TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AKSARAY TIR NAKLİYAT SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/36736)
|
|
Karar Tarihi: 19/9/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 2/11/2018-30583
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Aksaray Tır
Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti.
|
Vekili
|
:
|
Av. Refik
KARABATAK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün
aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, lehe
nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/10/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Dağıtım tarifeleri içinde yer alan, teknik olan ve teknik
olmayan kayıp maliyeti şeklinde ifade edilen kayıp
kaçak elektrik; dağıtım sistemine giren toplam enerji ile
tüketicilere fatura edilen enerji arasındaki farkı oluşturan elektrik
enerjisidir. Bu kayıp, elektriğin dağıtımı sırasındaki teknik sorunlardan
meydana gelebileceği gibi elektriğin mevzuata aykırı kullanılmasından da
kaynaklanabilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017). Dağıtım
faaliyetinin yürütülmesi sırasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bu kayıp
kaçak elektrik maliyetinin tüketicilere yansıtılmasından oluşan bedel de kayıp
kaçak bedeli olarak adlandırılmaktadır. Yargıtay, kayıp kaçak bedeli ile bu
bedel üzerinden tahsil edilen bedellerin kurallara uygun davranan abonelerden
tahsilinin hukuk devleti ile bağdaşmayacağını kabul etmekte iken Danıştay, söz
konusu bedelin tahsilinin dayanağı olan idari işlemin iptaline dair açılan
davaları anılan bedelin elektrik piyasası faaliyetlerinin düzgün yürütülmesi,
kaliteli ve sürekli bir elektrik hizmeti sağlanmasının teminini amaçladığı
gerekçesiyle reddetmektedir.
9. Başvurucu ticari faaliyeti kapsamında 8/6/2005 tarihinde
elektrik abonesi olmuştur. Başvurucunun kullandığı elektriğe ilişkin olarak
adına düzenlenen faturalara normal kullanımının dışında elektrik enerjisinin
nakli sırasında meydana gelen kayıp ile başka kişilerin kaçak kullanımından
kaynaklanan kayba ilişkin bedel de yansıtılmıştır.
10. Başvurucu 8/6/2015 tarihinde Aksaray 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinde (Mahkeme) abonelik tarihinden itibaren kendisinden tahsil edilen
kayıp kaçak bedeli ve bu bedel üzerinden çeşitli adlar altında yapılan
tahsilatlar nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu fazlaya ilişkin
haklarını saklı tutarak 1.000 TL'nin yasal faizi ile tahsiline karar
verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK)
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (Daire) tarafından da benimsenen 21/5/2014 tarihli
kararına dayanmıştır.
11. Başvurucu 29/3/2016 tarihli dilekçesiyle dava değerini
66.564 TL artırarak toplam 67.564 TL olarak
bildirmiş ve gerekli olan harçları yatırmıştır.
12. Mahkeme 29/3/2016 tarihli kararla 24.237 TL kayıp kaçak
bedeli, kayıp kaçak bedeli üzerinden alınan 484,74 TL TRT payı, kayıp kaçak
bedeli üzerinden alınan enerji 242,37 TL fon bedeli, 3.643,05 TL PSH, 127,89 TL
sayaç okuma bedeli, 7.286,88 TL iletim bedeli, 31.542,07 TL dağıtım bedeli
olmak üzere toplam 67.564 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari
faiziyle ve kabul edilen alacak miktarı üzerinden hesaplanan 7.782,04 TL
vekâlet ücretinin davalı şirketten alınarak başvurucuya verilmesine karar
vermiştir. Mahkeme, gerekçeli kararında başvurucudan tahsil edilen kayıp kaçak
bedeli ile bu bedele bağlı olarak çeşitli adlarla yapılan diğer tahsilatların
elektrik abonesi olan başvurucunun kusurundan kaynaklanan bir sebepten
alınmadığını ve Yargıtay içtihatları uyarınca kaçak elektrik kullanmayan
abonelerden kayıp kaçak bedeli altında ücret alınmasının hukuk devleti ve
adalet düşünceleriyle bağdaşmayacağını belirtmiştir.
13. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay 3. Hukuk
Dairesi 12/12/2016 tarihli kararla Yargıtay içtihatlarında kayıp kaçak bedeli
adı altında ve bu bedele bağlı olarak başka adlarla bedel tahsilinin mümkün
olmadığını belirtmişse de daha önceden açılan ve görülmekte olan davalarda
uygulanması hükmünü de içeren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun'un 21.
maddesi ile yapılan değişiklikler karşısında hukuki durumun yeniden
değerlendirilmesi gerektiğinden ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.
14. Mahkeme, bozma ilamına uyarak yapmış olduğu yargılama
sonunda 14/4/2017 tarihli kararla başvurucunun davanın açıldığı tarihteki
içtihatlara göre davayı açmakta haklı olmakla birlikte dava tarihinden sonra
yürürlüğe giren 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu'na eklenen geçici 20. madde uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Enerji
Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından onaylanan tarifelerin
uygulanmasının zorunlu olduğu ve mahkemelerin denetim yetkisinin bedelin
Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğu ile sınırlı olduğu gerekçesiyle
davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına ve başvurucu
lehine 1.980 TL vekâlet ücretine karar vermiştir.
15. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay
6/9/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.
16. Nihai karar 29/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş,
başvurucu 31/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
17. 6446 sayılı Kanun'un 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) (Değişik: 4/6/2016-6719/21 md.) Bu Kanun kapsamında düzenlenen ve bir sonraki dönem
uygulanması önerilen tarifeler, ilgili tüzel kişi tarafından Kurulca belirlenen
usul ve esaslara göre, tarife konusu faaliyete ilişkin tüm maliyet ve hizmet
bedellerini içerecek şekilde hazırlanır ve onaylanmak üzere Kuruma sunulur.
Kurul, mevzuat çerçevesinde uygun bulmadığı tarife tekliflerinin revize
edilmesini ister veya gerekmesi hâlinde resen revize ederek onaylar. İlgili
tüzel kişiler Kurul tarafından onaylanan tarifeleri uygulamakla yükümlüdür.
18. 6719 sayılı Kanun'un 26. maddesi ile 6446 sayılı Kanun'a
eklenen geçici 20. madde şöyledir:
"(1) Kurul kararlarına uygun şekilde
tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve
kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra
takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde
hükümleri uygulanır.''
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 323. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Yargılama giderleri şunlardır:
...
ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun
gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.
...''
20. 6100 sayılı Kanun'un 326. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Davada iki taraftan her biri kısmen
haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre
paylaştırır.''
21. 6100 sayılı Kanun'un 331. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Davanın konusuz kalması sebebiyle
davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkim,
davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama
giderlerini takdir ve hükmeder.''
22. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 164.
maddesi şöyledir:
"Avukatlı ücreti, avukatın hukukî
yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.
...''
23. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin (tarife) 6. maddesi şöyledir:
"Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması,
feragat, kabul, sulh veya herhangi bir nedenle; ön inceleme tutanağı
imzalanıncaya kadar giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin
yarısına, ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra giderilirse tamamına
hükmolunur. Bu madde yargı mercileri tarafından hesaplanan akdi avukatlık
ücreti sözleşmelerinde uygulanmaz.''
2. Yargısal İçtihatları
a. Anayasa Mahkemesi
Kararı
24. Anayasa Mahkemesinin 28/12/2017 tarihli ve E.2016/150,
K.2017/179 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"308. Dava konusu kuralda Kurul
kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende
satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan
her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 6446 sayılı Kanun’un
17. madde hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
309. Hukuk devletinin korumakla yükümlü olduğu
evrensel ilkelerden biri hukuk güvenliği ilkesidir. Hukuk güvenliği ilkesi,
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ortak değerdir.
Kural olarak hukuk güvenliği kanunların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar.
Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan
kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine
aykırılık oluşturur. “Kanunların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca kanunlar,
kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirmesi, kazanılmış hakların korunması, mali
hakların iyileştirilmesi gibi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük
tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır.
Yürürlüğe giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara
etkili olmaması, hukukun genel ilkelerindendir. Ancak kanun koyucunun kişilerin
lehine haklar sağlayan kanuni düzenlemeleri geçmişe etkili olarak yapma
konusunda takdir yetkisine sahip olduğuna kuşku yoktur.
310. Anayasa Mahkemesinin çeşitli
kararlarında, kanunların geriye yürümezliği ilkesi ile ilgili olarak gerçek
geriye yürüme ve gerçek olmayan geriye yürüme ayrımı yapılmaktadır. Gerçek geriye
yürüme, yeni getirilen kuralın eski kural döneminde tamamlanmış ve hukuki
sonuçlarını doğurmuş hukuksal durum, ilişki ve olaylara uygulanmasıdır. Gerçek
olmayan geriye yürüme ise yeni getirilen kuralın eski kural yürürlükte iken
başlamakla beraber henüz sonuçlanmamış hukuksal durum, ilişki ve olaylara
uygulanması anlamına gelmektedir.
311. Kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukukun
genel ilkelerinden biri olup hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur.
Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın yeni kanundan önce
yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması
gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden
kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye
dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte değildir. Kanunlarda yapılan
değişiklikler kazanılmış hakları etkilemediği ve hukuk güvenliğini zedelemediği
sürece bu değişikliklerin hukuk devleti ilkesine aykırı oldukları ileri
sürülemez.
312. 4628 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci
fıkrası uyarınca EPDK, piyasa ihtiyaçlarını dikkate alarak serbest olmayan
tüketicilere yapılan elektrik satışında uygulanacak fiyatlandırma esaslarını
tespit etmekten ve bu fiyatlarda enflasyon nedeniyle ihtiyaç duyulacak ayarlamalara
ilişkin formülleri uygulamaktan, bunların denetlenmesinden ve piyasada 4628
sayılı Kanun’a uygun şekilde davranılmasını sağlamaktan sorumludur.
313. Bunun yanında tüketicilere güvenilir,
kaliteli, kesintisiz ve düşük maliyetli elektrik enerjisi hizmeti verilmesini teminen gerekli düzenlemeleri yapma görevi 4628 sayılı
Kanun’un 5. maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi gereğince EPDK’ya verilmiş;
4628 sayılı Kanun’un 5. maddesinin yedinci fıkrasının (e) ve (f) bentleri
gereğince de Kurul toptan satış fiyat tarifesini, iletim tarifesini, dağıtım
tarifeleri ile perakende satış tarifelerini incelemek ve onaylamak, iletim,
dağıtım, toptan satış ve perakende satış için yapılacak fiyatlandırmaların ana
esaslarını tespit etmek ve gerektiğinde ilgili lisans hükümleri doğrultusunda
revize etmekle yetkilendirilmiştir.
314. Kayıp-kaçak bedeli ile diğer bedeller,
4628 sayılı Kanun’un vermiş olduğu yetki kapsamında EPDK tarafından onaylanan
tarifeler içinde birer maliyet kalemi kabul edilerek tüketicilerden tahsil
edilmektedir.
315. Kayıp-kaçak bedelinin tüketicilerden
tahsil edilip edilemeyeceği noktasında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Danıştay
13. Dairesinin farklı kararlar vermesi üzerine Kanun’un farklı yorumlanmasından
kaynaklanan ihtilafları gidermek için kanun koyucu tarafından Kanun’un 17.
maddesinde kayıp-kaçak bedeli ile diğer bedellerin ilgili tarifeler kapsamında
birer maliyet kalemi kabul edilerek bu bedellerin tüketicilerden tahsil
edilmesine yönelik düzenleme yapıldığı görülmektedir.
316. Elektrik enerjisinin kaliteli, sürekli,
kesintisiz bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulabilmesi için elektriğin
üretiminden tüketicilere sunulması aşamasına kadar oluşan maliyetlerin
karşılanması gerekmektedir. Bu bağlamda kayıp-kaçak bedeli ile diğer bedellerin
tarifeler kapsamında birer maliyet kalemi kabul edilerek tüketicilerden tahsil
edilmesinde kamu yararı bulunmaktadır.
317. Dolayısıyla kanun koyucu tarafından
mevcut kanun hükmünün farklı yorumlanmasından kaynaklanan ihtilafları gidermek
amacıyla yapılan düzenlemenin söz konusu ihtilaf nedeniyle açılmış ve
düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla henüz sonuçlanmamış dava ve
başvurular hakkında da uygulanmasını öngören ve hak arama özgürlüğüne bir
sınırlama getirmeyen kuralın Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır."
b. Yargıtay Kararları
25. Yargıtay HGK'nın 21/5/2014 tarihli
ve E.2013/7-2454, K.2014/679 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Kayıp-kaçak miktarı, dağıtım sistemine
giren enerji ile dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji
miktarı arasındaki farkı göstermektedir. Yani kayıp-kaçak bedeli elektrik
sisteminde ortaya çıkan teknik ve teknik olmayan kaybın maliyetinin kayıp-kaçak
bedeli oranları ölçüsünde karşılanabilmesi amacıyla belirlenen bir bedeldir.
Davacı Kurum tarafından elektrik enerjisinin
üretiminden, tüketicilere ulaştırılıncaya kadar oluşan elektrik eksikliği kayıp
bedeli olarak; enerji nakil hatlarından çeşitli sebeplerle sayaçtan
geçirilmeksizin, herhangi bir bedel ödemeden kullanılan elektrik bedeli de
kaçak bedeli olarak diğer kullanıcı abonelere yansıtılmaktadır.
4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 4.
maddesinin 1. fıkrasında, bu Kanun ile verilen görevleri yerine getirmek üzere
EPDK’nın kurulduğunu belirtmiş, aynı maddenin 2.fıkrasında ise; 'kurum, tüzel
kişilerin yetkili oldukları faaliyetleri ve bu faaliyetlerden kaynaklanan hak
ve yükümlülüklerini tanımlayan Kurul onaylı lisansların verilmesinden, işletme
hakkı devri kapsamındaki mevcut sözleşmelerin bu Kanun hükümlerine göre
düzenlenmesinden, piyasa performansının izlenmesinden, performans
standartlarının ve dağıtım ve müşteri hizmetleri yönetmeliklerinin
oluşturulmasından, tadilinden ve uygulattırılmasından, denetlenmesinden, bu
Kanunda yer alan fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten, piyasa ihtiyaçlarını
dikkate alarak serbest olmayan tüketicilere yapılan elektrik satışında
uygulanacak fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten ve bu fiyatlarda enflasyon
nedeniyle ihtiyaç duyulacak ayarlamalara ilişkin formülleri uygulamaktan ve
bunların denetlenmesinden ve piyasada bu Kanuna uygun şekilde davranılmasını
sağlamaktan sorumludur…' hükmüne yer verilmiştir.
Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere,
EPDK’ya tüketicilere yapılacak elektrik satışlarında uygulanacak fiyatlandırmaya
esas unsurları tespit etme görevi verilmiştir.
Bu maddede de anlatılmak istenilen hususun 1 kw elektrik enerjisinin tüketicilere ulaşıncaya kadarki
maliyet ve kar payı olup, yoksa EPDK’ya sınırsız bir fiyatlandırma unsuru
belirleme yetkisi ve görevi vermediği açıktır.
EPDK bu maddeye dayanarak 11.08.2002 gün ve
24843 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Perakende Satış Hizmet Geliri ile
Perakende Enerji Satış Fiyatlarının Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ”i
yayımlamış ve lisans sahibi şirketlerde bu tebliğe uygun olarak tüketiciden
kayıp-kaçak bedeli adı altında bedel tahsil etmişlerdir.
Ancak yukarıda açıklandığı üzere tebliğin
dayanağı olan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 4. maddesinde, EPDK'ya
sınırsız bir fiyat belirleme hak ve yetkisi verilmemiştir.
Elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana
gelen kayıp ile başka kişiler tarafından hırsızlanmak
suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin, kurallara uyan abonelerden tahsili
yoluna gitmek hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaşmamaktadır.
Hem bu hal, parasını her halükarda tahsil eden
davacı Kurum’un çağın teknik gelişmelerine ayak uydurmasına engel olur, yani
davacı kendi teknik alt ve üst yapısını yenileme ihtiyacı duymayacağı gibi;
elektriği hırsızlamak suretiyle kullanan kişilere
karşı önlem alma ve takip etmek için gerekli girişimlerde de bulunmasını
engeller. Oysa ki,
elektrik kaybını önleme ve hırsızlıkları
engelleme veya hırsızı takip edip, bedeli ondan tahsil etme görevi de bizzat
enerjinin sahibi bulunan davacıya aittir.
Bununla birlikte, tüketici olan vatandaşın
faturalara yansıtılan kayıp-kaçak bedelinin hangi miktarda olduğunun apaçık
denetlenebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödediğini bilmesi,
yani şeffaflık hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarındandır.''
26. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 26/1/2016 tarihli
veE.2015/1604, K.2016/713 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dairemizce de, anılan Genel Kurul
kararındaki ilkeler benimsenerek, kayıp-kaçak bedeli yanında, sayaç okuma,
perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin de
dağıtım şirketleri tarafından elektrik abonelerinden alınamayacağına karar
vermiştir. (3.Hukuk Dairesi Dairesi'nin 20/10/2014 tarih, 2014/7090 Esas-
2014/13588 Karar ile03/11/2014 tarih ve 2014/7083 Esas- 2014/14256 Karar sayılı
kararları).
Elektrik dağıtım şirketlerinin EPDK kurul
kararları ve tebliğleri çerçevesinde, elektrik kullanan abonelerin faturalarına
yansıtarak aldıkları, kayıp-kaçak, perakende satış hizmeti, iletim sistemi
kullanım ve dağıtım bedellerinin elektrik enerjisi kullananlara (sanayi, ticarî
ve mesken abonelerine) aktif tüketim bedeli dışında ek bir mâli
yük ve külfet getirmektedir. Anayasamızın 73. maddesi gereğince; vergi, resim,
harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya
kaldırılacağı düzenlenmiştir. Nitekim, elektrik faturalarına yansıtılan %2 TRT
payının da kanunla getirildiği ve kanunun verdiği açık ve şeffaf yetkiye
dayanarak tahsil edilmektedir. Elektrik Piyasası Kanunun temel ilkeleri
çerçevesinde amaçlanan hususun; 1 kw elektrik
enerjisinin kullanıcılara ulaşıncaya kadar ki maliyet ve kâr payı olup; aksine,
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna sınırsız bir fiyatlandırma ve tarife unsuru
belirleme yetkisi ve görevi verilmemiştir. EPDK kurul kararları ve tebliğleri
gereğince alınan; kayıp-kaçak, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim
sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin; vergi, resim, harç ve benzeri malî
yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı, ayrıca
Elektrik Piyasası Kanunun düşük maliyetli enerji temini ve şeffaf bir elektrik
enerjisi piyasası oluşturulması ilkelerine uygun düşmemektedir.
Hâl böyle olunca; mahkemece, öncelikle davacı
tarafa, kayıp kaçak bedellerine ilişin talebinin hangi faturalara (hangi döneme
)ilişkin olduğu açıklattırıldıktan sonra, yukarıda açıklanan ilkeler gereğince
kayıp-kaçak, bedelinin davalı taraftan tahsil edilemeyeceği kabul edilip, bu
hususta itiraz edildiği de göz önüne alınarak davacının alacağının hesaplanması
amacıyla borç dökümü ve faturalar incelenerek Yargıtay denetimine açık ve
bilimsel verilere uygun şekilde, bilirkişiden alınacak rapor doğrultusunda
karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde istemin reddine karar verilmesi doğru
görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.''
27. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27/3/2018 tarihli ve
E.201610358, K.2018/3038 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Ne var ki, uyuşmazlığın temyiz yolu ile
Dairemize geldiği aşamada 17.06.2016 tarih ve 29745 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı kanunun 21. maddesi ile 6446 Sayılı
kanunun 17. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı
fıkrasının (a), (ç), (d) ve (f) bentleri değiştirilmiş ve dava konusu bedellerin
alınmasında esas olan ilgili tarifelerin düzenlenmesinde EPDK'nun
Kanundaki yetkileri genişletilerek, yukarıda sözü edilen bedeller maliyet
unsuru kapsamına dahil edilmiştir.
Yine, 6719 sayılı kanunun 26. maddesi ile 6446
sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen; Geçici madde 19; "Bu maddeyi
ihdas eden Kanunla öngörülen düzenlemeler yürürlüğe konuluncaya kadar, Kurul
tarafından yürürlüğe konulan mevcut yönetmelik, tebliğ ve Kurul kararlarının bu
Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." hükmünü,
Geçici madde 20; "Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş
dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri
ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular
hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır."
hükmünü içermektedir.
Hal böyle olunca, karar tarihinden sonra
yürürlüğe girmiş bulunan bu yasa değişikliklerinin, yürürlük tarihi öncesi
dönemde geçerli olan EPDK kararlarına dayanılarak alınmış olan ve dava konusu yapılankayıp-kaçak, dağıtım, perakende satış hizmet, sayaç
okuma ve iletim bedelleri ile ilgili olarak açılan ve halen devam eden
davalarda da geçmişe etkili olacak şekilde uygulanması gereken hükümler
içerdiğinden, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun 17., geçici 19. ile 20.
maddelerinin, somut olaya etkisinin bulunup bulunmadığının yerel mahkemece
tartışılıp değerlendirildikten sonra sonucuna uygun bir karar verilmesi
gerekmektedir.''
28. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/2/2018 tarihli veE.2015/5988,
K.2018/958 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 331/1. maddesine göre 'Davanın konusuz kalması
sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan
hallerde, hakim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre
yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.' şeklindeki düzenlemenin esastan
sonuçlanmayan davada yargılama giderinin ne şekilde hükmedileceğine açıkça yer
verdiği görülmektedir. Öte yandan, vekalet ücreti yargılama giderleri arasında
sayılmıştır (6100 sayılı HMK'nın 323/1-ğ maddesi).
Hal böyle olunca, yargılamada kendisini
vekille temsil ettiren asli müdahil yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin
6. maddesi gözetilerek mahkemece keşfen belirlenen ve
harcı tamamlanan değer üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi
gerekirken, maktu vekalet ücreti tayini doğru değildir.''
29. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 24/5/2017 tarihli ve
E.2015/42938, K.2017/6357 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkemece, davanın konusuz kalması
nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; hüküm, vekalet
ücreti yönünden davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece, yargılama sırasında ipoteğin davalı
tarafından fek edilmesinden dolayı davanın konusuz kalması nedeniyle karar
verilmesine yer olmadığına ve davacının dava açmakta haklı olması nedeniyle
kendisini vekil ile temsil ettiren davacı yararına karar tarihinde yürürlükte
bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 13/1.
hükmü dikkate alınarak ipotek bedeli olan 33.000,00-TL üzerinden nispi vekalet
ücretine hükmedilmesi gerekirken, 350,00-TL vekalet ücretinin davalıdan
tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var
ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden
kararın düzeltilerek onanması HUMK’un 438/7 maddesi
hükmü gereğidir.''
30. Yargıtay HGK'nın 20/12/2013
tarihli ve E.2013/23-131, K.2013/1681 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut uyuşmazlığın doğduğu tarihte
yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm
bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki
alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek
amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul
hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam
itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul
işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan
hakkı ifade etmektedir.
Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay
Dairesi'nce verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda
gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen
hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli
kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu
Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma
zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk
Dairesi'nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve
dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir
şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması
ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli
kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında
kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak
gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı
dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme
kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir
başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun
04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında
açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen
bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde
inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar
gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin
sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun
sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında
gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini
değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla
meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan
birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur
ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait
kazanılmış hak denilmektedir.
Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka
ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın
bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan
gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş
olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul
edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul
kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.
Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve
yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve
kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve
kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul
edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya
usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul
hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması
gereken genel güveni dahi sarsar.
Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp,
mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması,
onun kabul edilmemesini gerektirmez.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının
temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan
kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde
açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık
oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır,
belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında
olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları
bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir
içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe
etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş
olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer
taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun
hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse,
usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa
Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar
verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulu’nun 21.01.2004 gün ve E:2004/10-44,
K:2004/19 sayılı ilamı).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu,
hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma
kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, İstanbul 2001,
Sahife:4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya
taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve
istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine
doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz
edilebilmesi gerekir..."
31. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27/2/2018 tarihli ve
E.2018/964, K.2018/1767 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda; davacı, davanın açıldığı andaki mevzuata ve
içtihat durumuna göre dava açmakta haklıdır. Eş söyleyişle, davaya konu
bedelleri tahsil eden davalı, davanın açılmasına sebebiyet vermiştir. Davacı
tarafından, davalıdan kayıp-kaçak, dağıtım, iletim, perakende satış hizmeti ve
sayaç okuma bedellerinin tahsilinin talep edildiği davada, “konusuz kalan dava
hakkında karar verilmesine yer olmadığına” dair karar verilmesi, yargılama
sırasında yürürlüğe giren yasa değişikliğinin bir sonucudur. Bu itibarla, dava
açıldığı tarihte, yapılan yasa değişikliği henüz ortada bulunmadığından, dava
tarihi itibariyle davacının dava açmakta haklı olduğu her türlü duraksamadan
uzaktır.
O halde; mahkemece, dava açıldıktan sonra
hasıl olan yasa değişikliği nedeniyle, davacının dava açmasında haksız
sayılamayacağı cihetle; konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer
olmadığına dair karar verildikten sonra davacı yararına maktu vekalet ücreti
takdirine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı
şekilde
nispi vekalet ücretine karar verilmesi doğru
görülmemiştir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama
yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması HUMK'nun
438/7 maddesi hükmü gereğidir."
c. Danıştay Kararları
32. Danıştay Onüçüncü Dairesinin
31/3/2015 tarihli ve E.2011/692, K.2015/1263 sayılı kararının ilgili kısımları
şöyledir:
"28. 12.2010 tarih ve 2999 sayılı Kurul
kararı incelendiğinde; 24.08.2006 tarih ve 875 sayılı Kurul kararı esas
alınarak tesis edilen 24.12.2009 tarihli ve 2363 sayılı Kurul kararı ile
01.01.2010 tarihinden itibaren uygulanmak üzere onaylanan tarife tablolarının;
4628 sayılı Kanun'un Geçici 9. maddesi, Yüksek Planlama Kurulu'nun 14/2/2008
tarihli ve 2008/T-5 sayılı kararı ile kabul edilen Enerji KİT'lerinin
Uygulayacağı Maliyet Bazlı Fiyatlandırma Mekanizması Usul ve Esasları, ilgili
mevzuat ile elektrik dağıtım şirketlerinin talepleri çerçevesinde
güncellenmesine ve tarife tablolarının onaylanmasına ilişkin olduğu ve anılan
karar ile belirlenen tarife bileşenlerinin, net enerji bedeli (tek zamanlı veya
çok zamanlı), kayıp enerji bedeli, dağıtım bedeli, sayaç okumaya ilişkin
perakende satış hizmet bedeli, sayaç okuma dışındaki perakende satış hizmet
bedeli ve iletim bedelinden oluştuğu ve perakende satış hizmet bedeli yönünden
ikili bir düzenleme yapılarak sayaç okumaya ilişkin perakende satış hizmet
bedelinin sabit bir maliyet, sayaç okuma dışındaki perakende satış hizmet
bedelinin ise, perakende satış hizmeti fiyatının perakende satış hizmeti
maliyetini yansıtan bir fiyat olduğundan hareketle faturalama ve tahsilat
giderleri, tanıtım ve pazarlama giderleri, müşteri hizmetlerine ilişkin
giderler, perakende satış ve hizmete ilişkin diğer işletme giderleri değişken
olduğundan değişken maliyet unsurlarını içeren ayrı bir tarife bileşeni olarak
dikkate alındığı görülmektedir.
...
Geçiş döneminde öngörülen "Fiyat Eşitleme
Mekanizması"nın temel amacının; toplumsal
nitelikli olan aşırı yüksek kayıp-kaçakların toplumun bütünü tarafından
"eşit olarak" bölüşülmek suretiyle ödenmesi, geçiş dönemi sonuna
kadar abone grupları arasındaki çapraz sübvansiyonun tedrici olarak azaltılması
ve geçiş dönemi sonunda her dağıtım bölgesinin ve abone grubunun kendi
maliyetlerine katlanmaya başlaması olduğu dikkate alındığında, bu sistemin
verimli dağıtım şirketlerinin faaliyette bulunduğu istikrarlı ve doğal tekel
niteliğini haiz faaliyetler dışında kalan faaliyetlerin serbest rekabet
koşullarında yürütüldüğü bir piyasa yapısını hedeflediği gözetildiğinde, fiyat
eşitleme mekanizması ile öngörülen sistemin eşitlik, hakkaniyet ve nesafet ilkeleriyle bağdaşmadığından söz etmek mümkün
değildir.
Tüketicilere elektrik sağlamaya yönelik hizmet
sunumu sırasında teknik ve teknik olmayan nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan
ve tamamen engellenmesi ve yok edilmesine imkan bulunmayan kayıp-kaçağın belli
bir hedef doğrultusunda, giderek azaltılması için gerekli tedbirlerin
alınmasına yönelik özendirici ve teşvik edici uygulamalarla; kaliteli ve
sürekli elektrik hizmetini temin için gerekli önlemleri almakla görevli bulunan
davalı idarece elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tedarikinde ortaya çıkan ve
maliyetin bir parçası olan kayıp-kaçak bedelinin elektrik piyasası
faaliyetlerinin düzgün yürütülmesini temin için tüketicilere eşit
yansıtılmasına yönelik olarak ve üstün kamu yararı gözetilerek, anılan Kanun
ile verilen yetki ve görev sınırları içerisinde olmak üzere tesis edilen dava
konusu düzenlemelerde ve davalı idare kararlarında anılan kamu hizmetinin
gereklerine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
33. Danıştay Onüçüncü Dairesinin
17/5/2016 tarihli ve E.2012/2166, K.2016/1757 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
"Uyuşmazlık, kayıp-kaçak bedelinin
tüketiciden alınıp alınmayacağı noktasında toplanmaktadır. Kayıp-kaçak miktarı,
dağıtım sistemine giren enerji ile dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk
ettirilen enerji miktarı arasındaki farkı göstermektedir. Dağıtım sistemine
giren enerji ile tahakkuk ettirilen enerji arasında oluşan bu fark, elektriğin
dağıtımı için gerekli olan hat, trafo ile sayaçlarda meydana gelen teknik kayıp
miktarı ve yasal olmayan bir şekilde elektriğin kaçak kullanılması sonucunda
oluşan miktarın toplamından oluşmaktadır. Kaçak elektrik tüketiminin tamamen
ortadan kaldırıldığı bir durumda dahi teknik kayıp söz konusu olacaktır. Teknik
ve teknik olmayan kayıplar elektrik maliyetinin bir unsurudur. Elektriğin
kesintisiz bir şekilde sağlanması için teknik ve teknik olmayan kayıpların
karşılanması gerekir. Kayıpsız bir elektrik üretimi söz konusu olamayacağından,
tüketicilere sunulan elektriğin kesintisiz sağlanabilmesi için her bir dağıtım
bölgesinin kayıp-kaçak oranları dikkate alınarak elektriğin üretilmesi
gerekmektedir. Üretilen elektriğin maliyetinin tüketicilere yansıtılması,
faaliyetin doğal bir sonucudur.
Davalı idare, tüketicilere elektrik sağlamaya
yönelik hizmet sunumu sırasında teknik ve teknik olmayan nedenlere bağlı olarak
ortaya çıkan ve tamamen engellenmesi ve yok edilmesine imkan bulunmayan
kayıp-kaçağın belli bir hedef doğrultusunda giderek azaltılması için gerekli
tedbirlerin alınmasına yönelik özendirici ve teşvik edici uygulamalarla,
kaliteli ve sürekli elektrik hizmetini temin için gerekli önlemleri almakla
görevlidir.
Davaya konu olan kayıp-kaçak bedeli, 4628
sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun Geçici 9. maddesinde ulusal tarife adı
altında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından belirlenerek
uygulanmaktadır. Ulusal tarife uygulaması ile, kayıp-kaçağın yüksek olduğu
dağıtım bölgelerinin maliyetleri, geçici bir süre için, kayıp-kaçağın düşük
olduğu dağıtım bölgelerindeki kullanıcılardan karşılanmaktadır. Bu uygulama,
4628 ve 6446 sayılı Kanunlarla belirlenen bir geçiş dönemiyle sınırlı olarak
“fiyat eşitleme mekanizması” adı verilen ulusal tarife düzenlemesinden
kaynaklanmaktadır. Fiyat eşitleme mekanizması, tek bir satış fiyatı olması
için, dağıtım bölgeleri arasındaki maliyet farklılıklarını ortalama birim
fiyatta eşitleme ve dağıtım bölgeleri arasında çapraz sübvansiyon yapma yetkisi
vermektedir.
Geçiş döneminde öngörülen "fiyat eşitleme
mekanizması"nın temel amacının; toplumsal
nitelikli olan aşırı yüksek kayıp-kaçakların toplumun bütünü tarafından eşit
olarak bölüşülmek suretiyle ödenmesi, geçiş dönemi sonuna kadar abone grupları
arasındaki çapraz sübvansiyonun tedrici olarak azaltılması ve geçiş dönemi
sonunda her dağıtım bölgesinin ve abone grubunun kendi maliyetlerine katlanmaya
başlaması olduğu dikkate alındığında ve bu sistemin verimli dağıtım
şirketlerinin faaliyette bulunduğu istikrarlı ve doğal tekel niteliğini haiz
faaliyetler dışında kalan faaliyetlerin serbest rekabet koşullarında
yürütüldüğü bir piyasa yapısını hedeflediği gözetildiğinde, fiyat eşitleme
mekanizması ile öngörülen sistemin eşitlik, hakkaniyet ve nesafet
ilkeleriyle bağdaşmadığından söz etmek mümkün değildir.
Bu itibarla, elektrik üretim, iletim, dağıtım
ve tedarikinde oluşan ve maliyetin bir parçası olan kayıp-kaçak bedelinin,
elektrik piyasası faaliyetlerinin düzgün yürütülmesi, kaliteli ve sürekli bir
elektrik hizmeti sağlanmasının temini için Kurum tarafından belirlenen hedef
kayıp-kaçak oranları ölçüsünde tüketicilere yansıtılmasında ve buna yönelik
olarak alınan dava konusu Kurul kararlarında hukuka aykırılık bulunmamaktadır''
B. Uluslararası Hukuk
1. Mülkiyet Hakkı
Yönünden
34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Broniowski/Polonya ([BD], B. No: 31443/96,
22/6/2004) kararında Polonya Anayasa Mahkemesince hukuk devleti ilkesine ve
mülkiyet hakkına ilişkin anayasal güvencelere aykırı olduğu tespit edilen bir
kanuna dayanılarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalede kanunilik ilkesi
yönünden herhangi bir ihlal görmemiştir. AİHM, Polonya Anayasa Mahkemesi
kararından sonra oluşan durumun ve özellikle kamu otoritelerinin
uygulamalarının kabul edilemez olduğu, hukuk devleti ilkesine aykırılık
taşıdığı ve tam kanunsuzluk hâlini oluşturduğunun mahkemeler ve Anayasa
Mahkemesi tarafından ifade edildiğini tespit etmesine rağmen bu meselenin
Polonya kamu makamlarınca uygulanan tedbirlerin adil dengeyi bozup bozmadığına
yönelik incelemede dikkate alınabileceği kanaatini açıklamıştır (Broniowski/Polonya, § 154). AİHM, Polonya Anayasa
Mahkemesince hukuk devletine aykırı görülen kanuna dayanan uygulamayı ölçülülük
başlığı altında incelemiştir (Broniowski/Polonya,
§ 185).
36. AİHM, keyfîliğe imkân vermeyecek
şekilde bir kanuni dayanağı olsa ve meşru bir amaç taşısa bile mülkiyet hakkına
yapılan müdahalelerde toplumun genel menfaatlerinin beklentileri ile bireyin
temel haklarının korunmasının gerekleri arasında adil bir denge kurulması
gerekliliğine işaret etmektedir. AİHM'e göre
uygulanan araç ile müdahaleyle hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi bulunmalıdır (R. Sz./Macaristan, B. No: 41838/11, 2/7/2013, §
49).
37. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün
1. maddesinin -özünde- mülkiyet hakkını güvence altına aldığını kabul
etmektedir. AİHM'e göre bu madde üç belirgin kural
içermektedir. Bu kurallardan ilki, maddenin birinci paragrafının birinci
cümlesinde yer alan mülkiyetin barışçıl yararlanmaya (mülkiyetin
dokunulmazlığına saygı) ilişkin genel nitelikli kuraldır. İkinci kuralın
bulunduğu birinci paragrafın ikinci cümlesi ise mülkiyetten yoksun bırakmayı
içerir ve bunu bazı koşullara bağlar. İkinci paragrafta yer alan üçüncü kural
ise taraf devletlere mülkiyetin kamu yararına kullanılmasını kontrolünü veya
vergilerin ya da diğer katkıların veya cezaların yerine getirilmesini sağlama
yetkisi tanımaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK],
B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 61). Ancak bu üç kural birbiriyle
bağlantısız olmayıp ikinci ve üçüncü kuralların genel nitelikli birinci kuralın
ışığında incelenmesi gerektiği AİHM tarafından ifade edilmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK],
B. No: 8793/79 21/2/1986, § 37; Lithgow ve
diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80 ... 8/7/1986, §
106).
38. AİHM; belediye tarafından eğlence vergisi alınmasının
şikâyet edildiği bir başvuruda, vergi alınmasının mülkiyet hakkına müdahale
teşkil ettiğini kabul etmiş ancak hukuka dayalı olduğu tespit edilen
müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı olduğunu ve başvurucu şirketin
ise olayda vergilendirmenin aşırı bir yük getirdiğini kanıtlayamadığını
belirterek müdahalenin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir (Wolfhard Koop-Automaten Goldene 7 GmbH & Co. KG/Almanya (k.k.),
B. No: 38070/97, 30/3/1999). Yine vergi benzeri bir katkı payının söz konusu
olduğu bir başvuruda da noterin elde ettiği gelirlerin %30'unu Noterler
Birliğine yatırmasının zorunlu kılınması yoluyla mülkiyet hakkına yapılan
müdahale, hukuka dayalı olduğu ve meşru bir amacının bulunduğu kabul edildikten
sonra aşırı bir yük getirmediği tespit edilerek ölçülü bulunmuştur (George Drosopoulos/Yunanistan
(k.k.), B. No: 40442/98, 7/12/2000).
2. Adil Yargılanma Hakkı
Yönünden
39. AİHM'e göre devam eden davalara
belli bir sonucu garanti etmek adına kanun ile yapılan kamu müdahaleleri
Sözleşme’nin 6. maddesinde güvenceye kavuşturulan adil yargılanma hakkını ihlal
eder. AİHM, özellikle yargılama sırasında yürürlüğe giren kanunla yapılan
müdahalenin zamanlaması ve şeklini dikkate almış; karar verme aşamasına yakın
bir zamanda yargılamanın sonucuna etki edecek şekilde yapılmış olan
müdahalelerin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Stran Greek Refineries
ve Stratis Andreadis/Yunanistan,
B. No: 13427/87, 9/12/1994, §§ 49-50).
40. AİHM'in Stankiewicz/Polonya (B. No: 46917/99, 6/4/2006)
kararına konu olayda kamu hazinesi adına hareket eden savcı, kamunun açtığı
ihaleye girerek taşınmaz satın alan kişi aleyhine sebepsiz zenginleşme
nedeniyle tazminat davası açmıştır. Söz konusu davada başvurucu, hukuki yardım
almış ve bu hukuki yardım karşılığında bir miktar ücret ödemiştir. İlk derece
mahkemesi davayı reddetmiş ve başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin
hazine tarafından başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Savcılık istinaf yoluna
başvurmuştur. İstinaf mahkemesi yargılama giderleri yönünden ilk derece
mahkemesi hükmünü değiştirmiş ve başvurucu tarafından yapılan yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar vermiştir. İstinaf
mahkemesi Polonya Medeni Yargılama Usulü Kanunu'nun 106. maddesine dayanmıştır.
Polonya yargı mercilerinin yorumuna göre anılan hüküm, savcının katıldığı
davalarda -genel hükümlerden farklı olarak- savcı davayı kaybetse bile savcılık
aleyhine yargılama giderine hükmedileyeceğini
öngörmektedir (Stankiewicz/Polonya, §§ 8-26).
41. Başvurucu, yaptığı yargılama giderlerinin iade edilmemesinin
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini öne sürerek AİHM'e
başvurmuştur (Stankiewicz/Polonya, § 46). AİHM hukuk davalarında
taraflara yüklenen yargılama giderlerinin başvurucuların Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının
özünü zedeleyen bir kısıtlama oluşturduğunu ifade etmiştir. AİHM kişinin
mahkemeye erişim hakkından yararlanıp yararlanamadığının değerlendirilmesinde
yargılama giderlerinin miktarını, başvurucuların ödeme gücü ile yükümlülüğün
öngörüldüğü safhayı dikkate alacağını belirtmiştir (Stankiewicz/Polonya, § 59).
42. AİHM somut davanın ne yargılama giderlerine ne de mahkemeye
erişim hakkına ilişkin olduğunun farkında olduğunun altını çizmiştir. Ancak
AİHM -bazı özel koşullarda- bir bütün olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının gerekliliklerine uyulup uyulmadığının değerlendirilmesinde
yargılama giderlerinin belirlenmesiyle bağlantılı meselelerin de dikkate
alınabileceğini vurgulamıştır (Stankiewicz/Polonya,
§ 60).
43. AİHM, savcının yargılama giderleri hususunda ayrıcalıklı bir
konumda bulunduğunu not etmiştir. AİHM bu şekildeki bir ayrıcalığın kamu düzeni
bakımından haklı bir temelinin bulunabileceğini kabul etmekle birlikte bunun
hukuk davasının taraflarından birini savcılık makamına karşı yersiz bir biçimde
dezavantajlı bir konuma koyacak şekilde uygulanmaması gerektiğini
vurgulamaktadır (Stankiewicz/Polonya, § 69).
44. Davanın Polonya'daki sistematik bir problemle ilgili
olduğunu, karmaşık bulunduğunu ve önemli miktarda bir parayı konu edindiğini
belirten AİHM, başvurucunun hukuki yardım almasının temelsiz olmadığının altını
çizmiştir (Stankiewicz/Polonya, §§ 70-74). AİHM başvurucunun
ödediği hukuki yardım bedelinin aşırı olduğunun ve emsallerine nazaran yüksek
olduğunun hükûmet tarafından gösterilemediğine işaret etmiş ve somut davada
profesyonel hukuki yardımın haksız bir temele sahip olmadığına dikkat çekmiştir
(Stankiewicz/Polonya, § 75). AİHM sonuç olarak davanın
tüm koşulları bir bütün olarak gözetildiğinde Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Stankiewicz/Polonya, § 76).
45. AİHM'in bu başvuruda mahkemeye
erişim hakkının değil genel olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ihlal edildiği tespitini yaptığına vurgu yapmak gerekir.
46. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin beraat eden kişilere ceza
davasında yapılan yargılama masraflarını isteme hakkını içermediğini, adil
yargılanma hakkının bu şekilde bir güvence sağlamadığını kabul etmektedir (Masson ve Van Zon/Hollanda,
B. No: 15346/89, 15379/89, 28/9/1995, § 49; Yassar Hussain/Birleşik Krallık, B.
No:8866/04, 7/3/2006, § 20).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
47. Mahkemenin 19/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
48. Başvurucu, Yargıtay HGK'nın
21/5/2014 tarihli kararı ve bu kararı benimseyen Daire kararları uyarınca
elektrik abonelerinden kayıp kaçak bedeli altında para tahsil edilmesinin
mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu anılan kararlara dayanarak yapmış
olduğu ödemelerin iadesi amacıyla istirdat davası açtığını ve ilk derece
mahkemesince davanın kabulüne karar verildiğini ancak ilgili kararın temyizi aşamasında
yapılan kanun değişikliği sonucunda konusuz kalan dava hakkında karar
verilmesine yer olmadığına dair karar verilerek zarara uğratılması nedeniyle
hukuki güvenlik hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
49. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın
35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kayıp kaçak bedeli altında yapmış
olduğu ödemelerin istirdadı amacıyla açmış olduğu davanın kanun değişikliği
nedeniyle sonuçsuz kalmasına ilişkin tüm iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmesi uygun görülmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
51. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
52. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvence altına alınan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı
sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir
(Mahmut Duran ve diğerleri, B.
No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
53. Somut olayda başvurucudan kayıp kaçak bedeli adı altında bir
paranın tahsil edilmiş olmasının başvurucunun mal varlığını etkileyen/azaltan
bir işlem olduğu ve dolayısıyla başvurucunun mal varlığından eksilen paranın
mülk teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı
54. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl
yararlanma hakkına yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda
sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten
yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir.
Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına
aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını
kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
55. Elektrik abonelerinden kayıp kaçak bedeli adı altında
tahsilat yapılması mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale niteliğindedir.
Başvuru konusu kayıp-kaçak bedelinin elektrik abonesi olan başvurucudan tahsili
mülkten yoksun bırakmaya yol açmış ise de bu yoksun bırakma işlemi, sağlanan
bir hizmet bedelinin tahsili amacıyla yapılmıştır. Bu nedenle başvurunun
mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural
çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
56. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
57. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın,
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Kanunilik
(a) Genel
İlkeler
58. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet
hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği
ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla
sınırlanabileceğini temel bir ilke olarak benimsemiştir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916,
12/1/2017, § 69). Dolayısıyla Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre mülkiyet
hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt, kanuna dayalı olma
ölçütüdür.
59. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 56).
60. Hukuk güvenliği, ilke olarak kanunların geriye
yürütülmemesini gerekli kılar. Bu ilke uyarınca kamu yararı, kamu düzeni,
kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı
durumlar dışında sonradan çıkan bir kanun, yürürlüğe girdiği tarihten önceki
olaylara uygulanmaz. Vergi alanındaki düzenlemeler de kanunlarla
gerçekleştirildiğinden geriye yürümezlik vergi kanunları için de doğal bir
zorunluluktur (AYM, E.2011/74, K.2012/15, 26/1/2012).
61. Öte yandan mevzuatın yorumlanmasında yetki alanları ve
görevleri farklı olan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Böyle
bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini
sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır (Uğur Çelik, B. No: 2015/20244, 15/6/2016, § 53).
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
62. Başvuru konusu olayda ihtilaf konusu, tahsil edilen kayıp
kaçak bedelinin yapılan kanuni düzenleme ile istirdadının önüne geçilmesi
hususuna ilişkindir.
63. Tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin istirdadı talebiyle elektrik
aboneleri tarafından açılan davaları Yargıtay kabul etmekte iken başvurucu da
kendisinden tahsil edilen ödemelerin istirdadı talebinde bulunmuştur. İlk
derece mahkemesi Yargıtay içtihatları doğrultusunda davayı kabul etmiştir. Ne
var ki hükmün temyizi aşamasında yapılan kanuni düzenleme ile mahkemelerin
bedele ilişkin denetim yetkisi, tahsil edilen bedelin EPDK'nındüzenleyici
işlemlerine uygunluğu ile sınırlı tutulmuş ve Yargıtayca
ilgili kanun değişikliği karşısında hukuki durumun yeniden değerlendirilmesi
gerektiğinden ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozma ilamına uyan ilk
derece mahkemesi derdest olan davalara da uygulanması hükmünü içeren kanun
değişikliğini esas alarak karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. İlk
derece mahkemesinin anılan kararı temyiz edilmiş ve Yargıtay tarafından usul ve
kanuna uygun bulunarak onanmıştır.
64. Somut olayda uyuşmazlığa uygulanacak olan 6446 sayılı
Kanun'un 17. maddesi adli ve idari yargı mercileri tarafından farklı olarak
yorumlanmakta iken kanun koyucu, çelişkiyi ortadan kaldırmak amacıyla 6446
sayılı Kanun'a ek bir düzenleme yapmış ve anılan düzenlemenin yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla henüz sonuçlanmamış uyuşmazlıklara da uygulanmasını
öngörmüştür.
65. Kanun değişikliklerinin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla
derdest olan davalara etkisinin değerlendirilmesi derece mahkemelerinin
takdirindedir.
66. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi bu hususu yukarıda da
değinildiği üzere daha önce norm denetimi kapsamında incelemiş ve yargısal kararlar
arasındaki çelişkililere dikkat çekerek kanuni düzenlemeden önce müktesep hak
söz konusu olmadığından yeni düzenlemenin devam eden uyuşmazlıklara
uygulanmasının hukuki güvenlik ilkesini ve daha geniş anlamıyla hak arama
özgürlüğünü zedelemediği sonucuna varmıştır (bkz. § 24).
67. Anayasa Mahkemesi kararında işaret edilen belirsizliklerin
giderilmesine yönelik sonradan kanun koyucu tarafından birtakım yasal
düzenlemeler yapıldığı da gözetildiğinde bu hususun ölçülülük
değerlendirmesinin yapıldığı bölümde incelenmesi uygun görülmüştür.
(2) Meşru
Amaç
68. 6446 sayılı Kanun ve kayıp kaçak bedelinin tahsiline ilişkin
kanuni düzenleme; elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle
uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulmasını amaçlamakta olup bu
hususlara sahip bir elektrik piyasasının oluşmasında kamu yararının bulunduğu
açık olduğundan mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararına dayalı meşru
bir amacının olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Öte yandan yapılan bu müdahalenin
yargı kolları arasındaki farklılıkların giderilerek hukuki güvenliğin
sağlanması bakımından meşru bir amaca yönelik olduğunu söylemek mümkündür.
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
69. Ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin maliki, ulaşılmak istenen kamu yararı
karşısında olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin
orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
70. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
71. Mülkiyet hakkına kamu otoriteleri tarafından yapılan
müdahaleye ilişkin hukuka aykırılık iddialarının öne sürülebileceği idari veya
yargısal birtakım hukuki mekanizmaların var olup olmadığı ve bu mekanizmaların keyfîliğe karşı güvenceler içerecek araçlarla donatılıp
donatılmadığı hususu, müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulacak bir unsurdur. Bu bağlamda bu tür
mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya keyfîliği
önleyecek nitelikte olmaması durumunda müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna
ulaşılabilir.
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
72. Başvurucu, yerleşik Yargıtay içtihadına göre kayıp kaçak
bedeli adı altında yapılan tahsilatların usulsüz olduğu kabul edilip bu bedelin
tahsili amacıyla açılan davalar elektrik abonesi olan tüketiciler lehine
sonuçlanırken yapılan kanuni düzenleme ile bu davaların lehe sonuçlanmasının
önüne geçildiğini öne sürmektedir. Davanın açıldığı tarih itibarıyla Yargıtayın elektrik aboneleri lehine karar verdiği açık ise
de kayıp kaçak bedelinin dayanağı olan idari işlemlerin iptali için açılan
davalar Danıştay tarafından reddedilmiştir. Bu itibarla kayıp kaçak bedelinin
tahsilinin usulsüz olduğu ve bu bedelin istirdadı talebiyle açılan davaların
aboneler lehine kesin olarak sonuçlanacağının hukuk düzeni içinde hiçbir
duraksamaya yer olmadan kabul edildiğinden söz etmek mümkün değildir.
73. Elektrik abonelerinden kayıp kaçak bedeli adı altında bedel
tahsil edilip edilemeyeceğine ilişkin uygulamanın çelişkili olduğu dikkate
alındığında kanun koyucunun amacının yargı kolları arasındaki farklılığı
gidermeye ve dolayısıyla hukuki güvenliği sağlamaya yönelik olduğu
anlaşılmaktadır.
74. İdare tarafından tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin
tüketicilere iadesi hususunda uygulamada bir belirsizlik bulunduğu ve farklı
yargı kolları arasında açık ve istikrarlı bir uygulama bulunmadığından adli
yargı yerinde açılan davaların mutlak surette lehe sonuçlanması yönünde haklı
bir beklentiden söz etmek mümkün değildir. Bu hâlde, uygulamada birliği
sağlamayı amaçlayan kanuni düzenlemenin, yürürlüğe girdiği tarihte mevcut
uyuşmazlıklara uygulanmasının haklı ve makul bir nedeni olduğunun kabulü
gereklidir.
75. Öte yandan somut olayda başvurucu, tahsil edilen bedelin
hangi nedenle ölçüsüz olduğu hususunda da bir açıklama yapmamış ve herhangi bir
sebep de bildirmemiştir. Sonuç olarak müdahalenin başvurucuya şahsi olarak
aşırı bir külfet yüklemediği, müdahalenin meşru amacının dayandığı kamu yararı
ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengenin
bozulmadığı kanaatine varılmıştır.
76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
77. Başvurucu, ilk derece mahkemesince verilen 29/3/2016 tarihli
ilk kararda da lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmiş ve davanın açıldığı
tarihte haklı olduğu belirtilmişken mevzuata aykırı şekilde nispi yerine maktu
vekâlet ücretine karar verilmesinin adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ve
eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
78. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
§ 16). Başvurucu, mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının da ihlal
edildiğini ileri sürmüşse de usul ve mevzuata aykırı şekilde nispi yerine maktu
vekâlet ücretine hükmedildiği şeklindeki iddiaların adil yargılanma hakkı
çerçevesinde incelenmesi uygun bulunmuştur.
79. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, adil
yargılanma hakkının kapsam ve içeriği açıkça belirlenmemiştir. Bununla birlikte
Anayasa'nın 36. maddesine "adil
yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede,
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
belirlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin Türkiye'nin taraf olduğu
Sözleşme’nin 6. maddesi çerçevesinde belirleneceğine karar vermiştir (Birçok
karar arasından bkz. Güher Ergun ve
diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
80. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların ve bir suç
isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu
belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama
hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için
başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı
olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar
verilmiş olması gerekir. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme
kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
81. Not edilmelidir ki adil yargılanma hakkı davayı kazananın
avukata ödediği ücretin karşı taraftan alınarak kendisine ödenmesine
hükmedilmesini garanti etmediği gibi lehine hükmedilecek vekâlet ücretinin
nispi tarife üzerinden hesaplanmasını da güvenceye bağlamamaktadır. Medeni hak
ve yükümlülüklere ilişkin bir yargısal sürecin veya kararın adil yargılanma
hakkı kapsamında incelenebilmesi için bu yargılamanın bir uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olması
gerekir. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamaların konusu olan uyuşmazlık karar verilmekle sona
ermektedir. Vekâlet ücreti ve diğer yargılama giderleri davaya konu
uyuşmazlığın kendisi değildir. Bunlara ilişkin hüküm fıkraları asıl
uyuşmazlıktan ayrı tali hükümler olup asıl uyuşmazlığın bir parçası olarak
görülemez. Dolayısıyla yargılama giderlerine ilişkin hüküm fıkrasının
Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında incelenmesi kural olarak mümkün değildir.
82. Ne var ki yargılama giderine hükmedilmesinin veya
hükmedilmemesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden biri ile
ilişkilendirilmesi, başka bir anlatımla bu güvencelerden birini etkilediğinin
saptanması hâlinde bu yöndeki şikâyetlerin incelenmesi söz konusu
olabilecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi ceza yargılamasına ilişkin bir
kararında, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının suç isnadı altında olup da sonradan beraat eden kişilere yargılama
masraflarını isteme yönünde bir güvence sağlamadığına ve beraat eden sanıklar
lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesine yönelik şikâyetlerin adil yargılanma
hakkına etkisi ortaya konulmadan incelenemeyeceğine karar vermiştir (Bedir Aydın, B. No: 2015/15316, 7/2/2018,
§§ 27,28).
83. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi birçok kararında aleyhe
vekâlet ücretine hükmedilmesini adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkı çerçevesinde incelemiş ve dava açmayı imkânsız kılmadıkça ya da
aşırı derecede zorlaştırmadıkça aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi de dâhil
olmak üzere taraflara birtakım külfetlerin yüklenmesi mahkemeye erişim hakkını
ihlal etmeyeceğine karar vermiştir (Serkan
Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38-40; Hasan Karaöz, B. No: 2015/4201,
21/3/2018, § 44).
84. Lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi durumunun ise aleyhe
vekâlet ücretine hükmedilmesinden nitelik itibarıyla farklılaştığı açıktır.
Aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesinin bir amacı da gereksiz davaların
açılmasını önlemek olduğundan aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi mahkemeye
erişimi hakkını etkilemektedir. Buna karşılık vekâlet ücretinin lehine
hükmedildiği taraf yönünden gereksiz yere dava açılmasını önlemek gibi
mahkemeye erişimi kısıtlayan bir amacı ve işlevi bulunmamaktadır. Lehine
hükmedilen taraf yönünden vekâlet ücreti, daha çok bu kişinin yargılama
sebebiyle yaptığı bir masraf kaleminin kısmen de olsa tazmini amacı
gütmektedir. Bu nedenle lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin mahkemeye
erişim hakkına bir müdahale olarak nitelenmesi mümkün değildir.
85. Ancak lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin somut olayın
tüm şartları çerçevesinde adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinden birini
etkilediğinin ortaya konulduğu hâllerde etkilenen güvence kapsamında
incelenmesi mümkündür.
86. Somut olayda başvurucunun açmış olduğu dava, konusuz kalması
nedeniyle esas hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına dair kararla
sonuçlanmış ve başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir.
Başvurucu ise nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini öne sürmüştür.
Yukarıda ifade edildiği üzere Anayasa'nın 36. maddesinde medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda lehe hükmedilen vekâlet ücretinin
oranına ilişkin bir güvence bulunmadığı (bkz. § 81) gibi lehe vekâlet ücretine
hükmedilmemesinin mahkemeye erişim hakkıyla da bir ilgisi yoktur (bkz. § 84).
Ayrıca başvurucu, kamu tüzel kişisi aleyhine açmış olduğu davada lehine nispi
vekâlet ücretine hükmedilmemesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer
güvencelere tesir ettiğini de ortaya koyabilmiş değildir. Bu nedenle adil
yargılanma hakkına yönelik bir müdahalenin bulunulmadığı açık olduğundan
başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
87. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Hasan Tahsin GÖKCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
19/9/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Elektrik hatlarındaki kayıp kaçak bedellerinin bireysel
tüketim faturasına yansıtılması nedeniyle başvuranın açtığı ödemelerin istirdadına
ilişkin davada ilk derece mahkemesince lehine karar verilmiştir. Ancak kanun
yolu incelemesi evresinde yürürlüğe giren 6719 sayılı Kanunun 26. maddesiyle
6446 sayılı Kanuna eklenen (RG. 17.6.2016- 29745) Geçici 20. madde ile, kayıp
kaçak bedellerinin faturaya eklenmesine ilişkin kanun değişikliğinin derdest
davalara da uygulanması kuralı getirilmiştir. Anılan kuralı uygulayan Yargıtay
ve ilk derece mahkemesi kararıyla dava başvuranın aleyhine sonuçlandırılmıştır.
2. Sözü edilen geçici 20. maddede; “Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç
okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili
olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında
17. madde hükümleri uygulanır” denilmektedir. Bu hüküm, hizmet
satışı ve kayıp-kaçak bedellerine ilişkin olarak 6719 sayılı Kanunda
belirlenmiş olan kuralların, devam eden davalar hakkında da geçerli olmasını
öngörmektedir. Yargıtay ve ilk derece mahkemesi, anılan kuralı uygulayarak
başvuran aleyhine karar vermiştir.
3. Mülkiyet hakkı Anayasanın 35. maddesinde düzenlenmiştir.
AİHS’ne ek 1 Numaralı Protokol’ün 1. maddesi uyarınca da mülkiyet hakkından
barışçıl yararlanılması ilkesi gereği mülkiyetin dokunulmazlığına saygı hakkı
bulunmaktadır. Ancak gerek Anayasanın 35. maddesi ve gerekse ek 1 Numaralı
Protokol’ün 1. maddesi gereği mülkiyet hakkı meşru nedenlerle
sınırlanabilmektedir. Anayasanın 35. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bu hak
kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. Ancak bu sınırlamanın, Anayasanın
13. maddesi uyarınca demokratik toplum bakımından gerekli ve ölçülü olması da
gerekmektedir. Elektrik tüketim faturalarıyla yansıtılıp tahsil edilen
kayıp-kaçak bedelinin başvurucunun mal varlığında azalmaya neden olduğu olgusu,
başvuruya konu mülkün ve aynı zamanda mülkiyete müdahalenin var olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu müdahalenin kanuna dayanması ve kamu yararının amaçlanması
nedeniyle, kanunilik ilkesinin ve meşru amaç unsurunun karşılandığı
söylenmelidir. Belirtilen hususlara ilişkin çoğunluk gerekçesindeki tespitlere
ve vekalet ücreti yönünden adil yargılanma hakkı ihlalinin bulunmadığı görüşüne
katılmaktayız. Ancak mülkiyet hakkına müdahalenin ölçülülüğüyle ilgili
değerlendirmeler noktasında çoğunluk kararındaki görüşten ayrılmaktayız.
4. Çoğunluk gerekçesinde belirtildiği üzere kanunların ve kanun
değişikliklerinin yorumu kural olarak derece mahkemelerinin yetki alanları
içerisindedir. Ne var ki uygulamaya ilişkin bu yorumun bireysel başvuruya konu
temel haklar bakımından anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisi de Anayasa
Mahkemesine aittir. Bireysel başvurunun temeli, mahkeme kararları dahil tüm
kamu makamlarının işlem ve eylemleriyle neden olunan hak ihlalinin tespiti ve
mağduriyetin giderilmesi amacına dayanmaktadır. Bu bakımdan, istirdat davası
sonucunu etkileyen kanun değişikliğinin yorumu ve yapılan müdahalenin ihlal
teşkil edip etmediğinin değerlendirilmesi için öncelikle, görülmekte olan bir
dava sonucunun sonradan yürürlüğe giren kanun gerekçesiyle değiştirilmesinin
anayasal hak ve ilkeler açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
5. Mülkiyet hakkının barışçıl kullanımı yönünden yapılan
sınırlamanın ihlal oluşturup oluşturmadığı değerlendirilirken, toplumun genel
yararları ile bireyin hakkının korunmasına ilişkin gerekler arasında adil bir
dengenin kurulup kurulmadığı dikkate alınmalıdır (AİHM R.Sz.-
Macaristan, B. No: 41838/11, 2.7.2013, par. 49). Gerekçeleri aşağıda
açıklanacak olduğu (ve daha önce Geçici 20. madde hakkındaki Mahkememizin
28.12.2017 tarihli ve E. 2016/150 – K. 2017/179 sayılı kararına ek karşıoyda) belirttiğimiz üzere başvuran aleyhine yapılan
uygulama bu şekliyle hukuk devleti ilkesine ve hak arama özgürlüğüne aykırılık
oluşturduğundan mülkiyet hakkının ihlal edilmesi söz konusu olmaktadır.
6. Bilindiği üzere Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk
devletinin alt unsuru ve bağımsız bir ilkesi olan HUKUK GÜVENLİĞİ İLKESİ gereği
kanunlar bakımından ‘derhal yürürlük’ ve ‘geçmişe
yürümeme’ esasları geçerlidir. Derhal
yürürlük ilkesi, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
uygulanabilir olmasını ifade eder. Ancak bu ilkenin maddi hukuk ve usul hukuku
bakımından sonuçları farklıdır. Usul hukuku yönünden derhal yürürlük ilkesi,
sürmekte olan bir dava veya soruşturma sürecinde tamamlanmış usul işlemlerini
etkilememek şartıyla geçerlidir.Maddi hukuk yönünden
ise derhal yürürlük ilkesi gereği yeni kanun yalnızca yeni vakalar hakkında
geçerlidir. Sözgelimi 5 Nisan tarihinde yürürlüğe giren yeni kanun hükmü ile
haksız fiil failinin sorumluluğu artırılmış ise, bu hüküm, 5 Nisan ve sonraki
tarihlerde meydana gelen kasıtlı veya taksirli fiillerde uygulanabilir iken, 4
Nisan ve önceki tarihlerde gerçekleşmiş fiiller hakkında (bunlar bakımından
henüz dava açılmamış olsa dahi) uygulanamaz. Başka bir ifadeyle önceki tarihli
olaylar hakkında önceki kanun hükmü uygulanır.
7. Hukuk güvenliği ilkesi,
kanun koyucunun iradesini de sınırlayan etkisiyle kanunların genel, eşit,
soyut, açık ve erişilebilir olmasını ve geçmişe
yürümemesini gerektirmektedir (bkz. Onur Sır, Hukuk Devleti
Açısından Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Denetimi, Ankara 2011, s.
149).Kanunların geriye yürümemesi ilkesi, hukukun genel ilkeleri niteliğinde
evrensel bir ilkedir (Ender E. Atay, Hukuk Başlangıcı, 4.B. Ankara 2017, s.
220). Bu ilke uyarınca kanunlar yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki olaylara
uygulanır ki hukuki istikrar ve güven tesis edilebilsin. Bu ilke sayesinde
kişiler hukuk düzenini öngörebilir ve geleceğe dönük tasarrufta bulunup,
hayatlarını ona göre tanzim edebilir. İlkenin yokluğu veya uygulanmaz hale
getirilmesi hukuki istikrarı ortadan kaldırır ve keyfiliğe zemin hazırlar.
Ancak bu ilke mutlak olmayıp, bazı
istisnaları bulunmaktadır.
8. Doktrinde yeni kanunun geriye yürümemesi kuralının
istisnaları olarak; kazanılmış hakların korunması, kamu düzeni gerekliliği ve
genel ahlakın korunması nedenleri gösterilmektedir. Belirtilen istisnai
nedenlerden biri varsa yeni kural geçmişe yürütülebilecektir (bkz. Turhan
Esener, Hukuk Başlangıcı, 8.B. İstanbul 2008, s. 247; Yasemin Işıktaş/Sevtap Metin, Hukuk Metodolojisi, İstanbul 2016,s . 178;
Erdoğan Göğer, Hukuk Başlangıcı Dersleri, 3.B. Ankara
1974, s. 66; Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 4.B. Ankara 1983, s. 175). İstisnai
haller arasında gösterilen ‘kamu düzeni’ nedeni de “yürürlükteki hukuk
düzeninin temel ilkelerine aykırı olan ve halkın hukuk duygusunu katlanılamaz
ölçüde sarsan hükümler” biçimde açıklanmaktadır (Akipek,
Jale/Akıntürk, Turgut, Türk Medeni Hukuku, Birinci Cilt, Başlangıç Hükümleri
Kişiler Hukuku, 6.B. İstanbul 2007, s. 99). Ayrıca, Mahkememizin kararlarında
belirtildiği üzere ‘meşru/haklı beklenti’ de kanun koyucu tarafından
gözetilmelidir (Kanun koyucunun, “meşru beklentileri gözetmek zorunda olduğu”
değerlendirmesi için bkz. AYM 1.11.2017, E. 2016/20 – K. 2017/145; RG. 4.1.2018
– 30291 - İncelenen kuralda meşru beklentinin korunmamasının hukuk güvenliği ve
hukuki belirlilik ilkelerine aykırı olduğu nedeniyle iptal kararı verilen örnek
için bkz. AYM 7.11.2014 tarih ve E.2014/61, K.2014/166; RG.19.6.2015,
Sayı:29391 s. 103-105)
9. Diğer taraftan kimi kararlarda aksi görülmekle (örn. AYM 26.1.2012, E. 2011/74- K.2012/25) birlikte, ‘kamu
yararı’ da tek başına geçmişe yürütmenin haklı nedenini oluşturamaz. Zira
aksinin kabulü durumunda sınırı belirsiz kamu yararı kavramının bulunduğu
hiçbir yerde bireyin hakkının korunmasından ve hukuki güvenlikten söz
edilemeyecektir. Bu nedenle doktrinde geçmişe yürürlüğü gerektiren istisnai
nedenler sınırlı biçimde sayılmaktadır.
10. Şu halde, istisnai nedenler bulunmamasına karşın kanun
hükmünün geçmişe yürür biçimde vaz edilmesi hukuki güvenlik ilkesine ve hukuk
devletine aykırıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında hukuk
devleti bakımından kanunların yürürlüğe girdikten sonraki olaylara
uygulanmasının kural olduğunu, ancak kazanılmış hakların korunması, kamu düzeni
veya mali haklarda iyileştirme gibi istisnai hallerde geçmişe yürürlüğün kabul
edilebileceğini belirtmiştir.
11. Örneğin geçmişe yürür şekilde haksız çıkan tarafa yargılama
gideri, harç ve vekalet ücreti yükletilemeyeceğine ilişkin 5998 sayılı Kanunun
geçici 1. maddesi, hukuk devleti ve kanunların geçmişe yürütülememesi ilkesi
uyarınca iptal edilmiştir; AYM 18.10.2012, 2010/82 – 2012/159. Diğer bir
kararda şirket ortaklarının sorumluluğunu genişleten hükümlerin tahsil
edilmeyen alacaklara da uygulanmasını öngören 5766 sayılı Kanunun geçici 1.
maddesi iptal edilmiştir; AYM 28.4.2011, 2009/39 – 2011/168. Yine, 5393 sayılı
Belediye Kanununa 6552 s. Kn. 123. madde ile eklenen
ve 15. madde hükümlerinin devam eden icra takipleri hakkında da uygulanması
gerektiğini ve hacizlerin de kaldırılacağını içeren geçici 8. maddesi de
Mahkeme tarafından iptal edilmiştir; AYM 17.6.2015, 2014/194 – 2015/55; 5393.
Anayasa Mahkemesinin kanunların geçmişe yürümemesi ilkesini esas aldığı başka
kararlar da bulunmaktadır (bkz.4.6.2014, 2014-85/03; 9.5.2013, 2011/42 E. –
2013/60 K. ve 14.11.2013, 2013/24 E. – 2013/33 K.; 18.5.2011, 2008/80 E. –
2011/81 K.). Kanunların geçmişe yürütülememesi ilkesine Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kararında da vurgu yapılmıştır (YİBK 22.5.1946, 1943/26 E. –
1946/9.K.)
12. Görüldüğü üzere hukuki güvenlik ilkesi ve hukuki istikrar
için kanunların geçmişe yürümemesi esastır. Geçmişte kazanılan hakkın korunması
için gerekiyorsa, istisnaen kuralın geçmişe
yürütülmesi kanun koyucunun ödevidir. Böyle bir durum yoksa esasen, yeni kanun
geçmişe yürütülemediğinde, önceki kanuna göre kazanılmış hak veya meşru
beklenti zaten korunmaktadır. Başka deyişle geçmiş kanun hükmüne göre
kazanılmış bir hakkın yokluğu geçmişe yürür kanun çıkarılmasını meşru
kılmamakta, aksine hukuki güvenlik ilkesi ihlal edilmektedir.
13. İkinci olarak, kuralın bu şekilde uygulanması hak arama
özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı ile de bağdaşmamaktadır. Bir davanın
taraflarının mahkemeden beklentileri, meydana geldiği tarihte geçerli olan
kurallar uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesidir. Davalar ancak mevcut kurallar
öngörülerek açılabilir. Hukuki sorumluluk doğuran kuralın dava sürecinde
değiştirilmesi, mahkemenin etkili bir yargılama yapma ve karar verme yetkisini
elinden aldığı gibi, tarafların mevcut hukuk düzeni karşısında elde etmeyi
bekledikleri menfaatleri de yok etmektedir. Devam eden yargılama süreçlerini
etkileyen kural değişiklikleri de ancak yukarıda belirtilen geçmişe yürüme
yasağının istisnalarının varlığı durumunda söz konusu olabilir. Nitekim
başvuruya konu olayda karar gerekçesinin ilgili bölümünde (par.25, 26)
belirtilen Yargıtay HGK ve Daire kararlarından da görüleceği üzere, davanın
açıldığı tarihte geçerli kanun hükmü adli yargı merciince tüketiciden
kayıp-kaçak bedelinin tescil edilemeyeceği yönünde yorumlanmaktadır. Esasen
geçici 20. maddenin yürürlüğünden önce Asliye hukuk mahkemesi de benzer yorumla
29.3.2016 tarihinde başvuran lehine 67.564TL’nin istirdadına karar vermiştir.
Bütün bunlar, çoğunluğun tespitinin (bkz. par.74) aksine, önceki kanunun ve
yorumunun başvuran lehine en azından ‘haklı
beklenti/beklenen hak’ oluşturduğunu göstermektedir. Dolayısıyla
başvuranın beklenen haklarını gözetmeyen uygulamanın Anayasanın 36. maddesine
de aykırı olduğu düşünülmektedir. Bu noktada AİHM’nin de devam edan davalara
özellikle karar verme aşamasına yakın bir aşamada belli bir sonucu temin etmek
amacıyla kanunla yapılan müdahalelerin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine
karar verdiğini (Stran Greek
Refineries ve Stratis Andreadis – Yunanistan, B. No: 13427/87, 9.12.1994, par.
49-50) hatırlatmakta yarar bulunmaktadır.
14. Sonuç olarak mahkemelerce Anayasanın 2. maddesinde mündemiç
bulunan hukuki güvenlik ilkesine ve 36. maddesinde yer alan adil yargılanma
hakkına aykırı biçimde yapılan uygulamanın kamu yararı ile bireysel yarar
arasında adil bir dengeyi gözetmediği kanaatindeyim. Bu nedenlerle Anayasanın
35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ihlal edildiği görüşüyle, çoğunluğun
oy ve gerekçelerine katılamamaktayım.