TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
DÜNDAR AKDOĞAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2017/40247)
Karar Tarihi: 2/11/2023
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Mahmut ATEŞ
Başvurucular
1. Sait ÖZALP
2. Şemsihan ÖZALP
Vekilleri
Av. Nevroz UYSAL ASLAN
Av. Fatma DEMİRER
Av. Hüseyin TÜL
3. Dündar AKDOĞAN
4. Hazal AKDOĞAN
Vekili
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, kamusal güç kullanımı neticesi ölüme neden olunma ve bu olayla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. PKK terör örgütü 12/8/2015 tarihinden itibaren Cizre ilçesinin de dâhil olduğu bazı merkezlerde öz yönetim ilan etmiştir. Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 2.106 sivil yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 4.711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 67, 346-348).
3. PKK terör örgütü, şehir savaşı stratejisi çerçevesinde öz yönetim ilan ettiği diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi Cizre'de de hendek ve barikatlar oluşturarak bunları patlayıcı maddelerle tuzaklamış, sivil halka ve güvenlik kuvvetlerine karşı ateşli silah ve bombalar kullanarak saldırılarda bulunmuştur. Bunun üzerine kamu makamları bölge halkının tahliye edilmesini öncelikli tedbir olarak uygulamıştır. Terör örgütünün tahliyeleri önlemeye çalışması karşısında bu merkezlerin bazılarında kamu düzeninin sağlanması, halkın can ve mal güvenliğinin korunması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edilerek güvenlik operasyonları başlatılmıştır. Cizre'de ilk olarak 4/9/2015 tarihinden geçerli olmak üzere sokağa çıkma yasağı ilan edilerek güvenlik operasyonları başlatılmıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren sokağa çıkma yasakları çeşitli defalar kaldırılmış ancak olayların devam etmesi üzerine yeniden sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte Cizre'de 14/12/2015 tarihinde ilan edilen ve tam gün esasına göre uygulanan sokağa çıkma yasağı devam etmektedir (başvuru konusu olayların arka planına dair ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 16-28)
4. Bu terör olayları sırasında yaşananların boyutu ve vahameti İçişleri Bakanlığının 23/1/2017 tarihli açıklamasıyla paylaşılmıştır. Bu açıklamaya göre 22/7/2015 tarihinden itibaren;
i. 247 kamu binasına, 6 baraja, 231 özel ticari işletmeye, 19 ambulansa ve 1.643 araca terör saldırısı düzenlenmiştir.
ii. Güvenlik güçleri PKK terör örgütü tarafından bu saldırılarda kullanılan 45 Bixi, 44 Kanas, 997 Kalaşnikof, 22 M16, 2 Lançer, 2 G3, 3 Zağros, 1 Doçka, 1 M1 olmak üzere toplam 2.166 ateşli silah, 3 havan, 115 roketatar, 1.445 roketatar mermisi, el yapımı 3.046 patlayıcı, 1.341 el bombası, 342.016 mühimmat, patlayıcı yapımında kullanılan 33.546 kg malzeme ele geçirmiştir.
iii. Sokağa çıkma yasağı uygulanan yerleşim merkezlerinde 3.630 çukur kapatılıp barikat kaldırılmış, tuzaklanan 6.187 bomba düzeneği imha edilmiştir.
iv. PKK terör örgütünün saldırılarında 335 sivil vatandaş hayatını kaybederken 2.106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 4.711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu saldırılarda Derik kaymakamı da terör örgütü mensuplarınca şehit edilmiştir.
5. Cizre'de Terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar 2016 yılı başından itibaren Cudi ve Sur Mahalleleri civarında yoğunlaşmıştır. Başvuruya konu olayların geçtiği Sur Mahallesi Altın Sokak ve çevresi terör örgütü mensuplarınca barikat ve çukurlarla kapatılmış ve belirtilen bölgelerde terör örgütü mensuplarının keskin nişancı tüfekleri, el bombaları, el yapımı patlayıcılar, roketatarlar ve ağır makineli tüfekler kullandığı aralıksız silahlı çatışmalar yaşanmış; bu olaylarda çok sayıda güvenlik görevlisi yaralanmış ve şehit olmuştur. Hendek, barikat ve patlayıcıların temizlenmesi çalışmalarında 11/1/2016-13/3/2016 tarihleri arasında yalnızca Sur Mahallesi'nde 70'den fazla tuzaklanmış el yapımı patlayıcı, roket mermisi ve el bombası bulunarak imha edilmiştir (ayrıntılı bilgiler için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 42, 43, 45, 57-59, 273-275; Aslan Kayaalp ve diğerleri, B. No: 2017/24120, 19/10/2023, §§ 4, 5; Mehmet Yavuzel ve diğerleri, B. No: 2016/1652, 12/7/2023, § 11; Haşim Biriman ve diğerleri, B. No: 2017/19289, 19/10/2023, §§ 4, 5).
6. Başvuru dosyasındaki bilgilere göre silahlı çatışmaların şiddetinin nispeten azalmasının ardından çatışma bölgelerinde terör örgütü mensuplarınca üs olarak kullanılan binalarda arama işlemlerine başlanmıştır. Bu kapsamda 12/2/2016 tarihinde Sur Mahallesi Altın Sokak No: 10 adresindeki binada (operasyon haritasına göre S-265 numaralı bina) adli arama yapılmıştır. Video ve fotoğraf kaydına alınan arama işlemi sonucunda düzenlenen rapora göre bir giriş katı, bir balkon katı ve arka avludan oluşan bina silahlı çatışmalar nedeniyle kullanılamaz hâle gelmiştir. Binanın avlu kısmından bodrum katına giriş bulunmaktadır ve bu kısımda terör örgütü mensubu olduğu değerlendirilen dört kişinin cesedi bulunmuştur. Bu kişilerle birlikte;
1- Fişek yatağı ve şarjörlerinde mermiler bulunan Kalaşnikof marka dört otomatik saldırı tüfeği,
2- Çok sayıda, mermi, hücum yeleği ve bu yeleklerin ceplerinde otomatik silahlara ait şarjörlerle birlikte el bombaları (toplam altı adet) ele geçirilmiştir.
7. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) cesetler için ayrı ayrı ceza soruşturmaları başlatmış, daha sonra bu soruşturmaları 2016/706 numaralı soruşturma ile birleştirerek işlemlere bu dosya üzerinden devam etmiştir. Cesetlerden alınan DNA numunelerinin incelenmesi, parmak izi karşılaştırması ve teşhis işlemleri sonucunda olay yerinde bulunan kadın cesedinin başvurucular Şemsihan Özalp ve Sait Özalp'ın kızları M.Ö., erkek cesetlerinden birinin başvurucular Hazal Akdoğan ve Dündar Akdoğan'ın oğulları T.A. olduğu belirlenerek cesetler ailelerine teslim edilmiştir.
8. Ölü muayene ve otopsi işlemleri sonucunda düzenlenen raporlarda M.Ö.nün ölümünün penetran cisim yaralanmasına bağlı çok sayıda kırık ile birlikte iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama, kafa içi travmatik değişimler sonucu, T.A.nın ölümünün ise ateşli silah mermi çekirdeği ve penetran cisim yaralanmasına bağlı kemik kırıkları ile birlikte iç ve dış kanama, beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği belirtilmiştir.
9. Olay yerinden elde edilen silah ve mühimmatlar ile cesetlerden elde edilen deliller üzerinde kriminal incelemeler yapılarak raporlar düzenlenmiştir. Bu kapsamda M.Ö. ve T.A.nın cesetlerinden alınan svap örneklerinde atış artıkları tespit edilmiştir. Otopsi sırasında M.Ö.nün vücudundan çıkarılan mermi çekirdeği ve mermi çekirdeği gömlek parçaları ile bir nüvenin 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun kapsamına giren, yasak niteliği taşıyan fişeklere ait olduğu belirlenmiştir.
10. Soruşturma kapsamında teşhis ve beyanda bulunan İ.N., T.A.nın Yafes Mahallesi'nde YDG-H üyeleri ile birlikte yolunu keserek motosikletine el koyduğunu, dokuz ayrı tanık ise benzer ifadelerinde M.Ö.nün terör örgütünde Havin kod adını kullandığını, Gabar'da eğitim aldığını, hendek olayları sırasında Kalaşnikof marka silah kullanarak nöbet tuttuğunu ve eylemlere katıldığını beyan etmiştir. Ayrıca M.Ö.nün uzun namlulu silahla bir barikatın başında çektirdiği fotoğraf ele geçirilmiştir.
11. Başsavcılık 21/2/2017 tarihinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 27/7/2016 tarihli ve 29783 2. mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (l) bendi gereğince müdafinin dosya içeriğini inceleme ve belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Bu kararda şüpheliler hakkında silahlı terör örgütüne üye olma ve kasten öldürme suçundan yürütülen soruşturmada müdafinin dosya içeriğini inceleme ve belgelerden örnek alma yetkisinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği değerlendirmesine yer verilmiştir.
12. Başsavcılık 22/2/2017 tarihinde M.Ö ve T.A ile birlikte bu kişilerle aynı yerde bulunan İ.T. ve M.U.nun ölümüyle ilgili yürüttüğü soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde özetle kamu düzeninin ve güvenliğin sağlanması, kişilerin anayasada düzenlenen hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla hareket eden güvenlik görevlilerinin yetkili merciden aldıkları hukuka uygun emri yerine getirdiği, bu emri yerine getirmeleri esnasında terör örgütü üyesi oldukları ve güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet yürüttükleri dosyadaki delil durumundan anlaşılan İ.T., M.U., M.Ö. ve T.A.ya karşı gerçekleştirdikleri fiilde meşru müdafaa şartlarının oluştuğu, olayda meşru müdafaa sınırının aşıldığına dair herhangi bir delil elde edilmediği hususlarına yer verilmiştir. Ayrıca kararın soruşturma dosyasında müşteki olarak yer alan başvurucular Şemsihan Özalp ve Sait Özalp ile birlikte başvurucular Hazal Akdoğan ve Dündar Akdoğan'ın vekili Av. Hüseyin Tül'e tebliğ edilmesine karar verilmiştir.
13. Başvurucular Hazal Akdoğan ve Dündar Akdoğan'ın vekili 6/10/2017 tarihinde Başavcılığa bir dilekçe vererek soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini haricen öğrendiklerini belirtilmiş ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliği ile tüm dosya örneğinin kendilerine verilmesi talebinde bulunmuştur. Aynı tarihte talebi değerlendiren Başsavcılık, dosyada gizlilik kararı olması nedeniyle sadece defin ruhsatının başvurucu vekiline verilmesine ve kararın tebligata çıkarılmasına karar vermiştir.
14. 11/10/2017 tarihli dilekçe ile başvurucular Hazal Akdoğan ve Dündar Akdoğan'ın avukatı bir kez daha Başsavcılığa başvurarak soruşturma dosyasının bir örneğinin kendilerine verilmesi talebinde bulunmuştur. Aynı tarihte Başsavcılık verdiği ret kararında; hakkında gizlilik kararı verilen dosyaların 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca ancak iddianamenin kabul edildiği tarihten itibaren içeriğinin incelenebildiği, bahse konu dosyada ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, yeni delil elde edilmesi durumunda soruşturmanın tekrar açılabileceği, bu nedenle soruşturmanın gizliliğinin devam ettiği ve sadece 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen belgelerin müdafiye verilebileceği değerlendirmelerine yer vermiştir.
15. Başvurucular vekili 24/10/2017 tarihinde Başsavcılığın verdiği kısıtlılık kararına karşı sulh ceza hâkimliğine itirazda bulunulmuştur. Başvurucuların itirazı sulh ceza hâkimliği tarafından 26/10/2017 tarihinde reddedilmiştir.
16. Başvurucular ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, kısıtlılık kararı nedeniyle dosyadaki belgelere erişim sağlayamadıklarından karara etkili şekilde itiraz edemediklerini ve bu durumun etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğunu belirtmiştir.
17. İtirazı inceleyen sulh ceza hâkimliği 1/11/2017 tarihinde ret kararı vermiştir. kararında silahlı terör örgütü mensuplarının mevcut saldırılarına veya gerçekleşmesi muhakkak olan saldırılara karşı güvenlik güçlerinin korunmalarının ve orantılı olarak karşı saldırıda bulunmalarının 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 25. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa kapsamında kaldığı, terör örgütü üyesi olan ve güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet yürüttüğü dosyadaki delil durumundan anlaşılan kişilere yönelik fiilde meşru müdafaa şartlarının oluştuğu değerlendirmelerine yer vermiştir.
18. Başvurucular Hazal Akdoğan ve Dündar Akdoğan 15/12/2017, Şemsihan Özalp ve Sait Özalp ise 18/12/2017 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Aralarında konu yönünden irtibat bulunan 2017/40272 ile 2017/40247 numaralı başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
19. Başvurucuların adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
20. Başvurucular, T.A. ve M.Ö.nün kamusal güç kullanılarak öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının -esas boyutu kapsamında öldürmeme ve usul boyutu kapsamında etkili soruşturma yükümlülükleri yönünden- ihlal edildiğini iddia etmiştir. Aynı olaylara dayanarak gerekçeli karar hakkı bağlamında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia eden başvurucuların bu iddialarının gerekçeleri şu şekilde özetlenebilir:
3- T.A. ve M.Ö.nün ölümüne neden olan silahlı çatışmaya dair herhangi bir kayıt veya tutanak bulunmamaktadır. Dolayısıyla T.A. ve M.Ö.nün ölümüyle neticelenen gücün meşru müdafaa amacıyla kullanıldığı söylenemeyeceği gibi güç kullanımının mutlak zorunlu ya da orantılı olduğu da kabul edilemez.
4- Olayın şüphelisi konumundaki güvenlik görevlilerinin ifadelerine başvurulmamış, olaya ilişkin video kayıtları ve çatışmaya dair tutanaklar temin edilmemiş, olay yerinde bulunan silahlarda T.A ve M.Ö.nün parmak izleri olup olmadığı araştırılmamıştır. Bu nedenle karar, eksik toplanan delillere dayanmaktadır. Kısıtlama kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişim engellenmiş ve mağdur yakınlarının soruşturmaya etkili katılımları sağlanmamıştır.
21. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde özetle suç işlenmesinin önlenmesi ve diğer kişilerin yaşamlarının korunması amacı kapsamında mutlak zorunlu ve orantılı bir güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölüm olayında yaşam hakkının esası bakımından ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği, derhâl başlatılan soruşturmada olayın gerçekleşme koşullarını ortaya çıkaracak tüm delillerin toplanarak soruşturmanın makul bir sürede tamamlandığı, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın başvuruculara tebliğ edildiği, 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen belgelerin bir örneğinin başvuruculara verildiği ve karara etkili itiraz imkânı sağlandığı, bu nedenle yaşam hakkının usul boyutu bakımından da bir ihlalin oluşmadığı belirtilmiştir.
22. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında özetle yasal bir temeli olmayan ve orantısız uygulanan sokağa çıkma yasakları nedeniyle birçok temel hakkın ihlal edildiğini, somut başvuruda ise yetersiz planlamayla icra edilen operasyonda kullanılan gücün mutlak zorunlu ve orantılı olduğunun gösterilemediğini, soruşturma sırasında güvenlik güçlerinin ifadeleri, olay yerinin etkin şekilde incelenmesi, görüntü kayıtlarının tespiti, elde edilen deliller üzerinde kriminal inceleme yapılması gibi temel deliller toplanmadığından etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca dosya örneğini sözlü olarak talep etmelerinin ardından gizlilik kararı verilerek dosyaya erişimlerinin engellendiğini, bu karardan bir gün sonra kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek soruşturmanın neticelendirilmesine karşılık yazılı taleplerine rağmen dosyada yer alan delillere erişimlerinin yeniden reddedildiğini, bu nedenle soruşturmaya etkili katılımlarının engellendiğini ve soruşturmanın kamu denetimine açık olması ilkesinin ihlal edildiğini ifade etmiştir.
23. Başvurucuların ihlal iddialarının yaşam hakkının esas ve usul boyutları kapsamında incelenmesine karar verilmiştir.
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkı bağlamında öldürmeme ve etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
A. Yaşam Hakkının Esas Boyutu Bakımından Değerlendirme
25. Yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğü bakımından ihlal edildiğine yönelik iddialar incelenirken öncelikle belirlenmesi gereken husus, ölümün devlet görevlilerinin güç kullanımı sonucu meydana gelip gelmediğidir. T.A. ve M.Ö.nün ölümüyle ilgili ceza soruşturmasında ölümün güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı sonucu meydana geldiği kabul edilmiştir. Ceza soruşturmasında toplanan delillere göre somut başvuruda bu tespitten ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
26. Öldürme fiilini devlet görevlilerinin gerçekleştirdiği belirlendikten sonra yaşam hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun olup olmadığı Anayasa'nın 13. ve 17. maddelerinde belirtilen ilkeler çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu kapsamda devletin yaşam hakkına müdahalesinin Anayasa'ya uygun olabilmesi için sağlanması gereken ilk ölçüt müdahalenin kanuni bir dayanağının olmasıdır.
27. Anayasa Mahkemesi Gazal Kolanç ve diğerleri, kararında kolluk kuvvetlerinin güç ve silah kullanımını düzenleyen kuralları detaylı olarak incelemiş ve bu düzenlemelerin, hangi görevlilerin hangi durumlarda ve ne ölçüde güç kullanacaklarını belirleyen, gücün kötüye kullanımını, keyfîliği önlemeye ve yaşam hakkına yapılan müdahalelerin asgari düzeyde tutulmasını sağlamaya yönelik yeterli ve açık kurallar içerdiğini, böylece kanunilik ölçütünü karşıladığını değerlendirmiştir (aynı kararda bkz. §§ 335-339). Somut başvuruda bu tespittten ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
28. Yaşam hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun sayılması için karşılanması gereken ikinci kriter, müdahalenin Anayasa'nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında sayılan istisnai durumlardan biri kapsamında gerçekleştirilmesidir.
29. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda güvenlik güçlerinin güç kullanımının bu istisnai durumlardan meşru müdafaa kapsamında olduğu kabul edilmiştir. Başvuruya konu olayda meşru müdafaa şartlarının gerçekleştiğine dair kabul; T.A. ve M.Ö.nün cesetlerinin sokağa çıkma yasağı uygulanan bir tarihte, yoğun terör saldırılarının ve silahlı çatışmaların yaşandığı, girişleri terör örgütü mensuplarınca hendek ve barikatlarla kapatılan, patlayıcılarla tuzaklanan bir alanda otomatik silahlar, bunlara ait mühimmat ve el bombaları ile birlikte bulunması ile T.A. ve M.Ö.nün Cizre'de PKK terör örgütü adına güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet yürüttüğüne dair tanık beyanlarına dayanmaktadır. Bu delillerin T.A. ve M.Ö.nün güvenlik güçleri ile girdikleri silahlı çatışmada ve meşru müdafaa şartları altında öldürüldüklerine dair güçlü bir kanaat oluşturduğu kuşkusuzdur.
30. Anayasa Mahkemesi Gazal Kolanç ve diğerleri kararında PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi kapsamında ateşli silahlar, roketatarlar ve patlayıcılar kullanarak gerçekleştirdiği, ülke topraklarının bir kısmını işgal amacı taşıyan, yüzlerce kişinin ölümü ve binlerce kişinin yaralanması ile sonuçlanan yaygın terör olaylarının ayaklanma olarak nitelendirilmesi gerektiğini açıklamıştır (aynı kararda bkz. § 342). Dolayısıyla somut başvuruda T.A. ve M.Ö.nün ölümüyle sonuçlanan güç kullanımının güç kullanan güvenlik görevlilerinin kendilerinin ve başkalarının hayatını koruma amacı yanı sıra Anayasa'nın 17. maddesi anlamında bir ayaklanmanın bastırılması meşru amacına da matuf olduğu kanaatine varılmıştır.
31. Yaşam hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun kabul edilebilmesi için sağlanması gereken son kriter, müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesi anlamında ölçülülük ilkesine aykırı olmaması gereğidir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Yaşam hakkı söz konusu olduğunda ölçülülük kriteri diğer haklarda yapılan incelemeye nazaran daha sert bir teste tabi tutulmalıdır. Bir başka deyişle devlet görevlilerinin ölümle neticelenen güç kullanımlarının somut olayın şartlarında ortaya çıkan tehlikeyi bertaraf etmek için orantılı ve gerçekleştirilmek istenen meşru amaca ulaşmak için mutlak zorunlu olduğu ortaya konulmalıdır.
32. Toprak bütünlüğünü ve vatandaşlarının yaşamlarını korumanın devletin temel varlık nedenlerinden biri olduğu izahtan varestedir. Somut başvurudaki gibi silahlı ayaklanma ve devletin topraklarından bir kısmını işgal etme girişiminde bulunulduğu bir olayda kamu otoritesinin geri çekilme veya eylemden kaçma gibi bir zorunluluğu olduğu kabul edilemez. Bilakis böyle bir durum, eldeki bütün imkânlarla harekete geçerek mevcut silahlı ayaklanmayı hukuka uygun bir şekilde bastırmak için eylemde bulunmayı gerektirir. Zira aksi tutum devletin, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini koruma yönündeki pozitif yükümlülüğünün ihlali anlamına gelebilecektir. Dolayısıyla somut başvuruya konu vahim terör olaylarının önlenmesi ve ayaklanmanın bastırılması için ölümcül güç kullanılmasının elverişli bir yol olmadığı söylenemez.
33. Anayasa Mahkemesi Gazal Kolanç ve diğerleri kararında güvenlik operasyonu öncesi hazırlanan harekat planını ayrıntılı bir şekilde değerlendirerek, silahlı ayaklanmanın bastırılması meşru amacıyla yürütülen operasyonun somut olayın koşullarında mutlak zorunluluk ve orantılılık ilkelerine uygun olarak ve can kayıplarının en aza indirilmesi için gerekli özen gösterilerek planlandığı sonucuna varmıştır (aynı kararda bkz. §§ 350-356). Somut başvuruya konu olaylar bakımından farklı değerlendirme yapılmasını gerektirir yön bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
34. PKK terör örgütünün kendi ifadesiyle "öz yönetim" ilanını takip eden süreçte yaşanan terör olaylarının iki temel özelliği vardır: Bunlardan birincisi yaşanan çatışmaların süreklilik arz etmesidir. Yoğunluğu zaman zaman artıp azalsa da yaşanan çatışmalar hiçbir zaman kesintiye uğramamış, güvenlik güçlerinin hendek ve barikatlarla kapatılan alanlara her müdahalesine terör saldırısı ile karşılık verilmiştir. Terör olaylarının ikinci özelliği ise saldırıların öngörülemez olmasıdır. Terör örgütü üyelerinin hendek ve barikatlarla kapatılan cadde ve sokaklarda, ayrıca buralardaki tünellerle birbirine bağlı binalar arasında sürekli hareket hâlinde olmaları, bazı çatışmaların sivillerin bulunması muhtemel mahallerde gerçekleşmesi nedeniyle potansiyel saldırının nereden geleceği, hangi şiddette olacağı ve ne zaman başlayacağının güvenlik güçlerince önceden bilinmesi neredeyse imkânsızdır. Bu durum; karşılık verilecek silahların türü, karşılığın derecesi, başka bir deyişle kullanılacak gücün orantılılığı bakımından isabetli bir muhakemeyi de önemli ölçüde engellemektedir (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 359, 366).
35. Bu koşulları gözönünde bulundurmaksızın güvenlik güçlerinin operasyonlarda hangi araç ve silahları kullanabilecekleri konusunda bir değerlendirme yapmak ya da hangi araç ve silahların kullanılacağını kamu makamlarına dikte etmek güvenlik güçlerine, kendilerinin ve üçüncü kişilerin yaşamlarını tehlikeye sokacak şekilde gerçekçi olmayan bir sorumluluk yüklemek anlamına gelecektir. Son derece karmaşık ve zor koşullar altında gerçekleştirilen güvenlik operasyonlarında yöntem ve araçların seçimi konusunda operasyonu icra eden kamu makamlarının takdir hakları bulunduğu kuşkusuzdur.
36. Somut başvuruya konu olayda çatışma bölgesindeki kalabalık terörist gruplar güvenlik güçlerine keskin nişancı tüfekleri, otomatik tüfekler, el bombaları, patlayıcılar ve roketatarlar kullanarak kesintisiz ve öngörülemez saldırılar düzenlemektedir. Bu saldırılarda binalar arasında terör örgütü üyelerince açılan tüneller vasıtasıyla eleman ve mühimmat transferi yapılmaktadır. Belirtilen terör saldırılarında güvenlik güçlerinden yaralanan ve şehit olanlar bulunmaktadır. Dolayısıyla güvenlik güçlerinin ağır silahlarla kendilerine yönelik saldırılar gerçekleştirilen S-265 adresi ve çevresindeki binalarda bulunan terör örgütü mensuplarının teslim olma iradeleri olmadığını ve silahlı eylemlerine devam edeceklerini değerlendirmeleri son derece tabiidir.
37. Bu açıklamalar ışığında somut olayın açıklanan koşulları altında güvenlik güçlerinin kendilerinin ve başkalarının hayatlarını koruma ve silahlı ayaklanmayı bastırma meşru amaçlarına daha hafif bir sınırlama ile ulaşmalarının mümkün olmadığı, dolayısıyla ölümcül güç kullanmalarının mutlak zorunlu olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca silahlı bir ayaklanma kapsamında ağır silahlar kullanılarak gerçekleştirilen kesintisiz ve öngörülemez nitelikteki terör saldırılarına karşı güvenlik güçlerince ölümcül güç kullanılarak mukabele edilmesinin silahlı ayaklanmayı bastırmak ve güvenlik güçleri ve diğer kişilerin yaşamları bakımından ortaya çıkan tehlikeyi bertaraf etmek için orantılı bir müdahale olduğu kanaatine varılmıştır.
38. Açıklanan gerekçelerle somut başvuruda yaşam hakkının esas boyutu bakımından ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir
B. Yaşam Hakkının Usul Boyutu Bakımından Değerlendirme
39. Kamu görevlilerinin güç kullanımı neticesi ölüm meydana geldiği durumlarda kamu makamları üzerinde bu ölüm olayıyla ilgili etkili bir ceza soruşturması yapma yükümlülüğü oluşmaktadır. Bu yükümlülük yaşam hakkı bağlamında usul yükümlülüğü olarak adlandırılmaktadır. Anayasa Mahkemesi kamu görevlilerinin güç kullanımları sonucu meydana gelen ölümlerle ilgili ceza soruşturmalarının etkili olduklarının kabul edilebilmesi için sahip olmaları gereken nitelikleri birçok kararında ayrıntılı olarak açıklamıştır (etkili soruşturma yükümlülüğünde benimsenen temel ilkeler içinpek çok karar arasından bkz. (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, §§ 95-100; Gazal Kolanç ve diğerleri, § 369).
40. Somut başvuruya konu olayda kamu makamlarının terörle mücadele operasyonlarında yaşanan çatışmalarda ölen kişilerin bulunduğunu tespit etmelerinin ardından kendiliğinden harekete geçerek ceza soruşturması başlattığı anlaşılmıştır. Derhâl başlatılan bu soruşturma olayların karmaşık yapısı, olay tarihinde bölgedeki genel durum ve delil toplanmasındaki güçlükler dikkate alındığında makul bir sürede tamamlanmıştır. Dolayısıyla somut başvuruya konu ceza soruşturmasında resmî bir soruşturmanın resen başlatılması ve makul bir süratle yürütülüp tamamlanması koşullarının yerine getirildiği değerlendirilmiştir.
41. Anayasa Mahkemesi Gazal Kolanç ve diğerleri kararında soruşturmanın bağımsız kişilerce yürütülmesi kriterinin hiçbir şekilde Cumhuriyet savcılarının ağır silahlarla çatışmaların devam ettiği bir bölgeye bizzat giderek delilleri tespit etmeleri gerektiği şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir (aynı kararda bkz. § 373). Somut başvuruya konu soruşturmada arama kararlarının terörle mücadele operasyonlarına katılmayan adli kolluk birimlerince talep edildiği ve karar gereğinin uzman Olay Yeri İnceleme görevlilerince yerine getirildiği anlaşılmıştır. Buna ek olarak adli kolluk görevlileri, daha sonra tutanağa bağladıkları tüm işlemleri video ve fotoğraflarla kaydederek soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet savcılarının incelemesine imkân sağlamıştır. Soruşturma için kritik önemdeki ölü muayene ve otopsi işlemleri ise Cumhuriyet savcılarının ve adli tabibin bizzat katılımıyla usulüne uygun olarak yapılmıştır. Dolayısıyla somut olayda etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında soruşturmanın bağımsızlığının zedelenmemesi için imkânlar dâhilindeki tüm tedbirlerin alındığı kanaatine varılmıştır.
42. Başvurucuların soruşturmanın yeterli olmadığı yönündeki diğer iddiaları olayda sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınmamasına ilişkindir. Soruşturmanın amacı, somut olayın ne şekilde gerçekleştiğini ortaya çıkarmak ve böylece kullanılan gücün Anayasa'nın 17. maddesi anlamında meşru olup olmadığını belirleyerek yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almaktır. Dolayısıyla ifade alma işlemi her soruşturmada yerine getirilmesi gereken otomatik bir zorunluluk olarak kabul edilemez. Bilakis ifade alma dâhil herhangi bir soruşturma işleminin yerine getirilmemesi ancak bu belirtilen amaç doğrultusunda faydalı olacaksa etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir. Bunun da ötesinde devamlılık arz eden ve öngörülemez nitelikteki silahlı çatışmalara katılan operasyonel birliklerin çatışmaların seyrine göre sürekli değişmesi nedeniyle farklı zamanlarda gerçekleşmiş olması son derece muhtemel ölümlerin hangi birim görevlilerince kullanılan güç sonucu meydana geldiğini belirlemek de neredeyse imkânsızdır.
43. Nitekim yaşam hakkının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği iddiaları incelenirken açıklandığı üzere başvuru dosyasındaki deliller; kamusal gücün silahlı bir ayaklanmayı bastırmak, girişleri barikat ve hendeklerle kapatılmış olan, yoğun silahlı çatışmaların devam ettiği bir bölgedeki binalardan ağır silahlarla yapılan saldırıları engellemek amacıyla meşru müdafaa şartları altında kullanıldığını göstermektedir. Bu tespitlere ve soruşturmada ulaşılan benzer sonuca göre toplanan deliller, olayın koşullarında maddi gerçeği ortaya çıkarmış; kullanılan gücün Anayasa'nın 17. maddesi anlamında mutlak zorunlu ve orantılı olduğunu göstermiştir. Bu nedenle soruşturma açısından kritik önemi olan delillerin somut olayın koşullarında özen yükümlülüğüne uygun olarak toplandığı, çatışmalara katılan görevlilerin ifadelerinin alınmamasının ise etkili soruşturma yükümlülüğü ile ulaşılmak istenen amaç bakımından yerine getirilmesi gereken zorunlu ve faydalı bir delil toplama işlemi olmadığı kanaatine varılmıştır.
44. Son olarak soruşturma dosyası içeriğini inceleme ve belgelerden örnek alma yetkilerinin kısıtlanması nedeniyle etkili soruşturma yükümlülüğünün bir unsuru olarak, ölen kişinin yakınlarının soruşturmaya katılımlarının sağlanması ve soruşturmanın kamu denetimine açık olması ilkelerinin ihlal edildiği iddialarının incelenmesi gerekmektedir.
45. Kamusal güç kullanımı sonucu gerçekleştiği iddia edilen bir ölümle ilgili soruşturmanın etkili sayılabilmesi için ölen kişinin yakın akrabalarının soruşmada yer almalarının sağlanması ve soruşturmanın belirli bir derecede kamu denetimine açık olması gerekmektedir.
46. Ceza usul hukukunda soruşturma evresinde usul işlemlerinin gizli yürütülmesi kuralı geçerlidir. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 157. maddesi "Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir." hükmünü amirdir. Anılan Kanun'un 153. maddesinde ise müdafinin ve suçtan zarar gören vekilinin soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebileyeceği, istediği belgelerin bir örneğini alabileceği belirtilmiştir. Aynı hükümde soruşturma dosyasından örnek alma yetkisinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği durumlarda kısıtlanabileceği ancak şüpheli ve yakalanan kişilerin ifadesi, bilirkişi tutanakları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili olduğu diğer işlemler hakkındaki tutanaklar için belge inceleme ve örnek alma yetkisinin kısıtlanamayacağı belirtilmiştir. Nihayet Kanun'un 234. maddesinde, 153. maddeye uygun olmak koşuluyla mağdur ve şikâyetçi sıfatına sahip olan kişilerin Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme ve aynı zamanda vekilleri aracılığıyla soruşturma belgeleri ve el konulan eşyayı inceletme yetkileri bulunduğu ifade edilmiştir.
47. Belirtilen kanun hükümleri bir bütün olarak dikkate alındığında ceza soruşturmasının maddi olayları tüm yönleriyle ortaya çıkarma amacını gerçekleştirebilmesi için kabul edilen gizlilik kuralının savunma hakkı, silahların eşitliği, suçtan zarar görenlerin soruşturmaya katılımlarının sağlanması ve soruşturmanın kamu denetimine açık olması ilkeleri çerçevesinde bazı sınırlamalara tabi olduğu kuşkusuzdur (savunma hakkı kapsamında yapılan değerlendirmeler için bkz. Ali Pala, B. No: 2013/3056, 14/10/2015, §§ 40-44). Bu hâlde soruşturma işlemlerinin ve bu işlemler sonucunda elde edilen delillerin soruşturma taraflarından gizli tutulmasıyla elde edilmek istenen kamu yararı ile soruşturmanın nispi bir şeffaflık içinde yürütülmesi suretiyle temel hakların korunmasının sağlanması arasında makul denge gözetilmelidir.
48. Soruşturma konusuyla ilgisiz olan kişisel veri niteliğindeki bilgilerin kamuya veya soruşturmanın diğer taraflarına açıklanması, teknik araçlarla izleme ya da telefon dinleme gibi soruşturma işlemleri sürerken gizlilik sağlanmaması, millî güvenliğe tehdit oluşturabilecek veya devlet sırrı niteliğindeki bilgilerin ifşası gibi birçok durumda gizlilik ilkesine riayet edilmemesi başka temel hakların ihlaline ya da maddi olayların aydınlatılamamasına neden olabilir. Dolayısıyla birbiriyle yarışan bu ilkeler arasında nasıl bir denge kurulacağı tümüyle somut olayın kendine özgü şartları içinde değerlendirilmelidir. Öte yandan, asgari bir gereklilik olarak, suçtan zarar gören kişilerin yakın akrabalarının soruşturmanın başladığından, soruşturma sırasında yapılan esaslı işlemlerden ve neticede verilen kararlardan gecikmeksizin haberdar edilmesi gerekir.
49. Suçtan zarar gören kişilerin soruşturmada elde edilen bilgi ve belgelere erişimlerinin bütünüyle engellenmesi yerine hangi bilgilerin açıklanmasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği konusunda değerlendirme yapılarak yalnızca bu bilgiler hakkında kısıtlama kararı alınması dengeleyici bir unsur olarak kabul edilebilir. Aynı şekilde kısıtlama kararının belirli bir süre için verilmesi, keyfîliği önlemeye ve denetleme yapmaya yeter ölçüde gerekçe içermesi gibi hususlar da belirtilen ilkeler arasında bir denge kurulmasına katkı sağlayabilecek tedbirlerdir. Öte yandan yukarıda yer verilen kanun hükümleri uyarınca bir ceza soruşturmasında mağdur veya şikâyetçi vekillerinin ifade tutanakları ve bilirkişi raporları ile hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer işlemlere ilişkin tutanakları inceleme ve örnek alma yetkilerine kısıtlama getirilemeyeceği bir kez daha vurgulanmalıdır.
50. Somut olayda Başsavcılık 21/2/2017 tarihli gizlilik kararını verirken yalnızca "müdafiin dosya içeriğinin inceleme ve belgelerden örnek alma yetkisinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesine yer vermiştir. Bu kararda hangi belgelerin suçtan zarar gören vekillerince incelenebileceğine yönelik bir değerlendirme bulunmadığından soruşturma dosyasının tümüyle başvurucu avukatlarının erişimlerine kapatıldığı görülmüştür. Somut olayın şartlarında silahlı bir ayaklanmanın bastırılması kapsamında görev yapan kamu görevlilerinin görüntülerinin ya da bu kişilerin kimliklerinin ortaya çıkmasına neden olabilecek bilgilerin, kapsamlı operasyon planının ya da istihbarat çalışmalarının incelenmesine izin verilmemesi makul bir tedbir olarak kabul edilebilir. Buna karşılık kovuşturmaya yer olmadığına dair karara temel alınan tanık ifadeleri, olay yeri inceleme raporları, kriminal inceleme raporları gibi ana deliller hakkında kısıtlama kararı verilmesinin -bu belgelere erişimin kısıtlanma gerekçesinin de açıklanmadığı gözetildiğinde- suçtan zarar görenlerin soruşturmaya katılımlarının sağlanması ilkesiyle bağdaştığını söylemek mümkün değildir.
51. Somut olayda kısıtlama kararı verilmesinden bir gün sonra kovuşturmaya yer olmadığına ve bu kararın başvurucular ve vekillerine tebliğ edilmesine karar verildiği halde herhangi bir tebligat yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı haricen öğrenen başvurucu vekillerinin 6/10/2017 tarihinde itiraz haklarını etkili bir şekilde kullanmak için soruşturma dosyasını inceleme talepleri Başsavcılığın aynı tarihteki "Gizlilik kararı kalkmadığından sadece defin ruhsatının verilmesi ve tebligat çıkarılması uygundur." şeklindeki kararı ile reddedilmiştir. Avukatların 11/10/2017 tarihindeki dosya inceleme talepleri ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karara rağmen soruşturmanın gizliliğinin devam ettiği ve sadece 5271 sayılı Kanun'un 153. maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen belgelerin müdafiye verilebileceği gerekçesiyle bir kez daha reddedilmiştir.
52. Başsavcılığın 11/10/2017 tarihinde verdiği belirtilen karara karşılık -5271 sayılı Kanun gereğince kısıtlamaya tabi olmayan- olay yerinde bulunan silahlar ve el konulan diğer eşya hakkındaki kriminal inceleme raporları örneklerinin başvurucu avukatlarına verilmediği anlaşılmıştır. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, kararın verilmesinden yaklaşık sekiz ay sonra ve başvurucu vekillerinin talebi üzerine başvuruculara tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların yaşam hakkının ihlali iddialarıyla ilgili soruşturmaya etkin bir şekilde katılımları sağlanarak delillerini ileri sürme ve verilen kararlara itiraz etme imkânından mahrum bırakıldığı kanaatine varılmıştır.
53. Sonradan tebliğ edilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar içeriğinde bu kararın dayandığı deliller özetlense de salt kararın tebliği yoluyla gizlilik ilkesi ile suçtan zarar gören kişilerin soruşturmaya katılımlarının sağlanması ve soruşturmaların belirli ölçüde kamunun denetimine açık olması ilkeleri arasında arasında makul bir denge kurulduğunun ve ölen kişilerin yakınlarının menfaatlerinin korunduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Zira kamusal güç kullanımı sonucu meydana geldiği kabul edilen ölümlerle ilgili ceza soruşturmalarında bu ilkelerle ulaşılmak istenen amaç; kamu görevlilerinin hukuka aykırı eylemlerine müsamaha gösterildiği gibi bir görünüm oluşmasını engellemek, devlet görevlilerinin hukukun üstünlüğüne bağlı olarak görev yaptıklarına dair toplumsal güveni sürdürmek ve işlendiği iddia edilen suçtan zarar gören kişilerin menfaatlerini korumaktır. Somut olayda gerçekleştiği şekilde soruşturmanın hem içeriğinin hem de soruşturma sonucunda verilen kararın tümüyle soruşturma tarafları ve kamunun denetiminin dışına çıkarılmaya çalışılması gibi bir izlenime neden olabilecek uygulamanın bu ilke ve amaçlarla açıkça çeliştiği tartışmasızdır.
54. Açıklanan gerekçelerle somut başvuruda yaşam hakkının usul boyutu bakımından ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
55. Başvurucular, ileri sürdükleri hak ihlallerinin tespiti ile yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesinin yanında maddi ve manevi zararlarının giderilmesi talebinde bulunmuştur.
56. Somut olayda yaşam hakkının usul boyutu bakımından ihlal edildiğine, bu ihlalin ölen kişilerin yakınları olan başvurucuların soruşturmaya etkin bir şekilde katılımlarının sağlanması ve soruşturmanın belirli bir derecede kamu denetimine açık olması ilkelerine riayet edilmemesinden kaynaklandığına karar verilmiştir. Buna karşılık yaşam hakkının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği iddiaları incelenirken açıklandığı üzere başvuru dosyasındaki deliller olayın koşullarında maddi gerçeği ortaya çıkarmış ve kullanılan gücün Anayasa'nın 17. maddesi anlamında mutlak zorunlu ve orantılı olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla somut başvuruda yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
57. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Hazal Akdoğan ve Dündar Akdoğan'a müştereken net 120.000 TL, başvurucular Şemsihan Özalp ve Sait Özalp'a müştereken net 120.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucular uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile ilgili bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım taleplerinin KABULÜNE,
B. 1. Yaşam hakkının esas boyutu bakımından ihlal edildiği iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkının usul boyutu bakımından ihlal edildiği iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının esas boyutu bakımından İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu bakımından İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucular Hazal Akdoğan ve Dündar Akdoğan'a MÜŞTEREKEN net 120.000 TL, başvurucular Şemsihan Özalp ve Sait Özalp'a MÜŞTEREKEN net 120.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. 2016/706) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/11/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.