TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
AHMET BAKIR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/37294)
Karar Tarihi: 9/7/2020
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Recai AKYEL
Basri BAĞCI
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucular
1. Ahmet BAKIR
2. Gülizar BAKIR
3. İbrahim BAKIR
4. İsmail BAKIR
5. Mahmut BAKIR
6. Mehmet BAKIR
7. Rabia BAKIR
Başvurucular Vekili
Av. Devrim POLAT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal ve sağlık hizmeti sunumunda aksaklılar bulunması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan İsmail Bakır ile Gülizar Bakır 6/8/2006 tarihinde yaşamını yitiren 1989 doğumlu İ.B.nin babası ve annesi, diğer başvurucular ise kardeşleridir.
A. İ.B.nin Ölümü
9. Başvurucuların beyanına göre İ.B. 6/8/2006 tarihinde saat 09.00 civarında Şanlıurfa-Diyarbakır kara yolu üzerinde, kullanmakta olduğu mobiletin hâkimiyetini kaybederek kaza yapmıştır. İ.B. acil olarak Şanlıurfa Devlet Hastanesine götürülmüştür.
10. Başvurucuların iddiasına göre Acil Serviste göğüs cerrahisi uzmanının izinli olması nedeniyle İ.B.; genel cerrahi konsültasyonu yapılmaksızın, aynı ilde bulunan Balıklıgöl Devlet Hastanesi ile iletişim kurulmadan bu Hastaneye sevk edilmiş ancak burada da göğüs cerrahisi uzmanının bulunmaması nedeniyle Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesine sevk edilmiştir.
11. Bu Hastanede 10.37'de ameliyata alınan İ.B. saat 13.45 civarında vefat etmiştir.
B. Tam Yargı Davası Süreci
12. Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir soruşturma başlatılıp başlatılmadığı hususunda doğrudan bir açıklamada bulunmaksızın sadece ''otopsi zabtı ve ölü muayene raporlarında karaciğer yaralanmasına bağlı gelişen aşırı kan kaybı nedeniyle'' ölümün meydana geldiği şeklide açıklama yaparak Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 2007 yılında tam yargı davası açmışlardır.
13. Başvurucular dava dilekçelerinde; İ.B.nin geçirdiği trafik kazası sonucu kaldırıldığı Şanlıurfa Devlet Hastanesinde yaklaşık üç saat müdahale edilmeksizin bekletildiğini, ayrıca Balıklıgöl Devlet Hastanesine sevkinin usulsüz bir şekilde yapıldığını ve tüm bu süreç sonunda yeterli tıbbi müdahalenin zamanında yapılmadığını, adı geçen hastanelerde olay tarihinde görevli göğüs cerrahının bulunmaması nedeniyle sevk edildiği Harran Üniversitesi Hastanesinde genel cerrah tarafından acilen ameliyata alındığını, ilk olarak başvurduğu Şanlıurfa Devlet Hastanesinde göğüs cerrahı tarafından ameliyata alınmamasının hizmet kusuru olduğunu ileri sürmüşlerdir.
14. Mahkeme, ara kararıyla başvurucuların iddiaları içinde yer alan hususlara ilişkin olarak Balıklıgöl Devlet Hastanesinden kayıtları talep etmiştir. Bu Hastane, İ.B. isimli şahsın olay tarihinde kendi hastanelerine getirildiğine dair bir kayda rastlanmadığını bildirmiştir. Bununla birlikte başvurucuların uygun prosedür takip edilmeksizin İ.B.nin Balıklıgöl Hastanesine sevk edildiğine ilişkin iddiaları hususunda Hastane, kayıtlarında herhangi bir bilgi bulunmadığını belirtmişse de Danıştay kararında muhalefet şerhleri olan iki üyenin karşıoy yazısından olayla ilgili olarak idari soruşturma başlatıldığı ve Acil Servis hekimi S.T.nin savunmasının alındığı, 11/5/2000 tarihli ve 24046 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği'nin 15. maddesinde öngörülen usule (uygun görülen hastane ile koordinasyonun sağlanıp verilen tıbbi bakımın tamamının sorumlu kişi tarafından belgelendirilerek bu belgenin sevk yapılacak kuruma hasta ile birlikte iletilmesi) rağmen S.T.nin Balıklıgöl Hastanesi ile irtibata geçmediği ve sorumlu hekimi bilgilendirmediği anlaşılmıştır.
15. Dosya içinde doğrudan temin edilemeyen ve fakat mahkeme kararına göre Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan idari soruşturmada Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince hazırlanan üç farklı raporun bulunduğu ve raporlarda İ.B.ye yapılan uygulamalarda eksik, kusurlu, hatalı veya geç kalınmış herhangi bir uygulamadan bahsedilemeyeceği kanaatine yer verildiği tespit edilmiştir. Bu belgelere ulaşılamamakla birlikte mahkeme kararından söz konusu sürecin tam yargı davasından önce tamamlandığı değerlendirilmiştir. Bununla beraber bu idari soruşturmanın sonuçlarına dair başvurucular tarafından herhangi bir belge ibraz edilmemiştir. Şanlıurfa İl Müdürlüğü tarafından, Hastane arşivinin araştırıldığı fakat söz konusu belgelere rastlanılmadığı hususu 27/2/2020 tarihli yazı ile Anayasa Mahkemesine bildirilmiştir.
16. Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan (ATK) 2008, 2010 ve 2011 yıllarında bilirkişi raporu almıştır. ATK verdiği ilk raporunda İ.B.nin ölüm nedenine dair açıklamada bulunmuş fakat olayda sorumluluğu doğuran eylem veya ihmalin olup olmadığına ve sorumluluğun kimlerde olduğuna dair bir değerlendirmede bulunmamıştır. Mahkeme bunun üzerine 2009 yılında yazdığı yazı ile İ.B.nin tedavisinde aktif ya da pasif rol oynayan doktorun ihmalinin olup olmadığı, hastaya zamanında müdahale edilip edilmediği, ihmal ve/veya kusur varsa bunların oranı hakkında tafsilatlı bilirkişi raporu düzenlenmesini talep etmiştir.
17. ATK 2010 yılında verdiği raporda özetle İ.B.nin kaldırıldığı ve saat 09.27'de giriş yaptığı Şanlıurfa Devlet Hastanesinde tedavisini yapan doktorun ilk müdahaleyi ve gerekli tetkikleri yaptığı, göğüs cerrahisi konsültasyonu için hastayı sevk ettiği, hastanın Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine 10.37'de sevkle geldiği ve acilen ameliyata alındığı, bir saat içinde tetkikleri yapılıp sevkli gönderilerek hastanın ameliyata alındığı cihetle uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunu belirtmiştir. ATK raporunda ayrıca Şanlıurfa Devlet Hastanesinin poliklinik defterinde ''Genel adli muayene raporunda; raporun tanzim tarih ve saati kısmımda 09:50 yazılı olduğu, muayene kısmında; genel durum kötü, şuur açık, koopere, göğüste multitravmaya bağlı yüzeyel cilt sıyrıkları ve ekimotik alanlar olduğu, grafı çekildiği, sağda kosta kırığı tespit edildiği, beyin cerrahi konsültasyonu yapıldığı, göğüs cerrahi yönünden değerlendirilmesi için Balıklıgöl Devlet Hastanesi'ne sevk edildiği, şu anda hayati tehlikesi olduğu'' şeklinde kayıt bulunduğu görülmektedir. ATK aynı şekilde ameliyatın yapıldığı Harran Üniversitesi Hastanesinin kayıtlarını da incelemiştir. Hastanenin yazısında '' başvuru saati 10:37 olarak görüldüğü, motosiklet kazası olduğu söylenerek şuur kapalı, kardiak ve solunum arrestinde acil servise getirildiği, sabah 8 sıralarında olduğu söylenen kaza sonrası Şanlıurfa Devlet Hastanesi ve Balıklıgöl Devlet Hastanesi tarafından görülerek gönderildiği'' şeklinde bilgiler bulunmaktadır.
18. Başvurucular anılan rapora itiraz etmiş, özetle şu hususları ileri sürmüşlerdir:
i. Çözüme kavuşturulması gereken asıl sorunun ilk müdahalenin tıp kurallarına uygun yapılıp yapılmadığından değil söz konusu hizmetin sunulmasında idarenin kusurunun bulunup bulunmadığının tespit edilmediğinden kaynaklandığını belirtmişlerdir.
ii. Başvurucuları, İ.B.nin Balıklıgöl Hastanesine sevk işlemi yapılırken Hastaneyle irtibata geçilip geçilmediği ve bu durumun tıp kurallarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekirken bunun yapılmadığı ayrıca Şanlıurfa Devlet Hastanesinde bulunan iki göğüs cerrahından birinin askerde diğerinin ise izinli olduğunun tespit edilmesi karşısında bu durumun tıp kurallarına ve hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
iii. Ayrıca olay gününde İ.B.ye yapılan ameliyatın konunun uzmanı olan göğüs cerrahisi uzmanları tarafından yapıldığını belirterek bu durumda aslında ilk müracaatın yapıldığı Şanlıurfa Devlet Hastanesinde bulunan genel cerrahlar tarafından müdahalede bulunulabilecekken Harran Araştırma Hastanesine sevk yapıldığını belirtmişlerdir. Başvuruculara göre tüm bu hususlar devletin sağlık alanında organizasyon kuramadığını ve işletemediğini göstermektedir.
19. Yapılan itiraz üzerine Mahkeme ATK'dan, Şanlıurfa Devlet Hastanesine getirildiğinde İ.B.nin genel cerrahi uzmanları tarafından ameliyata alınmasının gerekli ve mümkün olup olmadığı, anılan Hastanede genel cerrahi uzmanları tarafından ameliyata alınsaydı hayatının kurtarılabilmesinin mümkün olup olmadığı hususları hakkında tafsilatlı bilirkişi raporu düzenlenmesinin istenilmesine karar vermiştir.
20. ATK 2011 yılında yeni bir rapor sunmuştur. ATK, raporunda ''İ.B.nin kaza sonrası götürüldüğü Şanlıurfa Devlet Hastanesi'nde multipl travmatik bir kişiye uygulanması gereken konsültasyonlar açısından genel cerrahi konsültasyonu yapılmamasının eksiklik olduğu, genel cerrahi konsültasyonu yapılarak ölüme neden olan patoloji zamanında tespit edilmiş olsa dahi kişide saptanan patolojinin ağırlığı da gözönüne alındığında kurtulmasının kesin olmadığı'' kanaatine varıldığını bildirmiştir.
21. Mahkeme ATK'nın son raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesi, ilgili kısımları şöyledir:
''[O]layda, yukarıda içeriği özetlenen bilirkişi raporlarında da belirtildiği gibi davacıların murisi olan [İ.B.ye], geçirdiği trafik kazası akabinde kaldırıldığı Şanlıurfa Devlet Hastanesi'nde yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu, multipl travmatik bir kişiye uygulanması gereken konsültasyonlar açısından genel cerrahi konsültasyonu yapılmamasının bir eksiklik olduğu fakat genel cerrahi konsültasyonu yapılarak ölüme neden olan patoloji zamanında tespit edilmiş olsa dahi kişide saptanan patolojinin ağırlığı da gözönüne alındığında kurtulmasının kesin olmadığı, belirtilen eksikliğin ise içerisinde risk unsuru taşıyan sağlık hizmetlerinde idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için gerçekleşmesi gerektiği kabul edilen ağır hizmet kusuru olarak kabul edilebilmesinin mümkün olmadığı sonucuna varıldığından, davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı kanaatiyle davacıların maddi zarara ilişkin tazminat istemlerinin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Davanın manevi tazminat istemine ilişkin kısmına gelince;
Manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetin rencide edilmiş olması gerekir.
Yukarıda açıklandığı üzere idarelerin hukuka aykırı eylem veya işlemlerinden dolayı manevi tazminata hükmedilebilmesi için ağır bir hizmet kusurunun varlığı ile bunun sonucunda kişilerin manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelmesi gerekmekte olup, dava konusu olayda her iki unsurun da gerçekleştiğini kabule hukuken olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılarak davacıların manevi tazminat istemlerinin de reddine karar vermek gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, [karar verilmiştir.]''
22. Başvurucular anılan karar aleyhine yapmış oldukları temyiz başvurusunda yukarıda özetlenen (bkz. §§ 12-21) benzer hususları ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmişlerdir.
23. Danıştay Onbeşinci Dairesi 5/5/2016 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına iki üyenin muhalefeti ile karar vermiştir. Muhalefet gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
''...[U]yuşmazlık konusu olayda Mahkeme tarafından alınanek bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, davacıların yakını olan şahıstaki travmalarda düşünülmesi gereken konsültasyonlardan birinin de genel cerrahi konsültasyonu olduğu açıktır. Şanlıurfa Devlet Hastanesi' nde acilen genel cerrahi konsültasyonu yapılıp ameliyata alınması gerekirken bunun hekimlerce düşünülmediği ve göğüs cerrahisi konsültasyonu için sevkine karar verildiği, sevke karar verilirken sevk prosedürüne de uyulmadığı sabittir. Acil servis hekimi [S.T.] dosyadaki savunmasında Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği 15. [m]addesinde ilk tıbbi müdahale yapıldıktan sonra ileri tetkik ve tedavi için sevk öngörülürse uygun görülen hastahane ile koordinasyon sağlanıp, verilen tıbbi bakımın tamamı sorumlu kişi tarafından yazılı olarak belgelendirilerek bu belge sevk yapılacak kuruma hasta ile birlikte iletileceği yönündeki düzenlemeden haberdar olmadığı için Balıklıgöl Devlet Hastanesi ile irtibata geçmediği, sorumlu hekimi bilgilendirmediğini belirtmektedir. Dolayısıyla Balıklıgöl Devlet Hastanesiyle sevkten önce irtibata geçilmediği için bu hastanede de göğüs cerrahı bulunmadığının bilinemediği, bilinseydi hasta doğrudan Harran Üniversitesine sevk edilerek böyle ağır bir travmada zaman kaybedilmeyeceği, bu durumun hizmetin işleyişinde bir eksiklik olduğu, acilde görevli hekiminde sevk prosedürüne uymamasının özen eksikliği olduğu sonucuna varılmıştır.
Somut olayda sağlık hizmetinin sunumundaki eksiklik ve hekimin özen eksikliğinin davacılardaki acı ve ızdırabı artıracağından, Mahkeme kararının manevi tazminat talebinin reddi yönündeki kararının bozulması gerektiği [anlaşılmıştır.]''
24. Karar düzeltme başvuruları da Danıştay Onbeşinci Dairesince 4/7/2017 tarihinde reddedilmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan iki üyenin muhalefet şerhlerinin ilgili kısımları şöyledir:
''... [U]yuşmazlık konusu olayda Mahkeme tarafından alınan ek bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, davacıların yakını olan şahıstaki travmalarda düşünülmesi gereken konsültasyonlardan birinin de genel cerrahi konsültasyonu olduğu açıktır.
Acil hekimi tarafından talep edilen Genel Cerrahi konsültasyon talebi davalı idare tarafından uzman doktorların bir tanesinin yıllık izinde diğerinin ise askerlik görevini ifa etmekte olduğu için yerine getirilememiştir. Bu durumda sağlık hizmetinin sunumunda davalı idarece organizasyon eksikliğinin olduğu açıktır.''
25. Karar düzeltme isteminin reddi üzerine kararın kendilerine tebliğ edildiği 11/10/2017 tarihinden sonra başvurucular 9/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
26. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Aydın Gür, B. No: 2015/3640,30/10/2018, §§ 50-56; Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, §§ 44-50).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucular ilk olarak İ.B.nin zamanında ve yeterli tıbbi tedavi alamadığından yakınmaktadır. Başvurucular bu kapsamda, İ.B.nin yaralandıktan sonra götürüldüğü ilk hastane olan Şanlıurfa Devle Hastanesinde genel cerrah tarafından müdahale edilme imkânı varken üç saat Acil Serviste bekletildiğini, Balıklıgöl Devlet Hastanesi ile iletişim kurulmaksızın yapılan sevk işleminin yanlış olduğunu ve bu Hastane tarafından kabul edilmediğini, hatalı yapılan bu sevkten sonra İ.B.nin sevk edildiği Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde saat 13.45 civarında öldüğünü, tüm bu hususların Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
29. Başvurucular bunun yanında 2007 yılında açılan tam yargı davasının 2017 yılında sona ermesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. İnceleme Kapsamının Belirlenmesi Yönünden
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucuların temel olarak İ.B.nin yaşamının korunması için gerekli önlemlerin alınmamasından ve idari yargıda açtığı tam yargı davasının uzun sürdüğünden şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucunun tüm iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
31. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, yaşama, ....hakkına sahiptir.”
32. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
33. Somut olayda başvurucular İ.B.nin ölümü ile sonuçlanan olay nedeniyle açtığı tam yargı davasının uzun sürdüğünü ve ileri sürdüğü hususların Mahkeme tarafından yeterince ve usulüne uygun olarak incelenmediğini ifade etmişlerdir. Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının usul boyutuyla sınırlı olarak yapılmıştır.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
34. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda İ.B; başvuruculardan Gülizar Bakır ile İsmail Bakır'ın müşterek çocukları, diğerlerinin ise kardeşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul boyutunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
36. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).
37. Pozitif yükümlülüklerin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
38. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ile davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
39. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
40. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi, hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması Anayasa'nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 59-62).
41. Aynı durum yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini hiçe sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut bütünlüğüne zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de geçerlidir (Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 47).
42. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının veya bireylerin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan vakaların tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).
43. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir.
44. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
45. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, § 73).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
46. Somut olayda başvurucuların İ.B.nin ilk defa götürüldüğü hastanede genel cerrahi konsültasyonunun istenmemesini, gerekli usule riayet edilmeksizin sevk işlemi yapılmasını, hastanedeki uzman doktorların sayısının ve izinlerinin özenle planlanmamasını ve açılan davanın uzun sürmesini ifade etmeleri karşısında bireysel başvuru incelemesi, süreçte yaşandığı iddia edilen gecikme ve diğer hataların Mahkemece etkili bir şekilde araştırılıp araştırılmadığı ile sınırlı olacaktır.
47. Görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek ve hukuk kurallarını yorumlamak kural olarak derece mahkemelerinin işi olmakla birlikte yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyetinin bulunduğu davalarda derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir (Ayten Akboz ve İlyas Akboz, B.No: 2015/12382, 11/102018; § 107). Bu husus dikkate alındığında Mahkemenin davanın reddine ilişkin kararının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme içerip içermediğinin Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir.
48. Mahkeme tarafından üç defa ATK'dan rapor alınmıştır. ATK 3. raporunda, İ.B.nin kaza sonrası götürüldüğü Şanlıurfa Devlet Hastanesinde multipl travmatik bir kişiye uygulanması gereken konsültasyonlar açısından genel cerrahi konsültasyonu yapılmamasının bir eksiklik olduğu ancak genel cerrahi konsültasyonu yapılarak ölüme neden olan patolojinin zamanında tespit edilmiş olması halinde bile -kişide saptanan patolojinin ağırlığı da gözönüne alındığında- kişinin kurtulmasının kesin olmadığı görüşü bildirilmiştir.
49. Mahkeme ATK raporlarına dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin değerlendirmesine göre ortada kusur bulunmakla birlikte bu ağır kusur düzeyinde değildir. Hekim hatasından kaynaklı olarak kişinin maddi ve manevi varlığına verilen zararlarda tazminat ödenebilmesi için daha ağır bir kusur şartının aranması makul karşılanabilir. Buna mukabil sağlık kamu hizmetinin işleyişindeki organizasyon eksiklileri sebebiyle oluşan zararların tazmininin ağır kusur şartına bağlanması Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasındaki güvenceleri anlamsız kılabilir. Somut olayda ATK raporundan, genel cerrahi konsültasyonunun yapılmasının tıbbi bir gereklilik olduğu ve bunun yapılmış olması halinde ölüm olayının önlenmesinin mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Tıbben gerekli olan cerrahi konsültasyonun yapılmamış olması hekim hatasından ziyade sağlık kamu hizmetinin işleyişindeki organizasyon eksikliklerine işaret etmektedir.
50. Mahkeme kararında, tazminat istemi reddedilirken ATK'nın ölüme neden olan patolojinin zamanında tespiti halinde bile ölüm olayının engellenmesinin mümkün olmayabileceği yolundaki görüşünün ön plana çıkarıldığı görülmüştür. Bununla birlikte genel cerrahi konsültasyonunun yapılması halinde ölümün engellenme ihtimalinin de bulunduğu hususunun kararda gözardı edildiği anlaşılmıştır. Somut olayın koşulları gözetildiğinde, genel cerrahi konsültasyonunun yapılmamış olmasının basit bir eksiklik olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir. Bu itibarla Mahkemenin kamu makamlarının organizasyon eksikliğinden kaynaklanan ihlalleri dolayısıyla tazminat ödenebilmesini ağır kusurun varlığına bağlayan yorumunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının gereklilikleriyle bağdaşmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
51. Başvuru konusu olayın ayrıca yaşam hakkına ilişkin davaların makul süratte yürütülmesi gerektiği yönündeki ilke açısından da incelenmesi gerekir. Sağlık kurumlarında işlenen kusurlu eylemlerin bilinmesi, ilgili kurumlara ve sağlık personeline potansiyel kusurlarını giderme ve benzer hataların meydana gelmesini önleme imkânı vermesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu tür olaylara ilişkin soruşturma veya davaların süratli bir şekilde incelenmesi, sağlık hizmetlerinden faydalanan tüm bireylerin güvenliği için son derece önemlidir (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 76).
52. Başvurucuların yaşanan ölüm olayı üzerine 2007 yılında açmış oldukları davanın Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/7/2017 tarihli kararı neticesinde kesinleştiği görülmektedir. Başvuruya konu davanın karmaşık bir nitelik arz etmemesi ve başvurucuların davanın uzamasında hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar dikkate alındığında somut olaya ilişkin yargılamanın 10 yıla yakın bir sürede sonlandırılmasının makul olduğu söylenemeyecektir. Dolayısıyla başvuruya konu davanın yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratte yürütülmediği sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucular, ihlalin tespiti ve İ.B.nin babası ve annesi için toplam 100.000 TL maddi ve bu kişiler de dâhil olmak üzere her bir başvurucu için 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).
57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
59. Mevcut başvuruda sağlık hizmetlerinin sunulmasında organizasyon ve planlama eksiklikleri sebebiyle doğan zararlarda tazminat ödenebilmesi için ağır kusur şartı aranması nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin adli makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
60. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
61. Bunun yanında başvuruda makul sürede yargılama yapılamadığının ve bu durumun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ayrıca ihlaline sebebiyet vermesi nedeniyle başvuruculara müştereken net 40.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.
62. Yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için bu hususlarda değerlendirilme yapılmak üzere yeniden yargılamaya hükmedilmesi nedeniyle bu aşamadatazminata ilişkin diğer taleplerin reddi gerekmektedir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50TL bireysel başvuru harcı ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Şanlıurfa 1. İdare Mahkemesine (E.2007/2260) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvuruculara müştereken 40.000 TL manevi tazminatın ödenmesine, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 257,50TL bireysel başvuru harcı ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.