TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN AKİL OBDAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/24810)
|
|
Karar Tarihi: 27/11/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
|
|
|
|
|
Başkan
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Osman Akil
OBDAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali Ali
AYDOĞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mahkemece karar altına alınan alacağa işletilen
faizin değer kaybını karşılamaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/5/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
6. Başvurucu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Toplu Konut
İdaresinin iştirakleri arasında bulunan Emlak Konut A.Ş.nin
(Şirket) ilan yoluyla satışa sunduğu Sarıyer Koru Evleri projesinden Emlak
Bankasından kredi kullanmak suretiyle konut satın almıştır.
7. Bireysel başvuru dosyası içinde satış sözleşmesi ile kredi
ödemelerine ilişkin belgeler bulunmamakla birlikte başvurucunun üzerine düşen
edimi tam olarak ifa ettiği ancak davalı Şirketin edimlerini geç veya tam
olarak ifa etmediği anlaşılmaktadır.
8. Başvurucunun ilgili mahkemece verilen esas numarasından 2001
yılında Şirket aleyhine olarak satış sözleşmesine konu konutun geç teslim
edildiği, ilanda belirtilen özellikleri taşımadığı ve 218 m2 olması gerekirken 172 m2lik bir alana sahip olduğu
gerekçesiyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 1.000 TL talebiyle
İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu 15/9/2004
tarihli dilekçesiyle talebini kusurlu ve ayıplı imalatlar için 2.161,50 TL ve
eksik alan için 20.688,07 TL olarak ıslah etmiştir.
9. İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesi yapmış olduğu kusurlu ve
ayıplı işler nedeniyle 2.161,50 TL nin
başvurucuya ödenmesine karar vermiş, eksik alana ilişkin talebi reddetmiştir.
Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Daire)
tarafından tüketici mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
10. İstanbul 2. Tüketici Mahkemesi (Mahkeme) 22/11/2016
tarihinde aynı yönde karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yönelik temyiz
isteği Daire tarafından 1/4/2008 tarihinde onanmış ise de hüküm karar düzeltme
isteğinin kabulüyle 27/1/2009 tarihinde eksik alan yönünden bozulmuştur.
11. Mahkeme 12/6/2009 tarihinde bilirkişi raporu doğrultusunda
20.688 TL'nin değişken oranlı reeskont faizi ile ödenmesine karar vermiştir.
Hüküm davalı Şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir. Daire 20/10/2010
tarihinde taraflar arasındaki satış sözleşmesinde kararlaştırılan bedelin hükme
esas alınan bilirkişi raporunda dikkate alınmaması nedeniyle hükmü bozmuştur.
Başvurucu vekilinin karara yönelik düzeltme isteği reddedilmiştir.
12. Mahkeme 2/5/2013 tarihinde sözleşmede kararlaştırılan bedele
göre eksik kalan alan nedeniyle başvurucunun uğramış olduğu zararın 99,22 TL
olduğu kanaatiyle davayı kısmen kabul etmiştir.
13. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş ise de Dairece
23/11/2015 tarihinde onanmış ve karar düzeltme talebi de 16/3/2017 tarihinde
reddedilmiştir.
14. Nihai karar 4/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 24/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükmü
16. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ''Aşkın zarar'' kenar başlıklı 122. maddesi
şöyledir:
“Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara
uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe,
bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte
olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında
karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.”
B. Yargıtay Kararı
17. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 4/3/2019 tarihli ve
E.2018/1494, K.2019/932 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Yargıtay HGK'nın
10/11/1999 gün ve 13-353/929 sayılı kararında vurgulandığı üzere; Munzam zarar
sorumluluğu kusura dayanan borçlu temerrüdünün hukuki bir sonucudur ve
alacaklının zararının faizi aşan bölümüdür. Borçlu para borcunun vadesinde
ödemediğinde (temerrüt) oluştuğunda sözleşme veya yasada belirlenen 'gecikme
faizi' ödeme yükümü altına girer. Bu durumda BK'nın
103. maddesi uyarınca alacaklının mutlak ve tartışmasız bir zarara uğradığı
kabul edilmektedir. O nedenle alacaklıya, uğradığı zararı ispat yükümü
verilmeksizin, en önemlisi borçlunun kusuru olup olmadığı araştırılmaksızın yasa
gereği kabul edilen zararı giderme hakkı tanınmıştır. Bunun dışında,
alacaklının uğradığı zararın temerrüt faizinin üstünde gerçekleşmiş olması
durumlarında ise, davada uygulanması gereken BK'nın
105. maddesi gündeme gelir. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu
ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt
sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla
temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde
tanımlanabilir. BK 105. kaynağı ne olursa olsun, temerrüt faiz yürütülebilir
nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir.
Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, nedensiz zenginleşme, kanun, vekâletsiz
iş görme olabilir. Bu bağlamda hemen belirtelim ki, munzam zarar borcunun
hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuki aykırılıktır.
O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (BK 105), asıl borç ve
temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan
asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen
bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyla, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde
bulunulması veya dava açılmasıyla sonuç ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava
açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması
halinde dahi (BK'nın 105/2) takip veya davanın
konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez. Hâl böyle olunca, asıl
alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam
zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazî
kayıt dermeyanına da gerek bulunmamaktadır. Ayrı bir dava ile on yıllık zamanaşamı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür.
Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna
dayanır. BK'nın 105. maddesi kusur karinesini
benimsemiştir.
Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun
doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir
anlatımla, burada zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve
tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun tümerrüde
düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı,
öncelikle temerrüde uğrayan asl alacağının varlığını,
bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile
karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet
bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu
olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak, temerrüdündeki kusursuzluğunu
kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir.
Dairemizce uzun yıllar munzam zararın
varlığını davacı alacaklının somut delillerle kanıtlamak zorunda olduğu kabul
edilip uygulanmış olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru
sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru nolu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet
hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına
uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir
külfet yüklendiği, bu tesbite rağmen derece
mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği
yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil
dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine
ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline
neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması
gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı
ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesinin ihlâl
kararlarının bağlayıcılığı gözönünde tutularak
enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet
tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte
getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının
karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
davacılar alacaklarının borçlunun temerrüdüne rağmen geç ödenmesi sebebi ile
faizle karşılanmayan zararlarının varlığı ve miktarını mahkemenin de kabulünde
olduğu gibi somut delillerle ve yeterince kanıtlayamamışlardır.
Ancak, ülkemizde yaşanan ve herkes tarafından
bilinen enflasyon, artan fiyatlar, döviz artışı vs. gibi olgular nedeniyle her
zaman alacaklıların zararının temerrüt faizi ile karşılanması mümkün
olmayacağından, mahkemece gecikme halinde temerrüt faizini aşan zararın varlığı
karine olarak kabul edilip bu karinenin aksi davalı borçlu tarafından
kanıtlanmadığı, alacaklılar vekillerinin 15/6/2010 tarihli ibranameleri
alacağın dayanağı olan davada hükmedilen alacak miktarı ve icra takibine konu
olan alacak, harç, icra masrafları ve vekâlet ücreti ile ilgili olup munzam
zararla ilgili borçlunun ibra edildiğini kabule yeterli olmadığından öncelikle
munzam zarar talep edilen alacakla ilgili temerrüt tarihinden tahsil tarihine
kadar geçen süredeki enflasyon verilerini gösterir TEFE, TÜFE-ÜFE oranları,
banka vadeli mevzuat faiz oranları, döviz kurları, devlet tahvil faiz oranları,
işçi ücretleri ve diğer yatırım araçları ile ilgili getiri bilgilerinin resmi
kurumlardan sorulup tesbit edildikten sonra, yeniden
oluşturulacak munzam zarar hesabı konusunda uzman bilirkişi kurulundan, tahsiline karar verilen
davacılar alacağının temerrüt tarihinde bu yatırım araçlarından oluşacak sepete
yatırılması ve değerlendirilmesi halinde tahsil tarihlerinde asıl alacakla
birlikte getirisinin ulaşabileceği miktar ile tahsiline hükmedilen asıl alacak
ve bu alacak için temerrüt tarihinden tahsil tarihlerine kadar davacıların
tahsil edebilecekleri ve tahsil ettikleri faiz miktarı ve toplam miktar ve bu
şekilde bulunacak toplam miktarlar arasındaki fark konusunda gerekçeli, mahkeme
ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp değerlendirilerek faizle
karşılanamayan zarar konusunda sonucuna uygun bir karar verilmesi yerine eksik
inceleme ile davanın reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 27/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
19. Başvurucu; basın yoluyla yapılan ilan neticesinde 1991
yılında Şirketten bir konut satın aldığını, yapılan sözleşmeye göre konutun
1993 yılında teslim edilmesi gerekirken Şirketin bu süreye riayet etmediğini,
uzun bir süre sonra teslim edilen konutun ilanda belirtilen miktarda
bulunmadığı gibi kullanılan yapı malzemesi ve işçiliğinde ayıplı olduğunu iddia
etmiştir. Başvurucu uğramış olduğu zararın tazmini için açmış olduğu davada
günün koşullarına göre uyarlama yapılmadan eksik alanın sözleşmede belirtilen
değere oranı esas alınarak 99,22 TL'ye karar verilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun, bireysel başvuru konusu şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
21. Somut olayda başvurucuya teslim edilen taşınmazın Şirketin
ilanlarında belirttiği alandan eksik olduğu ve bu nedenle başvurucuya bir
tazminat ödenmesi gerektiği hususu derece mahkemeleri kararları ile sabittir.
Nitekim Mahkemede eksik kalan 45 m2lik alanın sözleşmede kararlaştırılan değere olan oranını
esas alarak 99,22 TL'nin değişen oranlı reeskont faizi ile başvurucuya ödenmesine
karar vermiştir. Derece mahkemelerinin tespitine göre başvurucunun eksik
alandan kaynaklanan zararı 99,22 TL'den ibarettir. Aradan geçen zamanda TL'den
altı sıfırın atılmış olmasının bu kapsamda başvurucuya herhangi bir etkisi
bulunmamaktadır. Başvurucu hükmedilen bu bedelin zararını karşılamadığını iddia
etmişse de alacağa hak kazandığı tarih ile alacağın mahkemece hüküm altına
alındığı tarih arasında işletilen faizin enflasyon nedeniyle alacakta meydana
gelen değer kaybını karşılamadığı durumlarda gerçekleştiğini ileri sürdüğü bu
zararı, 6098 sayılı Kanun'un 122. maddesi uyarınca ayrı bir dava ile talep
edebilmesi mümkündür. Somut olayda başvurucunun aşkın zararının (munzam)
tazmini talebiyle açmış olduğu bir dava ya da takip bulunmadığından hukuk
sisteminde mevcut idari ve yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda
bulunduğu anlaşılmaktadır.
22 Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi, nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
27/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.