TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELAHATTİN DEMİRTAŞ BAŞVURUSU (3)
|
(Başvuru Numarası: 2017/38610)
|
|
Karar Tarihi: 9/6/2020
|
R.G. Tarih ve Sayı: 19/6/2020-31160
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Selahattin DEMİRTAŞ
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Benan MOLU
|
|
|
Av. Mahsuni KARAMAN
|
|
|
Av. Aygül DEMİRTAŞ GÖKALP
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi
aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması, tahliye talepleri ile tutukluluğa
yönelik itirazların karara bağlanmaması ve tutukluluk incelemelerinin
yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvurular 24/11/2017, 29/5/2018, 18/6/2018,
27/11/2018 ve 11/12/2018 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. 2017/38610, 2018/14692, 2018/34462 ve 2018/35971
sayılı başvurular yönünden başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, anılan başvurular yönünden
görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşlerine karşı süresinde
beyanda bulunmuştur.
8. 2018/16592 sayılı başvuru bakımından Bakanlığa
bildirim yapılmasına gerek görülmemiştir.
9. Yapılan incelemede 2018/14692, 2018/16592, 2018/34462
ve 2018/35971 sayılı başvuruların başvurucu tarafından aynı konuyla bağlantılı
olarak yapıldığı anlaşıldığından 2017/38610 sayılı başvuru ile
birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar
verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
10. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve
belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
11. Başvurucu 22/7/2007 tarihinde Diyarbakır'dan,
12/6/2011 tarihinde Hakkâri'den bağımsız olarak [Daha sonra sırasıyla Demokratik
Toplum Partisine (DTP) ve Barış ve Demokrasi Partisine (BDP) katılmıştır.];
7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde ise Halkların Demokratik Partisinden (HDP)
İstanbul milletvekili seçilmiştir. Başvurucu 1/2/2010 tarihinde BDP'nin eş
genel başkanlığına, BDP'nin HDP'ye katılmasıyla da HDP eş genel başkanlığına
seçilmiş; bu görevine 11/2/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Başvurucu ayrıca
24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde aday gösterilmiş, %8,40
ile en çok oy alan üçüncü aday olmuştur.
A. Tutuklama
Tedbirine İlişkin Süreç
12. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı
dönemlerde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak farklı Cumhuriyet
başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir
suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça
tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü
uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının
kaldırılması istemiyle ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından otuz bir
ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak
üzere Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir.
13. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir
bölümünü etkileyen şiddet (terör) olayları ve 2015 yılının Haziran ayından
itibaren ülkede terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve
kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun
tartışmalar yaşanmıştır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda
değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM
Başkanlığına sunulmuştur.
14. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen
6718 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici 20. madde ile "Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz. Bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması
amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir.
15. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından
kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla düzenlemede belirtilen mercilere
intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm
uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu
Karma Komisyon Başkanlığında, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin
TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan dosyaların gereğinin
yapılması amacıyla yetkili merciye iade edileceği öngörülmüştür.
16. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki çok sayıda fezlekeye
konu olan soruşturma dosyaları Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü
aracılığıyla 2016 yılı Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Cizre,
Kızıltepe, Nusaybin, Bingöl, Van, Batman, Elâzığ, Ankara ve Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılıklarına gönderilmiştir.
17. Nusaybin ve Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılıkları
başvurucu hakkında uhdelerinde bulunan soruşturma dosyalarını -isnat edilen
suçların ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamında olduğu gerekçesiyle-
fezlekeyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı ise
aynı gerekçe ile Şırnak Başsavcılığına göndermiştir. Şırnak, Mardin, Van,
Elâzığ, Bingöl, Batman ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılıkları da fezlekeyle gelen
ve/veya uhdelerinde bulunan soruşturma dosyalarını "[farklı]
soruşturma dosyaları üzerinden yürütülen soruşturmaların birlikte
yürütülmesinde maddi gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından hukuki bir fayda
olacağı" ve "suçun vasfının tayini konusunda tüm dosyaların
birlikte değerlendirilmesinin önem arz ettiği" gerekçesiyle Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere yetkisizlik kararı vermiştir.
18. Diğer taraftan ifadesi alınmak üzere soruşturma
makamları tarafından farklı tarihlerde çağrı kâğıdı/talimat gönderilerek
savcılıklara davet edilen başvurucu, bu çağrılara uymamıştır. Bu sürecin
öncesinde -dokunulmazlıklara ilişkin kanun teklifinin TBMM Başkanlığına
sunulmasından sonra- HDP eş genel başkanı olan başvurucu 19/4/2016 tarihinde
TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok
öyle bir şey. Şunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta
dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla
ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle
kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl
çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız, yok öyle yağma." şeklinde
ifadeler kullanmıştır.
19. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu
hakkındaki fezlekelere konu tüm soruşturma dosyalarının 2016/24950 sayılı
soruşturma dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece başvurucu
hakkında farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca düzenlenen otuz bir ayrı
fezlekede suça konu edilen tüm fiillerin birlikte değerlendirilmesi mümkün hâle
gelmiştir. Başsavcılık "üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti,
mevcut delil durumu değerlendirilerek" başvurucunun gözaltına
alınmasına karar verildiğini belirterek "yakalanarak gözaltına
alınabilmesi amacıyla" evinde 4/11/2016 tarihinde arama yapılmasına
karar verilmesi talebiyle Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur.
Hâkimliğin 3/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun "üzerine atılı
suçlama nedeni ile kaçma ya da delilleri yok etme riskinin yoğun bir şekilde
bulunduğu, CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 118/2 maddede belirtilen
şartların oluştuğu" gerekçesiyle başvurucunun -yakalanarak gözaltına
alınabilmesi amacıyla- evinde arama yapılmasına izin verilmiştir.
20. Gözaltı ve arama kararları uyarınca başvurucu
4/11/2016 tarihinde Diyarbakır'daki evinde yakalanarak gözaltına alınmış ve
aynı gün saat 06.00'ya kadar Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde gözaltında
tutulmuştur. Başvurucu daha sonra hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir.
21. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde
başvurucuyu tutuklanması istemiyle Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliğine sevk
etmiştir.
22. Hâkimlik 4/11/2016 tarihinde başvurucunun silahlı
terör örgütüne üye olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından
tutuklanmasına karar vermiştir. Anılan kararda başvurucuya isnat edilen
eylemlere ilişkin olarak bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar özetle
şöyledir:
i. Suriye'de DAEŞ ile PYD/YPG arasında çatışmaların
yoğunlaşması üzerine PKK tarafından sokağa çıkmaları yönünde halka çağrılar
yapıldığı ve bunların örgüte müzahir internet sitelerinde yayımlandığı, HDP'nin
sosyal medya hesabından da eş zamanlı benzer çağrıda bulunulduğu, bunun HDP
Merkez Yürütme Kurulu (MYK) adına yapıldığı ve başvurucunun da HDP eş genel
başkanı ve MYK üyesi olduğu, çağrılar sonrasında sokağa çıkan terör örgütü
sempatizanları tarafından gerçekleştirilen olaylarda çok sayıda kişinin öldüğü,
kamu binalarına, güvenlik güçlerine ve işyerlerine saldırılar düzenlendiği,
işyerleri ve bankaların yağmalandığı, söz konusu olaylar nedeniyle kamu
güvenliğinin tesis edilmesinin uzun bir süre aldığı, böylece başvurucunun halkı
suç işlemeye alenen tahrik suçunu işlediğine dair hakkında kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu belirtilmiştir.
ii. Başvurucunun farklı tarihlerde yaptığı konuşmalarda
yukarıda belirtilen eylem çağrısına sahip çıktığı, PKK'nın hendek kazmak
suretiyle özerk yönetimler oluşturma hedefi doğrultusundaki eylemlerini "direniş"
olarak adlandırdığı ve meşru gösterdiği, KCK sözleşmesi kapsamında faaliyet
gösteren Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) faaliyetlerine katıldığı
belirtilerek ve başvurucu hakkında düzenlenen fezlekelere konu eylemlerle
ilgili çok sayıda soruşturmanın varlığına genel atıf yapılarak terör örgütüne üye
olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu ifade edilmiştir.
23. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön
koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama
nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "müsnet suç için kanunda
öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK 100/3. maddesinde
belirtilen katalog suçlardan oluşu, verilmesi beklenen cezaya göre tutuklama
tedbirinin ölçülü ve gerekli olduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının
yetersiz kalacağı" değerlendirmesine yer verilmiştir.
24. Diyarbakır 2. ve 3. Sulh Ceza Hâkimlikleri sırasıyla
1/12/2016 ve 30/12/2016 tarihlerinde başvurucunun tutukluluk durumunu dosya
üzerinden incelemiş ve "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
somut delillerin olması ve tutuklama nedeninin bulunması, üzerine atılı suçun
vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durum, suça dair yasada yazılı cezanın üst
haddi de dikkate alındığında Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 5. Maddesinde
öngörülen geçerli şüphe sebeplerinin, 1982 anayasasının 19. Maddesinde
belirtilen kuvvetli belirtinin ve CMK'nın 100/1 maddesinde öngörülen kuvvetli
suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu müsnet suçun CMK'nın
100/3-a maddesinde sayılan katolog suçlardan olması, verilmesi beklenen cezaya
göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması bu nedenlerle adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle tutukluluğun devamına
karar vermiştir.
25. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2017
tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme,
terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa
alenen tahrik etme, halkı kanunlara uymamaya tahrik etme, kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine
katılma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen
kendiliğinden dağılmama, suç işlemeye alenen tahrik etme, halkı kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarını işlediğinden bahisle
cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası
açılmıştır.
26. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2017 tarihinde
iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/101 sayılı dosya üzerinden
kovuşturma aşaması başlamıştır.
27. Mahkemenin aynı tarihte yaptığı tensip incelemesinde
başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Kararın
gerekçesi şöyledir:
"[Başvurucuya]
isnat edilen suçların sayısı ve niteliği; atılı suçların işlendiğine dair
kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin (iletişimin tespiti kararları,
görüşme dökümleri, tespit tutanakları) bulunması, sanığın savunmasının
alınmamış olması, soruşturma aşamasında Tebligat Kanununun 21. maddesine göre
yapılan tabligatla suçlamalarla ilgili ifadeye çağılmasına rağmen ifade vermeye
gitmiş olup soruşturma beyanlarının yakalanarak gözaltına alınması sonrası
alınabilmiş olması, kovuşturmada henüz beyanlarının alınmamış olması, isnat
edilen silahlı terör örgütü yöneticiliği suçunun CMK.nın 100/3. maddesinde
sayılan suçlardan olması ve tutuklama kararında belirtilen tutuklama
nedenlerinde bir değişiklik olmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde
tutuklama nedenlerinin var olduğu;
Yukarıda açıklanan hususlar ve sanığa isnat edilen
eylemlerin sübutu halinde bunlar için öngörülen cezaların alt ve üst sınırları
birlikte dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz
kalacağı;
İsnat edilen eylemlerin sayı ve yoğunluğu ile bunların
nitelikleri, suçların sübutu halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı dikkate
alındığında sanığın siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın
tutuklu yürütülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir dengenin mevcut olduğu
... [anlaşılmıştır.]"
28. Mahkeme aynı tarihte kamu güvenliği gerekçesiyle
davanın nakli için Bakanlığa başvuruda bulunmuştur. Bakanlığın davanın nakli
talebini inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesi 22/3/2017 tarihinde "yargılamanın
esas yetkili mahkemesinde yapılması durumunda kamu güvenliği yönünden açık ve
yakın tehlikenin söz konusu olabileceği" gerekçesiyle davanın Ankara
Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar vermiştir.
29. Anılan karar uyarınca Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi
6/4/2017 tarihinde söz konusu dava dosyasını Ankara Nöbetçi Ağır Ceza
Mahkemesine göndermiş, tevzi işlemi sonrasında dava dosyası Ankara 19. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2017/47) gelmiştir.
30. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2017 tarihinde,
başvurucu hakkındaki dava ile Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/224
sayılı dava dosyası arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle
davaların birleştirilmesi hususunda Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinden görüş
sormuştur. Anılan Mahkeme 28/4/2017 tarihinde -E.2015/224 sayılı dosyaya
ilişkin olarak 24/4/2017 tarihinde karar verilmiş olduğundan- birleştirme
yönünden muvafakat verilmediğini belirtmiştir.
31. Öte yandan Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 28/4/2017
tarihinde yaptığı tensip incelemesinin sonunda "üzerine atılı suçun
vasfı ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanık savunmaları, bilirkişi inceleme
raporları ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin varlığı, atılı suçların cezaların alt ve üst sınırları,
CMK.nun 100/3 maddesinde sırasında kayıtlı katalog suçlardan olması,
tutuklulukta geçen süre dikkate alındığında adli kontrolün bu aşamada yetersiz
kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir.
32. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2017 tarihinde, bu
kez başvurucu hakkındaki dava ile Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/500
sayılı dava dosyası arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle
davaların birleştirilmesi hususunda Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesine görüş
sormuştur. Anılan Mahkeme 14/6/2017 tarihinde birleştirmeye muvafakat
verilmediğini belirtmiştir.
33. Buna karşılık Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi
20/6/2017 tarihinde başvurucu hakkındaki davanın Ankara 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2017/500 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar
vermiştir.
34. Diğer taraftan -birleştirme kararının henüz
kesinleşmediğine vurgu yaparak- başvurucunun tutukluluk durumunu 22/6/2017
tarihinde dosya üzerinden inceleyen Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi "atılı
suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve tüm dosya kapsamı nazara
alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin
varlığı, atılı suçun; cezasının alt ve üst sınırı, Anayasanın 97.maddesi
uyarınca ülkemiz içinde bağlayıcı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.maddesi
ve bu maddenin yorumu ile ilgili AİHM içtihatlarına göre kamu düzeninin temini
ve yeni bir suç işlenmesinin önlenmesinin tutuklama için haklı bir gerekçe
oluşturduğu, atılı suçun CMK.nun 100.maddesinde kayıtlı katalog suçlardan
olması ağır cezalık mevattan suçlar için CMK.nun 102.maddesinde düzenle azami
tutukluluk süresi ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alındığında
serbest bırakıldığı takdirde kaçma ve delillere etki etme ihtimali nazara
alınarak ve aynı nedenlerle adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz
kalacağı" değerlendirmesiyle tutukluluğu devam ettirmiştir.
35. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi 23/8/2017 tarihinde,
birleştirmeye muvafakat verilmediğine değinerek birleştirmenin yerinde olmadığını
belirtmiş; bu konudaki uyuşmazlığın giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi
için dosyanın Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesi Başkanlığına
gönderilmesine karar vermiştir. Anılan Daire 14/9/2017 tarihinde Ankara 19.
Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Ankara
2. Ağır Ceza Mahkemesi de 25/9/2017 tarihinde başvurucu hakkındaki davayı yeni
bir dosya numarasına (E.2017/567) kaydederek görevli Ankara 19. AğırCeza
Mahkemesine göndermiştir.
36. Bunun üzerine başvurucu hakkındaki dava Ankara 19.
Ağır Ceza Mahkemesinde (E.2017/189) görülmeye başlanmıştır. Mahkeme 3/10/2017
tarihinde yaptığı tensip incelemesinin sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar verirken genel olarak Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesinin
2/2/2017 tarihli kararındaki gerekçelere (bkz. § 27) dayanmıştır.
37. Anılan Tensip Tutanağı 13/10/2017 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
38. Başvurucu 11/10/2017 tarihinde müdafii aracılığıyla
tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir. Başvurucu müdafii tarafından
verilen itiraz dilekçesinde tutukluluğun devamı kararındaki gerekçelerin
yetersizliğinin yanı sıra başvurucunun milletvekili ve HDP'nin eş genel başkanı
olmasına dikkat çekilmiş, Anayasa Mahkemesinin bazı kararları emsal
gösterilerek tutukluluğun devam ettirilmesi nedeniyle başvurucunun TBMM'de
seçmenlerini temsil etme görevini yerine getiremediği, parti ve grup
toplantılarına katılamadığı, Meclis denetim usullerini işletemediği,
dolayısıyla siyasi temsil görevlerinin hiçbirini yapamadığı, böylelikle seçilme
ve siyasi faaliyette bulunma hakkının da sınırlandırıldığı ileri sürülmüştür.
39. Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi 25/10/2017 tarihinde "isnat
edilen suçun vasıf ve mahiyeti, suçun işlendiği hususunda kuvvetli delillerin
varlığı ve karartılma ihtimali gözönüne alınarak Ankara 19. Ağır Ceza
Mahkemesinin sanığın tutukluluk halinin devamına [dair] kararında usul
ve yasaya aykırı herhangi bir cihet bulunmadığı" gerekçesiyle itirazın
kesin olarak reddine karar vermiştir.
40. Anılan karar başvurucu tarafından 31/10/2017
tarihinde öğrenilmiştir.
41. Başvurucu 24/11/2017 tarihinde -2017/38610 sayılı
başvuru bakımından- bireysel başvuruda bulunmuştur.
42. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 27/10/2017 tarihinde
dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda "üzerine atılı suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin varlığı, atılı
suçun; cezasının alt ve üst sınırı, Anayasanın 90. maddesi uyarınca ülkemiz
içinde bağlayıcı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.maddesi ve bu maddenin
yorumu ile ilgili AİHM içtihatlarına göre kamu düzeninin temini ve yeni bir suç
işlenme inin önlenmesinin tutuklama için haklı bir gerekçe oluşturduğu, atılı
suçun CMK.nun 100. maddesinde kayıtlı katalog suçlardan olması ağır cezalık
mevattan suçlar için CMK.nun 102. maddesinde düzenle azami tutukluluk süresi ve
sanığın tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alındığında serbest bırakıldığı
takdirde kaçma ve delillere etki etme ihtimali nazara alınarak ve aynı
nedenlerle adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı"
gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
43. Başvurucu müdafiinin tutukluluğun devamı kararına
karşı 13/11/2017 tarihli dilekçeyle yaptığı itiraz da Ankara 20. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından 23/11/2017 tarihinde "isnat edilen suçun vasıf ve
mahiyeti, suçun işlendiği hususunda kuvvetli delillerin varlığı ve karartılma
ihtimali gözönüne alınarak Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin ... tutukluluk
halinin devamına [dair] kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir
cihet bulunmadığı" değerlendirmesiyle reddedilmiştir.
44. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun
yargılandığı davada ilk duruşmayı 7/12/2017 tarihinde yapmıştır. Başvurucunun
tutuklu olarak bulunduğu Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz
Kurumundan duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla katılmayı
kabul etmemesi nedeniyle bu duruşmada başvurucunun savunması alınamamıştır.
Bununla birlikte başvurucunun müdafileri, Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarına değinerek başvurucunun TBMM'de
grubu bulunan bir siyasi partinin eş genel başkanı olması ve milletvekili
konumu dolayısıyla tutukluluğun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını da ihlal ettiğini ileri sürerek
tahliye talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme duruşma sonunda tahliye taleplerini
kabul etmeyerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Sanık Selahattin Demirtaş'ın üzerine atılı suçları
işlediği iddiasına dair; olay tutanakları, değerlendirme ve tespit tutanakları,
dijital verilere ilişkin çözüm tutanağı, görüntü ve çözüm tutanakları, teknik
araçlarla izleme ve dinleme çözüm tutanakları ile tanık beyanına dayanan
kuvvetli suç şüphesinin varlığı, iddianamedeki sevk maddelerine göre suçların
5271 Sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen
katalog suçlardan olması sanığa isnad edilen suçların cezalarının alt ve üst
sınırı, kovuşturma konusu suçların yasada öngörülen alt ve üst sınırlar
arasındaki ceza miktarı dikkate alındığında ceza miktarı ile tutuklama tedbiri
arasında ölçülülük bulunması, adli kontrol hükümlerine uymanın sanık iradesine
bırakılması ve ceza miktarına göre bu aşamada yetersiz kalacağı kanaati ile
tutukluluk halinin devamına... [karar
verildi.]"
45. Başvurucu 14/2/2018 tarihinde yapılan ikinci
duruşmada Mahkemede bizzat hazır edilmiş, suçlamalara ilişkin savunmasını
14-15-16/2/2018 tarihlerinde yapılan duruşmalarda sözlü olarak vermiştir.
Başvurucunun savunması SEGBİS üzerinden kayda alınmış ve sonrasında bu kayıtların
çözümü yaptırılmıştır. Başvurucu, savunmasında kendisi hakkında uygulanan ve
sürdürülen tutuklama tedbirini -SEGBİS Çözüm Tutanağı'nda ifade edildiği
şekliyle- "Ben niye tutukluyum, gerçekten ben niye tutukluyum; kaçtım
mı, delilleri mi kararttım, böyle bir teşebbüsüm mü oldu, niye tutukluyum ben?
Yani bir kişi, bir yurttaş niye tutuklanır; sadece katalog suçtan olduğu için
tutuklamayın diye biz yasa çıkarmadık mı, yasa koyucu olarak. Niye tutuklanır;
bütün tutuklama koşullarının aynı anda olması lazım, her sanık içinde özel
olarak değerlendirilmesi lazım dedik yasa koyucu iradesiyle. Sıradan yurttaş
için bunu söyledik, bırak Milletvekili için ...Yargı'nın hiçbir kararının
gerekçeli olamayacağına dair açık hüküm var. Özellikle ceza yargılanmasında CMK'da
çok açıktır. Hiçbir karar gerekçesiz olamaz ve hiçbir gerekçe şablon olamaz,
geçmişte şablon otomatik kararlar verilirdi, Parlamentoda bu çok tartışıldı,
değişiklik yapıldı, kararların kişiye münhasır kişiselleştirilmiş olacak
şekilde ve açık sari gerekçeleriyle birlikte verilmesi gerektiği, hem
Parlamentoda yasa değişikliği yapılırken gerekçede belirtildi, hem yasaya
işlendi, hem Parlamentodaki tartışmalarda kanun koyucu iradesibu şekilde
tecelli etti. Gelin görün ki kanun koyucu kurumun bir temsilcisi, iradenin bir
temsilcisi olarak benimle ilgili bugüne kadar verilen hiçbir kararda tek bir
gerekçe görmedim. Tamamı şablon, kopyala, o kadar kopyala yapıştır ki o kadar,
geçmiş karardan kopyalanmış yazım hatalarıyla birlikte yeni karara
yapıştırılmış. Hiç değilse yeniden yazılsaydı ya, kopyala yapıştır
yapılmasaydı. Tutukluluğumun devamına neden geçen ayı kopyala yapıştır. E geçen
yazım yapılmış, aynısı bu ayda var ... Halen de burada bu dosya itibariyle hem
tutuklu olmam hem bu şekilde yargılanıyor olmam, hem siyasi faaliyetlerim, hem
Parlamenterlik görevime ağır bir saldırıdır. Bizler çünkü Parlamentoda sadece
yasa yapmıyoruz, denetimde yapıyoruz; kimi hükümeti denetliyoruz, Yürütme'nin
her türlü eylem ve işlemini millet adına denetliyoruz. Yargı nasıl denetliyorsa
bizde denetliyoruz. İlk denetim makamı Parlamentodur. Denetiminde bir çok yolu
vardır. Ben şuanda bunların bir çoğunu kullanamıyorum..." sözleriyle
eleştirmiştir. Mahkeme duruşma sonunda -bir önceki duruşmada açıkladığı
gerekçeleri tekrarlayarak- başvurucunun tutukluluğunun devamına karar
vermiştir.
46. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 11/4/2018 tarihli
duruşma sonunda da tutukluluk durumunu incelemiş ve "olay tutanakları,
değerlendirme ve tespit tutanakları, dijital verilere ilişkin çözüm tutanağı,
görüntü ve çözüm tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm
tutanakları ile tanık beyanına dayanan kuvvetli suç şüphesinin varlığı,
iddianamedeki sevk maddelerine göre terör örgütü yöneticiliği suçunun 5271
Sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen katalog
suçlardan olması, sanığa isnad edilen suçların cezalarının alt ve üst sınırı,
kovuşturma konusu suçların yasada öngörülen alt ve üst sınırlar arasındaki ceza
miktarı dikkate alındığında ceza miktarı ile tutuklama tedbiri arasında
ölçülülük bulunması, adli kontrol hükümlerine uymanın sanık iradesine
bırakılması ve ceza miktarına göre bu aşamada yetersiz kalacağı"
değerlendirmesiyle başvurucunun -silahlı terör örgütüne üye olma ve suç
işlemeye alenen tahrik etme suçlarından- tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir.
47. Mahkeme ayrıca bu duruşmada başvurucu müdafileri
tarafından dile getirilen suç işlemeye alenen tahrik etme suçu yönünden kanunda
öngörülen azami tutukluluk süresinin dolduğu yönündeki iddiayı "iddianamedeki
anlatım ve TCK'nın [Türk Ceza Kanunu] 214/1 maddesinin TMK'nın [Terörle
Mücadele Kanunu] 4. maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle sanık
hakkında TMK'nın 5. maddesinin uygulanma ihtimali de gözetilerek delilleri
takdir etme yetkisinin 5235 sayılı yasanın 12. maddesi gereğince Ağır Ceza
Mahkemelerine ait suçlardan olması nedeniyle" kabul etmemiştir.
48. Başvurucunun anılan karara yönelik itirazı Ankara 20.
Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 2018/108 D. İş sayılı kararla reddedilmiştir.
49. Başvurucu bu kararı 16/5/2018 tarihinde öğrendiğini
belirtmiş, 18/6/2018 tarihinde -2018/16592 sayılı başvuru bakımından- bireysel
başvuruda bulunmuştur.
50. Öte yandan başvurucu müdafii 15/5/2018 tarihinde
Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, hâlen milletvekili olan
başvurucunun 24/6/2018 tarihinde yapılacak/yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde
aday gösterildiğini ve adaylığının kesinleştiğini belirterek Anayasa'da ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan serbest seçim
hakkı nazara alınarak başvurucunun tahliyesine karar verilmesini talep
etmiştir.
51. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 21/5/2018 tarihinde
başvurucu müdafiinin talebini karara bağlamıştır. Mahkeme, başvurucunun
Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla ilgili bir değerlendirme yapmaksızın "üzerine
atılı suçları işlediği iddiasına yönelik olay tutanakları, değerlendirme ve
tespit tutanakları, dijital verilere ilişkin çözüm tutanakları, görüntü ve
çözüm tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm tutanakları ile
tanık beyanına dayanan kuvvetli suç şüphesinin varlığı, iddianamedeki sevk
maddelerine göre suçların 5271 Sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama
nedeni olarak öngörülen katalog suçlardan olması, sanığa isnat edilen ve
kovuşturma konusu suçların yasada öngörülen alt ve üst sınırlar arasındaki ceza
miktarı ile sanığın adli makamlar huzuruna kendiliğinden gitmeyeceğini
belirtmesi ve savunmasının da tamamlanmamış olması karşısında tutuklama
tedbirinde ölçülülük bulunması ve adli kontrol hükümlerinin de yetersiz
kalacağı kanaatiyle" tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin
devamına oyçokluğuyla karar vermiştir.
52. Karara katılmayan üye hâkim karşıoy yazısında
başvurucunun Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde aday gösterilmesine dikkat çekerek
Anayasa'nın 67. Maddesinde seçme ve seçilme hakkına birlikte yer verilmesi
suretiyle bunların doğrudan bağlantılı olduğunun ifade edildiği ve seçme
hakkının adayların kendisini seçmene tanıtması hakkını da içerdiği yönünde
değerlendirmelerde bulunmuş, ayrıca milletvekillerinin tutukluluğunun makul
süreyi aşmasına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarında yer alan
değerlendirmelere atıf yapmıştır. Üye hâkim; başvurucunun uzun süredir
milletvekilliği ve siyasi parti eş genel başkanlığı görevini üstlenmesine,
ayrıca bir önceki Cumhurbaşkanı Seçimi'nde aday olmasına ve 24/6/2018 tarihinde
yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde de adaylığının kesinleşmesine vurgu
yaparak "iddianamede yüklenen suçlar ve fiiller ile tutuklu kaldığı
süre göz önünde bulundurulduğunda Cumhurbaşkanlığı seçimi süresince tutuklu
kalmasının ... serbest seçim hakkını özünden zedelemesi ve bu hakkın etkin
kullanımını engellemesi, Anayasanın 13. maddesinin 1. fıkrasının 2.
cümlesindeki temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasının özlerine dokunulamayacağı
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükümlerine uygun olmaması"
gerekçesiyle yurt dışına çıkmama adli kontrol tedbiri uygulanmak sureti ile
başvurucunun salıverilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğunu dile
getirmiştir.
53. Başvurucu müdafii 22/5/2018 tarihinde tahliye
talebinin reddine dair karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde;
başvurucunun hem milletvekili olması hem de Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde
adaylığının kesinleşmesi nedeniyle tutukluluğunun devam ettirilmesinin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra serbest seçim hakkını da ihlal ettiği
ifade edilmiştir. Başvurucu müdafii ayrıca talep tarihi itibarıyla tutukluluğun
1 yıl 6 aydan uzun bir süredir devam ettiğini, tutuklamaya konu dava dosyasında
delillerin toplandığını ve etki edilebilecek herhangi bir delilin
bulunmadığını, milletvekili olması ve Cumhurbaşkanlığı adaylığının kesinleşmiş
olması karşısında başvurucunun kaçma şüphesinin değil, kaçmayacağını gösteren
somut olguların mevcut olduğunu ileri sürmüştür. İtiraz dilekçesinde ayrıca
milletvekili olan başvurucunun tutuklanmasına karar verildiği tarihten itibaren
hiçbir yasama faaliyetine katılamadığına, 16/4/2017 tarihinde yapılan -ülkenin
hükûmet rejiminin değiştirilmesine dair- referandumla ilgili olarak eş genel
başkanı olduğu siyasi parti adına herhangi bir faaliyet yürütemediğine vurgu
yapılmış; bunun yanı sıra başvurucunun Cumhurbaşkanı adayı olarak ülke
siyasetiyle ilgili gündem ve strateji belirleme, seçim çalışmalarını yürütme,
seçmenle bir araya gelerek miting ve toplantı yapma gibi propaganda
araçlarından yararlanma olanaklarını kullanmasının tutukluk dolayısıyla mümkün
olmadığına dikkat çekilmiştir.
54. Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi 23/5/2018 tarihinde
başvurucunun seçilme hakkı ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili iddiaları
yönünden ayrıca bir değerlendirme yapmaksızın "isnat edilen suçun vasıf
ve mahiyeti, suçun işlendiği hususunda kuvvetli delillerin varlığı ve
karartılma ihtimali göz önüne alınarak ... tutukluluk halinin devamı kararında
usul ve yasaya aykırı bir cihet bulunmadığı" gerekçesiyle itirazın
reddine kesin olarak karar vermiştir.
55. Başvurucu bu kararı 24/5/2018 tarihinde öğrendiğini
bildirmiştir.
56. Başvurucu 29/5/2018 tarihinde -2018/14692 sayılı
başvuru bakımından- bireysel başvuruda bulunmuştur.
57. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 18/7/2018, 28/8/2018
ve 4/10/2018 tarihli duruşmalarda önceki (21/5/2018 tarihli) duruşmada
açıkladığı gerekçeleri tekrarlayarak başvurucunun tutukluluğunun devamına karar
vermiştir.
58. Başvurucu müdafii 20/11/2018 tarihinde başvurucunun
tutukluluğuyla ilgili olarak AİHM tarafından ihlal kararı verildiğini
belirterek Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş ve bu karar uyarınca
tahliye talebinde bulunmuştur.
59. Mahkeme, bunun üzerine aynı gün Bakanlık İnsan
Hakları Dairesi Başkanlığına yazı yazarak -tahliye talebi değerlendirilmesine
esas olmak üzere- söz konusu kararın ivedi olarak Türkçeye çevrilmesini
istemiştir.
60. Başvurucu müdafii, tahliye talebinin karara
bağlanmadığı ve talebin değerlendirilmesinin sürüncemede bırakıldığını
belirterek 27/11/2018 tarihinde-2018/34462 sayılı başvuru bakımından- bireysel
başvuruda bulunmuştur.
61. Bakanlık İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı, AİHM
kararını tercüme ederek 29/11/2018 tarihinde Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesine
göndermiştir. Bunun üzerine Mahkeme 30/11/2018 tarihinde başvurucunun -AİHM'in
ihlal kararına dayanarak yapmış olduğu- tahliye talebini değerlendirmiştir. Bu
bağlamda kararda ilk olarak AİHM tarafından başvurucu hakkında verilen karara
dair genel açıklamalarda bulunulmuş, sonrasında ise söz konusu AİHM kararının
kesinleşmediğine vurgu yapılarak talebin reddine karar verilmiştir. Kararın
ilgili kısmı şöyledir:
"Anayasamızın 90. maddesinde 'Usulüne göre yürürlüğe
konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında
Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle:
07/05/2004 - 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.' hükmünün yer aldığı, yine Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesinde ise; '1. Yüksek Sözleşmeci
Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara
uymayı taahhüt ederler. 2. Mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek
olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir.' hükmünün yer aldığı, bu hüküm karşısında
kesinleşmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tarafları bağladığının
belirtildiği, kararın İnsan Hakları Mahkemesi'nin büyük daire kararı olmayıp 2.
Daire ( Bölüm ) kararı olduğu, kararın tercümesinin ilk sayfasında 'İş bu
kararın sözleşmenin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde
kesinleşecektir' denilmek suretiyle daire kararının nihai bir karar niteliğinde
bulunmadığının belirtildiği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 44/2. maddesinde
de bu hususun düzenlenmiş olduğu gözetilerek yukarıda belirtilen gerekçelerle
sanık Selahattin Demirtaş'ın tutukluluk halinin devamına dair aşağıdaki şekilde
karar vermek gerekmiştir."
62. Başvurucu müdafii, tahliye talebinin reddi kararına
itiraz etmiş; Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2018 tarihinde itirazın kesin
olarak reddine karar vermiştir.
63. Başvurucu bu kararı 6/12/2018 tarihinde öğrendiğini
bildirmiş, 11/12/2018 tarihinde -2018/35971 sayılı başvuru bakımından- bireysel
başvuruda bulunmuştur.
64. Mahkeme 13/12/2018 tarihli duruşmada başvurucunun
tahliyesine yönelik taleplerin reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar
verirken daha etraflı bir değerlendirmede bulunmuştur. Kararın ilgili kısımları
şöyledir:
"Tutuklu sanık Selahattin Demirtaş'ın üzerine atılı
suçları işlediği iddiasına yönelik olarak, dosyada birinci fezlekeye ilişkin
tape kayıtları ile C.D., Ü.A. ve A.D. ile ilgili yapılan aramalar sonucu elde
edilen dijital verilere ilişkin doküman inceleme ve tespit tutanakları, arama
ve el koyma tutanakları,
İkinci fezlekeye ilişkin 13/01/2011, 14/07/2012,
24/03/2011, 30/10/2012 ve 12/11/2011 tarihli olaylara ilişkin görüntü inceleme
ve tespit tutanakları, olay tutanakları ve bilirkişi raporları,
Üçüncü fezlekeye ilişkin değerlendirme ve tespit
tutanakları, olay tutanağı, araştırma tutanağı ve konuşmalara ilişkin çözüm
tutanakları ile bilirkişi raporları,
Dördüncü fezlekeye ilişkin görüntü inceleme ve tespit
tutanağı, olay tutanağı, görüntü çözüm tutanakları ve bilirkişi raporları,
Beş ile otuzuncu fezlekeler arasındaki görüntü inceleme
ve tespit tutanakları, olay tutanakları, görüntü çözüm tutanakları ve bilirkişi
raporları,
Otuz birinci fezlekeye ilişkin HDP genel merkezi twitter
açıklamaları, bilirkişi raporları ile Türkiye genelinde meydana gelen olayları
gösterir polis fezlekeleri,
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları
Soruşturma Bürosu tarafından kovuşturma aşamasında mahkememize gönderilen ...
plakalı araç içerisinde ele geçirilen doküman inceleme ve tespit tutanakları,
M.Ç. isimli şahsın üzerinden ele geçirilen hafıza kartına ilişkin örgütsel
faaliyet raporu ile,
Tüm dosya kapsamı birlikte dikkate alındığında, sanık
hakkında tutuklu bulunduğu suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu,
kaldı ki bu hususun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin sanığın başvurusu ile
ilgili 20/11/2018 tarih ve 14305/17 sayılı kararında da 'Mahkeme, bu kapsamda,
Sözleşme'nin 5. maddesinin 1. fıkrasındaki makul şüphe gerekli olaylara dayalı
açıklamalar bakımından öngörülen şartları değerlendirdiğinde, ceza soruşturması
dosyasında, en azından başvuranın kovuşturulmasına yol açan suçların bir
kısmının başvuran tarafından işlenmiş olabileceğine tarafsız bir gözlemciyi
ikna edebilecek bilgilerin bulunduğu kanaatine varmaktadır' diyerek bu durumu
açıkça belirttiği,
Mahkememizdeki kovuşturmada, sanığın 14 ve 16 Şubat 2018
tarihleri arasındaki duruşmada hazır edilerek savunmasına geçildiği, şu ana
kadar hakkında iddianamede yer alan 31 fezleke (olay) ile birleşen dosya olmak
üzere toplam 32 farklı suçlamadan sadece 9 suçlama (olay) ile ilgili savunma
yaptığı ve henüz CMK.nun 145 - 147 maddeleri anlamında iddianamedeki suçlara
yönelik sorgusunun tamamlanmadığı, CMK.nun 206. maddesi gereğince 'Sanığın
sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır' hükmünün
yer aldığı, yine CMK.nun 209, 211 ve 214. maddelerigereğince dosyadaki bilgi,
belge ve tutanakların okunup diyeceklerin ancak sanık sorgusundan sonra
yapılabileceği, sanığın 14-15-16 Şubat 2018 ve 11-12-13 Nisan 2018 tarihli
duruşmalarda savunmasını yapmasına rağmen, yeterli süre ve imkan tanınmasına
rağmen sanığın 18/07/2018 tarihli duruşmada savunmasını hazırlayamadığını
belirterek süre talep ettiği, 28/08/2018 tarihli duruşmada avukatlarının
duruşmayı takip etmemesi nedeniyle duruşmanın ertelendiği, 03-04 Ekim 2018
tarihli duruşmada ise savunmasına devam etmediği, yine 12-13 Aralık 2018
tarihli duruşmalarda sanık ve müdafiilerinin reddi hakim talepleri nedeniyle
savunmanın alınamadığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde taraf
devletlere yüklenen davayı makul sürede bitirme yükümlülüğü kapsamında sanığa
savunmasını yapması için yukarıda belirtilen Temmuz, Ağustos, Ekim ve Aralık
2018 tarihli duruşmalarda imkan sağlandığı, ancak mahkememizden kaynaklanmayan
nedenlerle sanığın savunma yapmadığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
içtihatlarında da açıkça 'kişinin yargılama sürecine engel olmaması gerekliliğinin'
açıkça vurgulandığı, kaldı ki sanığın partisinin Meclis grup toplantısı
sırasında, 'HDP’nin hiçbir milletvekilinin kendi rızasıyla ifade vermeyeceğini'
beyan ettiği, soruşturma aşamasında yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından, 12
Temmuz 2016, 15 Temmuz 2016, 28 Temmuz 2016, 12 Ağustos 2016, 6 Eylül 2016 ve
11 Ekim 2016 tarihlerinde, ifade vermesi için davetiye çıkarılmasına rağmen
kendiliğinden ifade için Cumhuriyet Başsavcılıklarına gitmediği, adli kontrol
hükümlerinin bu nedenle sanık hakkında yetersiz kalacağının mahkememizce
değerlendirildiği,
Bu aşamada iddianamedeki sevk maddelerine göre atılı
suçların 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak
öngörülen suçlardan olması, isnat edilen suçlar bakımından yasada öngörülün alt
ve üst sınırları arasındaki ceza miktarına göre tutukluluğun ölçülü olduğu,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 20/11/2018 tarih ve
14305/17 Başvuru no'lu kararı ile sanığın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
5/1 maddesi kapsamında 'ulusal mevzuata aykırı olarak tutuklandığı' yönündeki
müracaatının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
bulunduğu, sanığın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/1 maddesi kapsamında
'tutuklanması için makul şüphe bulunmadığına' ilişkin müracaatının ise dava
dosyasında sanığın üzerine atılı suçlardan en azından bir bölümünü işlemiş
olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek düzeyde yeterli
bilgi bulunduğu (makul şüphe bulunduğu) gerekçesiyle ihlal bulunmadığına karar
verildiği, yine sözleşmenin 5/4 maddesi kapsamında sanığın 'soruşturma
aşamasında verilen kısıtlama kararı nedeniyle tutukluluğuna etkili bir şekilde
itiraz edemediğine' ilişkin müracaatının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez bulunduğu, buna karşılık mahkemece sözleşmenin 5/3 ve
18. maddeleri ile sözleşmenin ek 1 nolu protokolün 3. maddesinde belirtilen
serbest seçim hakkı ile tutukluluğun devamını haklı gösterecek yeterli gerekçe
gösterilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine karar
verildiği,
Anayasamızın 90. maddesinde 'Usulüne göre yürürlüğe
konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında
Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle:
07/05/2004 - 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.' hükmünün yer aldığı, yine Türkiye'nin taraf olduğu
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesinde ise; '1. Yüksek Sözleşmeci
Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara
uymayı taahhüt ederler. 2. Mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek
olan Bakanlar Komitesi'ne gönderilir.' hükmünün yer aldığı, bu hüküm karşısında
kesinleşmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tarafları bağladığının
belirtildiği, kararın İnsan Hakları Mahkemesi'nin büyük daire kararı olmayıp 2.
Daire (Bölüm) kararı olduğu, kararın tercümesinin ilk sayfasında 'İş bu kararın
sözleşmenin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir'
denilmek suretiyle daire kararının nihai bir karar niteliğinde bulunmadığının
belirtildiği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 44/2. maddesinde de bu
hususun düzenlenmiş olduğu, verilen kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İç
Tüzüğünün 39. maddesi kapsamında geçici tedbir niteliğinde de bulunmadığı
gözetilerek yukarıda belirtilen gerekçelerle sanık Selahattin Demirtaş'ın CMK'nın
100 ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]"
65. Mahkeme 25/1/2019 ve 25/4/2019 tarihli duruşmalarda
tutukluluğun devamına karar verirken önceki gerekçesinde ifade ettiği olgulara
değinerek başvurucu hakkında "tutuklu bulunduğu suçlar yönünden
kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin" bulunduğunu
belirtmiş, "iddianamedeki suçlamalara yönelik olarak sorgusunun henüz
tamamlanmamış olması"na da dikkat çekerek "atılı suçların 5271
sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen suçlardan
olması, isnat edilen suçlar bakımından yasada öngörülün alt ve üst sınırları
arasındaki ceza miktarına göre tutukluluğun ölçülü olması ve adli kontrol
hükümlerinin de yetersiz kalacağı" kanaatine dayanmıştır.
66. Başvurucunun tutukluluk durumu 19/6/2019 tarihli
duruşmada da değerlendirilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilirken
önceki duruşmalarda ifade edilen gerekçelere ek olarak "atılı suçların
5271 sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen
suçlardan olması, isnat edilen suçlar bakımından yasada öngörülün alt ve üst
sınırları arasındaki ceza miktarına göre tutukluluğun ölçülü olması ve sanığın
soruşturma aşamasında adli makamlarca usulüne uygun olarak yapılan çağrıya rağmen
kendiliğinden ifade için adli makamlara müracaat etmemesi, ayrıca 19/04/2016
tarihli meclis grup toplantısı sırasında yapmış olduğu konuşmada 'tek bir
arkadaşım kendi ayağı ile ifade vermeye gitmeyecek, nasıl götürüyorlarsa
kendileri bilirler, bu iş öyle kolay olmayacak zannediyorlar ki dokunulmazlığı
kaldırırız tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız, yok
öyle yağma' şeklindeki açıklamaları ve mahkeme huzurunda önceki açıklamalarının
tamamının arkasında olduğunu belirtmesi karşısında adli kontrol hükümlerinin de
yetersiz kalacağı" yönündeki değerlendirmelere yer verilmiştir.
67. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 2/9/2019 tarihli
duruşmada "tutuklu bulunduğu dosyamıza esas iddianamede belirtilen
suçlamalar nedeniyle savunmasını tamamlamış sayılması ile tutuklu kaldığı süre
de dikkate alınarak" başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Bununla
birlikte Mahkemece başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama şeklinde adli
kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmedilmiştir.
68. Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz
Kurumu Müdürlüğü 3/9/2019 tarihli yazısı ile;
i. Başvurucunun söz konusu silahlı terör örgütüne üye
olma ve suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tahliyesine ilişkin
işlemlerin 2/9/2019 tarihinde icra edildiğini,
ii. Bununla birlikte başka suçlardan hükümlülüğü
bulunduğu için serbest bırakılmadığını,
iii. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma
suçu yönünden düzenlenen tutuklama müzekkeresinin 4/11/2016 ile 7/12/2018
tarihleri arasında infaz gördüğünü,
iv. Başvurucuyla ilgili suç işlemeye alenen tahrik etme
suçuna ilişkin tutuklama müzekkeresinin ise infaz görmediğini bildirmiştir.
69. Başvurucu hakkındaki dava bireysel başvurunun
incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir.
B. İlgili Diğer
Süreçler
1. Anayasa
Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci
70. Başvurucu, hakkındaki -işbu bireysel başvuruya konu
şikâyetlerin de dayanağını oluşturan- 4/11/2016 tarihli tutuklama tedbiri ile
bağlantılı olarak 17/11/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
(B. No: 2016/25189) bulunmuştur. Başvurucu; anılan başvuruda yakalama,
gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma
dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet
kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği
görevinin yerine getirilememesi nedeniyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarını öne sürmüştür.
71. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 21/12/2017 tarihinde
anılan bireysel başvuruyu karara bağlamış; yakalama ve gözaltı tedbirlerinin
hukuki olmadığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi, diğer
ihlal iddialarının ise açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna hükmetmiştir (Selahattin Demirtaş [GK], B. No: 2016/25189,
21/12/2017).
72. Mahkeme, başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasını incelerken bireysel başvuru formunda ileri sürmediği fakat
başvurucunun Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında dile getirdiği bazı (yeni)
iddiaları yönünden yaklaşımını açıkça ortaya koymuştur. Bu bağlamda bireysel
başvurudan sonra Bakanlık görüşüne karşı açıklamada bulunulurken değinilen
"tutukluluğun devamına ilişkin kararların ilgili ve yeterli gerekçe
içermediği, savcılığın tutukluluğun devamına ilişkin görüşlerinin tebliğ
edilmediği, tutukluluğun devamına dair kararlara yapılan itirazların
sonuçlandırılmadığı ve uzun bir süre geçmesine rağmen duruşma yapılmadığı"
yönündeki şikâyetlerle ilgili olarak bir değerlendirme yapılmasının mümkün
olmadığı ifade edilmiştir. Bu çerçevede sonradan dile getirilen bu iddiaların
neden incelenemeyeceğine dair aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:
"119. Bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma
durumunda tutukluluğun makul süreyi aştığı veya tutukluluk incelemeleri
sırasında usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel
başvurunun başvurucu hakkında soruşturma veya ilk derece yargılaması devam
ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları
tüketildikten sonra veya serbest bırakılmadan itibaren başvuru süresi içinde
yapılması gerekir (Mehmet Emin Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 28). Buna
göre Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması devam eden başvurucunun,
hakkında ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğunun devamına karar
verilen her aşamada başvuru yollarını tükettikten sonra başvuru süresi içinde
yeniden bireysel başvuruda bulunarak -yeni bir bireysel başvuru formunu
doldurmak, başvuru harcını yatırmak gibi usul yükümlülüklerini yerine getirmek
koşuluyla- tutukluluğun makul süreyi aştığı ya da tutukluluk incelemelerinin
usulüne ilişkin şikâyetlerini bireysel başvuru konusu etmesi mümkündür. Anayasa
Mahkemesi ancak bu durumda Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci ve sekizinci
fıkraları kapsamında başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aşıp aşmadığı
veya usule ilişkin diğer şikâyetler yönünde bir inceleme yapabilir.
120. Belirtilen nedenle başvurucunun sonradan ileri
sürdüğübu şikâyetler yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır."
73. Anayasa Mahkemesi; başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin hukukiliği bağlamında tutuklamanın kanuni bir dayanağının
bulunup bulunmadığı, suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin mevcut olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığı ve tutuklamanın ölçülü
olup olmadığı yönünden incelemede bulunmuştur.
74. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun -Türk hukukunda
tutuklamanın genel kanuni dayanağını oluşturan- 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesi uyarınca tutuklandığına
değindikten sonra tutuklamaya konu suçların 6718 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
Anayasa'ya eklenen geçici 20. madde uyarınca yasama dokunulmazlığına getirilen
istisna kapsamında olduğunu belirtmiş ve buna göre başvurucu hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşmıştır.
75. Kararda, başvurucu yönünden -tutuklamanın ön koşulu
olan- suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu tespit edilirken
aşağıdaki değerlendirmelere yer verilmiştir.
"146. Suriye'de yaşanan iç savaş sırasında Kobani'de
-PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasında çıkan
çatışmaların yoğunlaştığı dönemde soruşturma mercilerinin tespitlerine göre ilk
olarak PKK'nın üst düzey yöneticilerinden birinin sosyal medya hesabından
5/10/2014 tarihinde yapılan açıklamada halk sokağa çıkmaya ve şehirleri işgal
etmeye çağrılmıştır. Bu açıklamanın ertesi günü HDP'nin sosyal medya hesabından
yapılan duyuruda başvurucunun da üyesi olduğu HDP MYK'nın Kobani olaylarına
ilişkin gündemle toplandığı belirtilerek MYK adına bir açıklamaya yer
verilmiştir. Bu açıklamada da halk acil olarak sokağa çıkmaya, sokağa çıkmış
olanlara destek vermeye, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağrılmıştır.
Açıklamada ayrıca 'Bundan böyle her yer Kobane'dir. Kobane'deki kuşatma ve
vahşi saldırganlık son bulana kadar SÜRESİZ DİRENİŞE çağırıyoruz.' denilmiştir.
Söz konusu açıklamanın yapıldığı gün ve sonrasındaki günlerde PKK güdümünde
yayın yaptığı belirtilen bir internet sitesinde yer alan duyuru ve haberlerde
halk ayaklanmaya çağrılmış, tüm sokakların çatışma alanına dönüştürülmesi
istenmiştir. Bu çağrılar üzerine 6/10/2014 günü başlayıp günlerce devam eden, ülkenin
pek çok yerineyayılan, on binlerce kişinin katıldığı, çok sayıda kişinin
hayatını kaybettiği ve yaralandığı, kamunun ve çok sayıda kişinin malına zarar
verildiği büyük şiddet olayları yaşanmıştır (bkz. §§ 29, 30).
147. Başvurucu; HDP MYK tarafından yapılan çağrının
DAEŞ'in Türkiye sınırına kadar ilerlediğinin öğrenilmesi üzerine yapıldığını,
çağrının şiddete yönelik olmadığını, gösterilerin provokatörlerin kışkırtması
sonucunda rayından çıktığını ve şiddet olaylarının yaşandığını, çağrının arkasında
olduklarınıbasın yayın organlarına verdiği demeçlerde ifade etmiştir (bkz. §
37).
148. HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına, halkın
sokağa çıkması ve direnişe katılması yönünde çağrı yapıldığı ve bu sırada
başvurucunun partinin eş genel başkanı ve MYK üyesi olduğu hususlarında kuşku
bulunmamaktadır. Başvurucu, söz konusu çağrının iradesi dışında yapıldığını
iddia etmemiş; aksine çağrıyı sahiplenecek şekilde beyanda bulunmuştur.
149. HDP MYK adına yapılan çağrı, Suriye'de yaşanan iç
savaşın Türkiye'nin ulusal güvenliği üzerinde tehdit oluşturacak boyuta geldiği
bir dönemde ve PKK'nın Suriye'deki uzantısı olan PYD ile DAEŞ arasında
Kobani'de çıkan çatışmalar üzerine yapılmıştır. Ayrıca bu çağrının çatışmaların
tarafı olan PKK terör örgütünün liderlerinden birinin Kobani'de yaşanan
olayları bahane ederek Türkiye'deki 'metropolleri işgal etmeye' yönelik
çağrısının hemen ertesi gününde yapıldığı vurgulanmalıdır. Söz konusu çağrının
yapıldığı günde PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir internet haber
sitesinde yer alan duyuruda da ayrımcı ifadeler kullanılarak ve bir siyasi
parti hedef gösterilerek 'yaşamı dar etmek' ifadesine yer verilmek suretiyle
ayaklanmanın en üst düzeyde genişletilmesi çağrısında bulunulmuştur.
150. Başvurucu; Suriye'de yaşanan iç savaşın Türkiye'nin
ulusal güvenliği üzerinde tehdit oluşturduğunu, özellikle Kobani'de iki terör
örgütü arasında yaşanan çatışmalar üzerine bu örgütlerden biri adına yapılan
ayaklanma çağrısının Türkiye'de yaygın şiddet eylemlerine neden olabileceğini
ve kamu düzenini bozabileceğini konumu itibarıyla öngörebilecek durumdadır.
Ayrıca söz konusu çağrı HDP'nin kurumsal sosyal medya hesabından partinin
yürütme organı olan MYK adına yapılmış olup bu nitelikteki bir çağrının
bölgedeki kitle üzerinde ciddi ölçüde etkili olacağı yadsınamaz. Nitekim şiddet
eylemleri, bu çağrıların yapıldığı gün başlamış ve giderek yaygınlaşmış; çok
sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanmasıyla sonuçlanacak şekilde
ağırlaşmış; kamu düzeni bozulmuştur. Dolayısıyla soruşturma makamlarının HDP
MYK adına yapılan çağrı ile PKK tarafından yapılan çağrılar arasında, yine bu
çağrılar ile söz konusu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurmasının
olgusal ve hukuki temellerinin olduğu söylenebilir.
151. Öte yandan kamuoyunda 'hendek olayları' olarak
bilinen terör olaylarının yaşandığı dönemde PKK Doğu ve Güneydoğu
Bölgelerindeki bazı yerleşim yerlerinde cadde ve sokaklara hendekler kazıp
barikatlar kurmak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirmek suretiyle
şehirlerin bir kısmında 'öz yönetim' adı altında hâkimiyet kurmaya çalışmıştır.
Güvenlik görevlileri; bu hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması,
böylelikle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmıştır. Bu
operasyonlarda çok sayıda ağır silah ve patlayıcı madde ele geçirilmiş,
hendekler kapatılmış, barikatlar kaldırılmış ve ayrıca çok sayıda terörist
etkisiz hâle getirilmiştir (bkz. §§ 31, 32).
152. Soruşturma mercilerinin yaptığı tespitlere göre
başvurucu bu olayların yaşandığı dönemde Cizre'de halka hitaben yaptığı
konuşmada 'halkın özyönetimle artık ben kendimi yönetmek istiyorum ...
anlayışının bir kez daha tankla, topla durdurabileceklerini sanıyorlar.',
Lice'de yaptığı konuşmada 'Halkımız her yerde baskı politikalarına katliam
politikalarına karşı direnebilecek güçtedir. Bütün saldırılara karşı kendimizi
koruyacak gücümüz var. Çaresiz olmadığımızı gösteriyoruz, birlikte direneceğiz,
kendi ana vatanımızı da tarihimizi de unutmadan haklarımızı da savunarak hep
birlikte kurtuluşa gideceğiz.', Diyarbakır'da yaptığı basın açıklamasında
'Bugün operasyon yaptığınız her yerde ... coşku havası hakim, ... o insanlar
daha ilk günden kazandıklarından o kadar eminler ... Bir kez daha zulmün
faşizmin kazanmasına imkan vermeyeceğiz, bu direniş kazanacaktır. Öyle hendek
çukur diye küçümsemeye çalışanlar da dönüp tarihe baksınlar, on milyonlarca
kahraman, yiğit bu darbeye karşı direnen insan var, sen halka karşı savaş
açmışsın, halk her yerde direnir, direnecektir.' şeklinde ifadeler
kullanmıştır. Başvurucu, son konuşmasında Diyarbakır'da yapılacak DTK'nın
Olağanüstü Kongresi'nde 'öz yönetim'in inşası sürecinin siyasi zeminde daha
güçlü yönetilmesi için önemli kararlar alacaklarını ve bunları hayata
geçireceklerini de söylemiştir.
153. Başvurucu 2015 yılında anılan kongrede yaptığı
konuşmada 'Barikat ve hendek öz yönetim taleplerinin sonucunda ortaya çıktı
gibi kısır bir tartışmaya bir cevap olsun diye bunları ifade ediyoruz. Barikat
ve hendek Kürt halkı öz yönetim istediği için kazılmadı. Barikat ve Hendek
Ankara'da katliam planları yapanlar o planları hayata geçirmeye başladığı için
kazıldı. ... Ne hendeği ne barikatı mevzu oralara kadar küçümsenemez hendekteki
barikattaki direnişin nedeni faşizme karşı katliama karşı duruş ve direniştir.
Özerklik eşittir hendek barikat değildir. Özerklik ... onurlu yaşama hakkıdır
eğer biri bunu kabul etmiyor, ... bunu aklından geçirenleri 'ben
tutuklayacağım, katledeceğim, diz çöktüreceğim' diyorsa vallahi o barikat
hendek kazmışlar çok değil'; 'Direnen arkadaşlarımıza ... teşekkür ediyorum.
Canını ortaya koyan ... her bir arkadaşımıza, ailelerine, şehitlerimize bir kez
dahavefa ve bağlılık sözümüzü tekrar ediyoruz.' şeklinde beyanda bulunmuştur.
154. Başvurucu 26/3/2016 tarihinde hendek olayları devam
ederken Diyarbakır'daki DTK Olağanüstü Kongresi'ndeki konuşmasında ise '...
Bugün Cizre'de, Silopi’de, Yüksekova'da, Sur'da veya başka bir yerde,
Nusaybin'de teröre ve teröriste karşı mücadele edilmiyor... Bir halkın tamamı
hedefe konulmuş durumdadır... hak ve özgürlük isteyen Kürtlerin hepsini
terörist ilan edip gereğini yapacağım derseniz, 15 milyonluk halk da elinde ne
imkân varsa sizin faşist uygulamalarınıza karşı tabi ki direnir. Orada direniş
meşru olur. Yoksa savaş meşru bir şey değildir. Savaşın meşruiyeti olmaz.
Direniş meşrudur...' şeklinde ifadeler kullanmıştır.
155. Anılan konuşmalar, genel olarak 'hendek olayları'nın
yoğunlaştığı yerlerde yapılmıştır. Bu itibarla soruşturma mercilerinin
başvurucunun siyasi konumunu, söz konusu konuşmaların yapıldığı dönemi ve
yerleri, konuşmaların içeriğini ve bağlamını birlikte dikkate alıp yukarıda yer
verilen ifadeleri içeren konuşmaları terörle bağlantılı bir suç işlendiğine
dair belirti olarak kabul etmelerinin temelsiz olduğu söylenemez.
156. Başvurucu 2012 ve 2013 yıllarında yaptığı bazı
konuşmalar nedeniyle de soruşturma mercilerince suçlanmıştır. Bu bağlamda
soruşturma mercilerinin tespitlerine göre Abdullah Öcalan'ın ceza infaz
kurumunda tutulma koşullarını protesto etmek amacıyla ülke genelinde hükümlü ve
tutuklularca ceza infaz kurumlarında başlatılan ölüm oruçlarını desteklemek
için 2012 yılında Kızıltepe'de yaptığı konuşmada '... demişler ki Öcalan
posteri asamazsınız... onu diyenlere açıkça sesleniyorum.... biz başkan Apo'nun
heykelini dikeceğiz heykelini.', 2013 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşmada
'...Kürt hareketi savaşı meşru müdafaa savaşı olarak ele aldı... PKK hareketi
olmasaydı bugün Kürt halkı diye bir şey Türkiye kürdistanı için en azından
olmayacaktı. Türkiye kürdistanında Kürtlerin varlığından söz edilmeyecekti.
1984 hamlesi olmasaydı, gerilla savaşı olmasaydı, kimse bugün Kürt halkının
varlığından söz edemezdi, çünkü Kürtlerin başka çaresi yoktu... Şemdinli'de
Eruh'ta ilk direniş sergilendiğinde kimse ne olduğunun farkında değildi ama o
direniş bugün büyük bir halk gerçeği yarattı.' şeklinde sözler sarf etmiştir.
PKK'dan kaynaklı terör eylemlerini olumlayan ifadeler içeren söz konusu
konuşmaların terörle bağlantılı bir suç işlendiğine dair belirti olarak kabul
edilmesinin de temelsiz olduğu söylenemez.
157. Son olarak başvurucunun PKK terör örgütü
yöneticilerinden talimatalarak hareket ettiği ileri sürülmüştür. 'Yanlışlıkla
infaz edilen' bir örgüt mensubunun ailesinin başvurucunun da içinde olduğu bir
heyetçe ziyaret edilmesi ve örgüt tarafından hazırlanan özür mektubunun aileye
iletilmesine ilişkin -PKK terör örgütünün kurucularından ve yöneticilerinden
biri olduğu belirtilen Sabri Ok'un talimatlarını içerdiği ileri sürülen- belge,
Avrupa Konseyinden randevusu alınan görüşmeye başvurucunun da bizzat
katılmasına ilişkin -Sabri Ok ile (terör örgütü yönetici olduğu belirtilen)
K.Y. ve K.Y. ile başvurucu arasında geçtiği ileri sürülen- telefon konuşmaları
(bkz. § 37) gözönüne alındığında soruşturma mercilerinin bu değerlendirmesinin
olgusal temellerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
158. Sonuç olarak başvurucu yönünden suç şüphesini
doğrulayan kuvvetli belirtilerin bulunmadığının kabulü mümkün değildir."
76. Anayasa Mahkemesi, başvurucu yönünden tutuklama
nedenlerinin bulunduğunu değerlendirirken özellikle kaçma şüphesi bakımından
olgusal temellerin mevcut olduğunu ifade etmiştir. Bu çerçevede tutuklamaya
konu silahlı terör örgütü üyesi olma ve suç işlemeye tahrik suçlarının Türk
hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tiplerinden olduğu
hatırlatılmış ve isnat edilen suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın
ağırlığının kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biri olduğu yönündeki
içtihada atıf yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca silahlı terör örgütü üyesi olma
suçunun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan
ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen (katalog) suçlar
arasında olduğuna dikkat çekmiştir. Bunun yanı sıra başvurucunun tutum ve
davranışları da değerlendirmede dikkate alınmıştır. Bu kapsamda özellikle
yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden
sonra ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından ifadesi alınmak üzere farklı
tarihlerde birçok kez çağrı kâğıdıyla davet edilmesine rağmen başvurucunun bu
çağrılara uymadığına, ayrıca milletvekili dokunulmazlıklarına ilişkin Anayasa
değişikliği teklifinin TBMM'ye verilmesi üzerine başvurucunun eş genel başkanı
olduğu HDP adına yaptığı bir konuşmada kesin bir tavırla partisine ait hiçbir milletvekilinin
ifade vermeye gitmeyeceğini belirttiğine vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi
başvurucunun bu tutumunun kişisel bir yaklaşımın ötesinde soruşturma ve
kovuşturma süreçlerini zorlaştırmaya yönelik siyasi bir tavır olduğunun, bu
nedenle de devamlılık arz edebileceğinin altını çizmiştir (Selahattin
Demirtaş, §§ 159-163).
77. Tutuklamanın ölçülü olduğu sonucuna varılırken
milletvekilliğinin tutuklamayı otomatik olarak ölçüsüz kılmayacağı, Anayasa
Mahkemesinin milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili daha önce verdiği
kararlarda seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarıyla bağlantılı olarak
sadece tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin şikâyetleri incelediği, bu
incelemede kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varırken
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasından kaynaklanan
yararla birlikte tutukluluğun süresini de dikkate aldığı ifade edilmiştir. Öte
yandan terör suçlarının soruşturulmasının kamu makamlarını ciddi zorluklarla
karşı karşıya bıraktığı hatırlatılarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak
üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede
güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmaması gerektiği yönündeki
yaklaşım tekrarlanmıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca soruşturma sürecini de
incelemeye alarak süreç yönünden tutuklamayı ölçüsüz kılan bir durumun
olmadığını tespit etmiştir (Selahattin Demirtaş, §§ 164-176)
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci
78. Başvurucu 20/2/2017 tarihinde AİHM'e bireysel
başvuruda bulunarak hakkında uygulanan 4/11/2016 tarihli tutuklama tedbiriyle
bağlantılı olarak Sözleşme'nin bazı hükümlerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
79. AİHM İkinci Dairesi 20/11/2018 tarihinde başvuruyu
karara bağlamış ve bu kapsamda;
i. Yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığından
bahisle Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği
iddiasının iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniylekabul edilemez olduğuna,
ii. Tutuklamanın ulusal mevzuata uygun olmadığından
bahisle Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği
iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna,
iii. Soruşturma dosyasına erişimin engellendiğinden
bahisle Sözleşme'nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlal edildiği
iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna,
iv. Tutuklama yönünden suç işlendiğine dair şüphelenmek
için makul şüphenin bulunmadığından bahisle Sözleşme'nin 5. maddesinin (1)
numaralı fıkrasınınihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna,
v. Tutukluluk ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi önünde
kısa sürede yargısal denetim yapılmadığı iddiası yönünden Sözleşme'nin 5.
maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlal edilmediğine,
vi. Tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle
Sözleşme'nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine,
vii. Tutukluluğun devam ettirilmesi dolayısıyla siyasi
faaliyetlerin kısıtlanması nedeniyle Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 3.
maddesinin ihlal edildiğine,
viii. Tutukluluğun Sözleşme'de öngörülenin dışındaki
amaçlarla devam ettirilmesi nedeniyle Sözleşme'nin -5. maddesinin (3) numaralı
fıkrasıyla bağlantılı olarak- 18. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Selahattin
Demirtaş/Türkiye (2), B. No: 14305/17, 20/11/2018).
80. Anılan kararda AİHM, Hükûmetin Anayasa Mahkemesi
önünde bireysel başvuru yolunun tüketilmediği yönündeki itirazını, Anayasa
Mahkemesinin 21/12/2017 tarihinde karar verdiğinden bahisle kabul etmemiştir.
Buna karşılık AİHM, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle Sözleşme'nin 5.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının ve bununla bağlantılı olarak Sözleşme'ye ek
1 No.lu Protokol'ün 3. maddesinin ihlal edildiği iddiaları bakımından söz
konusu şikâyetlerin dile getirildiği bir bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesi
önünde derdest olduğunu ifade etmesine (bkz. Selahattin Demirtaş/Türkiye (2),
§§ 80-85) ve Anayasa Mahkemesinin 21/12/2017 tarihli kararında tutukluluğun
makul süreyi aştığı iddiasının -başvuru formunda dile getirilmemesi nedeniyle-
incelenmediğini açıkça ifade etmesine (bkz. § 72) rağmen Anayasa Mahkemesinin
anılan kararında incelenmemiş olan bir şikâyeti incelenmiş gibi kabul ederek
söz konusu iddiaları esas bakımından değerlendirme yoluna gitmiştir.
81. AİHM, ihlal sonucuna vardığı iddialara ilişkin olarak
giderim bakımından da değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu kapsamda başvurucuya
10.000 avro manevi tazminat ile 15.000 avro mahkeme masrafının ödenmesine
hükmedilmiş, bunun yanı sıra "başvurucunun tutukluluk durumuna son
vermek için gerekli bütün tedbirleri alma görevinin davalı Devlete ait
olduğuna" karar verilmiştir. Kararın başvurucunun tutukluluğunun sona
erdirilmesine ilişkin açıklamaların yer aldığı kısımları şöyledir:
"279. Sözleşme’nin 46. maddesinin ilgili kısımları
aşağıdaki gibidir:
'1. Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda
Mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.
2. Mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek
olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir.
(…)'
280. Yüksek Sözleşmeci Taraflar, Sözleşme'nin 46. maddesi
uyarınca, Bakanlar Komitesi'nin bu kararların icrasını denetlemekle görevli olması
nedeniyle, taraf oldukları davalarda Mahkeme tarafından verilen kesinleşmiş
kararlara uymayı taahhüt etmektedirler. Dolayısıyla, özellikle Sözleşme ya da
Protokolleri'nin ihlalinden sorumlu olduğu kabul edilen davalı Devlet’in
yalnızca ilgililere adil tazmin bağlamında ödenmesine karar verilen meblağları
ödemeye değil, aynı zamanda, Bakanlar Komitesi’nin denetimi altında, Mahkeme
tarafından tespit edilen ihlale son vermek ve söz konusu durumun olabildiğince
bir önceki haline getirilmesini sağlayacak şekilde bunun sonuçlarını mümkün
olduğunca ortadan kaldırmak amacıyla iç hukuk düzeninde kabul edilmesi gereken
genel ve/veya gerektiğinde, bireysel tedbirleri seçmeye davet edildiği sonucuna
varılmaktadır (bk. diğer birçok karar arasından, Scozzari ve Giunta/İtalya
[BD], No. 39221/98 ve 41963/98, § 249, AİHM 2000-VIII, Maestri/İtalya [BD], No.
39748/98, § 47, AİHM 2004 I, Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], No.
48787/99, § 487, AİHM 2004-VII, Verein gegen Tierfabriken Schweiz (VgT)/İsviçre
(No. 2) [BD], No. 32772/02, § 85, AİHM 2009, yukarıda anılan Assanidzé kararı,
§ 198 ve Fatullayev/Azerbaycan, No. 40984/07, § 172, 22 Nisan 2010 ve yukarıda
anılan Del Rio Prada kararı, § 137).
281. Ayrıca, Sözleşme'den ve özellikle Sözleşme'nin 1.
maddesinden, Sözleşmeci Devletler'in, Sözleşme'yi onaylayarak, iç hukuklarının
Sözleşme ile uyumlu olmasını sağlamayı taahhüt ettikleri anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla, iç hukuk düzeninde başvuranın durumunun yeterli şekilde telafi
edilmesine yönelik her türlü olası engeli ortadan kaldırma görevi davalı
Devlet'e aittir (yukarıda anılan Maestri kararı, § 47 ve yukarıda anılan
Assanidze kararı, § 199). Davalı Devlet tarafından kabul edilmesi gereken
tedbirlere ilişkin olarak, Bakanlar Komitesi'nin denetimi altında, tespit edilen
ihlallere son vermek için, Mahkeme, kararlarının esasen açıklayıcı bir nitelik
taşıdığını ve genel olarak, iç hukuk düzeninde kullanılması gereken araçların
Mahkemenin kararında yer alan sonuçlarla uyumlu olması için, Sözleşme'nin 46.
maddesi bakımından yükümlülüğünü yerine getirmek amacıyla bu araçları seçme
görevinin öncelikle söz konusu Devlet'e ait olduğunu hatırlatmaktadır. Bir
kararın icrasına ilişkin özel şartlarla ilgili bu takdir yetkisi, Sözleşme
tarafından Sözleşmeci Devletler'e getirilen, güvence altına alınan hak ve
özgürlüklere saygı gösterilmesini sağlama yönündeki başlıca yükümlülükten doğan
seçim özgürlüğü anlamına gelmektedir (bk. diğer kararlar arasından, yukarıda
anılan Fatullayev kararı, § 173, ve bu kararda atıf yapılan içtihat).
282. Bu nedenle, tespit edilen ihlalin niteliğinin
gerçekte buna çözüm getirebilecek nitelikteki farklı türden tedbirler arasında
seçim yapma imkânı sunmaması halinde, Mahkeme, Assanidzé (yukarıda anılan
karar, §§ 202-203), Ilaşcu ve diğerleri (yukarıda anılan karar, § 490),
Alexanian/Rusya (No. 46468/06, §§ 239-240, 22 Aralık 2008), Fatullayev
(yukarıda anılan karar, §§ 176-177), yukarıda anılan Del Río Prada, §§ 138-139)
ve Şahin Alpay (yukarıda anılan karar, §§ 194-195) davalarında yaptığı gibi,
yalnızca bireysel bir tedbiri almaya belirtmeye karar verebilmektedir. Bu
içtihat ışığında, Mahkeme, somut olayda başvuranın tutukluluk halinin devamının
Sözleşme'nin 5. maddesinin 3. fıkrasının ve 18. maddesinin ihlalinin devamına
ve taraf Devletlerin Sözleşme'nin 46. maddesinin 1. fıkrasından doğan
Mahkemenin kararına uyma yükümlülüklerinin yerine getirilmemesine yol açacağı
kanaatine varmaktadır.
283. Bu koşullarda, Mahkeme, davanın kendine özgü
koşullarını, ihlal tespitinin dayandığı gerekçeleri ve Sözleşme'nin 5.
maddesinin 3. fıkrasının ve 18. maddesinin ihlaline son verme yönündeki acil
ihtiyacı dikkate alarak, başvuranın tutukluluk halinin devamını haklı gösteren
yeni unsurlar veya deliller sunulmadığı sürece, mümkün olan en kısa sürede,
mevcut davaya konu edilen ceza davaları kapsamında karar verilen, başvuranın
tutukluluğunu sona erdirme görevinin davalı Devlete ait olduğu kanısına
varmaktadır."
82. AİHM İkinci Dairesinin 20/11/2018 tarihli kararına
karşı hem başvurucu hem de Hükûmet, başvurunun Büyük Daire önünde görüşülmesi
talebinde bulunmuştur. Bu talebin kabul edilmesi üzerine Büyük Daire 18/9/2019
tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun ve Hükûmetin temsilcilerini
dinlemiştir.
83. Bireysel başvuru AİHM Büyük Dairesi önünde
derdesttir.
3. Bir Başka
Suçtan Verilen Mahkûmiyet Kararına İlişkin Süreç
84. İstanbul'da 17/3/2013 tarihinde yapılan açık hava
toplantısına ilişkin olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında milletvekili
olan başvurucu hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle düzenlenen
fezleke -belirli aşamalardaki dosyalar yönünden yasama dokunulmazlığına istisna
getiren- 6718 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin yürürlüğe
girmesi (bkz. §§ 15, 16) dolayısıyla iade edilmiş, bunun üzerine Bakırköy
Cumhuriyet Başsavcılığının 16/8/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucunun terör
örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası
açılmıştır.
85. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesince E.2017/173 sayılı
dosya üzerinden yürütülen yargılama sonunda 18/9/2018 tarihinde verilen kararla
başvurucunun anılan toplantıda sarf ettiği bazı sözleri dolayısıyla PKK terör
örgütünün propagandasını yaptığı değerlendirilmiş ve 4 yıl 8 ay hapis cezası
ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir.
86. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna
başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 4/12/2018
tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiş, böylelikle
başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü -karar tarihindeki kanun hükümleri uyarınca-
kesinleşmiştir. Bunun üzerine hükmün infazına 7/12/2018 tarihinde başlanmıştır.
87. Başvurucu müdafii 10/9/2019 tarihinde İstanbul 26.
Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak başvurucu hakkında Ankara 19. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2017/189 sayılı dosyasında tutuklulukta geçen sürenin İstanbul
26. Ağır Ceza Mahkemesince E.2017/173 sayılı dosyasında kesinleşen 4 yıl 8
aylık hapis cezasından mahsubuna karar verilmesini talep etmiştir.
88. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi 20/9/2019 tarihinde
talebin kabulü ile başvurucunun Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/189
sayılı dosyasında 4/11/2016 ila 7/12/2018 tarihlerinde tutuklukta geçirdiği
sürenin infaz edilmekte olan -4 yıl 8 aylık hapis- cezasından mahsubuna karar
vermiştir.
89. Öte yandan başvurucu hakkında mahkûmiyet kararına
konu suçun da aralarında olduğu bazı suçlar bakımından verilen hükümlere karşı
-ceza miktarı önemli olmaksızın- temyiz yoluna başvurulmasına imkân tanıyan
17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un 24/10/2019 tarihinde Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe girmesi üzerine başvurucu 30/10/2019 tarihli dilekçe
ileİstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, söz konusu hükme karşı temyiz
kanun yoluna başvurulması dolayısıyla infazın durdurulmasına karar verilmesini
talep etmiştir.
90. Mahkeme 31/10/2019 tarihinde talebin kabulü ile
infazın durdurulmasına ve başvurucunun anılan mahkûmiyet hükmü bakımından
tahliyesine karar vermiştir.
91. Dava temyiz incelemesi için Yargıtayda derdesttir.
4. Bir Başka
Suçtan Verilen Tutuklama Kararına İlişkin Süreç
92. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6-7/10/2014
tarihlerinde başlayıp sonraki günlerde birçok şehre yayılan ve çok sayıda
kişinin hayatını kaybettiği veya yaralandığı şiddet olayları dolayısıyla 2014
yılında bir (2014/146757 sayılı) soruşturma başlatılmıştır (kamuoyunda 6-7
Ekim olayları olarak bilinen bu şiddet eylemlerinin ayrıntıları için bkz. Selahattin
Demirtaş, §§ 24-30).
93. Bu soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı 20/9/2019 tarihinde -başka bir suçtan Edirne F Tipi Yüksek
Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta olan-
başvurucuyu (anılan dönemde HDP'nin diğer eş genel başkanı olan F.Y.Ş. ile
birlikte) devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya
başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla (kasten insan)
öldürme ve öldürmeye teşebbüs, birden fazla kişi ile birliktegece vaktinde suç
örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak
kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından tutuklanması istemiyle Ankara
Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.
94. Tutuklama talep yazısında 6-7 Ekim olaylarına
ve bu kapsamda birçok şehirde yaşanan şiddet eylemleri ile bunların sonucunda
hayatını kaybeden ve yaralanan kişiler olduğuna genel olarak değinilmiş,
"dosya içinde mevcut araştırma ve tespit tutanakları, müşteki tanık ve
şüpheli ifadeleri, olay görüntüleri içerir tutanak ve CD'ler, sair tutanaklar
birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin [başvurucu ve şüpheli F.Y.Ş.]
atılı suçları işlediklerine dair haklarında kuvvetli suç şüphesinin mevcut
olduğu, şüphelilere atılı suçların katalog suçlardan olması ve cezaların üst
sınırı dikkate alınarak" tutuklamaya karar verilmesi istenmiştir.
95. Başvurucunun sorgusu aynı gün Ankara 1. Sulh Ceza
Hâkimliği tarafından yapılmıştır. Başvurucu, sorguya hükümlü olarak bulunduğu
ceza infaz kurumundan SEGBİS yoluyla katılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun
müdafileri de sorgunun yapıldığı Hâkimlik salonunda hazır bulunmuştur.
Başvurucu, sorgudaki ifadesinde tutuklama talebine konu 6-7 Ekim olaylarına
ilişkin suçlama dolayısıyla 4/11/2016 tarihinde tutuklandığını ve bununla
ilgili yargılamasının devam etmekte olduğunu, bu olaylarla ilgili yargılandığı
davada veya bireysel başvuru süreçlerinde şimdi tutuklamaya konu edilen
suçlardan (sevk maddelerinden) bahsedilmediğini, aynı olaylar nedeniyle
mükerrer olarak tutuklanmasının talep edildiğini, anılan olaylar sırasında
şiddeti teşvik ya da tahrik etmediğini, aksine önlemeye çalıştığını
belirtmiştir.
96. Hâkimlik, sorgu sonucunda başvurucunun atılı
suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
Şüpheliler F.Y.Ş. ve SELAHATTİN DEMİRTAŞ'ın üzerlerine
yüklenen Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma, Bir Suçu Gizlemek veya
Başka Bir Suçun Delillerini Gizlemek ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürmeye
Azmettirme (TCK'nın 214/3. Maddesi yollamasıyla), Birden Fazla Kişi İle
Birlikte Gece Vaktinde Suç Örgütüne Yarar Sağlamak Maksadıyla Yağmaya
Azmettirme (TCK'nın 214/3. Maddesi yollamasıyla), Cebir, Tehdit veya Hile
Kullanarak Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmaya Azmettirme (TCK'nın 214/3.
Maddesi yollamasıyla), Bir Suçu Gizlemek veya Başka Bir Suçun Delillerini
Gizlemek ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürmeye Teşebbüse Azmettirme (TCK'nın
214/3. Maddesi yollamasıyla) suçlarının vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren deliller (müşteki, tanık ve şüpheli beyanları,
olaylara ilişkin tutanak ve CD'ler, araştırma ve tespit tutanakları ile diğer
bilgi ve belgeler), fiillerin kanunda karşılığı olan cezaların miktarı, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 19. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5.
maddelerinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği dikkate
alınarak adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin
CMK'nın 100. vd. maddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]"
97. Başvurucu 7/11/2019 tarihinde anılan tutuklama
kararıyla bağlantılı şikâyetlerin dile getirildiği bir bireysel başvuruda
(2019/36348 sayılı) bulunmuştur.
98. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuş; Komisyonca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
99. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Bakanlığa
gönderilmiştir.
100. Başvuru, Anayasa Mahkemesi önünde derdesttir.
5. Tazminat
Davasına İlişkin Süreç
101. Başvurucu 16/11/2017 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un
141. ve 142. maddelerine dayanarak Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinde
tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucunun kanunda öngörülen
koşullara aykırı olarak tutukluluğunun devam ettirildiği, makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmediği, azami otuz günlük aralıklarla tutukluluk incelemesinin yapılmadığı
iddia edilerek -milletvekili olması ve siyasi konumu dikkate alınarak- 250.000
TL maddi ve 500.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir.
102. Öte yandan başvurucu, Anayasa Mahkemesine sunduğu
bireysel başvuru formlarında anılan davadan bahsetmiştir.
103. Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi E.2017/455 sayılı
dosya üzerinden yürütülen yargılama sonucunda 11/7/2018 tarihinde davanın
kısmen kabulü ile başvurucu lehine 10.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Bu
bağlamda kararda 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesi uyarınca en geç otuzar
günlük aralıklarla resen tutukluluk incelemesi yapılması gerekmesine rağmen
21/7/2017 (son tutukluluk incelemesinin yapıldığı 22/6/2017 tarihinden otuz gün
sonra) tarihinden itibaren 3/10/2017 tarihine kadar başvurucunun tutukluluk
durumunun incelenmemesi dolayısıyla 10.000TL manevi tazminata hükmedilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
104. Buna karşılık Mahkeme, başvurucunun kanunda
öngörülen koşullara aykırı olarak tutukluluğunun devam ettirildiği, makul
sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmediği iddiası bakımından soruşturma ve kovuşturma süreçleri ile
başvurucu hakkında verilen tutukluluğa ilişkin kararları dikkate alarak
tutukluluğun makul süreyi aşmadığı sonucuna varmış; bu nedenle anılan iddiaya
dayalı tazminat istemini kabul etmemiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"Davacı tarafından CMK’nın 141. maddesi uyarınca
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmediği ve bu nedenle de maddi ve manevi yönden zararının
bulunduğunun iddia edildiği, CMK'nın 141/1-d maddesinde' Kanuna uygun olarak
tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu
süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesinin
öngördüğü, Yargıtay 12. Ceza Dairesi'nin 22/06/2016 tarih, 2015/12366 esas ve
2016/10728 karar sayılı kararı ve pek çok kararında uzun tutukluluk nedeniyle
davacının manevi tazminat isteminde bulunabileceğinin kabul edildiği, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesinde 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en
kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasının öngörüldüğü, yine Anayasa'nın 90/son
maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan
olan ve uygulama önceliği bulunan İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/3. maddesinde
'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev
yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' hükmünün
yer aldığı göz önüne alındığında makul sürede yargılama mercii huzuruna
çıkarılmayan ve tutukluluk durumu makul süreyi aşan kişilerin tazminat davası
açabileceğinin kabul edildiği anlaşılmakla; Anayasa Mahkemesi'nin 22/5/2018
tarih ve 30428 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, 12/4/2018 tarihli ve
2016/15637 başvuru numaralı kararında da 'Bir ceza soruşturması veya
kovuşturması kapsamında sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı
öncelikle tutukluluğa ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden tespit
edilebilir. Tutukluluğa ilişkin kararların gerekçelerinde tutuklamanın ön şartı
olan kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunduğunun, tutuklama
nedenlerinin ve tutuklamanın neden ölçülü olduğunun ortaya konulması
gerekmektedir.' şeklinde ifade edildiği üzere somut olayda tutuklama süresinin
makul olup olmadığının değerlendirilebilmesi için davacının tutuklanmasına ve
tutukluluk durumunun değerlendirilmesine ilişkin kararların ve davacının
üzerine atılı suçların niteliğinin göz önüne alınması gerekmektedir. Ayrıca Anayasa
Mahkemesi tarafından aynı kararında tutukluluk süresinin makul olup olmadığı
konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve
bir kişinin tutuklu kaldığı sürenin makul olup olmadığının her davanın kendi
özelliklerine göre değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Bunun yanı sıra davacının koruma tedbirine konu ceza
davasında tutuklu kaldığı süre yönünden AİHM'in tutukluluk konusunda
benimsediği davanın kapsamı, dosyadaki delillerin çokluğu, sanıklara yüklenen
suçların sayısı ve niteliği, sanıkların sayısı ve davanın karmaşık olması
durumunun tutukluluk süresinin makul olup olmadığı, organize suçlar bakımından
ve ayrıca olayın istisnai koşullarının, karmaşıklığının, başvurucunun
kovuşturulmasına neden olan eylemin ağırlığının başvurucunun kaçma ihtimalinin
de davacının tutukluluk süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde
ve bu suretle davacının CMK'nın 141/1-d maddesi gereğince tazminat talep etme
hakkının bulunup bulunmadığının tespitinde önem arz ettiği kabul edilmektedir.
(Yargıtay 12. Ceza Dairesi'nin 09/03/2015 tarihli, 2014/15450 esas ve 2015/4363 karar sayılı kararı)
Huzurdaki davaya esas dosya incelendiğinde; davacı
hakkında soruşturma aşamasında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
2016/29478 soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt
adına suç işlemek, 2016/29479soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye
olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/29479 soruşturma nolu silahlı
terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/24950
soruşturma nolu terör örgütü propogandası yapmak ve silahlı terör örgütüne üye
olmak, 2016/29476 soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte
örgüt adına suç işlemek, 2016/24946 soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye
olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/35438 soruşturma nolu halkı
kin ve düşmanlığa tahrik etme, 2016/35211 soruşturma nolu kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme hareketlerine katılma, terör
örgütü propogandası yapma, suç ve suçluyu övme, 2016/35237 soruşturma nolu
kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme hareketlerine
katılma, terör örgütü propogandası yapma, 2016/35447 soruşturma nolu halkı kin
ve düşmanlığa tahrik etme, terör örgütü propogandası yapma, suç ve suçluyu
övme, 2016/23921soruşturma nolu terör örgütü propogandası yapma,
2016/23920soruşturma nolu halkı alenen kin ve düşmanlığa tahrik etme, terör
örgütü propogandası yapma, 2016/24617soruşturma nolu suç işlemeye alenen tahrik
etme ve terör örgütü propogandası yapma, 2016/29488soruşturma nolu terör örgütü
propogandası yapma, 2016/29489soruşturma nolu terör örgütü propogandası yapma,
2016/24542 soruşturma nolu suçu ve suçluyu övme, 2016/35454 soruşturma nolu
kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme hareketlerine
katılma, terör örgütü propogandası yapma suçlarında yürütülen soruşturma
dosyalarının davacı hakkında düzenlenen iddianamenin dayanağı olan 2016/24950
soruşturma nolu dosya üzerinde birleştirildiği, davacı hakkında düzenlenen
11/01/2017 tarih, 2016/24950 soruşturma sayılı ve 2017/118 iddianame numaralı
iddianameye göre davacı hakkında düzenlenen 31 adet ayrı olay ve konuya ilişkin
fezlekenin bulunduğu ve bu fezlekelerin iddianamenin kapsamında isnat edilen
suçlamalara ilişkin olarak yer aldığı, ayrıca iddianame kapsamında başta terör
örgütü yöneticiliği olmak üzere davacıya isnat edilen birden fazla ve
birbirinden farklı bir çok suç tipinin bulunduğu, davacının tutuklandığı
04/11/2016 tarihinden bu yana tutuklu olarak yargılandığı ve davacıya isnat
edilen suçlara göre davacının tutukluluk süresinin Türk Ceza Kanunu'na göre
öngörülen azami tutukluluk sürelerini aşmadığı anlaşılmıştır.
Somut olayda davacı hakkında Sulh Ceza Hakimliklerinin ve
Ağır Ceza Mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer
alan tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamalar incelendiğinde ise
davacının atılı suçları işlediğine ilişkin somut delillere dayalı kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğuna, kaçma şüphesine, isnat edilen silahlı terör örgütü
kurma ve yönetme suçunun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin 3 numaralı
fıkrasında yer alan ve Kanun gereği "tutuklama nedeni varsayılabilen"
suçlar arasında olmasına, isnat edilen suçlamalara göre tutuklama tedbirinin
ölçülü/orantılı olmasına, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağına
dayanıldığı görülmektedir. Davacıya isnat edilen suçlamanın niteliği, davacının
yöneticisi olduğu iddia edilen PKK terör örgütünün örgütlenme biçimi ve
işleyişi, soruşturma/kovuşturma konusu edilen olayların özellikleri birlikte
dikkate alındığında tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçelerin
tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutukluluğun meşruluğunu haklı
gösterecek özen ve içerikte olduğu, dolayısıyla tutukluluk halinin devamına
ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi itibarıyla ilgili ve yeterli olduğu
sonucuna varılmıştır.
Bunun yanı sıra somut olayda davacıya isnat edilen
suçların ciddi ve ağır oluşu, davacı hakkında terör örgütü yönetici olma, 15
kez terör örgütü propogandası yapma, 3 kez kanuna aykırı toplantı veya gösteri
yürüyüşleri düzenleme veya yönetme, kanuna aykırı toplantı veya gösteri
yürüyüşlerine katılma, 2 kez halkı kin ve düşmanlığa tahrik, 4 kez suçu ve
suçluyu övme, suç işlemeye tahrik, kanunlara uymamaya tahrik suçlarından
yargılama yapıldığı, iddianamenin davacı hakkında düzenlenen 31 ayrı konu ve
olaya ilişkin fezlekeye dayandığı, davacının yargılandığı suçların niteliği,
özellikle eylemlerin sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın
karmaşıklık düzeyi dikkate alındığında tutukluluk süresinin makul olduğu
anlaşılmakla davacının makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmaması ve
bu süre içinde hakkında hüküm verilmemesine nedeniyle CMK'nın 141/1-d maddesine
istinaden talep ettiği maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar
verilmiştir."
105. Başvurucunun yanı sıra Cumhuriyet savcısı ve Hazine
vekili (davalı) karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
106. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 16. Ceza Dairesi
2/1/2019 tarihinde başvurucu yönünden istinaf isteminin esastan reddine,
Cumhuriyet savcısı ve Hazine vekilinin başvurusu yönünden ise manevi tazminat
miktarının 3.000 TL'ye indirilmesi suretiyle hükmün düzeltilerek istinaf
başvurularının esastan reddine karar vermiştir.
107. Başvurucu, karara karşı temyiz yoluna başvurmuş;
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 23/12/2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesince
verilen hükmü hukuka uygun bularak başvurucunun temyiz isteminin esastan
reddine karar vermiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
108. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya
sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen
ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı
verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var
sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli
şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
109. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı"
kenar başlıklı 101. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya
re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve
adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî
nedenlere yer verilir.
(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki
bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir,
ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda
belirtilir."
110. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklulukta geçecek
süre" kenar başlıklı 102. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/18 md.) Ağır ceza
mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır.
Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha
uzatılabilir.
(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde,
tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi
gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci
Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez.
(3) Bu maddede öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet
savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra
verilir."
111. 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın
salıverilme istemleri" kenar başlıklı 104. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her
aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.
(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına
veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz
edilebilir."
112. 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar
başlıklı 105. maddesi şöyledir:
"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem
üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü
alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol
uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü
maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç
olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi
gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı,
şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz
edilebilir."
113. 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun
incelenmesi" kenar başlıklı 108. maddesi şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde
bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk
hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi
üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde
bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir.
(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada
öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın
tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar
gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde
de re'sen karar verir."
114. 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar
başlıklı 109. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100
üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin
tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
…
(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya
birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen
süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve
gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki
kontrol tedbirlerine uymak.
d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını
kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini
teslim etmek.
...
f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak,
miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet
savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.
g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde
sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek.
...
j) Konutunu terk etmemek.
k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.
l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek."
115. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi"
kenar başlıklı 141. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen,
...
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama
işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten
isteyebilirler."
116. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin
koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
117. 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek
kararlar" kenar başlıklı 267. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde,
mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.
118. 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve
inceleme mercileri" kenar başlıklı 268. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz,
kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı
öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir
dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak
suretiyle yapılır ...
(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı
yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde,
itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir."
119. 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar
başlıklı 271. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda
itiraz konusu hakkında da karar verir.
(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.
(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir;
ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz
yoluna gidilebilir.
120. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Suç işlemeye tahrik" kenar başlıklı 214. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı
aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
121. 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar
başlıklı 314. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer
alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan
onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
122. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma,
yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni
değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk
Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini
zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek,
Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak
amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü
suç teşkil eden eylemlerdir."
123. 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu"
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için
meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda
diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese
dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.
Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç
işleyenler de terör suçlusu sayılır."
124. 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları"
kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310
uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
125. 3713 sayılı Kanun'un "Terör amacı ile
işlenen suçlar" kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar
doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti
çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:
a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96,
106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152,
170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224,
243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.
..."
126. 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların
artırılması" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler
hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para
cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak
cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın
yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasına hükmolunur."
127. 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar
başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı
kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve
2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158),
hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü
Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324,
325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile
ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis
cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza
mahkemeleri görevlidir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere
ilişkin hükümler, askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile
çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır"
B. Uluslararası
Hukuk
1. Sözleşme
Metinleri
128. Sözleşme'nin "Özgürlük ve güvenlik
hakkı" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir.
Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç
kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
...
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için
inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra
kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı
halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
...
3. İşbu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar
uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli
görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması
zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama
süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada
hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir."
129. Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 3. maddesi
şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının
seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar
içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı taahhüt
ederler."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
130. AİHM, Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması
çerçevesinde, kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili
adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki
içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya,
B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD],
B. No: 23755/07, 5/7/2016) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından
itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya
ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması
gerekir (Buzadji/Moldova, §§ 100-102).
131. AİHM, yakalanan kişinin suç işlediğinden şüphelenmek
için makul sebeplerin devam etmesinin tutukluluk hâlinin devamı bakımından
olmazsa olmaz (sine qua non) bir şart olduğuna vurgu yapmakla birlikte
ulusal adli makamların yakalanan kişinin tutuklanmasına gerek olup olmadığını,
yakalamanın hemen ardından değerlendirmeleri durumunda makul şüphenin devam
etmesi koşulunun artık yeterli olmadığını belirtmekte ve adli makamların
tutukluluğun meşrulaştırılması için yeterli ve ilgili başka gerekçeler de ileri
sürmesi gerektiğine dikkat çekmektedir (Merabishvili/Gürcistan [BD], B.
No: 72508/13, 28/11/2017, § 222).
132. AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden
belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya,
B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest
bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler
alabilecek olma (özellikle delillerin yok edilme) tehlikesi (Wemhoff/Almanya,
B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme
tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969,
hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa,
B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51).
133. AİHM'e göre kaçma, tanıklar üzerinde baskı kurma
veya delil unsurlarını değiştirme, yeniden suç işleme, kamu düzenini bozma gibi
risklerin varlığının gerektiği şekilde tespit edilmesi ve adli makamların bu
bağlamdaki gerekçesinin soyut, genel veya basmakalıp bir şekilde olmaması
gerekir (Merabishvili/Gürcistan, § 222). Bu yönüyle kaçma riskinin
değerlendirilmesinde kişinin karakteri, ahlaki durumu, ikametgâhı, mesleği, mal
varlığı, aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdiği tepki, başka bir ülkeye
gerçekten kaçmayı planlayıp planlamadığı, kaçmayı planladığı ülkeyle veya uluslararası
bağlantıları gibi hususlar dikkate alınmalıdır (Becciev/Moldova, B. No:
9190/03, 4/1/2006, § 58, Buzadji/Moldova, § 90). Ayrıca cezanın ağırlığı
kaçma riskinin değerlendirilmesinde dikkate alınacak bir unsur olsa da tek
başına tutukluluk hâlinin uzun süreler boyunca uzatılması durumunu haklı kılmaz
(Idalov/Rusya [BD], B. No: 5826/03, 22/5/2012, §145; Garycki/Polonya,
B. No: 14348/02, 6/2/2007, § 47).
134. AİHM, tutukluluğun makul süreyi aşmamasını
sağlamanın öncelikle ulusal adli makamlara düşen bir görev olduğunu, ulusal
makamların bu görevi yerine getirmek için -masumiyet karinesini de tam
anlamıyla dikkate alarak- Sözleşme'nin 5. maddesinde belirlenen kurala bir
istisna getirmeyi haklı kılan kamu yararı gerekliliğinin varlığını kabul edecek
veya bertaraf edecek nitelikteki bütün koşulları incelemek ve tahliye
taleplerine ilişkin olarak verdikleri kararlarda bu gerekçeleri dikkate almak
durumunda olduklarını belirtmektedir (Nedim Şener/Türkiye, B. No:
38270/11, 8/7/2014, § 70). Esasen AİHM, ulusal mahkemeler tarafından başvuranın
tutukluluğuna ilişkin olarak verilen kararlarda yer alan ve başvuran tarafından
salıverilme taleplerinde veya diğer başvurularında ileri sürülen gerekçelere
dayanarak Sözleşme'nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ihlal edilip
edilmediğini belirlemektedir (Wemhoff/Almanya, s. 24, 25, § 12; Neumeister/Avusturya,
s. 37, §§ 4, 5, Letellier/Fransa, § 35; Buzadji/Moldova, § 91).
135. Diğer taraftan AİHM, serbest seçim hakkını Avrupa
kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri
olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 3. maddesinin
koruduğu hakların hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu
belirtmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B. No: 9267/81,
2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 16/3/2006, §
103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008 § 105).
136. Buna karşılık AİHM'e göre seçilme hakkı, mutlak
olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Ancak bu sınırlamalar, yasama organının
seçiminde halkın görüşlerinin serbestçe açıklanmasını ve bu anlamda belli
kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına katılımlarını engelleyici,
söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini ortadan kaldıracak ölçüde
olmamalıdır. Ayrıca sınırlamaların öngörülen amaçla orantılı olması gerekir (Mathieu-Mohin
ve Clerfayt/Belçika, § 52; Tanase/ Moldova [BD], B. No: 7/08,
27/4/2010, §§ 157, 158, 161).
137. Öte yandan AİHM'e göre seçilme hakkı sadece
seçimlerde aday olma hakkını değil aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili
olarak parlamentoda bulunma hakkını da kapsar. Bu ise hiç kuşkusuz kişinin
seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini
gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına
yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil aynı zamanda seçmenlerinin
serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir (Sadak
ve diğerleri/Türkiye, B. No: 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95,
27101/95, 11/6/2002, §§ 33, 40). AİHM ayrıca milletvekili-seçmen ilişkisinden
hareketle ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli
olduğunu zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine
dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif
milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin daha sıkı bir denetimi
gerektirdiğini vurgulamıştır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/12/1992,
§ 42).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
138. Mahkemenin 9/6/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Tahliye
Talepleri ile Tutukluluğa Yönelik İtirazların Karara Bağlanmadığına ve
Tutukluluk İncelemelerinin Yapılmadığına İlişkin İddialar
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
139. Başvurucu; yargılama sürecinde etkili bir tutukluluk
incelemesi yapılmadığını, bu kapsamda dosyanın Diyarbakır 8. Ağır Ceza
Mahkemesinde bulunduğu dönemde yapılan iki ayrı tahliye veya tutukluluğa itiraz
taleplerinin karara bağlanmadığını, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin ise üç ay
boyunca (2017 yılının Temmuz ve Eylül ayları arasında) resen tutukluluk
incelemesi yapmadığını, yine birleştirmeye ilişkin uyuşmazlığın yaşandığı bu
süreçte tahliye taleplerinin de değerlendirilmediğini belirterek Anayasa'nın
19. maddesinin sekizinci fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
140. Bakanlık görüşünde; başvurucunun tutukluluk incelemelerine
ilişkin şikâyetleriyle ilgili olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. ve 142.
maddeleri uyarınca açtığı tazminat davasında lehine tazminata hükmedildiği, bu
durumda söz konusu iddialar bakımından mağdur sıfatının kalmadığı ifade
edilmiştir.
141. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında ilk
derece mahkemesince resen yapılması gereken tutukluluk incelemelerinin
yapılmaması dolayısıyla hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olduğunu iddia
etmiştir.
2. Değerlendirme
a. Tutukluluk
İncelemelerinin Yapılmadığına İlişkin İddia Yönünden
142. Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası
uyarınca, hürriyeti kısıtlanan bir kimsenin kısa sürede durumu hakkında karar
verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkı
bulunmaktadır. Burada belirtilen bir yargı merciine başvurma hakkı, suç
isnadıyla hürriyetinden yoksun bırakılan kimseler bakımından tahliye talebinin
yanı sıra tutuklama, tutukluluğun devamı ve tahliye talebinin reddi kararlarına
karşı yapılan itirazların incelenmesi sırasında da uygulanması gereken bir
güvencedir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 122,
123; Ali Efendi Peksak, B. No: 2017/29428, 17/7/2019, § 84).
143. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 108. maddesine
göre şüpheli veya sanığın istemi olmaksızın tutukluluğun resen incelenmesi
durumunda hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine başvurma hakkı
kapsamında bir değerlendirme yapılmadığından bu incelemeler Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası kapsamına dâhil değildir (Firas Aslan ve Hebat
Aslan, B. No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol ve
diğerleri, B. No: 2013/6160, 2/12/2015, § 24; Ali Efendi Peksak, §
85).
144. Başvurucu, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin üç ay
boyunca (2017 yılının Temmuz ve Eylül ayları arasında) resen tutukluluk
incelemesi yapmadığını ileri sürmüştür. Dolayısıyla buradaki şikâyet, 5271
sayılı Kanun'un 108. maddesine göre resen yapılması gereken tutukluluk
incelemelerine (bunların yapılmadığına) ilişkindir. Tutukluluğun gözden
geçirilmesi için resen yapılacak bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin
kapsamına dâhil olmadığından konu bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisinin
kapsamı dışında kalmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Hidayet
Karaca (2), B. No: 2015/7254, 12/12/2018, §§ 73, 74; Ali Kavlak,
B. No: 2016/8018, 10/12/2019, § 120).
145. Kaldı ki başvurucu bu iddiasını 5271 sayılı Kanun'un
141. ve 142. maddelerine dayanarak Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi önünde
tazminat davasına konu etmiş, Mahkeme de başvurucunun bu dönemde resen
yapılmayan tutukluluk incelemeleri dolayısıyla manevi tazminata hükmetmiştir.
Böylelikle başvurucuya nihai olarak 3.000 TL ödenmesine ilişkin yargısal karar
kesinleşmiştir.
146. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu
kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Tahliye
Talepleri ile Tutukluluğa İlişkin İtirazların Karara Bağlanmadığına İlişkin
İddia Yönünden
147. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1)
numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekmektedir.
148. Başvurunun süresinde yapılmış olması, her aşamada
dikkate alınması gereken usule ilişkin şarttır (Yasin Yaman, B. No:
2012/1075, 12/2/2013, § 18).
149. Başvurucu; hakkındaki davanın Diyarbakır 8. Ağır
Ceza Mahkemesinde bulunduğu dönemde yaptığı iki ayrı tahliye veya tutukluluğa
itiraz taleplerinin karara bağlanmadığını, yine Ankara 2. ve 19. Ağır Ceza
Mahkemeleri arasında birleştirmeye ilişkin uyuşmazlığın yaşandığı süreçte
tahliye talepleri bakımından da bir değerlendirme yapılmadığını iddia etmektedir.
150. Başvurucu hakkında açılan davada -Yargıtay 5. Ceza
Dairesince davanın güvenlik gerekçesiyle nakline karar verilmesi üzerine-
Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi 6/4/2017 tarihinde dosyanın Ankara Nöbetçi
19. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Sonrasında Ankara 2.
ve 19. Ağır Ceza Mahkemeleri arasında birleştirme uyuşmazlığı yaşanmış, Ankara
Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesi 14/9/2017 tarihli kararı ile bu
uyuşmazlığı gidermiştir. Bunun üzerine Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi 3/10/2017
tarihinde yaptığı tensip incelemesinin sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin
devamına karar vermiş ve Tensip Tutanağı başvurucuya 13/10/2017 tarihinde
tebliğ edilmiştir (bkz. §§ 28-37). Dolayısıyla başvurucunun bu Tensip
Tutanağı'nın tebliğinden itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunması
gerekmektedir. Buna karşılık başvurucu otuz günlük başvuru süresi geçtikten
sonra 24/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu itibarla
başvurucunun bu bölümdeki iddiaları bakımında süre aşımı söz konusudur (aynı
yöndeki değerlendirme için bkz. H.Ç., B. No: 2018/5227, 27/11/2019, §
39).
151. Kaldı ki 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (k) bendi yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama ve
tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından
yararlandırılmamaları durumunda maddi ve manevi her türlü zararlarının
tazminini isteyebilmelerine imkân sağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi, bireysel
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla tahliyesine karar verilmiş kişiler
yönünden asıl dava sonuçlanmamış olsa da tahliye taleplerinin veya tutukluluğa
itirazların karara bağlanmadığı iddiaları bakımından anılan yolun tüketilmesi
gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Cafer Yıldız,
B. No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Y.G., B. No: 2017/5933, 9/1/2020 §§
88-95). Bu bağlamda somut olayda başvurucunun Diyarbakır 3. Ağır Ceza
Mahkemesinde açtığı davada tahliye taleplerinin ya da tutukluluğun devamı
kararlarına yönelik itirazlarının karara bağlanmaması dolayısıyla bir tazminat
talep etmediği görülmektedir (bkz. § 101).
152. Açıklanan gerekçelerle bireysel başvurunun bu
kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
B. Tutukluluğun
Kanunda Öngörülen Azami Süreyi Aştığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
153. Başvurucu; tutuklama kararına konu olan suç
işlemeye tahrik suçunun ağır ceza mahkemesinin görev alanında bulunmaması
dolayısıyla bu suç yönünden azami tutukluluk süresinin bir yıl olduğunu, davaya
bakan mahkemece bu sürenin uzatılması yönünde bir karar da verilmediğini, bu
durumda anılan suç yönünden kanunda öngörülen azami tutukluluk süresi dolmasına
rağmen tahliyesine yönelik taleplerin kabul edilmediğini belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
154. Bu bölümdeki iddianın dile getirildiği 2018/16592
sayılı başvurunun -şikâyetin niteliği gözetilerek- Bakanlığa bildirilmesine
gerek görülmemiştir (bkz. § 8).
2. Değerlendirme
155. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
156. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
...
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler,
ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
157. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013 §
16). Bu itibarla başvurucunun tutukluluk süresinin kanuniliğine ilişkin bu
bölümdeki iddialarının -Anayasa'nın 13. maddesindeki ilkeler çerçevesinde-
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir (aynı
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Murat Narman, B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 38).
a. Genel
İlkeler
158. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan
sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek
koşuluyla kişilerin hürriyetlerinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı
olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, §
42).
159. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kişilerin fiziksel
hürriyetlerini güvence altına alır (Galip Öğüt [GK], B. No: 2014/5863,
1/3/2017, § 35). Anayasa'nın 19. maddesinin kişi hürriyetinin kısıtlanmasına
imkân tanıdığı durumlardan biri de maddenin üçüncü fıkrasında düzenlenen
tutuklama tedbiridir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 65).
160. Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan
Anayasa'nın 19. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralına
yer verilmiştir. Anayasa'nın 13. maddesiyle tüm temel hak ve özgürlüklerin
sınırlanmasına ilişkin getirilen kanunilik şartı kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı yönünden 19. maddede ayrıca belirtilmiştir. Bu bağlamda
Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale
olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat
Narman, § 43; Halas Aslan, § 55).
161. 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin
en çok iki yıl olduğu belirtildikten sonra zorunlu hâllerde gerekçesi
gösterilerek bu sürenin uzatılabileceği düzenlenmiştir. Kanun'da bu uzatma
süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği ifade edilmiştir. Böylelikle uzatma
süreleri dâhil toplam tutukluluk süresi azami beş yıl olabilecektir (Hamit
Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 40). Bununla birlikte 15/8/2017 tarihli
ve 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname'nin 141. maddesiyle -1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı
Kanun'un 136. maddesiyle de aynen kabul edilerek yasalaşmıştır- anılan fıkraya
eklenen son cümle ile 5237 sayılı Kanun'un İkinci Kitap Dördüncü Kısım
Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölüm'de tanımlanan suçlar ile 3713
sayılı Kanun kapsamına giren suçlarda uzatma süresinin beş yılı geçemeyeceği
düzenlenmiştir (bkz. § 110). Dolayısıyla anılan suçlara ilişkin olarak kanun
koyucu azami tutukluluk süresini yedi yıla çıkarmıştır (Ömer Köse (2),
B. No: 2017/34237, 23/10/2019, § 66).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
162. Somut olayda başvurucu, terör örgütüne üye olma ve
halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tutuklanmıştır (bkz. § 22).
163. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlar
5235 sayılı Kanun'un 12. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre başvurucunun
tutuklanmasına karar verilen ve 5237 sayılı Kanun'un -İkinci Kitap Dördüncü
Kısım Beşinci Bölüm'de (m. 314) yer alan terör örgütü üyeliği suçunun bu
kapsamda olduğunda kuşku bulunmamaktadır (bkz. §§ 121, 127).
164. Başvurucu, yargılama aşamasında halkı suç işlemeye
alenen tahrik etme suçu yönünden bu suçun ağır ceza mahkemesinin görev alanına
girmemesi dolayısıyla azami tutukluluk süresinin bir yıl olduğunu ileri sürerek
tahliyesini talep etmiş ancak Mahkeme iddianamedeki anlatıma göre bu suçun 3713
sayılı Kanun'un 4. maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle aynı Kanun'un
5. maddesinin uygulanma ihtimalinin bulunduğunu belirtip delilleri takdir etme
yetkisinin ağır ceza mahkemesinde olduğuna işaret ederek talebi kabul
etmemiştir (bkz. § 47). Buna karşılık soruşturma dosyası incelendiğinde bu suça
ilişkin fezlekede ve/veya iddianamede 3713 sayılı Kanun'un 4. veya 5.
maddelerinin uygulanmasının talep edilmediği görülmektedir.
165. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi kişiler
hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya
üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması hâlinde -bu
soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceğini gözönüne
alarak- uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı
açısından sonuç doğuracağına vurgu yapmış, bu itibarla da kanunda öngörülen
azami tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı değil tüm suçlar için tek
bir süre olarak kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir (Burak Döner,
B. No: 2012/521, 2/7/2013, §§ 46-48; Abdullah Ünal, B. No: 2012/1094,
7/3/2014, § 41).
166. Bu çerçevede başvurucunun tutuklanmasına karar
verilen terör örgütüne üye olma suçunun ağır ceza mahkemesinin görev alanında
bulunması dolayısıyla kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin belirlenmesi
bakımından tutuklamaya konu diğer suç olan halkı suç işlemeye alenen
tahrik etme suçunun hangi mahkemenin görev alanında olduğunun bir önemi
bulunmamaktadır. Buna göre başvurucunun yargılandığı davada azami tutukluluk
süresi -tutuklandığı tarihte beş yıl olmakla birlikte- Mahkemece başvurucunun
tahliye talebinin reddedildiği tarih itibarıyla yedi yıldır.
167. Somut olayda başvurucu 4/11/2016 tarihinde gözaltına
alınmış ve aynı tarihte tutuklanmıştır. Başvurucunun yargılanmasına tutuklu
olarak devam olunurken başvurucu hakkında bir başka mahkemece verilen
mahkûmiyet kararının kesinleşmesi üzerine 7/12/2018 tarihinde bu hükmün
infazına başlanmış, başvurucu infazın durdurulmasına karar verilen 31/10/2019
tarihine kadar bu hüküm uyarınca hürriyetinden yoksun kalmıştır (bkz. §§ 86,
90). Bu sırada yargılandığı davada Mahkeme 2/9/2019 tarihinde başvurucunun
tahliyesine karar vermiştir (bkz. § 67).
168. Bu durumda başvurucunun tutukluluk süresi
belirlenirken başka suçlardan verilen hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz
edildiği dönemin mahsup edilmesi gerekmektedir (aynı yöndeki değerlendirmeler
için bkz. Salih Şahin, B. No: 2013/7040, 11/12/2014, §§ 29, 30).
169. Diğer taraftan başvurucunun Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen bir başka soruşturma kapsamında 20/9/2019 tarihinde
tutuklanmasının (bkz. § 96) eldeki işbu bireysel başvurudaki tutukluluk
süresinin belirlenmesi bakımından bir önemi bulunmamaktadır. Söz konusu
tutuklama tedbirinin hukukiliği Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruya
konu edilmiş olup anılan (2019/36348 sayılı) başvuru ayrıca incelenecektir.
170. Buna göre başvurucu eldeki işbu bireysel
başvuruların incelenmesi kapsamında 4/11/2016 ile 7/12/2018 tarihleri arasında
bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu kalmıştır. Dolayısıyla başvurucunun
tutukluluk süresi 2 yıl 1 ay 3 gün olup 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi aşılmamıştır.
171. Nitekim Anayasa Mahkemesi bir kararında ağır ceza
mahkemesinin görev alanında bulunan, devletin gizli belgelerini siyasal ve
askerî casusluk amacıyla temin etme suçlamasıyla tutuklanan ve sonrasında bu
suçun yanı sıra -asliye ceza mahkemesinin görev alanına giren kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçundan da cezalandırılması istemiyle açılan bir
davada tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşıp aşmadığını
incelemiştir. Anılan davada ilk derece mahkemesi başvurucunun devletin gizli
belgelerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan beraatine
ve bu suç yönünden tahliyesine, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise
mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutuklanmasına, ayrıca beraat ettiği suç
için tutuklulukta geçen sürenin bu mahkûmiyet süresinden mahsubuna karar
vermiştir. Anayasa Mahkemesi bu olaya ilişkin incelemesinde farklı mahkemelerin
görevine giren suçların, aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle birlikte yüksek
görevli mahkemede yargılama konusu olmasının mümkün olduğuna ve bu durumda
yargılama konusu suçun alt dereceli mahkemenin görevine girmesi hâlinde bile
bağlantılı suç nedeniyle üst dereceli mahkemenin davaya bakacağına dikkat
çekmiş; buna göre değişik mahkemelerin görevine giren suçların hukuki bağlantı
nedeniyle birlikte yüksek görevli mahkemede yargılama konusu olması durumunda
kanuni tutukluluk süresinin tutuklamaya esas alınan suça göre belirleneceğine
vurgu yapmıştır. Anayasa Mahkemesi bu bağlamda yaptığı değerlendirmede olayda
azami tutukluluk süresinin ağır ceza mahkemesinin görev alanındaki bir suç
nedeniyle tutuklama söz konusu olduğu için beş yıl olduğu sonucuna varmış ve 1
yıl 7 ay 27 günlük tutukluluk süresinin kanuna uygun olduğuna karar vermiştir (Erdoğan
Ayhan Kit, B. No: 2013/9302, 17/9/2014, §§ 44-46).
172. Kaldı ki Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza
İnfaz Kurumu Müdürlüğü başvurucunun şikâyetine konu halkı suç işlemeye alenen
tahrik etme suçuna ilişkin düzenlenen tutuklama müzekkeresinin infaz
görmediğini, anılan davada 4/11/2016 ile 7/12/2018 tarihleri arasında infaz
gören tutuklama müzekkeresinin terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin
olduğunu bildirmiştir (bkz. § 68).
173. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutukluluğun
kanunda öngörülen azami süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak bir ihlalin bulunmadığı
açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Tutukluluğun
Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
174. Başvurucu; tutuklama ve tutukluluğun devamı
kararları ile bunlara yönelik itirazın reddine ilişkin kararların gerekçeden
yoksun olduğunu, matbu ifadelerin yer aldığı kararlarla tutukluluğunun
sürdürüldüğünü, bu kararlarda makul suç şüphesinin olup olmadığının, ayrıca
kaçma ya da delilleri karartma ihtimalinin varlığının tartışılmadığını, sabit
bir ikamet adresinin bulunmasının ve milletvekili konumunun tartışılmadığını,
adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalma nedenlerinin de açıklanmadığını
belirterek Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları bağlamındaki
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
175. Başvurucu ayrıca tutukluluğun makul süreyi aştığını,
tutuklandığı tarihten sonra yaklaşık bir yıllık süre boyunca -davadaki
suçlamalar karmaşık olmamasına rağmen- yargılanmasına başlanmadığını, bu
süreçte herhangi bir yargılama faaliyetinin gerçekleştirilmediğini iddia
etmiştir.
176. Öte yandan başvurucu; tutukluluğu dolayısıyla hem
milletvekili hem de HDP'nin eş genel başkanı olarak yasama faaliyetlerine
katılamadığını ve seçmenlerini temsil etme görevini yerine getiremediğini, bu
kapsamda tutukluluk sürecinde gerçekleştirilen hükûmet rejiminin
değiştirilmesine yönelik Anayasa Değişikliği Referandumu ile ilgili olarak eş
genel başkanı olduğu siyasi parti adına bir faaliyet gerçekleştiremediğini
belirterek seçilme hakkının daihlal edildiği iddiasında bulunmuştur. Başvurucu
bunun yanı sıra muhalif bir siyasi partinin eş genel başkanı ve Cumhurbaşkanı
adayı olmasına da dikkat çekerek ve adaylık sürecinde İçişleri Bakanı ile
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı tarafından yapılan bazı açıklamalara değinerek
tutukluluğunun siyasi amaçlarla devam ettirildiğini ileri sürmüştür.
177. Diğer taraftan başvurucu, Cumhurbaşkanı adayı olması
dolayısıyla tutukluluğunun serbest seçim hakkını kısıtladığı görüşündedir.
Başvurucuya göre Cumhurbaşkanı adayı olması kaçma şüphesinin bulunmadığını
göstermektedir ve bunun tutukluluğun sona erdirilmesi taleplerinin
değerlendirilmesinde gözönüne alınması gerekir. Başvurucu değişen bu koşulların
tutukluluğa ilişkin karar veren yargı mercilerince dikkate alınmadığını, bu
nedenle Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde propaganda araçlarından
yararlanamadığını belirtmiştir.
178. Başvurucu son olarak, tutukluluğunun devam ettirilmesinin
Sözleşme'nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 18. maddesinin ve
Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 3. maddesinin ihlal edildiğine AİHM
tarafından karar verilmesine ve ayrıca giderim olarak da tahliyesine
hükmedilmesine rağmen yargılandığı davada tahliye taleplerinin ihlal kararının
kesinleşmediğinden bahisle kabul edilmediğini, böyle bir yaklaşımın hem
Anayasa'ya hem de Sözleşme'ye aykırı olduğunu ifade ederek kişi hürriyeti ve
güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
179. Bakanlık görüşünde; tutukluluğun makul süreyi aştığı
şikâyetleriyle ilgili olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. ve 142. maddeleri
uyarınca açılan tazminat davasının henüz kanun yolu aşamasında derdest olduğu,
bu durumda söz konusu iddia bakımından olağan başvuru yolları tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı ileri sürülmüştür. Bakanlık ayrıca Anayasa Mahkemesi
ve AİHM kararlarına göre seçilme hakkının sadece yasama organının seçilmesiyle
sınırlı olduğu, bu nedenle başvurucunun Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle
bağlantılı olarak ileri sürdüğü seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkına
ilişkin iddialarının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilmez
bulunması gerektiği görüşündedir.
180. Bakanlık esas bakımından bir inceleme yapılması
durumunda ise başvurucunun Cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle soruşturmaya
maruz kalmadığına ve propaganda yapamaması veya başka bir şekilde seçim
faaliyetlerinden yoksun bırakılması için tutuklanmadığına dikkat çekmiştir.
Bakanlığa göre başvurucunun Cumhurbaşkanı adayı olmasının tutuklanmasında bir
etkisi yoktur. Başvurucu bir suç işlediğinden şüphelenildiği için tutuklanmış
ve tutukluluğu da bu nedenle devam ettirilmiştir. Bakanlık; milletvekilliğinin
tek başına tahliye olmayı gerektiren bir durum olmadığını, Cumhurbaşkanı
adaylığı nedeniyle tahliyenin gerektiği yönündeki bir yaklaşımın ise Anayasa
veya Sözleşme açısından dayanaksız olduğunu belirtmiştir. Bakanlık,
başvurucunun tutukluluğu devam ederken üyesi olduğu siyasi parti tarafından
Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildiğinin de göz ardı edilmemesi gerektiği
düşüncesindedir.
181. Bakanlık, Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde
başvurucuya tutuklu bir kişinin yararlanabileceği azami ölçüde propaganda
imkânının sağlandığına dikkat çekmiştir. Bu çerçevede başvurucunun -diğer
adaylar gibi- televizyonda iki ayrı tarihte onar dakika süreyle propaganda
konuşması yaptığı, üyesi olduğu partinin teşkilatları tarafından başvurucu
lehine propaganda yapıldığı, başvurucunun seçime yönelik mesajlarını eşi,
avukatları ve danışmanlarıyla yaptığı görüşmeler marifetiyle kamuoyu ile
paylaştığı belirtilmiştir.
182. Bakanlık, AİHM tarafından verilen ihlal kararıyla
bağlantılı olarak dile getirilen iddialar bağlamında ise anılan kararın oldukça
kısa bir süre içinde tercüme edilerek başvurucunun yargılandığı davaya bakan
mahkemeye gönderildiğine dikkat çekmiştir. Bakanlık devamla AİHM'in başvurucu
hakkındaki kararının kesinleşmediğini, AİHM tarafından başvurucunun
tutukluluğunun en kısa zamanda sonlandırılmasının sağlanması amacıyla bireysel
bir tedbir belirtilmesinin de söz konusu olmadığını ifade etmiştir.
183. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında
tutukluluğun devam etmesi hâlinde tazminat davasının uzun tutukluluk bakımından
bir başarı şansı sunmadığını iddia etmiştir. Başvurucu; ilk derece mahkemesince
hükmedilen tazminatın uzun tutukluluk nedeniyle olmadığını, yine seçim hakkının
ihlal edildiği ve siyasi amaçlarla tutukluluğun sürdürüldüğü iddialarının da bu
kararda karşılanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu esas bakımından ise
bireysel başvuru formlarındaki iddialarına benzer açıklamalarda bulunmuştur.
184. Başvurucu ayrıca AİHM kararına ilişkin iddiaları
hakkında Bakanlık görüşünün kabul edilmemesi gerektiğini öne sürmüştür.
Başvurucuya göre AİHM tarafından verilen kararın tahliye bakımından uygulanması
için kesinleşmesi gerekli değildir.
2. Değerlendirme
185. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir."
186. Anayasa'nın "Seçme, seçilme ve siyasî
faaliyette bulunma hakları" kenar başlıklı 67. maddesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.
Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek
dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve
denetimi altında yapılır ..."
187. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiası Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve anılan iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilerek kabul edilemez olduğuna karar
verilmiştir (bkz. § 71). Başvurucunun bu bölümdeki iddialarını dile getirdiği
2017/38610 numaralı bireysel başvuruda milletvekili ve siyasi parti eş genel
başkanı olmasına,2018/38610 numaralı başvuruda ise Cumhurbaşkanı adaylığına vurgu
yapılarak tutukluluğun makul süreyi aştığı ve siyasi faaliyetlerinin
kısıtlandığı öne sürülmüştür. Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki
iddialarının -Anayasa'nın 67. maddesinde yer alan "seçme, seçilme ve
siyasî faaliyette bulunma hakları"na yönelik güvenceler ışığında-
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında, kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
188. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen
hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir hak arama yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincillik
niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için
öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve
Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
189. Başvurucu, tutukluluğun devamı kararlarına karşı
itiraz yoluna başvurduktan sonra bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. §§ 38,
39, 53, 54).
190. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun
kanunda öngörülen azami süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan
bireysel başvurular bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla
başvurucu tahliye edilmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına
atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası
açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna
varmıştır (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§ 48-62; İrfan
Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§§ 33-45).
191. Başvurucunun yargılandığı davada Mahkeme 2/9/2019
tarihinde tahliye kararı vermiştir (bkz. § 67). Bunun üzerine başvurucunun
tutukluluk hâli -eldeki bireysel başvurunun konusunu oluşturan dava bakımından-
sona ermiştir. Bununla birlikte başvurucu infaz edilmekte olan bir başka hapis
cezasının bulunması nedeniyle serbest bırakılmamış, sonrasında ise başka bir
soruşturma kapsamında tutuklanmıştır (bkz. §§ 68, 86, 96). Anılan sebeplerle
başvurucunun hürriyetinden yoksun kalmaya devam etmesi, eldeki bireysel
başvuruya konu davadaki tutukluluk hâlinin sona erdiği ve başvurucunun -bu
dosya bakımından- tahliye edildiği gerçeğini değiştirmemektedir. Bu bağlamda
5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının
tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
192. Öte yandan Anayasa Mahkemesi Mustafa Avci (B.
No: 2014/1545, 22/3/2018) kararında başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi
aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra siyasi
faaliyetlerinin de engellediği iddiasını incelemiştir. Anayasa Mahkemesi,
bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun tahliye edilmesi
dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası
açılması yolunun tüketilmesi gerektiğini belirtmiş; kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği iddiasını başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez bulmuştur. Anılan kararda, başvurucunun tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyaset yapma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden yapılan
değerlendirmede de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak davada
derece mahkemelerinin hukuka aykırılığın tespiti ve yeterli giderim sağlama
hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında
siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak
üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda olacağı, dolayısıyla
tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasıyla bağlantılı olarak öne sürülen bu
şikâyet bakımından da anılan tazminat davasının tüketilmesi gerektiği
belirtilmiştir (Mustafa Avci, §§ 22-38).
193. Somut olayda başvurucu, tutukluluğun makul süreyi
aştığı iddiasını Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinde 5271 sayılı Kanun'un 141.
maddesi uyarınca açtığı tazminat davasında ileri sürmüş ve tazminat talep
etmiştir. Bu bağlamda başvurucu, milletvekili ve Parti eş genel başkanı olma
konumuna da değinmiştir. Bununla birlikte Mahkeme 11/7/2018 tarihinde,
başvurucunun yargılandığı ceza dava dosyasının kapsamını, isnat edilen suçların
niteliğini, tutukluluğun devamına ilişkin sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza
mahkemelerinin kararlarında yer alan gerekçelerin içeriğini ve yargılama
sürecini dikkate alarak başvurucunun tutukluluğun süresiyle bağlantılı tazminat
talebinin reddi gerektiği sonucuna varmıştır. Başvurucunun anılan karara karşı
istinaf ve temyiz başvuruları derece mahkemelerinde esas bakımından incelenmiş
ve reddedilmiştir (bkz. §§ 101-107).
194. Bu itibarla başvurucunun bu bölümdeki iddiaları
bakımından başvuru yollarını tükettiğinin kabul edilmesi gerekir.
195. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
196. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir
ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip
olduğu belirtilmiştir (Murat Narman, § 60; Halas Aslan, §
66).
197. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan serbest
bırakılmayı isteme hakkı uyarınca, bir ceza soruşturması veya kovuşturması
kapsamında tutuklu olan kişiler ilgili yargı mercilerinden serbest
bırakılmalarına karar verilmesini talep edebilirler. Yargı organlarınca tutukluluğun
her aşamasında gerek kişinin serbest bırakılma talebi üzerine gerekse resen
yapılan incelemelerde tutulmanın meşru nedenlerinin açıklanması Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının bir gereğidir (Halas Aslan, § 67).
198. Anılan maddede ayrıca tutuklanan kişilerin makul
sürede yargılanmayı isteme hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir. Hürriyeti
kısıtlanarak yargılanan kişinin yargılamanın makul sürede bitirilmesindeki
menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha fazladır. Buna göre başta savcılıklar
ve mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak sürdürülen
soruşturma/kovuşturma süreçlerinin -adil yargılanma hakkının sağladığı
güvencelere riayet edilmek koşuluyla- süratli bir şekilde sonuçlandırılması
için özenli davranmalıdırlar (Halas Aslan, §§ 68-71).
199. Öte yandan tutukluluk süresinin makul olup olmadığı
konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir
kişinin tutuklu kaldığı sürenin makul olup olmadığı her davanın kendi
özelliklerine göre değerlendirilmelidir (Murat Narman, § 61).
Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez
yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklanma tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat
Narman, § 66).
200. Bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında
sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı öncelikle tutukluluğa
ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden tespit edilebilir. Tutukluluğa ilişkin
kararların gerekçelerinde tutuklamanın ön şartı olan kişinin suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunduğunun, tutuklama nedenlerinin ve tutuklamanın neden
ölçülü olduğunun ortaya konulması gerekmektedir (Halas Aslan, §§
74, 75).
201. Başlangıçtaki bir tutuklama için kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğunun tüm delilleriyle birlikte ortaya konulması her zaman
mümkün olmasa da belirli bir süre geçtikten sonraki tutukluluğun devamına
ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun somut olgularla
birlikte açıklanması gerekir (Halas Aslan, § 76). Ayrıca belirli
bir süreyi aşan tutukluluğa ilişkin devam kararlarında tutuklama nedenlerinin
soyut olarak belirtilmesi yeterli değildir (Hanefi Avcı, B. No:
2013/2814, 18/6/2014, § 70). Son olarak tutukluluğun devamına ilişkin
kararlarda tutuklamanın ölçülü olduğuna ilişkin olguların, özellikle
tutuklamaya göre temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan adli
kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığının ortaya konulması gerekir (Halas
Aslan, § 78).
202. Tutukluluğun uzun sürdüğü veya makul süreyi aştığı
şikâyetiyle yapılan bireysel başvurularda, tutukluluğa ilişkin gerekçelerin
ilgili ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma
süreçlerinin kamu organlarının özen yükümlülüğü ile bağdaşmayan tutumları
nedeniyle tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluğun makul süreyi aştığı
sonucuna ulaşılacaktır (Halas Aslan, §§ 82, 83).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
203. Başvurucu 4/11/2016 ile 7/12/2018 tarihleri arasında
bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu kalmıştır. Buna göre başvurucunun
tutukluluk süresi 2 yıl 1 ay 3 gündür (bkz. § 170).
204. Başvurucu farklı tarihlerdeki eylemleri nedeniyle
başlatılan -otuz bir ayrı fezlekeye konu olan- çok sayıdaki soruşturmanın
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında birleştirilmesi sonrasında terör örgütü
üyesi olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tutuklanmıştır.
Buna karşılık başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede söz konusu fezlekelerde
yer alan suçlamalara konu eylemlere ve bunlara ilişkin hukuki nitelendirmelere
yer verilmiştir. İddianamede bu eylemlerin hukuki nitelendirmesi bir bütün
olarak yapılmış; bu kapsamda başvurucunun terör örgütü yöneticisi olma, terör propagandası
yapma (15 kez), kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleme ya da
bunlara katılma (3 kez), halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (2 kez),
suçu ve suçluyu övme (4 kez), halkı suç işlemeye alenen tahrik etme, kanunlara
uymamaya tahrik ve halkı kanuna aykırı toplantı ve gösterişe kışkırtma
suçlarından cezalandırılması talep olunmuştur (bkz. §§ 25, 104).
205. Başvurucu hakkında Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliği
tarafından verilen 4/11/2016 tarihli tutuklama kararında; halkı suç işlemeye
alenen tahrik etme suçu yönünden kamuoyunda bilinen ismiyle 6-7 Ekim
olaylarına ve bu çerçevede PKK tarafından halkın sokağa çıkması yönünde
çağrılar yapıldığı ve bunların örgüte müzahir internet sitelerinde yayımlandığı
bir dönemde HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına yapılan aynı yöndeki
çağrıya ve bu süreçte başvurucunun HDP eş genel başkanı ve MYK üyesi olmasına,
terör örgütüne üye olma suçu yönünden ise başvurucunun farklı tarihlerde
yaptığı konuşmalara ve diğer eylemlerine atıf yapılarak kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğu ifade edilmiştir (bkz. § 22). Soruşturma aşamasında Diyarbakır 2. ve
3. Sulh Ceza Hâkimliklerince verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda
da dosyada kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu
ifade edilmiştir (bkz. § 24).
206. Kovuşturma aşamasında Diyarbakır 8. Ağır Ceza
Mahkemesince verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararda dosya kapsamında
bulunan iletişimin tespiti kararları, görüşme dökümleri ve tespit tutanaklarına
atıf yapılarak başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini gösteren somut
delillerin bulunduğu belirtilmiştir (bkz. § 27). Yargılamayı yürüten Ankara 19.
Ağır Ceza Mahkemesi de tutukluluğun devamına ilişkin kararlarında bazı olgulara
atıf yaparak başvurucu yönünden suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin olduğunu vurgulamıştır. Bu bağlamda Mahkeme; dosya kapsamının yanı
sıra sanık savunmaları, bilirkişi inceleme raporları, olay tutanakları,
değerlendirme ve tespit tutanakları, dijital verilere ilişkin çözüm tutanağı,
görüntü ve çözüm tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm
tutanakları, tanık beyanı, arama ve elkoyma tutanakları, görüntü inceleme ve
tespit tutanakları gibi somut delil ve olgulara atıf yapmıştır (bkz. §§ 31, 34,
42, 44, 46, 51, 54; 64-66).
207. Öte yandan Anayasa Mahkemesince başvurucunun
tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiası incelenirken suç işlediğine dair
kuvvetli belirtilerin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda Anayasa
Mahkemesi özellikle terör örgütü PKK ile eş zamanlı olarak HDP MYK adına sosyal
medya üzerinden yapılan çağrılar ve bunun sonrasında ülkenin birçok yerine
sirayet eden yaygın şiddet olaylarına (6-7 Ekim olayları), başvurucunun
-bir kısmı, ülkenin birçok yerinde PKK kaynaklı şiddet eylemlerinin ve bazı
yerleşim yerlerini işgal girişiminin (Hendek olayları) yaşandığı bir
dönemde olmak üzere- çeşitli tarihlerdeki konuşmalarında yer alan PKK terör
örgütü, örgütün eylem ve saldırıları ile örgüt liderine ilişkin açıklamalarına
ve PKK terör örgütünün talimatları doğrultusunda hareket ettiğine yönelik
bulgulara değinmiştir (bkz. § 75).
208. Buna göre başvurucunun tutukluluğunun devamına dair
sulh ceza hâkimlikleri ve ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlarda
atıf yapılan ve soruşturma/kovuşturma dosyasında bulunduğu belirtilen
delillerin içeriği dikkate alındığında -tutukluluğun ön şartı olan- suç
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğuna ilişkin olarak anılan
kararların ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir.
209. Diğer taraftan tutukluluğun devamına ilişkin
kararların tutuklama nedenleri ve ölçülülük yönünden de incelenmesi
gerekmektedir.
210. Başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında isnat
edilen suçlara ilişkin olarak kanunda öngörülen yaptırıma ve suçun (terör
örgütü üyesi olma) 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
yer alan katalog suçlar arasında yer almasına değinilmek suretiyle tutuklama
nedenlerinin bulunduğu belirtilmiş; ayrıca verilmesi beklenen cezaya göre
tutuklama tedbirinin ölçülü ve gerekli olduğu, bu nedenle de adli kontrol
uygulamasının yetersiz kalacağı değerlendirmesine yer verilmiştir (bkz. § 25).
211. Anayasa Mahkemesi başvurucunun tutuklanmasının
hukuki olduğuna ilişkin kararında -ilk tutuklama bakımından- tutuklama
nedenleri ve ölçülülük yönünden incelemede bulunmuştur. Bu bağlamda Anayasa
Mahkemesi olayda özellikle kaçma şüphesi temelinde tutuklama nedeninin
bulunduğunu değerlendirmiştir. Bu sonuca varılırken isnat edilen suçlara
ilişkin yaptırımın ağırlığına dikkat çekilmiş ve bunun -özellikle ilk tutuklama
bakımından- kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biri olduğu hatırlatılmış,
ayrıca isnat edilen terör örgütü üyesi olma suçunun -kuvvetli suç şüphesinin
bulunması koşuluyla- kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen katalog suçlar
arasında olmasına vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ifade
vermeye gitmeme şeklindeki tutumunun da soruşturma ve kovuşturma süreçlerini
zorlaştırmaya yönelik siyasi bir tavır olduğunu ve devamlılık arz edebileceğini
değerlendirmiştir. Kararda ölçülülük yönünden ise isnat edilen eylemlerin genel
olarak terör suçu olmasına ve bu nitelikteki suçların soruşturulmasının
zorluğuna dikkat çekilmiş, ayrıca süreç yönünden de tutuklamayı ölçüsüz kılan
bir durumun olmadığı ifade edilmiştir (bkz. §§ 76, 77).
212. Somut olayda başvurucunun tutukluluğunun makul
süreyi aşıp aşmadığına ilişkin temel inceleme, derece mahkemelerinin
tutukluluğun devamına dair kararları üzerinden yapılacaktır. Bu bağlamda
soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimliklerinin, kovuşturma aşamasında ise ağır
ceza mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarında ifade ettikleri
gerekçelerin başvurucunun tutulmaya devam etmesinin meşruluğunu (haklılığını)
yeterince ortaya koyup koymadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu değerlendirmede
başvurucunun konumu ve tutukluluk sürecindeki gelişmeler de dâhil olmak üzere
somut olayın bütün özellikleri birlikte dikkate alınmalıdır.
213. Soruşturma aşamasında Diyarbakır 2. ve 3. Sulh Ceza
Hâkimlikleri tarafından verilen tutukluluğa ilişkin kararlarda isnat edilen
suçların niteliği ve bunlara ilişkin kanunda öngörülen cezanın üst sınırı ile
katalog suç olgularına değinilerek tutuklama nedenlerinin bulunduğu, muhtemel
ceza miktarına göre tutukluluğun ölçülü olduğu ve adli kontrolün yetersiz kalacağı
kanaati ifade edilmiştir (bkz. § 24).
214. Tutukluluğun devamına ilişkin kovuşturma aşamasında
Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda ise özellikle
kaçma şüphesine vurgu yapıldığı görülmektedir. Bu bağlamda Mahkeme başvurucunun
henüz savunmasının alınmadığına, -soruşturma aşamasında- yapılan tebligatlara
rağmen ifade vermeye gitmediğine ve ifadesinin ancak yakalanarak gözaltına
alınması sonrasında alınabildiğine vurgu yapmıştır. Mahkeme ayrıca isnat edilen
terör örgütü yöneticiliği suçunun katalog suçlardan olmasına ve tutuklama
kararında belirtilen tutuklama nedenlerinin devam ettiğine değinmiştir. Kararda
başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin ceza miktarına göre adli kontrolün
yetersiz olduğu belirtilmiştir. Mahkeme son olarak isnat edilen eylemlerin sayı
ve yoğunluğu ile bunların niteliklerinin yanı sıra suçların sübutu hâlinde
verilmesi muhtemel ceza miktarı dikkate alındığında -milletvekili ve TBMM'de
grubu bulunan bir siyasi partinin eş genel başkanı olan- başvurucunun siyasi
faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu yürütülmesindeki kamu
yararı arasında ölçülü bir dengenin mevcut olduğu değerlendirmesinde
bulunmuştur (bkz. § 27).
215. Başvurucu hakkındaki yargılamayı yürüten Ankara 19.
Ağır Ceza Mahkemesince 28/4/2017, 22/6/2017, 27/10/2017, 7/12/2017 ve 11/4/2018
tarihli tutukluluk incelemeleri sonucunda başvurucunun tutukluluğunun devamına
karar verilirken de genel olarak atılı suçların niteliği ile bunlara ilişkin
cezaların miktarına, bunların (bir kısmının) katalog suçlardan olmasına,
tutuklulukta geçen süre dikkate alındığında adli kontrolün bu aşamada yetersiz
kalacağı kanaatine, başvurucunun serbest bırakıldığı takdirde kaçma ve
deliIlere etki etme ihtimalinin bulunmasına, öngörülen ceza miktarı ile tutuklama
tedbiri arasında ölçülülük bulunmasına ve adli kontrol hükümlerine uymanın
kişinin kendi iradesine bağlı bir durum olması nedeniyle yetersizliğine
değinilmiştir (bkz. §§ 31, 34, 42, 44, 46). Mahkeme 21/5/2018 tarihli kararında
ise bunlara ek olarak başvurucunun adli makamlar huzuruna kendiliğinden
gitmeyeceğini belirtmesine ve savunmasının tamamlanmamış olmasına vurgu
yapmıştır (bkz. § 51).
216. Mahkeme 13/12/2018 tarihinde (başvurucu hakkında
verilen bir mahkûmiyet kararının infazına başlanması dolayısıyla -bireysel
başvuruya konu dosya bakımından- suç isnadına bağlı tutmanın sona erdiği
7/12/2018 tarihinden sonra) yaptığı tutukluluk incelemesinde isnat edilen
eylemlerin önemli bir bölümü bakımından savunmanın henüz tamamlanmadığına, bu
bağlamda -süre talep etme ve hâkimin reddi talebinde bulunma gibi çeşitli usule
ilişkin gerekçelerle- başvurucunun savunmasına devam etmediğine ve -soruşturma
aşamasında- TBMM'deki bir konuşmasında hiçbir HDP milletvekilinin kendi
rızasıyla ifade vermeye gitmeyeceği yönünde beyanda bulunmasına vurgu yaparak
adli kontrolün yetersiz kalacağını ifade etmiştir. Anılan kararda ayrıca önceki
kararlarda ifade edilen tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamalar
tekrar edilmiştir. Kararda bunların yanı sıra başvurucuyla ilgili olarak
Anayasa Mahkemesi tarafından verilen tutuklamanın hukuki olduğuna ilişkin
karara değinilmiş, AİHM'in ihlal kararı yönünden ise kararın nihai nitelikte
olmadığına (kesinleşmediğine) dikkat çekilmiştir (bkz. § 64).
217. Anayasa Mahkemesi milletvekili olan başvurucuların
tutukluluğun makul süreyi aştığı ve bununla bağlantılı olarak seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma imkânlarının kısıtlandığı iddialarını birçok kararında
incelemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi milletvekillerinin tutukluluğunun
sürdürülmesinin söz konusu olduğu durumlarda tutukluluğa ilişkin karar veren
yargı organlarınca gözetilecek ilkeleri belirlemiştir. Buna göre tutukluluğun
Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı üzerinde oluşturduğu kısıtlamanın yanı sıra tutmaya uzunca bir süre devam
olunması hâlinde Anayasa'nın 67. maddesinde düzenlenen seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakkı üzerindeki etkisinin de gözönüne alınması
gerekmektedir. Zira seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil
aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını
da ihtiva etmektedir. Bu da hiç kuşkusuz kişinin seçildikten sonra milletvekili
sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Dolayısıyla
seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale,
sadece onun seçilme hakkına değil aynı zamanda seçmenlerinin serbest
iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir (Mehmet
Haberal, §§ 95, 96; Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013,
§§ 110, 111; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014,§§ 53,
54; Faysal Sarıyıldız, B. No: 2014/9, 3/1/2014, §§ 53, 54; İbrahim
Ayhan, B. No: 2013/9895, 2/1/2014, §§ 52, 53; Gülser Yıldırım, B.
No: 2013/9894, 2/1/2014, §§ 52, 53).
218. Anayasa Mahkemesi anılan kararlarda
milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili olarak "tutukluluğunun devamı
hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir
yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş
milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu
mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede
mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar
verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır
basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri
gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken,
başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların
tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip
değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla,başvurucunun seçilmiş bir
milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın
tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu
takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli
oldukları sonucuna varılabilir." değerlendirmesinde bulunmuştur (Mehmet
Haberal, § 99; Mustafa Ali Balbay, § 114; Kemal Aktaş ve Selma
Irmak, § 57; Faysal Sarıyıldız, § 57; İbrahim Ayhan, § 56; Gülser
Yıldırım, § 56).
219. Buna göre tutukluluğa ilişkin karar veren yargı
organlarının tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin uygulanabilirliğini
göz ardı etmemeleri, ayrıca tutukluluğun devamına karar verirken davanın genel
durumunun yanında tahliye talep eden kişinin özel durumunu dikkate almaları ve
bu anlamda tutukluluk gerekçelerini kişiselleştirmeleri gerekmektedir (Mehmet
Haberal, §§ 100, 101; Mustafa Ali Balbay, §§ 115, 116; Kemal
Aktaş ve Selma Irmak, § 58; Faysal Sarıyıldız, § 58; İbrahim
Ayhan, § 57; Gülser Yıldırım, § 57).
220. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesince daha önce de
ifade edildiği üzere tutuklanmasına karar verilen kişinin milletvekili olması,
bu tedbiri otomatik olarak ölçüsüz kılan bir durum değildir (Selahattin
Demirtaş, §§ 169, 170). Milletvekili hakkındaki bir soruşturma veya
kovuşturma sürecinin tutuklu olarak sürdürülmesini zorunlu kılan nedenler
ortaya konulmak koşuluyla tutukluluğun devam ettirilmesinin imkân dâhilinde
olduğu her zaman hatırda tutulmalıdır. Bu bağlamda tutukluluğa ilişkin karar
veren yargı organları milletvekili hakkındaki tutuklama tedbirinin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkı üzerindeki etkisine rağmen hangi kamu yararı dolayısıyla bu tedbirin
sürdürüldüğünü ve tedbirin devamının meşruluğunun anılan diğer haklara neden
baskın geldiğini gerekçelerinde ortaya koymalıdır. Bu çerçevede söz konusu
gerekçelerin her bir kişi yönünden onun durumuna ilişkin iddiaları ve talepleri
makul bir ölçüde karşılaması gerekir. Diğer bir ifadeyle tutukluluğun devamı
kararlarındaki gerekçeler davanın objektif yönlerinin yanı sıra tutuklu
milletvekilinin konumundan kaynaklanan özellikleri de kapsamalı, bir bakıma
kişiselleştirilmelidir.
221. Somut olayda başvurucu, tutuklandığı tarihte
milletvekili ve aynı zamanda TBMM'de grubu bulunan HDP'nin eş genel başkanıdır.
Başvurucunun Parti eş genel başkanlığı 11/2/2018 tarihine kadar,
milletvekilliği ise 24/6/2018 tarihinde yapılan 27. Dönem Genel Seçim'e kadar
devam etmiştir. Öte yandan başvurucu -Anayasa'nın Cumhurbaşkanı'nın "Adaylık
ve seçimi"ni düzenleyen 101. maddesinin üçüncü fıkrasına göre "Cumhurbaşkanlığına,
siyasi parti grupları, en son yapılan genel seçimlerde toplam geçerli oyların
tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasi partiler ile en
az yüzbin seçmen aday gösterebilir." hükmü uyarınca- 24/6/2018
tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde aday gösterilmiş ve en çok oy
alan üçüncü aday olmuştur.
222. Buna karşılık başvurucu hakkında tutukluluğun
devamına ilişkin kararlar incelendiğinde sulh ceza hâkimlikleri veya ağır ceza
mahkemeleri; başvurucunun milletvekili, siyasi parti eş genel başkanlığı ve
Cumhurbaşkanı adaylığı dolayısıyla tutukluluğunun devam ettirilmesinin makul
olmadığı, aynı zamanda bu tedbirin devamının seçilme ve siyasi faaliyette
bulunma hakkını da aşırı şekilde kısıtladığı iddiaları yönünden herhangi bir
değerlendirmede bulunmamıştır. Bu çerçevede sadece Diyarbakır 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin herhangi bir açıklamada bulunmadan başvurucunun siyasi faaliyette
bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu yürütülmesindeki kamu yararı
arasında ölçülü bir dengenin mevcut olduğunu ifade ettiği ancak kararda bu
dengenin dayanaklarını tartışmadığı görülmektedir (bkz. § 27).
223. Özellikle yargılama aşamasında davaya bakan Ankara
19. AğırCeza Mahkemesince 3/10/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesi ile
birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazda milletvekili ve
siyasi parti eş genel başkanı olmasına değinilerek başvurucunun tutukluluğunun
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı üzerindeki etkisinden yakınılmışsa
da itirazı inceleyen Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararında bu
iddialara yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmamış, genel ve matbu
içerikli gerekçelerle yetinilmiştir (bkz. §§ 38, 39).
224. Yine Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesince 7/12/2017
tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucu müdafileri tarafından TBMM'de grubu
bulunan bir siyasi partinin eş genel başkanı olması ve milletvekili konumu
dolayısıyla tutukluluğun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra seçilme
ve siyasi faaliyette bulunma hakkını da ihlal ettiği iddiasıyla başvurucunun
tahliyesine karar verilmesi talep olunmuştur. Bununla birlikte Mahkeme duruşma
sonunda tahliye talebinin reddi ile tutukluluğun devamına karar verirken bu
olgulara yönelik bir değerlendirmede bulunmamıştır (bkz. § 44).
225. Son olarak başvurucu müdafii 15/5/2018 tarihinde
Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak milletvekili statüsü devam eden
başvurucunun aynı zamanda Cumhurbaşkanlığına aday gösterildiğini ve adaylığının
kesinleştiğini belirtmiş, buna göre Anayasa ve Sözleşme'de güvence altına
alınan serbest seçim hakkı nazara alınarak tahliye kararı verilmesini talep
etmiştir. Buna karşılık Mahkemenin 21/5/2018 tarihli tutukluluğun devamı
kararında anılan iddialara yönelik bir açıklamaya yer verilmemiştir (bkz. §§
50, 51). Bu karara karşı itiraz başvurusunda da benzer şikâyetler dile getirilmiş,
bu bağlamda milletvekili olma ve Cumhurbaşkanlığı adaylığının başvurucunun
kaçmayacağını gösteren olgular olduğu öne sürülmüş, ayrıca başvurucunun
tutuklanmasına karar verildiği tarihten itibaren hiçbir yasama faaliyetine
katılamadığına ve eş genel başkanı olduğu siyasi parti adına herhangi bir
faaliyet yürütemediğine vurgu yapılmış, Cumhurbaşkanı adayı olarak seçim
çalışmalarını yürütemediğine dikkat çekilmiştir. Buna karşılık Ankara 20. Ağır
Ceza Mahkemesi, bu iddialar yönünden bir değerlendirme yapmadan matbu
gerekçelerle itirazın reddine karar vermiştir (bkz. §§ 53, 54).
226. Bu kapsamda başvurucunun milletvekilliği, TBMM'de
grubu bulunan bir siyasi partinin eş genel başkanlığı ve Cumhurbaşkanı adaylığı
gibi hususlara dayalı olarak yargılama aşamalarında dile getirdiği tahliye
taleplerinin ve tutukluluğa karşı itirazlarının matbu gerekçelerle reddedildiği
görülmektedir. Esasen başvurucunun yukarıda değinilen siyasi (kişisel) konumuna
ilişkin iddia ve talepler yalnızca -başvurucunun adli kontrol tedbirleri
uygulanarak tahliyesine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle- Ankara 19. Ağır
Ceza Mahkemesinin 21/5/2018 tarihli tutukluluğun devamı kararına katılmayan üye
hâkimin karşıoy yazısında tartışmaya konu edilmiştir (bkz. § 52).
227. Buna göre başvurucunun milletvekili, TBMM'de grubu
bulunan bir siyasi partinin eş genel başkanı ve Cumhurbaşkanı adaylığı gibi
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkıyla doğrudan ilgili konumu ve bununla
bağlantılı olarak dile getirilen serbest bırakılma talepleri karşısında
başvurucu hakkında verilen tutukluluğun devamına ilişkin kararların
gerekçelerinin ilgili ve yeterli olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Ayrıca yargı mercileri, tahliye taleplerini veya tutukluluğa yönelik itirazları
karara bağlarken tutuklamaya alternatif olarak 5271 sayılı Kanun'un 109.
maddesinde yer alan adli kontrol tedbirlerinin neden yeterli görülmediğini de
dayanaklarıyla birlikte tartışmış değildir. Bu çerçevede gerekçelerde yalnızca
isnat edilen suçların niteliğinden veya bunlara ilişkin kanunda öngörülen
yaptırımın ağırlığından hareketle adli kontrolün yeterli olmayacağı kanaati
ifade edilmiş ancak başvurucunun konumuyla ilgili bir kişiselleştirme
yapılmamıştır.
228. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında
milletvekillerinin tutukluluğunun devam ettirilmesine ilişkin benzer nitelikte
matbu gerekçeleri ilgili ve yeterli görmemiş ve tutukluluğun makul süreyi
aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar
vermiştir. Bu bağlamda Mehmet Haberal başvurusunda 4 yıl 3 ay 22 günlük,
Mustafa Ali Balbay başvurusunda 4 yıl 5 aylık, Kemal Aktaş ve Selma
Irmak başvurusunda 4 yıl 8 ay 16 günlük, Faysal Sarıyıldız
başvurusunda 4 yıl 6 ay 15 günlük, İbrahim Ayhan başvurusunda 3 yıl 2 ay
26 günlük ve Gülser Yıldırım başvurusunda 3 yıl 10 ay 5 günlük
tutukluluk süresinin -seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının
kullanılmasından kaynaklanan yarar da dikkate alındığında makul olmadığı kabul
edilmiştir (Mehmet Haberal, §§ 101-103; Mustafa Ali Balbay, §§
116-118; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, § 59; Faysal Sarıyıldız, §
59; İbrahim Ayhan, § 58; Gülser Yıldırım, § 58). Üstelik
anılan kararlardaki başvurucular tutuklandıkları tarihte milletvekili değildir.
Bu başvurucular tutuklandıktan bir süre sonra 12/6/2011 tarihinde yapılan 24.
Dönem Genel Seçim'de milletvekili seçilmiş olup milletvekili oldukları
dönemdeki tutukluluk süresi Mehmet Haberal ile Mustafa Ali Balbay başvurularında
yaklaşık 2 yıl 1 ay 17 gün; Kemal Aktaş ve Selma Irmak, Faysal
Sarıyıldız, İbrahim Ayhan ile Gülser Yıldırım başvurularında
ise 2 yıl 6 ay 20 gündür.
229. Başvurucunun tutukluğunun devamına ilişkin
gerekçelerin somut olayın koşullarında iki yılı aşan bir tutukluluk süresi
bakımından yeterli olmadığının tespit edilmesi nedeniyle ayrıca yargılama
sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği yönünden bir inceleme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
230. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan
tutukluluğun makul süreyi aştığı sonucuna varıldığı için AİHM İkinci Dairesi
tarafından verilen ihlal kararına rağmen başvurucunun tahliye edilmemesi
bağlamında ileri sürülen iddia yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
231. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrası kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
232. Öte yandan başvurucunun tutukluluğun siyasi
nedenlerle sürdürüldüğü iddiasının ilgili yargı mercilerinin tutukluluğun
devamına dair kararlarının gerekçeleri karşısında ayrıca değerlendirilmesine
gerek bulunmamaktadır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesince başvurucunun suç işlediğine
dair kuvvetli belirtilerin bulunduğu tespit edilerek tutuklamanın hukuki
olmadığına dair iddianın açıkça dayanaktan yoksun bulunduğu, yine tutukluluğun
makul süreyi aştığı sonucuna varılırken de tutukluluğun devamı kararlarında yer
alan kuvvetli suç belirtisine ilişkin açıklamaların yeterli görüldüğü hatırda
tutulmalıdır (bkz. §§ 207, 208). Eldeki başvuruda hak ihlali tespiti yalnızca
tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçelerin -başvurucunun konumu da dikkate
alındığında- tutuklama nedenleri ve ölçülülük bakımından ilgili ve yeterli
olmadığı değerlendirmesine dayanmaktadır (tutuklamanın hukukiliği temelinde
dile getirilen aynı iddialar yönünden benzer nitelikteki yaklaşım için bkz. Selahattin
Demirtaş, § 177; Ayhan Bilgen [GK], B. No: 2017/5974, 21/12/2017, §
124; Meral Danış Beştaş (2), B. No: 2017/5845, 4/7/2018, § 100).
233. Son olarak başvurucunun temel şikâyetlerinin
tutukluluğun makul süreyi aşmasına yönelik olması, seçilme ve siyasi faaliyette
bulunma hakkına ilişkin ihlal iddialarının bununla bağlantılı olarak ileri
sürülmesi ve başvurucunun temel şikâyeti olan tutukluluğun makul süreyi aştığı
iddiasının kabul edilerek Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının Anayasa Mahkemesince ihlal edildiği sonucuna
varılması nedeniyle ayrıca Anayasa'nın 67. maddesinde düzenlenen seçme, seçilme
ve siyasi faaliyette bulunma hakları bakımından bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir (benzer yöndeki değerlendirme ve uygulamalar için bkz. Ayhan
Bilgen, § 126; Meral Danış Beştaş (2), § 102).
D. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
234. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar"
kenar başlıklı 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
235. Başvurucu, tahliyesine karar verilmesi istemiyle
birlikte maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Bu bağlamda 2017/38610
sayılı başvuruda 250.000 TL maddi ve 1.000.000 TL manevi tazminat talep
edilmiş, 2018/14692 sayılı başvuruda ise tazminat talebi yönünden bir miktar
ifade edilmemiştir.
236. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No:
2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
237. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
238. Başvurucu hakkındaki tutukluluğun makul süreyi
aşması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine
karar verilmiştir. Yargılama sürecinde 2/9/2019 tarihinde başvurucunun tahliyesine
karar verilmiştir ve bireysel başvuruya konu dava bakımından tutukluluk hâli
sona ermiştir. Başvurucu tahliyesine karar verildikten bir süre sonra Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir başka soruşturma kapsamında
Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmış ve başvurucunun tutukluluk durumu
devam etmekte ise de anılan tutuklama tedbiri işbu bireysel başvurunun inceleme
konusu değildir. Söz konusu tutuklama kararıyla ilgili olarak Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuş olup bu tutuklamayla bağlantılı
iddialar ilgili başvuruda değerlendirilecektir (bkz. §§ 67, 96, 169).
239. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
240. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin maddi
tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar
ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu
konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
241. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1.436,30 TL harç
ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.436,30 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Tutukluluk incelemelerinin yapılmaması dolayısıyla
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tahliye talepleri ve tutukluluğa ilişkin itirazların
karara bağlanmaması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3. Tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması
dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
4. Tutukluluğun makul süreyi aşması dolayısıyla kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası
kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 1.436,30 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 4.436,30 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 19. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2017/189) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 9/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.