TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞABAN APAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/36028)
|
|
Karar Tarihi: 18/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali Rıza SÖNMEZ
|
Başvurucu
|
:
|
Şaban APAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Sinem KARA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 23/10/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki
olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası
bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul
edilemez olduğuna 9/6/2020 tarihinde karar verilmiştir.
5. Komisyon ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin
kabulüne karar vermiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde
son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak-
bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden
ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet
Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu
değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,
20/6/2017, §§ 12-25).
10. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke
genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle
bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı
sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına
yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş;
çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın
Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, § 12).
11. Adalet Bakanlığı İdari ve Mali İşler Başkanlığında
şoför olarak görev yapmakta iken darbe teşebbüsü sonrasında başvurucunun
görevden uzaklaştırılmasına ve 29/10/2016 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan
675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname ile kamu görevinden ihraç edilmesine karar verilmiştir.
12. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca
(Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma
kapsamında 5/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. 12/8/2016 tarihinde Ankara
Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde kolluk görevlisi
tarafından başvurucunun ifadesi alınmıştır.
13. Başvurucu ifadesinde özetle Balıkesir'in Susurluk
ilçesinde ambulans şoförü olarak 24 yıl çalıştıktan sonra oğlunun Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanması sebebiyle 2011 yılında Ankara'ya tayin
istediğini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna naklen atandığını, yaklaşık üç
yıl burada çalıştıktan sonra talebi olmaksızın Bakanlıkta görevlendirildiğini,
Bank Asyadaki hesabının 2001 yılından beri bulunduğunu ve 2015 yılında bu
Bankadaki tüm hesaplarını kapattırdığını, sohbet adı verilen toplantılara
katılmadığını, oğlunun Erciş hâkimi olarak görev yapmakta iken FETÖ/PDY'ye üye
olma suçundan yürütülen bir soruşturma sonucunda tutuklandığını, üzerine atılı
suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir.
14. Başvurucu, Başsavcılıkça silahlı terör örgütüne üye
olma suçundan tutuklanması istemiyle 16/8/2016 tarihinde -başka şüphelilerle
birlikte- Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir.
15. Başvurucu sorgudaki ifadesinde Emniyette vermiş
olduğu beyanlarını tekrar ederek isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini
belirtmiştir. Başvurucunun müdafii; suçlamaları kabul etmediklerini,
müvekkilinin yaşı ve rahatsızlıkları nedeniyle serbest bırakılmasını talep
etmiştir.
16. Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliği 16/8/2016 tarihinde
başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"[Başvurucunun da aralarında olduğu] Şüphelilerin
üzerilerine yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren deliller, şüphelilerin saklanma veya kaçma şüphesini uyandıran somut
olguların varlığı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme şüphesi
bulunması, fiilin kanunda karşılığı olan cezanın miktarı, suçların CMK'nın
100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 5.maddesinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği
dikkate alınarak adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla
şüphelilerin CMK'nın 100. vd. maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına
... [karar verildi.]"
17. Başvurucu 23/8//2016 tarihinde tutuklama kararına
itiraz etmiştir. Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği 29/8/2016 tarihinde
"Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tutuklama kararının gerekçesinde
hukuka aykırı bir isabetsizlik bulunmayıp tutuklama tarihinden bu yana şüpheli
lehine herhangi bir değişiklik olmadığı ..." gerekçesiyle itirazın
kesin olarak reddine karar vermiştir.
18. Başsavcılığın başvurucunun tutukluluk hâlinin gözden
geçirilerek tutukluluğunun devamına karar verilmesini talep etmesi üzerine
Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği 3/8/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar vermiştir. Anılan kararı 14/8/2017 tarihinde öğrenen
başvurucu 21/8/2017 tarihinde karara itiraz etmiştir. Ankara 3. Sulh Ceza
Hâkimliği itirazın 13/9/2017 tarihinde kesin olarak reddine karar vermiştir.
19. Söz konusu karar başvurucuya 25/9/2017 tarihinde
tebliğ edilmiş, başvurucu 23/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
20. 3/11/2017 tarihinde alınan Mali Suçları Araştırma
Kurulu (MASAK) raporunda; başvurucunun Bank Asyanın Ankara, Bursa ve Balıkesir
şubelerinde toplam dokuz tane hesabının bulunduğu, bu hesapların 24/5/2001 ile
22/10/2013 tarihleri arasında açıldığı, başvurucunun belirtilen hesaplara 2014
yılının Şubat ayından başlayarak aynı yılın Kasım ayına kadar sırasıyla 750 TL,
1.000 TL , 400 TL, 300 TL, 1.000 TL ve 150 TL para yatırdığı,2015 yılının Ocak
ayından başlayarak aynı yılın Nisan ayına kadar sırasıyla 350 TL, 700 TL, 350
TL ve 800 TL para yatırdığı, 2015 yılının Temmuz ayında 5.000 TL, Ağustos
ayında ise 6.500 TL hesaplarından para çektiği, adı geçen Bankanın Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmesinden sonra da 2015 yılının Eylül
ayında hesabına 7.000 TL para yatırdığı belirtilmiştir. Bahse konu raporda
anılan hesaplardan bir tanesinin 3/5/2006 tarihinde, bir diğerinin 19/11/2013
tarihinde, geriye kalan yedi tanesinin ise 3/12/2015 tarihinde kapatıldığına
yer verilmesinin yanı sıra ayrıca başvurucunun haklarında FETÖ/PDY soruşturması
yürütülen A.A.ya 21/5/2014 tarihinde bir defa 70 TL, S.R.V.ye ise 22/4/2015
tarihinde bir defa 350 TL'yi EFT yoluyla gönderdiği de ifade edilmiştir.
21. Soruşturma devam ederken Ankara 5. Sulh Ceza
Hâkimliği tutuklulukta geçirilen süreyi ve delillerin toplanmış olmasını dikkate
alarak 17/1/2018 tarihli kararı ile başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
Bununla birlikte Hâkimlik başvurucu hakkında yurt dışına çıkışının
yasaklanmasına ve haftanın belirli günlerinde yerleşim yerine en yakın adli
kolluk birimine başvurarak imza atmak suretiyle adli kontrol tedbirinin
uygulanmasına hükmetmiştir.
22. Başsavcılık 29/5/2019 tarihli iddianame ile başvurucu
hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle
aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle
FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve
delillere yer verilmiştir. Başsavcılık -FETÖ/PDY'nin kendi üyeleri arasındaki
iletişim yöntemlerinden biri olan ByLock isimli şifreli haberleşme
programını kullandığı tespit edilmese de- başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi
içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini
iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:
i. Başvurucunun Bank Asyanın üç ayrı şubesinde çok sayıda
hesabının bulunduğu, anılan hesaplarda yapılan incelemede sürekli olarak artışın
tespit edildiği, 31/12/2013 tarihinde 6.574,89 TL olan bakiyenin 31/5/2015
tarihinde 13.017,66 TL'ye ulaştığı belirtilmiştir.
ii. Başvurucunun para transferi ilişkisinde bulunduğu
A.A. ve S.R.V. isimli kişilerin FETÖ/PDY soruşturmalarında adlarının geçtiği
ifade edilmiştir.
iii. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY'ye üye
olma suçu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmada şüpheli olarak kolluk biriminde
ifadesi alınan A.Y.nin başvurucuya ilişkin olarak "…bu grupta ben, ...
isimli şahıslar bulunmaktaydı. Bu şahıslar da HSYK'da memur olarak görev
yapmaktaydılar. Bu gruba da konuşmacı olarak R. hoca isimli şahıs gelirdi. 1
yıl kadar R. hoca konuşmacı olarak geldi....sohbet toplantılarında fethullah
gülenin faaliyetleri hakkında konuşurdu. Kitaplardan alıntılar yapardı. Ara
sırada vaazlarının bulunduğu CD'leri izletirdi. ...Ayrıca benimle aynı grupta
olmayıp başka gruplarda da olanların bir kısmını tanımaktayım. Bu şahıslar
HSYK'da çalışan ..., Şaban APAK ve soyismini bilmediğim HSYK'da şoför olarak çalışan
H. isimli şahıs, benim şefim olan ... isimli şahıslar vardı..." şeklinde
anlatımda bulunduğu ileri sürülmüştür.
23. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara
ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:
"... şüpheli hakkında FETÖ/PDY
silahlı terör örgütüne irtibat ve iltisaklı olduğu yönünde tanık beyanlarının
yer aldığı, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün finans kaynağı olan
kapatılan Bank Asya nezdinde birçok hesabının bulunduğu ve hesaplarında
31.12.2013 - 31.05.2015 tarihleri arasında kayda değer biçimde bakiye artışının
bulunduğu, dolayısıyla şüphelinin gerek çalıştığı T.C. Adalet Bakanlığında
gerekse de özel hayatında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapısı içerisinde yer
aldığı, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapısı içerisindeki
eylemlerinin devamlılık, çeşitlilik ve yoğunluk arz eder tarzda olduğu ve
şüphelinin bu eylemlerini örgütün amacını ve stratejisini bilerek
gerçekleştirdiği, bu suretle şüphelinin üzerine atılı 'silahlı terör örgütüne
üye olmak' suçunu işlediği yönünde kamu davası açmayı gerektirir yeterli delil,
emare ve şüphe bulunduğu..."
24. İddianame Ankara 18. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme)
10/6/2019 tarihinde kabul edilerek E.2019/260 sayılı dosya üzerinden kovuşturma
aşaması başlamıştır.
25. Mahkeme 25/9/2019 tarihinde yapılan duruşmada
başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunması şöyledir:
"Ben A.Y.yi kurumdan tanırım. Şahıs
veri hazırlama memuruydu. Kendisi HSK Teftiş Kurulu Başkanlığında çalışırdı.
Tanıkla benim samimiyetim yoktur. Benim hakkımda neden aleyhe beyanda bulundu
bilemiyorum. Ben örgüt üyesi değilim. Herhangi bir örgüt toplantısına katılmış
değilim. Ben örgüt evlerinde de kalmış değilim. ...Bank Asya'da hesabım vardır.
Bu hesap 2001 yılından beri olan bir hesaptır. Kızımın düğünü vardı, düğün için
para biriktiriyordum. Yoksa örgüt talimatı ile açılmış para yatırılmış bir
hesap değildir. Ben Bylock kullanmadım. Suçsuzum, beraatimi talep ederim."
26. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık A.Y.nin beyanı
şu şekildedir:
"[Başvurucunun] HSK'da şoför olduğunu biliyorum.
Sanığın FETÖ üyesi olduğu konusunda bilgim yoktur. Sohbetlere gittiği konusunda
da bilgim yoktur. Ben kendisinin örgütsel bir faaliyetini görmedim duymadım
dedi.
Soruşturma aşamasındaki ifadesi okundu,
çelişki nedeniyle soruldu: Ben esasında orada sanığı sohbette gördüm
anlamında birşey söylemedim, ben sanığın örgüt üyesi olduğunu bilmem, ben
2013-2014 yıllarında HSK'da memurdum, ben o tarihte sanığı biryerde gördüm
ancak nerede gördüğümü hatırlamıyorum. Ben sanığıda sohbete gidiyor şeklinde
hatırlamış olabilirim ancak ben kendisini sohbette görmedim. Benim hakkımda
mahkeme kararı verdi. 2 yıl 6 ay ceza aldım. Etkin pişmanlıktan yararlandım.
Dosyam şuan Yargıtay'dadır. Sanık benden önce ihraç edilmiştir, ben bu nedenle
kendisini sohbetlere katılmıştır diye düşünerek soruşturma aşamasında o şekilde
ifade verdim yoksa kendisini sohbette görmüş değilim. Örgütsel bir faaliyetini
görmedim."
27. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih
itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
28. İlgili hukuk için bkz. Özcan Güney, B. No:
2017/20709, 15/11/2018, §§ 30-38.
29. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 9/4/2018 tarihli ve
2017/4240, K.2018/1056 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... 22/1/2014 ve 31/1/2014
tarihlerinde örgüt liderinin talimatı doğrultusunda anılan örgütle irtibatlı
Bank Asya’daki hesabına para yatıran sanığın faaliyetlerinin, silahlı terör
örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik,
devamlılık ve yoğunluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul
edilmesine yasal olanak bulunmadığından, konusu suç oluşturmayan ancak örgüt
liderinin talimatı doğrultusunda amaca hizmet eden söz konusu faaliyetlerinin
örgüte yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya
düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması ... bozulmasına... [karar verildi.]"
30. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 13/11/2018 tarihli ve
E.2018/1603, K.2018/4170 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"BDDK’nın 29.05.2015 tarihli kararı
ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonuna devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı
Bankacılık Kanunun 107. maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni
kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY
silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen
rutin hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek
kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek..."
31. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 9/7/2019 tarihli ve
E.2019/552, K.2019/4862 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"...Vicdani kanının oluştuğu
duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre; örgüt
liderinin talimatı üzerine hesap açtığı, işlem yaptığı yönünde delil bulunmayan
sanığın Bank Asya nezdindeki mutad hesap kayıtlarının örgütsel faaliyet olarak
kabul edilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede..."
32. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 3/7/2019 tarihli ve
E.2019/2951, K.2019/4682 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:
"..örgüt liderinin talimatı üzerine
hesap açtığı, işlem yaptığı yönünde delil bulunmayan sanığın Bank Asya
nezdindeki mutad hesap kayıtlarının örgütsel faaliyet olarak
değerlendirilemeyeceği..."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
33. Mahkemenin 18/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
34. Başvurucu; suç şüphesi ve bunu haklı kılan deliller
olmamasına rağmen gerekçesiz bir kararla tutuklanmasına karar verildiğini,
delilleri karartma tehlikesi ve kaçma şüphesinin de somut olayda mevcut
olmadığını, tüm bu nedenlerle tutuklanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Bakanlık görüşünde öncelikle 4/12/2004 tarihli ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği belirtilmiştir. Esas bakımından yapılacak inceleme
yönünden ise Bakanlık; başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki
olup olmadığının Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında incelemeye tabi tutulmasını
ve başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup
olmadığı değerlendirilirken tutuklama kararının verildiği andaki genel
koşulların gözardı edilmemesi gerektiğini, darbe teşebbüsü sonrasında
teşebbüsle veya FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin soruşturmalarda
delillerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi ve soruşturmaların güvenlik
içinde yürütülebilmesi için tutuklama dışındaki koruma tedbirlerinin yetersiz
kalmasının söz konusu olabileceğini belirtmiştir. Bu bağlamda Bakanlık
başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinde somut delillere dayalı
kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu
delillerin değerlendirilmesi sonucunda adli kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağı görüşündedir.
36. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel
olarak başvuru formunda belirttiği iddialarını tekrarlamıştır.
B. Değerlendirme
37. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
38. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen bu
bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında,
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
40. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik veya olağanüstü
hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla,
durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya
tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda
da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din,
vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı
suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile
saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
41. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
42. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün
arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır.
Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan
olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No:
2016/49158, 26/7/2017, § 57).
43. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi
kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun
tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer
maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek,
aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu
aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
3. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
45. Genel ilkeler için bkz. Metin Evecen, B. No:
2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52; Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020,
§§ 38-45.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
46. Başvurucu, FETÖ/PDY üyesi olma suçundan 5271 sayılı
Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
47. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
48. Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama kararında,
başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olguların bulunduğuna
genel olarak değinilmiş ancak herhangi bir olguya ilişkin başka açıklamaya yer
verilmemiştir (bkz. § 16).
49. İddianamede ise suçlamaya ilişkin olarak başvurucunun
Bank Asyanın üç ayrı şubesinde çok sayıda hesabının bulunduğuna ve anılan
hesaplarda yapılan incelemede sürekli olarak artışın olduğuna, başvurucuyla
para transferi ilişkisi bulunan kişilerin FETÖ/PDY soruşturmalarında yer aldığına
ve bir tanığın başvurucuya ilişkin beyanlarına dayanılmıştır (bkz. § 22).
Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun suç işlediğine dair kuvvetli
belirti bulunup bulunmadığının bu olgular temelinde incelenmesi gerekmektedir.
50. Anayasa Mahkemesi FETÖ/PDY liderinin veya
yöneticilerinin çağrıları üzerine Bank Asyaya para yatırmanın tutuklama için
yeterli ölçüde kuvvetli belirti olduğunu ifade etmiştir (Metin Evecen, §
59; Ali Biray Erdoğan, B. No: 2016/16189, 18/4/2018, § 40; Mehmet
Fatih Süzer [GK], B. No: 2016/68269, 18/7/2018, § 49; Aziz Mahmut
İstegün, B. No: 2017/32195, 6/2/2019, §§ 59, 62; İsmail Şahan, B.
No: 2016/54509, 28/11/2019, §§ 62, 63; Muammer Koçan, B. No: 2016/56282,
26/9/2019, § 81; Resul Darama, B. No: 2018/251, 18/7/2019, § 48; Cengiz
Türkmen, B. No: 2016/43843, 3/7/2019, §§ 18, 55). Metin Evecen, Ali
Biray Erdoğan, Mehmet Fatih Süzer, Cengiz Türkmen kararlarına konu
olaylarda başvurucuların Bank Asyadaki hesabında herhangi bir meblağ
bulunmamasına rağmen örgüt liderinin talimatı sonrasında para artışının olduğu
tespit edilmiştir. Diğer kararlara konu olaylarda ise FETÖ/PDY liderinin veya
yöneticilerinin çağrıları üzerine başvurucuların Bank Asya hesaplarında ciddi
miktarda para artışı söz konusudur.
51. Somut olayda başvurucu; Bank Asyada 2001 yılından bu
yana hesabının bulunduğunu, kızının düğünü için bu hesapta para biriktirdiğini
savunmuştur (bkz. §§ 13, 25). Başvurucunun hesaplarının aktif olduğu süreçte
hesaplarına hem para yatırma hem de para çekme şeklinde bankacılık faaliyetlerinin
bulunduğu görülmektedir. FETÖ/PDY'nin liderinin veya yöneticilerinin Bank
Asyaya destek olunması yönünde çağrılar yaptıkları süreçten sonraki hesap
hareketleri incelendiğinde de hesaba para yatırma ve hesaptan para çekme
faaliyetlerinin devam ettiği, anılan hesaplara yüklü bir para transferinin söz
konusu olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim bu süre zarfında başvurucunun 2014 yılı
itibarıyla hesaplarına toplam 3.600 TL, 2015 yılı itibarıyla ise toplam 2.200
TL para yatırdığı görülmektedir. Öte yandan başvurucunun Bank Asyanın TMSF'ye
devredildiği tarihten sonra da hesabına 7.000 TL yatırdığı tespit edilmiştir
(bkz. § 20).
52. Yukarıda belirtilenlere göre başvurucunun Bankadaki
hesap hareketleri incelendiğinde bu para yatırma/çekme eylemlerinin örgütsel
bir talimat uyarınca gerçekleştirildiğini söylemek mümkün görünmemektedir.
Soruşturma mercileri tarafından başvurucunun FETÖ/PDY'nin liderinin veya
yöneticilerinin Bank Asyaya destek olunması şeklindeki talimatı sonrasında bu
talimattan önceki dönemle uyumlu olmayan veya olağan dışı bir hesap
hareketliliğinin bulunduğu ortaya konulamamıştır (İhsan Yalçın, B. No:
2017/8171, 9/1/2020, § 53).
53. Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun
Bank Asyadaki hesap hareketlerinin FETÖ/PDY ile örgütsel bir ilişki içinde veya
örgüte yardım amacıyla hareket edildiği hususunda kuvvetli bir belirti olarak
değerlendirilmemesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Nitekim Yargıtay da
FETÖ/PDY liderinin talimatı doğrultusunda anılan örgütle irtibatlı olan Bank Asyaya
para yatırmanın örgüte yardım suçunu oluşturacağını belirtmiş ancak Bankadaki
rutin hesap hareketlerinin ise örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek
kapsamında değerlendirilemeyeceğini vurgulamıştır (İhsan Yalçın, § 54;
bkz. §§ 30-32).
54. Diğer taraftan soruşturma makamlarınca suçlamaya esas
alınan olgular arasında para transferlerine ilişkin olarak MASAK tarafından
gönderilen kayıtlarda başvurucunun para transferi ilişkisinde bulunduğu A.A. ve
S.R.V. isimli kişilerin FETÖ/PDY soruşturmalarında adlarının geçmesinin olduğu
görülmektedir. Anılan para transferlerinin birer defa 70 TL ve 350 TL
miktarlarında gerçekleşmiş olması (bkz. § 20), bu EFT'lerin haklarında FETÖ/PDY
ile bağlantılı suçlardan soruşturma geçiren kişilerle yoğun para transferi olarak
değerlendirilmeyecek olması nedeniyle örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli
suç belirtisi olarak kabulü mümkün değildir. Kaldı ki bu para transferlerinin
örgütsel bir yönünün olduğuna dair soruşturma makamlarının objektif bir
gözlemciyi ikna edecek ölçüde somutlaştırılmış herhangi bir tespiti veya
iddiası da bulunmamaktadır.
55. Soruşturma mercilerinin başvurucu hakkında tanık
A.Y.nin vermiş olduğu beyanları da suçlamaya dayanak bir olgu olarak
değerlendirdikleri görülmektedir. Tanığın soruşturma aşamasındaki ifadesinden
başvurucunun örgüte mensubiyeti bulunan başka bir memur grubuyla sohbet adı
verilen toplantılara katıldığını dolaylı bir şekilde belirttiği anlaşılmaktadır
(bkz. § 22/iii). Söz konusu tanık anlatımı yer, zaman, kişi ve eylem bilgileri ihtiva
etmemektedir. Kaldı ki aynı tanık, kovuşturma aşamasında ise başvurucuyu sohbet
toplantılarında görmediğini beyan etmiştir (bkz. § 26). Dolayısıyla tanık
A.Y.nin anlatımlarının başvurucu ile FETÖ/PDY arasındaki herhangi bir düzeyde
ilişkinin mevcut olup olmadığının belirlenmesi bakımından kuvvetli suç
belirtisi olarak değerlendirilebilecek bir nitelik taşımadığı kanaatine
varılmıştır.
56. Bu itibarla dosya kapsamına göre somut olayda
tutuklama için gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince
ortaya konulamadığı kanaatine ulaşılmıştır.
57. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
58. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
59. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın
olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
60. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini
sağlayacak güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya
konulması yer almaktadır. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama
tedbiri için ön koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu
doğurur. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü
yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair
belirti bulunmadan tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir
olarak kabul edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §
109; Mehmet Hasan Altan (2), § 156).
61. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma
makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu
itibarla Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin
kullanımının durdurulmasını, sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinin
başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik olarak Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru
kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Şahin
Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
62. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Burhan ÜSTÜN ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe
katılmamışlardır.
5. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
64. Başvurucu türünü belirtmeksizin 3.000.000 TL tazminat
talebinde bulunmuştur. Ayrıca ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını
istemiştir.
65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
67. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. 17/1/2018 tarihinde tahliyesine karar verilen başvurucunun
tutukluluk hâli sona ermiştir. Bu durumda tazminat dışında ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir hususun bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
68. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.000 TL vekâlet
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle İHLAL
EDİLDİĞİNE Burhan ÜSTÜN ve Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 18. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2019/260) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 18/11/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
Başvurucu, Adalet Bakanlığı İdari ve Mali İşler
Başkanlığı’nda şoför olarak görev yapmakta iken 15 Temmuz 2016 tarihinde
yapılan darbe teşebbüsü sonrasında görevden uzaklaştırılmasına, 675 sayılı
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile kamu görevinden ihraç edilmiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca
FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 05.08.2016
tarihinde gözaltına alınmış, Ankara 3.Sulh Ceza Hakimliğince 16.08.2016
tarihinde tutuklanmış, 17.01.2018 tarihinde tahliyesine karar verilmiştir.
Başvurucunun tutuklanmasına ilişkin deliller;
a) Başvurucunun Bank Asya'nın Ankara, Bursa ve Balıkesir
şubelerinde çok sayıda hesabının bulunduğu, söz konusu hesaplarda yapılan
incelemede sürekli olarak artış ve hareketliliğin tespit edildiği,
b) Başvurucunun para transferi ilişkisinde bulunduğu A.A.
ve S.R.V isimli kişilerin, FETÖ/PDY soruşturmalarında isimlerinin geçtiği,
c) Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY’ye üye olma
suçu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmada şüpheli olarak kolluk biriminde
ifadesi alınan A.Y.’nin başvurucu hakkındaki beyanında “kendisinin ve
başvurucunun örgüt toplantılarına katıldıklarını, orada örgüt liderinin
faaliyetleri hakkında konuşulduğunu, kitaplarından alıntı yapıldığını vaazlar
verilerek, CD'ler izletildiğini” beyan etmiştir
d) Başvurucu darbe teşebbüsü sonrasında görevden
uzaklaştırılmış ve 29.10.2016 tarihli KHK ile görevden ihraç edilmiştir.
Başvurucu hakkında darbe teşebbüsünü takip eden günlerde
soruşturma yapılmış, yukarıda sıralanan deliler değerlendirilerek başvurucunun
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapısı içerisindeki eylemlerinin devamlılık,
çeşitlilik ve yoğunluk arz ettiğinden tutuklanmasına karar verilmiştir.
Başvurucu ile ilgili suçun işlendiğine dair kuvvetli
belirti tespit edilirken, dosyadaki delillerin tek tek irdelenerek bunların
tutuklama için kuvvetli belirti olmadığı sonucuna varmanın doğru olmadığını
düşünüyorum. Aksine başvurucunun tutuklanma zamanıda dikkate alınarak,
hakkındaki delillerin bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemlerin
çeşitliliği, devamlılığı, yoğunluğu ve ısrarı suçun işlendiğine dair kuvvetli
belirti olmadığını göstermez.
Yukarıda izah ettiğim nedenlerle dosyada suçun
işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunduğu kanaatine vardığımdan başvurucu
hakkındaki tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkına aykırı olmadığından çoğunluğun ihlal görüşüne katılmıyor, başvurunun
reddine karar verilmesini düşünüyorum.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz
konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal
davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme
yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde
mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri
ihtimali her zaman vardır.
Somut olayda 16.08.2016tarihinde tutuklanan ve 23.10.2017
tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma
durumu, 17.01.2018 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle)
birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak
hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel
başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan
olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata
hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal
kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir
sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla
bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit
edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak
arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı
Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın
devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a)
Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama
tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve
manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde
düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına
karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına
atıf yapıldığı için gözaltı¬nın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın
141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu
iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup
olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf
yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin
iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında
açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren
emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola
işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat
davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali
yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi
aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında
mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun
yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları
da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile
hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir
bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da
tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet
sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada
tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından
bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır.
(Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa
Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93).
Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu
davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam
ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de,
mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da
tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.11
Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi
tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa
Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada
beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka
aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden
tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet
Özdemir12
başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka
uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası
olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka
davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek
zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır
ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk
iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun
devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi
yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama
nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz,
a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin
ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin
var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden
kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat
davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim
sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de
dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda
olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen
tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu
doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade
etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik
kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir.
Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi
ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir
deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler
kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup
olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına
ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir
yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit
edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20
AİHMde Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki
yolun tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda
141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a
bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe
bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek
mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında
gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı
görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke
genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki
on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok
sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet
dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.