TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CELAL ÇETİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/26301)
|
|
Karar Tarihi: 15/9/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Basri BAĞCI
|
Raportör
|
:
|
Tuğba TUNA IŞIK
|
Başvurucu
|
:
|
Celal ÇETİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Türkan ÇINAR ÜNAL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, açılan tam yargı davasında davanın esasına
ilişkin iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 12/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun Ankara'nın Çankaya ilçesi Yukarı Öveçler
Mahallesi'nde bulunan gecekondusu Çankaya Belediyesi (Belediye) tarafından,
başvurucunun ve ailesinin evde bulunmadığı sırada yıkılmıştır. Başvurucuya ait
gecekondu içinde bulunan eşyalar Belediye çalışanları tarafından yıkım öncesi
dışarı çıkarılmış fakat eşyaların korunması için bir önlem alınmamıştır.
9. Başvurucu, Belediye çalışanları tarafından dışarı
konulan eşyaların korunmasına yönelik tedbirlerin alınmaması sebebiyle
eşyaların yağmalandığı iddiasıyla meydana gelen zararın tazmini için Belediyeye
başvurmuştur. Başvurunun Belediye tarafından reddedilmesi üzerine 29/4/2015
tarihinde Ankara 15. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılmıştır.
10. Başvurucu, yıkılmadan önce evde olduğunu iddia ettiği
34 kalem eşyayı dava dilekçesinde belirtmiş; bunların yanında ziynet
eşyalarının da bulunduğunu vurgulamıştır. Başvurucu, bilirkişi incelemesi
sonucunda zararın daha fazla çıkması durumunda ıslah hakkının saklı kaldığını
belirterek 1.000 TL enkaz ve ağaç bedeli, 1.000 TL eşya bedeli olmak üzere
toplam 2.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
11. Mahkeme, Belediye tarafından önlem alınmadan yıkımın
gerçekleştirilmesi sebebiyle başvurucunun taşınır ve taşınmazlarının zarar
gördüğünün sabit olduğu gerekçesiyle 9/12/2015 tarihinde davanın kabulüne karar
vermiştir.
12. Başvurucu, Mahkeme kararına karşı 24/5/2016 tarihinde
Ankara Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesine (Bölge İdare Mahkemesi)
itiraz başvurusunda bulunmuş; itiraz başvurusunda, dava dilekçesinde fazlaya
ilişkin haklarını saklı tuttuğunu ve zararın bilirkişi incelemesi sonucunda
ortaya çıkacağını belirttiğini, bilirkişi incelemesi sonucunda ıslah hakkının
kullandırılması gerekirken davanın kabulüne ilişkin olarak Mahkemenin verdiği
karar sonucunda zararının ve taleplerinin karşılanmadığını ifade etmiştir.
13. Dosya kapsamında Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi
(UYAP) üzerinden yapılan incelemede başvurucunun 31/10/2016 tarihinde Bölge
İdare Mahkemesine sunduğu dilekçe ile davasını 28.000 TL artırmak suretiyle
ıslah ettiği, itiraz dilekçesindeki iddialarla mahkeme kararının bozulmasını
talep ettiği tespit edilmiştir.
14. Bölge İdare Mahkemesi 30/11/2016 tarihinde başvurucunun
itiraz başvurusunun reddine karar vermiştir.
15. Başvurucunun itiraz başvurusunun reddine ilişkin
karara yapmış olduğu karar düzeltme istemi de Bölge İdare Mahkemesi tarafından
4/5/2017 tarihinde reddedilmiştir.
16. Nihai karar başvurucuya 24/5/2017 tarihinde tebliğ
edilmiş, başvurucu 12/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 16.maddesinin (4) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir.
"Ancak, tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin
nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak
üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde
cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir."
18. 2577 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi şöyledir:
"Bu
maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasına
eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan
davalarda da uygulanır."
19. 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun
18. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Bu
kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, belediye sınırları içinde veya
dışında, belediyelere, Hazineye, özel idarelere, katma bütçeli dairelere ait
arazi ve arsalarda veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde
yapılacak, daimi veya geçici bütün izinsiz yapılar, inşa sırasında olsun veya
iskan edilmiş bulunsun, hiçbir karar alınmasına lüzum kalmaksızın, belediye
veya Devlet zabıtası tarafından derhal yıktırılır.
Yıkım sırasında lüzum hasıl olduğunda,
belediyeler ilgili mülkiye amirlerine başvurarak yardım istiyebilirler. Mülkiye
amirleri, Devlet zabıtası ve imkanlarından faydalanmak suretiyle, izinsiz
yapıların yıkım konusunda yükümlüdürler.
..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6.
maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada
bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatının ve
yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/Birleşik
Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma
koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade
etmiştir (Dombo Beheer B.V./ Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, §
33).
22. AİHM; Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını
güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir
kural koyma yetkisinin kendisinde olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu
hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihmal etmediği
sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de
kendisinde olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre [GK], B. No:
10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama
süreci bütün olarak ve bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak
üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı
dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89,
24/6/1993, § 66).
23. Buna paralel olarak AİHM, Sözleşme’deki hakların
etkili bir biçimde korunması için davaya bakan mahkemelerin Sözleşme’nin 6.
maddesine göre tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili
bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmiştir (Dulaurans/Fransa,
B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33; Kraska/İsveç, B. No: 13942/88, 19/4/1993,
§ 30).
24. AİHM'e göre -tarafların ileri sürdükleri delillerin
kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine
sahip olmakla birlikte- mahkemeler vardıkları sonuçları haklılaştırmak için
kararlarına gerekçeler gösterme yükümlülüğü altındadırlar (Suominen/Finlandiya,
B. No: 37801/97, 1/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu,
mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan
ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/1/2007, § 83).
25. Yargılama sırasında başvurucu tarafından sunulan bir
kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM;
mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda
gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da
ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal
edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin 15/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
27. Başvurucu; dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin
haklarını saklı tuttuğunu, gerçek zararın bilirkişi incelemesi sonucunda
kesinleşeceğini vurguladığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca Mahkemenin bilirkişi
incelemesi yapılıp yapılmayacağına ilişkin bir karar vermeden davayı kabul
etmesi sebebiyle ıslah imkânı bulamadığını belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemenin
hangi gerekçeyle davayı kabul ettiğini anlayamadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
28. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun temel iddiaları; uğramış olduğu zararın talep edilen
miktardan daha fazla olduğunun dava dilekçesinde belli olduğu, bu sebeple
fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak suretiyle davanın açıldığı, gerçek zarar
belirlenmeden davanın kabul edilmesine rağmen zararının karşılanmadığıdır.
Başvurucu kendisine davasını ıslah etme imkânının verilmediğini iddia etmişse
de başvurucunun 31/10/2016 tarihinde davasını ıslah ettiği tespit edilmiştir.
Başvurucunun başvuru formunda davayı ıslah ettiğine ilişkin bilgiye yer
vermediği ve ıslah talebinin itiraz mercii tarafından karşılanmadığı konusunda
bir şikâyeti tespit edilememiştir. Başvurucunun başvuru formundaki asıl
iddialarının verilen kararda hükmedilen zararın neye göre belirlendiğinin
anlaşılamamasına, esasa ilişkin iddiaların karar gerekçesinde karşılanmamış
olmasına yönelik olduğundan başvuru adil yargılanma kapsamındaki gerekçeli
karar hakkı yönünden incelenecektir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol
açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir
hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."
31. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin
taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından
ihlal edildiğini düşünen medeni haklara sahip gerçek ve özel hukuk tüzel
kişilere, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru açısından dava ehliyeti
tanınmıştır. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise
bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da
ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından
yapılabileceği düzenlenmiştir.
32. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinde kimlerin bireysel
başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre
bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel
ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar; başvuruya konu
edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da
ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi, bu
ihlalden kişinin kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması ve
bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu ileri
sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
33. Bireysel başvuruda mağdur kavramı, davada
menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız bir şekilde
yorumlanır (Gorraiz Lizarraga ve diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00,
10/11/2004, § 35). Ayrıca mağdur kavramının yorumu, günümüzde toplumun
koşulları ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir
şekilde uygulanmalıdır (Gorraiz Lizarraga ve diğerleri/İspanya, § 38; Mahmut
Tanal, B. No 2014/11438, 24/7/2017 §19).
34. Başvuruya konu olayda başvurucunun 2.000 TL
tazminatın ödenmesi talebiyle açtığı davanın Mahkeme tarafından kabul edildiği
görülmektedir. Her ne kadar Mahkeme başvurucunun talep ettiği tazminat
miktarının tamamına hükmetmiş ise de başvurucunun iddia ettiği zararın 2.000 TL
ile sınırlı olmadığı açıktır. Başvurucunun dava dilekçesinde gerçekleştiğini
iddia ettiği zarar, dilekçede belirttiği eşyalar ile enkaz ve ağaç bedelinin
karşılığı olan tutardır. Başvurucu gerçek zararının ne kadar olduğunun
bilirkişi marifetiyle tespit edilmesini Mahkemeden talep etmiş ve fazlaya
ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle bilirkişi raporunun sonucuna göre
davasını ıslah edeceğinin işaretini vermiştir. Mahkeme tarafından başvurucunun
zararının hangi ölçüt esas alınarak belirlendiği belirtilmeden hüküm
kurulduğundan başvurucunun mağduriyetinin ortadan kalktığı söylenemeyecektir.
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
36. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia,
savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil
yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer
verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı
tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No:
2014/14673, 20/9/2017, § 37).
37. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da "Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır." denilerek
mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın
bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Canan Tosun, B. No:
2014/8891, 10/5/2017, § 23).
38. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip
incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına
verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de
gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014,
§§ 31, 34).
39. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması
gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık
ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili
olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması
hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir
gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
40. Bununla birlikte adil yargılanma kavramı -ister alt
mahkemenin gerekçelerine katılarak isterse farklı bir şekilde olsun- kararları
için az sayıda gerekçe sunan bir ulusal mahkemenin kendisine sunulan temel
konuları gerçekte ele almış olmasını ve yalnızca alt bir mahkemenin sonuçlarını
onaylamakla yetinmemiş olmasını gerektirir. Bu koşul, davanın tarafının iç
hukukta yürütülen yargılamalarda davasını sözlü olarak sunamadığı durumlarda
daha da önemlidir (Salih Söylemezoğlu, B. No: 2013/3758, 6/1/2016, §
29).
41. Ayrıca insan haklarına ilişkin güvenceler soyut ve
teorik olarak değil uygulamada etkili bir şekilde olmalıdır. Buna göre
mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları
yeterli olmayıp iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması,
mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce
belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer
Başat ve diğerleri, § 36).
42. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların
mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal
düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm
arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim Ataş, B.
No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme; davanın sonucuna etkili olay,
olgu ve kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki
gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması gerekmez. Ancak gerekçelendirmenin,
iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda
davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların
mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda makul
dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması
beklenir (Sencer Başat ve diğerleri, § 37).
43. Zira bir davada tarafların hukuk düzenince hangi
nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için
usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme
varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren,
ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe
bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması "gerekçeli karar
hakkı" yönünden zorunludur (Sencer Başat ve diğerleri, § 38).
44. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt”
vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların
cevapsız bırakılmış olması, hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat
ve diğerleri, § 39).
45. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar
gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde
yorumlanmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. García Ruiz/İspanya, B.
No: 30544/96, 21/1/1999, § 26). Ancak başvurucuların dile getirmesine rağmen
ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz
başvuruları ile başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine
yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması, gerekçeli
karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Faik Gümüş, B. No: 2012/603,
20/2/2014, § 49).
46. Başvuru konusu olayda, Mahkeme Belediyenin yıkım
işleminin gerçekleştirilmesi sırasında hizmet kusurunun bulunduğuna
hükmetmiştir. Bundan sonraki mesele başvurucunun davasını kabul eden
Mahkemenin, fazlaya ilişkin taleplerin saklı tutulması suretiyle düzenlenen
dava dilekçesi karşısında başvurucunun zararını nasıl belirlendiği noktasında
toplanmaktadır.
47. Mahkeme her ne kadar başvurucunun dava dilekçesinde
talep ettiği tazminat miktarının tamamına hükmetmişse de, başvurucunun fazlaya
ilişkin haklarını saklı tutmak kaydıyla dava açtığı gözden kaçırılmamalıdır.
Başvurucu dava dilekçesinde açıkça ıslah yolu ile dava konusunu artıracağını ve
bilirkişi tespitinin yapılmasını istediğini belirtmiştir. Dolayısıyla
başvurucunun gerçek talebinin 2.000 TL olduğunu söylemek mümkün değildir.
48. Başvurucunun dava dilekçesinde gerçekleştiğini iddia
ettiği zarar, dilekçede belirttiği eşyalar ile enkaz ve ağaç bedelinin
karşılığı olan tutardır. Başvurucu gerçek zararının ne kadar olduğunun
bilirkişi marifetiyle tespit edilmesini Mahkemeden talep etmiş ve fazlaya
ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle bilirkişi raporunun sonucuna göre
davasını ıslah edeceğinin işaretini vermiştir. Mahkeme kararında başvurucunun
zarar gördüğünü iddia ettiği eşyalara ilişkin iddiasının ispatlanıp
ispatlanmadığı, ispatlanmış ise zararın ne kadar olduğu konusunda bir inceleme
yapılmadan 2.000 TL'ye hükmedildiği görülmektedir. Mahkeme kararından
başvurucunun zararının tespitine yönelik sonuca nasıl varıldığı anlaşılamamakla
birlikte tazminatın hangi iddialara ilişkin olduğu konusunda bir değerlendirme
yapılmadığı tespit edilmiştir. Bu durumda başvurucunun esasa ilişkin iddialarının
Mahkemenin karar gerekçesinde karşılandığı söylenemez.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
50. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş, maddi ve
manevi tazminat kararı verilmesini talep etmiştir.
52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da
işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019).
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine
karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz
edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani
ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle
ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan
karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme,
usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan
kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
55. İncelenen başvuruda gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
56. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
57. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL
bireysel başvuru harcı ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Yıldız SEFERİNOĞLU'nun karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Ankara 15. İdare Mahkemesine(E.2015/1028, K.2015/2330) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 257,50TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 15/9/2020tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin
haklarını saklı tuttuğunu, gerçek zararın bilirkişi incelemesi sonucunda
kesinleşeceğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca Mahkemenin bilirkişi
incelemesi yapılıp yapılmayacağına ilişkin bir karar vermeden davayı kabul
etmesi sebebiyle ıslah imkânı bulamadığını belirtmiştir. Başvurucu, Mahkemenin
hangi gerekçeyle davayı kabul ettiğini anlayamadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Somut olayda başvurucu, Belediye çalışanları
tarafından dışarı konulan eşyaların korunmasına yönelik tedbirlerin alınmaması
sebebiyle eşyaların yağmalandığı iddiasıyla meydana gelen zararın tazmini için
Belediyeye başvurmuştur. Başvurunun Belediye tarafından reddedilmesi üzerine
evde olduğunu iddia ettiği 34 kalem eşyayı dava dilekçesinde belirtmiş;
bunların yanında ziynet eşyalarının da bulunduğunu iddia etmiştir. Başvurucu,
bilirkişi incelemesi sonucunda zararın daha fazla çıkması durumunda ıslah hakkının
saklı kaldığını belirterek 1.000 TL enkaz ve ağaç bedeli, 1.000 TL eşya bedeli
olmak üzere toplam 2.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
3. Ankara 15. İdare Mahkemesi, Belediye tarafından önlem
alınmadan yıkımın gerçekleştirilmesi sebebiyle başvurucunun taşınır ve
taşınmazlarının zarar gördüğünün sabit olduğu gerekçesiyle 9/12/2015 tarihinde
davanın tam olarak kabulüne karar vermiştir.
4. Başvurucu, Ankara Bölge İdare Mahkemesi (BİM) 6. İdari
Dava Dairesine itiraz başvurusunda bulunmuş; itiraz başvurusunda, dava
dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu ve zararın bilirkişi
incelemesi sonucunda ortaya çıkacağını belirttiğini, bilirkişi incelemesi
yaptırılmadığını ve ıslah hakkının kullandırılmadığını iddia ederek kararın
bozulmasının talep etmiştir.
5. Anılan dilekçesinden ve itiraz süresinin de
geçmesinden sonra tekrar dilekçe vererek davasını 28.000 TL artırmak suretiyle
ıslah ettiğini belirtmiştir.
6. Bölge İdare Mahkemesi itirazın reddine karar
vermiştir.
7. Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal kararı verilmiştir.
8. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK)
16.maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre; “Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde
belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar
verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere
artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap
verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir."
9. Yine 2577 sayılı Kanun’un 31. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre de “ Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya
bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması,
davanın ihbarı, tarafların vekilleri, dosyanın taraflar ve ilgililerce
incelenmesi, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif,
delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma
sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine
karşı yapılacak işlemler, elektronik işlemler ile ses ve görüntü nakledilmesi
yoluyla duruşma icrasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır.”
10. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na (HMK) göre bilirkişi
incelemesi yaptırılması hâkimin takdirinde olan bir husustur. Mahkeme, dava
dilekçesinde bilirkişi deliline başvurulması halinde dahi bilirkişi incelemesi
yaptırmakla yükümlü değildir.
11. Somut olayda başvurucu eda davası niteliğinde olan
tam yargı davası açmıştır. Dava değeri 2.000 TL’dir. Dava dilekçesinin deliller
kısmında bilirkişi delili de gösterilmiştir. Mahkemede davalı Kurumun savunma
dilekçelerini de tamamladıktan sonra davanın tamamen kabulüne karar vermiştir.
Başvurucunun davası bu şekilde tam kabul ile sonuçlanmıştır. Başvurucu BİM’e
yaptığı itirazın da bilirkişi incelemesi yapılmaması nedeniyle hükmün
bozulmasını talep etmiş, BİM tarafından itirazı yerinde görülmeyerek ret kararı
verilmiştir.
12. Gerek İdare Mahkemesi gerekse BİM tarafından
başvurucunun bilirkişi incelemesi talebi zımnen reddedilmiş, başvurucunun
açtığı davanın tamamen kabulüne karar verilmiştir. Yukarıda belirtilen kanun
hükümlerine, Yargıtay ve Danıştayın yerleşik içtihatlarına göre bilirkişi
delili hâkimin takdirine dayalı bir delildir. Mahkemenin fazlaya ilişkin haklar
saklı tutularak ve bilirkişi deliline dayalı olarak açılan davalarda bilirkişi
incelemesi yaptırması zorunluluğu bulunmamaktadır. Aksi durum bu şekilde açılan
tüm davalarda mahkemelere bilirkişi incelemesi yaptırması zorunluluğunu ortaya
çıkacaktadır. Hatta davalı tarafın davayı kabul etmesi halinde dahi
mahkemelerin bilirkişi incelemesi yaptırma zorunluluğu doğabilecektir.
13. Öte yandan mahkemelerin, davanın taraflarına ıslah
imkânı sunması şeklinde bir yükümlülüğünden de söz edilemez. Islah bir taraf
işlemidir. Mahkemeler davanın taraflarına yön gösteremez ve ıslah dilekçesi
vermesi konusunda resen harekete geçemez. Aksi durum Mahkemenin tarafsızlığına
gölge düşürebileceği gibi hâkimin ihsası reyde bulunması sonucunu da doğurabilecektir.
Kaldı ki ıslah hakkı, gerek İYUK gerekse HMK’da ancak ilk derece mahkemesinin
karar verdiği tarihe kadar kullanılabilir. Karar verildikten sonra ıslah mümkün
değildir.
14. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir: “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
15. Anılan hükme göre, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. (Benzeri yönde bkz. Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
16. Zira Anayasa Koyucu, Anayasa Mahkemesine kanun yolu
veya diğer bir ifadeyle temyiz mercii gibi hareket etme yetkisini vermemiştir.
17. Başvuru konusu olayda, İdare Mahkemesi tarafından
başvurucunun davasının faiz kısmı da dahil olmak üzere tamamen kabulüne karar
verilmiştir. Başvurucu ıslah talebinde bulunmamış. BİM’e yaptığı itirazında da
bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı için kararın bozulmasını talep etmiştir.
BİM tarafından da itirazın reddine karar verilmiştir.
18. Mahkemelerce kanun hükümleri yorumlanarak, başvurucu
tarafından ileri sürülen tüm deliller de değerlendirilmek ve gerekçesi ortaya
konulmak suretiyle davanın tamamen kabulüne karar verildiği açıkça
anlaşılmaktadır.
19. Fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak ve bilirkişi
deliline de dayanılan durumlarda Mahkemelerin davanın tam olarak kabulüne karar
vermesinin yeterli olmadığı, muhakkak bilirkişi incelemesi yaptırılarak ve
ıslah imkânı verilerek karar verilmesi gerektiği şeklindeki değerlendirmenin
gerek HMK gerekse İYUK’un yargılama sistemlerine aykırı olduğu gibi, temyiz
merci incelemesi şeklindeki bu ihlalin Anayasa’ya da aykırılığı açıktır.
20. Öte yandan davanın tam olarak kabulüne karar
verildiği ve başvurucunun talepleri Mahkemelerce tam olarak kabul edildiği
halde “gerekçeli karar hakkından” inceleme yapılarak ihlal kararı verilmesi
Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesinin içtihatlarına da aykırılık oluşturmaktadır.
21. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece
mahkemesince ve BİM tarafından delillerin değerlendirilmesine ve hukuk
kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate
alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerektiği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi
yöndeki kararına da katılmıyorum.