TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÇETİN HAKKI ŞAŞMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/26248)
|
|
Karar Tarihi: 2/12/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Kamber Ozan TUTAL
|
Başvurucu
|
:
|
Çetin Hakkı ŞAŞMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Rifat BACANLI
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, terörizmin finansmanı suçundan dolayı
başlatılan ceza soruşturması sırasında verilen kayyım atama kararı nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 9/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. FETÖ/PDY ve
Darbe Girişimine İlişkin Genel Bilgiler
9. Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam
eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet
Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanma bulunmaktadır (Aydın
Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 21-25).
10. Yetkili makamlarca ve soruşturma mercilerince 15
Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak
özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın
özellikleri ve faaliyetleriyle ilgili birçok tespit ve değerlendirmeye yer
verilmiştir. Buna göre devletin anayasal kurumlarını ele geçirmek, sonrasında
devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden
şekillendirmek ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi,
toplumsal ve siyasal gücü yönetmek amacıyla mevcut idari sisteme paralel
şekilde örgütlenen, ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik ittifaklar
kuran FETÖ/PDY devlet ve toplum üzerinde bir vesayet kurumu hâline
gelmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26).
11. Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok
kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Bu
kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/16.MD-956,
K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay
16. Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı
bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır.
12. FETÖ/PDY'nin ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu
tehdit; idari organların karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu
bağlamda devlet yetkilileri sürekli olarak anılan yapılanmanın ülke güvenliği
için bir tehdit olduğuna dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu değerlendirmeler
Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK; söz konusu
yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve
ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal
yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal
faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör
örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması ve
bir terör örgütü olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her
biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY
2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde Legal Görünümlü İllegal
Yapılar başlığı altında Paralel Devlet Yapılanması adıyla yer almış;
Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör
örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33).
13. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl
bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve soruşturma mercileri
-olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun
yıllardır faaliyetlerine devam eden FETÖ/PDY yapılanmasının olduğunu
değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25).
14. Darbe girişiminin engellenmesinden sonra başta yargı
mensupları ve emniyet görevlileri olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle
ilgili disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu
görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari
tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen
bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik
idari birtakım tedbirlere de başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 34, 35).
B. FETÖ/PDY'nin
Mali Yapılanmasına İlişkin Genel Bilgiler
15. FETÖ/PDY'nin mali yapılanması ve finans kaynakları
çok sayıda yargı kararı ile idari işlem ve raporlarda ortaya konulmuştur (Aydın
Yavuz ve diğerleri, § 26; Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 10/7/2017 tarihli ve
E.2017/1517, K.2017/4830 sayılı, 28/12/2017 tarihli ve E.2017/2999, K.2017/5811
sayılı kararları; Mali Suçları Araştırma Kurulu tarafından düzenlenen 5/8/2016
ve 5/10/2016 tarihli raporlar). Bu kararlar ile raporlara göre örgütün mali
yapılanmasına ilişkin tespitler şöyle özetlenebilir:
i. FETÖ/PDY; bünyesinde bulunan ışık (talebe) evleri,
okullar, yurtlar ve dershaneler aracılığıyla ulaştığı gençleri amaçları
doğrultusunda yetiştirmiş ve bu kişiler yapılanmanın insan kaynağını
oluşturmuştur. Yapılanmaya mensup kişilerin gelirlerinin belli bir oranı himmet
adı altında alınmış, yapılanmadan ayrılmak isteyen kişilere baskı ve çeşitli
yaptırımlar uygulanmıştır. Çeşitli yargı kararlarında, örgüt üyelerinin
gelirlerinin bir miktarını himmet olarak örgüte verdikleri belirtilmiştir. Bu
bağlamda örgüt üyesi devlet memurları ve diğer kamu görevlilerinin ilk
maaşlarının tamamını, sonraki maaşlarının da %10-15 gibi bir bölümünü himmet
olarak örgüte verdikleri ifade edilmiştir. İkinci olarak örgüte bağlı
şirketlerin de gelirlerinin bir bölümünü himmet adı altında örgüte
transfer ettiği vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2018
tarihli iddianamesinde himmet uygulaması ile ilgili şu bilgilere yer
verilmiştir:
"Örgütün himmet yolu ile sağladığı
gelirler genel olarak mütevelli heyetleri vasıtası ile toplanmaktadır. Örgütün
sohbet gruplarında yer alan kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak
katılıp verilen görevleri yerine getiren, örgütün verdiği talimatları
sorgulamaksızın itaat eden ve maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek
mütevelli heyeti üyesi yapılmaktadır. Sohbet gruplarında zekât, burs, kurban ve
himmet adı altında paralar toplanırken; mütevelli heyeti üyesi kişiler ayrıca
bir ışık evinin maddi ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır. Mütevelliler
topladıkları parayı sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere
vermektedir. Örgütün mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl imamının
da bir muhasebecisi bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır.
Mütevellide yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet
teşekkül edecek şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurtdışında
bulunan örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi
mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir. Mali heyet
toplantıları dünyanın her yerinde Salı günleri sabah namazından sonra
gerçekleştirilmekte ve bu toplantılara mütevelli heyet sohbet hocaları da
katılmaktadır. İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan mütevelli
heyetlerinin üstünde, il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli heyeti yer
almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı bulunduğu
bölgenin toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar mütevelli heyet
toplantısı adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda mensuplara
aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit, çek, senet karşılığı
olarak tahsil edilmekte; çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra yoluna
başvurulmaktadır. İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez mütevelli
heyeti üyelerinin katılımı ile kamp düzenlenmektedir. Kamplar esnasında dini
duygular istismar edilerek himmet, zekat, kurban ve öğrenci bursu adı altında
toplanan paraların artırılması sağlanmakta, toplanan paraların karşılığının
Cennet ile mükafatlandırılmak olacağı vurgulanmaktadır. Mütevelli heyeti
mensupları, iş adamlarının kurduğu sivil toplum kuruluşlarına üye yapılmakta,
kimin hangi STK’ya üye olacağı sohbet abisi tarafından belirlenmektedir. Örgüt
bu kuruluşların başkan ve üye seçimlerinde söz sahibi olmayı böylelikle de
hükümete baskı yapabilmeyi hedeflemektedir."
ii. FETÖ/PDY, zamanla faaliyetlerini birçok alanda
genişletmiş ve Türkiye'nin yanı sıra yüz elliyi aşkın ülkede
yaygınlaştırmıştır. Nitekim söz konusu yapılanmanın yurt içinde ve yurt dışında
eğitim, sağlık, medya, finans, ticaret, sivil toplum gibi farklı alanlarda
faaliyet gösteren çok sayıda kuruluşu bulunmaktadır. Özellikle ülkemizdeki bazı
dershane ve okullar ile çok sayıda ülkede örgütle ilişkili eğitim kurumlarından
toplanan paralar ile burs adı altında toplanan paralar örgütün önemli bir gelir
kaynağını oluşturmaktadır.
iii. FETÖ/PDY'nin sosyal, kültürel ve ekonomik alanda
yürüttüğü yasal faaliyetleri; dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler,
vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları,
gazeteler, dergiler, TV kanalları, radyolar, internet siteleri, hastaneler gibi
sivil alanlara ilişkindir. Bunun yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde
gizlenmiş olan bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve
hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal
bir yapılanma söz konusudur. Bu kapsamda kamu kaynaklarının örgüte bağlı
şirket, dernek ve vakıflar yoluyla örgüt birimlerine aktarılması sağlanmıştır.
iv. Ayrıca kişilerin dinî duygularını istismar etmek
suretiyle kurban bedeli, sadaka, zekât gibi adlar altında
para veya ayni yardım toplandığı tespit edilmiştir. Kimi durumlarda tehdit ve
cebir yoluna gidilerek gazete ve dergilere abonelik ücreti alınması, örgüte
yakın dernek ve vakıflara bağışlar toplanması da önemli finansal kaynaklardan
biri olarak gösterilmektedir.
C. Başvurucuya
İlişkin Süreç
16. Başvurucu Şaşmaz Yapı Medikal İnşaat Sanayi ve
Ticaret Limitet Şirketi, Edehan Gayrimenkul Yatırım Danışmanlık Sanayi ve
Ticaret Limitet Şirketi ve Çetin Makina Hırdavat İnşaat Ortopedi Sanayi ve
Ticaret Limitet Şirketinin ortağıdır.
17. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, FETÖ/PDY
hakkında başlatmış olduğu soruşturma kapsamında terör örgütünün finansman
sağlayan Kaynak Holding ile ticari bağlantıları bulunduğu iddiasıyla
başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlere kayyım atanmasını 26/8/2016
tarihinde talep etmiştir.
18. İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihli
kararı ile talebi kabul etmiş ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 133. maddesi uyarınca başvurucunun ortağı ve yöneticisi
olduğu şirketlere kayyım atanmasına karar vermiştir. Kararda; kayyım olarak
atanan kişilerin yönetim organının tüm yetkilerine sahip olduğu, şirketlerin
yönetim organının yetkilerinin tümünün kayyımlara devredildiği ve yeni yönetim
organının kayyımlarca oluşturulacağı açıklanmıştır. Kararın gerekçesinde;
tedbire konu şirketlerin FETÖ/PDY'nin finansal kaynağı olan Kaynak Holding ile
ticari bağlantılarının bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.
19. Başvurucu, kayyım atama kararına 29/3/2017 tarihinde
karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; tedbire konu mal varlığının
soruşturma konusu suç ile irtibatı olmadığı, alınacak bir bilirkişi raporu
neticesinde terör örgütü ile bir bağlantının bulunmadığının tespit edileceği,
şirketlere ait mal varlığının miras yoluyla intikal ettiği ve şirketlerin gelir
kaynağını gayrimenkullerden elde edilen kira gelirinin oluşturduğu
belirtilmiştir.
20. İtirazı inceleyen İstanbul Anadolu 3. Sulh Ceza
Hâkimliği 14/4/2017 tarihinde itirazı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde;
itiraz dilekçesinin ekinde tapu kayıtlarının bulunmadığı, bilirkişi raporunun
söz konusu aşamada soruşturma makamınca alınabileceği ve hâkimliğin bilirkişi
raporu alma görevinin bulunmadığı ifade edilmiştir.
21. Bu karar, başvurucu vekiline 11/5/2017 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 9/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
23. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Hamdi Akın
İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, §§ 35-61.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 2/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; savunması alınmadan mal varlığı hakkında
tedbir kararı verildiğini, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü
bulunmadığını ve soruşturmanın gizli olması nedeniyle suç ve delillerin ortaya
konulmadığını iddia etmiştir. Başvurucu; ticari faaliyetlerinin soruşturma
konusu suç ile bağlantısının bulunmadığını, şirketler üzerindeki taşınmazların
miras yoluyla intikal ettiğini ve şirketlerin terör örgütünün finansmanı için
kullanılmadığını ifade etmiştir. Başvurucu bu gerekçelerle mülkiyet ve adil
yargılanma hakları ile birlikte suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde; başvurucunun tüm mal varlığı
hakkında bir tedbir uygulanmadığını ve kaçak olan başvurucu hakkındaki ceza
yargılamasının devam ettiğini açıklamıştır. Bakanlık, tedbir kararının şartları
oluşmadığı iddiasının 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca tazminat
davasında ileri sürülebileceğini ifade etmiştir. Bakanlık; yürütülen ceza
soruşturması kapsamında 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesine uygun olarak
verilen kayyım atama kararında herhangi bir keyfîlik ya da takdir hatası
bulunmadığını, dolayısıyla müdahalenin kanuni, meşru ve orantılı olduğunu
belirtmiştir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucu; mülkiyet hakkı yanında adil yargılanma hakkının ve suç ve
cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşse de şikâyetlerinin
özü, ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlerin yönetiminin kayyıma devredilmesi
nedeniyle mal varlığı bakımından önemli zararlara yol açıldığı şikâyetine bağlı
olarak mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun
ileri sürdüğü iddialar mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun
ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
29. Benzer şikâyetlerin incelendiği Hamdi Akın İpek
başvurusunda, yönetimin kamu gücü kullanılarak kayyıma devredilmesinin şirket
ortağı ve yöneticisi konumundaki başvurucu yönünden mülkiyet hakkı kapsamında
tanınan tasarruf yetkisini kısıtladığı belirtilerek kayyım atama şeklindeki
tedbirin suç isnadı kapsamında uygulanan geçici bir koruma tedbiri mahiyetinde
olduğuna işaret edilmiştir. Bu tespitten hareketle başvurucunun mevcut aşama
itibarıyla mülkünden yoksun bırakılmadığı ancak toplum yararına aykırı olarak
suçta kullanılmasının önlenmesi amacıyla mülkün kontrolü nedeniyle mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya
düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir (benzer yönde Hamdi Akın İpek, § 87).
30. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız
bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması
gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).
31. Ceza soruşturması kapsamında terör örgütü ile
bağlantısı bulunduğu ve terörün finansmanında rolü bulunduğu gerekçesiyle 5271
sayılı Kanun'un 133. maddesi uyarınca şirketlere kayyım atanması şeklindeki
müdahalenin kanunilik unsurunu taşıdığı açıktır.
32. Terörizmin finansmanının önlenmesi amacıyla ve suçtan
elde edildiği gerekçe gösterilerek muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmaması
için terörizme mali kaynak sağlayan kişi veya kurumların mal varlıklarının
geçici olarak dondurulması ya da somut olayda olduğu gibi şirketlerin yönetiminin
tedbir amacıyla kamu gözetimi veya denetimine alınması gibi tedbirlerin
uygulanmasının kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır (benzer
yöndeki bkz. Hamdi Akın İpek, §§ 99, 100).
33. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni olması ve
kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunması yeterli olmayıp ayrıca
müdahalenin ölçülü olması da gerekmektedir. Hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan Anayasa'nın 13.
maddesinde öngörülen ölçülülük ilkesi uyarınca mülkiyet hakkının
sınırlandırılması suretiyle elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin
hakları arasında adil bir dengenin sağlanması zorunludur. Bu adil denge,
başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlandığının tespit
edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır.
34. Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Anayasa'nın
13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için her şeyden önce bu tedbirin
öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması zorunludur.
Diğer taraftan müdahalede bulunulurken takip edilen kamu yararı amacını
gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Bu alanda hangi
araçların tercih edileceği ise öncelikli olarak daha isabetli karar verebilecek
konumda olan ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu nedenle hangi aracın
tercih edileceğinin belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir
yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak
idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın
müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması
durumunda müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak bu
kapsamda yapılacak denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp
hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönük olacaktır
(bazı değişikliklerle birlikte bkz. Hamdi Akın İpek, § 108; Hanife
Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67).
35. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan
tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi
takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple
kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık
arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu
bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken
adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı
ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli
eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme
olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının
tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044,
17/12/2015, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, §
115).
36. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse
de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı
doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının
zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır
veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın
kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin
sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve
ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden
tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre de devam etmesi ancak
bireyin mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde
ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu, § 67).
37. Başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlere
terörizmin finansmanının önlenmesi ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına
alınması amacıyla kayyım atanmıştır.
38. Somut olayda müdahalenin ölçülülüğünün
değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen
tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda
müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu
itibarla, uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip
yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
39. Bu kapsamda uygulanan tedbire karşı iddia ve
savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının başvurucuya
tanındığı, derece mahkemelerinin kayyım atanması ve bu atamaya yönelik itirazın
reddi kararlarının konuya ilişkin olarak tespit ve değerlendirmeler içerdiği
görülmüştür. Şöyle ki yukarıda anlatılan hukuki süreç nazara alındığında
başvurucunun ortağı olduğu şirketlerin yürütülen soruşturma ile olan ilişkisi
ve hangi nedenlerle kayyım atanması yoluna gidildiğinin ilgili yargı
mercilerince açıklandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun ortağı
olduğu şirketlerin yönetiminin kayyıma devredilmesine dayanak olarak kuvvetli
bir suç şüphesinin bulunduğu ve yargısal makamların vermiş olduğu kararların
keyfîliğinden söz edilemeyeceği açıktır (benzer yönde bkz. Hamdi Akın İpek,
§§ 115, 116).
40. Öte yandan sulh ceza hâkimliği tarafından başlatılan
bir ceza soruşturması içinde verilen kayyım kararları nedeniyle şirket veya
ortaklarının meydana gelecek zararlarını telafi edecek birtakım koruyucu
düzenlemeler de mevcuttur. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında, kayyıma şirket bütçesinden ödenen ücretin tamamının
soruşturma veya kovuşturma konusu suçtan dolayı kovuşturmaya yer olmadığı veya
beraat kararının verilmesi hâlinde kanuni faiziyle birlikte ödeneceği hüküm
altına alınmıştır. Ayrıca aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında, ilgililerin
atanan kayyımın işlemlerine karşı görevli mahkemeye 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu ve 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanunu hükümlerine göre başvurabilecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla
başvurucunun bu maddeye göre şirketlerin yönetimi ile ilgili olarak kayyımın
işlemlerine karşı her zaman dava açabilme hakkı bulunmaktadır. Bunun yanında
yine bu maddenin (4) numaralı fıkrasında, kayyımların görevleriyle ilgili iş ve
işlemlerinden dolayı 5271 sayılı Kanun'un 142. ila 144. maddeleri uyarınca
devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenlenmiştir (benzer yönde bkz.
Hamdi Akın İpek, §120).
41. Bu itibarla Hamdi Akın İpek kararında da
vurgulandığı üzere özellikle örgütlü suçlarla mücadele alanında kamu
makamlarının sahip olduğu geniş takdir yetkisinin bulunduğu ve somut olayda şikâyet
edilen tedbirin niteliği ile bu tedbire ilişkin olarak başvurucuya sağlanan
güvenceler dikkate alındığında müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve
olağan dışı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Bu sebeple başvuruya
konu müdahalenin kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması
arasında olması gereken adil dengeyi bozmadığı ve ölçülü olduğu sonucuna
varılmıştır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA 2/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.