelerce hükmedilen tazminat bedelinin mülkün değeri ile makul bir bağlantı
kurmadığını gösterebildiğini gözlemlemektedir (Yıltaş
Yıldız Turistik Tesisleri A.Ş./Türkiye, B. No: 30502/96, 24/4/2003,
§ 38).
35. AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya
da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi,
hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına
dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, mülkiyet tespitine ilişkin
hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden
yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat
ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde
bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi
şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile
bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu
müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak
başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No:
37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41).
36. Kahyaoğlu ve
diğerleri/Türkiye (B. No: 37203/05, 31/5/2016, §§ 4-19) kararında
AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek
değerinin %9'u olarak tespit edildiği hâlde mahkemenin Yargıtay içtihadından
hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin %2'si ile sınırlandırdığına işaret
etmiştir. AİHM, Yargıtayın farklı durumların gözönünde bulundurulmasını
dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmaz değerinin %7'sine
tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiştir. AİHM ayrıca özellikle
ulusal mahkemelerin başvurucuların iddialarını hangi sebeplerle reddettiklerini
ve tazminat miktarını taşınmazın değerinin %2’si ile sınırlandırmalarının
gerekçelerini açıklamadıklarına vurgu yapmışlardır. AİHM bu sebeple müdahalenin
kamu yararı ile mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengeyi bozduğunu
ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-40).
37. Halil Göçmen/Türkiye
(B. No: 24883/07, 12/11/2013) kararında ise kamulaştırmasız el atma nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar veren AİHM, derece mahkemelerince
hükmedilen tazminatın yeterliliğini de ölçülülük bağlamında tartışmıştır.AİHM
bu bağlamda öncelikle ulusal mahkemelerin yerine geçerek kamulaştırma bedelini
belirleme gibi bir görevinin bulunmadığını ancak mahkemelerin adil veya makul
olmayan kararlar verilmesini sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir. AİHM
somut olayda kamulaştırmasız el atma tazminatına ilişkin iki ayrı bilirkişi
raporu bulunduğuna dikkat çekmiş ve derece mahkemelerince yeterli bir gerekçe
gösterilmeden daha az bir bedel öngören raporun hükme esas alınmasının
müdahaleyi ölçüsüz kıldığını belirtmiştir (Halil
Göçmen/Türkiye, §§ 37-43).
38. Son alarak bu bağlamda Kutlu
ve diğerleri/Türkiye (B. No: 51861/11, 13/12/2016) kararına da
değinmek gerekir. Somut olayda bilirkişilerin taşınmazın kullanımını etkileyen
kısıtlamaları dikkate alarak değer kaybı oranını %40 olarak belirlediklerini
ifade eden AİHM, bilirkişi raporunun derece mahkemelerini bağlamadığını kabul
etmiş ancak bilirkişi raporunun sonuçlarının bertaraf edilmesi nedenlerinin
mahkemelerce açıklanması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM, mahkemelerce
gözönünde bulundurulacak ölçütlerin basit bir anlatımıyla değer düşüklüğünün
%25 ile sınırlandırılmasının ise yeterli bir gerekçe olarak kabul
edilemeyeceğini belirtmiştir. AİHM bu sebeple tazminat miktarının belirlenme
şekli nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğuna karar
vermiştir (Kutlu ve diğerleri/Türkiye, §§
70-76).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 12/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Değer Kaybı Nedeniyle
Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
40. Başvurucular; mahkemelerce hükmedilen alacağın değer kaybına
uğratılarak ödenmesi ve kanuna aykırı olarak dava harcına hükmedilmesi
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuruculara
göre uzun yargılama ve enflasyonun dikkate alınmaması alacağın değer
kaybetmesine yol açmaktadır.
2. Değerlendirme
41. Anayasa’nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedirler. Ayrıca başvurucular davada kabul edilen harcın
kanuna aykırı olarak davalı tarafa yükletilmediğinden yakınmışlarsa da
hükmedilen harcın dava dilekçesinde belirtilen ve sonrasında ıslah dilekçesiyle
arttırılan dava konusu üzerinden davanın kabul ve ret oranına göre belirlendiği
anlaşıldığından ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Başvurucuların hükmedilen tazminatın değer kaybına uğratıldığı yönündeki
şikâyetlerinin mülkiyet hakkına ilişkin olduğu anlaşıldığından başvurucunun
belirtilen şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
44. Başvuruya konu olayda uygulanacak ilkeler Anayasa
Mahkemesinin Mehmet Akdoğan ve diğerleri
(B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 41-65) ile Ali
Şimşek ve diğerleri, §§ 58-69. kararlarında belirtilmiştir.
45. Buna göre kamulaştırma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin orantılı olabilmesi için taşınmazın gerçek bedelinin malike
ödenmesi ve ayrıca ödenen bedelin tespitinde esas alınan tarih ile ödeme tarihi
arasında geçen dönemde gerçekleşen enflasyona nispetle taşınmazın hissedilir
derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, § 59). Ödenen tutarların enflasyonun
etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi yani kamulaştırma tarihi ile
ödeme tarihi arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde
faiz uygulanması, kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer
kaybetmesini önleyebilecek bir araçtır (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, § 42).
46. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede başvurucunun
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı hususunda bir sonuca
varmak için derece mahkemelerince tespit edilen gerçek değer ile başvurucuya
yapılan ödemelerin enflasyon etkisi arındırılmış sonuçlarının karşılaştırılması
gerekmektedir. Elde edilmek istenen kamu yararı ile başvurucunun mülkünden
mahrum kalması arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığını ve müdahalenin
ölçülü olup olmadığını tespit etmede önemli olan, yapılan ödemelerin değer
kaybının toplam bedele oranı üzerinden başvurucunun maruz kaldığı yükü
belirlemektir (Ali Şimşek ve diğerleri,
§ 66).
47. Aynı yöndeki şikâyete ilişkin başvuru konusu olayda da bu
ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
48. Yargılama makamlarının, 11/4/2004 tarihi itibarıyla
başvurucuların tazminata hak kazandığını tespit ettiği ve bu tarihten itibaren
tazminata yasal faiz işletilmesine karar verildiği görülmektedir (bkz. § 21).
49. Başvurucuların yargılama sırasında alacağının değer
kaybettiğinden yakındığı ve kararıninfaz edilmediği yönünde bir şikâyetinin de
olmadığı gözetildiğinde ödemeye esas karar tarihi dikkate alınarak
başvuruculara yasal faiz ödemesi yapıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda
tüketici fiyat endeksi verileri uyarınca Türkiye İstatistik Kurumu verilerine
göre tazminata uygulanan yasal faize rağmen alacağın hak kazanıldığı tarihten
bireysel başvuru tarihine kadar enflasyonun toplam yaklaşık %21 oranında
olduğu, diğer bir deyişle başvurucuların alacağının yargılama sırasında
enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğradığı görülmektedir.
50. Sonuç olarak başvurucuların tazminata hak kazandığı tarihten
bireysel başvurunun yapıldığı tarihe kadar geçen on bir yıllık süredeki
enflasyon oranları dikkate alındığında mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilen söz konusu alacağın değer kaybına uğratılarak ödendiği
anlaşılmaktadır. Belirtilen değer kaybının miktarı gözetildiğinde müdahaleyle
başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu
sebeple söz konusu müdahalenin kamunun yararı ile başvurucuların mülkiyet
hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengeyi başvurucular
aleyhine bozduğu sonucuna varılmıştır.
51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Tazminatın Düşük
Belirlenmesi Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
52. Başvurucular tazminatın düşük belirlendiğinden
yakınmaktadırlar. Başvuruculara göre idare tarafından tazminat miktarı
taşınmazın dava açıldığı tarihteki durumuna göre tespit edildiği bilindiğinden
imar durumunda dava açılmadan önce ve sonra değişiklikler yapılmıştır. Bu
itibarla tapu kaydının iptalinden bir ay sonra taşınmazın bulunduğu alanın 1.
derece sit alanına çevrilmesinin ve yapılaşma yasağı getirilmesi ve tazminat
davası açıldıktan sonra bu kez 1. derece sit alanı statüsünün kaldırılarak
koruma alanına dönüştürülmesi ve yapılaşma yasağının kaldırılmasının amacı
davanın açıldığı tarihe göre yapılan tazminatın düşük belirlenmesini
sağlamaktır. Başvurucular ayrıca 2004 yılında açılan davanın kendi kusurları
olmaksızın görev ve yetki uyuşmazlıkları nedeniyle ancak 2009 yılında yetkili
ve görevli mahkemede görülmeye başlandığını bu nedenle taşınmazın değerinin bu
tarihe göre belirlenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular bu
gerekçelerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
53. Anayasa’nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
54. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucular, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedirler. Bununla birlikte başvurucuların tapunun iptali nedeniyle doğan
gerçek zararlarının tespit edilmemesine ilişkin şikâyetlerinin esas itibarıyla
ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün ve Müdahalenin
Varlığı ile Türü
56. Somut olayda başvurucuların tapu kaydı iptal edilmiştir.
Taşınmaz mal varlığının Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının
kapsamına dâhil olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucuların
taşınmazlarının kıyı kenar çizgisinde kaldığı gerekçesiyle tapularının iptal
edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Anayasa
Mahkemesinin çok sayıda kararında da belirtildiği üzere taşınmazın tapusunun
iptal edilmesi mülkiyetten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır (benzer yöndeki
karar için bkz. Mehmet Akdoğan ve diğerleri).
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
57. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
58. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın,
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.
(1) Kanunilik
59. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması,
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye
İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518,
26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve
diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
60. Somut olayda başvurucuların taşınmazı 3621 sayılı Kanun
hükümlerine göre yapılan belirleme neticesinde kıyı kenar çizgisinin kıyıda
kalan kısmında bırakılmıştır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni bir dayanağının
olduğu kuşkusuzdur.
(2) Meşru Amaç
61. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve
yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına
olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda
bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise örneğin kamulaştırma gibi hususlarda
uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı
çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin
kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 35).
62. Anayasa'nın 43. maddesine göre, devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak,
genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık
bulunmalıdırlar ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile
mümkün olabilir (AYM, E.1990/23, K.1991/29, 18/9/1991). 3621 sayılı Kanun'un
kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri
almak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Kanun'un amacı çerçevesinde kıyı
kenar çizgisindeki taşınmazların kamu hizmetine tahsis edilmesi, bu bağlamda somut
olayda olduğu gibi kıyıdan herkesin istifade edebileceği değerlendirildiğinde
müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiştir.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
63. Son olarak kamu makamlarınca başvurucuların mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacın
gerçekleştirilmesi için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
64. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
65. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde
bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017,
§§ 58, 60; Osman Ukav, B. No:
2014/12501, 6/7/2017, § 71).
66. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması
amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal
külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna
uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77,
12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı
ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil denge, başvurucuya
tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi
şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve
Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).
67. Diğer taraftan mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri
hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan
birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının
korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut
olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin
kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).
68. İdarenin ölçülülük bağlamında iyi yönetim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü
bulunmaktadır. İyi yönetim
ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu
otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak
hareket etmelerini gerektirir (Kenan
Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu
bağlamda idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere
yüklememeleri gerekir (Reis Otomotiv Ticaret
ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 100).
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
69. Başvurucular, tapusu iptal edilen taşınmazın gerçek
değerinin ödenmediğinden yakınmaktadırlar.
70. Taşınmazın tapusu iptal edildiğinden mülkiyet hakkına
yapılan müdahale ancak gerçek değerinin ödenmesiyle ölçülü olabilir. Taşınmazın
gerçek karşılığı olan bedelinin tespiti ise -kural olarak- uzman mahkemelerin
ve Yargıtayın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Mülkiyet
hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden Anayasa
Mahkemesinin yapacağı tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir.
71. Somut olayda başvurucuların taşınmazının değeri derece
mahkemelerince dava tarihindeki durumuna ve niteliğine göre belirlenmiştir.
Buna göre bilirkişi kurulu dava tarihi itibarıyla taşınmazın 1. derece sit
alanında ve kesin yapılaşma yasağı içinde kaldığını belirterek değeri buna göre
hesaplamış, derece mahkemeleri de bu hesaplamaya göre tazminatı
belirlemişlerdir. Hükme esas alınan bilirkişi raporlarında söz konusu
taşınmazın 1. derece sit alanı olduğunun kabulü hâlinde değerinin 445.669 TL
olduğu, koruma alanı içinde olduğu değerlendirildiği takdirde ise değerinin
941.505 TL olduğu belirtilmektedir (bkz. §§ 15-19).
72. Diğer taraftan 16/6/1983 tarihinde kesinleşen kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan bu
taşınmaz 1/3/1991 tarihinde köprü koruma bandında kaldığı gerekçesiyle koruma altına alınmış; 21/3/2002 tarihinde
1. derece arkeolojik sit alanında ve kesin
yapılaşma yasağının içerisinde kaldığına karar verilmiş; ancak
başvurucuların 16/6/2004 tarihinde açtığı tazminat davasından kısa bir süre
sonra 23/3/2006 tarihinde bu defa taşınmazın bulunduğu alanın 1. derece arkeolojik sit alanı vasfı
kaldırılarak koruma alanı olarak
belirlenmesine karar verilmiştir. Buna göre başvuru konusu taşınmazın kesin
yapılaşma yasağının dışında kaldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 7-11).
73. Esas itibarıyla tapusu iptal edilen taşınmazın değerinin
dava tarihine göre belirlenmesi tek başına bir sorun teşkil etmemektedir.
Bununla birlikte somut olayda taşınmazın
arkeolojik sit alanında olmayıp aslında koruma alanında olduğu dava tarihinden kısa bir süre
sonraki Kurul kararı ile ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda taşınmazın 1. derece
arkeolojik sit alanında olmasıyla koruma alanında olması ve kesin yapılaşma
yasağı kapsamında olması ile olmamasının taşınmazın değerini önemli derecede
etkileyen bir farklılığa yol açtığı ortadadır.
74. Buna göre olayda söz konusu taşınmazın tapu kaydının
iptaline ilişkin mahkeme kararının verilmesinden sonra temyiz aşamasındayken 1.
derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edildiğine dikkati çekmek gerekir.
Diğer bir deyişle başvurucuların taşınmazının tapu kaydının iptal edildiği
aşamada kültür varlığı statüsü taşınmazın
değerini önemli ölçüde azaltacak şekilde değiştirilmiş, başvurucuların açtığı
tazminat davasında da dava tarihi itibarıyla mevcut olan bu statüye göre
taşınmazın değeri belirlenmiş, ancak söz konusu dava devam ederken taşınmazın
belirtilen statüsü bir defa daha bu defa taşınmazın değerini arttıracak biçimde
yeniden tapunun iptalinden önceki hâline getirilmiştir. Dolayısıyla
başvurucuların taşınmazlarından yoksun bırakıldığı sürece bir bütün olarak
bakıldığında aslında yalnızca koruma
alanında olması gereken taşınmazın 1.
derece sit alanı olarak kabul edilerek değerinin belirlendiği, buna
göre söz konusu süreç sonunda başvuruculara taşınmazının gerçek değerinin
ödenmemiş olduğu sonucuna varılmıştır.
75. Nitekim başvurucular söz konusu iddialarını dava sırasında
da dile getirmişler ancak derece mahkemeleri bu iddia ve itirazları konu ile
ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılamamıştır.
76. Sonuç olarak derece mahkemelerince somut olayın kendine özgü
koşulları çerçevesinde bir değerlendirme yapılmadan tapusu iptal edilen
taşınmazın dava tarihindeki değerine göre tazminata hükmedilmiş olması, bu
taşınmazın aslında dava tarihindeki kültür varlığı statüsünün doğru olmadığının
ortaya çıkması karşısında gerçek değerin tazminat olarak ödenmemesine yol
açmıştır. Bu durumda tapunun iptali suretiyle mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği ve kamu
yararı amacı ile mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil dengenin
kurulamadığı, başvurucular aleyhine bozulduğu sonucuna varılmıştır.
77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
78. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
79. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875,
7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal
kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin
devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle
sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55,
57).
82. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa
Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile
İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal
düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali
ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel
başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı
verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı
olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda
herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar
kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek
devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine
getirmektir. (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),
§§ 57-59, 66-67).
83. Somut olayda Mahkememizce başvuruculara ait taşınmazın tapu kaydının
iptali nedeniyle açılan tazminat davasında hükmedilen bedelin taşınmazın gerçek
değerinin çok altında olması ve bu tazminata hak kazanılan tarihten ödemenin
yapıldığı tarihe kadar geçen süredeki enflasyon oranları dikkate alarak faiz
ödenmemesi nedeniyle söz konusu tazminatın önemli ölçüde değer kaybına
uğratılarak ödenmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
84. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216
sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden
yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran
nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar
verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama
yapılmak üzere Silivri 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
85. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 772,50 TL harçtan ve
3.000 TL vekalet ücretinden oluşan toplan 3.772,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Silivri
1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/548, K.2015/645) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 772,50 TL harçtan ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.772,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.