TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
ADEM ERDEN BAŞVURUSU (2)
(Başvuru Numarası: 2017/36537)
Karar Tarihi: 3/11/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
Başvurucu
Adem ERDEN
Vekili
Av. Türkan DEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumu görevlilerinin hukuka aykırı güç kullanımı neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/10/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1963 doğumlu olan başvurucu, hükümlü olarak Sincan F Tipi 1 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulmaktadır. İzmir'de yapılacak bir yargılamanın duruşmasına katılmak üzere kolluk (jandarma) görevlileri eşliğinde Ankara'dan İzmir'e nakledilen başvurucu 21/3/2007 ile 23/3/2007 tarihleri arasında Denizli D tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) konaklamıştır.
10. Başvurucunun anlatımına göre başvurucu, İnfaz Kurumunun hücre olarak ifade edilen disiplin odasına alınmış, ilaç verilme ve revire görünme talebi nedeniyle bir infaz memuru tarafından hakaret edilerek aşağılanmış, ardından bulunduğu odaya giren aynı memur ile diğer memurlar tarafından darbedilmiştir. Daha önce bulunduğu ceza infaz kurumundaki görevlileri şikâyet ettiği için infaz memurlarının kendisini darbettiğini beyan eden başvurucunun ifadesine göre "Memurları yakmışsın" denilerek süpürge sapıyla dövülmüş ve sigara basılmak suretiyle sırtı yakılmıştır.
11. Ertesi gün duruşmaya katılan başvurucu, İnfaz Kurumunda darbedildiğini belirterek Mahkemede şikâyetçi olması üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.
12. Başvurucunun 23/3/2007 tarihinde İzmir Cumhuriyet Savcılığınca alınan şikâyeti şöyledir:
"Ben Ankara, Sincan cezaevinde hükümlü olarak bulunmaktayım. İzmir 7. Sulh Ceza mahkemesinin [...] dosyasında sanık olarak 23.03.2007 günü duruşmaya getirilmek üzere 21.03.2007 günü Ankara cezaevinden alındım, başka tutuklu ve hükümlüler de olduğu için yolda, Denizli'de konakladık ve misafir olarak, 21.03.2007 günü Denizli cezaevine alındım. Bugün de İzmir deki duruşmam için cezaevinden çıkarıldım. Denizli cezaevinde kaldığım 21.03.2007-23.03.2007 günleri arasındaki dönemde, misafir olduğum için tanımadığım muhtemelen ikinci müdür olduğunu düşündüğüm sivil giyimli üç kişi ile üç tane resmi kıyafetli infaz koruma memuru ve bir tane de baş memur, 22.03.2007 günü, saat öğleyin 11.00-12.00 civarında, kapatıldığım hücrede, bana saldırdılar. Süpürge sapı ile yumrukla vurup tekmelediler. Üzerimde sigara söndürdüler. Bu yüzde bu kişiler hakkında şikayetçiyim, doktora sevk edilip raporumun alınmasını istiyorum."
13. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu, Adli Tıp Kurumu İzmir Şube Müdürlüğüne (ATK) sevk edilerek hakkında sağlık raporu alınmıştır. 23/3/2007 tarihli rapora göre başvurucunun göğüs ve batın (karın) ön yüzde birden fazla sayıda kendi eylemi ile meydana getirilmiş görünümlü eski kesi yara izleri bulunmaktadır. Ayrıca başvurucunun sağ koltuk altı 10 cm dış nahiyesinde 4x2 cm'lik koyu mor renkte ekimoz (çürük), batın sağ dış koltuk altı bölgesinde yatay doğrultuda uzanan birbirine paralel üç adet 9x2 cm ebadında açık kırmızımtırak renkte ekimoz, batın ön nahiyesinde birbirine paralel üç adet 15x2 cm'lik açık kırmızı mor renkte ekimoz, sol üst kol üst dış bölgede iki adet 2x3 cm'lik açık kırmızımtırak renkte ekimoz, sol uyluk orta arkada 5x2 cm'lik koyu mor renkte ekimoz, sırt ortada on adet 0,5x0,5 ve 1x0,5 cm ebadında cildi ilgilendiren yüzeysel, ciltten kabarık yanık izleri mevcuttur. Raporda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği belirtilmiştir.
14. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı şikâyet konusu suçun işlendiği iddia edilen yerin Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu olması nedeniyle 23/3/2007 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir.
15. Soruşturmaya (kapatılan) Honaz Cumhuriyet Savcılığı (Savcılık) tarafından devam edilmiştir. Savcılıkça keşif yapılarak kamera görüntülerinin bilirkişi eşliğinde izlendiği ve buna ilişkin bilirkişi raporu alındığı soruşturma makamlarının kararlarından anlaşılmaktadır. İncelemenin başvurucunun darbedildiğini beyan ettiği saat aralığıyla sınırlandırıldığı görüntülerde sadece iki şahsın disiplin odasına girdiği, bu kişilerin sanık M.K. ile tanık İ.T. olduğu, içeride sadece 47 sn. kaldıkları yönünde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır. Görüntüler, yargılama sürecinde mahkemelerce ayrıca incelenmemiştir. Başvuru dosyasına görüntüler yansımadığından Anayasa Mahkemesince inceleme yapılamamış, soruşturma yapan Savcılığın bulunduğu adliyenin kapatılmış olması nedeniyle görüntülerin yer aldığı soruşturma dosyasına da ulaşılamamıştır.
16. Savcılık, başvurucunun kaldığı tarihlerde İnfaz Kurumunda görevli olan infaz memurlarının kimliklerini tespit ederek şikâyetle ilgili savunmalarını almıştır. Şüpheli infaz memurları genel olarak suçlamayı kabul etmemişlerdir.
17. Soruşturma sonunda 24/4/2008 tarihinde Savcılıkça, şüpheli memurlar H.S., A.U., A.D., A.Ö. ve M.K. hakkında basit yaralama suçunu işledikleri isnadıyla (kapatılan) Honaz Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza Mahkemesi) dava açılmıştır.
18. Başvurucu, yargılama aşamasında memurlardan M.K.yı teşhis ederek M.K.nın kendisini darbeden kişilerden biri olduğunu belirtmiştir.
19. Haklarında dava açılan memurlar H.S., A.U., A.D. ve A.Ö. savunmalarında İnfaz Kurumunda geçici olarak tutulan kişilerin gözetim odasında barındırıldığını, giriş ve çıkışlarında sağlık raporu alındığını, başvurucuda darp izi bulunmuş olması hâlinde nakilde görevli kolluk personelinin bu kişiyi teslim alamayacağını, Kurumun kamera sistemiyle izlendiğini ifade etmiş; ayrıca başvurucuyu darbetmelerini gerektiren bir husumetlerinin olmadığını beyan etmişlerdir.
20. İnfaz memuru M.K.nın yargılama sırasındaki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:
" ... Adem Erdem ile ismini hatırlamadığım başka bir mahkum cezaevimize İzmir'e götürülmekteyken bize misafir olarak getirildi ben bunların geldiğini hatırlıyorum bize getirildiklerinde jandarma tarafından doktor raporları alınmıştı. Zannedersem bu iki kişiyi gözetim odasına ben yerleştirdim, olay mahalli olduğu iddia edilen koridorda 5 tane gözetim odası mevcut olup bunlar birbirine bitişiktir, içlerinde döşeme veya fazla miktarda eşya olmadığından ve kapıları da demir olduğu için bu gözetim odalarında ki en ufak bir ses diğer odalara duyulur. Normalde ceza evine bu bölümünde üç kişi çalışmamız gerekir ancak personel eksikliği nedeniyle o gün orada infaz koruma memuru olarak o vardiyada sadece ben vardım. Kamera kayıtlarını inceleyen ismi belirtilen [İ.T.] ise iyi hal kararı aldırılmış teknisyenlik işleriyle uğraşan hükümlü idi. Bu kişi bildiğim kadarıyla Dalaman Açık ceza infaz kurumuna nakledilmiştir bu kişinin de ifadesi alındığında gerçek ortaya çıkacaktır. Gözetim odalarından bir tanesini demir kaynak ve tamir işleri için lazım olan malzemelerin konulduğu depo olarak kullanmaktaydık. Kamera kayıtlarında benim ile [İ.T.nin] görünmesinin sebebi bu depoya girip malzeme almış olmamız olabilir. Kesinlikle müştekiye yönelik şiddet eylemlerinde bulunmuş değilim. İlk defa gördüğüm ve kendisi ile aramda husumet bulunmayan bu kişiye karşı ekili eylemde bulunma mantıklı değildir. Ben kendisini şu an görsem hatırlamam, hatırladığım kadarıyla bu kişiyi getiren jandarma görevlileri müştekinin sorunlu birisi olduğu daha önceden defalarca cezaevine girip çıktığını daha önceden kendi kendine zarar veren bir yapıya sahip olduğunu bu yüzden dikkat edilmesini, diğer mahkumlarla temas ettirilmemesini söylemişti. Yönetmelik gereği de onun ayrı konması gerekirdi, buna rağmen bana cezaevinde tanıdıklarım var beni koğuşlara koyacaksın demiş ve ukala tavırlarda bulundu, ben bunun mümkün olmadığını söyleyince bana siz beni tanımıyorsa ben F tipinden geliyorum size yapacağımı bilirim dedi ancak ben aldırış etmedim gözetim odasına yerleştirdikten sonra bahtaniyesini ve yemeğini verdikten sonra bir daha da kendisiyle muhatap olmadım. Daha sonraki nöbeti de [A.Ö.ye] teslim ettim ertesi vardiyamda bu kişi yoktu ..."
21. Olay tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan tanık İ.T. beyanında, iyi hâlli olduğu için teknisyenlik yaptığını, başvurucunun İnfaz Kurumunda bulunduğu gün memur M.K. ile malzeme almak için gözetim odasının yanında bulunan malzeme odasına girdiğini, darbetme olayını görmediğini ifade etmiştir. Tanığın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...malzemeleri koyduğumuz belli bir depomuz yoktu sadece disiplin cezası alan veya misafir olarak gelen hükümlülerin bulunduğu tek kişilik odaların hemen yan tarafında depo olarak kullandığımız tek kişilik oda vardı, bu odaya da tek girmiyorduk, malzemeleri infaz koruma memuruyla alıyorduk, ben mağdur Adem'i tanımıyorum, olay günü de bu tek kişilik odalarda kalıp kalmadığını bilmiyorum, tek kişilik odalardan bağırma küfür sesleri gelir ancak biz mahkumlarla birebir temasa girmeyiz odalarda da kimin kaldığını bilmem tek kişilik odaları dışarıdan gösteren kamera kayıtları vardır, M.K. ile malzemeleri aldık, birlikte çıktık malzemeleri alırken M.K. sürekli benim yanımdaydı, benim yanımda iken başka bir yere girmedi, bütün gün boyunca da ben cezaevinde işlerimi yaparken M.K. yanımdaydı."
22. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun yaralanmasının meydana geldiği tarih aralığının tespiti yönünde ATK'dan görüş sorulmuştur. ATK 22/5/2009 tarihli raporunda başvurucunun "23/3/2007 tarihinde yapılan muayenesi sonucu tespit edilen yaralanma bulgularının taze yaralanma bulguları olduğu, bunların muayene tarihinden 1-2 günlük zaman dilimi içerisinde meydana getirilmiş olmasının mümkün olduğu, ancak İnfaz Kurumuna girişi esnasında düzenlenmiş giriş raporlarının da incelenmesinden sonra bu hususun adli tahkikatla aydınlatılmasının uygun olduğu" yönünde görüş bildirmiştir.
23. Sulh Ceza Mahkemesi 12/10/2010 tarihinde infaz memurları hakkında açılan dava sonunda "her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması" nedeniyle memurların beraatlerine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Müştekinin dövüldüğünü iddia ettiği zaman diliminin 22/03/2007 günü saat 11:00 ile 12:00 arasıdır. Cezaevine yazılan müzekkere cevabının incelenmesinden sanık [V.nin] başmemur olduğu, [A.Ö.] ve nöbetçi memur olduğu ve vardiyayı 22/03/2007 günü saat 20:00 dan sonra yani mağdurun iddia ettiği saatten sonra görevi devraldıkları, diğer sanıkların iddia edilen saatlerde görevli oldukları, mağdurun 23/03/2007 tarihinde sabah 07:00 da cezaevinden ayrıldığı, dövülme iddiasını ise aynı gün duruşmada dile getirdiği, alınan rapor ile iddia edilen tarih arasında 1 gün bulunduğu, mağdurun kendisini dövdüğünü iddia ettiği kişilerin resimlerinden sadece sanık [M.K. yı] teşhis ettiği ancak bir de sivil giyimli başmemurun kendisini özellikle dövdüğünü beyan ettiği, kurumda başmemurun sanık [V.] olduğu ve iddia edilen saatte kurumda bulunmadığının nöbet çizelgesi ve müzekkere cevapları ile anlaşıldığı, mağdurun başlangıçta 6 kişinin kendisini dövdüğünü beyan ettiği ancak sonra sanık [M.] ve bir başmemurun kendisini dövdüğünü mahkeme aşamasında beyan ettiği, bu şekilde çelişkili beyanlarda bulunduğu, iddia edilen saatlerde kamera kayıtlarının incelendiği ve sanık [M.] dışındakilere kayıtlarda rastlanmadığı, bu sanığında sadece 47 sn o kısımda kaldığı, görüntülerde rastlanan tanık [İ.T.nin] Mahkememizce dinlendiği ve malzeme odasına giriş yapıldığının anlaşıldığı, kurumda bir gün kalan mağdurun 6 memur tarafından dövülmesi için bir gerekçe de bulunmadığı, sanıkların üzerlerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, sanıkların mahkumiyeti için kesin ve somut delil gerektiği, mağdurda oluşan yaraların cezaevinden ayrıldığı tarihten sonrada oluşabileceği dikkate alınarak sanıkların ... ayrı ayrı beraatlerine..."
24. Başvurucunun temyizi üzerine 1/10/2013 tarihinde Yargıtay 3. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) Sulh Ceza Mahkemesi kararının sanık M.K. yönünden bozulmasına, diğer sanıklar yönünden onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık [M.K.] hakkında kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; diğer temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, ancak;
Katılanın [...] fotoğraftan sanığı teşhis ederek kendisine vurduğunu beyan etmesine, kamera kayıtlarına göre, katılanın kendisinin dövüldüğünü söylediği saatte sanığın katılanın bulunduğu bölüme girdiğinin belirlenmesine, 23.03.2007 tarihli adli rapora göre katılanın vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığının anlaşılmasına göre, sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi bozmayı gerektirmiş, ..."
25. Sulh Ceza Mahkemesinin kapatılması nedeniyle yargılamaya Denizli 7. Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) devam edilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi 10/4/2014 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesinin kararında direnilmesine ve M.K.nın kasten yaralama suçunu işlediğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Müştekinin dövüldüğünü iddia ettiği zaman diliminin 22/03/2007 günü saat 11:00 ile 12:00 arasıdır. Cezaevine yazılan müzekkere cevabının incelenmesinden sanık [V.nin] başmemur olduğu, [A.Ö] ve nöbetçi memur olduğu ve vardiyayı 22/03/2007 günü saat 20:00 dan sonra yani mağdurun iddia ettiği saatten sonra görevi devraldıkları, diğer sanıkların iddia edilen saatlerde görevli oldukları, mağdurun 23/03/2007 tarihinde sabah 07:00 da cezaevinden ayrıldığı, dövülme iddiasını ise aynı gün duruşmada dile getirdiği, alınan rapor ile iddia edilen tarih arasında 1 gün bulunduğu, mağdurun kendisini dövdüğünü iddia ettiği kişilerin resimlerinden sadece sanık [M.K.yı] teşhis ettiği ancak birde sivil giyimli başmemurun kendisini özellikle dövdüğünü beyan ettiği, kurumda başmemurun sanık [V.] olduğu ve iddia edilen saatte kurumda bulunmadığının nöbet çizelgesi ve müzekkere cevapları ile anlaşıldığı, mağdurun başlangıçta 6 kişinin kendisini dövdüğünü beyan ettiği ancak sonra sanık [M.] ve bir başmemurun kendisini dövdüğünü mahkeme aşamasında beyan ettiği, bu şekilde çelişkili beyanlarda bulunduğu, iddia edilen saatlerde kamera kayıtlarının incelendiği ve sanık [M.] dışındakilere kayıtlarda rastlanmadığı, bu sanığında sadece 47 sn o kısımda kaldığı, görüntülerde rastlanan tanık [İ.T.] mahkememizce dinlendiği ve malzeme odasına giriş yapıldığının anlaşıldığı, tanık beyanı ile tanığın sanık ile malzemeleri aldıktan sonra birlikte çıktıkları, malzeme alımı sırasında sanığın sürekli tanık [İ.T.nin] yanında bulunduğu, tüm gün boyunca da tanık [İ.T.] cezaevinde işlerini yaparken sanığın tanığın yanında bulunduğu, sanığın katılanın bulunduğu odaya girmediği, bu odaya girdiğine ilişkin herhangi bir görgü ve tespitin olmadığı, kamera kayıtları ile de sanığın hükümlünün bulunduğu odaya girmediğinin belirlendiği, malzeme konulan odada da tanık ve sanığın sadece 47 saniye kaldıkları, katılanın yaralanmasına ilişkin doktor raporunun Denizli ilinden ayrıldıktan sonra alındığı, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, sanığın mahkumiyeti için kesin ve somut delil gerektiği, katılanda oluşan yaraların cezaevinden ayrıldığı tarihten sonra da oluşabileceği dikkate alınarak sanığın beraatine karar verilmiş..."
26. Başvurucunun temyizi üzerine 8/3/2017 tarihinde kararı inceleyen Ceza Dairesi, dava zamanaşımı nedeniyle M.K. hakkında açılan davanın düşürülmesine karar vermiştir. Karar, başvurucuya 11/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
27. Başvurucu 20/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
28. İnfaz Kurumu 2/4/2020 tarihli yazısında başvurucu ile ilgili herhangi bir kaydın bulunmadığını bildirmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
30. 5237 sayılı Kanun'un "Eziyet" kenar başlıklı 96. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
" Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. "
31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."
B. Uluslararası Hukuk
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
34. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).
35. AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). AİHM aynı prensibin özgürlüklerinden yoksun olan, ceza infaz kurumu yönetiminin kontrol ve sorumluluğunda bulunan, ceza infaz kurumunda tutulan kişiler için de uygulanacağını belirtmektedir. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).
36. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
38. Başvurucu, infaz memurları tarafından darbedilmesinin işkence olmasına rağmen kasten yaralama suçundan soruşturma yürütülmesi neticesinde davanın on yıl sonra zamanaşımı nedeniyle düşürüldüğünü ve kamu görevlilerinin eylemlerinin cezasız kaldığını belirterek işkence yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Bakanlık görüşünde, başvurucunun aynı konuya ilişkin şikayetlerinin incelendiği Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019 kararında kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiğine karar verilerek başvurucuya tazminat ödendiği dikkate alınarak eldeki başvurunun konusuz kaldığı yönünde görüş bildirilmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında, daha önceki başvurusu ile somut başvurusundaki olayların ve yargılama sürecinin farklı olduğunu, bu nedenle mükerrer başvurunun söz konusu olmadığını beyan etmiştir.
B. Değerlendirme
41. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
42. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri " kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının eziyet yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
44. Bakanlık görüşünde başvurunun Anayasa Mahkemesince 23/1/2019 tarihinde karara bağlanan Adem Erden başvurusuyla aynı ihlâl iddialarına dayanması nedeniyle somut başvurunun konusuz kaldığı yönünde görüş bildirilmiştir. 2017/4032 numaralı başvuru konusunun 13/8/2005 tarihinde İzmir F 2 Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştiği iddia edilen kötü muamele şikayetlerine ilişkin olmasına karşılık somut başvuru konusunun 21/3/2007 ile 23/3/2007 tarihleri arasında Denizli D tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştiği iddia edilen kötü muamele şikayetlerine ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
45. Bu durumda her iki başvurunun başvurucusu aynı olmakla birlikte, başvuruya konu olayların ve yargılama süreçlerinin birbirinden bağımsız ve farklı olduğu dikkate alınarak eldeki başvurunun mükerrer olmadığı değerlendirilmiştir.
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Eziyet Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
47. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
48. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun'da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
49. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
50. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda olması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
51. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
52. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
53. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
54. Tutuklu ve hükümlüler ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabidir. Özgürlüklerinden yoksun bulunan bu kişilerin kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmeleri durumunda vücutlarında bir yaralanma tespit edilmişse söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Özellikle iddiaların doktor raporlarıyla desteklendiği hâllerde kötü muamele yasağının ihlali bakımından açık sorunlar ortaya çıkabilir (Serdar Avci, B. No: 2015/19474, 9/1/2020, § 56; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95; S.D. B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89, 91).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
55. Hükümlü olan başvurucu; başka bir şehre nakledilirken konakladığı bir ceza infaz kurumunda aralarında müdürlerin de bulunduğu birden fazla infaz görevlisi tarafından sırtına sigara basılarak, bedensel kuvvet ve sopa kullanılmak suretiyle darbedilerek yaralandığını iddia etmektedir.
56. Başvuruya konu olaydan bir gün sonra başvurucu hakkında alınan sağlık raporunda başvurucunun kollarında, bacaklarında ve vücudunun muhtelif bölgelerinde farklı büyüklüklerde mor ve kırmızı renklerde çürüklerin olduğu, ayrıca sırtında on adet yanık izinin bulunduğu tespit edilmiştir. Daha sonra ATK bu yaralanmaların muayene tarihinden bir veya iki gün önce oluşmuş olabileceği yönünde görüş bildirmiş, yaraların yeni olduğunu açıklamıştır.
57. Soruşturma makamlarınca kamera görüntülerin izlenmesi ve sağlık raporlarının değerlendirilmesi neticesinde olay günü İnfaz Kurumunda görevli olan beş memur hakkında kasten yaralama suçundan ceza davası açılmış ancak dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle yargılama tamamlanamayarak ceza davası düşmüştür. Yargılama aşamasında sanıklar hakkında delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmiş ise de bir sanık yönünden bu kararın bozulduğu, Asliye Ceza Mahkemesinin bozma kararına direnmesi sonrasında zamanaşımı süresi dolduğundan yargılamaya devam edilemediği anlaşılmıştır. Bu durumda soruşturma veya yargı makamlarının başvurucunun İnfaz Kurumunda darbedilmediğine yönelik bir tespitte bulunmadığı anlaşılmaktadır.
58. İnfaz Kurumuna giriş ve çıkışta başvurucu hakkında alınması gereken sağlık raporlarının soruşturma dosyasında bulunmadığı görülmektedir. Yine başvuru dosyasına yansıyan, bu yönde bir rapor bulunmamaktadır. Dolayısıyla alınmadığı öngörülen sağlık raporuyla aksi ispatlanamadığı için başvurucunun İnfaz Kurumuna girerken yaralı olmadığının kabulü gerekmektedir.
59. Bu hâlde olaydan bir gün sonra alınan sağlık raporuyla başvurucunun iddialarını doğrular şekilde yeni oluşmuş çürüklerin ve yanık izlerinin tespit edildiği nazara alındığında başvurucunun İnfaz Kurumunda yaralandığı hususunda güçlü bir karine oluşmaktadır. Kamu makamlarınca söz konusu karinenin aksi ortaya konulmadığı sürece sağlıklı olarak İnfaz Kurumuna geldiği varsayılan başvurucunun burada ne şekilde yaralandığının tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekmektedir.
60. Somut olayda İnfaz Kurumunca bu hususa açıklık getiren herhangi bir belge veya delil soruşturma dosyasına sunulmamıştır. Yine yargılama sürecinde tanıkların dinlenilmesi veya kamera görüntülerinin incelenmesi neticesinde başvurucunun yaralanmasının nasıl oluştuğu netlik kazanmamıştır. Öte yandan soruşturma ve yargı makamlarınca da başvurucunun iddialarının aksine yaralanma biçimi ve nedenine yönelik makul bir açıklama getirilmemiştir.
61. Dikkate değer bir başka durum ise soruşturma ve yargı makamları arasında kamera görüntülerinin değerlendirilmesi hususunda bir uyum bulunmamasıdır. Soruşturma makamınca ceza davası açılması kanaatine esas alınan görüntülerde bir infaz memurunun başvurucunun bulunduğu odaya girerek bir süre kaldığı tespit edilmiştir. Buna karşın ilk derece mahkemesince anılan görüntüler tekrar incelenmese de yargılama sonunda tanık beyanı dikkate alınarak infaz memurunun gerçekte başvurucunun odasına değil yanındaki odaya girdiği yönünde yorumlanmıştır. Üst derece mahkemesi ise infaz memurunun başvurucunun bulunduğu odaya girdiğinin kayıtlarla tespit edildiğini değerlendirmiştir. Dolayısıyla yargılanan infaz memurunun başvurucunun tutulduğu odaya girip girmediği açıklığa kavuşmasa da görüntülerin en azından başvurucunun iddialarının aksini ortaya koymadığı görülmektedir.
62. Dolayısıyla oluşan yaralanmaların başvurucunun iddiası doğrultusunda Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin başvurucu üzerinde fiziksel güç kullanmaları sonucu oluştuğu yönünde makul şüphenin üzerinde kanıt bulunduğu değerlendirilerek kötü muamele yasağının ihlal edildiği kanaatine varmıştır.
63. Ayrıca belirtmek gerekir ki sırtında tespit edilen, yeni oluşmuş on adet yanık izinin başvurucunun sırtına sigara basıldığı iddialarını destekleyen mahiyette olduğu nazara alındığında güç kullanımına izin verilen hâllerde dahi bu şekilde gerçekleşen bir yaralanma biçiminin kötü muamele yasağını ihlal edeceği ortadadır.
64. Bu aşamadan sonra kötü muamelenin nitelendirilmesi gündeme gelmektedir. Her ne kadar başvurucunun yaralanması basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde olduğu tespit edilmişse de başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, şekli ve başvurucuda oluşan etkileri dikkate alındığında eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi gerekir (benzer yaklaşım için bkz. Edip Elma ve diğerleri, B. No: 2015/14826, 18/4/2019, § 53; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 82).
65. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
b. Eziyet Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
66. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
67. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
68. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
69. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116). Soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden, § 33).
70. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, § 34).
71. Devletin kötü muamele iddialarını soruşturma yükümlülüğü, bireylerin savunulabilir iddialarının bulunmasına bağlıdır. İddianın savunulabilir olması ise ancak makul delillerle desteklenmesiyle mümkündür. Bu kapsamda başvurucu, konakladığı ceza infaz kurumunda infaz memurları tarafından darp edildiğini iddia etmiş ve iddiasını sağlık raporuyla desteklemiştir. Dolayısıyla başvurucunun savunabilir iddiasının bulunması nedeniyle soruşturma makamlarından etkili bir soruşturma yürütülmesi yönünde meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Bu durumda sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli ve etkili resmî bir soruşturma yapılması gerekmektedir.
72. Başvurucu hakkında alınan sağlık raporunun yanı sıra İnfaz Kurumunda kaldığı tarihlerde tutulduğu odayı gösteren kamera görüntülerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Olaydan bir gün sonra şikâyetçi olan başvurucunun iddialarını denetlemek ve maddi gerçeğe ulaşmak bakımından önem arz eden bu görüntülerin Savcılık talimatıyla, İnfaz Kurumunda hükümlü olarak tutulan ve iyi hâlli olması nedeniyle tekniker olarak çalışan İ.T. tarafından incelendiği anlaşılmaktadır. Ayrıca bu kişi, başvurucu tarafından darp eylemine katıldığı teşhis edilen infaz görevlisi M.K.nın tüm gün yanında bulunduğunu ifade eden olay tanığıdır.
73. Dolayısıyla görüntülerin bağımsız soruşturma yürütmesi gereken soruşturma makamı veya atayacağı bilirkişi tarafından değil İnfaz Kurumunda bulunan başka bir hükümlü tarafından incelendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yetkin ve bağımsız olmayan bir kişi tarafından incelenen görüntülere ait kayıt dökümlerinin güvenilirliği kuşkulu hâle gelmiştir. Bu durumda soruşturma makamının maddi gerçeğe ulaşma çabası içinde beklenen özeni gösterdiği söylenemeyecektir.
74. Diğer yandan infaz memurları hakkında açılan dava zamanaşımı nedeniyle düşmüştür. 2007 yılında meydana gelen başvuruya konu olayın aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması amacıyla yapılan ceza yargılaması, on yılı aşkın sürede tamamlanamamıştır.
75. Olayın hemen ardından darbedildiğini iddia eden başvurucunun şikâyet ve delillerinin tespit edilerek hakkında sağlık raporunun düzenlendiği dikkate alındığında sadece sorumluların kimliğinin tespit edilerek mevcut kamera görüntülerinin incelenmesi sonucu açılan ceza davasında bu delillerin değerlendirilmesini gerektiren sürenin on yılda tamamlanamayacak nitelikte olmadığı öngörülmüştür.
76. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutumunu ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da gözlenmediğinden on yıllık yargı süresinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adem Erden, § 42). Dolayısıyla özenle ve makul hızla yargılama yapılmadığından kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının makul sürat ve özenle yargılama usul yükümlülüğü yönünden de ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
79. Başvurucu, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
82. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
83. Başvurucunun şikâyetiyle ilgili açılan ceza davasının zamanaşımı nedeniyle düştüğü dikkate alındığında eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
84. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.