TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HATİCE ÇALIŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/40500)
|
|
Karar Tarihi: 29/9/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Volkan SEVTEKİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hatice ÇALIŞ
|
|
|
2. Zeki ÇALIŞ
|
|
|
3. Yusuf Yasin ÇALIŞ
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Ayşegül ŞENOL CAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması
nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 18/12/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu Hatice Çalış, doğum sancılarının başlaması
üzerine 16/12/2005 tarihinde (saat 06.30 civarı) Düzce Dr. Tandoğan Tokgöz Devlet
Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Hastaneye yatırılan başvurucunun muayenesi
Dr. H.K. tarafından yapılmıştır. Normal doğum yapmasına karar verilmesi üzerine
aynı gün (saat 10.00 civarında) ebe M.D. gözetiminde yapılan doğum esnasında
bebekte omuz takılması yaşanması üzerine önce diğer ebelerden yardım istenmiş,
daha sonra nöbetçi Dr. H.E.ye haber verilmiştir. Yapılan müdahale sonucu
başvurucular Hatice ve Zeki Çalış'ın 4.000 g ağırlığında Yusuf Yasin isimli
bebekleri dünyaya gelmiştir.
A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
8. Doğumu gerçekleştiren sağlık personelinin hatalı
müdahaleleri sonucu başvurucu küçüğün sol kolunun kırıldığını ve küçükte uzuv
tatili oluştuğunu iddia eden başvurucular, Dr. H.E. ve ebe M.D.den şikâyetçi
olmuşlardır.
9. Düzce Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık)
yürütülen soruşturma sonucunda 17/5/2010 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına
karar verilmiştir. Soruşturma kapsamında alınan Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp
İhtisas Kurulunun 27/1/2010 tarihli raporu (Kurul raporu) karar gerekçesine
dayanak yapılmıştır. Kurul raporunda; incelenen tıbbi belgelerde dördüncü
normal doğumunu yapan başvurucu Hatice Çalış'ın 4.000 g ağırlığında erkek bebek
dünyaya getirdiği, doğumda bebeğin omzunun takıldığı, sol humerusunun
zedelendiği, konsültasyon hekimi tarafından sol kolunun alçıya alındığı ve
annenin bir gün sonra şifa ile taburcu edildiğinin kayıtlı olduğu
belirtilmiştir. Yine tıbbi belgelerden başvurucu Yusuf Yasin Çalış'ın brakial
pleksus yaralanması tanısı ile 25/7/2006 tarihinde Marmara Üniversitesi
Hastanesine yatırıldığı ve 30/5/2006 tarihinde Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Ortopedi Bölümünde sinir grefti ile onarım yapıldığının ifade
edildiği, ayrıca Düzce Üniversitesi Nöroloji Bölümünde 28/8/2008 tarihinde
çekilen EMG sonucunda düzenlenen raporda brakial pleksopati ön tanısına
ilişkin değerlendirmeler ile Kurulun 28/11/2008 tarihli muayene sonucuna yer
verildiği anlaşılmaktadır. Adli ve tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu Kurul
raporunun gerekçesinde, dördüncü doğumu olan daha önceki doğumları vajinal
yolla olan multipar gebenin vajinal doğuma bırakılma kararının uygun olduğu,
kaldı ki bebeğin doğum ağırlığının 4.000 g olup sezeryan önerilmesini
gerektirecek düzeyde bulunmadığı, omuz distozisinin (omuz takılmasının)
vajinal doğumlarda bir komplikasyon olarak görülebildiği, ortaya çıkan brakial
pleksus zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olarak meydana geldiği
nedenleriyle şüphelilerin eylemlerinin tıp kurallarına uygun olduğunun tespit
edildiği ifade edilmiştir.
10. Başvurucuların itirazı Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin
17/8/2010 tarihli kararı ile kabul edilerek anılan kararın kaldırılmasına karar
verilmiştir. Gerekçede, sadece Kuruldan alınan rapora dayalı olarak
kovuşturmasızlık kararı (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) verilmesinin
usul ve yasaya aykırı olduğu ifade edilerek Yüksek Sağlık Şûrasından rapor
alınması gerektiği vurgulanmıştır.
11. Başsavcılık 6/4/2011 tarihli karar ile tekrar
kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinde, Yüksek
Sağlık Şûrasının soruşturma aşamasında görüş bildirmediği, ayrıca 11/4/1928
tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair
Kanun'un 75. maddesinde yer alan ceza davalarında Yüksek Sağlık Şûrasının
görüşüne başvurulması zorunluluğunu öngören hükmün Anayasa Mahkemesinin
3/6/2010 tarihli ve E.2009/69, K.2010/79 sayılı kararıyla iptal edildiği
açıklanarak Kurul raporuna istinaden karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
12. Başvurucuların itirazı Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin
19/10/2011 tarihli kararı ile kabul edilerek anılan kararın kaldırılmasına
kesin olarak karar verilmiştir. Gerekçede, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının
kovuşturma aşamasında Yüksek Sağlık Şûrasından rapor alınması imkânını ortadan
kaldırmayacağı ve delillerin takdirinin yargılamayı yürütecek mahkemede olduğu
vurgulanmıştır.
13. Başsavcılık 29/12/2011 tarihli iddianame ile şüpheli
doktor ve ebe hakkında taksirle yaralama suçundan kamu davası açmıştır.
14. Düzce 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 11/7/2013 tarihli
kararı ile sanıkların beraatlerine karar verilmiştir. Yargılama aşamasında
alınan Yüksek Sağlık Şûrasının 20-21/9/2012 toplantı tarihli raporunun sonuç
kısmında 4.000 gram ağırlığında olan bebeğin, dördüncü doğumunu yapan bir
gebede eyleme bırakılmasının daha önce de vajinal doğum yaptığı da göz önüne
alınarak doğru bir karar olduğu, brakial pleksus zedelenmesinin doğumun
beklenen bir komplikasyon olduğu ve olayda takibinin uygun şekilde yapıldığı
belirtilmiştir. Karar gerekçesinde, soruşturma aşamasında alınan Kurul raporu
ile Yüksek Sağlık Şûrası raporuna göre sanıkların eyleminin tıp kurallarına
uygun olduğu ve atfı kabil bir kusurlarının bulunmadığı açıklanmıştır.
15. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 6/3/2014 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.
B. Hukuk Yargılamasına İlişkin Süreç
16. Başvurucular; doğum öncesinde gerekli tedbirler
alınmadan sezeryanla doğum yerine normal doğum yaptırılması, doğum esnasında
hatalı müdahale sonucu bebeğin sol kolunun kırılması ve doğum sonrası tedavi
sürecinde de gerekli özenin gösterilmemesi nedenleriyle doğumu gerçekleştiren
doktor ve ebe aleyhine 14/9/2009 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası
açmışlardır.
17. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen yargılama
sırasında yine Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır.
30/5/2012 tarihli anılan raporda; normal doğum kararının doğru olduğu, omuz
takılmasının bu tür doğumlarda komplikasyon olarak görülebildiği, bu nedenle
küçük Yusuf Yasin'de ortaya çıkan brakial pleksus zedelenmesinin ve
klavikula kırılmasının doğumun komplikasyonu olarak meydana geldiğinden
doktor ve ebe olan davalılara kusur atfedilemeyeceği bildirilmiştir.
18. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26/3/2013 tarihli
kararı ile davanın yargı yolu nedeni ile reddine karar verilmiştir. Gerekçede;
davanın kişisel kusura dayandırılmadığı, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı
olarak görev sırasında ve görevle ilgili olarak hizmet kusuruna dayandırıldığı
ve idarenin hizmet kusurundan doğan zararlardan dolayı idareye karşı idari
yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği belirtilerek davanın kamu
görevlilerine değil idare aleyhine idari yargı yerinde açılması gerektiği ifade
edilmiştir.
C. Bireysel
Başvuruya Konu İdari Davaya İlişkin Süreç
19. Başvurucular, doğum esnasında sol kolu kırılan Yusuf
Yasin Çalış'ın kolunda meydana gelen hasarın iki kez ameliyat edilmesine rağmen
düzelmediğini ve hatalı tıbbi müdahale ile yapılan tedavi sırasında gerekli
dikkat ve özenin gösterilmediği iddialarıyla Sağlık Bakanlığının ağır hizmet
kusuru bulunduğunu belirterek 14/1/2010 tarihinde maddi ve manevi tazminat
davası açmışlardır.
20. Sakarya 1. İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 22/2/2011
tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde,
olayda idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda ceza yargılaması
sırasında sunulan Kurul raporuna göre uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun
olduğu, omuz takılmasının bir komplikasyon olarak ortaya çıkabileceği, bu
nedenle davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı
açıklanmıştır.
21. Başvurucuların temyizi üzerine karar Danıştay 15.
Dairesince (Daire) 5/5/2016 tarihinde onanmıştır.
22. Başvurucuların karar düzeltme istemleri Dairenin
26/9/2017 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karara muhalif üye
karşıoy görüşünde; Mahkemece karara dayanak alınan Kurul raporunda sadece omuz
takılmasının doğum komplikasyonu olduğunun belirtildiğini, başvurucuların ileri
sürdükleri doğum öncesi ve sonrası gerekli teşhis ve tedavilerin yapılmadığı
hususuna yer verilmediğini belirterek Adli Tıp Genel Kurulundan yeni bir rapor
alınıp sonuca göre karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
23. Nihai karar 16/11/2017 tarihinde başvurucular
vekiline tebliğ edilmiştir.
24. Başvurucular 18/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
25. İlgili hukuk için bkz. Fesih Aydar, B. No:
2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin
Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular; doğum öncesi hamilelik döneminde aynı
Hastanede tıbbi takip yapılmasına rağmen tetkiklerin yeterli düzeyde
yapılmadığı gibi doğum esnasında ortaya çıkabilecek komplikasyonlar konusunda
aydınlatılmadıklarını, doğum sırasında ve doğum sonrasında yapılan tıbbi
müdahale ile gerekli tedavilerin de yeterli düzeyde yapılmadığını, ortaya çıkan
neticenin eksik tıbbi incelemeler ve müdahaleler sebebiyle gerçekleştiğini
belirtmişlerdir. Ayrıca yargılama sırasında eksik incelemeye dayalı tek bir
rapor ile yetinilerek karar verildiğini, doğum öncesi ve sonrasının da
değerlendirildiği daha kapsamlı bir rapor alınması yönündeki itirazlarının
nazara alınmadığını ifade etmişlerdir. Söz konusu olay nedeniyle Yusuf Yasin
Çalış'ın sol kolunu hiç kullanamadığını bildirerek kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma hakkı ile yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
28. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
29. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını,
beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde
tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
31. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
32. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz
konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü
şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet
Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690,
11/5/2017).
33. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Genel
İlkeler
35. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel
kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
36. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak
bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek
keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın
56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında
yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B.
No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
37. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk, § 51).
38. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler
konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek
olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No:
2013/2839, 3/4/2014, § 38).
39. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır,
B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266,
25/1/2018, § 32).
40. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların
oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal
makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve
belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu,
B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin
somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde
değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin
kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin
denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen
gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan,
B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).
41. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri,
tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini
sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
ii. İlkelerin
Olaya Uygulanması
42. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın yukarıda değinilen 17.
maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında
yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli,
§ 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında
incelenmiştir.
43. Başvurucuların ileri sürdükleri şikâyetlerin
hamilelik döneminde doğumun riskleri konusunda bilgilendirilmemeleri, doğum
sırasında yapılan müdahalelerin hatalı olması, doğum öncesi ve doğum sonrasında
yapılan teşhis ve tedavilerin yeterli düzeyde olmaması, ayrıca yargılama sırasında
sadece doğum anının değerlendirildiği -doğum öncesi ve sonrasının
değerlendirilmediği- eksik incelemeye dayalı tek bir bilirkişi incelemesi ile
yetinilerek özenli bir inceleme yapılmadan karar verilmesine ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
44. Somut olayda derece mahkemesince hizmet kusurunun
tespitine yönelik olarak 27/1/2010 tarihli Kurul raporuna göre karar
verilmiştir. Kurul, doğum ve tedavi süreci aşamalarını inceledikten sonra
yaptığı değerlendirmede öncelikle dördüncü doğumunu yapan ve bebek doğum
ağırlığı 4.000 g olan gebenin normal doğuma bırakılma kararının uygun olduğunu
belirtmiştir. Kurul raporunda ayrıca omuz takılmasının normal doğumda bir
komplikasyon olarak görülebildiği, bebekte ortaya çıkan brakial pleksus
(boyundan kollara giden ana sinir grubu) zedelenmesinin doğumun bir
komplikasyonu olarak meydana geldiği, buna göre sağlık personeli doktor ve ebe
tarafından uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde görüş
bildirilmiştir. Öte yandan ceza yargılaması sırasında alınan Yüksek Sağlık
Şûrasının kararı (bkz. § 14) ile hukuk yargılaması sırasında alınan 30/5/2012
tarihli Kurul raporunun da (bkz. § 17) 27/1/2010 tarihli Kurul raporu ile
benzer mahiyette olduğu anlaşılmaktadır.
45. Dolayısıyla yapılan tıbbi tedavi ve uygulamaların tıp
kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi raporuyla belirlendiği ve söz
konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak idarenin kusurlu olmadığının
tespit edildiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucular tarafından ileri
sürülen iddiaların ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karşılandığı görülmektedir.
Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece
mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte
incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif
yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
47. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
48. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20.
maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a
geçici madde eklenmiştir.
49. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
50. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında;
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel,
§ 26).
51. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk
bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve
yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru
yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§
35, 36).
52. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu
karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 29/9/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuruculardan H.Ç.’nin doğum yapmak üzere
yatırıldığı Devlet Hastanesinde görevli ebe nezaretinde doğum sırasında
başvurucu çocuk Y.S.Ç.’nin “omuz takılması” nedeniyle doğumun gerçekleşmemesi
üzerine nöbetçi hekim H.E. nin müdahalesiyle doğumun gerçekleştiği, ancak doğum
sonrasında bebekte gelişen komplikasyon sonunda sol kolunun sakatlandığı,
açılan ceza ve tam yargı davalarında aldırılan Adli Tıp ve Yüksek Sağlık Şûrası
raporlarında doğumu gerçekleştiren sağlık görevlilerinin bir kusurunun
bulunmadığı, meydana gelen sonucun gelişen tıbbi komplikasyona bağlı olduğunun
belirtildiği, açılan tam yargı davasının da derece mahkemelerince bu gerekçe
ile reddedildiği, ceza davasının da beraatle sonuçlandığı anlaşılmaktadır. Adli
Tıp ve Yüksek Sağlık Şûrası raporlarında, doğum öncesi ve doğum sonrası tıbbi
işlemlerin isabeti ile ilgili bir değerlendirme yapılmamış, doğuma müdahale
eden hekimin bebeğin sol kolunun kendisince bilerek kırıldığı, aksi halde çok
daha vahim sonuçlar doğabileceği yönündeki ifadesi dikkate alınmamış,
böylelikle anılan raporlar olayı tam anlamıyla aydınlatmaktan uzak düşmüştür.
Nitekim, karar düzeltme isteminin reddine karar veren Danıştay kararına muhalif
kalan üye de bu hususa işaret ederek, olayın tüm yönlerini ortaya koymak üzere
yeni bir tıbbi mütalâa alınması için Adli Tıp Genel Kurulu’na istemde
bulunulması gerektiğini ifade etmiştir. Dolayısiyle, mevcut kifâyetsiz
raporların esas alınarak sonuca gidilmesi ve tam yargı davasının reddedilmesi
hukuka uyarlı değildir.
2. Öğretide ve idari yargı içtihatlarında, hizmet kusuru
teorisini tamamlayan “görev kusuru” nun varlığı halinde; idare ajanının
görevinden kaynaklanan kusurunun zayıf bir bağla olsa dahi idareye atfının
mümkün olması durumunda idarenin bu görev kusuru nedeniyle sorumlu tutulabileceği
ifade edilmektedir. İdarenin “yükselen standardı” da dikkate alındığında,
doğumu gerçekleştiren idare ajanlarının (hekim ve ebelerin) görevleri nedeniyle
doğan sorumluluğun “görev kusuru” ilkesi uyarınca idareye atfı mümkün olup,
derece mahkemelerince bu lazımeye de riayet edilmediği ve bir çocuğun yaşam
boyu sakat kalması gibi gerçekleşen ağır bir külfetin (zararın) başvurucular
üzerinde bırakıldığı görülmektedir. Bu hususun ise Anayasanın 125/Son maddesi
karşısında kabulüne imkân bulunmamaktadır.
3. Açıklanan nedenlere; başvurucuların Anayasanın 17.
maddesinde güvence altına alınan kişinin maddî ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkının usul ve maddi boyutları itibariyle ihlâl edilmiş olduğu
kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.