TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ SAİM SEÇİK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/25677)
|
|
Karar Tarihi: 13/10/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
M.Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Umut FIRTINA
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ali Saim SEÇİK
|
|
|
2. Ayten ÇIRÇIR
|
|
|
3. Hatice Zişan TÜRER
|
|
|
4. Remzi Kutlu ÇIRÇIR
|
|
|
5. Sema ÇIRÇIRLI
|
|
|
6. Şahende Zülal ÇIRÇIR
|
|
|
7. Tevhide ÇIRÇIR
|
|
|
8. Yasemen ÇIRÇIR
|
|
|
9. İzzet Renay ONUR
|
|
|
10. O. Ayça ONUR BURNAK
|
|
|
11. Reşat ONUR
|
|
|
12. Zeytuna ONUR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, taşınmazın koruma amaçlı uygulama imar
planında doğal sit alanı (mesire) olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 1/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
7. Başvurucu Mehmet Aycan Onur 4/3/2020 tarihinde vefat
etmiş olup eşi Zeytuna Onur ile çocukları İzzet Renay Onur, Reşat Onur ve Olga
Ayça Onur İstanbul 39. Noterliğinin 17/4/2020 tarihli mirasçılık belgesini
sunarak 2/7/2020 tarihinde başvuruya devam etmek istediklerini bildirmişlerdir.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, İstanbul'un Sarıyer ilçesine bağlı Maden
Mahallesi'nde bulunan 926 ada 1 parsel sayılı 16.559,59 m2 yüz ölçümlü taşınmazın malikidir.
10. Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı
14/12/1974 tarihinde taşınmazın korunması gerekli sit sahası olduğuna
karar vermiştir. Bu karar Kurulun 24/6/1983 tarihli kararıyla uygun
bulunmuştur.
11. Taşınmaz 22/7/1983 tarihinde yürürlüğe giren 1/5.000
ölçekli Boğaziçi nazım imar planında ve 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi
Kanunu eki haritalarda Boğaziçi Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri
olarak tanımlanan alanda kalmaktadır.
12. İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulunun 21/4/1999 ve 26/2/2002 tarihli kararları ile taşınmaz 1.
derece doğal sit alanı olarak tescil edilen alanda kalmaktadır.
13. 1/5.000 ölçekli Sarıyer Gerigörünüm ve Etkilenme
Bölgeleri koruma amaçlı nazım imar planı 25/6/1999 tarihinde yürürlüğe girmiş,
taşınmazın bulunduğu alan 29/7/2003 tasdik tarihli 1/1.000 ölçekli Sarıyer
Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri koruma amaçlı uygulama imar planında
doğal sit alanı (mesire) olarak planlanmıştır.
14. Başvurucular, Sarıyer Belediye Başkanlığı İmar ve
Şehircilik Müdürlüğüne 15/12/2011 tarihli dilekçe ile başvurarak taşınmazın
imar durumu hakkında bilgi talep etmiştir. Anılan Belediye tarafından verilen
20/2/2011 tarihli cevap yazısında taşınmazın 29/7/2003 tasdik tarihli 1/1.000
ölçekli Sarıyer Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgeleri koruma amaçlı uygulama imar
planında doğal sit alanında (mesire) kaldığı ifade edilmiştir.
15. Başvurucular 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı
Kanun'un 21. maddesi uyarınca uzlaşma görüşmesi yapmak amacıyla 21/2/2014
tarihli dilekçelerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Kültür ve Turizm
Bakanlığına başvurmuştur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 14/3/2014 tarihli cevap
yazısında 2960 sayılı Kanun uyarınca husumetin İstanbul Büyükşehir Belediyesi
veya ilçe belediyelerine ait olacağını belirtmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı
19/8/2014 tarihli cevap yazısında ise "...taşınmazın kamulaştırılması
konusunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğünce değerlendirilerek ilgilisine bilgi verilmesi"
denilmiştir.
16. Başvurucular 7/11/2014 tarihinde İstanbul 3. İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucular bu davada,
hissedar oldukları taşınmazın imar planında doğal sit alanı (mesire) olarak
belirlendiğini, taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığını ileri sürerek
uğradıkları zararın giderilmesini istemiştir.
17. Mahkeme 26/10/2016 tarihinde davayı reddetmiştir.
Kararda 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı
Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu
bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan
taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı
Kanun'a eklenen geçici 11. madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu
madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
18. Başvurucular verilen karara ilişkin istinaf talebinde
bulunmuş, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi 11/4/2017
tarihinde istinaf talebinin reddine kesin olarak karar vermiştir.
19. Nihai karar 4/5/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
20. Başvurucular 1/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
21. Başvurucular 7/2/2020 tarihli dilekçe ile İstanbul
Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne başvurarak 21/7/1983 tarihli ve
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 15. maddesinin
birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında trampa talebinde bulunmuştur.
Başvurucular, toplam alanı 16.559,59 m2 olan
taşınmazın Sarıyer Belediyesince kamulaştırmasız olarak el atılan ve mahkeme
kararı ile mülkiyeti Belediye lehine terk edilecek olan 473,72 m2lik kısmın mahsup edilerek 16.058,87 m2lik kısmının trampası talebinde bulunmuşlardır.
22. İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü
30/4/2020 tarihli cevap yazısında, taşınmazın Sarıyer Gerigörünüm ve Etkilenme
Bölgeleri koruma amaçlı uygulama imar planında 1. derecede doğal sit alanı
(mesire) lejantlı alanda kısmen de yol alanında kaldığı
açıklanmıştır. Cevap yazısında ayrıca 3/8/2013 tarihli ve 28727 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan Tabiat Varlıkları, Doğal Sit Alanları ve Özel Çevre Koruma
Bölgelerinde Kalan Yapı Yasaklı Taşınmazların Hazine Taşınmazları ile
Değiştirilmesi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) ilgili maddelerine göre bu
durumdaki taşınmazların trampaya konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Aynı ada
içindeki bütün parsel maliklerinin trampa başvurusunda bulunması gerektiği,
tapu kütüğünde taşınmazın doğal sit alanında kaldığına dair şerh dışında başka
takyidatlar da bulunduğu belirtilerek bunların da Yönetmelik'e aykırı olması
nedeniyle trampa talebinin reddedildiği dile getirilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Mevzuat
Hükümleri
23. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No:
2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-29.
24. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Ahmet Bölge, B.
No: 2014/13133, 28/9/2016, §§ 24-28.
B. Danıştay
İçtihadı
25. Danıştay Altıncı Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/4323,
K.2017/8356 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyanın incelenmesinden,
davacıların anılan taşınmazı 08.06.1962 tarihinde edindikleri, söz konusu
taşınmazın da bulunduğu alanın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulunun 14.12.1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit alanı olarak ilan
edildiği, ve aynı Kurulun 24.06.1983 tarihli, 15175 sayılı kararı ile sınırları
belirlenen ve 1/5000 ile 1/1000 ölçekli imar planlarına göre Boğaziçi Sahil
Şeridi ve Öngörünüm Bölgesinde kaldığı, taşınmazın da bulunduğu bu alanda;
korunması gereken eserler ve yapılar dışında hiçbir şekilde yapı yapılamayacağı
kuralı olduğu, dava konusu taşınmaz üzerinde ekonomik değer taşıyan hiçbir yapı
olmadığı ve davacılar tarafından bahçe olarak kullanıldığı, taşınmazın
22.07.1983 onanlı 1/1000 ölçekli Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar
Planında, 'konut alanı' kullanımında kaldığı, ancak taşınmaza Boğaziçi
Kanunu'nun geçici 4. maddesi uyarınca yeşil alan statüsü uygulandığı, bu
kullanımlara ayrılan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında
hiçbir yapı yapılamayacağı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta, davaya konu taşınmaz için
yapılaşma izni verilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı, zira taşınmazın
baştanberi Boğaziçi Öngörünüm bölgesinde olması ve doğal sit alanında kalması
nedeniyle zaten konumu gereği kısıtlı bir taşınmaz olduğu, kamulaştırmasız el
atma davalarının, üzerinde yapılaşma imkanı bulunan taşınmazların sonradan kamu
hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle
açılabileceği, buna karşın, bulunduğu alan veya bölge gereği doğal olarak
kısıtlılık halini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanununun uygulanamayacağı, yukarıda yer verilen 2863 sayılı Kanunun ilgili
şartları sağlanarak 'takas' talebinde bulunulabilecek olup bu talebin de somut
olaya göre değerlendirileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Bu durumda, idarelerin sit alanlarında
kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan
taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma
amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için
idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen
uyuşmazlığa konu taşınmazın kısıtlılığının 2960 sayılı Kanundan kaynaklandığı
ve kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı, bu nedenle kamulaştırmasız
el atma nedeniyle oluşan bir zarardan da bahsedilemeyeceğinden davanın reddine
karar verilmesi gerekmekte iken dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına
ilişkin kararda isabet bulunmamaktadır."
26. Danıştay Altıncı Dairesinin 12/12/2017 tarihli ve
E.2017/3161, K.2017/10690 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyanın incelenmesinden,
davacının anılan taşınmazı 30.06.2014 tarihinde intikal yoluyla edindiği, söz
konusu taşınmazın da bulunduğu alanın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar
Yüksek Kurulunun 14.12.1974 tarihli, 8172 sayılı kararıyla doğal sit alanı
olarak ilan edildiği, ve aynı Kurulun 24.06.1983 tarihli, 15175 sayılı kararı
ile sınırları belirlenen ve 1/5000 ile 1/1000 ölçekli imar planlarına göre
Boğaziçi Sit Alanı Gerigörünüm ve Etkilenme Bölgesinde kaldığı, taşınmazın da
bulunduğu bu alanda; korunması gereken eserler ve yapılar dışında hiçbir şekilde
yapı yapılamayacağı kuralı olduğu, taşınmazın, 24.02.1984 onay tarihli
1/5000 Ölçekli Boğaziçi Doğal ve Tarihi Sit Değerlerini İçeren Nazım İmar
Planında yeşil alanda ve 22.07.1983 onay tarihli 1/1000 ölçekli Boğaziçi
Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planının Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon
Kurulunun 13.06.2011 tarihli, 2011/2 sayılı kararı ile sayısallaştırılmış
paftasında kent bütününe hizmet eden yeşil alanda kaldığı, taşınmazın koruya
katılacak alan olarak düzenleneceği kararı alınmış olduğu, bu kullanımlara
ayrılan parsellerde korunması gerekli kültür varlığı dışında hiçbir yapı
yapılamayacağı anlaşılmaktatır.
Uyuşmazlıkta, davaya konu taşınmaz için
yapılaşma izni verilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı, zira taşınmazın
baştanberi Boğaziçi Öngörünüm bölgesinde olması ve doğal sit alanında kalması
nedeniyle zaten konumu gereği kısıtlı bir taşınmaz olduğu, kamulaştırmasız el
atma davalarının, üzerinde yapılaşma imkanı bulunan taşınmazların sonradan kamu
hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar nedeniyle
açılabileceği, buna karşın, bulunduğu alan veya bölge gereği doğal olarak
kısıtlılık halini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanununun uygulanamayacağı, yukarıda yer verilen 2863 sayılı Kanunun ilgili
şartları sağlanarak "takas" talebinde bulunulabilecek olup bu talebin
de somut olaya göre değerlendirileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Bu durumda, idarelerin sit alanlarında
kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan
taşınmazlar için hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma
amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için
idarelere sit ilanından bu yana belli bir yasal süre tanındığı, esasen
uyuşmazlığa konu taşınmazın kısıtlılığının 2960 sayılı Kanundan kaynaklandığı
ve kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı, bu nedenle kamulaştırmasız
el atma nedeniyle oluşan bir zarardan da bahsedilemeyeceğinden davanın reddine
karar verilmesi gerekmekte iken dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına
ilişkin kararda isabet bulunmamaktadır.
Öte yandan, bozma kararı üzerine
verilecek kararda, husumet bakımından da yeniden bir değerlendirme yapılacağı
açıktır."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 13/10/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
28. Başvurucular; imar planında taşınmazın sit alanına
ayrılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini, bu müdahale sebebiyle
taşınmazı dilediği gibi kullanamadıklarını belirtmiştir. Başvurucular,
taşınmazlarının uzunca bir süredir kamulaştırılmamasının mülkiyet hakkının
ihlaline yol açtığını ifade etmiştir. Başvurucular bunun yanında dava sürecinde
yapılan yasal değişikliklerin geriye yürütülmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının da ihlal edildiğini de ileri sürmüştür.
29. Başvurucular 2/7/2020 tarihli ek beyan dilekçelerinde
yapmış oldukları trampa başvurusunun İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl
Müdürlüğünün 30/4/2020 yazısıyla reddedildiğini, mülkiyet hakkına ilişkin
ihlalin giderilmesi için taşınmazın kamulaştırılmasından başka bir yol
kalmadığını ifade etmiştir.
B. Ön Sorun
30. Öncelikle başvuruda bulunan Mehmet Aycan Onur'un
ölümü sonrası kimlerin başvuruya devam edebileceklerinin değerlendirilmesi
gerekmektedir.
31. Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkı örneğinde olduğu
gibi belli bazı haklarla ilgili başvurularda gerçek kişilerin bireysel
başvuruda bulunduktan sonra ölmesi durumunda mirasçılarının makul bir süre
içinde bireysel başvuruya devam etmek istediklerini Anayasa Mahkemesine
bildirmeleri hâlinde düşme kararı vermeyip başvuruyu incelemeye devam
etmektedir. Bu durumda mirasçılar başvurunun tarafı hâline gelmektedir. Anayasa
Mahkemesinin bu konudaki yaklaşımı T.G. (B. No: 2017/21163, 9/1/2019, §§
17-20), kararında şöyledir:
"17. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay
ve diğerleri kararında (B. No: 2014/3549, 22/3/2017, §§ 18-21) başvurucunun
bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonra ölmesi durumunda başvurunun
incelenmesine devam edilip edilemeyeceğine ilişkin ilkelerini belirlemiştir.
Anılan kararın ilgili bölümü şöyledir:
'18. Uygulamada hukuk yargılamalarında,
taraflardan birinin ölümü halinde dava sonunda verilecek hükmün olumlu veya
olumsuz bir şekilde mirasçıların haklarını etkilemesi nedeniyle davaya
mirasçılar tarafından devam edilebileceğinin kabul edildiği hallerde,
mahkemelerce mirasçılara usulüne uygun olarak tebligat yapılarak mirası reddetmeyen
mirasçıların mecburi dava arkadaşı olarak davada yer almalarının sağlandığı
görülmektedir (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi E. 2015/20127, K. 2015/21189,
26/11/2015).
19. Asli görevi Anayasa'yı yorumlamak,
böylece Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam ve sınırlarını
belirlemek olan Anayasa Mahkemesinin (Mahkeme) bireysel başvuru yolunda
başvurucuların başvuru tarihinden sonra vefat etmeleri hâlinde yukarıda yer
verilen usulü benimseyerek 4721 sayılı Kanun'un anılan hükümlerindeki tarihleri
tespit etme ve buna göre mirası reddetmeyen mirasçıların başvuruya devam
etmelerini sağlama yükümlülüğünü üstlenmesinin, Mahkemenin asli görevini yerine
getirmesi önünde engel teşkil edecek ve böylelikle Mahkemeyi temel işlevinden
uzaklaştırabilecek olması nedeniyle bireysel başvurunun niteliğine uygun
düşmediği görülmektedir.
20. İçtüzük'ün 80. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini
haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun
düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük'ün 80. maddesinin (2)
numaralı fıkrası gereği Anayasa'nın uygulanması, yorumlanması veya temel
hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının
gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği
öngörülmüştür.
21. Yukarıda yer verilen açıklamalar
doğrultusunda Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların
kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli
kıldığı hâller gibi başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir
sebebin olmadığı kanaatine varıldığı durumlarda, başvurucuların vefat etmesi
hâlinde başvuruya devam edilmesinin sağlanması yönünden öncelikli yükümlülüğün
başvuruya devam etme hakları olan şahıslarda bulunduğu kabul edilmelidir.'
18. Anayasa Mahkemesi Asya Oktay ve
diğerleri içtihadından sonraki dönemde, bireysel başvuru devam ederken
başvurucunun ölmesi durumunda ölenin mirasçılarına başvuruya devam edip
etmeyecekleri hususunda bildirimde bulunma yönünde bir uygulama
gerçekleştirmemiş, ölüm tarihinden sonra makul bir süre içinde kendiliğinden
Anayasa Mahkemesine başvurarak başvuruya devam etmek istediğini bildiren
mirasçıların -menfaatlerinin bulunup bulunmadığını da gözeterek- başvurularını
incelemiştir (örnek kararlar için bkz. Ayten Yeğenoğlu, B. No: 2015/1685,
23/5/2018 [ölümden yaklaşık üç ay sonra]; Fatma Ülker Akkaya, B. No:
2014/18979, 22/2/2018 [ölümden iki ay sonra]). Buna karşılık mirasçıların
başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmediği
hallerde düşme kararı verilmektedir (örnek kararlar için bkz. Ali Sedat Yücelik
ve diğerleri, B. No: 2015/2574, 9/5/2018, §§ 22-25; Abbas Çelik ve diğerleri,
B. No: 2014/749, 7/3/2018, §§ 26-29; Haşim Özpolat, B. No: 2014/3140,
21/9/2017, § 19 Şükran Çopuraslan, B. No: 2014/4695, 14/9/2017, § 22).
19. Anayasa Mahkemesi, ölenin
mirasçılarının başvuruyu devam ettirme iradelerinin ancak makul süre içinde
yapılması hâlinde geçerli olabileceğini kabul etmekle birlikte bu süreyi
somutlaştırmamıştır. Hukuki belirliliğin sağlanması bakımından mirasçıların
başvuruyu devam ettirme iradelerinin geçerli kabul edilebileceği makul sürenin
ne olduğunun belirginleştirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
20. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrasında öngörülen otuz günlük bireysel başvuru süresinin
mirasçılar yönünden de kıyasen uygulanması gerektiği düşünülebilir. Ancak Türk
hukukunda mirasçıların mirası reddetme hakkını da haiz oldukları gözetildiğinde
makul sürenin tespitinde mirası ret süresinin de gözönünde bulundurulması
gerektiği değerlendirilmiştir. 4721 sayılı Kanun'un 606. maddesinin birinci
fıkrasında, yasal ve atanmış mirasçıların mirası üç ay içinde
reddedebilecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla bireysel başvuru yapıldıktan
sonra ölen başvurucuların mirasçılarının başvuruyu devam ettirme yönündeki
taleplerini Anayasa Mahkemesine iletebilecekleri makul sürenin -haklı
mazeretler saklı kalmak kaydıyla- ölüm tarihinden itibaren dört ay olarak
tespitinin uygun olacağı sonucuna ulaşılmıştır."
32. Mevcut başvuruda ise Zeytuna Onur, İzzet Renay Onur,
Reşat Onur ve Olga Ayça Onur'un sundukları mirasçılık belgesine göre Mehmet
Aycan Onur'un mirasçısı oldukları ve süresinde başvuruya devam istediklerini
beyan ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla Zeytuna Onur, İzzet Renay Onur,
Reşat Onur ve Olga Ayça Onur'un başvuruya devam yönündeki beyanları dikkate
alınmıştır.
C. Değerlendirme
33. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.''
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucular, mülkiyet hakkı dışında adil yargılanma hakkının da ihlal
edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucuların asıl şikâyetinin imar
uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılması sebebiyle maliki oldukları
taşınmazdan diledikleri gibi yararlanamadıklarına, taşınmazı kullanamadıklarına
ve ondan tasarruf edemediklerine yönelik olduğu anlaşıldığından başvurucuların
bütün şikâyetleri mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir.
35. Somut olayda başvurucuların hissedarı olduğu taşınmaz
koruma amaçlı imar planında doğal sit alanı (mesire) olarak belirlenmiştir.
Başvurucuların taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle açıkları
tazminat davası da derece mahkemesince 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11.
madde gereğince reddedilmiştir.
36. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri
daha önce incelemiş ve uygulanacak ilkeleri ortaya koymuştur (Hüseyin Ünal, §§
34-62). Anayasa Mahkemesi 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri
ile 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11. maddeye dayalı olan müdahalenin
kanunilik ölçütünü taşıdığını değerlendirmiş, ayrıca taşınmazın kamu hizmetine
tahsis edilmesine yönelik müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının
bulunduğunu açıklamıştır (Hüseyin Ünal, §§ 44-50). Bununla birlikte
Anayasa Mahkemesinin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararı
ile anılan madde iptal edilmiştir. Bu çerçevede ölçülülük yönünden yapılan
değerlendirmede ise uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan
fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın
kamulaştırılmaması ve herhangi bir tazminat da ödenmemesinin başvurucuya şahsi
olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşılmıştır. Bu sebeple
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması
gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü
olmadığı kabul edilmiştir (Hüseyin Ünal, §§ 51-62).
37. Bununla birlikte somut olay çeşitli yönleriyle Hüseyin
Ünal başvurusundan farklı özellikler taşımaktadır. Hüseyin Ünal
başvurusuna konu olayda taşınmaz uygulama imar planı ile kamu hizmet alanına
ayrılmış, başvurucu tarafından taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle
açılan tam yargı davasında derece mahkemesi uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için
öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici 11. madde
gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağını
belirterek uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar
vermiştir. Başvuru konusu olayda ise taşınmaz koruma amaçlı uygulama imar planı
ile doğal sit alanı (mesire) olarak belirlenmiş, derece mahkemesi ise
yine aynı Kanun hükmünü esas alarak uyuşmazlığın esası hakkında karar
verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.
38. Konu ile ilgili Danıştay içtihadında kamulaştırmasız
el atma davalarının üzerinde yapılaşma imkânı bulunan taşınmazların sonradan
kamu hizmetine ayrılması sonucunda taşınmazda meydana gelen hukuki kısıtlamalar
nedeniyle açılabileceği açıklanmıştır. Buna karşın bulunduğu alan ve bölge
gereği doğal olarak kısıtlılık hâlini bünyesinde barındıran taşınmazlarda 2942
sayılı Kanun'un uygulanamayacağı, 2863 sayılı Kanun'daki şartlar sağlanarak
trampa talebinde bulunulabileceği, bu talebin de somut olaya göre
değerlendirileceği ifade edilmiştir. İdarelerin sit alanlarında kamulaştırma
yapma zorunluluklarının bulunmadığı, bu statüde bulanan taşınmazlara hazine
taşınmazlarıyla trampa imkânı sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması
gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit alanı ilanından
itibaren belirli bir yasal sürenin tanındığı belirtilmiştir. Taşınmazdaki
kısıtlılığın 2960 sayılı Kanun'dan kaynaklandığı, kamulaştırılması zorunlu bir
statüde bulunmadığı dile getirilmiştir. Bu nedenle kamulaştırmasız el atma
nedeniyle oluşan bir zarardan söz edilemeyeceğinden davanın reddine karar
verilmesi gerekirken uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer
olmadığına hükmedilmesinde isabet bulunmadığı açıklanmıştır (bkz. §§ 25, 26).
39. Somut olayda başvurucuların hissedarı oldukları
taşınmaz koruma amaçlı imar planı ile doğal sit alanı (mesire) olarak
belirlenmiştir. Ancak taşınmazın fiili olarak mesire yeri vasfıyla kamunun
kullanımına açıldığına dair bir iddia ileri sürülmediğinden kamu hizmet alanına
ayrıldığını söylemek mümkün değildir. Konuyla ilgili Danıştay içtihadında da
sit alanı olarak belirlenen taşınmazlar hakkında 2942 sayılı Kanun'un
uygulanamayacağı, 2863 sayılı Kanun'un uygulanması gerektiği ifade edilmiştir.
40. Bununla birlikte başvuru konusu olayda ise
başvurucuların hissedarı oldukları taşınmazın doğal sit alanı (mesire)
olarak belirlendiği görülmektedir. Başvurucular, taşınmazlarının uzunca bir
süredir kamulaştırılmamasından ve yapmış oldukları trampa başvurusunun idarece
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin giderilmesi için
taşınmazın kamulaştırılmasından başka bir yol kalmadığından yakınmaktadır.
Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili şikâyetleri daha önce incelemiş ve
uygulanacak ilkeleri ortaya koymuştur (Feriha Şencan ve diğerleri, B.
No: 2017/28732, 29/1/2020, §§ 52-74).
41. Feriha Şencan ve diğerleri kararında ölçülülük
yönünden yapılan değerlendirmede başvurucuların taşınmazının ödenek yokluğu
gerekçesiyle kamulaştırılmayarak trampa yolunun işaret edildiği ve trampa
yolunun taşınmazda meydana geldiği belirtilen zararları karşılama yönünde
yeterli bir giderim sağladığı ifade edilmiştir. Diğer taraftan başvurucular
tarafından trampa yoluna başvurulması yönünde yeterli ve etkili bir yöntem
izlenmemesi nedeniyle mevzuata uygun bir başvuru yapılamadığına ve
başvurucuların zararının giderilemediğine değinilmiştir. Neticede trampa
yapılması için taşınmaz maliklerinin tamamının birlikte başvurmasının aranması
nedeniyle başvurucuların mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı
arasında olması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine bozulduğundan ve
müdahalenin ölçülü olmadığından söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır (Feriha
Şencan ve diğerleri, §§ 67-74).
42. Somut başvuruda da başvuruculara ait taşınmaz doğal
sit alanı (mesire) olarak tespit ve tescil edilmiştir. Buna göre
başvurucuların kamunun yararlanmasına açıldığı ileri sürülemeyen başka bir
anlatımla fiilen kamu hizmetine tahsis edilmeyen taşınmaza ilişkin olarak 2863
sayılı Kanun'un maliklere tanıdığı hak, muafiyet ve kolaylıklardan
yararlanabilmeleri mümkündür. Ayrıca, başvurucuların Koruma Bölge Kurulu
kararlarına karşı itiraz yolu açık olmasına rağmen bu yola başvurduklarına
ilişkin bir beyanlarının da olmadığı görülmektedir.
43. Öte yandan başvurucular, yapmış oldukları trampa
başvurusunun idarece reddedildiğini belirterek mülkiyet hakkına ilişkin ihlalin
giderilmesi için taşınmazın kamulaştırılmasından başka bir yol kalmadığını
ifade etmiştir. Gerçekten de idare 30/4/2020 tarihli cevap yazısı ile
başvurucuların trampa talebini reddetmiştir. İdare trampa talebini reddederken
öncelikle Yönetmelik'in 4 maddesinin (k) bendi ile 8 maddesinin (o) bendinde
yer alan yol, yeşil alan gibi kamu hizmet alanına ayrılmış olan taşınmazların
Hazine taşınmazları ile trampa edilemeyeceğine ilişkin hükümlere dayanmıştır.
Oysa başvurucular trampa talebinde bulunurken yol olarak ayrılan kısmın mahsup
edilerek kalan alanın trampa edilmesini istemişlerdir (bkz. § 21). Dolayısıyla
idarenin trampa talebini reddederken Yönetmelik'in anılan hükümlerini dayanak
aldığı kısmın başvurucular açısından geçerli olmadığı açıktır. İdare trampa
talebini reddederken asıl olarak aynı ada içerisindeki bütün parsel
maliklerinin başvurması gerektiği gerekçesine dayanmıştır. Başvurucular, trampa
başvurusunun idarece reddedilmesinden ve ihlalin giderimi için kamulaştırmadan başka
yol kalmadığından yakınmakta iseler de parselin kendileri dışındaki
maliklerinin de trampa talebinde bulunduğunu ortaya koyamamıştır. Kaldı ki Feriha
Şencan ve diğerleri kararında trampa yapılması için taşınmaz maliklerinin
tamamının birlikte başvurması şartının aranması nedeniyle başvurucuların
mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin
başvurucular aleyhine bozulmadığı ve müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna
ulaşıldığı dikkate alındığında somut başvuruda Anayasa Mahkemesinin bu
içtihadından ayrılmayı gerektirecek bir neden bulunmamaktadır.
44. Sonuç olarak başvurucuların mülkiyet haklarına
yapılan müdahalenin taşıdığı kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında
mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan
dışı bir külfet yüklemediği, kamu yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkı
arasında olması gereken adil dengenin bozulmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA 13/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.