TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADEM ERDEN BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2017/36537)
|
|
Karar Tarihi: 3/11/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucu
|
:
|
Adem ERDEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Türkan DEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumu görevlilerinin hukuka
aykırı güç kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin ceza
soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal
edildiğine ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 20/10/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1963 doğumlu olan başvurucu, hükümlü olarak Sincan F
Tipi 1 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulmaktadır. İzmir'de yapılacak bir
yargılamanın duruşmasına katılmak üzere kolluk (jandarma) görevlileri eşliğinde
Ankara'dan İzmir'e nakledilen başvurucu 21/3/2007 ile 23/3/2007 tarihleri
arasında Denizli D tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) konaklamıştır.
10. Başvurucunun anlatımına göre başvurucu, İnfaz
Kurumunun hücre olarak ifade edilen disiplin odasına alınmış, ilaç
verilme ve revire görünme talebi nedeniyle bir infaz memuru tarafından hakaret
edilerek aşağılanmış, ardından bulunduğu odaya giren aynı memur ile diğer
memurlar tarafından darbedilmiştir. Daha önce bulunduğu ceza infaz kurumundaki
görevlileri şikâyet ettiği için infaz memurlarının kendisini darbettiğini beyan
eden başvurucunun ifadesine göre "Memurları yakmışsın"
denilerek süpürge sapıyla dövülmüş ve sigara basılmak suretiyle sırtı
yakılmıştır.
11. Ertesi gün duruşmaya katılan başvurucu, İnfaz
Kurumunda darbedildiğini belirterek Mahkemede şikâyetçi olması üzerine İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
12. Başvurucunun 23/3/2007 tarihinde İzmir Cumhuriyet
Savcılığınca alınan şikâyeti şöyledir:
"Ben
Ankara, Sincan cezaevinde hükümlü olarak bulunmaktayım. İzmir 7. Sulh Ceza
mahkemesinin [...] dosyasında sanık
olarak 23.03.2007 günü duruşmaya getirilmek üzere 21.03.2007 günü Ankara
cezaevinden alındım, başka tutuklu ve hükümlüler de olduğu için yolda,
Denizli'de konakladık ve misafir olarak, 21.03.2007 günü Denizli cezaevine
alındım. Bugün de İzmir deki duruşmam için cezaevinden çıkarıldım. Denizli
cezaevinde kaldığım 21.03.2007-23.03.2007 günleri arasındaki dönemde, misafir
olduğum için tanımadığım muhtemelen ikinci müdür olduğunu düşündüğüm sivil
giyimli üç kişi ile üç tane resmi kıyafetli infaz koruma memuru ve bir tane de
baş memur, 22.03.2007 günü, saat öğleyin 11.00-12.00 civarında, kapatıldığım
hücrede, bana saldırdılar. Süpürge sapı ile yumrukla vurup tekmelediler.
Üzerimde sigara söndürdüler. Bu yüzde bu kişiler hakkında şikayetçiyim, doktora
sevk edilip raporumun alınmasını istiyorum."
13. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu, Adli Tıp
Kurumu İzmir Şube Müdürlüğüne (ATK) sevk edilerek hakkında sağlık raporu
alınmıştır. 23/3/2007 tarihli rapora göre başvurucunun göğüs ve batın (karın)
ön yüzde birden fazla sayıda kendi eylemi ile meydana getirilmiş görünümlü eski
kesi yara izleri bulunmaktadır. Ayrıca başvurucunun sağ koltuk altı 10 cm dış
nahiyesinde 4x2 cm'lik koyu mor renkte ekimoz (çürük), batın sağ dış
koltuk altı bölgesinde yatay doğrultuda uzanan birbirine paralel üç adet 9x2 cm
ebadında açık kırmızımtırak renkte ekimoz, batın ön nahiyesinde
birbirine paralel üç adet 15x2 cm'lik açık kırmızı mor renkte ekimoz,
sol üst kol üst dış bölgede iki adet 2x3 cm'lik açık kırmızımtırak renkte ekimoz,
sol uyluk orta arkada 5x2 cm'lik koyu mor renkte ekimoz, sırt ortada on
adet 0,5x0,5 ve 1x0,5 cm ebadında cildi ilgilendiren yüzeysel, ciltten kabarık
yanık izleri mevcuttur. Raporda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi
müdahaleyle giderilebileceği belirtilmiştir.
14. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı şikâyet konusu suçun
işlendiği iddia edilen yerin Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu olması
nedeniyle 23/3/2007 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir.
15. Soruşturmaya (kapatılan) Honaz Cumhuriyet Savcılığı
(Savcılık) tarafından devam edilmiştir. Savcılıkça keşif yapılarak kamera
görüntülerinin bilirkişi eşliğinde izlendiği ve buna ilişkin bilirkişi raporu
alındığı soruşturma makamlarının kararlarından anlaşılmaktadır. İncelemenin
başvurucunun darbedildiğini beyan ettiği saat aralığıyla sınırlandırıldığı görüntülerde
sadece iki şahsın disiplin odasına girdiği, bu kişilerin sanık M.K. ile tanık
İ.T. olduğu, içeride sadece 47 sn. kaldıkları yönünde görüş bildirildiği
anlaşılmaktadır. Görüntüler, yargılama sürecinde mahkemelerce ayrıca
incelenmemiştir. Başvuru dosyasına görüntüler yansımadığından Anayasa
Mahkemesince inceleme yapılamamış, soruşturma yapan Savcılığın bulunduğu
adliyenin kapatılmış olması nedeniyle görüntülerin yer aldığı soruşturma
dosyasına da ulaşılamamıştır.
16. Savcılık, başvurucunun kaldığı tarihlerde İnfaz
Kurumunda görevli olan infaz memurlarının kimliklerini tespit ederek şikâyetle
ilgili savunmalarını almıştır. Şüpheli infaz memurları genel olarak suçlamayı
kabul etmemişlerdir.
17. Soruşturma sonunda 24/4/2008 tarihinde Savcılıkça,
şüpheli memurlar H.S., A.U., A.D., A.Ö. ve M.K. hakkında basit yaralama suçunu
işledikleri isnadıyla (kapatılan) Honaz Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza
Mahkemesi) dava açılmıştır.
18. Başvurucu, yargılama aşamasında memurlardan M.K.yı
teşhis ederek M.K.nın kendisini darbeden kişilerden biri olduğunu belirtmiştir.
19. Haklarında dava açılan memurlar H.S., A.U., A.D. ve
A.Ö. savunmalarında İnfaz Kurumunda geçici olarak tutulan kişilerin gözetim
odasında barındırıldığını, giriş ve çıkışlarında sağlık raporu alındığını,
başvurucuda darp izi bulunmuş olması hâlinde nakilde görevli kolluk
personelinin bu kişiyi teslim alamayacağını, Kurumun kamera sistemiyle
izlendiğini ifade etmiş; ayrıca başvurucuyu darbetmelerini gerektiren bir
husumetlerinin olmadığını beyan etmişlerdir.
20. İnfaz memuru M.K.nın yargılama sırasındaki
savunmasının ilgili kısmı şöyledir:
" ... Adem Erdem ile ismini
hatırlamadığım başka bir mahkum cezaevimize İzmir'e götürülmekteyken bize
misafir olarak getirildi ben bunların geldiğini hatırlıyorum bize
getirildiklerinde jandarma tarafından doktor raporları alınmıştı. Zannedersem
bu iki kişiyi gözetim odasına ben yerleştirdim, olay mahalli olduğu iddia
edilen koridorda 5 tane gözetim odası mevcut olup bunlar birbirine bitişiktir,
içlerinde döşeme veya fazla miktarda eşya olmadığından ve kapıları da demir
olduğu için bu gözetim odalarında ki en ufak bir ses diğer odalara duyulur.
Normalde ceza evine bu bölümünde üç kişi çalışmamız gerekir ancak personel
eksikliği nedeniyle o gün orada infaz koruma memuru olarak o vardiyada sadece
ben vardım. Kamera kayıtlarını inceleyen ismi belirtilen [İ.T.] ise iyi hal kararı aldırılmış
teknisyenlik işleriyle uğraşan hükümlü idi. Bu kişi bildiğim kadarıyla Dalaman
Açık ceza infaz kurumuna nakledilmiştir bu kişinin de ifadesi alındığında
gerçek ortaya çıkacaktır. Gözetim odalarından bir tanesini demir kaynak ve
tamir işleri için lazım olan malzemelerin konulduğu depo olarak
kullanmaktaydık. Kamera kayıtlarında benim ile [İ.T.nin] görünmesinin
sebebi bu depoya girip malzeme almış olmamız olabilir. Kesinlikle müştekiye
yönelik şiddet eylemlerinde bulunmuş değilim. İlk defa gördüğüm ve kendisi ile
aramda husumet bulunmayan bu kişiye karşı ekili eylemde bulunma mantıklı
değildir. Ben kendisini şu an görsem hatırlamam, hatırladığım kadarıyla bu
kişiyi getiren jandarma görevlileri müştekinin sorunlu birisi olduğu daha
önceden defalarca cezaevine girip çıktığını daha önceden kendi kendine zarar
veren bir yapıya sahip olduğunu bu yüzden dikkat edilmesini, diğer mahkumlarla
temas ettirilmemesini söylemişti. Yönetmelik gereği de onun ayrı konması
gerekirdi, buna rağmen bana cezaevinde tanıdıklarım var beni koğuşlara
koyacaksın demiş ve ukala tavırlarda bulundu, ben bunun mümkün olmadığını
söyleyince bana siz beni tanımıyorsa ben F tipinden geliyorum size yapacağımı
bilirim dedi ancak ben aldırış etmedim gözetim odasına yerleştirdikten sonra
bahtaniyesini ve yemeğini verdikten sonra bir daha da kendisiyle muhatap
olmadım. Daha sonraki nöbeti de [A.Ö.ye] teslim ettim ertesi vardiyamda
bu kişi yoktu ..."
21. Olay tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan
tanık İ.T. beyanında, iyi hâlli olduğu için teknisyenlik yaptığını,
başvurucunun İnfaz Kurumunda bulunduğu gün memur M.K. ile malzeme almak için
gözetim odasının yanında bulunan malzeme odasına girdiğini, darbetme olayını
görmediğini ifade etmiştir. Tanığın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...malzemeleri koyduğumuz belli
bir depomuz yoktu sadece disiplin cezası alan veya misafir olarak gelen
hükümlülerin bulunduğu tek kişilik odaların hemen yan tarafında depo olarak
kullandığımız tek kişilik oda vardı, bu odaya da tek girmiyorduk, malzemeleri
infaz koruma memuruyla alıyorduk, ben mağdur Adem'i tanımıyorum, olay günü de
bu tek kişilik odalarda kalıp kalmadığını bilmiyorum, tek kişilik odalardan
bağırma küfür sesleri gelir ancak biz mahkumlarla birebir temasa girmeyiz
odalarda da kimin kaldığını bilmem tek kişilik odaları dışarıdan gösteren
kamera kayıtları vardır, M.K. ile malzemeleri aldık, birlikte çıktık
malzemeleri alırken M.K. sürekli benim yanımdaydı, benim yanımda iken başka bir
yere girmedi, bütün gün boyunca da ben cezaevinde işlerimi yaparken M.K.
yanımdaydı."
22. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun
yaralanmasının meydana geldiği tarih aralığının tespiti yönünde ATK'dan görüş
sorulmuştur. ATK 22/5/2009 tarihli raporunda başvurucunun
"23/3/2007 tarihinde yapılan muayenesi sonucu tespit edilen yaralanma
bulgularının taze yaralanma bulguları olduğu, bunların muayene tarihinden 1-2
günlük zaman dilimi içerisinde meydana getirilmiş olmasının mümkün olduğu,
ancak İnfaz Kurumuna girişi esnasında düzenlenmiş giriş raporlarının da
incelenmesinden sonra bu hususun adli tahkikatla aydınlatılmasının uygun
olduğu" yönünde görüş bildirmiştir.
23. Sulh Ceza Mahkemesi 12/10/2010 tarihinde infaz
memurları hakkında açılan dava sonunda "her türlü şüpheden uzak, kesin
ve inandırıcı delil bulunmaması" nedeniyle memurların beraatlerine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Müştekinin dövüldüğünü iddia
ettiği zaman diliminin 22/03/2007 günü saat 11:00 ile 12:00 arasıdır. Cezaevine
yazılan müzekkere cevabının incelenmesinden sanık [V.nin] başmemur olduğu, [A.Ö.]
ve nöbetçi memur olduğu ve vardiyayı 22/03/2007 günü saat 20:00 dan sonra yani
mağdurun iddia ettiği saatten sonra görevi devraldıkları, diğer sanıkların
iddia edilen saatlerde görevli oldukları, mağdurun 23/03/2007 tarihinde sabah
07:00 da cezaevinden ayrıldığı, dövülme iddiasını ise aynı gün duruşmada dile
getirdiği, alınan rapor ile iddia edilen tarih arasında 1 gün bulunduğu,
mağdurun kendisini dövdüğünü iddia ettiği kişilerin resimlerinden sadece sanık
[M.K. yı] teşhis ettiği ancak bir de sivil giyimli başmemurun kendisini
özellikle dövdüğünü beyan ettiği, kurumda başmemurun sanık [V.] olduğu
ve iddia edilen saatte kurumda bulunmadığının nöbet çizelgesi ve müzekkere
cevapları ile anlaşıldığı, mağdurun başlangıçta 6 kişinin kendisini dövdüğünü
beyan ettiği ancak sonra sanık [M.] ve bir başmemurun kendisini
dövdüğünü mahkeme aşamasında beyan ettiği, bu şekilde çelişkili beyanlarda
bulunduğu, iddia edilen saatlerde kamera kayıtlarının incelendiği ve sanık
[M.] dışındakilere kayıtlarda rastlanmadığı, bu sanığında sadece 47 sn o
kısımda kaldığı, görüntülerde rastlanan tanık [İ.T.nin] Mahkememizce
dinlendiği ve malzeme odasına giriş yapıldığının anlaşıldığı, kurumda bir gün
kalan mağdurun 6 memur tarafından dövülmesi için bir gerekçe de bulunmadığı,
sanıkların üzerlerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin
ve inandırıcı delil bulunmadığı, sanıkların mahkumiyeti için kesin ve somut
delil gerektiği, mağdurda oluşan yaraların cezaevinden ayrıldığı tarihten
sonrada oluşabileceği dikkate alınarak sanıkların ... ayrı ayrı
beraatlerine..."
24. Başvurucunun temyizi üzerine 1/10/2013 tarihinde
Yargıtay 3. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) Sulh Ceza Mahkemesi kararının sanık
M.K. yönünden bozulmasına, diğer sanıklar yönünden onanmasına karar vermiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık [M.K.] hakkında kurulan hükme yönelik
temyiz itirazlarının incelenmesinde; diğer temyiz itirazları yerinde
görülmediğinden reddine, ancak;
Katılanın [...] fotoğraftan sanığı teşhis
ederek kendisine vurduğunu beyan etmesine, kamera kayıtlarına göre, katılanın
kendisinin dövüldüğünü söylediği saatte sanığın katılanın bulunduğu bölüme
girdiğinin belirlenmesine, 23.03.2007 tarihli adli rapora göre katılanın
vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığının anlaşılmasına göre, sanığın atılı
suçtan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi bozmayı gerektirmiş,
..."
25. Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılması nedeniyle
yargılamaya Denizli 7. Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) devam
edilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi 10/4/2014 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesinin
kararında direnilmesine ve M.K.nın kasten yaralama suçunu işlediğinin sabit
olmaması nedeniyle beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Müştekinin dövüldüğünü iddia
ettiği zaman diliminin 22/03/2007 günü saat 11:00 ile 12:00 arasıdır. Cezaevine
yazılan müzekkere cevabının incelenmesinden sanık [V.nin] başmemur olduğu, [A.Ö] ve nöbetçi memur olduğu ve
vardiyayı 22/03/2007 günü saat 20:00 dan sonra yani mağdurun iddia ettiği
saatten sonra görevi devraldıkları, diğer sanıkların iddia edilen saatlerde
görevli oldukları, mağdurun 23/03/2007 tarihinde sabah 07:00 da cezaevinden
ayrıldığı, dövülme iddiasını ise aynı gün duruşmada dile getirdiği, alınan
rapor ile iddia edilen tarih arasında 1 gün bulunduğu, mağdurun kendisini
dövdüğünü iddia ettiği kişilerin resimlerinden sadece sanık [M.K.yı]
teşhis ettiği ancak birde sivil giyimli başmemurun kendisini özellikle
dövdüğünü beyan ettiği, kurumda başmemurun sanık [V.] olduğu ve iddia
edilen saatte kurumda bulunmadığının nöbet çizelgesi ve müzekkere cevapları ile
anlaşıldığı, mağdurun başlangıçta 6 kişinin kendisini dövdüğünü beyan ettiği
ancak sonra sanık [M.] ve bir başmemurun kendisini dövdüğünü mahkeme
aşamasında beyan ettiği, bu şekilde çelişkili beyanlarda bulunduğu, iddia
edilen saatlerde kamera kayıtlarının incelendiği ve sanık [M.]
dışındakilere kayıtlarda rastlanmadığı, bu sanığında sadece 47 sn o kısımda
kaldığı, görüntülerde rastlanan tanık [İ.T.] mahkememizce dinlendiği ve
malzeme odasına giriş yapıldığının anlaşıldığı, tanık beyanı ile tanığın sanık
ile malzemeleri aldıktan sonra birlikte çıktıkları, malzeme alımı sırasında
sanığın sürekli tanık [İ.T.nin] yanında bulunduğu, tüm gün boyunca da
tanık [İ.T.] cezaevinde işlerini yaparken sanığın tanığın yanında
bulunduğu, sanığın katılanın bulunduğu odaya girmediği, bu odaya girdiğine
ilişkin herhangi bir görgü ve tespitin olmadığı, kamera kayıtları ile de
sanığın hükümlünün bulunduğu odaya girmediğinin belirlendiği, malzeme konulan
odada da tanık ve sanığın sadece 47 saniye kaldıkları, katılanın yaralanmasına
ilişkin doktor raporunun Denizli ilinden ayrıldıktan sonra alındığı, sanığın
üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı
delil bulunmadığı, sanığın mahkumiyeti için kesin ve somut delil gerektiği,
katılanda oluşan yaraların cezaevinden ayrıldığı tarihten sonra da
oluşabileceği dikkate alınarak sanığın beraatine karar verilmiş..."
26. Başvurucunun temyizi üzerine 8/3/2017 tarihinde
kararı inceleyen Ceza Dairesi, dava zamanaşımı nedeniyle M.K. hakkında açılan
davanın düşürülmesine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 11/10/2017 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
27. Başvurucu 20/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
28. İnfaz Kurumu 2/4/2020 tarihli yazısında başvurucu ile
ilgili herhangi bir kaydın bulunmadığını bildirmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı
veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi,
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi
üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif
olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya
adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu
nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
...
İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın,
verilecek ceza yarı oranında artırılır."
30. 5237 sayılı Kanun'un "Eziyet" kenar
başlıklı 96. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
" Bir kimsenin eziyet çekmesine yol
açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur. "
31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının
görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya
başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir
öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin
gerçeğini araştırmaya başlar."
B. Uluslararası
Hukuk
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3.
maddesi şöyledir:
"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı
ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3.
maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların
en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi
en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence,
insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle
yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15.
maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi
hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa,
B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95,
6/4/2000, § 119).
34. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele
olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması
beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan
Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD],
B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık,
B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).
35. AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin
serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl
oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde
olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM aynı prensibin
özgürlüklerinden yoksun olan, ceza infaz kurumu yönetiminin kontrol ve
sorumluluğunda bulunan, ceza infaz kurumunda tutulan kişiler için de
uygulanacağını belirtmektedir. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi
üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli
kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin 3.
maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No:
31866/96, 10/10/2000, § 54).
36. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve
makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma
yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye,
B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik
için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık
olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir
(Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve
İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
37. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
38. Başvurucu, infaz memurları tarafından darbedilmesinin
işkence olmasına rağmen kasten yaralama suçundan soruşturma yürütülmesi
neticesinde davanın on yıl sonra zamanaşımı nedeniyle düşürüldüğünü ve kamu
görevlilerinin eylemlerinin cezasız kaldığını belirterek işkence yasağı ile
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Bakanlık görüşünde, başvurucunun aynı konuya ilişkin
şikayetlerinin incelendiği Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019
kararında kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiğine karar
verilerek başvurucuya tazminat ödendiği dikkate alınarak eldeki başvurunun
konusuz kaldığı yönünde görüş bildirilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında, daha
önceki başvurusu ile somut başvurusundaki olayların ve yargılama sürecinin
farklı olduğunu, bu nedenle mükerrer başvurunun söz konusu olmadığını beyan
etmiştir.
B. Değerlendirme
41. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve
manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet
yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi
tutulamaz.”
42. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri
" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucunun iddialarının eziyet yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
44. Bakanlık görüşünde başvurunun Anayasa Mahkemesince
23/1/2019 tarihinde karara bağlanan Adem Erden başvurusuyla aynı ihlâl
iddialarına dayanması nedeniyle somut başvurunun konusuz kaldığı yönünde görüş
bildirilmiştir. 2017/4032 numaralı başvuru konusunun 13/8/2005 tarihinde İzmir F
2 Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştiği iddia edilen
kötü muamele şikayetlerine ilişkin olmasına karşılık somut başvuru konusunun
21/3/2007 ile 23/3/2007 tarihleri arasında Denizli D tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda gerçekleştiği iddia edilen kötü muamele şikayetlerine ilişkin olduğu
anlaşılmıştır.
45. Bu durumda her iki başvurunun başvurucusu aynı
olmakla birlikte, başvuruya konu olayların ve yargılama süreçlerinin
birbirinden bağımsız ve farklı olduğu dikkate alınarak eldeki başvurunun
mükerrer olmadığı değerlendirilmiştir.
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Eziyet
Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
İlkeler
47. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan
maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü
fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan
haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı
hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 80).
48. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi
üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade
edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence
olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan
fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın
özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı
muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla
Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun'da
düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret
suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı
anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
49. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi
ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence
olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin
ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence
teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da
ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek
kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, §
85).
50. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de
önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki
yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı
muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu
hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur
olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette,
ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda olması şartı aranmaz.
Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma,
kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin
gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm
cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı,
çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası
bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 88).
51. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 81).
52. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın
5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması
beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle
desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut
iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki
bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat
edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar
değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 95).
53. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık
derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın
somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin
süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık
durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç
dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun
olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83).
54. Tutuklu ve hükümlüler ceza infaz kurumu yönetiminin
sorumluluk ve kontrolüne tabidir. Özgürlüklerinden yoksun bulunan bu kişilerin
kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmeleri durumunda vücutlarında bir
yaralanma tespit edilmişse söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda
makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Özellikle iddiaların
doktor raporlarıyla desteklendiği hâllerde kötü muamele yasağının ihlali
bakımından açık sorunlar ortaya çıkabilir (Serdar Avci, B. No:
2015/19474, 9/1/2020, § 56; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No:
2013/8137, 20/4/2016, § 95; S.D. B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89,
91).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
55. Hükümlü olan başvurucu; başka bir şehre nakledilirken
konakladığı bir ceza infaz kurumunda aralarında müdürlerin de bulunduğu birden
fazla infaz görevlisi tarafından sırtına sigara basılarak, bedensel kuvvet ve
sopa kullanılmak suretiyle darbedilerek yaralandığını iddia etmektedir.
56. Başvuruya konu olaydan bir gün sonra başvurucu
hakkında alınan sağlık raporunda başvurucunun kollarında, bacaklarında ve
vücudunun muhtelif bölgelerinde farklı büyüklüklerde mor ve kırmızı renklerde
çürüklerin olduğu, ayrıca sırtında on adet yanık izinin bulunduğu tespit
edilmiştir. Daha sonra ATK bu yaralanmaların muayene tarihinden bir veya iki
gün önce oluşmuş olabileceği yönünde görüş bildirmiş, yaraların yeni olduğunu
açıklamıştır.
57. Soruşturma makamlarınca kamera görüntülerin izlenmesi
ve sağlık raporlarının değerlendirilmesi neticesinde olay günü İnfaz Kurumunda
görevli olan beş memur hakkında kasten yaralama suçundan ceza davası açılmış
ancak dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle yargılama tamamlanamayarak
ceza davası düşmüştür. Yargılama aşamasında sanıklar hakkında delil
yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmiş ise de bir sanık yönünden bu
kararın bozulduğu, Asliye Ceza Mahkemesinin bozma kararına direnmesi sonrasında
zamanaşımı süresi dolduğundan yargılamaya devam edilemediği anlaşılmıştır. Bu
durumda soruşturma veya yargı makamlarının başvurucunun İnfaz Kurumunda
darbedilmediğine yönelik bir tespitte bulunmadığı anlaşılmaktadır.
58. İnfaz Kurumuna giriş ve çıkışta başvurucu hakkında
alınması gereken sağlık raporlarının soruşturma dosyasında bulunmadığı
görülmektedir. Yine başvuru dosyasına yansıyan, bu yönde bir rapor
bulunmamaktadır. Dolayısıyla alınmadığı öngörülen sağlık raporuyla aksi
ispatlanamadığı için başvurucunun İnfaz Kurumuna girerken yaralı olmadığının
kabulü gerekmektedir.
59. Bu hâlde olaydan bir gün sonra alınan sağlık
raporuyla başvurucunun iddialarını doğrular şekilde yeni oluşmuş çürüklerin ve
yanık izlerinin tespit edildiği nazara alındığında başvurucunun İnfaz Kurumunda
yaralandığı hususunda güçlü bir karine oluşmaktadır. Kamu makamlarınca söz
konusu karinenin aksi ortaya konulmadığı sürece sağlıklı olarak İnfaz Kurumuna
geldiği varsayılan başvurucunun burada ne şekilde yaralandığının tereddüde yer
vermeyecek şekilde açıklanması gerekmektedir.
60. Somut olayda İnfaz Kurumunca bu hususa açıklık
getiren herhangi bir belge veya delil soruşturma dosyasına sunulmamıştır. Yine
yargılama sürecinde tanıkların dinlenilmesi veya kamera görüntülerinin
incelenmesi neticesinde başvurucunun yaralanmasının nasıl oluştuğu netlik
kazanmamıştır. Öte yandan soruşturma ve yargı makamlarınca da başvurucunun
iddialarının aksine yaralanma biçimi ve nedenine yönelik makul bir açıklama
getirilmemiştir.
61. Dikkate değer bir başka durum ise soruşturma ve yargı
makamları arasında kamera görüntülerinin değerlendirilmesi hususunda bir uyum
bulunmamasıdır. Soruşturma makamınca ceza davası açılması kanaatine esas alınan
görüntülerde bir infaz memurunun başvurucunun bulunduğu odaya girerek bir süre
kaldığı tespit edilmiştir. Buna karşın ilk derece mahkemesince anılan
görüntüler tekrar incelenmese de yargılama sonunda tanık beyanı dikkate
alınarak infaz memurunun gerçekte başvurucunun odasına değil yanındaki odaya
girdiği yönünde yorumlanmıştır. Üst derece mahkemesi ise infaz memurunun
başvurucunun bulunduğu odaya girdiğinin kayıtlarla tespit edildiğini
değerlendirmiştir. Dolayısıyla yargılanan infaz memurunun başvurucunun
tutulduğu odaya girip girmediği açıklığa kavuşmasa da görüntülerin en azından
başvurucunun iddialarının aksini ortaya koymadığı görülmektedir.
62. Dolayısıyla oluşan yaralanmaların başvurucunun
iddiası doğrultusunda Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin başvurucu üzerinde
fiziksel güç kullanmaları sonucu oluştuğu yönünde makul şüphenin üzerinde kanıt
bulunduğu değerlendirilerek kötü muamele yasağının ihlal edildiği kanaatine
varmıştır.
63. Ayrıca belirtmek gerekir ki sırtında tespit edilen,
yeni oluşmuş on adet yanık izinin başvurucunun sırtına sigara basıldığı
iddialarını destekleyen mahiyette olduğu nazara alındığında güç kullanımına
izin verilen hâllerde dahi bu şekilde gerçekleşen bir yaralanma biçiminin kötü
muamele yasağını ihlal edeceği ortadadır.
64. Bu aşamadan sonra kötü muamelenin nitelendirilmesi
gündeme gelmektedir. Her ne kadar başvurucunun yaralanması basit tıbbi müdahale
ile giderilebilecek ölçüde olduğu tespit edilmişse de başvurucuya uygulanan
şiddetin düzeyi, şekli ve başvurucuda oluşan etkileri dikkate alındığında
eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi gerekir (benzer yaklaşım için
bkz. Edip Elma ve diğerleri, B. No: 2015/14826, 18/4/2019, § 53; Mehmet
Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 82).
65. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutu
bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
b. Eziyet
Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel
İlkeler
66. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları
olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında
meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 110).
67. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından
hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir
muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri”
kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında-
etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma,
sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli
olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte
etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî
dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını
istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
68. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli
olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü
muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve
derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları
ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını
temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 114).
69. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız
biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir
bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
Soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda
soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir
durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi,
hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha
gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme
sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden, § 33).
70. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının-
özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için
ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir.
Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda
yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde
genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak
sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü
hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem
Erden, § 34).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
71. Devletin kötü muamele iddialarını soruşturma
yükümlülüğü, bireylerin savunulabilir iddialarının bulunmasına bağlıdır.
İddianın savunulabilir olması ise ancak makul delillerle desteklenmesiyle
mümkündür. Bu kapsamda başvurucu, konakladığı ceza infaz kurumunda infaz
memurları tarafından darp edildiğini iddia etmiş ve iddiasını sağlık raporuyla
desteklemiştir. Dolayısıyla başvurucunun savunabilir iddiasının bulunması
nedeniyle soruşturma makamlarından etkili bir soruşturma yürütülmesi yönünde
meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Bu durumda sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli ve etkili resmî bir soruşturma yapılması
gerekmektedir.
72. Başvurucu hakkında alınan sağlık raporunun yanı sıra
İnfaz Kurumunda kaldığı tarihlerde tutulduğu odayı gösteren kamera
görüntülerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Olaydan bir gün sonra şikâyetçi olan
başvurucunun iddialarını denetlemek ve maddi gerçeğe ulaşmak bakımından önem
arz eden bu görüntülerin Savcılık talimatıyla, İnfaz Kurumunda hükümlü olarak
tutulan ve iyi hâlli olması nedeniyle tekniker olarak çalışan İ.T. tarafından
incelendiği anlaşılmaktadır. Ayrıca bu kişi, başvurucu tarafından darp eylemine
katıldığı teşhis edilen infaz görevlisi M.K.nın tüm gün yanında bulunduğunu
ifade eden olay tanığıdır.
73. Dolayısıyla görüntülerin bağımsız soruşturma
yürütmesi gereken soruşturma makamı veya atayacağı bilirkişi tarafından değil
İnfaz Kurumunda bulunan başka bir hükümlü tarafından incelendiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yetkin ve bağımsız olmayan bir kişi tarafından
incelenen görüntülere ait kayıt dökümlerinin güvenilirliği kuşkulu hâle
gelmiştir. Bu durumda soruşturma makamının maddi gerçeğe ulaşma çabası içinde
beklenen özeni gösterdiği söylenemeyecektir.
74. Diğer yandan infaz memurları hakkında açılan dava
zamanaşımı nedeniyle düşmüştür. 2007 yılında meydana gelen başvuruya konu
olayın aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması amacıyla yapılan ceza
yargılaması, on yılı aşkın sürede tamamlanamamıştır.
75. Olayın hemen ardından darbedildiğini iddia eden
başvurucunun şikâyet ve delillerinin tespit edilerek hakkında sağlık raporunun
düzenlendiği dikkate alındığında sadece sorumluların kimliğinin tespit edilerek
mevcut kamera görüntülerinin incelenmesi sonucu açılan ceza davasında bu delillerin
değerlendirilmesini gerektiren sürenin on yılda tamamlanamayacak nitelikte
olmadığı öngörülmüştür.
76. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi
kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm
arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutumunu ve
usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da
gözlenmediğinden on yıllık yargı süresinde makul olmayan bir gecikme söz
konusudur (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adem Erden, § 42).
Dolayısıyla özenle ve makul hızla yargılama yapılmadığından kötü muamele
yasağının etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır.
77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan eziyet yasağının makul sürat ve özenle yargılama usul
yükümlülüğü yönünden de ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
79. Başvurucu, ihlalin tespiti ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
82. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
83. Başvurucunun şikâyetiyle ilgili açılan ceza davasının
zamanaşımı nedeniyle düştüğü dikkate alındığında eziyet yasağının usule ilişkin
boyutunun ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma
yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
84. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün
sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul
yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.