TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET EMİN KARAMEHMET VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2017/4902)
|
|
Karar Tarihi: 28/1/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mehmet Emin KARAMEHMET
|
|
|
2. Orhan EMİRDAĞ
|
|
|
3. Osman BERKMEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet MUTLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kanunun suç saymadığı fiillerden dolayı mahkûmiyet
kararı verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin; usule
ilişkin imkânlar bakımından zayıf duruma düşürülme nedeniyle de çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/1/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucular Hakkında Dava Açılması Süreci
8. Olayların geçtiği tarihte başvurucu Mehmet Emin Karamehmet,
Pamukbank (Banka) Yönetim Kurulu Başkanı; Osman Berkmen Yönetim Kurulu Üyesi ve
Orhan Emirdağ ise Genel Müdür olarak görev yapmaktadır. Başvurucular aynı
zamanda Banka kredi tahsis komitesinde görevlidir.
9. Anılan tarihlerde Banka Yönetim Kurulu Başkanı olan
başvurucu, aynı zamanda Çukurova Grubu şirketlerinin de sahibidir.
10. Banka tarafından 1980’li yıllardan itibaren Çukurova Grubu
şirketlerine, C.Ç. ve D.B. gruplarına dâhil birçok şirkete çeşitli miktarlarda
TL ve döviz cinsinden krediler kullandırılmıştır.
11. Bu kredilerin vadesinde ödenmediği ve Bankanın malî
durumunun kötüleştiğinin tespiti üzerine Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Banka
ve Kambiyo Genel Müdürlüğünce ilki 16/8/1991 tarihinde olmak üzere çeşitli
tarihlerde yazı ile Çukurova Grubuna hiçbir surette kredi kullandırılmaması
yönünde Pamukbank Yönetim Kurulu Başkanlığına talimatlar verilmiştir.
12. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK); istenen
tedbirleri almadığı ve yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam
değerini aştığı, kaynakların Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye
düşürecek biçimde, yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek
başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının lehlerine kullandırıldığı
gerekçeleriyle 18/6/2002 tarihinde Bankaya elkonulmasına karar vermiştir.
13. Banka daha sonra Türkiye Mevduat ve Sigorta Fonuna (TMSF)
devredilmiştir. Bankanın TMSF’ye devredilmesinden sonra başvurucular
görevlerinden alınmıştır.
14. Bankalar Yeminli Murakıplarının 8/11/2002 tarihli raporunda
özetle; Banka kaynaklarının Bankanın emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye
düşürecek biçimde, C.Ç. ve D.B. gruplarına dâhil muhtelif firmalara tahsis
edildiği, karşılığında söz konusu grupların ilgili dönemde sahibi bulunduğu E.
Bank A.Ş.den Çukurova Grubuna dâhil şirketlere aynı tutar ve koşullarda kredi
kullandırıldığı, dolayısıyla karşılıklı (back
to back) kredi yöntemiyle Bankanın zarara uğratılmasına sebebiyet
verildiği belirtilmiştir.
15. Bu arada E. Bank da TMSF'ye devredilmiştir.
16. Anılan olaylarla ilgili olarak BDDK tarafından 10/1/2003
tarihinde Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Anılan
ihbar üzerine Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sırasında
ceza hukuku anlamında bir zararın bulunmadığı gerekçesiyle kamu adına
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
17. Anılan karara yapılan itiraz, Beyoğlu 2. Ağır Ceza
Mahkemesince 3/10/2003 tarihinde reddedilmiştir.
18. İtirazın reddine ilişkin bu karar, Bakanlıkça kanun yararına
bozma kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 20/1/2004
tarihli kararıyla “Pamukbank T.A.Ş. ve
[E.]bank A.Ş. sahiplerinin bankalardan kendi
şirketlerine aktardıkları kredi miktarının bankalar yasasında belirlenen
limitleri aşması ve Hazine Müsteşarlığınca uyarılmaları üzerine, karşılıklı
kredi verme yöntemiyle başlangıç ve vade tarihleri ile miktarları aynı olan
kredileri karşılıklı olarak varlığı ve bilançoları, mal varlıkları, alınan
krediyi ödeyip ödemeyecekleri araştırılmadan birbirlerinin şirketlerine
verdikleri ... gözetilerek ... iştirak halinde kredi görünümünde banka
parasının zimmete geçirildiğine ilişkin dosyada mevcut delillerin tayin ve
takdirinin mahkemeye ait bulunduğu, sonradan kredinin geri ödenmesinin oluşan
suçu ortadan kaldırmayacağı[nın]
gözetilmemesi” nedeniyle bozulmuştur.
B. Başvurucular Hakkında Açılan Davalar
19. Yargıtay 11. Ceza Dairesinin bozma kararı üzerine İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2004 tarihli iddianamesiyle aralarında
başvurucuların da bulunduğu şüpheliler hakkında banka zimmeti suçundan
cezalandırılmaları istemiyle İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu
davası açılmış ve Mahkemenin E.2004/140 sayılı ana dosyasında yargılamaya
başlanmıştır.
20. Bunun ardından;
- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/12/2003 tarihli
iddianamesi ile başvurucular hakkında banka zimmeti suçundan cezalandırılmaları
talebiyle İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinde,
- Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 8/4/2004 tarihli iddianamesi
ile başvurucular hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan
cezalandırılmaları talebiyle Şişli 6. Asliye Ceza Mahkemesinde,
- Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 15/6/2004 tarihli iddianamesi
ile başvurucular hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan
cezalandırılmaları talebiyle Şişli 6. Asliye Ceza Mahkemesinde,
-Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 16/6/2004 tarihli iddianamesi
başvurucular hakkında güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılmaları
talebiyle Şişli 9. Asliye Ceza Mahkemesinde
açılan davalar da Mahkemede (E.2004/140) görülen ana davayla
birleştirilmiştir.
21. Başvurucular yargılamada özetle kredi kullandırılan
firmaların kredi yeterliliklerinin bulunduğunu, kredilerin o dönemde şahsi
imzaları gerçek anlamda bir teminat değeri taşıyan kişilerin kefaletiyle, geri
alınmak amaç ve niyetiyle verilmiş olduğunu, mevzuatta karşılıklı krediyi suç kabul
eden ve cezalandıran herhangi bir hüküm bulunmadığını, kredilerin daha sonra
ödenmesi nedeniyle beraatlerine karar verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
22. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 10/2/2010 tarihli
karar ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2004 ve 24/12/2003 tarihli
iddianamelerine konu eylemlerle ilgili olarak açılan kamu davalarının dava
zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ve Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının
8/4/2004, 15/6/2004 ve 16/6/2004 tarihli iddianamelerine konu eylemlerle ilgili
olarak başvurucuların zimmet suçundan hapis ve adli para cezaları ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
23. Hükümlerin temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen
Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 15/6/2011 tarihli kararıyla 11/5/2004 ve 24/12/2003
tarihli iddianamelerle açılan davalarla ilgili hükümlerin onanmasına, diğer
hükümlerin ise başvuruculara atılı suçun hizmet nedeniyle emniyeti suistimal
suçunu oluşturabileceği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek zimmet
suçundan mahkûmiyet hükmü tesis edildiği gerekçesiyle bozulmasına karar
verilmiştir.
24. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 7. Ceza
Dairesinin bu kararına itiraz etmiştir. İtiraznamede;
- Başvurucu Mehmet Emin Karamehmet hakkında 11/5/2004 tarihli
iddianame ile açılan kamu davasında yerel mahkemece hizmet nedeniyle emniyeti
suistimal suçunu oluşturduğu gerekçesiyle zamanaşımından düşme kararı verilen
eylemlerin banka zimmeti suçunu,
- Başvurucular hakkındaki 24/12/2003 tarihli iddianamenin
konusunu oluşturan ve Mahkemece zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen
eylemlerin banka zimmeti suçunu,
- Başvurucular hakkındaki 8/4/2004, 15/6/2004 ve 16/6/2004
tarihli iddianamelerle açılan kamu davalarındaki eylemlerin nitelikli zimmet
suçunu
oluşturduğu iddia edilmiş ve bu hükümlere yönelik Daire
kararının kaldırılması talep edilmiştir.
25. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11/1/2011 tarihli kararında;
- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/5/2004 tarihli
iddianamesine konu eylemlerle ilgili olarak yerel mahkemece hizmet nedeniyle
güveni kötüye kullanma suçundan kamu davasının zamanaşımı dolayısıyla ortadan
kaldırılmasıyla ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmeleri yapmış ve onama
kararının başvurucu Mehmet Emin Karamehmet yönünden kaldırılmasına karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Uyuşmazlık, Çukurova Grubunun sahibi
olduğu Pamukbank tarafından [B.] Grubu firmalarına
17.08.1998-10.09.1998 tarihleri arasında kullandırılan krediler ile [B.]
Grubunun o dönemde sahibi olduğu [E.]bank
tarafından Çukurova Grubu firmalarına kullandırılan kredilerin; tarih, tutar,
vade ve faiz oranı açısından bire bir örtüştüğü, dolayısıyla back to back
(karşılıklı) kredi yöntemiyle Pamukbank ve[E.]bankın zarara uğratıldığı iddiası ile ilgili olup
konuya ilişkin bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda:
...
Kural olarak bankacılık mevzuatına uygun
olarak verilen bir kredinin geri dönmemesi suç oluşturmamaktadır. Bununla
birlikte, bankacılık sektöründe kredilerle ilgili olarak karşılaşılan yasal
engellerin aşılması amacıyla kimi zaman çeşitli yöntemlere başvurulabilmektedir.
Bu yöntemlerden birisi de, iki ayrı banka tarafından cins, tutar, vade, faiz
oranı, kullanım tarihleri ve teminat şartları yönünden aynı olmak üzere,
bankaların sahibi olan firma ve iştiraklerinin karşılıklı olarak
kredilendirilmesi şeklinde tanımlanan ve öğretide 'sırt sırta kredi' ya da
'karşılıklı kredi' de denilen 'back to back' kredilerdir.
...
Sözcük anlamı, 'uzatma' olan temdit, hukuki
anlamda, tarafların aralarında yaptıkları bir sözleşme ile asıl sözleşmede
kararlaştırılan borcun ödeme zamanını uzatmaları biçiminde, bankacılık hukuku
açısından da kullandırılan kredilerin, ödeme zamanını uzatan yeni bir irade
birliği şeklinde tanımlanabilir.
Kredi verme işlemlerinde suç tarihinin
saptanması önem taşımaktadır. Geri ödenmeyeceği bilinerek kredi kullandırma
şeklinde işlenen zimmet suçunda, suçun kredinin açıldığı tarihte, buna karşın
açıldığı tarihte hukuka uygun olarak verilen bir kredinin sonradan hukuka
aykırı bir temdit ile ödenmeyecek hale getirilmesi durumunda ise, koşullarının
oluşması halinde zimmet suçu temdit tarihinde oluşacaktır.
Kredi açma eylemi ilk şekliyle zimmet suçunun
unsurlarını taşıyorsa, vadenin dolması ile teminatlara yönelinmeyip kredilerin
tahsili cihetine gidilmemiş ve aynı kredinin geri dönmeyeceği bilinerek kaynak
aktarımı kasdı ile vadesi uzatılmışsa kuşkusuz bu durumda da başlangıçta suç
teşkil eden eylemin devamı ve bir anlamda yenilenmesi niteliğindeki son eylem
yani temdit tarihi suç tarihi sayılacaktır.
Temdit işlemi ile kredinin hukuka aykırı hale
getirilmesinde göz önüne alınacak ölçü, kredinin niçin temdit edildiği
hususudur. Kredi alan firmaların mali yapısının bozulduğu, banka çıkarlarını
düşünen ve düşünmesi gereken yetkililer tarafından tespit edildiğinde yapılması
gereken iş yasal yollardan kredilerin tahsili cihetine gidilmesidir. Yasal
hükümler ve bankacılık teamülleri gereğince, kredilerin tahsil edilmesi için
uğraşılmamış ve teminatlara da başvurulmayarak temdit yöntemi izlenmişse zimmet
kastıyla hareket edilmiş demektir. Buna göre, mali yapısı bozulan firma
kredileri ödeyemeyecek durumda olmasına karşın temdit işlemi yapılmışsa zimmet
suçu oluşacaktır.
O halde bankacılık mevzuatı ve teamüllerine
göre kredinin ilk açıldığı andaki koşullar göz önüne alınarak değerlendirme
yapmak ve buna göre de nakit çıkış tarihini esas alarak eylemi nitelendirmek ve
kredilerde vade uzatımının suç oluşturmayacağını söylemek her zaman doğru
olmayacaktır. Eğer kredilerin vadesi uzatılmışsa, bu işlemin de zimmet suçunun
unsurlarını oluşturup oluşturmayacağı ayrıca incelenmelidir. Kredinin temdit
edilmesi başlangıçta hukuka uygun olarak açılan bir krediyi hukuka aykırı hale
getirebilir ya da başlangıçta da hukuka aykırı olan kredi kullandırma eyleminin
devamı ve yenilenmesi niteliğinde olabilir. Bunun belirlenmesi için kredinin
niçin temdit edildiğinin, kredi kullanan firmanın kredinin açılma tarihiyle
temdit tarihi arasındaki mali yapısının ve kredibilitesinin, kredi kullandıran
bankanın kredinin açıldığı ve temdit edildiği tarihlerde içinde bulunduğu mali
durum gibi hususlar ve bunlara göre faillerin hangi kasıtla hareket
ettiklerinin saptanması gerekmektedir. Bankanın, ekonomik durumunun kötüye
gitmesine ve bu konuda yetkili makamlar tarafından yapılan tespitler sonucunda
uyarılmasına rağmen, verilen kredilerin tahsil edilmesi yerine temdit etme
yöntemi tercih edilmişse ya da kredi kullanan firmaların mali yapısının bozuk
olması nedeniyle kredinin ödenmeyeceğinin anlaşılmasına karşın verilen
kredilere ait teminatlar kullanılarak kredinin tasfiyesi yerine vadesi
uzatılmışsa zimmet kastı ile hareket edildiği ortadadır.
...
Mali durumları bozuk olan iki bankanın Hazine
Müsteşarlığının uyarı yazılarından dolayı kendi grup firmalarına kredi
kullandıramamaları nedeniyle karşılıklı olarak birbirlerinin grup firmalarına
kredi kullandırmaları, bu kredilerin ilk vadelerinde ödenmemesi üzerine 2 ay 18
gün sonra TMSF’ye devredilecek olan banka [E.]bank tarafından kullandırılan
kredilerin vadelerinin uzatılmasının söz konusu olduğu olayda, kredilerin
temdit edildiği 09.08.2000 tarihinin suç tarihi olduğu kabul edilmelidir.
... Back to back (karşılıklı) kredilerin
zimmet suçunu oluşturabilmesi için kredi kullandırmanın amacının banka
kaynaklarının kredi görünümü altında başkalarına aktarılması gerekmektedir.
Kredi veren bankanın içinde bulunduğu mali durum, krediyi alan firmaların
kredibiliteleri ve yeterli teminat alınıp alınmadığı saptanarak kredi vermedeki
amaca ulaşılabilir. İnceleme konusu olayda Hazine Müsteşarlığı talimatlarına
rağmen hakkında kredibilite çalışması yapılmayan firmalara kredi verilmesi,
krediler vadelerinde ödenmediği halde tahsili cihetine gidilmeden vadelerinin
uzatılması, kredi görünümü altında banka parasının başkalarına aktarılması
sonucunu doğurduğundan, somut olayda eylemlerin zimmet suçunu oluşturduğu kabul
edilmelidir.
...
İnceleme konusu olayda, [E.]bank ve Pamukbank yönetim kurulu tarafından hakim
hissedarların sahibi olduğu grup firmalarına aynı dönemde back to back yöntemle
kredikullandırma suretiyle gerçekleştirilen eylemler bankaların TMSF’ye
devredilmesinden sonra basit bir denetimle ortaya çıkarıldığından hileli
davranış niteliğinden yoksun olup eylemin basit zimmet suçunu oluşturduğu kabul
edilmelidir.
Bu nedenlerle, [başvurucu] Mehmet Emin Karamehmet ...hakkında (1) nolu
uyuşmazlık konusunu oluşturan[E.]bank
tarafından Çukurova Grubu firmaları olan ...kredi kullandırma eylemlerinin
hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gerekçesiyle 765
sayılı TCY’nın 102/4 ve 104/2. maddeleri uyarınca kamu davasının zamanaşımı nedeniyle
ortadan kaldırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmün onanmasına
ilişkin Özel Daire kararında isabet bulunmamaktadır.
- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/12/2003 tarihli
iddianamesinin konusunu oluşturan ve Mahkemece talimatlara aykırılık suçunu
oluşturduğu gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilen,
başvurucuların gayrinakdi kredi kullandırma
eylemlerinin banka zimmeti suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin olarak
aşağıdaki değerlendirmeleri yapmış ve onama kararını başvurucular yönünden
kaldırmıştır:
"Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının
24.12.2003 gün ve 449 sayılı iddianamesine konu beş firmaya nakdi ve gayrı
nakdi kredi kullandırma ile avans verme suretiyle Pamukbank’ın zarara
uğratıldığı iddiası ile ilgili olup, yerel mahkemece eylemlerin talimatlara
aykırılık suçunu oluşturduğu kabul edilerek 765 sayılı TCY’nın 102/4 ve 104/2
maddeleri uyarınca kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına
karar verilmiş[tir.]
...
Uyuşmazlık konusu kredilerle ilgili olarak,
Hazine Müsteşarlığının Çukurova Grubuna doğrudan veya dolaylı olarak hiçbir
şekilde kredi kullandırılmaması yönündeki birden fazla uyarısına rağmen,
Pamukbank yönetim kurulu üyesi aynı zamanda banka kredi tahsis komitesinde
görevli olan sanıkların, kredibiliteleri bulunmayan beş firma ile ilgili ön
istihbarat çalışması yapılmadan, mali durum analiz raporu düzenlenmeden, adı
geçen firmalara kredi kullandırma, avans verme ve gayrı nakdi kredi temin etme
şeklinde gerçekleştirdikleri eylemlerin hem 4389 sayılı Yasanın 22. maddesinin
2. fıkrasından düzenlenen talimatlara aykırılık suçunu hem de aynı maddenin 3.
fıkrasında düzenlenen banka zimmeti suçunu oluşturduğu, 765 sayılı TCY’nın 79
ve 5237 sayılı TCY’nın 44. maddesi uyarınca en ağır cezayı gerektiren banka
zimmeti suçundan dolayı cezalandırılmaları gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
...
... yapılan açıklamalar uyarınca, sanıkların
eylemlerinin basit bir iç denetimle ortaya çıkarılması nedeniyle hileli
davranış niteliğinden yoksun bulunduğu anlaşıldığından suçun basit zimmet
olarak kabulü gerekir.
Bu nedenle ... kamu davasının zamanaşımı
nedeniyle ortadan kaldırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü
onayan Özel Daire kararında isabet bulunmamaktadır."
- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/4/2004, 15/6/2004 ve
16/6/2004 tarihli iddianamelerle açılan kamu davalarındaki eylemlerinin banka
zimmeti suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin olarak aşağıdaki
değerlendirmeleri yapmıştır:
"Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının
08.04.2004 gün ve 2778 sayılı, 15.06.2004 gün ve 4725 sayılı ve 16.06.2004 gün
ve 4774 sayılı iddianamelerine konu toplam 13 firmaya kredi kullandırma
eylemlerinin banka zimmeti suçunu oluşturduğu yerel mahkemece kabul edilmiş,
zincirleme suretiyle banka zimmeti suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri Özel
Dairece güveni kötüye kullanma suçunu oluşturabileceğinden bahisle oyçokluğu
ile bozulmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise eylemlerin nitelikli zimmet
suçunu oluşturacağı görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.
...
Bu uyuşmazlıkla ilgili aşağıda yapılacak
açıklamaların (a) bölümünde bahsedilen krediler Çukurova Grubu firmalarına 4389
sayılı Yasa yürürlüğe girdikten sonra 2000 ve 2001 yıllarında kullandırılmış,
(b) bölümünde bahsedilen krediler Çukurova Grubu firmalarına ve (c) bölümünde
bahsedilen krediler ise grup dışı firmalara 4389 sayılı Yasa yürürlüğe girmeden
önce kullandırıldıktan sonra Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra temdit
edilmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamaların “a” ve “b”
bölümlerinde adı geçen grup firmalarına.../ [k]ullandırılan kredilerde yeterli
teminat alınması nedeniyle zimmet suçunun oluşmayacağı düşünülebilirse de; suç
konusu kredilerle ilgili teminatların kredi borçlusu olan diğer grup
firmalarının kefaletleri olduğu, vadelerin dolmasından sonra bu teminatlara
başvurulmadığı, kredi kullanan ve kredi sözleşmelerinde kefaleti bulunan
şirketlerin banka hakim ortağı olan sanık Mehmet Emin Karamehmet’e ait firmalar
olduğu, böylece kredi veren, kredi kullanan ve temin edenlerin aynı kişilere
ait firma ve kurumlar olduğu anlaşıldığından, ödenmeyeceği bilinerek
kullandırılmış ve vadeleri uzatılmış krediler için alınan teminatların geçerli
olmadığı, kağıt üzerinde formalite olarak kaldığı anlaşılmaktadır. Bu
itibarla,...[anılan] kredi kullandırma eylemlerinin zimmet suçunu oluşturduğu
kabul edilmelidir.
Sanıkların eylemlerinin zimmet suçunu
oluşturduğunun kabulünün ardından, zimmet suçunun basit mi yoksa nitelikli
halinin mi gerçekleştiğine yönelik olarak yapılan değerlendirmede;
Pamukbank yönetim kurulu ve aynı zamanda kredi
tahsis kurulu başkan ve üyeleri olan sanıkların bankacılık usul ve teamüllerine
aykırı olarak, baştan itibaren geri dönmeyeceğini bile bile grup firmalarına
kredi kullandırma suretiyle banka kaynaklarının aktarılmasına neden oldukları
olayda, bankanın aldatılmasından, dolayısıyla yapılan işlem ve eylemlerin
hileli davranışlar niteliğinde olduğundan söz edilmeyeceği gibi, zimmet ve
miktarının Hazine Müsteşarlığı müfettişlerinin olağan denetimi ile,
bilirkişilerin banka içi kayıtlar üzerinde yaptıkları inceleme ve araştırma
sonucunda, kesin bir biçimde ortaya çıkarılmış olması karşısında, suçun basit
zimmet olarak kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
...
Grup dışı firmalara 4389 sayılı Bankalar
Yasasının yürürlüğe girmesinden önce kullandırılıp Yasanın yürürlüğe
girmesinden sonra temdit edilen kredilere gelince;
...
... (c) bölümünde adı geçen ...Film ve
Yapımcılık San. Tic. A.Ş ve ... Holding A.Ş’ye kredi kullandırma eylemlerinden
önce, firmaların kredibilitelerinin bulunup bulunmadığının tespitine yönelik
olarak ön istihbarat çalışmasının yapılmadığı, mali durum analiz raporları
düzenlenmediği, kredilerin vadelerinde ödenmediği halde yasal takibata
geçilmediği ve teminatlara yönelinmediği, haklarında çeşitli alacak davaları ve
icra takipleri olan ve bu suretle kredibiliteleri bulunmayan firmalara
kullandırılan kredilerin geri dönmeyeceği bilinerek temdit edildiği
anlaşıldığından, eylemlerin zimmet suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
...
Uyuşmazlığa konu eylemlerin de bankanın
TMSF’ye devredilmesinden sonra basit bir iç denetimle ortaya çıkarılması
nedeniyle hileli davranış niteliğinden yoksun bulunduğu anlaşılmakla suçun
basit zimmet olarak kabulü gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Diğer taraftan, (3) nolu uyuşmazlıktaki
eylemler nedeniyle suçun basit zimmet olarak nitelendirilmesinden sonra, sanık
Mehmet Emin Karamehmet yönünden 5411 sayılı Yasanın 160/3. maddesinin
uygulanmasının isabetli olup olmadığı konusunun da ayrıca ele alınması
gerekmektedir.
...
Suç ve cezaların yasallığı ilkesi uyarınca
5020 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önceki kredi işlemlerinin 4389 sayılı
Bankalar Yasasının 22/4. maddesi ve 5411 sayılı Bankacılık Yasasının 160/3.
maddesinde düzenlenen ve her iki Yasaya göre de basit zimmet suçundan daha ağır
yaptırımlar öngören varsayımsal zimmet suçunu oluşturmayacağı açıktır.
Bu itibarla, Ceza Genel Kurulunda yapılan
değerlendirmeler sonucunda eylemlerin basit zimmet suçunu oluşturduğu kabul
edildikten sonra, sanık Mehmet Emin Karamehmet hakkında eylem tarihlerinden
sonra hukukumuza giren ve suç olarak düzenlenen varsayımsal zimmete ilişkin
4389 sayılı Bankalar Yasasının 22. maddesinin 4. fıkrasının ya da 5411 sayılı
Bankacılık Yasasının 160. maddesinin 3. fıkrasının uygulanma koşullarının
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan, birden fazla kredilendirme
eylemlerinin her birinin ayrı zimmet suçunu mu oluşturduğu yoksa zincirleme suç
olarak mı kabulünün gerekeceği konusunun da çözümlenmesi gerekmektedir:
...
Bu açıklamalar gözönüne alınarak somut olay
değerlendirildiğinde;
Banka mevduatının doğrudan ya da usulsüz kredi
verilmek suretiyle zimmete geçirilmesi şeklinde gerçekleştirilen tüm suçların
bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlendiği anlaşılmaktadır.
... back to back kredilendirme yöntemiyle
gerçekleştirilen eylemlerin mağdurunun [E]bank olduğu ve bu eylemin ayrı suç oluşturması
gerektiği düşünülebilirse de; back to back kredilendirme yöntemiyle
gerçekleştirilen kredi ilişkisinde eylemlerin karşılığını oluşturacak şekilde
aynı miktarda Pamukbank tarafından da [B. ve Ç.] grubuna kredi kullandırıldığı ve bu kredilerin
temdit edilmediği için itiraz kapsamına dahil edilmediği anlaşıldığından, sanık
Mehmet Emin Karamehmet hakkında (1) nolu uyuşmazlık konusunu oluşturan eylemler
de dahil olmak üzere sanıkların tüm eylemlerinin zincirleme biçimde basit
zimmet suçunuoluşturduğu kabul edilmelidir.
26. Bozma sonrası 21/11/2012 tarihli celsede başvurucuların
bilirkişi incelemesi talebi aşağıdaki gerekçeyle reddedilmiştir:
"[Başvurucu] müdafilerinin,gerek temdit konusu işlemlerle ilgili,
gerekse talimatlara aykırılık teşkil eden eylemlerin zimmet oluştup
oluşturmadığı yönünden, bilirkişi heyet raporu alınması yönündeki taleplerin,
dosyada mevcut bilirkişi raporlarında, gerek temdit gereksetalimatlara
aykırılık teşkil eden kredilendirme, avans gibi işlemler yönünden tespit ve
değerlendirmelerin mevcut olduğu, mahkememizcebilirkişi raporlarındaki
madditespitlerin, değerlendirilmesinin yapılacağı gözönünde bulundurularak,
sanık müdafilerinindosyanın yeniden bilirkişi heyetine tevdii yönündeki
taleplerinin [reddedilmiştir.]"
27. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda
başvurucular 10/5/2013 tarihli karar ile zincirleme biçimde basit zimmet
suçundan hapis cezalarına mahkûm edilmiştir.
28. Anılan hükümlerin başvurucular tarafından temyiz edilmesi
üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesince 23/1/2015 tarihli kararla firmalara
gayrinakdi kredi sağlanması fiilleri ile ilgili olarak bu firmaların
kredibilitelerinin bulunup bulunmadığının tespitine yönelik ön istihbarat
çalışması yapılmadığı ve malî durum analiz raporları düzenlenmediği
gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
29. Anılan karara Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan
itiraz Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 2/6/2015 tarihli kararla reddedilmiştir.
Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Geri dönmeyeceği bilinerek kaynak
aktarımı kasdı ile hareket edip etmediklerinin, dolayısıyla banka zimmeti
suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenebilmesi açısından sözkonusu
araştırmanın yapılmasında zorunluk bulunmaktadır.
Sözü edilen firmalara kullandırılan kredi
tutarları, sanıklar hakkında temel cezanın belirlenmesi ve zincirleme suç
hükümlerinin uygulanmasına da etki edeceğinden, bu kredilerin zimmet suçunun
konusu olup olmadığının tespitine yönelik olarak araştırmanın tamamlanması ve
sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik
araştırma ile hüküm kurulması kanuna aykırıdır."
30. Mahkemece yeniden yapılan yargılamada başvurucular hakkında
10/5/2013 tarihli hükümde zimmet miktarına esas alınan, bazı şirket ve
holdinglere 24/5/2000 tarihinde yapılan avans ödemelerine ilişkin eylemlerin
zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle bu işlemler zimmet miktarına dâhil
edilmeyerek 7/12/2015 tarihinde 8/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar
Kanunu’nun 22. maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesi uyarınca
hapis cezalarına hükmedilmiştir.
31. Yargılama kapsamında birçok bilirkişiden rapor alınmıştır.
Başvurucuların Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında da belirtilen kredibiliteye
yönelik malî durum analiz raporlarının düzenlenmesi hususuyla ilgili bilirkişi
incelemesi yapılması talebi Mahkemece aşağıdaki gerekçeyle kabul edilmemiştir:
"Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun
2015-7/379 esas 2015/177 karar nolu 02.06.2015 tarihli kararında, firmalara
kredi kullandırma öncesinde kredibiliteye yönelik araştırma yapılmadığı, geri
dönmeyeceği bilinerek kaynak aktarımı kastı ile hareket edip etmediklerinin,
dolayısı ile banka zimmeti suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının
belirlenebilmesi açısından, kredibiliteye yönelik mali durum analiz
raporlarının düzenlenip düzenlenmediği konusunda araştırma yapılmadığından,
eksik inceleme olduğu kabul edilmiştir. Oysa Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı
Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğünün 16.08.1991, 23.01.1998, 11.04.2000 tarihli
uyarı yazıları, bankanın 30.06.1999 tarihli mali tabloları ile bankalar yeminli
başmurakıplarının inceleme sonucu düzenledikleri 28.02.2000 gün ve R-2 R-2
sayılı mali bünye raporlarına göre, firmaların kredibilitelerinin olmayıp mali
verilerinin olumsuz olduğu tereddüt hasıl olmayacak şekilde açıktır. Bu sebeple
bu hususların yeniden araştırılması ve zimmet suçunun oluşup oluşmayacağının
tespiti ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine dair
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2015-7/379 esas 2015/177 karar nolu 02.06.2015
tarihli kararına uyulma[mıştır.]"
32. Kararın gerekçesinde, başvurucuların yönetim ve
denetimlerinde bulunan Bankaya ait parayı Çukurova Grubu şirketlerine kredi
veriyormuş gibi gösterip usulsüz işlemlerle ve karşılıklı kredi verip alarak
Bankanın hâkim hissedarı olan Çukurova Grubu şirketlerine ve lehlerine menfaat
temin ettikleri belirtilmiştir.
33. Mahkemenin 7/12/2015 tarihli bu hükmü de başvurucular
tarafından temyiz edilmiştir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı,
Mahkemece ilk hükümde yer almayan yeni ve değişik gerekçe ile karar
verildiğinden hükmün Özel Daire tarafından incelenmesi gerektiği düşüncesini
içeren ve onama istekli tebliğname düzenlemiştir. Dosyanın gönderildiği
Yargıtay 7. Ceza Dairesince 5/5/2016 tarihinde aşağıdaki şekilde karar
verilmiştir.
"Dairemizin 23.01.2015 tarihli 5 ve 6
nolu bozma kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı itirazının reddine ilişkin 02.06.2015 tarihli kararı üzerine,
yerel mahkemece verilen 07.12.2015 günlü hüküm Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun
ve Dairemizin kararına direnme niteliğinde olup, konuyu inceleme görevinin
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu'na ait bulun[maktadır.]"
34. Talep Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve Mahkemenin
son uygulamasının direnme kararı olmayıp yeni hüküm niteliğinde bulunduğu
gerekçesiyle dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay 7. Ceza Dairesine
gönderilmesine karar verilmiştir. Dosya kendisine gelen Yargıtay 7. Ceza
Dairesi de 30/11/2016 tarihli kararıyla hükmün onanmasına karar vermiştir.
35. Başvurucular nihai karardan 22/12/2016 tarihinde haberdar
olmuş ve 19/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
C. Bireysel Başvuru Sonrası Yaşanan Gelişmeler
36. Başvurucular onama kararından sonra Yargıtay 7. Ceza
Dairesinin 30/11/2016 tarihli kararına yönelik olarak itiraz kanun yoluna
gidilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından talepte bulunmuşlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, itirazı gerektirir maddi ve hukuki bir sebep
bulunmadığı gerekçesiyle itiraz yoluna gitmemiştir.
37. Başvurucular 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu'na eklenen geçici 32. maddeyle mezkûr eylemin suç olmaktan çıkarıldığını
belirterek Mahkemeden uyarlama talebinde bulunmuşlardır.
38. Uyarlama talebi, anılan düzenlemenin ulusal ve uluslararası
konjonktür kaynaklı makroekonomik gelişmeler dolayısıyla ülkemizde yaşanan
ekonomik darboğaz nedeniyle reel sektörde borçlu şirket/firmaların finansal sorunlarının
çözümlenmesi amacıyla şartları taşıyan ve yükümlülükleri yerine getiren borçlu
şirket/firmalar ile finans kurumlarının yapacağı finansal yeniden yapılandırma
sözleşmelerinde uygulanabilme imkânının bulunduğu ve geçmişte yapılan iş ve
işlemlere ilişkin olarak uygulanma imkânının olmadığı belirtilerek
reddedilmiştir.
39. Başvurucular birçok kez yargılamanın yenilenmesi talebinde
bulunmuş, ancak bu talepleri her defasında reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
40. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
202. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan
veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine
geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı yıldan
oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen zararın bir misli kadar ağır para
cezası verilir.
Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini
aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette
bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır
hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası verilir."
41. 765 sayılı mülga Kanun'un 510. maddesi şöyledir:
"Geçen iki maddede yazılı cürümler meslek
ve sanat veya ticaret veya hizmet sebebiyle veya emanetçi sıfatiyle veyahut
idare etmek için kendisine tevdi olunan veya teminat olarak teslim edilen
şeyler üzerinde yapılırsa faili hakkında bir seneden beş seneye kadar hapis
cezası tertip olunur ve şikâyetname itasına hacet kalmaksızın takibat
yapılır."
42. 4389 sayılı mülga Kanun’un 22. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Banka yönetim kurulu
başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi
olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya
ait para veya sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla
kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı
tazmine mahkum edilirler. ... Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla
ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş
ise üçte bir oranında indirilir."
43. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 7.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna
göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik
tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç
sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik
tedbiri uygulanamaz.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 28/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Suçların ve Cezaların
Kanuniliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
45. Başvurucular, mahkûmiyetlerine neden olan kredilerin 4389
sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 23/6/1999 tarihinden önceki dönemde
verildiğini ve paranın Bankadan çıkış tarihi yerine kredilerin temdit edildiği
tarihin esas alındığını, suçun işlendiği iddia edilen tarihte yürürlükte
olmayan bir kanuna göre cezalandırıldıklarını, kanunun öngörülebilir olmayacak
şekilde yorumlandığını belirterek suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
46. Anayasa’nın “Suç ve
cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
''Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu
işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez.''
47. Anayasa’nın anılan maddesinde yer alan suçların ve cezaların
kanuniliği ilkesi uyarınca hangi fiillerin yasaklandığının ve bu yasak fiillere
verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi,
kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin
yasak fiilleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır (AYM, E.2019/9,
K.2019/27, 11/4/2019, § 13). Bununla birlikte ne kadar açık ve anlaşılır
şekilde düzenlenirse düzenlensin suç ve ceza öngören kurallar için yargı
organlarının yorumuna ihtiyaç duyulabilir. Ancak yargı organlarınca yapılacak
yorumun kuralın özüyle çelişmemesi ve öngörülebilir olması gerekir.
48. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi, temel hak ve
özgürlüklerin somutlaştırıldığı uluslararası sözleşmelerde de yer almaktadır.
Bu ilke Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Kanunsuz ceza
olmaz” kenar başlıklı 7. maddesinin birinci paragrafında “Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası
hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz.
Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir
ceza verilemez.” şeklinde düzenlenmiştir (AYM, E.2019/9, K.2019/27,
11/4/2019, § 14).
49. Hukuki belirliliğin ve hukuk güvenliğinin gereği olarak
Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için
konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” hükmüyle aleyhe
kanunun geçmişe uygulanması yasaklanmıştır. Ceza normlarının zaman bakımından
uygulanmasını düzenleyici nitelikteki bu kural kanunilik ilkesinin bir alt
ilkesi olan aleyhe kanunun geçmişe uygulanması yasağı olarak ifade
edilmektedir. Bu yasak kişi özgürlüğü lehine kabul edilmiş bir güvence
niteliğindedir (AYM, E.2019/9, K.2019/27, 11/4/2019, § 16).
50. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, başvurucuların iddialarını
değerlendirmiş; açıldığı tarihte hukuka uygun olarak verilen bir kredinin
sonradan hukuka aykırı bir temdit ile ödenmeyecek hâle getirilmesi durumunda
-diğer koşulları da varsa- zimmet suçunun temdit tarihinde oluşacağına karar
vermiştir. Anılan karara göre kredi açma eylemi ilk şekliyle zimmet suçunun
unsurlarını taşıyorsa, vadenin dolması ile teminatlara yönelinmeyip kredilerin
tahsili cihetine gidilmemiş ve aynı kredinin geri dönmeyeceği bilinerek kaynak
aktarımı kasdı ile vadesi uzatılmışsa bu durumda da başlangıçta suç teşkil eden
eylemin devamı ve bir anlamda yenilenmesi niteliğindeki son eylem yani temdit
tarihi suç tarihi sayılacaktır. Mahkeme de bu tespitlere uygun şekilde karar
vermiştir. Yargıtayın (bkz. § 25) ve Mahkemenin suç tarihini belirlemeye
yönelik anılan uygulamalarıyla, kanun koyucunun yasak olarak belirlediği fiilin
kapsamının suçların ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı olacak şekilde
genişletilmediği; yapılan yorumun zimmet suçuna ilişkin kuralın (bkz. § 40)
özüyle çelişmediği ve öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır.
51. Diğer taraftan belirtilen tarihte 4389 sayılı Kanun'un 22.
maddesi yürürlükte bulunduğundan başvurucuların işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanunun suç saydığı bir fiilden dolayı cezalandırıldığı ve aleyhe
kanunun geçmişe uygulanması yasağına aykırı bir durumun söz konusu olmadığı
anlaşılmaktadır. Sonuç olarak söz konusu ilkeye yönelik bir ihlalin
bulunmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Çelişmeli Yargılama ve
Silahların Eşitliği İlkelerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
53. Başvurucular; atılı banka zimmeti suçunun unsurlarının
oluşup oluşmadığının belirlenebilmesi açısından kredi işlemlerinde yeterli
teminat alınıp alınmadığı, kredilerin ödenip ödenmediği ile fiilî ödeme ve
teminatlar dikkate alınarak varsa zimmetin miktarının bilirkişiler yoluyla
tespiti taleplerinin reddedildiğini, yargılamanın hakkaniyete uygun
yürütülmediğini, sadece BDDK ve TMSF tarafından hazırlanan raporlara
dayanılarak mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
54. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir.
Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve
savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve
savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını
da içermektedir (Mehmet Fidan, B.
No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).
55. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... ile adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı olduğu
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının
madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen çelişmeli yargılama ve silahların
eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir. Bu itibarla anılan ilkelerin adil yargılanma hakkının kapsam ve
içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkelere uygun olarak
yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması mümkün değildir.
56. Ceza davasında ulaşılmak istenen temel amaç, maddi gerçeğin
adil yargılanma hakkına uygun olarak ortaya çıkarılmasıdır. Çelişmeli yargılama
ilkesi, bu amacın gerçekleştirilmesinin en önemli unsurlarındandır. Anılan ilke
taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının
tanınmasını gerektirmektedir (Tahir
Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 25; Cezair Akgül, B. No: 2014/10634,
26/10/2016, §§ 27-31).
57. Çelişmeli yargılamanın bir amacı da dosyaya bir
görüşün/talebin girmesini sağlamakla sınırlı olmayıp onun mahkemece dikkate
alınarak bir sonuca ulaşmasını sağlamaktır. Çelişmeli yargılama ilkesi, sanığın
aleyhindeki delillerin çelişmeli bir usul ile mahkemeye sunulmasını ve sadece tanık
beyanlarının değil diğer delillerin de tartışılmasını gerektirir (Cezair Akgül, § 28).
58. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin
sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi ise davanın taraflarının
usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan
birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve
savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip
olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan,
B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi uyuşmazlığın her iki
tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını
(Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116,
23/1/2014, § 18), iddia makamı tarafından gösterilen ve edinilen maddi
bilgilerin açıklanmasını, ceza yargılamasında sanığın aleyhine bir hukuki
durumun yaratılmamasını da kapsamaktadır (Yankı
Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253, 9/1/2015, §§ 63, 64).
59. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir
davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar
vermek değildir (Sencer Başat ve diğerleri
[GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Mahkemenin görevi delillerin
sunulması da dâhil olmak üzere başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde
adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Diğer yandan bilirkişilerin duruşma
sırasında dinlenilmesine karar verme yetkisi de derece mahkemelerine aittir.
Derece mahkemesi, bir davada maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı
olmayacağını değerlendirdiği uzman bilirkişilerin duruşmada dinlenilmesi
taleplerini, gerekçelerini ortaya koymak koşuluyla usul ekonomisi ilkesini de
dikkate alarak reddedebilir; bilirkişi mütalaasına uymayan bir karar verebilir
(Yahya Murat Demirel ve Hüsnü Barbaros
Olcay, B. No: 2013/7996, 17/2/2016, § 54).
60. Somut olayda başvurucuların bilirkişi incelemesi talepleri;
dosyada mevcut bilirkişi raporlarında gerek temdit gerekse talimatlara
aykırılık teşkil eden kredilendirme, avans gibi işlemler yönünden tespit ve
değerlendirmelerin mevcut olduğu, bilirkişi raporlarındaki maddi tespitlerin
değerlendirilmesinin Mahkemece yapılacağı belirtilerek reddedilmiştir. Malî
bünye raporlarına göre firmaların kredibilitelerinin bulunmadığı ve verilerinin
olumsuz olduğu hususlarında tereddüt olmadığı gerekçesiyle de kredibiliteye
yönelik malî durum analiz raporlarının düzenlenmesine gerek görülmemiştir (bkz.
§ 31).
61. Başvuruya konu olayda, uyuşmazlığın çözümü için bilirkişi
raporlarının yeterli olup olmadığına ve yeni bir bilirkişi raporu alınmasının
gerekip gerekmediğine ilişkin olarak yapılan değerlendirmelerin açıkça keyfîlik
ve bariz takdir hatası taşımadığı, başvurucuların yargılamanın sonucunu
etkileyecek usule ilişkin imkânlardan mahrum bırakılmadığı, dolayısıyla
yargılamanın bütünlüğü içinde çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerine yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
62. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının da, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Bağımsız ve Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
63. Başvurucular; yargılamayı gerçekleştiren hâkimlerden biri
ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunda aleyhe oy kullanan üyelerin Fetullahçı Terör
Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (PDY) üye oldukları
iddiasıyla açığa alınıp gözaltına alındıklarını, bu durumun bağımsız ve
tarafsız mahkemede yargılanma hakkını zedelediğini, bu hususun da mahkemenin
tarafsızlığına ve bağımsızlığına zarar verdiğini ileri sürmüşlerdir.
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3), 48.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda, kamu
gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre
özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal
edildiği, buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014,
§§ 19, 20).
65. Somut olayda bu iddianın başvuruya konu yargılamayı yapan
mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını ihlal eden hususlara ya da
başvuruculara isnat edilen ve derece mahkemesince sabit görülen fiilleri, bu
fiillere dayanılarak yapılan işlemlerin sıhhatini etkilediğine ilişkin somut ve
hukuken kabul edilebilir herhangi bir açıklama başvurucular tarafından
yapılmamıştır. Bu itibarla başvurucular, ihlal iddiasına ilişkin delillerini
sunma, temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma
yönündeki yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. Dolayısıyla başvurucular
tarafından ileri sürülen bu iddianın temellendirilemediği sonucuna
ulaşılmıştır.
66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Diğer İhlal İddiaları
67. Başvurucular; Mahkemenin, bozma kararındaki eksikliği
giderecek hiçbir ek inceleme yapmadan tekrar hüküm tesisi yoluna gittiğini,
Uzman A.E.nin görüşlerini ve tanık M.B.nin beyanlarını değerlendirmeden karar
verdiğini, aynı durumdaki kişilerle ilgili değerlendirmelerle çelişki
oluşturacak şekilde tespitlerde bulunulduğunu, TMSF'nin katılma talebinden
vazgeçmiş olmasının nazara alınmadığını ve Hazinenin talimatıyla hareket etmiş
olmaları nedeniyle bu tarz bir yaptırımla karşılaşabileceklerini
öngöremediklerini belirterek adil yargılanma hakkının ve bu hakla bağlantılı
olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
68. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
69. Bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale
iddiası içermeyen, yargılama sonucunda verilen kararın hukuka aykırı olduğuna
ilişkin bu şikâyetler yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu
şikâyeti niteliğindedir.
70. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucular, bireysel başvurularından sonra 11/9/2018 ve
19/12/2018 tarihlerinde dilekçeler vererek makul sürede yargılanma ve mülkiyet
haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
72. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği
bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş
ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
73. Somut olayda nihai karar başvurucular tarafından 22/12/2016
tarihinde öğrenilmiş ve 19/1/2017 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.
Öğrenme tarihinden itibaren otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra
başvurucuların bu kez 11/9/2018 ve 19/12/2018 tarihlerinde ek beyan dilekçesi
verdiği anlaşıldığından ek beyan dilekçesinde ileri sürülen iddiaların
incelenmesi mümkün değildir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçe belirtmemeleri nedeniyle başvurucuların gizlilik
taleplerinin REDDİNE,
B. 1. Suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
28/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.