TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET GÜNAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/30109)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2020
|
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Eser AKINCI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mehmet GÜNAY
|
|
|
2. Mustafa YATKIN
|
|
|
3. Muzaffer GÜNAY
|
|
|
4. Nurhayat GÜNAY
|
|
|
5. Yarkın YATKIN
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Mustafa Sait AKSU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru tıbbi ihmal sonucu bir ölümün meydana gelmesi
ile bu ölümden kaynaklanan zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 28/7/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere
göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların yakını M.Y. 11/12/2014 tarihinde boğaz
ağrısı, ateş ve öksürük şikayetiyle D. Aile Sağlığı Merkezine başvurmuştur.
Burada görevli Dr M.Y. tarafından muayene edilerek akut bronşit teşhisi konmuş
ve Multisef 750 Mg Im adlı ilaç reçete edilmiştir. Bu ilacın,
aynı yerde görevli aile sağlığı elemanı M.Ö tarafından enjeksiyon yoluyla
uygulanması sırasında anaflaktik şok gelişmiştir. Başvurucuların yakını,
Dr. M.Y. ile Dr. A.O.K. tarafından yapılan müdahalenin ardından 112 ekibiyle
Ankara'da bir kamu hastanesine nakledilmesine rağmen hayatını kaybetmiştir.
9. Olayla ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan sağlık kuruluşunda görevli doktor ve
hemşire hakkında idareden 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca talep edilen soruşturma izninin
verilmemesi üzerine 11/6/2015 tarihinde işlemden kaldırılmıştır. Soruşturma
kapsamında Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 18/3/2015 tarihli
raporda, yapılan ilaca bağlı gelişen anaflaktik reaksiyonun ilacın
yapılma şekli ve miktarıyla ilgisi olmadığı, ilaç reaksiyonunun öngörülemez ve
engellenemez bir klinik olduğu dikkate alındığında ilacı reçete eden ve
uygulayan sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
10. Soruşturma izninin verilmemesine ilişkin karara
başvurucular tarafından itiraz edilmemiştir.
11. Başvurucular, idarece tazminat taleplerinin
reddedilmesinin ardından Ankara 14. İdare Mahkemesine (Mahkeme) toplam 450 TL
maddi ve manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmışlar, 18/1/2016 tarihli
dava dilekçesiyle birlikte, talepleri üzerine emekli bir adli tıp uzmanınca
düzenlenen bilimsel mütalaayı da sunmuşlardır. Bilimsel mütalaada;
i. İncelenen belgelere göre ilaca bağlı gelişen
anaflaktik şok nedeniyle ölen M.Y.nin ilaç alerjisi olduğunun sağlık
görevlilerince önceden bilindiği,
ii. Olayın gerçekleştiği aile sağlığı merkezinde,
7/4/2011 tarihli ve 27898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ayakta Teşhis ve
Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik'in 1. maddesiyle anılan Yönetmelik'in 12/D
maddesine eklenen (k) bendine göre, içinde ambu, laringoskop ve endotrakeal
tüp bulunan acil müdahaleler için gerekli acil setinin
bulundurulması gerektiği,
iii. Ölüme neden olan olay sırasında ilaçlı müdahalenin
yanında, anaflaktik şok nedeniyle gırtlak ve yutak bölgesindeki şişme
yüzünden laringoskop ve endotrakeal tüp ile solunum desteği
gerekli olduğu halde böyle bir müdahalenin yapılmadığı, geleneksel oksijen
maskesi ve ambu ile solunum desteği verilmeye çalışıldığı
belirtilmiştir.
12. Başvurucular dilekçelerinde M.Y.nin hayatını
kaybetmesine tıbbi teşhis ve tedavi hatalarının, yapılan enjeksiyondan sonra
gelişen sağlık sorununa etkin ve doğru biçimde müdahale edilmemiş olmasının ve
ayrıca sağlık hizmetlerindeki organizasyon kusurlarının neden olduğunu öne
sürerek Mahkemeden;
i. M.Y.nin alerjik astım hastası olduğunu belirttiği ve
kendisini muayene eden doktorun bu hastalıkla ilgili ilaç kullandığını SGK
kayıtlarından gördüğü halde Multisef adlı ilacın verilmesinin doğru olup
olmadığının bilirkişi raporuyla açıklığa kavuşturulmasını,
ii. Anaflaktik şok gelişmesi yüzünden birkaç kez
denenmesine rağmen M.Y.nin damar yolunun açılamadığı, bu nedenle kas içine adrenalin
enjekte edildiği ancak zamanında damar yoluyla verilmediği için bunun etkili
olmadığı, ilacın alerjik reaksiyona sebep olabileceği dikkate alınarak
verilmesinden önce damar yolunun açılmamış olması nedeniyle sağlık
görevlilerinin kusurları olup olmadığının araştırılmasını, M.Y.nin ölümünden
sonra söz konusu aile sağlığı merkezinde, enjeksiyon yapılacak hastalara damar
yolu açılacağına dair ilan asıldığını gören tanıklarının bilgisine
başvurulmasını,
iii. Anılan bilimsel mütalaada belirtilen acil setinin
olayın gerçekleştiği aile sağlığı merkezinde bulunup bulunmadığının ve
anaflaktik şok sırasında bu setin ihtiva ettiği tıbbi cihaz ve malzemelerle
müdahalede bulunulmamış olmasının M.Y.nin ölümünde etkili olup olmadığının
yeniden yaptırılacak bilirkişi incelemesiyle araştırılmasını istemişlerdir.
13. Mahkemece herhangi bir gerekçe gösterilmeden bu
iddialara ilişkin olarak yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmamış, anılan
18/3/2015 tarihli rapora (bkz. § 9) dayanılarak, olaydahizmet kusurunun
bulunmadığı gerekçesiyle 21/4/2017 tarihinde davanın kesin olarak reddine karar
verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava dosyasının incelenmesinden,
davacıların murisi M.Y.nin, 11.12.2014 tarihinde rahatsızlığı nedeniyle Ankara
... Aile Sağlığı Merkezi'ne müracaat ettiği, Dr. M.Y. tarafından muayenesi
neticesinde akut bronşit, myalji teşhisi konulduğu, herhangi bir alerjisinin
olmadığını astım hastası olduğunu, gebeliğinin olmadığını, çocuk emzirmediğini
beyan etmesi üzerine Dr. M.Y.nin SGK sorgulamasında ilaç kullanım raporunu
kontrol ettiği, teşhise uygun olacak şekilde "Multisef 750 Mgim"
ilacın reçete edildiği, Aile Sağlığı Merkezi'nde görev yapmakta olan aile sağlığı
elamanı M.Ö. tarafından reçete ve ilacı kontrol edildikten sonra enjeksiyon
işlemi yapıldığı, kontrol için müdahale odasında bir süre beklemesini
istendiği, bir süre sonra hastanın fenalaştığını söylemesi üzerine 112 Acil
Komuta Merkezi'nin arandığı, Dr. M.Y. ve Dr. A.O.K.nın müdahalede bulundukları,
sonrasında hastanın Ankara ... Hastanesi Acil Servisi'ne nakledildiği, hastanın
iki saatlik yoğun müdahaleye rağmen vefat ettiği, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı'nın Sor.No: 2014/168579 sayılı dosyasında alınan Adli Tıp Kurumu
İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu'nca hazırlanan 18.03.2015 tarih ve
K:1102 sayılı Raporunda "kişide yapılan ilaca bağlı gelişen anaflaktik
reaksiyonun, ilacın yapılma şekli, yapılma miktarıyla ilgisi olmadığı, ilaç
reaksiyonunun öngörülemez ve engellenemez bir klinik olduğu da dikkate
alındığında, kişinin ölümü nedeniyle ilacı reçete eden ve yapan sağlık
personeline kusur atfedilemeyeceği" kanaatine varıldığının belirtildiği,
davacılar tarafından 28.09.2015 tarihli dilekçe ile davalı idareye başvurularak
hizmet kusuru dolayısıyla murislerinin ölümü nedeniyle uğranıldığı ileri
sürülen maddi ve manevi zararın tazmini için gereken tutarın ödenmesinin
istenildiği, isteğin davalı idarece zımnen reddi üzerine de bakılan davanın
açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, dosyada bulunan bilgi ve
belgeler ile Adli Tıp raporu bir bütün olarak incelenip değerlendirildiğinde,
davacıların murisinin, davalı idareye ait hastanede yapılan tedavi sonrası
vefat etmesi olayında sağlık hizmetinin kusurlu olmadığı, dolayısıyla olayda
davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığı gibi ortada davalı idarenin kusursuz
sorumluluğunu gerektiren hallerden birinin de mevcut olmadığı açık olup; bu
nedenle davacıların maddi ve manevi tazminat ödenmesi isteminin karşılanmasına
olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; davanın
reddine..."
14. Mahkeme kararı başvuruculara 29/6/2017 tarihinde
tebliğ edilmiş, başvurucular 28/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
15. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri
Temel Kanunu’nun "Temel esaslar" başlıklı 3. maddesinin
birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Sağlık hizmetleriyle ilgili temel
esaslar şunlardır:
a) Sağlık kurum ve kuruluşları yurt
sathında eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunacak şekilde Sağlık ve Sosyal
Yardım Bakanlığınca, diğer ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak planlanır,
koordine edilir, mali yönden desteklenir ve geliştirilir.
c) Bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile
sağlık personelinin ülke sathında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılması
esastır. Sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve işletilmesi bu esas
içerisinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca düzenlenir. Bu düzenleme ilgili
Bakanlığın görüşü alınarak yapılır. Gerek görüldüğünde özel sağlık
kuruluşlarının her türlü ücret tarifeleri Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca
onaylanır. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kuruluşları veya sağlık
işletmelerinde verilen her türlü hizmetin fiyatları Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığınca tespit ve ilan edilir.
g) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı;
sağlık ve yardımcı sağlık personelinin yurt düzeyinde dengeli dağılımını
sağlamak üzere istihdam planlaması yapar, ülke ihtiyacına uygun nitelikli
sağlık personeli yetiştirilmesi amacıyla hizmet öncesi ya da kamu
kuruluşlarında mesleklerini icra eden sağlık ve yardımcı sağlık personeline
hizmetiçi eğitim yaptırır. Bunu sağlamak amacıyla üniversitelerin, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının imkanlarından
da yararlanır. Hizmetiçi eğitim programını ne şekilde ve hangi sürelerle
yapılacağı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca çıkartılacak yönetmelikte
tespit edilir.
i) Sağlık hizmetlerinin yurt çapında
istenilen seviyeye ulaştırılması amacıyla; bakanlıklar seviyesinden en uçtaki
hizmet birimine kadar kamu ve özel sağlık kuruluşları ile kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği yapılır.
Sağlık kurum ve kuruluşları coğrafik ve fonksiyonel hizmet alanları,
verecekleri hizmetler, yönetim, hizmet ilişki ve bağlantıları gibi konularda
tespit edilen esaslara uymak ve verilen görevleri yapmakla yükümlüdürler.
Çağdaş tıbbi bilgi ve teknolojinin ülkeye getirilmesi ve teşviki sağlanır.”
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
B. Uluslararası
Hukuk
17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci
cümlesi şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur."
18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam
hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister
devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye
Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
20. Başvurucular, ölen yakınlarına uygulanan tıbbi
müdahalenin mevzuata ve tıp kurallarına uygun olmadığını, Mahkemece
iddialarının incelenmediğini, iddialarına dair bir değerlendirme içermeyen
yetersiz ATK raporuna dayanılarak, eksik incelemeyle tam yargı davasının
reddedildiğini belirterek adil yargılanma, etkili başvuru, mülkiyet haklarıyla
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci
fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı
haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel
ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
22. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, ...
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
1. Şikâyetlerin
Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
24. Başvurucular temel olarak yakınlarının, kamu
görevlisi olan doktor tarafından verilen ilaca karşı gösterdiği alerjik
reaksiyon nedeniyle öldüğünü, olayda hizmet kusuru bulunmasına rağmen açtıkları
tam yargı davasının reddedildiğini iddia etmektedirler. Bu sebeple
başvurucuların diğer haklarla bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddialarının da
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu
kapsamında incelenmesi gerektiği, olayın gerçekleşme koşulları henüz tam olarak
belirlenemediğinden anılan hakkın maddi boyutu yönünden bu aşamada inceleme
yapılamayacağı değerlendirilmiştir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını
kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı
nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu
olayda müteveffa, başvuruculardan Mustafa Yatkın'ın eşi, Yarkın Yatkın'ın
annesi, Mehmet Günay'ın kardeşi, Muzaffer Günay ile Nurhayat Günay'ın kızları
olduğundan, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurucuların yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin
iddialarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
27. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile
başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli
olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun
ancak hak ihlalini önleyebilmesi, ihlal devam etmekteyse bunu sonlandırabilmesi
veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir
giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir
Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
28. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı
kapsamında yürütülecek ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu
ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında da
makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi gerekmektedir.
Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda,
Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir
inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa
Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri
tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin
daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman,
B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).
29. Başvurunun incelenmesi neticesinde Mahkeme tarafından
görülen tam yargı davasında, ilgili aile sağlığı merkezinden ve hastaneden
müteveffaya yapılan tahlil ve tetkikleri içeren tıbbi evrakların istendiği ve
daha önce Cumhuriyet Başsavcılığının talebiyle Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas
Kurulunca düzenlenen 18/3/2015 tarihli raporun taraflara tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
30. Başvuruya konu olayda, M.Y.ye söz konusu ilacın
uygulanmasının ardından birkaç dakika içinde alerjik reaksiyon gelişmesi
üzerine acil set kullanılmadan geleneksel oksijen maskesi ve ambu
ile solunum desteği verilmeye çalışıldığı, defalarca denenmesine rağmen damar
yolunun açılamadığı, uyluk bölgesinden adrenalin verildiği ancak bunun
etkili olmadığı, çağrı üzerine gelen 112 ekibinin müdahalesinin de olumlu sonuç
vermediği ve M.Y.nin Multisef 750 mg enjeksiyonuna bağlı olarak gelişen
anaflaksi sonucu hayatını kaybettiği hususunda bir tartışma
bulunmamaktadır.
31. Anılan ATK raporunda sadece, sağlık merkezine
müracaat eden müteveffanın şikayetleri doğrultusunda konan tanı, reçete edilen
ve uygulanan ilaçla sınırlı olarak değerlendirme yapıldığı ve ilacı reçete
edenle uygulayanın kusurunun bulunmadığının mütalaa edildiği anlaşılmaktadır.
Raporda başvurucuların özellikle müteveffanın geçirdiği anaflaktik şok
nedeniyle yapılan tıbbi müdahalenin mevzuat ile tıp kurallarına uygun
olmadığına ve hizmet kusuru bulunduğuna dair iddiaları hakkında herhangi bir
değerlendirme bulunmamaktadır.
32. Başvurucuların bahse konu iddialarının (bkz. § 12)
tam yargı davasındaki uyuşmazlığın çözümü için esaslı olmadığını söylemek
mümkün değildir. Mahkemece başvurucuların, sağlık hizmetlerinin organizasyonu
ve yerine getirilmesi aşamalarında herhangi bir hizmet kusuru bulunup
bulunmadığının aydınlatılması açısından, ilgili mevzuata göre aile sağlığı
merkezinde asgari olarak bulundurulması zorunlu tıbbi cihaz ve malzemelerden
olan acil setinin olay sırasında mevcut olup olmadığının araştırılması
ve bu set kullanılarak tıbbi müdahalede bulunulmamış olmasının ölüme etkisi
konularına temas eden esaslı iddialarına ilişkin herhangi bir bilirkişi
incelemesi yapılmaması ve hangi gerekçeyle inceleme yapılmadığının da
belirtilmemesi nedenleriyle, dava konusu olayın Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle incelendiği söylenemeyecektir.
33. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
4. 6216 sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
35. Başvurucular, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama
talebinde bulunmuşlardır.
36. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
37. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
38. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda
Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile
İçtüzük'ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal
düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali
ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya
özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde
usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili
mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kendisine böyle bir karar ulaşan
mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden
ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet
Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
39. Mevcut başvuruda, ölüm olayı hakkında açılan tam
yargı davasında başvurucuların esasa etkili itirazları bilirkişi raporunda ve
mahkeme kararında karşılanmadan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle
Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
40. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 14. İdare Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekmektedir.
41. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir
örneğinin Ankara 14. İdare Mahkemesine (E.2016/230) GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.