TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ SAİM SEÇİK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/25677)
Karar Tarihi: 13/10/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
M.Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Basri BAĞCI
Raportör
Umut FIRTINA
Başvurucular
1. Ali Saim SEÇİK
2. Ayten ÇIRÇIR
3. Hatice Zişan TÜRER
4. Remzi Kutlu ÇIRÇIR
5. Sema ÇIRÇIRLI
6. Şahende Zülal ÇIRÇIR
7. Tevhide ÇIRÇIR
8. Yasemen ÇIRÇIR
9. İzzet Renay ONUR
10. O. Ayça ONUR BURNAK
11. Reşat ONUR
12. Zeytuna ONUR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın koruma amaçlı uygulama imar planında doğal sit alanı (mesire) olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
7. Başvurucu Mehmet Aycan Onur 4/3/2020 tarihinde vefat etmiş olup eşi Zeytuna Onur ile çocukları İzzet Renay Onur, Reşat Onur ve Olga Ayça Onur İstanbul 39. Noterliğinin 17/4/2020 tarihli mirasçılık belgesini sunarak 2/7/2020 tarihinde başvuruya devam etmek istediklerini bildirmişlerdir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, İstanbul'un Sarıyer ilçesine bağlı Maden Mahallesi'nde bulunan 926 ada 1 parsel sayılı 16.559,59 m2 yüz ölçümlü taşınmazın malikidir.
10. Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı 14/12/1974 tarihinde taşınmazın korunması gerekli sit sahası olduğuna karar vermiştir. Bu karar Kurulun 24/6/1983 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur.
11. Taşınmaz 22/7/1983 tarihinde yürürlüğe giren 1/5.000 ölçekli Boğaziçi nazım imar planında ve 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu eki haritalarda Boğaziçi Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri olarak tanımlanan alanda kalmaktadır.
12. İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 21/4/1999 ve 26/2/2002 tarihli kararları ile taşınmaz 1. derece doğal sit alanı olarak tescil edilen alanda kalmaktadır.
13. 1/5.000 ölçekli Sarıyer Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri koruma amaçlı nazım imar planı 25/6/1999 tarihinde yürürlüğe girmiş, taşınmazın bulunduğu alan 29/7/2003 tasdik tarihli 1/1.000 ölçekli Sarıyer Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri koruma amaçlı uygulama imar planında doğal sit alanı (mesire) olarak planlanmıştır.
14. Başvurucular, Sarıyer Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğüne 15/12/2011 tarihli dilekçe ile başvurarak taşınmazın imar durumu hakkında bilgi talep etmiştir. Anılan Belediye tarafından verilen 20/2/2011 tarihli cevap yazısında taşınmazın 29/7/2003 tasdik tarihli 1/1.000 ölçekli Sarıyer Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri koruma amaçlı uygulama imar planında doğal sit alanında (mesire) kaldığı ifade edilmiştir.
15. Başvurucular 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi uyarınca uzlaşma görüşmesi yapmak amacıyla 21/2/2014 tarihli dilekçelerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına başvurmuştur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 14/3/2014 tarihli cevap yazısında 2960 sayılı Kanun uyarınca husumetin İstanbul Büyükşehir Belediyesi veya ilçe belediyelerine ait olacağını belirtmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı 19/8/2014 tarihli cevap yazısında ise "...taşınmazın kamulaştırılması konusunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünce değerlendirilerek ilgilisine bilgi verilmesi" denilmiştir.
16. Başvurucular 7/11/2014 tarihinde İstanbul 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucular bu davada, hissedar oldukları taşınmazın imar planında doğal sit alanı (mesire) olarak belirlendiğini, taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığını ileri sürerek uğradıkları zararın giderilmesini istemiştir.
17. Mahkeme 26/10/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11. madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
18. Başvurucular verilen karara ilişkin istinaf talebinde bulunmuş, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi 11/4/2017 tarihinde istinaf talebinin reddine kesin olarak karar vermiştir.
19. Nihai karar 4/5/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucular 1/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Başvurucular 7/2/2020 tarihli dilekçe ile İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne başvurarak 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında trampa talebinde bulunmuştur. Başvurucular, toplam alanı 16.559,59 m2 olan taşınmazın Sarıyer Belediyesince kamulaştırmasız olarak el atılan ve mahkeme kararı ile mülkiyeti Belediye lehine terk edilecek olan 473,72 m2lik kısmın mahsup edilerek 16.058,87 m2lik kısmının trampası talebinde bulunmuşlardır.
22. İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü 30/4/2020 tarihli cevap yazısında, taşınmazın Sarıyer Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri koruma amaçlı uygulama imar planında 1. derecede doğal sit alanı (mesire) lejantlı alanda kısmen de yol alanında kaldığı açıklanmıştır. Cevap yazısında ayrıca 3/8/2013 tarihli ve 28727 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tabiat Varlıkları, Doğal Sit Alanları ve Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Kalan Yapı Yasaklı Taşınmazların Hazine Taşınmazları ile Değiştirilmesi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) ilgili maddelerine göre bu durumdaki taşınmazların trampaya konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Aynı ada içindeki bütün parsel maliklerinin trampa başvurusunda bulunması gerektiği, tapu kütüğünde taşınmazın doğal sit alanında kaldığına dair şerh dışında başka takyidatlar da bulunduğu belirtilerek bunların da Yönetmelik'e aykırı olması nedeniyle trampa talebinin reddedildiği dile getirilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Mevzuat Hükümleri
23. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-29.
24. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Ahmet Bölge, B. No: 2014/13133, 28/9/2016, §§ 24-28.
B. Danıştay İçtihadı
25. Danıştay Altıncı Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/4323, K.2017/8356 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyanın incelenmesinden, davacıların anılan taşınmazı 08.06.1962 tarihinde edindikleri, söz konusu taşınmazın da bulunduğu alanın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 14.12.1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit alanı olarak ilan edildiği, ve aynı Kurulun 24.06.1983 tarihli, 15175 sayılı kararı ile sınırları belirlenen ve 1/5000 ile 1/1000 ölçekli imar planlarına göre Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesinde kaldığı, taşınmazın da bulunduğu bu alanda; korunması gereken eserler ve yapılar dışında hiçbir şekilde yapı yapılamayacağı kuralı olduğu, dava konusu taşınmaz üzerinde ekonomik değer taşıyan hiçbir yapı olmadığı ve davacılar tarafından bahçe olarak kullanıldığı, taşınmazın 22.07.1983 onanlı 1/1000 ölçekli Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planında, 'konut alanı' kullanımında kaldığı, ancak taşınmaza Boğaziçi Kanunu'nun geçici 4. maddesi uyarınca yeşil alan statüsü uygulandığı, bu kullanımlara ayrılan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında hiçbir yapı yapılamayacağı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta, davaya konu taşınmaz için yapılaşma izni verilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı, zira taşınmazın baştanberi Boğaziçi Öngörünüm bölgesinde olması ve doğal sit alanında kalması nedeniyle zaten konumu gereği kısıtlı bir taşınmaz olduğu, kamulaştırmasız el atma davalarının, üzerinde yapılaşma imkanı bulunan taşınmazların sonradan kamu hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle açılabileceği, buna karşın, bulunduğu alan veya bölge gereği doğal olarak kısıtlılık halini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun uygulanamayacağı, yukarıda yer verilen 2863 sayılı Kanunun ilgili şartları sağlanarak 'takas' talebinde bulunulabilecek olup bu talebin de somut olaya göre değerlendirileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Bu durumda, idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kısıtlılığının 2960 sayılı Kanundan kaynaklandığı ve kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı, bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan da bahsedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekmekte iken dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararda isabet bulunmamaktadır."
26. Danıştay Altıncı Dairesinin 12/12/2017 tarihli ve E.2017/3161, K.2017/10690 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyanın incelenmesinden, davacının anılan taşınmazı 30.06.2014 tarihinde intikal yoluyla edindiği, söz konusu taşınmazın da bulunduğu alanın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 14.12.1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit alanı olarak ilan edildiği, ve aynı Kurulun 24.06.1983 tarihli, 15175 sayılı kararı ile sınırları belirlenen ve 1/5000 ile 1/1000 ölçekli imar planlarına göre Boğaziçi Sit Alanı Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgesinde kaldığı, taşınmazın da bulunduğu bu alanda; korunması gereken eserler ve yapılar dışında hiçbir şekilde yapı yapılamayacağı kuralı olduğu, taşınmazın, 24.02.1984 onay tarihli 1/5000 Ölçekli Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit Değerlerini İçeren Nazım İmar Planında yeşil alanda ve 22.07.1983 onay tarihli 1/1000 ölçekli Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planının Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulunun 13.06.2011 tarihli, 2011/2 sayılı kararı ile sayısallaştırılmış paftasında kent bütününe hizmet eden yeşil alanda kaldığı, taşınmazın koruya katılacak alan olarak düzenleneceği kararı alınmış olduğu, bu kullanımlara ayrılan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında hiçbir yapı yapılamayacağı anlaşılmaktatır.
Uyuşmazlıkta, davaya konu taşınmaz için yapılaşma izni verilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı, zira taşınmazın baştanberi Boğaziçi Öngörünüm bölgesinde olması ve doğal sit alanında kalması nedeniyle zaten konumu gereği kısıtlı bir taşınmaz olduğu, kamulaştırmasız el atma davalarının, üzerinde yapılaşma imkanı bulunan taşınmazların sonradan kamu hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle açılabileceği, buna karşın, bulunduğu alan veya bölge gereği doğal olarak kısıtlılık halini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun uygulanamayacağı, yukarıda yer verilen 2863 sayılı Kanunun ilgili şartları sağlanarak "takas" talebinde bulunulabilecek olup bu talebin de somut olaya göre değerlendirileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Bu durumda, idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kısıtlılığının 2960 sayılı Kanundan kaynaklandığı ve kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı, bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan da bahsedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekmekte iken dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararda isabet bulunmamaktadır.
Öte yandan, bozma kararı üzerine verilecek kararda, husumet bakımından da yeniden bir değerlendirme yapılacağı açıktır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 13/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
28. Başvurucular; imar planında taşınmazın sit alanına ayrılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu müdahale sebebiyle taşınmazı dilediği gibi kullanamadıklarını belirtmiştir. Başvurucular, taşınmazlarının uzunca bir süredir kamulaştırılmamasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını ifade etmiştir. Başvurucular bunun yanında dava sürecinde yapılan yasal değişikliklerin geriye yürütülmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini de ileri sürmüştür.
29. Başvurucular 2/7/2020 tarihli ek beyan dilekçelerinde yapmış oldukları trampa başvurusunun İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün 30/4/2020 yazısıyla reddedildiğini, mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin giderilmesi için taşınmazın kamulaştırılmasından başka bir yol kalmadığını ifade etmiştir.
B. Ön Sorun
30. Öncelikle başvuruda bulunan Mehmet Aycan Onur'un ölümü sonrası kimlerin başvuruya devam edebileceklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
31. Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkı örneğinde olduğu gibi belli bazı haklarla ilgili başvurularda gerçek kişilerin bireysel başvuruda bulunduktan sonra ölmesi durumunda mirasçılarının makul bir süre içinde bireysel başvuruya devam etmek istediklerini Anayasa Mahkemesine bildirmeleri hâlinde düşme kararı vermeyip başvuruyu incelemeye devam etmektedir. Bu durumda mirasçılar başvurunun tarafı hâline gelmektedir. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki yaklaşımı T.G. (B. No: 2017/21163, 9/1/2019, §§ 17-20), kararında şöyledir:
"17. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri kararında (B. No: 2014/3549, 22/3/2017, §§ 18-21) başvurucunun bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra ölmesi durumunda başvurunun incelenmesine devam edilip edilemeyeceğine ilişkin ilkelerini belirlemiştir. Anılan kararın ilgili bölümü şöyledir:
'18. Uygulamada hukuk yargılamalarında, taraflardan birinin ölümü halinde dava sonunda verilecek hükmün olumlu veya olumsuz bir şekilde mirasçıların haklarını etkilemesi nedeniyle davaya mirasçılar tarafından devam edilebileceğinin kabul edildiği hallerde, mahkemelerce mirasçılara usulüne uygun olarak tebligat yapılarak mirası reddetmeyen mirasçıların mecburi dava arkadaşı olarak davada yer almalarının sağlandığı görülmektedir (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi E. 2015/20127, K. 2015/21189, 26/11/2015).
19. Asli görevi Anayasa'yı yorumlamak, böylece Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam ve sınırlarını belirlemek olan Anayasa Mahkemesinin (Mahkeme) bireysel başvuru yolunda başvurucuların başvuru tarihinden sonra vefat etmeleri hâlinde yukarıda yer verilen usulü benimseyerek 4721 sayılı Kanun'un anılan hükümlerindeki tarihleri tespit etme ve buna göre mirası reddetmeyen mirasçıların başvuruya devam etmelerini sağlama yükümlülüğünü üstlenmesinin, Mahkemenin asli görevini yerine getirmesi önünde engel teşkil edecek ve böylelikle Mahkemeyi temel işlevinden uzaklaştırabilecek olması nedeniyle bireysel başvurunun niteliğine uygun düşmediği görülmektedir.
20. İçtüzük'ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.
21. Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâller gibi başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varıldığı durumlarda, başvurucuların vefat etmesi hâlinde başvuruya devam edilmesinin sağlanması yönünden öncelikli yükümlülüğün başvuruya devam etme hakları olan şahıslarda bulunduğu kabul edilmelidir.'
18. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve diğerleri içtihadından sonraki dönemde, bireysel başvuru devam ederken başvurucunun ölmesi durumunda ölenin mirasçılarına başvuruya devam edip etmeyecekleri hususunda bildirimde bulunma yönünde bir uygulama gerçekleştirmemiş, ölüm tarihinden sonra makul bir süre içinde kendiliğinden Anayasa Mahkemesine başvurarak başvuruya devam etmek istediğini bildiren mirasçıların -menfaatlerinin bulunup bulunmadığını da gözeterek- başvurularını incelemiştir (örnek kararlar için bkz. Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685, 23/5/2018 [ölümden yaklaşık üç ay sonra]; Fatma Ülker Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018 [ölümden iki ay sonra]). Buna karşılık mirasçıların başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmediği hallerde düşme kararı verilmektedir (örnek kararlar için bkz. Ali Sedat Yücelik ve diğerleri, B. No: 2015/2574, 9/5/2018, §§ 22-25; Abbas Çelik ve diğerleri, B. No: 2014/749, 7/3/2018, §§ 26-29; Haşim Özpolat, B. No: 2014/3140, 21/9/2017, § 19 Şükran Çopuraslan, B. No: 2014/4695, 14/9/2017, § 22).
19. Anayasa Mahkemesi, ölenin mirasçılarının başvuruyu devam ettirme iradelerinin ancak makul süre içinde yapılması hâlinde geçerli olabileceğini kabul etmekle birlikte bu süreyi somutlaştırmamıştır. Hukuki belirliliğin sağlanması bakımından mirasçıların başvuruyu devam ettirme iradelerinin geçerli kabul edilebileceği makul sürenin ne olduğunun belirginleştirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
20. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen otuz günlük bireysel başvuru süresinin mirasçılar yönünden de kıyasen uygulanması gerektiği düşünülebilir. Ancak Türk hukukunda mirasçıların mirası reddetme hakkını da haiz oldukları gözetildiğinde makul sürenin tespitinde mirası ret süresinin de gözönünde bulundurulması gerektiği değerlendirilmiştir. 4721 sayılı Kanun'un 606. maddesinin birinci fıkrasında, yasal ve atanmış mirasçıların mirası üç ay içinde reddedebilecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla bireysel başvuru yapıldıktan sonra ölen başvurucuların mirasçılarının başvuruyu devam ettirme yönündeki taleplerini Anayasa Mahkemesine iletebilecekleri makul sürenin -haklı mazeretler saklı kalmak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren dört ay olarak tespitinin uygun olacağı sonucuna ulaşılmıştır."
32. Mevcut başvuruda ise Zeytuna Onur, İzzet Renay Onur, Reşat Onur ve Olga Ayça Onur'un sundukları mirasçılık belgesine göre Mehmet Aycan Onur'un mirasçısı oldukları ve süresinde başvuruya devam istediklerini beyan ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla Zeytuna Onur, İzzet Renay Onur, Reşat Onur ve Olga Ayça Onur'un başvuruya devam yönündeki beyanları dikkate alınmıştır.
C. Değerlendirme
33. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.''
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet hakkı dışında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucuların asıl şikâyetinin imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılması sebebiyle maliki oldukları taşınmazdan diledikleri gibi yararlanamadıklarına, taşınmazı kullanamadıklarına ve ondan tasarruf edemediklerine yönelik olduğu anlaşıldığından başvurucuların bütün şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.
35. Somut olayda başvurucuların hissedarı olduğu taşınmaz koruma amaçlı imar planında doğal sit alanı (mesire) olarak belirlenmiştir. Başvurucuların taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle açıkları tazminat davası da derece mahkemesince 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11. madde gereğince reddedilmiştir.
36. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce incelemiş ve uygulanacak ilkeleri ortaya koymuştur (Hüseyin Ünal, §§ 34-62). Anayasa Mahkemesi 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri ile 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11. maddeye dayalı olan müdahalenin kanunilik ölçütünü taşıdığını değerlendirmiş, ayrıca taşınmazın kamu hizmetine tahsis edilmesine yönelik müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğunu açıklamıştır (Hüseyin Ünal, §§ 44-50). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararı ile anılan madde iptal edilmiştir. Bu çerçevede ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede ise uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmaması ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşılmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı kabul edilmiştir (Hüseyin Ünal, §§ 51-62).
37. Bununla birlikte somut olay çeşitli yönleriyle Hüseyin Ünal başvurusundan farklı özellikler taşımaktadır. Hüseyin Ünal başvurusuna konu olayda taşınmaz uygulama imar planı ile kamu hizmet alanına ayrılmış, başvurucu tarafından taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle açılan tam yargı davasında derece mahkemesi uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11. madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını belirterek uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvuru konusu olayda ise taşınmaz koruma amaçlı uygulama imar planı ile doğal sit alanı (mesire) olarak belirlenmiş, derece mahkemesi ise yine aynı Kanun hükmünü esas alarak uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.
38. Konu ile ilgili Danıştay içtihadında kamulaştırmasız el atma davalarının üzerinde yapılaşma imkânı bulunan taşınmazların sonradan kamu hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle açılabileceği açıklanmıştır. Buna karşın bulunduğu alan ve bölge gereği doğal olarak kısıtlılık hâlini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kanun'un uygulanamayacağı, 2863 sayılı Kanun'daki şartlar sağlanarak trampa talebinde bulunulabileceği, bu talebin de somut olaya göre değerlendirileceği ifade edilmiştir. İdarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluklarının bulunmadığı, bu statüde bulanan taşınmazlara hazine taşınmazlarıyla trampa imkânı sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit alanı ilanından itibaren belirli bir yasal sürenin tanındığı belirtilmiştir. Taşınmazdaki kısıtlılığın 2960 sayılı Kanun'dan kaynaklandığı, kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı dile getirilmiştir. Bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan söz edilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekirken uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesinde isabet bulunmadığı açıklanmıştır (bkz. §§ 25, 26).
39. Somut olayda başvurucuların hissedarı oldukları taşınmaz koruma amaçlı imar planı ile doğal sit alanı (mesire) olarak belirlenmiştir. Ancak taşınmazın fiili olarak mesire yeri vasfıyla kamunun kullanımına açıldığına dair bir iddia ileri sürülmediğinden kamu hizmet alanına ayrıldığını söylemek mümkün değildir. Konuyla ilgili Danıştay içtihadında da sit alanı olarak belirlenen taşınmazlar hakkında 2942 sayılı Kanun'un uygulanamayacağı, 2863 sayılı Kanun'un uygulanması gerektiği ifade edilmiştir.
40. Bununla birlikte başvuru konusu olayda ise başvurucuların hissedarı oldukları taşınmazın doğal sit alanı (mesire) olarak belirlendiği görülmektedir. Başvurucular, taşınmazlarının uzunca bir süredir kamulaştırılmamasından ve yapmış oldukları trampa başvurusunun idarece reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin giderilmesi için taşınmazın kamulaştırılmasından başka bir yol kalmadığından yakınmaktadır. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce incelemiş ve uygulanacak ilkeleri ortaya koymuştur (Feriha Şencan ve diğerleri, B. No: 2017/28732, 29/1/2020, §§ 52-74).
41. Feriha Şencan ve diğerleri kararında ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede başvurucuların taşınmazının ödenek yokluğu gerekçesiyle kamulaştırılmayarak trampa yolunun işaret edildiği ve trampa yolunun taşınmazda meydana geldiği belirtilen zararları karşılama yönünde yeterli bir giderim sağladığı ifade edilmiştir. Diğer taraftan başvurucular tarafından trampa yoluna başvurulması yönünde yeterli ve etkili bir yöntem izlenmemesi nedeniyle mevzuata uygun bir başvuru yapılamadığına ve başvurucuların zararının giderilemediğine değinilmiştir. Neticede trampa yapılması için taşınmaz maliklerinin tamamının birlikte başvurmasının aranması nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğundan ve müdahalenin ölçülü olmadığından söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır (Feriha Şencan ve diğerleri, §§ 67-74).
42. Somut başvuruda da başvuruculara ait taşınmaz doğal sit alanı (mesire) olarak tespit ve tescil edilmiştir. Buna göre başvurucuların kamunun yararlanmasına açıldığı ileri sürülemeyen başka bir anlatımla fiilen kamu hizmetine tahsis edilmeyen taşınmaza ilişkin olarak 2863 sayılı Kanun'un maliklere tanıdığı hak, muafiyet ve kolaylıklardan yararlanabilmeleri mümkündür. Ayrıca, başvurucuların Koruma Bölge Kurulu kararlarına karşı itiraz yolu açık olmasına rağmen bu yola başvurduklarına ilişkin bir beyanlarının da olmadığı görülmektedir.
43. Öte yandan başvurucular, yapmış oldukları trampa başvurusunun idarece reddedildiğini belirterek mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin giderilmesi için taşınmazın kamulaştırılmasından başka bir yol kalmadığını ifade etmiştir. Gerçekten de idare 30/4/2020 tarihli cevap yazısı ile başvurucuların trampa talebini reddetmiştir. İdare trampa talebini reddederken öncelikle Yönetmelik'in 4 maddesinin (k) bendi ile 8 maddesinin (o) bendinde yer alan yol, yeşil alan gibi kamu hizmet alanına ayrılmış olan taşınmazların Hazine taşınmazları ile trampa edilemeyeceğine ilişkin hükümlere dayanmıştır. Oysa başvurucular trampa talebinde bulunurken yol olarak ayrılan kısmın mahsup edilerek kalan alanın trampa edilmesini istemişlerdir (bkz. § 21). Dolayısıyla idarenin trampa talebini reddederken Yönetmelik'in anılan hükümlerini dayanak aldığı kısmın başvurucular açısından geçerli olmadığı açıktır. İdare trampa talebini reddederken asıl olarak aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin başvurması gerektiği gerekçesine dayanmıştır. Başvurucular, trampa başvurusunun idarece reddedilmesinden ve ihlalin giderimi için kamulaştırmadan başka yol kalmadığından yakınmakta iseler de parselin kendileri dışındaki maliklerinin de trampa talebinde bulunduğunu ortaya koyamamıştır. Kaldı ki Feriha Şencan ve diğerleri kararında trampa yapılması için taşınmaz maliklerinin tamamının birlikte başvurması şartının aranması nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulmadığı ve müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna ulaşıldığı dikkate alındığında somut başvuruda Anayasa Mahkemesinin bu içtihadından ayrılmayı gerektirecek bir neden bulunmamaktadır.
44. Sonuç olarak başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahalenin taşıdığı kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği, kamu yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 13/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.