TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YILDIRANLAR GIDA NAKLİYAT SAN. VE TİC. LTD.
ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/37791)
|
|
Karar Tarihi: 29/1/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Yıldıranlar Gıda Nakliyat San. ve Tic.
Ltd. Şti.
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdurrahman SARI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ön alım isteğinin reddine karar verilmesi ve dava
değerine göre istinaf isteğinin esasının incelenmemesi nedenleriyle mülkiyet
hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Mersin'in Akdeniz ilçesi Nacarlı Mahallesi Kızılyaka
mevkiinde bulunan 356 ada 8 parsel tapuda hisseli olarak kayıtlıdır.
Hissedarlardan A.D.D. taşınmazdaki 1/8 payını 4/3/2016 tarihinde 1.000 TL
bedelle davalı H.A.ya devretmiştir.
9. Bu taşınmazda 3/32 pay sahibi başvurucu şirket 25/8/2016
tarihinde kanuni ön alım hakkına dayanan tapu iptali ve tescil davası açmıştır.
Başvurucu şirket dava dilekçesinde, taşınmazda 3/32 oranında payı bulunduğunu
ve paydaşlardan A.D.D.nin 4/3/2016 tarihli satışı nedeniyle tapuda gösterilen
satış bedeli ve devir masraflarından oluşan bedel karşılığında H.A. adına olan
kaydın iptaliyle adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Başvurucu şirket
bildirmiş olduğu 1.000 TL dava değeri üzerinden harç yatırmıştır.
10. Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 9/3/2010
tarihinde taşınmaz başında keşif icra etmiştir. Mahkeme yapmış olduğu keşifte
taşınmazın fiilî durumunu gözlemlemiş, tarafları ve tanıkları dinlemiş, ziraat
mühendisi ve kadastro teknik bilirkişiden taşınmazın hukuki ve fiziki durumunu
belirtir raporlarını sunmasını istemiştir.
11. Kadastro teknik bilirkişi uyuşmazlığa konu taşınmazın arazi
üzerindeki konumuve hukuki durumunu bildirir raporunu sunmuştur. Aynı şekilde
ziraat mühendisi bilirkişi de taşınmazın niteliği, üzerinde sürdürülen tarımsal
faaliyetin türü ve buna göre taşınmazın değerini belirtir raporunu ibraz
etmiştir. Söz konusu raporda taşınmazın değeri 336.527 TL olarak bildirilmiştir.
12. Mahkeme 11/5/2017 tarihli karar oturumunda bilirkişilerce
ibraz edilen raporlara karşı tarafların beyanlarını tespit etmiştir. Başvurucu
şirket vekili fiilî taksim iddiasını kabul etmediklerini belirterek tapudaki
satış bedeli ve satış masraflarından oluşan bedeli depo etmek üzere süre
verilmesini talep etmiştir. Başvurucu vekilinin süre talebini yerinde görmeyen
Mahkeme, yargılamaya son vererek davayı istinaf yolu açık olmak üzere
reddetmiştir. Mahkeme kararında öncesinde tek parça olarak bir kişiye ait olan
taşınmazın bu kişinin ölümüyle mirasçıları arasında hisseli hâle geldiği ve
mirasçılar tarafından yapılan satışlardan sonra da fiilî taksime konu edildiği
saptamasında bulunmuştur. Mahkeme bu saptamadan hareketle satıcı A.D.D.nin
fiilî taksim sonucu oluşan kullanımına diğer hissedarlarla birlikte itiraz
etmeyen başvurucu şirketin H.A.ya yapılan satışa karşı ön alım hakkını
kullanmasının iyi niyet kurallarına aykırı olduğu kanaatine varmıştır.
13. Başvurucu şirket, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur.
Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi (BAM) 20/10/2017 tarihinde
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 341. maddesi
uyarınca dava değeri itibariyle ilk derece mahkemesi kararı kesin olduğundan
istinaf isteğinin reddine karar vermiştir.
14. BAM'ın nihai nitelikli 20/10/2017 tarihli kararının
başvurucuya tebliğine ilişkin dosya kapsamında belge ve bilgi bulunmamakla
birlikte başvurucunun süresi içinde 16/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunduğu saptanmıştır.
15. Başvurucu 20/10/2017 tarihli karara karşı temyiz isteğinde
bulunmuşsa da BAM 30/11/2017 tarihinde isteğin reddine karar vermiştir. BAM'ın
temyiz isteğinin reddi kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay
14. Hukuk Dairesi 2/7/2018 tarihinde temyiz isteğinin reddi kararını onamıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
16. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ''Önalım hakkı sahibi'' kenar başlıklı
732. maddesi şöyledir:
“Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz
üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer
paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler.”
17. 4721 sayılı Kanun'u 734. maddesi şöyledir:
“Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak
kullanılır.
Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline
karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim
tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla
yükümlüdür.”
18. 6100 sayılı Kanun'un ''İstinaf
yoluna başvurulabilen kararlar'' kenar başlıklı 342. maddesinin (1)
ve (2) numaralı fıkralarışöyledir:
"İlk derece mahkemelerinden verilen nihai
kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu
taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf
yoluna başvurulabilir.
Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını
geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir."
2. Yargıtay Kararı
19. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 4/3/2019 tarihli ve
E.2016/4803 K.2019/1871 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Önalım hakkı, paylı mülkiyet hükümlerine
tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmazdaki payını kısmen veya tamamen üçüncü
kişiye satması halinde, diğer paydaşlara, satılan bu payı öncelikle satın alma
yetkisi veren bir haktır. Bu hak, paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar
ve pay satışı yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.
Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı
kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı
arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım
bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve
masrafların toplamından ibarettir.
Dava konusu payın satışına ilişkin hukuki
işlemin tarafı olan davalı üçüncü kişi durumundaki davacıya karşı bedelde
muvazaa iddiasında bulunamaz ise de davacı önalım hakkına engel olmak amacıyla
resmi satış senedinde satış bedelinin yüksek gösterildiğini ileri sürebilir ve
bu iddiasını tanık dahil her türlü delille kanıtlayabilir.
Somut olaya gelince; davalının yargılamaya
ilişkin 23/1/2014 tarihli celsedeki beyanında, davaya konu 8 parsel sayılı
taşınmazdaki 83/311 hissenin şirket ortaklığından ayrılması karşılığında
kendisine bedelsiz devredildiğini belirtmişse de dosya içerisinde bulunan
5/9/2012 tarihli resmi senette adı geçen hisseye ilişkin devrin 50.000,00TL
karşılığında gerçekleştiği, resmi senedin aksini davalının ispat etmesi
gerektiği ve davalının yargılamada senedin aksini ispatlayamadığı
gözetildiğinde mahkemece, resmi senetteki 50.000,00TL ile tapu, harç ve
masrafların toplamı depo ettirildikten sonra davanın kabulüne karar verilmesi
gerekirken; davalının muvazaa iddiası kabul edilerek taşınmazın, 25/2/2014
tarihli bilirkişi raporunda belirtilen dava tarihindeki değeri üzerinden karar
verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu sebeple bozulması gerekmiştir.''
20. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 19/1/2017 tarihli ve
E.2016/32610, K.2017/557 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"DAVA : Davacı, kıdem, ihbar tazminatı,
ücret alacağı, fazla mesai ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti
alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Mahkemece, davalının temyiz istemi hakkında,
17.10.2016 tarihli ek karar ile temyiz isteminin kesinlik sınırının altında
kaldığından temyizin reddi kararı verilmiş, davalı bu kararı süresinde temyiz
etmiştir. Dosya içeriğinden, mahkemenin bozma aşamasından sonra yaptığı
yargılama ile davacı tarafın menfi tespit davasının kabulüne karar verdiği,
iptal konusu olan senet miktarının 31.775,04 TL olmakla davalının temyiz konusu
yaptığı alacak miktarının kesinlik sınırının üzerinde olduğu anlaşıldığından
davalının temyizinin reddi doğru değildir. Mahkemenin 17.10.2016 tarihli temyiz
isteğinin reddine ilişkin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına karar
verildi.''
B. Uluslararası Hukuk
21. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ümit Okutan, B. No: 2015/7104, 30/10/2018,
§§ 22-25.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 29/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, ön alım davasının reddi kararı ile birlikte
paydaş olduğu taşınmazda tanımadığı yabancı kişilerle ortaklık yapmak zorunda
kalmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
24. Anayasa’nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet hak[kına] sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
26. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucuların uyuşmazlık konusu
taşınmazda pay sahibi oldukları tartışma konusu değildir. Dolayısıyla
uyuşmazlığa konu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında
başvurucuların mülklerinin mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
27. Ön alım hakkı 4721 sayılı Kanun'un 732. maddesine göre paylı
mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü
kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlara kanun ile tanınan bir haktır. Bu
yönüyle ön alım hakkının paylı mülkiyetin söz konusu olduğu durumlarda mülkiyet
hakkı sahibine sağlanan kanuni bir hak olduğu ve önemli bir ekonomik değer
ifade ettiği açıktır. Başvurucu da pay sahibi olduğu taşınmazda diğer paydaşça
yapılan satış yönünden kanunla ön alım hakkı tanındığı hâlde bundan
yararlanamadığından şikâyet etmektedir. Başvuru konusu olayda başvurucunun
mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale
mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla
başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden
inceleme yapılması gerekmektedir.
i. Genel İlkeler
28. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların
birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı
karşıya gelen menfaatlerini gözeterek mülkiyet hakkını korumakla yükümlü
bulunan devletin, maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine
getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk
olarak devletin etkili bir hukuksal mekanizma oluşturma yükümlülüğü
çerçevesinde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut
olup olmadığı irdelenmelidir.
29. İkinci olarak başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili
makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir.
Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir.
Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu
madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk
sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde
uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir
biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu
değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (benzer
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Züliye
Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
30. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler
arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü
olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz
konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine
getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu
ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu
zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle
birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin
temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde
değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil
Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563,
24/5/2018, § 53).
31. Son olarak ise mülkiyet hakkını koruyacak ve yeterli
güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı
incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda
bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut
olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir
yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca
dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol
açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine
bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi, pozitif
yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Buna göre olayın bütün koşulları
ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları
gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip
dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik
Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
32. Somut başvurunun konusu, paydaşı olunan taşınmazda ön alım
hakkı çerçevesinde başka kişilerle ortak olunmak zorunda bırakılması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıdır.
33. Bu bağlamda ilk olarak; ön alım hakkının kullandırılması ile
ilgili belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün varlığı hususu
irdelenmelidir. Somut olayda başvurucunun taşınmaz üzerindeki payları 4721
sayılı Kanun'un 732., 733. ve 734. maddelerine istinaden davacı adına tescil
edilmiştir. Bu durumda derece mahkemelerince mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına konu edilen uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan,
öngörülebilir, ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan bir hukuksal
çerçeve kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının
yorumlanarak sonuca varıldığı görülmektedir.
34. İkinci olarak başvurucunun mülkiyet haklarına yapılan
müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili
makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının onlara tanınıp tanınmadığı
incelenmelidir. Mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama
sürecinin bütününe bakıldığında başvurucunun kendisini vekil ile temsil
ettirdiği, başvurucuya itiraz ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini
sunabilme olanağının tanındığı anlaşılmaktadır.
35. Diğer taraftan başvurucu ön alım hakkının ortaya çıkış ve
yasal olarak düzenlenme amacına aykırı olarak istemediği kişilerle hissedarlık
yapmak zorunda kaldığını ileri sürmüş ise de Anayasa Mahkemesinin delillerin
değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler
bakımından görevi, bireysel başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Derece
mahkemeleri önünde hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair
bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların derece mahkemelerince kesin olarak reddedildiği durumlarda açıkça
keyfî olmadığı veya bariz bir takdir hatası içermediği sürece Anayasa
Mahkemesinin, derece mahkemelerinin takdirine müdahale etmesi mümkün değildir.
Kaldı ki derece mahkemesinin ilgili kanun hükümlerini yorumlamamak suretiyle
öngörülen şartların oluştuğu gerekçesine dayandığı dikkate alındığında bu
kararların keyfi veya öngörülemez olduğu da söylenemez.
36. Son olarak ise ön alım hakkının kullandırılmaması nedeniyle
başvurucunun mülkiyet haklarını koruyacak ve yeterli güvenceler sağlayacak
hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir.
37. Buna göre somut olayda ön alım davasının ilk derece
mahkemesi tarafından davalı tarafça fiilî taksim olgusunun ispatlandığı kabul
edilerek reddolunmasının diğer paydaşın mülkiyet hakkının korunması amacına
yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu
gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun
koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece
mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin
mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir
sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan
biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi
pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve
taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde
bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği
değerlendirilmelidir.
38. Derece mahkemesinin tespit ettiği üzere ön alım davasına
konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca fiilî taksime konu edilmiş ve
bu şekilde yapılan fiilî taksime diğer paydaşlarla birlikte başvurucunun da
herhangi bir itirazının bulunmadığı anlaşılmıştır. Derece mahkemesi de fiilî
taksim olgusunun sabit olduğu kanaatine vararak davanın reddine karar
vermiştir. Derece mahkemesine göre zamanında ön alım hakkına konu yerde hak
iddia etmeyen başvurucunun tapuda yapılan satış nedeniyle ön alım hakkını
kullanması 4721 sayılı Kanun'un 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile
bağdaşmamaktadır.
39. Öte yandan başvurucunun paydaşı olduğu taşınmazda kanuni ön
alım hakkını kullanmak istediği davanın reddedilmesi neticesinde başka
kişilerle ortak olmak zorunda kalması nedeniyle bir külfete katlandığı açıktır.
Böyle bir durumda her iki tarafın menfaatlerini dengeleyecek mekanizmaların
varlığı ve bu bağlamda tapusu iptal edilen kişiye tanınan imkânların ve giderim
yollarının varlığı önem taşımaktadır. Ancak derece mahkemesince de belirtildiği
üzere başvurucunun zamanında ön alım hakkına konu yerde hak iddia etmemesi bu
sonuca yol açmıştır. Diğer bir deyişle başvurucunun zamanında dava yoluna
giderek hakkını kullanması mümkünken bunu yapmadığı görülmektedir.
40. Dolayısıyla öncelikle başvuruya konu ön alım hakkı
çerçevesindeki uyuşmazlığa ilişkin olarak devletin pozitif yükümlülükleri
kapsamında mülkiyetin korunmasına yönelik belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir kanun hükümlerinin ve buna dayalı olarak yerleşik yargısal
içtihatların mevcut olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca bireysel başvuruya konu
yargılama süreci bir bütün olarak dikkate alındığında mülkiyet hakkının
korunması yükümlülüğü yönünden başvurucuların usule ilişkin güvencelerden etkin
biçimde yararlanmasının sağlandığı, kararlarda yer verilen tespit ve
gerekçelere göre yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı
sonucuna varılmıştır. Nihayet başvurucuların mülkiyet haklarının korunmasına
ilişkin etkin ve yeterli güvencelerin mevcut olduğu da anlaşılmaktadır. Sonuç
olarak tüm bu hususlar birlikte gözetildiğinde ön alım davasının reddedilmesi
neticesinde başvurucunun başka kişilerle ortak olmak zorunda bırakılması
suretiyle yapılan müdahale yönünden mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin
olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
41. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddia yönünden başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
42. Başvurucu, taşınmazın değeri keşfen 336.527,40 TL olarak
belirlenmişken tapudaki satış değerinin 1.000 TL olarak gösterilmesi nedeniyle
ilk derece mahkemesi kararına yönelik istinaf talebinin kesinlik sınırının
altında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
45. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. Maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin
gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
46. Öte yandan mahkemeye erişim hakkı ilk derece mahkemesine
dava açma hakkının yanı sıra itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına
başvurma imkânı tanınmış ise anılan yollara başvurma hakkını da içerir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, §
49).
47. Başvurucunun istinaf isteğinin dava değeri itibarıyla ilk
derece mahkemesi kararının kesin olması nedeniyle reddedilmesi sonucunda
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu
görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
48. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
49. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
50. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
51. Başvurucunun istinaf isteğinin reddi kararının 6100 sayılı
Kanun'un 342. maddesinin (2) numaralı fıkrasına dayandığı görülmektedir.
Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
(2) Meşru Amaç
52. Belli bir miktarın altındaki uyuşmazlıklara ilişkin ilk
derece mahkemeleri karalarının kesin olması, kanun yolu incelemesi yapan üst
mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmemesi ve böylece önem taşıyan nitelikli
başvurular üzerinde yoğunlaşmayı temin etmeye yöneliktir. İlk derece
mahkemelerinin her türlü kararına karşı kanun yoluna gidilememesi genel
ifadesiyle hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan adaletin iyi yönetimi ve
yargılamaların makul süre içinde tamamlanmasını hedeflemekte olup anayasal açıdan
meşru bir amaca dayalıdır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
53. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkı mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak Anayasa'nın 13.
maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye
erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir.
Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen hukuki veya fiilî sınırlamalar
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan
Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
54. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
55. Ölçülülük ilkesi, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen
amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından
müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir. Öngörülen tedbirin, kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına
sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176,
K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37,
5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
Müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken ilgili yasal düzenlemelerle birlikte
somut olayın koşulları ve başvurucunun tutumu da gözönünde bulundurulmalıdır (Ahmet Ersoy ve diğerleri, B. No:
2014/4212, 5/4/2017, § 50).
56. Yargısal başvuruların birtakım usul kurallarına tabi
kılınması tek başına mahkemeye erişim hakkını zedelemez. Bununla birlikte
yargısal başvuru usullerinin belirli ve öngörülebilir olması gerekir. Öte
yandan mahkemeler kanun yollarına başvuru için getirilen koşulları uygularken
kişilerin mahkemeye erişimlerini engelleyecek veya aşırı derecede zorlaştıracak
ölçüde şekilcilikten kaçınmalıdır. Bu kapsamda toplum ve kamuoyu yönünden sahip
olduğu miktar itibariyle pek bir önem arz etmeyen uyuşmazlıklara ilişkin ilk
derece mahkemeleri kararlarının yargı mercilerinin sahip olduğu kısıtlı kaynak
ve insan gücünü önemli uyuşmazlıklara yöneltebilmesi amacıyla istinaf ve temyiz
yoluna kapalı tutulması mümkün olup ulaşılmak istenen hedef bakımından
elverişsiz olduğu ya da gerekli olmadığı söylenemez.
57. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği
gereği ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus, derece mahkemelerinin
gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence
altına temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Bu itibarla derece
mahkemelerinin vermiş olduğu kararın kesin nitelikte olup olmadığını belirlemek
Anayasa Mahkemesinin görevi olmayıp Anayasa Mahkemesi, ilgili derece
mahkemelerinin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini
incelemektedir.
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
58. Somut olayda başvurucunun hissedarı bulunduğu müşterek
mülkiyete tabi taşınmazın 1/8 hissesi mevcut hissedarlar dışında bir şahsa
resmî satışla devredilmiştir.Taraflarca satış bedeli olarak 1.000 TL
gösterilmiş ve başvurucu da süresi içinde satış bedeli ve devir masraflarından
oluşan miktarı alıcıya ödemeye hazır olduğunu belirterek kanuni şufa hakkını
kullanmak istemiştir.
59. 4721 sayılı Kanun'un 734. maddesi uyarınca müşterek
mülkiyete tabi bir taşınmazda mevcut hissedarlar dışındaki kişilere yapılan
satış işlemlerine karşı hissedarlardan bir ya da bir kaçının kanunda öngörülen
şartlar altında satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini hâkim
tarafından belirlenen süre içinde yine hâkim tarafından belirlenen bir yere
depo etmesi hâlinde taşınmazın tapu kaydı iptal edilmekte ve taşınmaz ön alım
hakkını kullanan kişi adına tescil edilmektedir. Yargıtayın istikrarlı
içtihatlarında ön alım hakkını kullanan paydaşa tapudaki satış bedeli ve
alıcıya düşen tapu giderlerinin ödenmesinden başka bir sorumluluk
yüklenmemektedir. Öte yandan tapudaki satışın alacaklısı olan kişinin resmî
senetteki satış bedelinden fazlasını isteyebilmesi de söz konu değildir. Başka
bir anlatımla diğer şartların varlığı hâlinde taşınmazın değeri ne kadar yüksek
olursa olsun ön alım hakkını kullanan kişinin sorumluluğu ancak resmî satışta
belirtilen miktar kadardır (bkz. §19).
60. Bu hâlde resmî senette yazılı miktar ile taşınmazın değeri
arasında aşırı bir dengesizlik bulunmasının taraflara etkisi ve bu miktarın ön
alım hakkını kullanan şahsın lehine olması hâlinde ön alım hakkı sahibinin bu
değere mutlak olarak bağlı olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir. 4721
sayılı Kanun'un 2. maddesi herkesin haklarını kullanırken dürüst davranma
yükümlülüğü altında bulunduğuna amirdir. Bu maddeden hareketle tapuda yapılan satışların
iyiniyet ve dürüstlük kurallarına uygun şekilde yapıldığının kabulü
gerektiğinden resmî akdin tarafları taşınmazın gerçek değeri daha fazla olsa
bile senettegösterdikleri bedelin doğruluğunun aksini ileri süremeyecektir.
Buna karşılık ön alım hakkını kullanmak isteyen hissedar taşınmazı gerçek
değerinden daha az bir bedelle satın alma imkanına sahip olacaktır. Görüldüğü
üzere gerçek değerin resmî satış değerinin üzerinde olduğu hâllerde ön alım
hakkı sahibi önemli bir avantaj elde etmektedir.
61. Anayasa Mahkemesi mahkemeye erişim hakkı kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde bireysel başvuruda usul kurallarının uygulanması konusunda
derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin denetlenemeyeceğini, usule
ilişkin uygulamanın kişinin mahkemeye erişim hakkını Anayasa’ya aykırı olarak
kısıtlayıp kısıtlamadığının gözönüne alınacağını belirtmiştir (Neriman Polat, B. No: 2012/1223,
5/11/2014, § 33).
62. Başvuruya konu uyuşmazlıkta, başvurucu paydaş olup
taşınmazın keşif sonucunda belirlenen değerine yaklaşık bir değeri bilebilecek
durumdadır. 3.059,32 m2lik bir taşınmazın 2016 yılı
itibarıyla 1.000 TL'den çok daha fazla bir değere sahip olacağı da aşikardır.
Öte yandan 2016 yılı itibarıyla ilk derece mahkemelerinin kesinlik sınırı BAM
kararında belirtildiği üzere 3.114,90 TL'dir. Anılan kesinlik sınırı 6100
sayılı Kanun'un 342. maddesinde açıkça belirtilmiş olup vergi mevzuatı uyarınca
yeniden değerleme oranı gereğince 2017 yılında 3.114,90 TL olarak uygulanacağı
hususunda da bir tereddüt bulunmamaktadır.
63. Yukarıda açıklandığı üzere taşınmazın hissedarı olan
başvurucu satılan payın gerçek değerinin resmî satışta belirtilen miktardan
önemli miktarda fazla olduğunu bilebilecek durumdadır. İlgili mevzuat ve
Yargıtay kararlarında ön alım hakkını kullanan kişinin satış senedindeki
miktarı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmişse de bu hakkı kullanan kişinin bu
miktara bağlı olmadan gerçek değere yakın ya da en azından kesinlik sınırı
üzerinde bir tutardan payı satın almasına engel bir hâl bulunmamaktadır. Öte
yandan bir kısım uyuşmazlıklar yönünden ilk derece mahkemelerinin belirli bir
miktarın altındaki kararlarının kesin nitelikli olduğu ve bu kararların esasına
ilişkin istinaf veya temyiz incelemesinin mümkün olmadığının bir avukat
tarafından temsil edilen başvurucu tarafından bilinemeyeceği de söylenemez.
Somut olayda gerçek değerinin satış senedinde belirtilen miktardan çok daha
yüksek olduğunu bilen başvurucu, taşınmazı gerçek değerinden satın alma yerine
resmî satış değerinden satın alma yolunu seçmiş, BAM'da başvurucunun bu
seçimini esas alarakistinaf incelemesini yapmıştır. Bu itibarla istinaf
isteğinin reddine karar verilmesinin öngörülebilirlik sınırları içinde olduğu
ve söz konusu istinaf isteğinin reddedilmesinin başvurucuya aşırı bir külfet yüklemediği
sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkının
korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil denge bozulmadığından
mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir müdahale olmadığı sonucuna varılmıştır.
64. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
65. Başvurucu şirket, keşif sırasında dinlenen tanıkların fiilî
kullanıma ilişkin bilgileri olmadığını bildirmeleri ve özellikle kendilerinin
kullanımındaki bir yeri göstermemeleri nedeniyle fiilî taksimden söz
edilemeyeceğini iddia etmiştir. Başvurucu şirkete göre ilk derece mahkemesinin
fiilî taksime yönelik kabulü dosya kapsamı ve Yargıtayın önceki kararlarına
aykırı olup davanın reddine karar verilmesi sonucunda istemediği hâlde üçüncü
kişi ile paydaş olmakta ve bu durum mağduriyetine neden olmaktadır. Başvurucu
derece mahkemelerinin bariz takdir hatasından kaynaklanan mağduriyeti nedeniyle
adil yargılanma hakkı yanında, yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
66. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu şirket, adil yargılanma hakkı
yanında yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının da ihlal edildiğini iddia etmişse de sermaye şirketi niteliğindeki
başvurucunun bu yöndeki iddialarının özü derece mahkemelerince hukuk
kurallarını yorumlaması ve delillerin takdirinde isabet bulunmadığına ilişkin
olup bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
67. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
68. Somut olayda başvurucu, başvurucu şirket uyuşmazlığa konu
taşınmazda fiilî taksim bulunmadığını ileri sürerek mahkeme kararının doğru
olmadığını ileri sürmektedir. Başvurucu tarafından ileri sürülen bu iddia,
delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup
yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğindedir.
69. Açıklanan gerekçelerle başvuruların bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
29/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.