Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
|
|
Yunus HEPER
|
Başvurucular
|
:
|
1. Şehap KORKMAZ
|
|
|
2. Emel KORKMAZ
|
|
|
3. Gürkan KORKMAZ
|
|
|
4. Melike ÇAKIRKAYA
|
|
|
5. Aylin TAKTUK
|
Başvurucular Vekili
|
:
|
Av. Doğukan Tonguç
CANKURT
|
|
|
Av. Esra BAŞBAKKAL KARA
|
|
|
Av. Ayhan ERDOĞAN
|
|
|
6. Ali İsmail Korkmaz
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; bir göstericinin kolluk görevlileri ve bu
görevlilerle hareket eden kişiler tarafından darbedilerek öldürülmesi, olayla
ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi ve göstericinin öldürülme
biçimi ile ölümünün öncesi ve sonrasında yaşanan olumsuz gelişmeler sonucunda
yakın akrabaların yaşadığı ızdırap nedeniyle yaşam hakkı, toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 17/3/2017, 21/6/2017 ve 28/11/2018
tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 21/6/2017 tarihinde yapılan 2017/28234 numaralı ve
28/11/2018 tarihinde yapılan 2018/34734 numaralı bireysel başvuru dosyaları,
aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 17/3/2017 tarihinde
yapılan 2017/7592 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş;
inceleme 2017/7592 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
başvuruya konu somut olayın gerçekleştiği yerde meydana gelen bazı olaylarla
ilgili olarak Anayasa Mahkemesine yapılan diğer başvurular çerçevesinde ilgili
olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucular Antakya'da yaşamaktadır. Başvurucu Emel
Korkmaz ve Şehap Korkmaz'ın çocuğu, diğer başvurucuların kardeşi olan 18/3/1994
doğumlu Ali İsmail Korkmaz olay tarihinde Eskişehir Anadolu Üniversitesi
İngilizce Öğretmenliği Bölümü 1. sınıf öğrencisidir. Ali İsmail Korkmaz olaydan
önce yaşadığı kalp hastalığı nedeniyle ameliyat edilmesine kadar varan tedavi
süreçlerine tabi tutulmuştur. Ali İsmail Korkmaz olay tarihinde de hastalığı
ile ilgili olarak kamuoyunda kan inceltici/kan sulandırıcı nitelikleri ile
anılan birtakım tıbbi ilaçları kullanmaktadır.
11. Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir'de 2/6/2013 tarihinde
gece saatlerinde gerçekleşen ve kamuoyunda "Gezi Parkı olayları"
diye anılan olaylara bir arkadaşıyla katılmıştır.
A. Gezi Parkı
Olaylarına İlişkin Arka Plan Bilgisi ile Başvuruya Konu Olayının Seyri
12. Bakanlık görüş yazısında; 2013 yılının Mayıs ayının
sonunda başlayan Gezi Parkı olaylarının çok sayıda göstericinin katılımıyla hükûmete
karşı bir kalkışma ve şiddet eylemleri şeklinde ülke geneline yayıldığı
belirtilerek bu olaylarda birçok kamu malı ile özel mülke zarar verildiği, çok
sayıda güvenlik görevlisinin ise yaralandığı açıklanmıştır. Görüş yazısına göre
bu olaylarda 34'ü Eskişehir'de olmak üzere toplamda 697 kolluk görevlisi
yaralanmış, Adana'da yaşanan bir olayda ise bir polis memuru yaşamını
yitirmiştir. Görüşte, olaylarda Eskişehir'de de bazı işyerleri ile üçüncü
kişilerin mallarına zarar verildiği de belirtilmiştir.
13. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te
yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan ve bazı raporlara dayandığı
açıklanan bilgilere göre olaylarda bir polis memuru yüksekten düşerek yaşamını
yitirmiş, toplamda 697 kolluk görevlisi yaralanmış, olaylara müdahale için
görevlendirilen kolluk görevlilerinden 127'si hakkında ise göstericilere
yönelik bazı uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.
Rapora göre özel hastane ve tıp merkezleri ile olayların yaşandığı alanlarda
kurulan revirlere toplamda 8.163 kişi çeşitli şikâyetlerle başvurmuştur. Bu
kişilerden 106'sı yaralanma sonucunda kafa travması geçirmiş, 11'i en az bir
gözünü kaybetmiş, 63'ü ise farklı şekilde ağır nitelikte yaralanmıştır (söz
konusu raporun ayrıntıları için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218,
19/4/2018, § 73).
14. Ali İsmail Korkmaz'ın katıldığı gösterinin seyri, göz
yaşartıcı gaz ve tazyikli su dâhil olmak üzere maddi güç kullanan polisin
müdahalesiyle sonuçlanmıştır. Ali İsmail Korkmaz müdahaleden kaçarak eski
otogar diye bilinen mevkideki Sanayi Sokak'a girdiğinde burada bir grubun
saldırısına uğramıştır. Ali İsmail Korkmaz saldırganlarca yaralanmasının
ardından 3/6/2013 tarihinde saat 01.00 sıralarında arkadaşlarıyla bir hastaneye
başvurmuş, buradaki görevlilere yaralanmasına gerekçe olarak eşya taşırken
merdivenden düşmesini göstermiş, hastanece sağlık durumunun ciddiyeti nazara
alınarak ambulansla başka bir hastaneye gönderilmiştir. Ali İsmail Korkmaz
vaktin gece olması nedeniyle hastanenin sadece acil servis polikliniğinde
muayene edilebilmiş, ardından kemiklerindeki kırık nedeniyle ortopedi kliniğine
başvurması gerektiği açıklanarak taburcu edilmiştir. Ali İsmail Korkmaz
kendisine söylenenler doğrultusunda gündüz saatlerinde bu kez hastanenin
ortopedi kliniğine başvurmuş, burada yaralanmasının adli bir olay niteliğinde
olması nedeniyle yetkili adli makamlara başvurması gerektiği kendisine
açıklanmıştır. Ali İsmail Korkmaz aynı gün saat 19.25'te Odunpazarı Polis
Merkezi Amirliğine başvurmuş, burada avukatı huzurunda ifade vermiştir. Ali
İsmail Korkmaz ifadesinde 5-6 kişilik eli sopalı bir grubun sokakta önünü
keserek kendisine saldırdığını, kalabalığın sopalarla vücudunun değişik
bölgelerine defalarca vurduğunu, aldığı darbelerin etkisiyle yere düşmesinin
ardından saldırganların olay yerinden uzaklaştığını, ardından can havliyle
evine doğru kaçarken aynı evi paylaştığı arkadaşı F.K. ile karşılaştığını,
olayın hemen sonrasında konuşma zorluğu çektiğini, ilerleyen zamanda ise
konuşma ve hatırlama güçlüğü yaşayıp başında ağrı hissettiğini söylemiştir. Ali
İsmail Korkmaz ifadesinde kendisini darbeden, tanımadığı sivil kıyafetli
kişilerden şikâyetçi olduğunu da eklemiştir.
15. Ali İsmail Korkmaz, Polis Merkezinde ifade vermesinin
ardından Eskişehir Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) başvurmuş;
tetkiklerinde beyin kanaması geçirdiği anlaşılınca Osmangazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesinde sağlık durumunun ciddiyeti nedeniyle yoğun bakım ünitesine alınan
Ali İsmail Korkmaz, tedavisi kapsamında iki kez ameliyat edilmesinin ardından
solunum cihazına bağlı olarak uyutulmuş ancak tüm müdahalelere rağmen
darbedilmesinden 38 gün sonra 10/7/2013 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
B. Ali İsmail Korkmaz'ın Darbedildiği Bölgede Gerçekleşen
Diğer Olaylara İlişkin Olarak Anayasa Mahkemesine Yapılan Başvurular
1. Doğukan Bilir Başvurusu
16. Ali İsmail Korkmaz'ın darbedildiği bölgede aynı gece
başka darp olayları da yaşanmıştır. Darp mağdurları Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu başvurulardan biri de 25/9/2014, 19/1/2015
ve 8/1/2016 tarihli başvuruları kapsayan 2014/15736 numaralı Doğukan Bilir başvurusudur.
17. Doğukan Bilir, 1990 doğumludur ve olay tarihinde
Eskişehir'de ailesiyle yaşayan bir üniversite öğrencisidir. Doğukan Bilir de
Ali İsmail Korkmaz gibi Eskişehir'de 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen
gösteriye katılmış, ardından Ali İsmail Korkmaz'ın saldırıya maruz kaldığı
bölgede benzer bir saldırıya uğramıştır. Adli makamlardaki anlatımlarına göre
Doğukan Bilir, aynı sokağa girdiğinde önce elleri sopalı, ikisi gaz maskeli
dört beş kişi tarafından darbedilmiş; bu kişilerden kaçmak isterken karşı
tarafa yöneldiğinde ise başka bir grubun beklediğini görüp ani bir kararla
geriye dönmüş ancak bu kez de sivil bir polis memuru ile bu memurun yanındaki
iki kişi tarafından darbedilerek yere düşürülmüştür. Yerde olduğu sırada da
polis memurları tarafından copla dövülmüş, ardından saldırıdan kurtulmayı
başararak kuytu bir alana kaçtığında burada da yedi sekiz kişi tarafından
tekrar darbedilmiştir. Aldığı yaralayıcı darbelerin etkisiyle yere düşen
Doğukan Bilir, ancak sürünerek sokaktaki araçların arasına saklanabilmiştir.
Bir süre sonra sokakta bulunan yapıların arasındaki başka bir alana sığınan
Doğukan Bilir, telefon ederek yardım istemesiyle olay yerine gelen babası
tarafından Devlet Hastanesine götürülmüştür.
18. Olaydan sonra alınan doktor raporlarına göre Doğukan
Bilir'in yüz, sırt, bel, kol, diz ve bacak bölgelerinde birçok ödem, erozyon, ekimoz
ve laserasyon (yaralanma) meydana geldiği görülmüş; ayrıca yüzüne aldığı
darbeler sonucunda dişlerinin bazılarında luksasyon (travmaya bağlı
olarak dişin yuvadan ayrılması) saptanmıştır.
19. Olayla ilgili olarak aralarında polis memurlarının da
olduğu kişiler hakkında yürütülen ceza soruşturması sonucunda Eskişehir
Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) bazı şüpheli polis memurları hakkında
9/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, üçü polis memuru
dört şüpheli hakkında ise kamu davası açılmıştır. Diğer taraftan Doğukan
Bilir'in yaralanması ile ilgili yürütülen soruşturmada 10/6/2013 tarihinde
Eskişehir Emniyet Müdürlüğüne faillerin kimliklerinin tespit edilebilmesi
amacıyla yazılan bir yazıya zamanında cevap verilmemesi nedeniyle Başsavcılık,
yazıya cevap vermekle sorumlu -kimlikleri tespit edilmeyen- polis memurları
hakkında görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma açmıştır. Bu soruşturmada,
yazı cevabının zamanında intikal ettirilmemesinin Doğukan Bilir'in
darbedilmesine ilişkin olarak yürütülen soruşturmada dava zamanaşımı gibi bir
duruma (mağduriyete)yol açmadığı gerekçesi ile 9/5/2014 tarihinde kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilmiştir.
20. Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesince Doğukan
Bilir'in darbedilmesi ile ilgili kovuşturmada sanık polis memuru H.E.nin atılı
suçu işlediğinin sabit olmaması gerekçesiyle beraatine, diğer sanık polis
memurları S.B. ile Ş.G. ve kamu görevlisi olmayan sanık S.K.nın üzerilerine
atılı kasten yaralama suçunu işledikleri gerekçesiyle 3.000 TL adli para cezası
ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Polis memurları H.E. ve Ş.G.nin
isimleri Ali İsmail Korkmaz'ın öldürülmesi ve aşağıda olay ile olguları
aktarılacak başka kişinin darbedilmesi olayında da geçmektedir. Ş.G. başpolis
memurudur. Asliye Ceza Mahkemesi, sanık memurlar hakkındaki mahkûmiyet
hükümlerinin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme, S.K.
hakkındaki mahkûmiyet hükmünü ise geçmişte işlediği suçu nedeniyle
açıklamıştır. Doğukan Bilir'in hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB)
kararlarına itirazı, Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
reddedilmiştir. Doğukan Bilir, memur H.E. hakkında verilen beraat ile S.K.
hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü temyiz etmiş ancak anılan hükümler Yargıtay
3. Ceza Dairesince onanmıştır.
21. Doğukan Bilir, Cumhuriyet Başsavcılığının 9/5/2014
tarihinde polis memurları hakkında görevi kötüye kullanma suçundan verdiği
kovuşturmaya yer olmadığı kararına da itiraz etmiş ancak itirazı Eskişehir 2.
Sulh Ceza Hâkimliğince 22/8/2014 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Doğukan
Bilir, bu karar ile Asliye Ceza Mahkemesinin anılan beraat ve mahkûmiyet
hükümleri ve HAGB kararlarına ilişkin olarak farklı tarihlerde Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
22. Anayasa Mahkemesi birlikte değerlendirdiği
başvurulara ilişkin incelemesini 29/5/2019 tarihinde sonuçlandırmıştır. Bu
incelemeye göre Anayasa Mahkemesi, hakkında beraat hükmü verilen polis memuru
H.E.nin eyleminin ve Cumhuriyet Başsavcılığının bazı polis memurları hakkında
görevi kötüye kullanma suçundan yürüttüğü soruşturmada verilen kovuşturmaya yer
olmadığı kararının konu edildiği bireysel başvuruları açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
23. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, Doğukan Bilir'i kasten
yaralama suçundan adli para cezası ile mahkûm edilen iki polis memuru (S.B. ve
Ş.G.) ile kamu görevlisi olmayan bir kişiye (S.K.) ilişkin yapılan bireysel
başvurudaki değerlendirmesinde farklı bir sonuca varmıştır. Anayasa Mahkemesi,
başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının
maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine, ihlaller nedeniyle 25.000 TL
manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin Eskişehir 9. Asliye
Ceza Mahkemesine -ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için-
gönderilmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
" ...
59. Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesi
sanıkların basit yaralama suçundan mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Bu durum,
başvurucunun ikisi kolluk mensubu üç kişi tarafından kötü muameleye maruz
bırakıldığının sabit görüldüğünü ortaya koymaktadır. Anayasa Mahkemesi, ilk
derece yargı mercilerince kabul edilen kötü muamele vakasında farklı yönde bir
tespitte bulunmasını gerektirecek bir unsur saptamamıştır.
...
66. Başvurucu, maruz kaldığı eylemin
5237 sayılı Kanun’a göre işkence suçunu oluşturmasına karşın ceza miktarı çok
daha hafif olan kasten yaralama suçundan faillerin cezalandırılmalarının kötü
muamele vakasına hoşgörüyle yaklaşıldığını gösterdiğini öne sürmüştür.
67. Kötü muamele iddiaları ile ilgili
olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun
Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa
Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 96) Dolayısıyla insan hakları bağlamında kötü muamele oluşturduğu
kabul edilen eylemin ceza hukukunda hangi suçu oluşturduğu Anayasa Mahkemesinin
doğrudan ilgi alanına girmemektedir.
68. Derece mahkemelerinin bulgu ve
uygulamaları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu
mahkemelerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli
nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96). İlgili ulusal
hukuk başlığında yer verilen Yargıtay içtihadına göre başvurucunun diş kaybına
yol açan eylemin nitelikli yaralama suçunu oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Başvurucudaki bu yaranın hangi failin eylemi neticesinde oluştuğunun tespiti;
ceza miktarını, dolayısıyla HAGB ve erteleme sınırını doğrudan etkileyebilecek
önemli bir noktadır.
69. Anayasa Mahkemesi kararlarında da
belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların
-önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak- ölçülü, adil ve orantılı olması
gerekir (AYM, E.2010/104, K.2011/180, 29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun
korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını
gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka
aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk
bulunmalıdır. Ayrıca yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı
kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim
Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamayacağını belirtirken 5237 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre de suç işleyen
kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine
hükmolunması gerekmektedir (Tahir Canan, § 36).
70. İşlediği suçtan dolayı kişinin
tekrar topluma kazandırılması amacıyla kanun koyucunun getirdiği HAGB kurumunun
uygulanıp uygulanmayacağı değerlendirilirken her olayın somut koşulları
çerçevesinde suçun niteliği ve mağdurun söz konusu suçtan etkilenme derecesiyle
orantılı olarak yaptırımın caydırıcılığı ve kötü muamele mağdurunun mağdur
sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı hususu da göz ardı edilmeden yorumlanmalıdır.
71. Vücudunun yirmiden fazla yerinden
yaralanan ve üç dişi çıkan başvurucunun maruz kaldığı eylemin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında tasnif edilen işkence, eziyet ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramlarından hangisi kapsamında kaldığı
tespit edilmelidir. Bu tespit sonucunda derece mahkemesince hükmolunan
müeyyidenin kötü muamele fiiliyle orantılı olup olmadığı ele alınmalıdır.
72. Başvurucunun dişindeki yaralar hariç
diğer yaralar her ne kadar basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte
olsa da eylemin gece vakti silahtan sayılan sopa ve copla birden fazla kişi
tarafından sokak ortasında işlendiği, dişteki kırık ve çıkıkların ise tek
başına, yaralamayı basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek niteliğe
büründürdüğü, bu durumun başvurucunun onurunu daha fazla zedeleyebileceği
değerlendirildiğinden eylem eziyet yasağı kapsamında değerlendirilmiştir.
73. Faillerin üçü hakkında seçenek
yaptırımlardan olan hapis ve adli para cezaları arasında hangi nedenden ötürü
asgari hadden adli para cezasının tercih edildiği konusunda kararda bir gerekçe
bulunmamaktadır. Ayrıca tercih edilen gün para cezasının miktarı da asgari had
olan 20 TL dikkate alınarak tespit edilmiştir. Takdirî indirim nedeni de
uygulanarak bulunan 3.000 TL para cezası, polis memuru olan sanıklar yönünden
HAGB uygulamasıyla sonuçlanmıştır. Kamu görevlisi olmayan sanığın ise adli
sicil kayıtlarına işaret edilerek hakkında HAGB uygulanmamıştır.
74. Katıldığı gösteri yürüyüşünden
ayrıldığı sırada gösterinin barışçıl niteliğini bozduğu yönünde bir tespit
bulunmayan, bu nedenle hakkında soruşturma da yürütülmeyen başvurucuyu gece
vakti asayişi sağlamakla görevli ve devletin sokaktaki yüzünü temsil eden
kolluk görevlilerinin gereksiz biçimde darbetmesi neticesinde yasadaki gerekçeler
soyut biçimde tekrarlanarak kolluk görevlileri hakkında adli para cezası ya da
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının eziyet
yasağıyla ölçüsüz bir müeyyide olduğu değerlendirilmiştir.
75. İşlenen suçla verilen cezalar arasında
orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin
önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki yaratmaktan oldukça uzak
kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat
aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi
sonucu doğmaktadır.
76. Buna göre somut olayda uygulanan
yaptırımın kötü muamele oluşturan eylemlerin hiçbir şekilde hoş
görülemeyeceğini göstermekten ziyade fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde,
orantısız bir şekilde adli para cezası öngörüldüğü ve HAGB'ye karar verildiği
anlaşıldığından eziyet yasağının etkili soruşturma usul yükümlülüğünün ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekmiştir.
77. İki polis memuru hakkında verilen
HAGB kararının ve sivil fail S.K. hakkında tayin edilen adli para cezasının
başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı dikkate alındığında
başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilmesine olanak
bulunmamaktadır. Bu nedenle her ne kadar derece mahkemelerinin kararlarıyla
devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde başvurucunun yaralandığı
tespit edilmiş ise de sanıkların eylemleri nedeniyle yetersiz bir yaptırımla
karşılaştıkları, böylelikle başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiği
anlaşıldığından eziyet yasağının maddi boyutunun da ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
78. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir."
2. Tevfik Caner
Ertay Başvurusu
24. Olay tarihinde Eskişehir'de İletişim Fakültesi Basın
Yayın Bölümü öğrencisi olan Tevfik Caner Ertay da tıpkı Doğukan Bilir ve Ali
İsmail Korkmaz gibi söz konusu gösteriye katılmış, ardından diğerleri gibi
polis müdahalesinden kaçmaya çalışırken aynı yerde benzer saldırıya uğramıştır.
Tevfik Caner Ertay, anlatımlarında sivil kıyafetli polis memurlarının coplu
saldırısına maruz kaldığını ileri sürmüştür. Tevfik Caner Ertay;
darbedilmesinin ardından bir otomobilin bagajında tutulup sonrasında polis
amirlerinin bulunduğu bir bölgeye bu otomobil bagajında götürülerek burada da
darbedildiğini, ardından otomobilin bagajına tekrar konularak Yunus Emre Devlet
Hastanesine götürülüp burada bırakıldığını ileri sürmüştür.
25. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma
sonucunda Doğukan Bilir'i yaraladığı iddiasıyla hakkında kovuşturma yürütülen
polis memurları H.E. ve Ş.G. ile isimleri somut başvuruya konu süreçte yapılan
açıklamada da anılacak olan diğer memurlar M.S. ile Y.A. ve üst düzey polis
amirleri de dâhil bazı memurlar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmiş, olayın şüphelisi diğer memurlar hakkında ise kamu görevlisinin
sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten nitelikli yaralama
suçundan kamu davası açılmıştır.
26. Tevfik Caner Ertay'ın kovuşturmaya yer olmadığına
dair karara itirazı, Eskişehir 2. Sulh Ceza Hâkimliğince polis amirleri
yönünden kabul edilerek amirler yönünden verilen karar kaldırılmıştır.
Hâkimlik, Tevfik Caner Ertay'ın diğer memurlar yönünden yaptığı itirazı
reddetmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kararın ardından polis amirleri hakkında
kamu davası açmıştır. Bahsi geçen polis amirleri; Eskişehir İl Emniyet
Müdürlüğü Önleyici Hizmetler Müdürü A.K., Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü
İstihbarat Şube Müdürü M.Ar. ve Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğünde görevli İl
Emniyet Müdür Yardımcısı M.A.dır.
27. Tevfik Caner Ertay, polis amirleri dışındaki diğer
memurlar hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına itirazının
Hâkimlikçe reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi; bazı polis memurları ile amirleri hakkında kamu
davası açıldığı, bu davada başvurucunun iddialarıyla bağlantılı
değerlendirmelerde bulunulabileceği, gerekirse bu kişilerle ilgili olarak yeniden
soruşturma açılmasının bu şekilde sağlanabileceği, dolayısıyla söz konusu kamu
davasının sonuçlandırılmasının ardından bireysel başvuru yapılması gerektiği
gerekçesiyle 12/4/2017 tarihinde başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
28. Bu olay hakkındaki kovuşturmayı yürüten Eskişehir4.
Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 3/2/2016 tarihinde sanık polis
memur ve amirlerinin eylemlerinin işkence suçu kapsamında kalma ihtimali
bulunduğu, bu suça ilişkin kovuşturmayı yürütme yetkisinin ise ağır ceza
mahkemelerinde olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
29. Sanıkların karara itirazı Eskişehir 1. Ağır Ceza
Mahkemesince kabul edilerek görevin Asliye Ceza Mahkemesine ait olduğuna karar
verilmiştir.
30. Kovuşturmaya böylece devam eden Asliye Ceza Mahkemesi
3/2/2021 tarihinde, üç polis amiri ile bir polis memurunun mahkûmiyetine yeter
derecede delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine, sanık iki memurun ise
kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle nitelikli
yaralama suçunu işlediklerinin sabit olduğuna hükmetmiştir. Asliye Ceza
Mahkemesi, bu memurların 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezasıyla mahkûmiyetlerine
karar vermiştir. Söz konusu hükmün gerekçesinde, mağdurun darbedilmesi
sonucunda sağ radius (kol kemiklerinden biri) ve nazal (burun)
kemiklerinde kırık olduğu açıklanmıştır.
31. Mahkûm edilen memurlar, Tevfik Caner Ertay ve
Cumhuriyet savcısı, bu hükme yönelik olarak istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Sanık memurlar, istinaf başvurularında mağduru darbedenlerin kendileri
olmadığını savunmuş; olayın seyri ile ilgili bazı açıklamalara yer verip
açıklamalarında suçu işleyenler olarak başka memurları işaret etmiştir. Tevfik
Caner Ertay istinaf başvurusunda, beraatine karar verilenler dâhil tüm
memurların işkence suçundan yargılanmaları gerektiğini ileri sürmüştür.
Cumhuriyet savcısı da başvurucu gibi, beraatine karar verilenler dâhil
sanıkların işkence suçundan cezalandırılmaları gerektiğini iddia etmiş;
aynı zamanda görevsizlik kararının hatalı olarak kaldırmasından sonra yapılmak
durumunda kalınan suç nitelendirilmesine göre beraatine karar verilen
sanıkların da diğerleri gibi kamu görevlisinin nüfuzunu kötüye kullanması
suretiyle nitelikli yaralama suçundan cezalandırılmalarına karar verilmesi
gerektiğini ileri sürmüştür.
32. Sözü edilen tüm istinaf başvuruları, Ankara Bölge
Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından 3/2/2022 tarihinde esastan
reddedilmiştir.
C. Bireysel
Başvuruya İlişkin Somut Olay Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Kovuşturmalar ile
Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Önceki Bireysel
Başvurular
33. Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili olarak
soruşturma açmıştır. Başsavcılık 11/6/2013 tarihinde başvurucu Şehap Korkmaz'ın
ifadesine başvurmuş; adı geçen, ifadesinde oğlunun ağır derecede yaralanmasına
sebebiyet veren kişilerden şikâyetçi olduğunu söylemiş ve sorumluların
cezalandırmalarını talep etmiştir.
34. Cumhuriyet Başsavcılığı 12/6/2013 tarihinde, olayın
şüphelileri arasında polis memurlarının olduğunu değerlendirerek jandarma
birimlerine olayın gerçekleştiği yerdeki MOBESE ve işyerlerinin güvenlik
kameralarının görüntülerinin elde edilmesi ve görüntüler elde edildiğinde
gerekli inceleme için Jandarma Kriminal Laboratuvarlar Komutanlığına (Kriminal
Laboratuvarı) gönderilmesi talimatını vermiştir.
35. Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca İl Emniyet Müdürlüğüne
yazı yazarak olay günü görevli olan memurların isim listesi, bu memurlara
ilişkin nöbet çizelgeleri ile telsiz kayıtlarının gönderilmesini istemiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığı, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığından olay yerindeki baz istasyonlarından
alınabilecek görüşmelerin tespitini ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu (TÜBİTAK) Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma
Merkezinden de kamera görüntülerinin silinip silinmediği konusunda bilgi
verilmesini talep etmiştir.
36. Soruşturmada Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünün ardından
cesedi üzerinde bir otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Otopside ölümün kafa
travmasına bağlı beyin kanaması ile bu kanamanın komplikasyonları sonucunda
meydana geldiği, Ali İsmail Korkmaz'ın kalp rahatsızlığı nedeniyle kullandığı
ilacın kafa travması sonucu oluşan beyin kanamasıyla bir irtibatının
bulunabileceği, başka bir ifadeyle mevcut hastalığının ölüm üzerinde bir
etkisinin olduğu, bununla birlikte travma olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği
kanaatine ulaşılmıştır. Diğer taraftan müşahede evraklarından Ali İsmail
Korkmaz'ın mandibullerinde (alt çene kemiği) ödem ve tam kat parçalı
kırık ile sağ scapulasında (kürek kemiği) kırık tespit edildiği
anlaşılmıştır.
37. Ali İsmail Korkmaz'a Osmangazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesindeki müdahaleyi yapan, hastanenin Beyin ve Sinir Cerrahisi
Kliniğinde asistan doktor olarak görevli S.Z. tanık sıfatıyla alınan
ifadesinde; Acil Servis Ana Bilim Dalının daveti üzerine acil servis
polikliniğine gittiğinde Ali İsmail Korkmaz'ı muayene ettiğini, diğer
kliniklerdeki muayenelerini tamamlatıp tetkik sonuçlarını incelediğini, bu
incelemelerinden sağ temporomandibular ekleminde (dış kulak yolunun
önündeki ve temporal kemik altındaki bir eklem) sublüksasyon (geçici
çene kilitlenmesi veya çenede kısmi çıkık) ve fraktür (kırık) olduğunu
gördüğünü, ayrıca beyin parankimine (bir organın görev gören dokusu)
ilişkin incelemesinde radyoloji raporunda tanımlandığı gibi beynin sol
tarafında kanamayla uyumlu görünümler saptadığını, hastalık öyküsünden kalp
ameliyatı geçirmiş olup bu sebeple kan sulandırıcı ilaç kullandığını
öğrendiğini, laboratuvar testlerinde kan sulandırıcı ilaca bağlı olarak koagülasyon
(pıhtılaşma) testlerinde uzama olduğunu görerek acil servis doktoruna Ali
İsmail Korkmaz'ın travması olduğunu düşündüğünü söyleyip Üniversitede kendi
alanında görev yapan bir öğretim üyesiyle de görüştükten sonra takip ve
tedaviyi planlamak için Ali İsmail Korkmaz'ın beyin cerrahisi yoğun bakım
ünitesine yatışının yapılmasını önerdiğini söylemiştir.
38. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmada yapılan
güvenlik kamerası araştırması sonucunda elde ettiği yaklaşık kırk görüntüyle
birlikte olayın gerçekleştiği sokaktaki ekmek fırını, otel ve hırdavat
dükkânındaki kameraların görüntülerini kaydeden donanımları incelemesi için
kriminal laboratuvara göndermiştir. Laboratuvarca düzenlenen raporlarda;
kayıtların bazılarının çözünürlüklerinin düşük, kayıt ortamındaki ışığın
yetersiz, kameralar ile kişiler arasındaki mesafenin uzak olması nedeniyle
görüntülerin sağlıklı tespit edilemediği, bununla birlikte ekmek fırınının
kamera kaydı görüntülerinin olaydan bir gün sonra silindiğinin belirlenebildiği
açıklanmıştır. Görüntülerin geri getirilebilmesi, kriminal laboratuvarın bu
konudaki özel çalışmasıyla mümkün olabilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının bu
konudaki görüntüleri elde ettikten sonraki tespiti, bu görüntülerde
darbedildiği görülen kişinin Ali İsmail Korkmaz olduğu yönündedir.
39. Başsavcılığın tespitlerine göre görüntülerde bazı
eylemcilerin tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz da kullanan polisin
müdahalesinden kurtulmak için olayın gerçekleştiği sokak ile başka sokaklara
kaçıştıkları ancak olayın gerçekleştiği sokağa öncesinde gelen sivil polis
memurları ile sokaktaki ekmek fırınının işletmecisi olan İ.K. ve İ.K.nın
yakınları tarafından burada sopa ve coplarla darbedildiği görülmektedir.
40. Soruşturmada görgü tanığı S.B.Y.nin ifadesi
alınmıştır. Tanık, olay günü fırının önünde üç ayrı darp olayına tanıklık
ettiğini, darbeden ve edilen kişileri önceden tanımasa da duyduğu telsiz
seslerinden ve ellerinde copların bulunmasından darbeden kişilerden bazılarının
kolluk görevlisi olduğunu tahmin ettiğini söylemiş; ayrıca ayrıntılı eşkâl
bilgileri vermiştir. Olayın görüntüleri seyrettirilen tanık, olay günü saat
23.57 ve devamındaki zaman diliminde darbedildiği görülen kişinin öldürülen Ali
İsmail Korkmaz olduğunu söylemiştir.
41. Soruşturmada, olayın gerçekleştiği sokakta ikamet
edip olup bitenleri evlerinin penceresinden izleyen tanıklar F.Kı. ve S.Kı.
dinlenmiş; adı geçenler sokaktaki fırının önünde gerçekleşen darp olayını
gördüklerini, görebildikleri kadarıyla fırın sahibi ile yakınlarının bir
göstericinin önünü keserek göstericiyi darbettiklerini söylemiştir.
42. Soruşturmada ekmek fırını çalışanı Y.B.nin tanık
sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Y.B. işyerinin içinde olduğundan yaşananları
görmediğini söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Ali İsmail Korkmaz'ın
yaralanmasının ardından sağlık kuruluşlarına başvuru süreçlerine eşlik eden
F.Kö. ve O.K.nın ifadesine başvurmuştur. F.Kö. anlatımlarında Ali İsmail
Korkmaz'ın birlikte oldukları sürede kendilerine "Polisler ve siviller
beni dövdü." dediğini söylemiştir.
43. Soruşturmada olay tarihinde Eskişehir İl Emniyet
Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli olup ancak kendilerine
verilen sözlü talimat üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli
meslektaşlarına yardımcı olmak için olay yerinde bulunduklarını ifade eden
memurlar M.S., Ş.G., Y.A. ve H.E. ile ekmek fırınının işletmecisi İ.K. ve
İ.K.nın akrabaları R.K. ile M.V., ayrıca İ.K. ve akrabalarının müşterek
tanıdığı E.H.nin şüpheli olarak ifadeleri, Cumhuriyet savcısı tarafından
alınmıştır. Polis memurları H.E., Ş.G. ve Y.A. ifadelerinde, görüntülerde saat
23.57 ve devamında gerçekleştiği görülen darp olayına karışmadıklarını
savunmuştur. Diğer şüpheliler ise tanımadıkları kişinin kendini yere attığı
veya bu kişiyi yakalamak için sadece çelme takmak türünden eylemlerde
bulundukları ya da vurmuşsalar da darbelerin şiddetinin çok ciddi yaralanmaya
sebep olacak derecede sert olmadığı, zaten darbedilen kişinin de kısa süre sonra
olay yerinden uzaklaşabildiği gibi ölüme veya ağır nitelikte yaralanmaya
sebebiyet vermediklerini savunan birtakım açıklamalarda bulunmuştur.
Soruşturmanın devamındaki süreçte şüpheli E.H. 15/8/2013; Y.A., Ş.G. ve H.E.
dışındaki şüpheliler ise 7/8/2013 tarihinde tutuklanmıştır.
44. Soruşturmada başvurucu Emel Korkmaz, başvurucu Şehap
Korkmaz gibi olayın faillerinden şikâyetçi olup bu kişilerin cezalandırılmasını
talep etmiştir. Başvurucular ayrıca Devlet Hastanesinde görevli bir doktor ile
bazı polis memurlarının, oğullarının hastaneye müracaatı sırasında görevlerini
ihmal ettiklerini iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, bu iddialara konu
edilen ihmaller ve güvenlik kamera kayıtlarının silinmesini ayrı soruşturma
dosyalarında araştırıp değerlendirmeye karar vermiştir. Başvuru formunda
görüntülerin silinmesiyle ilgili yer verilen bilgilere göre olayın yaşandığı
sokakta faaliyet gösteren B. Otel'in sahibi E.G., polis memuru H.E. ile
soruşturmada görüntüler üzerinde teknik inceleme yapması için görevlendirilip
17/6/2013 tarihinde görüntüleri içeren disklerin ve görüntü kayıt cihazlarının
kendisine bu nedenle teslim edildiği bilirkişi S.U. hakkında yürütülen
soruşturma sonucunda adı geçenler hakkında kamu davaları açılmış, bu davalarda
ilk derece mahkemelerince E.G. ve H.E. hakkında beraat hükümleri verilmiştir.
Başvurucular bu hükümlere karşı ilgili kanun yoluna başvurmuştur. Başvuru
dosyalarında adı geçenlerle ilgili olarak sonraki sürece ilişkin bir bilgi
bulunmamaktadır. Başvuru formunda, bilirkişi S.U. hakkında gerçeğe aykırı
bilirkişilik suçundan açılan kamu davasının başvuru tarihi itibarıyla
sonuçlanmadığı açıklanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden
yapılan araştırmada Eskişehir 6. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen kovuşturma
sonucunda 16/3/2021 tarihinde kurulan hükümle, adı geçenin gerçeğe aykırı rapor
düzenlediği gerekçesiyle gerçeğe aykırı bilirkişilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis
cezasıyla mahkûmiyetine karar verilip bu mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının
geri bırakıldığı anlaşılmıştır.
45. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/9/2013 tarihinde, şüpheli
M.S. hakkında kasten insan öldürme, diğer şüpheliler hakkında ise kasten insan
öldürme suçuna yardımdan kamu davası açmıştır. İddianameye göre öldürme suçunun
asli faili polis memuru M.S. olup diğerleri bu suça yardım etmiştir. Söz konusu
iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:
"Tüm bu açıklamalara göre somut
olay değerlendirildiğinde;
Olay tutanakları, Adli Emanet
makbuzları, bilirkişi raporları, tanık beyanları, şüphelilerin savunmaları, ölü
muayene ve otopsi tutanağı, [teşhiş] tutanakları, olay yeri keşif tutanağı, tanık
sıfatıyla beyanı saptanan [S.B.Y.] beyanları, ölene ait sağlık
kurumlarından dosyaya getirtilen tıbbi tedavi belgelerinin içeriği, ölenin olay
sırasında giydiği ve adli emanetin 2013/2446 sırasına kayıtlı kıyafetleri,
ölenin 03/06/2013 tarihinde polis merkezinde alınan beyanı, Jandarma Genel
Komutanlığı Ankara Kriminal Labaratuvarları Dairesi Başkanlığı'nın 30/07/2013
tarih ve HRK 9010-344185, keza aynı labaratuvardan gelen 05/08/2013 tarih ve
HRK 9010- 352976 numaralı uzmanlık raporları ile ekindeki kamera kayıtlarındaki
elde edilen görüntüler, olay yeri keşif tutanakları ve tüm soruşturma dosyası
kapsamına göre;
Maktulün ölümüne neden olan şüphelilerin
eyleminin TCK nun 81. maddesinde düzenlenen kasten öldürme ve bu yasanın 87/4.
maddesinde düzenlenmiş bulunan 'neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama' yani
'meydana gelen ölüm neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama' veya 'olası kastla
adam öldürme' suçunu oluşturup oluşturmadığı ve iştirak hükümlerinin
uygulanması konusunda yapılan değerlendirmede;
Şüphelilerden [M.S.] ve [Y.A.]'un maktul
[A.İ.K.]'ın arkasından yakalamak için koştuğu,
Şüphelilerden [İ.K.], [R.K.], [M.V.]
ve [E.H.]'ın kendilerine doğru koşan maktul [A.İ.K.] yı bekledikleri,
şüphelilerden [E.H.]'ın maktule tekme atmak suretiyle, diğer
şüphelilerden [İ.K.], [R.K.], [M.V.]'nin ise çelme takmak
suretiyle düşürdükleri, maktulü H... Ekmek fırının karşısında bulunan kaldırıma
yatırdıkları, yere düşen ve duvar kenarına sıkıştırılan maktulün bacak-kol-[sırtlarının]
tekme ile vurarak yaraladıkları;
Arkadan koşan şüphelilerden [M.S.]'ın yine yerde yatan maktule
vurduğu, akabinde şüphelilerin maktulün yanından uzaklaştıkları, müdahale
sonrası yerde kalan maktulün şüphelilere küfür etmesi üzerine şüphelilerden [M.S.]'ın
tekrar hızla gelerek maktule 3-4 defa göğüs ve baş kısmına tekme atarak olay
yerinden ayrıldıkları, bir süre yerde yatan maktulün sendeleyerek ayağa
kalkarak olay yerinden uzaklaştığı;
Yerden [kalkarak] olay yerinden uzaklaşan
maktulü yine Kurtuluş Mahallesi B... Otel yakınlarında şüphelilerden [H.E.]
ve [Ş.G.]'ın ayak ve bacak bölgesine vurmak suretiyle
yaraladıkları ve maktulün Kurtuluş Mahallesi Sanayi sokağı terk ettiği,
Şüphelilerden [M.S.]'ın maktul [A.İ.K.]'ın
kafa bölgesine birden fazla tekme attığı ve olayda asıl fail olduğu, şüphelinin
yerde yatan maktulün göğüs ve baş kısmına 3-4 defa şiddetli tekme atmasının
sonucunda yaralamanın haricinde ağır neticenin ortaya çıkabileceğini
öngörebileceği, şüphelinin öngörebileceği bu durumlarda meydana gelen ağır
netice açısından kastla hareket ettiği, maktule tekme atması sonucu maktulun
ölebileceğinin tahmin etmesi gerektiği, şüphelinin maktulün hiç beklemediği bir
şekilde çok sert bir tekme atması ve yerde yaralanmış vaziyette yatan maktulün
hiç beklemediği bu darbeden dolayı yaralanması, akabinde gördüğü tedaviye
rağmen ölmesi olayında şüphelinin maktulün ölmesine neden olduğu anlaşılmakla
TCK nun 81/1 maddesi gereğince cezalandırılmasına ;
Diğer şüphelilerden [Ş.G.], [H.E.] ve [Y.A.]'un
meydana gelen ölüm olayında suçun icrasını kolaylaştırıldığı, şüphelilerden [M.S.]'ın
eylemini destekleyici, hazırlayıcı veya kolaylaştırıcı eylemlerde bulundukları,
bu suretle adam öldürme suçuna iştirak ettikleri,
[İ.K.], [R.K.], [M.V.]
ve [E.H.]'ın diğer şüpheli [M.S.] ile fikir ve eylem birliği
içinde hareket ettiklerini kabule yetecek kesin deliller bulunmadığı,
şüphelilerin ani gelişen olayda maktüle tekme ve sopa ile vurma şeklindeki
eylemlerinin şüpheli [M.S.]'nın eylemine doğrudan katılma olarak kabul
edilemeyeceği; suçun icrasındaki rolleri ve katkılarının taşıdığı önem
gözönünde bulundurulduğunda şüphelilerin [M.S.]'ın eylemine nazaran
suçun yaratıcı ve yapıcı niteliklerini taşımayıp onu destekleyici, hazırlayıcı
veya kolaylaştırıcı bir durum arzettiğinin anlaşıldığı, bu suretle adam öldürme
suçuna iştirak ettikleri,
...[karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur.]"
46. Kamu davası Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde
görülmeye başlanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, tensiben verdiği ara kararıyla
ölümün Gezi Parkı olayları sırasında gerçekleşmiş olmasını, ölümün
soruşturulması sürecinde de olayların adliye binası çevresi ile Eskişehir'de
gerçekleşmesini ve olaylardan kaynaklanabilecek kamu güvenliğinin
sağlanabilmesindeki muhtemel güçlükleri gerekçe göstererek dava sürecinde kamu
güvenliği konusunda sorun yaşanıp yaşanmayacağı konusunda bilgi vermeleri için
Eskişehir Valiliği ile Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazmış; hem Valilik hem
de Cumhuriyet Başsavcılığı yazıya cevaplarında kamu davasının Eskişehir'de
görülmesine devam edilmesi durumunda şehirde kamu güvenliği bakımından ciddi
sorunların oluşabileceğini belirterek davanın naklinin bu nedenle uygun
olabileceğini bildirmiştir.
47. Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi değerlendirmeler ile
birlikte dava dosyasını nakil konusunda bir karar verilmek üzere Bakanlık Ceza
İşleri Genel Müdürlüğüne, Genel Müdürlük ise uhdesine ulaşan dosyayı ilgili
kanun hükümleri çerçevesinde Yargıtay 5. Ceza Dairesine (5. Ceza Dairesi)
göndermiştir. 5. Ceza Dairesi 7/11/2013 tarihinde, davanın Eskişehir'den başka
bir yere naklinin uygun olacağına ilişkin değerlendirmeleri ve Bakanlığın bu
konudaki talebini dikkate aldığını açıklayarak davanın Kayseri Ağır Ceza
Mahkemesine nakline karar vermiştir.
48. Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 5. Ceza Dairesinin
kararı gereğince 13/11/2013 tarihinde, davanın nakli ile dava dosyasının
nöbetçi Kayseri Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ağır Ceza
Mahkemesi bu kararla birlikte tutuklu sanıkların tutukluluk hâllerini de
değerlendirmiş, suçu işledikleri yönündeki kuvvetli şüphenin varlığını ve suçun
niteliğini gerekçe göstererek tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir.
49. Başvurucular, davanın nakli kararına itiraz edip dava
dosyasının bu konuda karar verilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesini talep etmiştir. İtiraz başvurularını inceleyen 5. Ceza
Dairesince kamu davasının nakli kararının itirazı mümkün kararlardan olmadığı
ve ayrıca davanın nakline karar verilirken Bakanlığın bildirdiği gerekçelerle
bağlı kalınmaksızın resen yapılan araştırmalara göre bir değerlendirme
yapıldığı açıklanmış; başvurucuların itirazı incelenmeksizin ilgili evrak ve
ekleri iade edilmiştir.
50. Davanın nakline karar verilmesinden önce Ali İsmail
Korkmaz'ın yakını olan başvurucular 10/10/2013 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan diğer bazı hak ve özgürlüklerin
yanında Sözleşme'nin 11. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı ile 2. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının somut
olayda ihlal edildiğini ileri sürmüştür (Şehap Korkmaz ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 64200/13, 25/3/2014, § 21). Başvurucular aynı
zamanda özellikle soruşturmayı yürüten yetkili makamların ve mahkemelerin
tarafsız olmadığını, baskıcı bir adli ve idari uygulama bulunduğunu ileri
sürerek somut yargısal sürecin sonucunu beklemenin veya Anayasa Mahkemesine bu
konuyla ilgili olarak bir bireysel başvuruda bulunmanın gerekli olmadığını
iddia etmiştir (Şehap Korkmaz ve diğerleri/Türkiye, § 22).
51. AİHM ise söz konusu bireysel başvuruyu 25/3/2014
tarihinde, Sözleşme'nin 35. maddesi gereğince iç hukuk yollarının tüketilmediği
gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili
kısmı şöyledir:
" ...
21. Başvuranlar, Sözleşme'nin 10. ve 11.
maddelerini ileri sürmekte ve olaylar sırasında, 'baskı ve zorbalığa karsı
direnme hakkına' uzun bir süre boyunca makamlar tarafından güç kullanılarak ve
haksız olarak müdahale edilmesinden şikâyet etmektedirler.
22. Başvuranlar ayrıca, Sözleşme’nin 2,
3, 6, 8, 9 ve 14. maddelerini ileri sürerek, özellikle sorusturmayı yürüten
makamların ve mahkemelerin tarafsız olmaması sebebiyle, baskıcı bir adli ve
idari uygulama bulunduğunu, dolayısıyla söz konusu yargılamaların sonucunu
beklemenin veya başvuru yollarının etkin olmadığı gerekçesiyle Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuruda bulunmanın da gerekli olmadığını iddia
etmektedirler.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
23. Başvuranlar, özellikle Sözleşme’nin
11. ve 2. maddeleri açısından, makamların gösterilere müdahalesinden,
yakınlarının yaşam hakkının ihlal edilmiş olmasından ve söz konusu
yargılamaların etkin bir şekilde yürütülmediğinden şikâyet etmektedirler.
24. Mahkeme öncelikle, başvurunun
esasında bulunan olayların, Haziran 2013 tarihinde meydana geldiğini ve [A.İ.K.]’ın ölümüne ilişkin olarak
sanık polis memuru aleyhinde yürütülen ceza davasının halen derdest olduğunu
tespit etmektedir.
25. Sözleşme tarafından oluşturulan
koruma mekanizmasının, ulusal sistemler için insan haklarının güvencesiyle
ilgili olarak destekleyici bir nitelik teşkil etmesi en öncelikli hususlardan
birisidir. Mahkeme’nin görevi, Sözleşmeci Devletlerin, Sözleşme bağlamında
yükümlülüklerini yerini getirip getirmediğini denetlemektir. Mahkeme, Sözleşme
tarafından ele alınan temel hak ve özgürlüklere, yerel düzeyde riayet edilmesi
ve bu özgürlüklerin korunması görevini yerine getirmesi gereken Sözleşmeci
Devletler yerine kendisini koyamaz ve koymamalıdır. Dolayısıyla bu mekanizmanın
işleyebilmesi için, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralı söz konusu
mekanizmanın kaçınılmaz bir kısmıdır. Devletler, ulusal hukuki düzenlerinde mevcut
durumu düzeltme imkânına sahip olmadan önce, uluslararası bir kuruluş önünde
eylemlerini açıklamak zorunda değillerdir. Dolayısıyla, bir Devlet aleyhinde
yöneltilen şikâyetlerle ilgili olarak, Mahkeme’nin denetim yetkisinden
faydalanmak isteyen kişiler, öncelikle kendi ülkelerinin hukuk sisteminin
sunduğu başvuru yollarını kullanmakla yükümlüdürler. (diğer birçok dava
arasında bk., Demopolous/Türkiye (Kabul Edilebilirlik Hakkında Karar) [BD], No.
46113/99, 3843/02, 13751/02, 13466/03, 10200/04, 14163/04, 19993/04 ve
21819/04, § 69, AİHM–2010, Akdıvar ve diğerleri/Türkiye, 16 Eylül 1996, §§
65-69, Kararlar ve Hükümler Derlemesi 1996‑IV).
26. Somut olayda başvuranların yakınının
ölümüne sebep olan olaylar Haziran 2013 tarihinde meydana gelmiştir. Dolayısıyla
makamların tepki göstermeleri için, bugüne kadar yaklaşık olarak dokuz aylık
bir süre geçmiştir. Bu süreç boyunca, somut olayda yürütülen esas soruşturma,
hiçbir şekilde durdurulmamıştır (bk. 7-20 arasındaki paragraflar).
27. Bazı durumlarda soruşturma süresinin,
Sözlesme’nin 2. maddesinin usul yönü (Nikolova ve Velitchkova/Bulgaristan, No.
7888/03, § 59, 20 Aralık 2007) bakımından veya 13. maddesi açısından bir sorun
teşkil edebileceği doğrudur. Bu sebeple, ne buraya kadar yargılamanın gidişatı
ne de geçen zaman, soruşturmanın erken etkisizlik belirtileri gösterdiği
sonucuna varmaya imkân vermemektedir.
28. Mahkeme ayrıca bu vesileyle, mevcut
davanın bu konuyla direk olarak ilgili olmamasına rağmen, kitle hareketleri
sırasında yapılan polis operasyonlarına ilişkin içtihadını hatırlatmak ister.
Bu yüzden Mahkeme’nin, sadece, etkin olarak güce başvuran Devlet görevlilerinin
eylemlerini değil aynı zamanda görevlileri çevreleyen koşulların tümünü,
özellikle bu konudaki hazırlıklarını ve eylemleri üzerinde sağladıkları
denetimi dikkate alması gerekmektedir. (Makaratzis/Yunanistan [BD], No.
50385/99, §§ 58-59, AİHM 2004-XI). Özellikle kanun uygulayıcılarının, ölümcül
silah kullanımının kesinlikle gerekli olup olmadığını değerlendirebilmeleri
için, sadece ilgili yönetmelikleri takip ederek değil aynı zamanda temel değer
olan insan hayatına riayetin önceliğini dikkate alarak eğitilmeleri
gerekmektedir (bk. Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], No. 23458/02, §§ 244-251 ve
310, AİHM 2011 (özetler) ve Natchova ve diğerleri/Bulgaristan Kararında yer
alan atıflar [BD], No. 43577/98 et 43579/98, § 97, AİHM 2005-VII, ayrıca
'öldürmek için ateş etmek' talimatını alan askeri görevlilerin eğitimine
ilişkin olarak Mahkeme tarafından ileri sürülen eleştiriler için bk. McCann ve
diğerleri/Birlesik Krallık, 27 Eylül 1995, §§ 211-214 Seri A No. 324, ayrıca
bk., mutatis mutandis, Finogenov ve diğerleri/Rusya, No. 18299/03 ve 27311/03,
§§ 217-282, AİHM 2011 (özetler) ve Maiorano ve diğerleri/İtalya, No. 28634/06,
§§ 123-132, 15 Aralık 2009).
29. Mahkeme, bir şahsın ölümüyle
sonuçlanan polis operasyonunun hazırlık ve denetim aşamalarını incelemenin,
somut olayın kendine özgü koşullarında, makamların planlamayla, uygun emirlerin
verilmesiyle ve denetim yapılmasıyla hayati tehlikeyi en aza indirgemek için
istenilen dikkati gösterip göstermediklerini, önlem, araç ve yöntemlerin
seçiminde ihmalkâr davranıp davranmadıklarını değerlendirmek amacıyla önemli
olduğunu hatırlatmaktadır (daha önce anılan McCann ve diğerleri, §§ 194 ve 201,
Andronicou ve Constantinou/Kıbrıs, 9 Ekim 1997, § 181, Derleme 1997-VI,
Moussaïev ve diğerleri/Rusya, No. 57941/00, 58699/00 ve 60403/00, §§ 153-155,
26 Temmuz 2007, ayrıca Mahkeme’nin yaklaşımı için bk. Stanculescu ve
Chitac/Romanya (Kabul Edilebilirlik Hakkında Karar), No. 22555/09 ve 42204/09,
§§ 28-33 ve 71-74, 3 Temmuz 2012, kararda başvuranlar, özellikle cinayet ve
ayaklananların şiddet kullanılarak bastırılmasına ilişkin emirler vermek
suçları sebebiyle mahkûm edilen yüksek askeri rütbeli şahıslardır).
30. Dolayısıyla, mevcut davanın
koşullarına dönülecek olursa Mahkeme, başvuru ile ilgili incelemesini daha
ileriye taşımayacaktır, zira AİHM önüne açıkça erken sunulmuştur. Son olarak,
başvuranların Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruya ilişkin olarak iç hukuk
yollarının tüketilmesi yükümlülüğünden muaf tutulmalarına imkân verecek
herhangi bir unsurun hâlihazırda bulunmadığının da altını çizmek gerekmektedir
(Uzun/Türkiye (Kabul Edilebilirlik Hakkında Karar), No. 10755/13, §§ 68- 71, 30
Nisan 2013).
31. Bununla birlikte, şayet ulusal
yargılamalar, içtihatlar anlamında yürütülme biçimleri ve süreleri açısından
etkisiz bulundukları noktada, herhangi bir netice vermemişse, başvuranların
öngörülen sürelerde Mahkeme’ye yeniden başvurmalarına izin verilmektedir (soruşturma
konusu hakkında bazı şartlar için bk. Daha önce anılan Nikolova ve Velitchkova,
§ 59, Yabansu ve diğerleri/Türkiye, No. 43903/09, § 110, 12 Kasım 2013).
32. Dolayısıyla, Sözleşme’nin 35.
maddesinin 1. fıkrasının gerektirdiği şekilde, iç hukuk yollarının
tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermek
uygundur.
... "
52. Başvurucu Şehap Korkmaz, Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunma gerekliliğinin somut olayda söz konusu olmadığını ileri
sürerek diğer başvurucular ile birlikte AİHM'e başvuruda bulunmasının yanında
AİHM'in başvuru hakkında bir karar vermesinden önce Anayasa Mahkemesine (Şehap
Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014) bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvurucu 12/12/2013 tarihli başvurusunda oğlunun yaşamını yitirmesiyle
sonuçlanan olayla ilgili kamu davasının olayın meydana geldiği yerden başka
yere nakledilmesinin, davanın nakli ile ilgili hukuki düzenlemelerin ve bu
kapsamda somut yargısal sürecin adil yargılanma ile etkili başvuru haklarını
ihlal ettiğini iddia etmiştir. Başvurudaki şikâyet ve olay ile olguları dikkate
aldığını belirterek yaşam hakkı kapsamında bir inceleme yapan Anayasa
Mahkemesi, başvuru yollarının tüketilmemiş olması gerekçesi ile 23/7/2014
tarihinde başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Söz konusu kararın gerekçesinin
ilgili kısmı şöyledir:
" ...
25. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
26.
Kişinin yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan,
devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra
bireylerin yaşam hakkını, kamusal makamların, diğer bireylerin ve kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51)
27.
Anayasa’nın 17. maddesi,
Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının
gerçekleştiği durumlarda Devlete, öncelikle elindeki tüm imkânları kullanarak,
yaşam hakkını koruma esas yükümlülüğünü vermektedir (B. No: 2012/752,
17/9/2013, § 52, 53).
28.
Devletin yaşam hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin ayrıca usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul
yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmalarını sağlayacak etkili bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu kapsamada yapılan soruşturmanın temel amacı, yaşam
hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve
sorumluların, yaşam hakkının ihlali nedeniyle hesap vermelerini sağlamaktır (B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 54).
29.
Aralarında kolluk
görevlilerinin de olduğu iddia edilen bir grup tarafından başvurucunun oğlunun
darp edilmesinden sonra hayatını kaybetmesi üzerine, Devletin sorumluların
belirlenmesi ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek etkili bir soruşturma
yürütme sorumluluğunun doğduğu açıktır.
30.
Başvurucu, davanın kamu
güvenliği gerekçesiyle yetkili mahkemenin bulunduğu yerden başka bir yere
nakline karar verilmesi nedeniyle, yargılamanın adil ve etkili biçimde
yürütülemeyeceğini, kamu görevlileriyle ilgili bir davanın nakline ilişkin
kararın Adalet Bakanlığının başvurusu üzerine verilmesinin yargılama makamının
tarafsızlığına ve bağımsızlığına gölge düşürdüğünü belirtmektedir.
31.
Bu kapsamda yargılamanın
adil ve etkili bir biçimde yürütülemeyeceği, yargılama makamının
tarafsızlığının ve bağımsızlığının zedelendiği yönündeki iddiaların adil ve
etkili bir yargılama yapılamayacağına ilişkin endişeleri yansıttığı
görülmektedir. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüğünün usuli yönüne ilişkin
davada, yargılamanın adil, etkili ve tarafların katılımına açık bir biçimde
yürütülüp yürütülmediğinin değerlendirilebilmesi için öncelikle ve kural olarak
yargılama sürecinin sonuçlanması gerekir.
32.
Başvuru konusu olayla
ilgili AİHM kararında, AİHS’de yer alan temel hak ve hürriyetlere saygının ve
korumanın taraf devletlere ait olduğu, temel hak ve hürriyetlerle ilgili ulusal
hukuk sisteminin koruma mekanizmalarının öncelikle işletilmesi gerektiği
belirtilerek, olayla ilgili yürütülen soruşturmanın ulusal makamlarca
durdurulmadığı, geçen süre ve yargılamanın seyrinin, soruşturmanın etkisiz
kabul edilmesine neden olacak belirtiler göstermediği ifade edilmektedir (Şehap
Korkmaz ve diğerleri/Türkiye, § 25-27) AİHM’nin anılan kararından itibaren yaklaşık
dört aylık bir sürenin geçtiği görülmektedir. Bu süre zarfında dava şartlarında
AİHM kararında ulaşılan sonuçtan farklı bir sonuca ulaşılmasını gerektirecek
bir değişiklik olmamıştır.
33.
Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir hukuk yoludur. Bu nedenle, ihlal
iddialarına ilişkin olarak öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi
gerekmekte olup, ancak somut koşullar itibarıyla başvuru yollarının
tüketilmesinin yarar sağlamayacağı veya etkili olmadığının anlaşılması halinde
başvuru incelenebilir.
34.
Başvurucunun oğlunun
10/7/2013 tarihinde yaşamını yitirmesi sonrasında yürütülen soruşturma sonunda
9/9/2013 tarihli iddianameyle sanıklar hakkında kamu davasının açıldığı, kamu
güvenliği gerekçesiyle davanın nakline karar verilmesi üzerine 13/11/2013
tarihinde dosyanın Kayseri Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, bazı sanıkların
tutuklu olduğu davanın ilk derece mahkemesinde derdest olduğu anlaşılmaktadır.
35.
Bu aşamaya kadar geçen
süre ve bu sürede soruşturma ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate
alındığında, kamu davasının nakline ilişkin süreç de dahil olmak üzere yaşam
hakkını koruyan hukukun etkisiz olduğunu ve olağan başvuru yollarının
tüketilmesinin yarar sağlamayacağını kabul etmek mümkün değildir.
..."
53. Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesince nakline karar
verilen kamu davası, Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi)
nezdinde görülmüştür. Dava dosyasına, Cumhuriyet Başsavcılığınca ölüm sebebinin
belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu Başkanlığına yazılan yazı cevabı ile
Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesince silinen kamera kayıtları için TÜBİTAK'a
yazılan yazı cevapları sunulmuştur.
54. Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulunun
30/11/2013 tarihli ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulunun 26/6/2014 tarihli
raporlarından, Ali İsmail Korkmaz'ın götürüldüğü hastanede yapılan muayenesinde
sağ omzunun arka kısmı, sırtı -yaygın olmak üzere-, sol omzunun arka kısmı,
sol kolu, sağ bel bölgesi ile sağ elinin dış yanında ekimozlar, sağ ischiumda
ile sol bacağının iç yanında abrazyonlar, sağ frontalde ve paryetalde
palpasyonla (elle muayene) hassasiyet, sağ temporoparietalde sıyrık
ve ödem, çekilen grafilerde sağ ramus mandibulada (alt çene kemiğinin
arka ve yukarı yükselen kısmı) fraktür, sağ skapula korpusunda
fraktür, sol paryetalde subaraknoidal kanama, akut
subdural hematom, sol temporalde parankimal hematom tespit
edildiği, darba bağlı yaralanma ile ölüm arasında nedensellik bağının
bulunduğu, öte yandan Ali İsmail Korkmaz'ın kalp damar ve kapak hastalığına
bağlı olarak ilaçlar kullandığı ve hastaneye götürüldüğünde kan değerinin (INR
testi değeri) yüksek olduğu dikkate alındığında kullandığı ilaçların darp
sonucu meydana gelen beyin kanaması oluşumunu kolaylaştırıcı ve kanamayı
artırıcı etkileri nedeniyle ölümün meydana gelmesinde tesirleri olduğunun
belirtildiği anlaşılmıştır.
55. TÜBİTAK tarafından 25/7/2014 tarihinde hazırlanan
analiz raporunda; ekmek fırınının güvenlik kamerası görüntülerinin yansıdığı
cihaz üzerindeki zaman bilgilerine göre 2/6/2013 tarihinde saat 23.48.47 ile
23.48.58 arasında meydana gelen darp, darbeden kişilerle darbedilen
kişinin iyileştirilmiş görüntüleri ile aynı gün saat 23.57 ile 23.59 arasında
meydana gelen darp, darbeden kişiler ile darba maruz kalan kişinin
iyileştirilmiş görüntülerinin tespit edildiği, cihaz üzerindeki zaman
bilgilerine göre 6/6/2013 tarihinde saat 19.02.40, aynı gün saat 19.03.02,
21/6/2013 tarihinde saat 14.54.54 ve 22/6/2013 tarihinde saat 14.21.37'de olmak
üzere toplam dört kez sürücüleri temizleme (görüntü silme) işlemlerinin
yapıldığının belirlendiği açıklanmıştır.
56. TÜBİTAK'ın gönderdiği görüntüler 9/10/2014
tarihinde gerçekleştirilen celsede Ağır Ceza Mahkemesi Heyetince izlenmiştir.
Ağır Ceza Mahkemesinin görüntülere dayanarak dava sonucunda ulaştığı
kabule göre olayın başlangıcı ve seyri şöyledir: "Ali İsmail Korkmaz
polisin göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su ile müdahalesinden kaçarak sokağa
girdiği sırada, polis memuru Y.A. önde diğer memur M.S. arkada olacak şekilde
peşinden koşmuşlardır. İ.K., R.K., M.V. ile E.H. kendilerine doğru koşmakta
olan Ali İsmail Korkmaz'ın, oldukları yere gelmesini bir süre bekledikten sonra
E.H. çelme/tekme atarak yoldaki duvara sıkıştırıp yere düşmesini sağlamıştır.
İ.K., R.K. ve M.V. ile hemen ölenin peşinden gelen Y.A. ve M.S., burada Ali
İsmail Korkmaz'ı darp etmeye başlamışlardır. Y.A.nın elinde cop da vardır. Adı
geçenler bu darp sırasında Ali İsmail Korkmaz'ın kafa, omuz, sırt, kol ve bacak
bölgelerine tekme atmış, cop ve elleriyle vurmuşlar, ardından düştüğü yerde
bırakarak uzaklaşmışlardır. Bir süre sonra M.S. geri dönerek bu kez oturur
vaziyetteki Ali İsmail Korkmaz'ı tekmelemiş, tekmeleri Ali İsmail Korkmaz'ın
göğüs ve kafasına isabet etmiştir. Ali İsmail Korkmaz önce darbelerin etkisiyle
bir süre afallamış, ardından ayağa kalkarak olay yerinden
uzaklaşabilmiştir."
57. Celsede hazır bulunan başvurucu Gürkan Korkmaz,
görüntülerde darbedildiği görülen kişinin kardeşi Ali İsmail Korkmaz olduğunu
söylemiştir.
58. Sanıklar, görüntülerde darbedildiği görülen kişinin
Ali İsmail Korkmaz olmadığını savunmuştur. Ali İsmail Korkmaz'ın hastaneye
başvurusu sırasında yaralanmasına eşya taşırken merdivenden düşmesini gerekçe
göstermesi sanıkların bu savunmasının temel argümanı olmuştur. Sanıklar
kovuşturmaya sunulan bu konudaki uzman raporlarını ve değerlendirmelerini
reddetmiş, yeniden ve gerekirse yurt dışından rapor alınmasını talep etmiştir.
Sanıklar görüntülerde darbedildiği görülen kişinin Ali İsmail Korkmaz olmadığı
konusunda ısrarcıdır.
59. Ali İsmail Korkmaz'ın kullandığı mobil telefonun HTS
kayıtları incelenmiş, telefonun olay günü ve saatinde olay yerinde sinyal
verdiği anlaşılmıştır.
60. Ağır Ceza Mahkemesi bu konuda daha önce soruşturmada
bilgi veren görgü tanığı S.B.Y.yi dinlemiştir. Adı geçen, bu ifadesinde önceki
anlatımında olduğu gibi olay günü saat 23.57 ve devamında darbedildiği
görüntülerde görülen kişinin Ali İsmail Korkmaz olduğunu doğrulayan
anlatımlarda bulunmuştur. S.B.Y.nin 12/5/2014 tarihinde verdiği bu ifadesinin
ilgili kısmı şöyledir:
" ...Yunus Emre Caddesine bakan
ara sokakta eski Şekerbank'ın orada protestocuların polislerle çatışma halinde
olduğunu gördük, olayı daha yakından izlemek için biraz daha yaklaştık, bir
müddet sonra çevik kuvvet atağa geçti, Toma ile birlikte barikatı yıktı, grup dağıldı,
grupla birlikte ben de kaçtım, olayla hiçbir alakası olmayan iki üç tane
vatandaş, onları da hiçbir şekilde tanımam etmem onların yanına gittim. Onlarla
birlikte ara sokaklarda dolaştık, AKP binasının geçtikten sonra bir dört yol
ağzı var, orada şarküteri var, Yunus emre caddesini kesen bir caddeydi, bir
müddet beklemeye koyuldum, eve gitmek istiyordum ama kendime güvenli bir yol
aradım, bir müddet düşündüm, kapalı pazar hizasına yöneldim, yöneldikten sonra
bir sokakta iki sarhoşun yalpalayarak yürüdüğünü gördüm ve sakınca olmadığını
düşünerek arkalarından gittim, kapalı pazarı da geçtikten sola döndüm, fırının
olduğu kısma vardım, önümde yaşlı bir çiftte vardı, o sokakta polislerin ve
fırın esnafının orada olduğunu gördüm, biber gazı atılmıştı, çevik kuvvet atağa
geçtikten sonra biber gazı atmıştı, gözüm yanıyordu, ben de yaşlı çiftle
birlikte fırının içine girdim. Gazın etkisinin geçmesi için fırında beklemeye
koyuldum, fırında iki polis vardı, diğer polisi tam hatırlayamıyorum ama biri
bıyıklı idi, bir polis oturur vaziyette elinde jop vardı, bir müddet ben
fırının içinde bekledim, o esnada sanırım polisler dışarıya çıkmıştı, ben yine
fırında 10-15 dakika bekledim, bekledikten sonra gazın etkisi geçmiştir diye
dışarı çıktım, dışarı çıktığımda yüzümün yandığını fark ettim, gazın etkisi
geçmemişti, kısa ara sokağa yöneldim, telefonla internete girmeye çalışıyordum,
neler olup bittiğini öğrenmek için internete girmeye çalışıyordum. Tam o esnada
bir göstericinin yakalandığını gördüm yapmayın etmeyin diye bağırtı duydum, çok
geçmeden iki polisin bir göstericiyi iki kolundan tutup kapalı pazar tarafına
götürdüğünü gördüm polislerden birinin adı [S.B.] dı internetten
öğrendim, diğeri hatırlayamıyorum, diğer polisin kim olduğunu, sonradan
internette hem resmini ve ismini öğrendim, yakaladıkları kişinin yüzünde maske
vardı, yüzünü teşhis edemedim, bacak kısmına vurduklarını gördüm, kapalı pazar
tarafına götürüp darp etmeye başladılar, iki polisin yanında [S.K.] ta
vardı, elinde odun tutan şahıs, darp ettikleri şahısa [S.K.] ta vurmaya
başladı, darp ettikleri şahıs yere çökünce polisler vurmayı bıraktı, [S.K.]
darp etmeye devam etti, ardından darp edilen şahıs ani bir atakla oradan kaçtı,
polisler ve [S.K.] fırının olduğu yere geldiler, ben de fırının olduğu
yere geldim efendim, tekrar bir müddet bekleye koyuldum, bahsettiğim
göstericiyi götüren iki polis fırında gördüğüm polislerin dışındaki başka
polislerdi, ben tekrar fırının önüne gelmeye başladım, diğer polislerde ve [S.K.]'ta
fırının önünde durmaya başladı, bir müddet bekledim eve gitmeye koyuldum,
tekrar gaz saldırısı başladı, gaz bombası saldırı başladığı için ben evime
gidemedim, bir müddet yine aynı sokakta bekledim ve sokağa giren sarışın uzun
boylu bir çocuk vardı, bu çocuk [S.K.] tarafından darp edildi, darp
edilen şahıs ben su almaya geldim vurmayın lütfen diye bağırdığını duydum. [S.K.]
nın yardım etme bahanesiyle kendisini yakalayıp ardından kendisini darp
ettiğine şahit oldum, ardından darp edilen şahıs [S.K.] tarafından
bırakıldı ve benim bulunduğum kısma doğru koşmaya başladı ve gözden kayboldu
ara sokakta, ben tekrar beklemeye koyuldum, bir müddet bekledim, bir müddet
sonra eve gitmeye koyuldum, orada bulunan kimdi hatırlayamıyorum ama birisine
sordum nereden gidebilirim diye hangi yolu kullanabilirim diye sordum, bana hiç
bir sıkıntı olmadığını söylediler ve ben de [A.İ.K.] 'ın girdiği
sokaktan Asarcıklı caddesine doğru çıkmaya başladım, eski otogarın tam cepheden
gören bir girişi vardı, tam gitmeye koyulurken [S.K.] pasajın girişinde
ben ilerlerken ben çıkarken sen geriye kaç diye söylediğini duydum, bu sözü
söyledikten sonra [A.İ.K.] ile arkasında internetten ismini haber
sitelerinden öğrendiğim Doğukan Bilir'in sokağa girdiğini, [A.İ.K.]
sokağa girmeden önce internetten ismini öğrendiğim H... isimli bıyıklı polis ve
yanında gaz maskeli birisinin olduğunu gördüm, ismini söylediğim polislerde
sokağın başında ara sıra pusuya yatıyorlardı, [A.İ.K.] sokağa girdiğinde
H... isimli polis ve gaz maskeli polis tarafından yakalanmaya çalışıldı, ancak
yakalanamadı, onlar Doğukan Bilir'i yakaladılar ve darp etmeye başladılar,
hangisinin darp ettiğinin tam göremedim ama orada darp edildi, ardından [A.İ.K.]
'ın benim bulunduğum kısma koştuğunu gördüm, ben ters istikamete doğru koştum,
fırının tam karşısında bir kapı vardı oraya doğru sığındım, beni görüp
korkmasını istemedim, polisler ve esnafların beni görüp 'tut şunu yakala şunu'
tarzında söz söylemesinden çekindim ve saklandım, olayı bizzat kapı ucundan
görebiliyordum, [A.İ.K.] koştuğunda bizzat fırıncı esnafı tarafından
yakalandı, fırıncı esnafı fırının dışında idi, fırın çalışanları fırın içinde
ekmek yapmakla meşgullerdi, [A.İ.K.] ilk fırıncılar tarafından önleri
kesildiğinde kepenklere doğru hamle yaptı, [A.İ.K.] fırıncıların oraya
koşmaya başladı, fırıncılar tarafından önünü kesti, [A.İ.K.] ani atakla
kaldırıma çıktı, orada bir fırıncı tarafından kepenklere doğru itildi, çelme
takıldı diye biliyorum [A.İ.K.] orada dengesini kayıp etti, dengesini
kayıp edip düştükten sonra oradaki herkes tarafından darp edilmeye başlandı,
sokağın uç tarafında giriş kısmından bir polisin geldiğini gördüm, elinde copla
geldiğini gördüm, uzun boylu, kır saçlı, saçları omzuna değer vaziyette idi,
elinde cop olduğundan polis olduğunu anladım, fırıncı esnafı bahsettiğim uzun
saçlı polis ve sonradan ismini internet aracılığı ile öğrendiğim [M.S.]
tarafından darp edildiğini gördüm, ardından [A.İ.K.] tekmelerle darp
edilmeye başlandı, sırtına ve kafasına sayısız darbeler aldı, yüzüne defalarca
darbe vuruldu, ardından aldığı bir tekmenin darbesiyle kafasını kaldırım taşına
vurdu ve orada bilincini kayıp etti, bilincini kaybettikten sonra sığındığım
kısımdan [A.İ.K.] 'ın yüzüne iyice baktım, sakallı olduğunu gördüm,
yüzünü hafızama kazıdım, gözleri kapalı idi, ardından ben kapıdan sığındığım
kısımdan çıktım, bir müddet sonra [A.İ.K.] 'ın yavaş yavaş kendine
geldiğini gördüm, kendine geldiğini gördükten sonra kendisine baktım ama bir
şey yapamadım, ardından diğer polisler ve esnafa göz ucuyla baktım bana
baktıklarını fark ettim, orada öylece kala kala kaldım, onun dışında
[A.İ.K.] kendine geldiğinde yerdeydi, oturur vaziyette idi, [M.S.]
tarafından tekrar darp edildi, morluklar vardı, şiddetli darbeler aldığını
gördüm, [A.İ.K.]' ın orada ikinci kez [M.S.] tarafından darp
edildiğini gördüm, kafasına özellikle çok sert darbeler aldı sesini
duyabiliyordum, tekme tokat ile kafasını vurulduğunu gördüm, ardından [A.İ.K.]
ani bir hareketle kaçıp kurtuldu, sokağın ucuna gittiğinde ise kamera
kayıtlarında bu yoktur efendim, sokağın ucunda pusuya yatan iki polis birisi
H... isimli iki polis tarafından tekrar [A.İ.K.] darp edildi, H...
isimli polis ve diğer yanında gaz maskeli olan polis tarafından bacaklarına
vurulduğunu gördüm, ardından bulunduğum kısımdan sokağın ucunda pusuya yatan
polisler tarafından çevirin bunu çevirin sözlerini söylediklerini duydum,
[A.İ.K.] üçüncü kez darp edilişinde sokağın sol tarafından dönüp gözden
kayboldu, ben o esnada bir müddet daha sokakta bekledim,evime gitmek için bir
müddet daha bekledim, bir müddet bekledikten sonra polislerin çevik kuvvetin
hatırlamadığım kadar çünkü çok fazla polis girmişti sokağa, onların sokağa
girip yanılmıyorsam dağıtmak için sokağa girdiklerini gördüm, üniformalı çevik
kuvvet kıyafetli polisin, [S.K.]'a 'başımıza iş açacaksın' dediğini
duydum, hangi polisin söylediğini bilmiyorum, o polisi ilk defa görmüştüm,
sonra oradan ayrıldım eve gittim, bildiklerim ve gördüklerim bundan ibarettir."
61. Sanıklar, tanığın gösteriye katılmış olması nedeniyle
tarafsız olamayacağını ileri sürerek anlatımlarına itibar edilemeyeceğini
savunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi, gösteriye katılmanın bu konudaki güvenirliği
sorgulamak ve dolayısıyla anlatımlara itibar etmemek için başlı başına yeterli
bir sebep olamayacağını değerlendirmiştir.
62. Ağır Ceza Mahkemesi; görüntülerdeki darbedilen
kişinin Ali İsmail Korkmaz olduğunun görgü tanığı tarafından doğrulanmasını,
TÜBİTAK tarafından incelenip duruşma salonunda izlenen görüntüleri, Ali İsmail
Korkmaz'ın karakolda verdiği ifadesi ile meydana gelen yaralanmalarının örtüşüyor
olmasını, Ali İsmail Korkmaz'ın hastaneye başvurusunda yaralanmasına farklı
gerekçe sunma nedeninin hakkında bir soruşturma başlatılması endişesi
olabileceğini ve üniversitede öğretmenlik eğitimi alması nedeniyle hakkında bir
soruşturma başlatılmasından çekinmesinin hayatın olağan akışına uygun olmasını
gözeterek darbedilen kişinin Ali İsmail Korkmaz olduğuna kanaat getirdiğini
açıklamıştır. Mahkeme, bu nedenle sanıkların olayın görüntülerinin başka
bilirkişilerce yeniden incelenmesi taleplerini tümüyle reddetmiştir.
63. Başvurucular 3/2/2014 tarihinde başlatılıp 21/1/2015
tarihinde sona erdirilen söz konusu kovuşturmanın her bir oturumuna
vekilleriyle katılarak şikâyetlerini ve delillerini sunabilmiştir. Kovuşturmada
duruşma safahatında farklı tarihlerde toplamda yedi oturum
gerçekleştirilmiştir. Kovuşturmada başvurucuları Eskişehir, Ankara, Hatay gibi
farklı şehirlerin barolarında kayıtlı çok sayıdaki avukat, vekilleri olarak
temsil edebilmiştir. Başvurucular ile vekilleri bu oturumlarda sanıkların savunmalarına,
sanık müdafileri ile iddia makamının talep ve görüşlerine, soruşturma ve
kovuşturma aşamalarında dinlenen tanık ifadelerine, okunan ilgili belgelere ve
bilirkişi raporları ile görüşlerine karşı diyeceklerini bildirip itirazlarını
ileri sürebilmiştir. Kovuşturmaya Gezi Parkı olaylarında yaşamını
yitiren başka bir kişinin birinci derecede yakın akrabası, diğer kişiler,
farklı barolar ile bazı dernekler de katılma talebinde bulunmuş ancak bu
talepleri kovuşturmaya konu suçtan doğrudan zarar görmedikleri
gerekçesiyle Mahkemece reddedilmiştir.
64. Kovuşturmada delillerin toplanıp tartışılması
aşamasının sonlandırılmasının ardından Başsavcılık, esas hakkındaki mütalaasını
açıklamıştır. Bu mütalaaya göre sanık M.S. diğer sanıklarla birlikte yaralama kastı
ile hareket ettikten sonra Ali İsmail Korkmaz'ı öldürmeye ilişkin yenilenen
kasıt ile hareket ettiği içinM.S.nin diğerlerinden farklı olarak kasten
insan öldürme suçundan cezalandırılması gerekmektedir.
65. Sanık M.S. iddia makamının esas hakkındaki mütalaasını
açıklamasından sonra yaptığı son savunmada; hatırlamadığı üst düzey
amirlerinden göstericileri gözaltına almayıp sadece dağıtıp uzaklaştırma
talimatını aldıklarını, bu durumda kendi inisiyatifiyle bir gözaltı işlemini
gerçekleştiremeyeceğini, görevlerinin daha önce ifade ettikleri gibi Çevik
Kuvvetin arkasında onların yapacakları gözaltı işlemlerine yardımcı olmak
olduğunu fakat amirlerince olayın gerçekleştiği sokağa yönlendirilerek sokağa
kimsenin sokulmaması konusunda da emir aldıklarını, ülkenin en üst düzey
yöneticilerinin Gezi Parkı olaylarını Hükûmete karşı bir darbe girişimi
olarak nitelendirdiklerini, bu olaylar eğer bir darbe girişimi ise kendisinin
de darbe girişiminin bastırılmasında görev almış olduğunu ve herhangi birini
öldürme kastıyla hareket etmeyip sadece kendisine ne emir verilmişse onu yerine
getirdiğini söylemiştir. M.S., savunmasında; görüntülerde darbedildiği görülen
kişinin Ali İsmail Korkmaz olmadığını bir kez daha ifade etmiştir. Sanık
müdafii de sanığın bu savunmaları doğrultusunda açıklamalarda bulunarak polis
amirlerinin, Eskişehir valisi ile içişleri bakanı dâhil üst düzey bazı kamu
görevlilerinin kovuşturmaya dâhil edilmesi/kovuşturmada dinlenilmesi
gerektiğini ileri sürüp bu yönde talepte bulunmuştur.
66. Ağır Ceza Mahkemesi 21/1/2015 tarihinde sona erdiğini
açıkladığı kovuşturmada M.S., Y.A., İ.K., R.K. ve M.V.nin kasten yaralama
sonucu ölüme neden olma suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Ağır Ceza
Mahkemesi, sanıkların kastının yaralama olduğu, kastedilmeyen ölümün olayda
gerçekleştiği kanaatindedir. Ölüm neticesi dikkate alınarak belirlenen temel
cezalar sonucunda takdirî indirim de uygulanarak M.S. 10 yıl 10 ay, Y.A. 10
yıl, diğer sanıkların her biri ise 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
Ağır Ceza Mahkemesi E.H.nin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçuna
yardımdan neticeten 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, Ş.G. ile
H.E.nin ise beraatine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, cezalandırdığı
sanıklar hakkında takdirî indirim yönünden yaptığı değerlendirmede
duruşmalardaki saygılı davranışları ile cezaların gelecekleri üzerindeki olası
etkilerini gözönüne aldığını açıklamış; sanıkların kasten işlediği suçlardan
dolayı hapis cezasının mahkûmiyetinin yasal bir sonucu olarak sürekli, süreli
veya geçici kamu görevi üstlenmesinden bu kapsamda atamaya veya seçime tabi
memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmek dâhil belli hakları kullanmaktan
cezalarının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmalarına karar vermiştir.
Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca M.S., İ.K. ile R.K.nın tutukluluk hâllerinin
devamına, Y.A.nın hüküm ile birlikte (hükmen) tutuklanmasına, E.H.nin ise
hakkında verilen hapis cezasının miktarı ve tutuklulukta kaldığı süre dikkate
alarak tahliyesine karar vermiştir. Hüküm gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
" ...
Buna göre; kamuoyunda 'Gezi Parkı
Eylemleri' olarak bilinen eyleme yanında arkadaşı tanık [T.G.] olduğu halde katılan maktul [A.İ.K.]'ın
kolluk güçlerince eylemcilere yönelik yapılan müdahalenin ardından Eskişehir
Yunus Emre Caddesi üzerinde yapılan müdahaleden kaçarak aynı yer Kurtuluş
Mahallesi, Sanayi Sokağa girdiği, polis memurları sanıklardan [Y.A.] 'un
önde, [M.S.]'ın ise arkada olacak şekilde [A.İ.K.]'nın peşinden
koştukları, birbirlerini akraba - tanıdık olmaları nedeniyle tanıdıkları
anlaşılan sanıklar [İ.K.], [R.K.] ve [M.V.] ile o sırada
sokakta bulunan diğer sanık [E.H.]'ın o sırada maktulün koştuğu sokakta
bulundukları, ilk olarak sanık [E.H.] 'ın kendilerine doğru ve duvara
yakın koşan maktule çelme-tekme atarak duvara sıkıştırıp düşmesini sağladığı,
sanıklar [İ.K.], [M.V.] ve [R.K.] nın hemen peşinden
maktulün bulunduğu yere gelen polis memuru sanıklar [M.S.] ve [Y.A.]
nın maktulü darp etmeye başladıkları, sanık [Y.A.] 'un elinde cop
olduğu, yerde yatan maktulün kafa, omuz, sırt, kol ve bacak bölgelerine tekme,
cop ve elleriyle vurarak yaraladıkları, bir ara sanıkların maktulü düştüğü
yerde bırakarak yanından uzaklaştıkları, sanık beyanlarına göre darp sonrası
yerde kalan maktulün sanıklara hakaretlerde bulunması üzerine bu kez sanık [M.S.]'ın
geri dönerek maktulün yanına geldiği, oturur halde yerde bulunan maktule birden
çok kez göğüs ve baş kısmına gelecek şekilde tekme ile vurarak ayrıldığı, bir
süre yerde yatan maktulün sendelediği ve ardından ayağa kalkarak olay yerinden
uzaklaştığı, bu suretle sanıklar [M.S.], [Y.A.], [İ.K.], [M.V.],
[R.K.] ve [E.H.]'ın maktule yönelik eylemlerinin sabit olup,
sanıkların sabit olan eylemlerinden dolayı cezalandırılmalarına karar vermek
gerektiği, diğer polis memuru sanıklar [Ş.G] ve [H.E.] in ise;
maktule yönelik herhangi bir eylemlerinin sabit olmadığı, sonuç ve kanaatine
varılmıştır.
...
Sanıklar [M.S.], [Y.A.], [İ.K.],
[M.V.], [R.K.] ve [E.H.]'ın, TÜBİTAK tarafından
iyileştirilen görüntülerde tam ve net olarak teşhisleri mümkün olmuş ise de;
olayın aniden gelişmiş olup 23:57:50 -23:59:05 saat aralığında gerçekleşmiş
olması, sanıkların hep birlikte maktulü bulunduğu yerde, maktul yerde,
kendilerinin sırtlarının kameraya dönük olup, maktulün görünmüyor olması,
maktulün olay yerinde darp edildiği sırada tespit edilen güvenlik kamerası
görüntülerinin ortamdaki ışık şiddetinin yetersizliği, çözünürlüğünün düşük
olması, kamera ile olay yeri arasındaki mesafenin uzak olması, kamera yerleşim
açısı karşısında, her ne kadar başlangıçta sanık [E.H.] 'ın maktule
yönelik çelme takmak veya tekme atmak şeklinde gerçekleşen eylemi devamında
olay yerinde durduğu ve başkaca bir hareketi tespit edilememiş ise de; diğer
sanıkların başlangıçta hangisinin maktulün vücudunun hangi bölgesine vurduğunun
belirlenemediği, sadece sanıklar çekildikten sonra sanık [M.S.]'ın
yeniden maktulün üzerine giderek maktulü omuz ve baş bölgesinden darp ettiğinin
anlaşıldığı, buna göre maktulün vücudunun muhtelif yerlerinde meydana gelen
yaralanmaların hangi sanığın eylemi sonucu gerçekleştiği tam olarak
belirlenememiş ise de; sanıklar [M.S.], [Y.A.], [İ.K.], [M.V.],
[R.K.] ve [E.H.]'ın maktulü darp ettikleri sabit görülmüştür.
Somut olay bu şekilde belirlendikten
sonra sanıkların hukuksal durumlarının değerlendirilmesine gelindiğinde;
bilindiği üzere yaşam hakkı insan olmanın ve dolayısıyla insan olma nedeniyle
sahip olunan diğer tüm temel hakların kullanabilmesinin zorunlu şartıdır.
Herkesin yaşam hakkına sahip olduğunu
belirten Anayasa'nın 17/1 ve AİHS'nin 2. maddesi Devlete yaşama hakkını koruma
ve öldürme fiillerini cezalandırma yükümlülüklerini yüklemektedir. Bu itibarla
hayat hakkı ceza hukuku koruması altına alınan asli hukuksal değerlerdendir...
Yaşama hakkının korunması toplumsal
açıdan da önemlidir. Devletin en önemli görevlerinden biri, bireylerin temel
hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Özellikle yaşama hakkı yönünden
pozitif yükümlülükler ön plana çıkar. Keza toplumda bireylerin hayatının,
devletin koruması altında olduğu yolundaki güven duygusunun da korunması
şarttır. Bir toplumda bireylerin can güvenliklerinden emin olmaları onların
özgürlüklerini idrak edebilmelerinin önemli anahtarlarındandır...
Kasten yaralama suçunda korunan hukuksal
yarar ise kişilerin vücut bütünlüğü, bedenen şiddet ifade eden muamelelerden
korunması hususundaki hakları, bedeni, ruhi ve akli sağlıklarını koruma
hakları, acı hissetmeme ve vücudun dış görünüşünü koruma, kötü muameleden azade
olma haklarıdır. ...Aynı şekilde kişilerin ölüm sonucunu doğurmayan vücut
dokunulmazlıkları, beden ve ruh sağlıkları da güvence altındadır.
...
765 sayılı TCK'da objektif sorumluluk
esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe
giren 5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu,
'yasada tanımlanmış bir haksızlık' olarak öngören yeni suç teorisinde, bir
hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her koşulda sorumlu
tutulmamakta, bir başka anlatımla 'kusursuz sorumluluk' terkedilmiş olmaktadır.
... 765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da
haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani
netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir.
5237 sayılı TCK'nun 'netice sebebiyle
ağırlaşmış suç' başlıklı 23. maddesi '(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır
veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan
dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle
hareket etmesi gerekir' şeklindedir. Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir
eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi
halinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle
hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden
taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının
doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden
sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Nitekim TCK'nun 23. maddesinin
gerekçesinde de; 'Kişi suç teşkil eden bir fiili işlerken, kastettiği neticeden
daha ağır veya başka bir netice gerçekleşmiş olabilir. Bu gibi durumlarda
netice sebebiyle ağırlaşmış suç söz konusudur. Örneğin, basit yaralamada
bulunulmak istenirken, kişi görme, işitme yeteneğini yitirmiş olabilir.
Yaralama fiili gerçekleştirilirken, genellikle bunun sonucunda ağır bir
neticenin meydana gelebileceği düşünülür. Örneğin gözün, kulağın üzerine sert
bir biçimde vuran kişi, bu yumruk neticesinde mağdurun görme veya işitme
yeteneğini yitirebileceği olasılığını göz önünde bulundurur. Ağır neticenin
ortaya çıkacağının bu şekilde öngörüldüğü durumlarda, meydana gelen ağır netice
açısından fail olası kastla hareket etmektedir. Madde metnindeki düzenlemeyle,
meydana gelen ağır netice açısından kişinin sorumlu tutulabilmesi için, söz
konusu neticeye ilişkin olarak en azından taksir dolayısıyla kusurlu bulunması
gerekmektedir. Bu hükümle, meydana gelen kastedilenden başka ve ağır netice
açısından sorumluluğun, kusura dayalı bir sorumluluk olması sağlanmak
istenmiştir' şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış
suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek
olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu
kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin
hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup,
gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır.
Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda
suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır
bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç
niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. ...
5237 sayılı TCK'nun 23. maddesinde
düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın,
özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nun
87. maddenin 4. fıkrasına göre, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCK'nun
86. maddesinin 1. veya 3. fıkraları kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da
ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak koşuluyla faile
belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir.
...
Buna göre, fail mağduru yaralamak
amacıyla hareket etmeli, mağdurun yaralanacağını bilmeli ve bu sonucu
istemelidir. Bununla birlikte fail mağdurun yaralanmasını değil de, ölmesini
istemiş ve ölüm meydana gelmiş ise kasten adam öldürmeden; mağdurun ölebileceğini
öngörmesine karşın olursa olsun diyerek bu sonucu göze almış ve kabullenmiş
ise, bu durumda da neticesi sebebiyle ağırlaşan suçtan değil, olası kastla adam
öldürmeden sorumlu tutulacaktır.
Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nun
'Kasten öldürme' başlığı altında 81. maddesinde düzenlenen suçun manevi unsuru
öldürme kastı iken, 87. maddesinin 4. fıkrasına düzenlenen yaralama sonucunda
ölüme neden olma suçunun manevi unsuru yaralama kastıdır. O halde, kasten
öldürme suçu ile kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçu arasındaki
ayırıcı kriterlerden en önemlisi manevi unsur farklılığı olacaktır. Dolayısıyla
suçun vasıflandırılmasından önce çözülmesi gereken konu, sanıkların maktule
yönelik kastının öldürmeye mi? yoksa yaralamaya mı? yönelik olduğuna ilişkindir.
TCK'nun 21/1. maddesine göre, suçun
yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve
failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara
bakılarak, daha açık bir ifadeyle failin olay öncesi, olay sırası ve olay
sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir (YCGK 27/12/2011 tarih ve
2011/1-151 esas, 2011/290 karar sayılı içtihadı).
Bilindiği üzere kasten öldürme, kasten
öldürmeye teşebbüs suçları ile yaralama suçunun maddi unsurları aynıdır. Bu
suçlar açısından belirleyici olan sanığın kastıdır, sanığın kastı da fiil ve
davranışları ile belirlenir.
Sanığın kastının belirlenmesi açısından
yargı sistemimiz ve Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ile bazı ölçütler dikkate
alınarak bu saptama yapılmaktadır. Belirlenen bu ölçütler her somut olaya hakim
tarafından uygulandıktan sonra somut olayın işleniş şekli, olayda kullanılan
araçlar gibi maddi veriler esas alınarak belirlenir. ...
...
Buna göre somut olay
değerlendirildiğinde; olayın gelişim seyri, sanıklarla maktul arasında
öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunmaması, sanıkların engel bir
nedenbulunmadığı halde eylemlerini sürdürmemiş olmaları, fiillerine
kendiliklerinden son vermiş olmaları tüm dosya kapsamı ile birlikte göz önüne
alındığında sanıkların maktule yönelik eylemlerinde olası kast veya doğrudan
kast ile öldürme kastıyla hareket ettiklerinin sabit olmayıp kasıtlarının
maktulü yaralamaya yönelik olduğu, ancak maktulün kasten yaralama sonucu
gelişen beyin kanaması sonucu vefat ettiği, sanıkların eylemleri ile ölüm
sonucu arasında illiyet bulunduğu, maktulde mevcut kalp, damar ve kapak
hastalığı nedeniyle kullandığı ilaçların darp eylemi sonucunda meydana gelen
beyin kanaması oluşumunu kolaylaştırıcı ve kanamayı artırıcı etkisiyle ölüm meydana
gelmesinde katkısının olduğu tıbben belirlenmiş ise de; sanıklar tarafından
bilinmediği açık olan bu hastalığının sanıkların eylemleri ile maktulün ölümü
arasındaki mevcut illiyet bağı karşısındasanıkların cezai sorumluluklarını
kaldırmadığı, sanıkların eylemlerinin TCK'nun 87/4 maddesi kapsamında Kasten
Yaralama Sonucu Ölüm Meydana Gelmesi suçunu oluşturduğu sonuç ve kanaatine
varılmıştır.
Somut olayda; sanıklar yönünden TCK'nun
37 ve devamı maddelerinde düzenlenen suça iştirak hükümlerinin de değerlendirilmesi
gerekmiştir. TCK'nun 37. maddesinde 'Faillik', 38. maddesinde 'Azmettirme', 39
maddesinde 'Yardım Etme', 40. maddesinde ise; 'Bağlantı' kuralı düzenlenmiştir.
Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı
yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi diğerinin cezalandırılmasını
önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline
göre cezalandırılır. Yukarıda açıklandığı üzere sanıklardan [E.H.]'ın ilk başta maktule
çelme-tekme atmak suretiyle düşme, duvara çarpma şeklinde gerçekleşen ve devam
eden eylemlerinin bulunmaması karşısında bu sanığın eylemlerinin fiile ve
meydana gelen sonuca katkısı karşısında TCK'nun 39/2-c maddesi kapsamında diğer
sanıkların eylemlerine yardım etme niteliğinde olup buna göre cezalandırılması
gerektiği kabul edilmiştir. Öte yandan her ne kadar diğer sanıklar [M.S.],
[Y.A.], [İ.K.], [M.V.] ve [R.K.] arasında maktule
yönelik eylemleri gerçekleştirme hususunda eylem öncesinde fikir ve eylem
birliği bulunduğu belirlenememiş ve iştirakin varlığı için bu şart değil ise
de; her sanığın maktule yönelik gerçekleştirdikleri eylemlerinden sorumlu olup
müstakil fail olarak meydana gelen sonuçtan dolayı cezalandırılmaları gerektiği
kabul edilmiştir.
Olayda sanıklar lehine TCK'nun 'kanun
hükmü ve amirin emrine' ilişkin TCK'nun 24, 'meşru savunmaya' ilişkin TCK'nun
25. maddesi ile 'sınırın aşılmasına' ilişkin TCK'nun 27. maddesinin uygulanma
şartlarının oluşmadığı anlaşılmıştır.
Polis memurları sanıklar [M.S.] ve [Y.A.] ile diğer
sanıklar yönünden somut olayda maktule ilişkin olarak yakalama ve göz altına
alınma şartlarının oluşup oluşmadığı hususu da tartışılmalıdır.
5271 Sayılı CMK'nun 90 ve devamı
maddelerinde yakalama ve göz altına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Şüphelinin
hareket özgürlüğünün hakim kararı olmaksızın kısıtlanması, göz altına alınıp
alınmayacağı hususunda bir karar verilinceye kadar geçici olarak ve fiilen
denetim ve gözetim altında bulundurulmasına yakalama denir. Suç işlediği
şüphesiyle şüpheli hakkında başvurulan yakalama işlemi adli yakalamadır...
Yakalama işlemi kaçmayı engellemeye yönelik olması nedeniyle yakalamayı
gerçekleştirmeye yetecek ölçüde zor kullanabilme yetkisini de bünyesinde
barındırır. Yakalamanın herhangi bir şekli olmamakla birlikte insan onurunu
ayaklar altına alan yöntemler kullanılamaz... gerek Anayasa, gerekse CMK ile
PVSK vesair kanunlarda kişilerin yakalanmaları ile ilgili ayrıntılı hükümlere
yer verilmiştir. Ayrıntılı düzenlemelerin temel amacı rastgele ve keyfi biçimde
kişilerin hürriyetlerinin kısıtlanması yoluna sapılmasını önlemek ve
sınırlamaktır. Anayasa 19. maddede yakalama sebepleri sayılmaktadır... Bazı
hallerde herkes yakalama yetkisine sahiptir. Herkesin yakalama yetkisine sahip
olduğu hallerde doğal olarak kollukta yakalama yapabilir. Vatandaş yakalaması
'kişiye suçu işlerken rastlanması', 'suç üstü bir fiilden dolayı izlenen
kişinin kaçması olasılığının bulunması' veya 'suçüstü bir fiilden dolayı
izlenen kişinin hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması' hallerinde
mümkündür... Doğrudan kolluk görevlileri tarafından yapılan yakalama halinde
işlem, yakalanan kişi ve uygulanan tedbirler derhal savcıya bildirilir. ...
Buna göre somut olay incelendiğinde; maktulün her ne kadar kamuoyunda 'Gezi
Parkı Eylemleri' olarak bilinen ve bu kapsamda Eskişehir'de gerçekleştiği
belirtilen eylemlere katıldığı ileri sürülmüş ve belirtilmiş ise de; iş bu
davanın konusu söz konusu eylemlerin 2911 Sayılı Yasa düzenlemeleri
karşısındaki hukuksal durumu olmamakla birlikte polis memuru sanıklar
savunmalarında; eylemci gruba göz altı yapmadan eylemcilerin eylem alanından
uzaklaştırmaları talimatı aldıklarını ve amaçlarının eylemci grubu dağıtmak
olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim darp edilip etkisiz hale getirildiği
anlaşılan maktul hakkında sanık polislerce herhangi bir adli işlem yapılmadığı,
kimlik tespiti dahi yapılmadığı ortadadır. Kaldı ki; 'Zor Kullanma Yetkisine
İlişkin Sınırın Aşılması'na dair TCK'nun 256. maddesinin gerekçesinde;...
'hukuka aykırı gösteri yürüyüşü yapan kişilerin dağılmamakta direnmesinin
ötesinde, kamu görevlilerine karşı bir saldırıda bulunmamalarına rağmen bu
kişilere karşı vücutlarının yaralanmasını sonuçlayacak şekilde silah
kullanılması halinde emniyet görevlileri açısından artık hukuka uygun bir
davranışın varlığından söz edilemez. Bu durumda zor kullanma yetkisine sahip
kamu görevlilerinin kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlere göre
cezalandırılması gerekmektedir' biçiminde açıklamaya yer verilmiştir.
Dolayısıyla, zaten yakalama veya göz altına alma amacıyla hareket etmedikleri
anlaşılan sanık polisler ile diğer sanıklar yönünden, CMK'da düzenlenen
yakalama hükümlerinin uygulanma şartlarının oluşmadığı, kasıtlarının maktule
yönelik yaralama olduğu sonucuna varılmıştır.
Ayrıca somut olayda sanıklar lehine
haksız tahrik hükümlerinin uygulanma şartlarının oluşup oluşmadığı da
tartışılmalıdır. TCK'nun 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrikten söz
edilebilmesi için; a) Tahrik teşhil eden bir fiilin bulunması, b) Bu fiilin
haksız olması, c) Failin bu haksız fiil nedeniyle öfke veya şiddetli elem
haline sürüklenmiş olması, d) Failin işlediği suçun bu ruhi durumun tepkisi
olması gerekir. Bu şartların varlığı halinde, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun
duraksamasız benimsediği ve bir çok kararında vurguladığı genel ilke gereğince
tahrik nedeniyle yapılacak indirim oranı belirlenirken haksız hareketin işleniş
şekli, yeri, niteliği, zamanı, yöresel koşullar ve tahrik eden ile edilenin
durumları nazara alınmak suretiyle olaysal olarak değerlendirilmeli, eğer
haksız hareket bu özellikleri itibariyle yoğun ve önemli boyutlara ulaşmış ise
ancak bu şekilde haksız tahrikin ağır ve şiddetli olduğu kabul edilmelidir.
Buna göre somut olaya bakıldığında, en başta maktulden kaynaklanan ve sanıklara
yöneldiği söylenebilecek herhangi bir haksız hareket tespit edilememiştir. Her
ne kadar sanıklar, tarafından maktulün kendilerine 'hepiniz o... ç...z'
biçiminde hakarette bulunduklarını ileri sürmüş iseler de; bir an için bu
hususun doğru olduğu kabul edilse dahi maktulün hakaret içerikli bu sözleri
kendisine yönelik haksız eylemlerin neticesi olarak söylediğinin kabulü
gerektiği, bu durumda da ilk haksız hareketi gerçekleştirdikleri tartışmasız
olan sanıklar yararına haksız tahrik hükümlerinin uygulanma şartlarının
oluşmadığı sonucuna varılmıştır.
Her ne kadar sanıklar [Ş.G.] ve [H.E.] hakkında
maktul [A.İ.K.]'a yönelik Kasten İnsan Öldürme Suçuna İştirak suçundan
ayrı ayrı cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmış ise de; sanıkların
aşamalarda maktule yönelik herhangi bir eylemde bulunmadıklarını beyanla atılı
suçlamaları kabul etmedikleri gibi, bu sanıkların maktule yönelik darp veya
benzeri bir eylemde bulunduklarını gösterir herhangi bir görüntü kaydının da
tespit edilemediği hususları hep birlikte göz önüne alındığında, sanıkların
üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair, cezalandırılmalarına yeter derecede,
her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gibi
şüpheden sanığın yararlanması gerektiğine ilişkin ceza hukuku temel prensibi de
göz önüne alındığında bu sanıkların atılı suçu işledikleri sabit olmadığı, bu
nedenle beraatlerine karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Ancak; haklarında kasten insan öldürme
ve bu suça iştirak suçundan ayrı ayrı cezalandırılmaları istemiyle kamu davası
açılan sanıklar [M.S.],
[Y.A.], [İ.K.], [M.V.], [R.K.] ve [E.H.]'ın
maktule yönelik eylemlerinin sabit olup, eylemlerinin kasten yaralama sonucu
ölüm meydana gelmesi suçunu oluşturduğu sabit olmakla; değişen suç vasfına göre
Kasten Yaralama Sonucu Ölüm Meydana Gelmesi suçundan TCK'nun 87/4 maddesi
gereğince ayrı ayrı cezalandırılmalarına, sanık [M.S.] 'ın görevli polis
memuru olup, suçu sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle
gerçekleştirdiği, hakkında temel ceza belirlenirken maktule yönelik kastının
yoğunluğu göz önüne alınarak eylemine uyan kanun maddesinde öngörülen cezanın
alt sınırından uzaklaşılması gerektiği, yine sanık [Y.A.]'un da görevli
polis memuru olup maktule yönelik eylemi sahip bulunduğu nüfuzu kötüye
kullanarak ve TCK'nun 86/3-e maddesi kapsamında silahtan sayılan copla
gerçekleştirdiği, bu sanık yönünden eylemine uyan kanun maddesinde öngörülen
cezanın alt sınırdan ayrılmayı gerektirir bir nedenin bulunmadığı, diğer
sanıklar [İ.K.], [M.V.], [R.K.] ve [E.H.] hakkında
da sabit görülen eylemleri nedeniyle haklarında temel cezanın belirlenmesinde
kanun maddesinde öngörülen cezanın alt sınırından ayrılmayı gerektirir bir
nedenin bulunmadığının kabulü ile sanık [E.H.] yönünden eyleminin diğer
sanıkların eylemlerine yardım niteliğinde bulunması nedeniyle TCK'nun 39/1-2,c
maddesi gereğince yarı oranında indirim yapılıp tüm sanıklar yönünden
duruşmalardaki saygılı tutum ve davranışları ile hükmonulan cezaların
gelecekleri üzerindeki olası etkileri göz önüne alınarak haklarında TCK'nun 62.
maddesinin uygulanması gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Tüm bu açıklamalardan hareketle sanıklar
hakkında aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
..."
67. Mahkûm edilen sanıklar, Cumhuriyet savcısı ve
başvurucular hükmü temyiz etmiştir. Cumhuriyet savcısı, sanık M.S.nin diğer
mahkûm edilen sanıklarla birlikte Ali İsmail Korkmaz'a karşı yaralamaya yönelik
saldırı gerçekleştirmesinin ardından Ali İsmail Korkmaz'dan geldiğini iddia
ettiği hakaret sonrasında yenilenen kasıtla Ali İsmail Korkmaz'ın kafa
bölgesini üç kez tekmeleme şeklinde gerçekleşen eyleminin yaralama kastını aşıp
kasten öldürmeye yönelik olduğu görüşündedir. Sanık E.H. temyiz başvurusunda
sebebe dayanmamış, diğer sanıklar öz olarak darba maruz kalan kişinin Ali
İsmail Korkmaz olmadığını savunmuştur. Ali İsmail Korkmaz'ın yakınları olan
başvurucular ise öz olarak Ağır Ceza Mahkemesinin etki altında kaldığını,
mahkûm etmesi gereken sanıkların beraatine karar verdiğini, ayrıca tüm
sanıkların daha ağır cezalarla cezalandırılması gerektiğini ileri sürmüştür.
Başvurucular suçun nitelendirilmesinde; ceza belirlenmesinde ve takdirî indirim
uygulanmasında isabetsizlik bulunduğunu, sanıkların daha ağır cezalarla
cezalandırılması gerektiği bağlamında ileri sürmüştür.
68. Temyiz kanun yolu incelemesini Yargıtay 1. Ceza
Dairesi yapmıştır. Daire 27/1/2016 tarihinde söz konusu hükümleri, sanık
M.S.nin müdafiine iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı savunmasını
tamamlayabilmesi olanağının tanınmaması ve aynı sanık hakkında kasten insan
öldürme suçundan kamu davası açılmasına ve iddia makamının esas hakkındaki
mütalaasında da bu suçtan hüküm kurulması talep edilmesine rağmen sanığa ek
savunma hakkı tanınmaması gerekçeleriyle bozmuştur. Daire, bozma sebeplerini
nazara alarak hükümleri başka yönlerden incelememiş; M.S. bakımından kurulan
hüküm için söz konusu olan bozmanın bağlantı nedeniyle diğer sanıklar hakkında
kurulan hükümlere de sirayet ettiğini açıklamıştır. Daire, sanıklar M.S., Y.A,
M.V. ve R.K.nın tahliye taleplerini bozma sebebi ile tutuklu kaldıkları
süreleri dikkate alarak reddetmiştir.
69. Ağır Ceza Mahkemesi, bozma üzerine yeniden yürüttüğü
kovuşturmada bozma gerekçelerinde belirtilen usule ilişkin eksiklikleri
tamamladıktan sonra 18/4/2016 tarihinde ikinci kez hüküm vermiştir. Bu hükümde
mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar hakkında takdir edilen süreli hapis
cezası miktarları önceki hükümlerle aynı olmakla birlikte Mahkeme bu kez
sanıklar M.S. ve Y.A. dışındaki tutuklu sanıkların -tutuldukları süreler ile
suçlarına karşılık olarak belirlediği hapis sürelerini nazara alarak-
tahliyesine karar vermiştir.
70. Mahkûm edilen sanıklar, Cumhuriyet savcısı ve
başvurucular tarafından hüküm temyiz edilmiştir. Adı geçenlerin hükmü temyiz
gerekçeleri önceki hükmü temyiz gerekçeleri ile öz olarak aynıdır.
71. 1. Ceza Dairesi 20/12/2016 tarihinde gerçekleştirdiği
incelemede Y.A.nın Ali İsmail Korkmaz'a copla vurduğunun sabit olmadığına
kanaat getirmiştir. Daire, kasten yaralamanın silahla gerçekleştirilmesi hâlini
düzenleyen ilgili kanun hükümlerinin olayda uygulanması bu nedenle mümkün
olmamakla birlikte Ağır Ceza Mahkemesinin bu yanılgısının yeniden bir yargılama
yapılmasını gerektirmemesi nedeniyle adı geçen hakkındaki hükmün düzeltilerek
onanmasına karar vermiştir. Daire ayrıca sanıklar M.S., İ.K., R.K. ve M.V.
hakkındaki mahkûmiyet ile Ş.G. hakkındaki beraat hükümlerini onamıştır. Bununla
birlikte Daire, olayın gerçekleşme koşullarını şu şekilde kabul etmiştir:
"Polis memurları M.S. ve Y.A. olaylar sırasında görevlidir. Yunus Emre
caddesindeki olaylara güvenlik güçleri müdahale edince bazı eylemciler cadde
yakınındaki sokak aralarına kaçışmış, Ali İsmail Korkmaz da cadde yakınındaki
Sanayi sokağa girmiştir. Sanayi sokağın sonundaki ekmek fırınının önünde
beklemekte olan İ.K., R.K., M.V. ile E.H., ölenin önünü kesmiş, E.H. öleni
ayağına vurarak yere düşürmüştür. Bu sırada M.S. ve Y.A. diğerlerinin yanına
gelmiş; hep birlikte Ali İsmail Korkmaz'ın yüzüne, kafasına, sırtına,
bacaklarına vurmuşlar, ardından uzaklaşmışlardır. Ali İsmail Korkmaz aldığı
darbelerin etkisiyle bir süre yerden kalkamamış, geri dönen M.S. kafasına ve
gövdesine birden fazla vurmuştur. Ani bir hareketle yerden kalkabilen Ali
İsmail Korkmaz koşarak kaçmaya başlamış, sokağın ilerisinde beklemekte olan
polis memuru H.E., kendisine doğru koşup gelen Ali İsmail Korkmaz'ın
bacaklarına copla vurmuştur. Ali İsmail Korkmaz daha sonra sokağı terk ederek
oradan uzaklaşmıştır." Daire somut olayın gerçekleşme koşullarına göre
E.H.nin M.S., Y.A., İ.K., R.K. ve M.V. ile fiil üzerinde
müşterek hâkimiyet kurduğu anlaşılmasına rağmen kasten yaralama sonucunda ölüme
neden olma suçundan cezalandırılması yerine yardım eden sıfatıyla eksik
cezalandırılmasını, polis memuru H.E.nin de darbedildikten sonra kaçmakta olan
Ali İsmail Korkmaz'ı bacaklarına copla vurarak -adli raporlara göre de
basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte- yaralamasına rağmen
mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesini bozma sebebi olarak tespit
etmiştir.
72. Başvurucular bazı sanıklar hakkındaki hükümlerin
Daire tarafından bu şekilde onanmasının ardından 17/3/2017 tarihinde Anayasa
Mahkemesine başvurmuştur.
73. Ağır Ceza Mahkemesi 17/2/2017 tarihinde, hükümlüler
M.S., İ.K., R.K. ve M.V. hakkında düzenlediği kesinleşmiş cezalarının
bilgilerini içeren belgeleri cezalarının infazına başlanması için Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermiştir. Mahkeme, haklarındaki hükümlerin Daire tarafından
bozulmasına karar verilen sanıklar E.H. ile H.E. hakkında ise kovuşturmaya
devam etmiş, 5/4/2017 tarihinde de bozmaya uyarak E.H.nin kasten yaralama
sonucu ölüme neden olma suçundan neticeten 6 yıl 8 ay, H.E.nin ise kamu
görevlisi olarak sahip olunan nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle silahtan
sayılan copla kasten yaralama suçundan neticeten 7 ay 15 gün hapis
cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkeme, ayrıca bu sanıkların da
kasten işlemiş olduğu suçlardan dolayı hapis cezasının mahkûmiyetinin yasal bir
sonucu olarak sürekli, süreli veya geçici kamu görevinin üstlenmesinden ve bu
kapsamda atamaya veya seçime tabi memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmek
dâhil belli hakları kullanmaktan cezalarının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun
bırakılmalarına karar vermiştir. Diğer taraftan Ağır Ceza Mahkemesi, sanık H.E.
hakkında verdiği hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır.
Mahkeme, H.E.nin daha önce kasıtlı işlenebilen bir suçtan mahkûm edilmemiş
olmasını gözeterek başka suç işlemeyeceği hususunda kanaat getirdiğini ve
kişilik özelliklerine göre bir cezaya hükmedilmesine gerek görmediğini açıklamıştır.
Sanık H.E. beş yıllık denetim süresine tabi tutulmakla birlikte bu zaman
zarfında herhangi tedbirle yükümlü kılınmamış; denetim süresi içinde kasıtlı
olarak suç işlemediği takdirde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan
kaldırılacağı, hakkındaki kamu davasının düşürülmesine karar verileceği, aksi
hâlde açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanacağı hükümde yer almıştır.
74. Başvurucular HAGB kararına itiraz etmiştir. Kayseri
3. Ağır Ceza Mahkemesi 22/5/2017 tarihinde dosya üzerinden yaptığı incelemede
HAGB'ye karar verilebilmesi için gerekli yasal koşulların oluştuğu gerekçesiyle
itirazı reddetmiştir.
75. Başvurucular, bu karar üzerine de Anayasa Mahkemesine
21/6/2017 tarihinde ikinci başvurularını yapmıştır.
76. Bununla birlikte başvurucular, E.H. hakkındaki hükmü
temyiz etmişlerse de 1. Ceza Dairesinin 9/7/2018 tarihli onama kararıyla hüküm
kesinleşmiş; başvurucular bu karara karşı 28/11/2018 tarihinde Anayasa
Mahkemesine üçüncü ve söz konusu ceza muhakemesi kapsamındaki son başvurularını
yapmıştır.
D. Olaya
İlişkin Tazminat Süreci
77. Bakanlık görüşünde belirtildiğine göre başvurucular,
ölüm nedeniyle meydana gelen zararlarının karşılanması talebiyle İçişleri
Bakanlığı aleyhine Eskişehir 2. İdare Mahkemesi nezdinde tam yargı davası
açmıştır. Görüşte belirtildiğine göre İdare Mahkemesi, yürütülen ceza
muhakemesi süreci ve bu süreçteki hükümlere atıf yaparak ölüm sonucunun kamu
hizmetinin sunulmasında ortaya çıktığı, idarenin kusurlu olduğu kanaatine
varmış ve 20/12/2016 tarihli kararıyla başvuruculara 59.180,39 TL maddi,
650.000 TL manevi tazminatın yasal faizle birlikte ödenmesine karar vermiştir.
Bakanlık, bu kararın kesinleşmesi sonucunda yasal faiz ve yargılama giderleri
dâhil 1.061.419,05 TL'nin 25/10/2017 tarihinde başvuruculara ödendiğini açıklamıştır.
78. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı cevaplarında
görüşte açıklanan tazminat türü ve miktarları ile bu meblağların kendilerine
ödendiğine itiraz etmemiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
79. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Ceza Kanununun amacı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"(1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak
ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını
ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu
amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar,
ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir."
80. 5237 sayılı Kanun'un "Adalet ve kanun önünde
eşitlik" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"(1) Suç işleyen kişi hakkında
işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Ceza Kanununun uygulamasında
kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya
diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum,
ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir
kimseye ayrıcalık tanınamaz."
81. 5237 sayılı Kanun'un "Kast" kenar
başlıklı 21. maddesi şöyledir:
"(1) Suçun oluşması kastın
varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve
istenerek gerçekleştirilmesidir. .
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki
unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde,
olası kast vardır. Bu hâlde, ağırlaşmış müebbet hapis cezasını gerektiren
suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda
yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise
temel ceza üçte birden yarısına kadar artırılır."
82. 5237 sayılı Kanun'un "Netice sebebiyle
ağırlaşmış suç" kenar başlıklı 23. maddesi şöyledir:
"1) Bir fiilin, kastedilenden daha
ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin
bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından
taksirle hareket etmesi gerekir."
83. 5237 sayılı Kanun'un "Kanunun hükmü ve Amirin
emri" kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:
" (1) Kanunun hükmünü yerine
getiren kimseye ceza verilmez.
(2) Yetkili bir merciden verilip,
yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir
surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu
olur.
(4) Emrin, hukuka uygunluğunun
denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden
emri veren sorumlu olur."
84. 5237 sayılı Kanun'un "Meşru savunma ve
zorunluluk hali" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
"(1) Gerek kendisine ve gerek
başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı
muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile
orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza
verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait
bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak
olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını
kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta
arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza
verilmez."
85. 5237 sayılı Kanun'un "Yardım etme"
kenar başlıklı 39. maddesi şöyledir:
"(1) Suçun işlenmesine yardım eden
kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi
halinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde,
on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde cezanın yarısı
indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
(2) Aşağıdaki hallerde kişi işlenen
suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç
işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda
bulunacağını vaat etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol
göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya
işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak."
86. 5237 sayılı Kanun'un "Belli hakları
kullanmaktan yoksun bırakılma" kenar başlıklı 53. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu
suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu
görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi
altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün
memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
...
Yoksun bırakılır.
(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç
dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu
hakları kullanamaz.
..."
87. 5237 sayılı Kanun'un "Takdiri indirim
nedenleri" kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:
"(1) Fail yararına cezayı
hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis
cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.
(2) Takdiri indirim nedeni olarak,
failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki
davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar
göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda
gösterilir."
88. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme"
kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:
"(1) Bir insanı kasten öldüren
kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."
89. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama"
kenar başlıklı 86. maddesi şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı
veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi,
bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.)
Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört
aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi
nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu
nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
f) (Ek:14/4/2020-7242/11 md.) Canavarca
hisle,
İşlenmesi halinde, şikâyet
aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında, (f) bendi bakımından ise bir kat
artırılır."
90. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle
ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (4) numaralı
fıkrası şöyledir:
"(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm
meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz
yıldan oniki yıla kadar, (31.3.2005, 5328 S.K. ile değişik ibare) üçüncü
fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur."
91. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 24/11/2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle
değişik "Davanın nakli ve duruşmanın başka yerde yapılması"
kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
"(1) Yetkili hâkim veya mahkeme,
hukukî veya fiilî sebeplerle görevini yerine getiremeyecek hâlde bulunursa;
yüksek görevli mahkeme, davanın başka yerde bulunan aynı derecede bir mahkemeye
nakline karar verir.
(2) Kovuşturmanın görevli ve yetkili
olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa,
davanın naklini Adalet Bakanı Yargıtaydan ister.
(3) (Ek: 24/11/2016-6763/21 md.)
Mahkeme, fiili sebepler veya güvenlik gerekçesiyle duruşmanın il sınırları
içinde başka bir yerde yapılmasına karar verebilir. Bu karara karşı itiraz yolu
açıktır"
92. 5271 sayılı Kanun'un "Hükmün açıklanması ve
hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
(5) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560
S.K.23.md) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan
ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin
hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık
hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) (Ek fıkra: 06/12/2006- 5560
S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan
mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik
özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak
yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya
kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin
suretiyle tamamen giderilmesi,
gerekir.
( ...)
(8) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560
S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde
sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur.
(...)
(10) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560
S.K.23.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli
serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde,
açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı
verilir.
(11) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560
S.K.23.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli
serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme
hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine
getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar
belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı
halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara
çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.
(12) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560
S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz
edilebilir."
93. 5271 sayılı Kanun'un "Mağdur ile şikâyetçinin
hakları" kenar başlıklı 234. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Mağdur ile şikâyetçinin
hakları şunlardır:
(...)
b) Kovuşturma evresinde;
1. Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu davasına katılma,
3. Tutanak ve belgelerden (…) örnek
isteme,
4. Tanıkların davetini isteme,
5. (Değişik: 24/7/2008-5793/40 md.)
Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla
hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat
görevlendirilmesini isteme,
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı
sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma.
(...)
(3) Bu haklar, suçun mağdurları ile
şikâyetçiye anlatılıp açıklanır ve bu husus tutanağa yazılır.
(4) (Ek:17/10/2019-7188/21 md.)
Soruşturma veya kovuşturma evresinde, dava nakli veya adlî tıp işlemleri
nedeniyle yerleşim yeri dışında bir yere gitme zorunluluğu doğması hâlinde
mağdurun yapmış olduğu konaklama, iaşe ve ulaşım giderleri, 10/2/1954 tarihli
ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerine göre Adalet Bakanlığı bütçesinden
karşılanır."
94. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve
Salâhiyet Kanunu’nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı
16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...
Polis, görevini yaparken direnişle
karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor
kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında,
direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek
şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî
şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen
kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop,
basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller,
polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere
direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı
yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak,
ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
... "
95. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nun "Genel ve özel şartlar" kenar başlıklı 48.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devlet memurluğuna
alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.
A. Genel şartlar:
...
5. (Değişik alt bent: 10/01/1991 -
3697/1 md.; Değişik altbent: 23/01/2008-5728 S.K./317.mad) Türk Ceza Kanununun
53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir
suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ... mahkum
olmamak."
96. 657 sayılı Kanun'un "Memurluğun sona
ermesi" kenar başlıklı 98. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devlet memurlarının
...
B) Memurluğa alım şartlarından her hangi
birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurluk sırasında bu şartlardan
her hangi birini kaybetmesi;
..."
B. Uluslararası
Hukuk
1. Birleşmiş
Milletler Belgeleri
97. 26/8/1985 ve 6/9/1985 tarihleri arasında Milano’da
toplanan suçların önlenmesi ve suçluların ıslahı üzerine Yedinci Birleşmiş
Milletler (BM) Kongresi'nin tavsiyesi ile BM Genel Kurulu tarafından 29/11/1985
tarihli ve 40/34 sayılı kararla kabul edilen Suçtan ve Yetki İstismarından
Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler Bildirisi'nde;
- Suç mağdurlarının uluslararası ve ulusal düzeyde
adalete ulaşmaları ve adil muamele görmeleri,
-Zararlarının giderilmesi, tazminat ve yardım için
tedbirler alınması tavsiyelerine diğerlerinin yanında yer verilmiştir.
98. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah
Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin BM Suçun Önlenmesi ve Suçluların
Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1,
1990, s. 112-115, ilgili kısmı şöyledir:
"
...
1. Kamu yetkilileri ve emniyet
makamları, kanun adamlarının kişilere karşı zor ve silah kullanmaları hakkında
yasalar çıkarıp düzenlemeler yaparlar ve bunları yerine getirirler.
Hükümetler ve kolluk kuvvetleri bu tür
kurallar koyup düzenlemeler yaparlarken, zor ve silah kullanma ile bağlantılı
olan ahlaki sorunları her zaman göz önünde tutarlar.
…
18. Hükümetler ve kanunen yetkili
kuruluşlar, bütün kanun adamlarının uygun bir eleme usulüne göre göreve
seçilmelerini, görevlerini etkili bir biçimde yerine getirmeleri için gerekli
olan ahlaki, psikolojik ve fiziksel niteliklere sahip olmalarını ve sürekli ve
tam bir mesleki eğitim almalarını sağlar. Bu kişilerin bu görevlere sürekli
uygunluk içinde olup olmadıkları periyodik olarak denetlenir.
...
20. Hükümetler ve kanunen yetkili
kuruluşlar, kanun adamlarının eğitiminde, özellikle soruşturma sürecinde polis
ahlakı ve insan hakları konularına, zor ve silah kullanmaktansa çatışmaları
barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturma, kalabalıkların davranışlarını anlama,
ikna, müzakere ve arabulma gibi yöntemler de dâhil, çeşitli alternatif yöntemler
kullanma ve ayrıca zor ve silah kullanılmasını kısıtlama amacıyla teknik
araçların kullanılmasına özel bir önem verirler. Kanunen yetkili kuruluşlar,
eğitim programlarını ve işleyiş usullerini somut olaylar ışığında yeniden
değerlendirirler.
…"
99. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer
Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde
Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü)
birinci ekinin 2. maddesi şöyledir:
"Devletler, işkence ve kötü
muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde
soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikâyetin olmadığı
durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa,
soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili
olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan
bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu
kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim
veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken,
en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma
sonuçları kamuya açıklanmalıdır."
2. Avrupa
Konseyi Belgeleri
a. Yaşam Hakkı
Yönünden
100. Sözleşme'nin "İnsan haklarına saygı
yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi
yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde
açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar"
101. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar
başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur...
2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde
mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu
maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı
korunmasının sağlanması;
b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak
yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun tutulan bir kişinin kaçmasını
önleme;
c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya
uygun olarak bastırılması."
102. AİHM'e göre kamu görevlilerinin güç kullanması
sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının şüphesiz devletin sahip
olduğu hiçbir bireyin yaşamına son vermemeye ilişkin negatif yükümlülüğü
kapsamında incelenmesi gerekmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 2. maddesi bir
bütün olarak esasen bir kişinin kasten öldürülmesinin kabul gördüğü durumları
değil istenmeyen sonuç olarak ölüme sebep olan güç kullanımının kabul
gördüğü durumları tanımlamaktadır. Bununla birlikte güç kullanımı, Sözleşme'nin
2. maddesindeki amaçlara ulaşılmasına yönelik gerçekleştirilmiş olsa da
kesinlikle gerekli olandan fazla olamaz. Bu bağlamda Sözleşme'nin 2.
maddesinin ikinci fıkrasındaki "kesinlikle gerekli" ifadesi,
normalde Sözleşme'nin 8. ve 11. maddeleri kapsamında demokratik bir toplumda
gereklilik belirlenirken geçerli olan gereklilik testinden daha katı ve
zorlayıcı testin kullanılması gerektiğini ifade eder. Özellikle kullanılan güç,
maddenin bentlerindeki amaçlara ulaşılmasıyla kesinlikle orantılı olmalıdır (McCann/Birleşik
Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, §§ 148, 149).
103. AİHM, negatif yükümlülüğün hem kasıtlı bir
biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan bir güç kullanımını
içerdiğini belirtmektedir (McCann/Birleşik Krallık, § 148). AİHM,
öldürme kastı olmadan fakat sonuçlarını öngörmeden ve özen göstermeden ateş
edip silah kullanma yetkisinin sınırlarını aşarak durmasını istediği araçtaki
kişiyi taksirle öldüren bir polis memurunun bu eylemini (Mehmet
Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23307/10,
64591/11) ve yakalamak için kanuna uygun olsa da orantısız şekilde silahlı güç
kullanarak yakalanmak istenen kişinin ölümüne sebebiyet veren bir başka polis
memurunun eylemini (Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10,
14/1/2014) negatif yükümlülük kapsamında incelemiştir. AİHM başka bir olayda,
maktulün vücudunun hayati olmayan diğer bölgelerine isabet aldığında ölüm
meydana gelebilecek sırt bölgesine ateş ederek silah kullanma yetkisini bu
şekilde orantısız olarak aşan, aynı zamanda maktulün yakalanması için öldürücü
olmayan alternatif yöntemleri de kullanmayan jandarma görevlilerinin taksirle
öldürme oluşturan eylemlerini aynı şekilde negatif yükümlük kapsamında
incelemiştir (Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No: 23872/04,
27/5/2010).
104. AİHM'e göre 2. madde, Sözleşme'nin en temel
hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana
değerlerinden yaşam hakkını korumaktadır. AİHM, yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın en dikkatli biçimde incelemeye tabi tutulması gerektiği
görüşündedir. AİHM'e göre devlet görevlilerinin güç kullanımına ilişkin
davalarda yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı
zamanda ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve
kontrolü dâhil olayı çevreleyen faktörlerin gözönünde bulundurulması
gerekmektedir (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98,
43579/98, 6/7/2005, § 93).
105. Bunun yanında devletler, görevlilerin yüksek düzeyde
mesleki yeterliliğe sahip olmalarını sağlamalı ve uygulanan kriterleri
karşıladıklarından emin olmalıdır. Özellikle ateşli silahların emanet edildiği
kolluk kuvveti mensuplarına gerekli eğitim verilmeli, bu kişilerin seçiminde
özenli davranılmalıdır (Saso Gorgiev/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, B.
No: 49382/06, 19/4/2012, § 51).
106. AİHM, güvenlik güçleri tarafından ölümcül bir gücün
kullanılmasının belirli -Sözleşme'nin 2. maddesinde düzenlenen- durumlarda
haklı görülebileceğini belirtmektedir. Bununla birlikte AİHM'e göre son çare
olarak kullanılabilecek güç kesinlikle gerekli olandan daha fazla olmamalı
ve yaşam hakkının niteliği gözönünde bulundurulduğunda can kaybının haklı
görülebileceği durumlar dar yorumlanmalıdır (Nachova ve
diğerleri/Bulgaristan, § 94).
107. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesini 1. maddesi ile
birlikte yorumladığında Sözleşmeci devletin yaşam hakkı kapsamındaki olay
hakkında etkili şekilde bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün bulunduğunu kabul
etmiştir. AİHM, bu bağlamda Sözleşme'nin 1. maddesi kapsamında Sözleşmeci
devletlerin yetki alanı dâhilindeki kişilerin Sözleşme'de tanımlanan
haklarını ve özgürlüklerini koruma genel görevi ile değerlendirilen Sözleşme'nin
2. maddesindeki yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün güç kullanımı sonucunda
hayatını kaybeden kişilerin ölümünü araştırmak için etkili bir soruşturma
açılmasını dolaylı olarak gerektirdiğini belirtmektedir (McCann ve
diğerleri/BirleşikKrallık, §§ 161-163). AİHM, bu yönde incelediği McCann
ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili
soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde
karar altına almıştır. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü ilk kez kamu
görevlileri tarafından ölümcül güç kullanımı ile ilgili olarak
belirlenmiştir. AİHM, kamu görevlilerinin keyfî ve hukuka aykırı olarak
öldürmelerinin yasaklanmasının uygulamada etkili olabilmesi için yetkili
makamlarca ölümcül güce başvurulmasının yasallığının denetlenmesini sağlayan
bir prosedürün olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, bu yükümlülüğünün temel
amacının yaşam hakkını koruyan ulusal hukuktaki hükümlerin etkili bir şekilde
uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlileri veya makamlarının
eylemlerinin suçlanabilmesi durumunda bu görevli ve makamların sorumlulukları
altında meydana gelen ölümler hakkında hesap vermelerini sağlamak olduğunu her
fırsatta dile getirmektedir (birçok karar arasından bkz. Al-Skeini ve
diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 163; Aktaş/Türkiye,
B. No: 24351/94, 24/4/2003, § 299). Diğer taraftan devlet görevlilerinin
kullandığı öldürücü gücün hukukiliğinin denetlenmesi için bir usul bulunmaması
hâlinde devlet görevlilerinin keyfî olarak öldürmemelerine dair genel kanuni
yasak etkisiz kalır (Armani Da Silva/Birleşik Krallık [BD], B. No:
5878/08, 30/3/2016, § 230). McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda
verdiği karardan beri AİHM, bu yükümlülüğün sorumlu olduğu iddia edilen kişilerin
kamu görevlileri ya da üçüncü kişiler veya mağdurun yaralanmasının
kendisinden kaynaklı olup olmadığına bakmaksızın çeşitli durumlarda ortaya
çıktığı kanaatindedir.
108. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği
kararda ise soruşturmanın gerekliliklerine ilişkin kriterleri belirlemiştir (Hugh
Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, §§ 105-109). Bu
kriterler AİHM'in tamamen yeni belirlediği kriterler, başka deyişle ilkeler
değildir. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından beri önüne
gelen davalarda uyguladığı kriterlerin sistematikleştirilmesinden ibarettir.
AİHM, sonrasında süregelen tüm incelemelerinde bu ilkeleri somut olaylara
uygulamış; herhangi birinin yerine getirilmemiş olduğunu tespit ettiğinde yaşam
hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
109. Bu noktada AİHM'in olayda kovuşturma aşamasına
geçilmesi durumunda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin belirlediği
gerekliliklerin soruşturma aşamasının ötesine uzandığına ve karar verme
aşaması dâhil kovuşturmanın tamamının kanunla yaşamı koruma yönündeki pozitif
yükümlülüğün gereklerini yerine getirmesi gerektiğine sıkça vurgu yaptığını
hatırlatmak gerekir (pek çok karar arasından bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye,
B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61). AİHM, yaşam hakkını korumaya yönelik
pozitif yükümlülüğün ulusal hukuk sistemlerinin hukuka aykırı olarak bir kişiyi
öldüren ya da ölümcül yaralayanlar hakkında ceza hukukunu uygulayabilme
kapasitesini göstermesi gerektirdiğini kararlarında sıkça dile getirir (pek
çok karar arasından bkz. Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 60). Öte
yandan AİHM, soruşturmadaki eksikliklerin kovuşturmada sorumlulukların ortaya
konulması kapasitesine ciddi şekilde zarar verebileceğinin de gözardı
edilemeyeceğini belirtmektedir (Ağdaş/Türkiye, B. No: 34592/97,
27/7/2004, § 102).
110. AİHM, tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli bir
cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük
bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin -kamu görevlilerinin ölüme yol açan
ihmalkârlıkları sonucu ortaya çıkan suçlar dâhil olmak üzere- kişilerin
hayatlarını sona erdiren veya tehlikeye atan suçları cezalandırmamaya hiçbir
koşulda olanak vermemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Kamu güveninin
sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik
herhangi bir hoşgörü ya da bu eylemlerde iş birliği olduğu görünümünün
önlenmesi açısından bu durum hayati önem taşımaktadır (Okkalı/Türkiye,
B. No: 52067/99, 17/10/2006; Kasap ve diğerleri/Türkiye, §§ 54-61).
111. AİHM, kamu görevlisinin karıştığı öldürme olayları
için uygun olan yaptırımların seçimlerinde ulusal mahkemelere saygı
gösterdiğini ancak eylemin vahameti ile verilen ceza arasında açık
orantısızlık olduğu durumlarda değerlendirme ve müdahale etme hususunda yetki
kullanmasının gerekli olduğunu belirtmektedir (Nikolova ve
Velichova/Bulgaristan, B. No: 7888/03, 20/12/2007, § 61). AİHM, belirtilen
yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğini incelemek için ulusal
mahkemelerin bu kararlara varırken hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin
korunması ve yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynaması gereken rolün
öneminin altının çizilmesi amacıyla Sözleşme'nin 2. maddesi uyarınca davaya
gereken önemi gösterip göstermediğini değerlendirmesi görevinin bulunduğunu
belirtmektedir (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, § 62).
112. AİHM ayrıca gözaltında tutulan bir kişinin kolluk
görevlilerince darbedilerek ölümüne sebep olunduğu bir olaya ilişkin olarak
yapılan başvuruda, derece mahkemesinin sanıkların verdikleri ifadeler,
soruşturma ve kovuşturmada olayların tespiti aşamasındaki cezai takibat
sırasında yetkili makamlara yardımcı oldukları gerekçe gösterilerek sanıklar
hakkındaki hapis cezalarında indirime gidilmesini, sanık kolluk görevlilerinin
yetkili Cumhuriyet başsavcılığı ile hükmü veren derece mahkemesinde hiç ifade
vermemeleri ile bunun yanında sürekli olarak aleyhlerindeki suçlamaları
reddettiklerini gözönüne aldığında takdir yetkisini, kötü muamele yaparak
ölümüne sebep olmak gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş
görülemeyeceğini göstermekten ziyade bu fiilin sonuçlarını hafifletmek için
kullandığı kanısına vardığını açıklamıştır (Ali ve AyşeDuran/Türkiye, §
68).
113. AİHM, bu bağlamda bir polis memurunun bir şüpheliyi
yakalamak isterken yetkilerini taksirle aşarak bu kişiyi öldürmesi
olayında Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş 1 yıl 1 ay 10 günlük hapis
cezasını polis memurunun eylemiyle açıkça orantısız bulmuştur. AİHM ayrıca
yetersiz cezanın ertelenmesini de eleştirmiştir. AİHM, derece mahkemesinin çok
daha ağır bir ceza verme yetkisine sahip olmasına rağmen son derece hafif bir
ceza belirlemesini ve bunu dahi ertelemesini, takdir hakkını böylesi ağır bir
suça asla hoşgörüyle yaklaşılmadığını göstermek yerine suçun sonuçlarını
hafifletmek için kullandığı şeklinde değerlendirmiştir (Külah ve
Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 42). AİHM, yukarıda
değinilen Kasap ve diğerleri/Türkiye başvurusunda (aynı kararda bkz. §
59) taksirle öldürme suçundan suçlu bulunan polis memurunun eylemine
karşılık olarak belirlenen 1 yıl 8 aylık hapis cezasının açıklanmasının geri
bırakılmasını cezasızlık oluşturduğu gerekçesiyle ihlal nedeni olarak
görmüştür. AİHM, her ne kadar ulusal hukuk bu tür suçlara ilişkin hükümlerin
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini mümkün kılsa da
mahkemelerin bu konudaki takdir haklarını ciddi bir suç teşkil eden eylemin
sonuçlarını hafifletmek için kullanmamaları gerektiğini, ayrıca bu tür
uygulamaların benzer eylemlerin önlenebilmesinde caydırıcı etkiye neredeyse hiç
sahip olmadığını belirtmiştir (anılan kararda bkz. §§ 61, 62).
114. AİHM, kolluk görevlilerinin silahlı güç
kullanımlarında hukuka aykırı olarak ölüme yol açtıklarının, ihlalin açıkça
veya özü bakımından ulusal mahkemelerce tespit edilmesi hâlinde kural olarak
öldürmenin esas itibarıyla Sözleşme'nin 2. maddesini ihlal ettiğinin kabul
edildiği anlamına geldiğini belirtmekte; bu durumun kullanılan gücün
Sözleşme'nin 2. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kesinlikle gerekli ve
orantılı olup olmadığının kendisi tarafından tespit edilmesini gereksiz
kıldığını açıklamaktadır. AİHM, belirtilen durumda incelemesinin sadece ulusal
makamların ihlale uygun ve yeterli giderim sağlayıp sağlamadığı ve buna bağlı
olarak devletin Sözleşme'nin 2. maddesindeki yükümlülüklerini usul ve esas
bakımından yerine getirip getirmediğinin belirlenmesiyle sınırlı olduğunu ifade
etmektedir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, § 38; Kasap ve
diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, § 43;
aksi yöndeki değerlendirme için bkz. Özcan ve diğerleri/Türkiye B. No:
18893/05, 20/4/2010).
115. Bu tür durumlarda ödenen tazminatlar nedeniyle
hükûmetlerin mağduriyetin giderildiği itirazlarını da değerlendiren AİHM, yaşam
hakkından mahrum bırakmayla ilgili bu tür başvurularda devletlerin sorumluların
tespit edilip cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yürütme
yükümlülüğü bulunduğunu her defasında hatırlatır (Al-Skeini ve
diğerleri/Birleşik Krallık, § 163; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD],
B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 177). AİHM'e göre yaşam hakkı kapsamında etkili
yargısal sistem kurmaya ilişkin yükümlülüğün yerine getirilmesinde bu tür
olaylarda başvurucuların mağdur statülerinin sadece tazminat ödenmesi ile
telafi edilmesi söz konusu olamaz. Yetkili makamların bu tür olaylarda
izlemeleri gereken yolu tazminat ödemeye indirgemeleri, bazı durumlarda devlet
görevlilerinin fiilî dokunulmazlıkla denetimlerindeki kişilerin haklarını
istismar etmelerini mümkün kılacak; bu durumda öldürmeye ilişkin genel
yasaklar, temel önemine rağmen uygulamada etkisiz kalacaktır (Özcan ve
diğerleri/ Türkiye, § 54; Külah ve Koyuncu/Türkiye, §34). Benzer
başvurularda AİHM sürekli olarak, ölüm nedeniyle tazminatın yeterli olabilmesi
için iki tedbirin de uygulanması gerektiği değerlendirmesinde bulunmaktadır.
AİHM'e göre bu tür durumda ilk olarak yetkili makamlar tarafından sorumluların
tespit edilmesi ile cezalandırılmasını sağlayabilecek nitelikte etkili bir ceza
soruşturması yürütülmelidir. İkinci olarak ise başvurucu gerektiğinde ölümün
neden olduğu zarar nedeniyle tazminat almalı ya da en azından tazminat elde
etme imkânına sahip olmalıdır (Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve
diğerleri/Türkiye, § 56).
116. Diğer taraftan AİHM'in ulusal mahkemenin takdir
ettiği cezai yaptırımın yeterli, maddi ve manevi zararların giderilmiş olduğunu
tespit ettikten sonra mağduriyet sıfatının ortadan kalktığını değerlendirerek
kabul edilemez bulduğu başvurular bulunmaktadır. AİHM değinilen Mehmet
Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye (aynı kararda
bkz. § 59) başvurusunda; polis memurunun silah kullanımını 5237 sayılı Kanun'un
24. maddesi gereğince hukuka uygun bulmakla birlikte silahını dikkatsizce
kullanarak ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedende sınırı taksirle aştığını
kabul edip ceza veren ulusal mahkemenin takdir ettiği 2 yıl 1 aylık hapis
cezasını olayın şartlarına göre uygun ve yeterli bulmuştur. AİHM bunun yanında
ulusal mahkemenin kararının gerekçesinde yaşam hakkının ihlal edildiğinin
açıkça ifade edildiğini, mağdurların durumuna benzer başvurularda bizzat
kendisinin belirlediği tazminatlarla uyumlu maddi ve manevi tazminatların
verildiğini, polis memurunun on ay süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması
disiplin cezası aldığını belirterek yetkili makamlarca yaşam hakkının ihlal
edildiğinin tespit edildiği ve ihlale ilişkin mağduriyetin bu şekilde ortadan
kaldırıldığı gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (aynı kararda bkz.
§§ 61, 65).
b. Kötü Muamele
Yasağı Yönünden
117. Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar
başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı
ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”
118. AİHM Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili
içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri
olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçlarla mücadele gibi en zor
şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini, mağdurların davranışlarından
bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden
men ettiği belirtilmiştir. Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum
hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının
istisnasına yer verilmediği, içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD],
B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95,
6/4/2000, § 119).
119. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele
olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması
beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55;
Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya
[BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik
Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). Değerlendirmeye alınacak bu
unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96,
21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, §
53).
120. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve
makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkili biçimde soruşturma
yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131;
Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında
tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız,
kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla
çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04,
11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, §
55).
121. Devletin bireyleri kötü muameleye karşı koruma
yükümlülüğü, sadece esasa ilişkin boyutu değil usule ilişkin boyutu da
içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların
teorik olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi
takdirde kötü muamele yasağının kamu görevlileri tarafından ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak
niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve kamu görevlilerinin cezasız
kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94,
28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, §§ 131-136).
122. AİHM'in kolluk görevlilerinin eylemleri sonucunda
meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin olarak yapılan bazı başvuruları hem kötü
muamele yasağı hem de yaşam hakkı kapsamında incelediği özel durumlar da söz
konusu olmuştur. Bu duruma tipik örnek olarak verilebilecek olaylar genellikle
fiziksel saldırı, başka deyişle darp sonucu gerçekleşen ölümlerdir (Kişmir/Türkiye,
B. No: 27306/95, 31/5/2005; Nafiye Çetin ve diğerleri, B. No: 19180/03,
7/4/2009; Ali ve Ayşe Duran/Türkiye). AİHM, söz konusu başvurularda
gözaltındayken kolluk görevlileri tarafından darbedilip öldürülen kişilerin
yakın akrabalarının başvurularını hem yaşam hakkı hem de kötü muamele yasağı
kapsamında incelemiş ve söz konusu hak ve yasağın ihlal edildiğine karar
vermiştir. Bununla birlikte AİHM, benzer olaya -gözaltında işkenceye maruz
kalarak öldürülme- ilişkin bir başvuruda önce yaşam hakkı kapsamında bir
inceleme yaparak ihlal sonucuna ulaşmış ve işkence yasağına ilişkin şikâyeti
kabul edilebilir nitelikte bulmakla birlikte yaşam hakkının ihlali sonucuna
varırken dayandığı gerekçeleri dikkate alarak esasa ilişkin ayrı bir inceleme
yapılmasına gerek olmadığı sonucuna varmıştır (Yeter/Türkiye, B. No:
33750/03, 13/1/2009). AİHM ayrıca gözaltına alınan kişilerin gözaltı sırasında
ölmeleri veya gözaltı sırasında yaralandıktan sonra kaldırıldıkları sağlık
kuruluşunda hayatlarını kaybetmeleri nedeniyle bu kişilerin yakınlarınca
yapılan bazı başvurularda, devletin başvurucuların yakınlarının ölümünden
sorumlu olduğunu kabul ederek yaşam hakkı kapsamında bir inceleme yapmış ancak
kamu görevlilerinin darp fiilleri nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal
edildiği iddiaları yönünden ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görmemiştir (Tais/Fransa,
B. No: 39922/03, 1/6/2006, § 111; Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, B. No:
22965/10, 8/7/2014, § 82).
123. AİHM ayrıca kamu görevlilerinin kötü muamele
oluşturan eylemlerinin şikâyet konusu edildiği başvurularda da yaşam hakkı
kapsamında yapılan başvurularda olduğu gibi kötü muamele failleri hakkında HAGB
kararı verildiği hâllerde aynı gerekçelerle bu durumun cezasızlığa yol açtığı
gerekçesiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar vermektedir (Eski/Türkiye,
B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09,
3/7/2012, §§ 26, 46). Bununla birlikte AİHM, kötü muamelenin faillerine
disiplin cezası verilmesinin söz konusu yasağın caydırıcı etkisiyle bir
bağının bulunduğunu da sıkça ifade etmektedir. AİHM ayrıca bir kamu
görevlisinin kötü muamele içeren suçla suçlanması durumunda soruşturma ve
kovuşturma aşamasında görevden uzaklaştırılması gerektiğinin ve mahkûm edilmesi
durumunda ise meslekten ihraç edilmesinin önemine de dikkat çekmiştir (Abdulsamet
Yaman/Türkiye, B. No: 32464/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, §
34).
124. Diğer taraftan AİHM'e göre bireysel başvurudaki mağdur
kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti gibi kurallardan bağımsız şekilde
yorumlanır (Gorraiz Lizarraga ve diğerleri/İspanya, B. No: 62543/00,
10/11/2004, § 35). Ayrıca mağdur kavramının yorumu günümüzde değişime tabi olup
mağduriyet kavramı aşırı biçimcilikten uzak şekilde uygulanmalıdır (Gorraiz
Lizarraga ve diğerleri/İspanya, § 38).
125. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında yapılan
bireysel başvurularda aile bireylerinin kendileri bakımından da başvurularının
kabul edilebilmesi için somut olayda iddia edilen eylemler nedeniyle
yaşadıkları duygusal çöküntüden daha farklı bir boyut kazandıran özel
faktörlerin varlığının gerekliliğine vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre bu şikâyetlerin
incelenmesinde aile bağları ile aile bireylerinin ilişkilerinin özel durumuna
ve söz konusu olaylara ne kadar tanık olduklarına belirgin bir ağırlık
verilmesi gerekmektedir (Çakıcı/Türkiye, B. No: 23657/94, 8/7/1999, §
98). AİHM zorla kaybedilme ve kayıp kişilerin gözaltında kötü muameleye maruz
kaldığı iddialarını içeren başvurularda aile üyeleri bakımından ortaya
çıkabilecek bir ihlalin temelinde kayıp olayının kendisinin değil ulusal
makamların bu olaya tepkilerinin ve yaklaşımlarının yer aldığını belirtmektedir
(Çakıcı/Türkiye, § 98).
126. AİHM bu tür şikâyetleri incelediği başvurularda
hakları ihlal edilen kişinin aile üyelerinin olaydan dolayı ruhsal çöküntü ve
üzüntü yaşamalarının kaçınılmaz bir sonuç olduğunu, Sözleşme'nin 3. maddesinin
bu kişiler bakımından ihlal edilebilmesi için söz konusu durumun yeterli
olmadığını, aile üyelerinden birinin mağdur olup olmamasının yaşadıkları
duygusal çöküntüden farklı bir boyut kazandıracak özel faktörlerin başvuruda
var olup olmadığına bağlı olduğunu ifade etmektedir (Çakıcı/Türkiye, §
98). AİHM, ciddi insan hakkı ihlallerinin aile üyeleri üzerindeki psikolojik
etkisini kabul etmekle birlikte mağdurun yakınları için kötü muamele yasağı
kapsamında ayrı değerlendirme yapılabilmesi için anılan etkiyi ihlalin
kendisinden kaynaklanan kaçınılmaz duygusal acının ötesine taşıyan birtakım
özel faktörlerin olması gerektiğini vurgulamaktadır (Salakhov ve
Islyamova/Ukrayna, B. No: 28005/08, 14/06/2013, § 199).
127. Öte yandan AİHM'e göre bir ihlalin mağduru olduğu
iddia edilen bir kişinin başvurunun yapılmasından önce ölmüş olması hâlinde
gerekli hukuki menfaati bulunan kişinin ölen kişinin en yakın akrabası olarak
ölüm veya kaybedilmeye ilişkin şikâyetlerini ileri sürdüğü bir başvuruda
bulunma hakkı vardır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No:
16064/90, 16065/90..., 18/9/2009, § 112). Bunun gerekçesi, iddia edilen ihlalin
niteliği ve Sözleşme sisteminin en temel hükümlerden birinin etkin bir şekilde
uygulanmasına ilişkin değerlendirmeler ile belirlenen özel durumdur (Fairfield/Birleşik
Krallık (k.k.), B. No: 24790/04, 8/3/2005).
128. AİHM ayrıca Sözleşme’nin yaşam hakkını güvence
altına alan 2. maddesi kapsamında meseleler gündeme getiren ölüm veya
kaybedilme olayıyla yakından bağlantılı olması koşuluyla kişilerin ölen ya da
kaybedilen akrabaları adına kötü muamele yasağıyla ilgili olarak başvuruda
bulunabilmelerine onay vermektedir (Khayrullina/Rusya, B. No: 29729/09,
19/12/2017, §§ 86-107). Öte yandan AİHM (Can ve diğerleri/Türkiye
((k.k.), B. No: 59683/12, 15/12/2020, §§ 25-28) başvurusunda ölenin kötü
muameleye ve psikolojik baskıya maruz kaldığı, ileri sürülen hakların devredilemez
haklar kategorisinde olduğu, ölen kişinin akrabalarının mağdur olarak
değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır. AİHM'e göre benzer ihlal
iddialarının incelenebilmesi için başvurucuların basit bir maddi menfaatin yanı
sıra iç hukuktaki yargılamaların başvurunun incelenmesini gerekli kılar
nitelikte sonuçlanması gibi üstün bir manevi menfaate sahip olduklarını veya
önemli bir genel menfaat gibi başkaca zorlayıcı nedenlerin bulunduğunu
kanıtlamaları gerekir (Can ve diğerleri/Türkiye, § 26, Karpylenko/Ukrayna,
B. No: 15509/12, 11/2/2016, §106).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
129. Anayasa Mahkemesinin 26/5/2022 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
130. Başvurucular;
i. Kolluk görevlilerinin Gezi Parkı olaylarında
yakaladıkları göstericileri görev ve yetkilerinin kapsamı gereğince yetkili
adli makamlara teslim etmek yerine darbederek ağır nitelikte yaraladıklarını
hatta bu göstericilerden bazılarının darp sonucu ölümüne sebebiyet
verdiklerini, başvuruya konu somut olayda da yakınlarının bu tür bir saldırı
sonucunda öldürüldüğünü, olaya karışan kolluk görevlileri ve görevlilerle
birlikte hareket eden kişilerin, yakınlarını da cezalandırma amacıyla
darbederek öldürme kastıyla hareket ettiklerini,
ii. Olayda kolluk görevlilerinin saldırıyı
gerçekleştirdikleri gibi kamu görevlisi olmayan diğer kişilerin saldırılarını
da engellemeyip yakınlarının hayatını ve vücut bütünlüğünü korumadıklarını,
iii. Eskişehir Valisi'nin kolluk görevlilerinin suçlarını
örtbas etmeyi amaçlayan açıklamalar yaptığını, bu açıklamalardan cesaret alan
faillerin de olaydan sonra olayın yaşandığı sokakta bulunan işyerlerindeki
kameraların kayıtlarını sildiğini,
iv. Olaya ilişkin soruşturmanın Emniyet Müdürlüğü
görevlilerince yürütülüp delillerin olayın faili polis memurları ile aralarında
kurumsal bağ bulunan memurlarca toplandığını, ayrıca delilleri toplama
işlemlerinin jandarma birimlerince yürütülmesine ilişkin taleplerinin de
reddedildiğini,
v. Soruşturmanın kolluk amirlerini kapsayacak şekilde
genişletilmediğini oysa kolluk görevlileri olan faillerin kendilerine verilen
emirleri yerine getirdiğini,
vi. Kovuşturma süreci yaşanırken siyasilerin olayı
anımsatacak şekilde esnaflara ilişkin bazı açıklamalar yapmasının kovuşturmanın
sonucunu etkilemeye yönelik olduğunu,
vii. Kamu davalarının genel uygulama değil bir istisna
olması gereken naklinin -özellikle güvenlik güçlerinin karıştığı olaylar
bakımından- rutin bir uygulama hâline geldiğini, somut olayda da bağımsız ve
tarafsız bir yargılama yapılmasının önüne geçilmesi için davanın nakledildiğini
oysa Eskişehir'in aynı tarihlerde başka davalar için güvenli görüldüğünü,
Eskişehir Adliyesinin çevresinde olayın sorumlularının belirlenebilmesinin
sağlanması amacıyla gerçekleştirilen barışçıl nitelikteki eylemlerin kamu
güvenliğini bozucu olarak nitelendirilmesinin gerçeği yansıtmadığını, nakil
kararının gerekçeden yoksun olup gerekçede sadece nakil bakımından değil naklin
hangi sebeple Kayseri'ye yapıldığı konusunda bir açıklama da bulunmadığını,
viii. Yakınlarının işkence edilerek öldürülmesine rağmen
kovuşturma sonucunda takdir edilen cezaların benzer öldürmelerin engellenmesi
için gereken caydırıcılıktan çok uzak olduğunu, olayın kolluk görevlisi olan
faillerinden H.E.ye verilen yetersiz cezanın açıklanmasının geri bırakılmasının
bile söz konusu olduğunu, olaya karıştığı sabit olan, aksine kanaat getirilse
dahi diğer kişilerin eylemlerine göz yumduğu açık olan polis memuru Ş.G.nin
beraatine hukuka aykırı olarak karar verildiğini,
ix. Olaya karışan kolluk görevlilerinin disiplin hukukuna
göre herhangi bir ceza ile karşı karşıya kaldıklarına ilişkin bir bilginin
belgelerde bulunmadığını,
x. Olay nedeniyle yaşadıkları acının;
- Olayın görüntülerinin/haberinin medyada yer alması,
- Yakınlarının insanlık dışı bir eylemle öldürülmesi,
ayrıca 38 gün yaşam savaşı verip bu süre içinde sağlığının her geçen gün kötüye
gidişine tanıklık etmeleri,
- Kamu davasının gerekçeden yoksun şekilde başka yere
nakledilmesi nedeniyle gerçekleştirilen her duruşma için uzun bir yol katetmek
zorunda kalmaları,
- Soruşturma ve kovuşturmanın etkililikten uzak oluşu,
delillerin karartılmasına yönelik çabalar, kovuşturma sonucunda yetersiz
cezalara hükmedilmesi, bir sanık hakkında beraat kararı verilmesi ile süreç
içinde sanıkların tutukluluklarına son verilmesi,
- Olayın faillerinin pişmanlık sergilemek bir tarafa
görevlerinin gerekliliklerini yerine getirdikleri yönündeki açıklamaları hatta
kendilerini hedef alan bazı saldırgan tutumları nedeniyle olayın katlanılamaz
hâle gelmesinden dolayı olayda kendileri bakımından da kötü muamele yasağının
ihlal edildiğini,
xi. Yakınlarının ölümünden sorumlu kolluk görevlilerinin
bu saldırısının toplantılara ve gösterilere yapılan saldırıların bir parçası
olduğunun açık olduğunu, bu itibarla saldırının aynı zamanda toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkına bir müdahale olduğunu belirterek kötü muamele
yasağı ile yaşam, adil yargılanma, etkili başvuru ve toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
131. Bakanlık görüşünde 28/11/2018 tarihinde yapılan,
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2018/34734 numaralı başvurunun konu edildiği
9/7/2018 tarihli kararının başvurucular vekili tarafından 25/9/2018 tarihinde
UYAP'tan öğrenilmesine rağmen başvurunun otuz günlük süreden sonra yapılması
nedeniyle süre aşımından kabul edilemez olduğunun değerlendirildiği, diğer
taraftan ölüm olayı nedeniyle İdare Mahkemesince hükmedilen tazminatların Ali
İsmail Korkmaz'ın yakınları olan başvuruculara ödenmesi dolayısıyla somut
olayda mağduriyetlerin giderildiğinin düşünüldüğü ifade edilmiştir.
132. Bakanlık görüşünde ayrıca barışçıl niteliğini
kaybedip şiddet eylemlerine dönüşen ve ülke geneline yayılan olaylar nedeniyle
bozulan kamu düzeninin, bireylerin can ve mal güvenliklerinin sağlanmasının
elzem olduğu, kolluk görevlilerinin sahip oldukları imkânları bu amaca
özgülediklerinde bu amacın yaşam hakkının korunması olduğunda ve bu amacı
gerçekleştirmede sergilenen titizliğin tüm süreçte korunduğunda bir tereddüt
bulunmadığı, gösterilen her türlü çabaya rağmen başvuruya konu olay dâhil bazı
olaylarda üzücü birtakım gelişmelerin yaşandığı, bununla birlikte olayların
yoğunluğu gözetildiğinde az sayıdaki bu türden olayın sorumluluğunun devlete
yüklenemeyeceği ifade edilmiş; yetkili organların ellerindeki her imkânı kamu
düzeninin yeniden sağlanması ile diğer bireyler ve göstericilerin hayatlarının
korunması hedefi doğrultusunda azami ölçüde seferber ettiğinin
değerlendirildiği belirtilmiştir.
133. Bakanlık görüşünde ayrıca Ali İsmail Korkmaz'ın
ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın etkililiğine ilişkin olarak bazı değerlendirmelere
yer verilmiş; başvurucuların soruşturmaya üst düzey kamu görevlilerinin dâhil
edilmesi gerektiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu, olayın
gerçekleşmesi ile üst düzey kamu görevlilerinin talimatları arasında ceza
hukuku bağlamında bir illiyet bağının bulunmadığı, bulunduğunu savunulabilir
kılan bilgi ve belgenin varlığının da başvurucular tarafından ileri
sürülmediği, varlığı iddia edilen müdahale talimatının kolluk görevlilerinin
yetkisini aşacak, suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğuna
ilişkin herhangi bir somut kanıtın gösterilmediği ifade edilmiştir. Görüşte;
söz konusu ceza muhakemesinin yetkili makamlarca yerine getirilmesi gereken tüm
yükümlülüklerin eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesiyle birlikte etkili
biçimde yürütüldüğü, yetkili adli makamlarca ulaşılan hukuki
değerlendirmelerden ayrılmayı gerektirir bir nedenin de bulunmadığının
düşünüldüğü, sanıklardan yalnızca biri hakkındaki kısa süreli hapis cezası
hükmünün açıklanmamasının -bu konudaki aksi yöndeki Anayasa Mahkemesi
içtihadının farkında olunmasına rağmen- ceza muhakemesinin etkili olmadığı
sonucuna ulaşılmasına tek başına olanak vermediği ifade edilmiştir.
134. Başvurucular, Bakanlık görüşüne cevaplarında
öncelikle tazminat almalarıyla ilgili olarak bir açıklamada bulunmuştur.
Başvurucular, açtıkları tam yargı davası gerekçe gösterilerek mağduriyetlerinin
giderildiğinin söylenemeyeceğini, destekten yoksun kalma zararını da içeren
zararlarının giderilmesine konu ve idare hukuku kuralları çerçevesinde ele
alınan idari yargıdaki bu davanın yakınlarının öldürülmesine ilişkin ceza
muhakemesi ile Anayasa ve Sözleşme'de korunan yaşam hakkı ve kötü muamele
yasağı kapsamında devletin yükümlülüklerinin ihlal edildiği iddialarını içeren
başvurularıyla bir ilgisinin bulunmadığını belirtmiştir.
135. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı cevaplarında
ayrıca 2018/34734 sayılı başvurularına konu Yargıtay 1. Ceza Dairesinin onama
kararını vekillerinin 25/11/2018 tarihinde öğrendiğini ve öğrendikten sonra
süresi içinde (28/11/2018 tarihinde) bireysel başvurularını yapmaları nedeniyle
bu başvurularında süre aşımının söz konusu olmadığını ifade etmiştir.
136. Başvurucular Bakanlığın görüşündeki diğer hususlara
ilişkin olarak ise öz olarak yukarıda açıklanan iddialarını yinelemiş;
ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına
karar verilmesini, davanın Eskişehir mahkemelerinde görülmesinin Kayseri 3.
Ağır Ceza Mahkemesince yapılan işlemlerin yeniden yapılmasını zorunlu
kılacağından ve bu durumun kendileri için ayrı bir elem yaratacağından kamu
davasının nakli konusunda keyfîliği önleyici ve bu konuda yol gösterici bir
karar verilmesi şartıyla ihlal kararının ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması amacıyla Eskişehir mahkemelerine değil Kayseri 3. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. İddiaların
Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden
137. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve
manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama, ... hakkına
sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.
Meşru müdafaa hali, yakalama ve
tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün
kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında
silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen
öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
138. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve
görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
139. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesinin ikinci
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Birinci fıkrada belirlenen
durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler
dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; ...."
140. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurudaki iddialar; Ali İsmail Korkmaz'ın darbedilip öldürülmesi,
toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edilmesi ile olaya ilişkin ceza
muhakemesinin etkili olmamasıdır. Dolayısıyla başvuruda ceza muhakemesinin
etkisizliği yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının yanında aynı zamanda adil
yargılanma hakkı ile ilişkilendirilip bu hak kapsamında da nitelendirilerek
ileri sürülmüşse de bu iddiaların kötü muamele yasağı ve yaşam hakkının maddi
ve usule ilişkin boyutları kapsamında ele alınmasının uygun ve gerekli olduğu
sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte başvuruda kötü muamele yasağı ve yaşam
hakkının usule ilişkin boyutları incelendiği için söz konusu yasak ve hakla
bağlantı kurularak ileri sürülen etkili başvuru hakkının ihlal edildiği
iddialarının ayrıca incelenmesine gerek olmadığı kanaatine varılmıştır.
141. Diğer taraftan olay ve olgular ile yargısal
mercilerin değerlendirmeleri dikkate alınarak Ali İsmail Korkmaz'a kötü
muamelede bulunulduğu, öldürmeme yükümlülüğünün ihlal edildiği ve olayla ilgili
ceza muhakemesinin etkililikten uzak yürütüldüğü şikâyetlerinin ceza
muhakemesinde sanık konumundaki polis memuru H.E. ile diğer sanıklar bakımından
ayrı ayrı değerlendirilmesi, bu değerlendirmede H.E. hakkındaki iddiaların
sadece kötü muamele yasağı, diğer sanıklar hakkındaki iddiaların ise yaşam
hakkı ile kötü muamele yasağı kapsamında ele alınmasının gerektiği sonucuna
varılmıştır. Bunun yanında Ali İsmail Korkmaz'ın yakınlarının olayda ölenin
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği ile ölümle sonuçlanan
bu olay ve olayın ardından yaşanan ilgili sürecin kendileri bakımından da kötü
muamele oluşturduğuna ilişkin iddialarının ayrıca incelenmesi gerektiği
kanaatine varılmıştır.
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Genel Olarak
142. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol
açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir
hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."
143.
6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinde
kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1)
numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir.
Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu
gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir
hakkının ihlal edilmesi, bu ihlalden dolayı kişisel olarak ve doğrudan
etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu
ileri sürmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
144. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas
itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut
olayın koşulları ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile
arasında kişisel ve özel bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa'nın ihlalinden
olumsuz etkilenen veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel menfaati
bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda
bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955,
14/4/2016, § 53).
145. Nitekim Anayasa Mahkemesi, mağdurun bizzat başvuru
yapmasının mümkün olmadığı ve akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda
-özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu durumlarda- başvurucuların ihlalden
doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen dolaylı etkilenmiş olmaları nedeniyle
başvuru yapabileceklerine karar vermektedir (pek çok karar arasından bkz.
Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).
146. Öte yandan ölen yakının Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında yasaklanan bir fiile maruz kaldığı iddialarını başvuranın
dolaylı mağdur sıfatıyla dile getirip getiremeyeceği meselesinin incelenmesi
gerekir (Muazzez Babak ve Naif Babak, B. No: 9/6/2021, § 107). Ancak
başvurucunun yakını maruz kaldığı fiil sonucunda yaşamını yitirmişse veya
bundan çok kısa bir süre önce bu fiile maruz kalmışsa dolaylı mağdur sıfatı
yönünden sorun bulunmamaktadır (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591,
19/4/2017 § 80; Muazzez Abak ve Naif Abak, § 108). Anılan durumlar
dışında dolaylı mağdur sıfatının varlığı, somut olayın koşullarına ve kötü muamele
teşkil ettiği iddia edilen fiilin ölüm olayıyla bağlantısına göre
belirlenmelidir (Muazzez Abak ve Naif Abak,§ 109).
147. Başvurucular, hayatını kaybeden Ali İsmail
Korkmaz'ın ebeveyni ve kardeşidir. Dolayısıyla Ali İsmail Korkmaz'ın yakını
başvurucuların yaşam hakkı kapsamında dolaylı mağdur statüsüne sahip olması
nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olarak başvuru
ehliyeti bakımından bir sorun görülmemiştir. Bununla birlikte başvurucuların
yakını Ali İsmail Korkmaz, polis memurları ve bu memurlarla birlikte hareket
eden kişilerin darp şeklinde gerçekleşen kötü muamelesine maruz kalması
sonucunda yaşamını yitirmiş olduğundan başvuruda, başvurucuların ölen yakınları
ile ilgili olarak ileri sürdükleri bu kötü muamele iddiaları bakımından dolaylı
mağdur sıfatları olduğunu kabul etmek gerekir. Diğer taraftan Ali İsmail
Korkmaz, polis memuru H.E.nin eylemi ile maruz kaldığı yaralama sonucunda
yaşamını yitirmemiştir. Bununla birlikte olayın ardından yetkili makamlara
şikâyetini bildirdikten sonra sağlık durumunun kötüleşmesi nedeniyle bilinci
kapalı bir hâlde sağlık kuruluşunda tedavisine başlanan Ali İsmail Korkmaz, bir
süre sonra burada yaşamını yitirmiştir. Ölenin vücut bütünlüğüne yönelik bu
saldırılara ilişkin olarak sağlığında şikâyetini yetkililere bildirdiği, yakın
akrabaları olan başvurucuların Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünden sonraki süreci
takip ettikleri, yetkili makamların başvurucuların mağdur sıfatını kabul
ettikleri görülmüştür. Dolayısıyla fiziksel bütünlüğün dokunulmazlığına ilişkin
hak devredilemez bir nitelikte ise de olayın gerçekleşme koşulları, özellikle
Ali İsmail Korkmaz'ın bu saldırıya ölümünden kısa bir süre önce maruz kalıp
sağlığında da şikâyetini yetkililere bildirmiş olması dikkate alındığında
başvurucuların mağdur yakınlarının maruz kaldığı bu saldırı ile ilgili olarak
da dolaylı bir mağduriyetlerinin olduğunun kabul edilmesi gerektiği sonucuna
varılmıştır.
148. Diğer taraftan Bakanlığın başvuruculara tazminat
ödenmesine karar verilmesi nedeniyle başvurucuların mağdur sıfatlarının ortadan
kalktığı görüşü ile ilgili olarak bir karar verebilmek için devletin yaşam
hakkı ve kötü muamele yasağı kapsamında etkili bir yargısal sistem kurmaya
ilişkin pozitif yükümlülüğünün kapsamı ile yükümlülüğün olayda ne ölçüde yerine
getirildiğinin ayrıca tespiti gerekmektedir. Bu konuda öncelikle kamusal
yetkiyle güç kullanılması sonucunda meydana gelen ölümlerin öldürmemeyi
içeren negatif yükümlülük kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, bu
yükümlülüğün hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle
sonuçlanan her türlü güç kullanımını kapsadığını belirtmek gerekir (Cemil
Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44). Bununla birlikte öldürmemeye
ilişkin negatif yükümlülüğün söz konusu olduğu bir durumda etkili yargısal
sistem kurma yükümlülüğünün yerine getirebilmesi için gerektirmekteyse
tazminat ödenmesinin veya buna ilişkin etkili bir yolun sağlanmasının yanında etkili
bir ceza muhakemesi (söz konusu olmuşsa kovuşturma evresini de kapsayan)
yürütülmesi gerektiği söylenmelidir. Başvuruya konu olayda da kovuşturma
evresini kapsayan ve olayın sorumlusu olduğu değerlendirilen kişilerin cezai
yaptırımlarla karşı karşıya kalmalarıyla sonuçlanan bir ceza muhakemesi ile
ölenin yakınları mağdurlara olaydan kaynaklanan tüm zararlarının tazmini söz
konusu olmuştur. Dolayısıyla başvuruda söz konusu yükümlülüğün ne ölçüde yerine
getirildiği, dolayısıyla başvurucuların mağduriyetlerinin giderilip
giderilmediğinin tespiti gerekir.
b. Polis Memuru
H.E. Dışındaki Polis Memurları ve Diğer Kişiler Hakkında İleri Sürülen İddialar
149. Somut olayda Ali İsmail Korkmaz darbedilmesi ile
ilgili olarak şikâyetlerini yetkili makamlara da bildirmesinin ardından
yaralanması nedeniyle sağlık kuruluşunda tedavi görmekteyken darbedildikten 38
gün sonra yaşamını yitirmiştir. Bu nedenle olay, öncelikle yaşam hakkı
kapsamında bir incelemeye tabi tutulacak; sonuca göre kötü muamele yasağı
kapsamında bir inceleme yapılması gerekip gerekmediği değerlendirilecektir.
150. Devletin -negatif bir yükümlülük olarak- yetki
alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamını hukuka aykırı olarak son vermeme
yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu, §§ 50, 51). Kamu
görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölümlerin de
şüphesiz devletin sahip olduğu hiçbir bireyin yaşamına son vermeme
negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. 2559 sayılı Kanun’un
16. maddesinde belirtildiği üzere bir güç kullanımı; bedenî kuvvet, diğer maddi
güç araçları veya silah kullanılması şeklinde gerçekleşebilecektir.
151. Devletin yaşam hakkı kapsamında yaşamı korumak için
etkili hukuki tedbirler alması (gerekli yasal düzenlemeleri oluşturma ve
yasaların uygulanmasını sağlayacak etkili bir mekanizma kurma şeklinde)
gerekir. Devletin bunun yanında doğal olmayan (şüpheli) bir ölüm gerçekleşmiş
ise olayı soruşturma ve gerektiğinde ihlale uygun karşılık gelen yeterli
yaptırıma karar vermeye ilişkin usul yükümlülüğü de bulunmaktadır. Ölümle
ilgili olayın ardından olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmesiyle yerine
getirilebilecek bu pozitif yükümlülük, soruşturma işlemleri ile yöntemlerine
ilişkin olduğundan yaşam hakkının usul boyutunu oluşturmaktadır. Bu
yükümlülükte amaç, mağduriyetlerin giderilmesinin yanında devletin
etkili, başka deyişle caydırıcı yaptırımlar içeren yasal düzenlemeleri
oluşturma ve bu yasaların uygulanmasını sağlayacak etkili bir mekanizma
(mahkemeler, başsavcılıklar vb.) kurma yoluyla yaşamı koruma altına
almasının anlam ifade edebilmesini sağlamaktır. Bu ise ancak yaşam hakkını
koruyan hukukun etkili şekilde uygulanabilmesi ile olabilmektedir. Bu nedenle
Anayasa'nın 5. maddesi ile bir arada yorumlanan 17. maddesinden doğan yaşamı
koruma yükümlülüğü, devlete bu konuda gerekli hukuki tedbirler oluşturma
yükümlülüğü yanında olayın niteliğine göre yaşamı koruma potansiyeline sahip
hukukun etkili bir biçimde uygulanmasına ilişkin olay sonrası bir başka
yükümlülük yüklemektedir. Bu itibarla usul yükümlülüğü, yaşamı korumaya ilişkin
pozitif yükümlülüğün somut olayda yerine getirilmesi gereken bir parçası,
uzantısı olmaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aziz Biter ve
diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58). Dolayısıyla yaptırımlara
ilişkin bazı uygulamalar, ihlalleri gerçekleştiren sorumluların cezasız
kalmalarına ya da gerektiği gibi cezalandırılmamalarına yol açarak
caydırıcılığı sağlayamadığı için etkili ceza soruşturması yürütülmesi
yükümlülüğünü açıkça zedelemektedir. Bu durum, yaşam hakkını korumak için
oluşturulan mevzuatın etkili şekilde uygulanmamasına, dolayısıyla da kişilerin
hayatlarının kanunla korunamamasına sebebiyet vermektedir (Seyfullah Turan
ve diğerleri, B. No: 2014/1982, 9/11/2017, § 162).
152. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun
kabul edilebilmesi için;
- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz,
resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve varsa sorumluların
belirlenmesini sağlayabilecek delillerin tespit edilebilmesi için kendilerinden
makul olarak beklenen tedbirleri almaları (T.A. [G.K.], B. No:
2017/32972, 29/9/2021, § 110),
- Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen
ölümlerde, soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden
bağımsız olması (T.A., § 110),
- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması, meşru
menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine
gerekli olduğu ölçüde katılabilmelerinin sağlanması (T.A., § 110),
- Soruşturmanın makul özen ve süratle yürütülmesi (T.A.,
§ 110),
- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif
analizinin yapılarak soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm
bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması -olayda güç
kullanımı varsa kararın ayrıca yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın
aradığı zorunlu durumdan kaynaklanan orantılı bir müdahale olup olmadığına
yönelik değerlendirme içermesi- gerekir (Cemil Danışman, § 99).
153. Somut olayda ceza muhakemesine ilişkin ileri sürülen
iddiaların soruşturmada delillerin olaya karışan kolluk görevlileri ile
aralarında kurumsal bağ olmayan görevlilerce toplanmadığı, davanın naklinin
etkili katılımı engellediği, olayda sorumlulukları bulunan üst düzey yetkili
kamu görevlilerinin sorumluluklarının belirlenmediği, ayrıca yetkili mercilerce
olayın faillerinin sorumluluğunun doğru tespit edilmeyip bu durumun bir sonucu
olarak ise sorumluların suçlarına karşılık gelen uygun ve yeterli, aynı zamanda
benzer olaylarda caydırıcı bir etki gösterebilecek cezalarla karşı karşıya
bırakılmadıkları, bir polis memurunun ise değil yetersiz cezalarla
cezalandırılmak delillerin takdirindeki isabetsizlik sonucunda hiç
cezalandırılmadığı olduğu anlaşılmıştır. Başvuruda ayrıca Eskişehir Valisi'nin
medyaya yansıyan bazı konuşmalarının olayın faillerini cesaretlendirerek adı
geçenlerin görüntüleri silmelerine veya sildirmelerine kadar varan delil
karartması fiillerini gerçekleştirdikleri, bu durumun yürütülen ceza
soruşturmasının etkililiğini zedelediği iddiasının ise görüntülerin silinmesine
ilişkin olarak başka soruşturma ve kovuşturmalar yürütülmesi nedeniyle
başvuruya konu edilen ceza muhakemesi üzerinden incelenmesinin mümkün olmadığı
belirtilmelidir.
154. Dolayısıyla başvuru, ilk olarak yetkili adli
mercilerin olayın aydınlatılmasına hizmet edecek delillerin toplanması
bakımından kendilerinden makul olarak beklenebilecek tedbirleri alıp almadığı,
sürecin bağımsız ve tarafsız olarak yürütülüp yürütülmediğiyle ilgili olarak
değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bununla birlikte yetkili merci Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturmanın resen ve derhâl başlatıldığı, ceza muhakemesinin
bir bütün olarak makul süratte yürütüldüğü, başvurucuların da bu hususlarda
aksi yönde bir şikâyet ileri sürmediği görülmüştür.
155. Somut olayda başvurucular delillerin toplanmasında
özensizlik gösterildiği, delillerin elde edilmesi ve incelenmelerine ilişkin
bazı işlemlerin sanık polis memurları ile aralarında kurumsal bağ bulunan
emniyet görevlilerince yapıldığı gibi birtakım şikâyetler ileri sürmüş ise de
yukarıda yer verilen olay ve olgulardan da açıkça görüldüğü üzere olay
yerindeki güvenlik kameralarının kaydettiği ancak akabinde silindiği anlaşılan
görüntülerin yeniden elde edilmesi yönünde yoğun çaba gösterilmiş ve olaya
karışan polis memurlarıyla aralarında kurumsal olarak hiçbir bağ bulunmayan
jandarma görevlilerinin olaydan sonra silinen/sildirilen görüntülerin geri
getirilebilmesi için sarf ettikleri çaba sayesinde görüntülerin geri
getirilmesi mümkün olabilmiştir. Olayın gelişimi ile gerçekleşme koşullarının
belirlenip buna göre bir sonuca varılmasında bu görüntülerin kritik bir önemi
olduğu, ağırlıklı olarak bu görüntüler sayesinde olayın faillerinin
belirlenebilip cezalandırılabildiği açıkça görülmektedir. Bununla birlikte
maddi gerçeğin şüpheye yer bırakmayacak nitelikte açığa çıkarılıp olayın
sorumlularının belirlenmesi bakımından hiçbir duraksamaya yer verilmeyerek
araştırmaların yapıldığı, bu bağlamda sadece görüntülere bağlı kalınmayıp
bilirkişi incelemesi, tanık delili gibi diğer delillere de başvurulduğu
anlaşılmaktadır. Bu nedenle olayda maddi gerçeğin açığa çıkarılması ve olayın
sorumlularının belirlenmesi yönünde gerekli çabanın gösterildiği, sürecin
bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürebilecek herhangi bir tutum veya açık
bir özensizlik olmadığı sonucuna varılmıştır.
156. Öte yandan olaya ilişkin kamu davasının naklinin de
mağdurların söz konusu davaya etkili katılımlarını engelleyip engellemediği
bakımından incelenmesi gerekir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin dava naklinin
somut olayın koşullarına göre mağdurların etkili katılımlarının önünde
engel teşkil ettiği ve bu durumun da yaşam hakkı kapsamındaki etkili ceza
soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünü ihlal ettiğine ilişkin
değerlendirmelerde bulunduğu Seyfullah Turan ve diğerleri başvurusunda
konunun genel ilkelerini belirlediğini belirtmek gerekir.
157. Buna göre öncelikle kamu davasının görevli ve
yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesinin bazı durumlarda etkili
soruşturma yürütme yükümlülüğünü yerine getirmesini engelleyen olayların
yaşanmasına yol açabilecek, yargılamanın taraflarını ciddi tehditlere maruz
bırakabilecek, buna bağlı olarak da taraflara tanınan usule ilişkin anayasal
güvenceleri zedeleyebilecek ya da tamamen ortadan kaldırabilecek nitelikte kamu
güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlike yaratan bazı sonuçların
doğmasına sebep olabileceği belirtilmelidir (Seyfullah Turan ve diğerleri,
§ 173).
158. Dolayısıyla yaşam hakkı kapsamındaki davanın görevli
ve yetkili mahkemenin bulunduğu yerde görülmesinin -söz konusu bölgede meydana
gelebilecek toplumsal olaylar ya da benzeri faktörler dikkate alınarak- kamu
güvenliği için tehlikeli olduğu gerekçesiyle başka yere nakledilmesine karar
verilebilmesi mümkündür (Seyfullah Turan ve diğerleri, § 174).
159. Bu durumda davanın başka yerdeki bir mahkemeye nakli
yapılırken üzerinde önemle durulması gereken husus, davanın naklinin etkili
soruşturma yürütülmesindeki temel amacı tehlikeye düşürüp yaşam hakkı
kapsamındaki ilkeler ve esaslara aykırı neticelerin doğmasına sebep olmaması
gerektiğidir (Seyfullah Turan ve diğerleri, §§ 175, 176).
160. Diğer taraftan davanın belli bir yerde görülmesinin
kamu güvenliği bakımından tehlike doğurabilme potansiyeli olduğu hâllerde nakil
konusunda yapılacak değerlendirmede salt güvenlik ile ilgili genel sorunlar
gözönünde bulundurulmamalı, güvenlik riskinin dava üzerinde olumsuz bir
etkisinin bulunup bulunmadığı da gözetilmelidir. Bunun yanında yargılamanın
ilgili yerde başlamasının veya sürdürülmesinin kamu güvenliği bakımından açık
ve yakın tehlike doğuracağı kanaatine varıldıktan sonra nakille ilgili
yapılacak değerlendirmede sadece genel asayişin bozulmasının önlenmesinin değil
dava taraflarının yargılamaya ilişkin anayasal haklarını kullanmalarının
engellenmesi tehlikesinin ortadan kaldırılması amacının da gözönünde tutulması
gerekmektedir (Seyfullah Turan ve diğerleri, § 177).
161. Katılımın etkililiğinin seviyesi, başvuruya konu
kovuşturmaların kendine özgü koşullarına göre değişebilecektir. Ancak her
hâlükârda olayın failinin sorgulandığı, delillerin tartışıldığı oturumlara
katılmak isteyen mağdurlara meşru menfaatlerini korumak için bu imkân
tanınmalıdır. Aksinin kabulü katılımın sadece teoride kabul edilmesi, pratikte
ise sağlanmaması anlamına gelebilecektir (Seyfullah Turan ve diğerleri,
§ 187).
162. Öncelikle somut olayda Antakya'da yaşayan
başvurucuların söz konusu davanın Eskişehir'de görülmeye devam edilmeyip
Eskişehir'e göre Antakya'ya daha yakın konumdaki Kayseri'ye nakledilmesinin
katılımlarını ne şekilde güçleştirdiğine ilişkin olarak herhangi bir somut
açıklamada bulunmadıklarını söylemek gerekir. Dahası Eskişehir Mahkemesince
kovuşturmada duruşma aşamasına geçilmeden gerçekleştirilen söz konusu nakil
sonucunda başvurucuların Kayseri'de görülen davaya katılabildikleri,
kendilerini farklı barolara kayıtlı vekilleri aracılığıyla temsil ettirdikleri,
kovuşturmadaki delillerin toplanması/delillerin tartışılması aşamasına
katılabildikleri, duruşmada gerçekleştirilen diğer işlemlere ve alınan
kararlara karşı itirazlarını dile getirebildikleri açıkça görülmektedir.
Dolayısıyla davanın nakliyle, etkili soruşturma yürütülmesindeki temel amacın
tehlikeye düşürülmesine ve etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü kapsamındaki
ilkelere aykırı bir sonucun bu bağlamda doğmasına sebep olunmadığı,
başvurucuların gerektiği ölçüde katılımlarının engellenmediği kanaatine
varılmıştır.
163. Soruşturmanın etkililiğinde üzerinde durulacak bir
diğer husus, başvurucular tarafından iddia edildiği gibi ceza muhakemesinde
şüpheli veya sanık konumunda olmayan polis amirlerinin de olayda cezai
sorumluluklarının bulunup bulunmadığıdır. Başvurucular, polis memurlarının
amirlerinden aldıkları talimatlar doğrultusunda yakınlarını darbederek
öldürdüklerini iddia etmiştir. Başvurucular bu iddialarında somut olarak bir
yetkiliden ve bu yetkili tarafından verilmiş bir talimattan bahsetmemişlerdir.
164. Somut olayda İl Emniyet Müdürlüğünün TEM Şube
Müdürlüğü biriminde görevli polis memurları ile bu memurlarla hareket eden
sivil kişilerin gösteriye katılan ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli
memurların gösteriye müdahalesinden kaçan Ali İsmail Korkmaz'ı hukuka aykırı
güç kullanarak darbettikleri ve bu darp sonucunda ölümün meydana geldiği
konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bakanlık görüşünde de bu konuda bir
itiraz yer almamıştır. Güvenlik güçleri; bir toplantı ve gösterinin yasa dışı
olduğunu, göstericilerin suç işlediğini değerlendirdikleri bir durumda
görevlerinin -demokratik bir hukuk devletinde olması gereken şekilde- ilgili
düzenlemelere uygun hareket etmek olduğunu, her koşulda herhangi bir hukuka
aykırı davranıştan kaçınmaları gerektiğini hiçbir zaman hatırlarından
çıkarmamalıdır. Anayasa'nın en temel hükümlerinden 17. maddesi, demokratik
toplumların ana değerlerinden olan yaşam hakkını korumaktadır. Bunun yanında
maddenin her türlü kötü muameleyi açıkça yasakladığı belirtilmelidir.
Anayasa'nın terörizm veya organize suçlarla mücadele ya da savaş, seferberlik
ve olağanüstü hâl gibi en zor koşulların varlığında dahi kötü muameleyi mağdurların
davranışlarından bağımsız olarak yasakladığı unutulmamalıdır.
165. Bu itibarla güvenlik güçlerinin hiçbir koşul altında
cezalandırma, öç alma veya başka bir hukuka aykırı saikle hareket ederek bir
kişinin yaşamına ve maddi ile manevi varlığına dokunmaması gerekir. Demokratik
bir hukuk devletinde güvenlik güçlerinin ilgili yasalarla belirlenmiş,
kendilerine verilen yetki ve görevleri kapsamında, hukuka uygun tarzda hareket
etmeleri beklenmektedir. Aksi yöndeki bir tutum hiçbir koşul altında kabul
edilemez. Bu türden hukuka aykırı bir tutum ile bu tür tutuma hoşgörü
gösterildiği intibası uyandıran herhangi bir türden eylem ya da eylemsizlik,
söz konusu anayasal güvencelere açıkça aykırı olacaktır.
166. Bu bağlamda hukuka açıkça aykırı şekilde gerçekleşen
olay ile polis amirlerinin talimatları arasında ceza hukuku bağlamında bir
illiyet bağının bulunmadığı, bulunduğunu savunulabilir kılan bilgi ve belgenin
varlığının başvurucular tarafından da ileri sürülmediği ortadadır. Somut olayda
varlığı iddia edilen müdahale talimatının -ki bu yönde bir bilgi veya belge de
bulunmamaktadır- kolluk görevlilerinin yetkisini bu şekilde aşacak, bu türden
veya başka türden suç oluşturacak tarzda hareket etmelerine yönelik olduğuna
ilişkin herhangi kanıtın gösterilmemiş olduğunu ifade etmek gerekir. Yetkili mercilerin
eylemleri nedeniyle cezalandırdığı memurlar ile olay yerindeki işyeri sahibi ve
bu kişinin yakınlarının hukuka açıkça aykırı olduğu ile hiçbir koşul altında
kabul edilemez nitelikte olduğunda kuşku bulunmayan, herhangi bir mercinin bu
yönde bir talimat verdiği intibası da uyandırmayacak tarzda ortak iradeyle
hareket ederek gösteri alanından uzaklaşma amacındaki Ali İsmail Korkmaz'ın
yaşamını yitirmesine sebebiyet verdikleri açıkça görülmektedir. Sanık M.S.nin
göstericileri yakalama veya gözaltına alma talimatı almayıp sadece dağıtıp
uzaklaştırma talimatı aldığı yönündeki savunmasının doğru olduğunun kabul
edilmesi durumunda dahi böyle bir talimatlandırmanın kişilere karşı doğrudan ve
aşırı güç kullanılması, göstericilerin toplu hâlde ve/veya ağır derecede
darbedilmesi şeklinde anlaşılması gerektiğini veya anlaşılabilme potansiyeli
olduğunu söylemek mümkün değildir. Sanık polis memurlarının diğer kişilerle
birlikte polis müdahalesinden kaçan Ali İsmail Korkmaz'ı gösteriye katıldığı
için çok sert bir karşılık vererek yola getirme veya cezalandırma kastıyla
hareket ettiği, polis amirlerinin astları olan memurlarına sivil kişilerle
hareket ederek ağır darp şeklindeki eylemi gerçekleştirmeleri yönünde talimat
verdiklerine ilişkin herhangi bir bilgi veya kanıtın başvuru dosyasında yer
almadığı, ayrıca polis memurlarının ve diğer kişilerin böyle bir talimat olmasa
dahi polis amirlerinin bazı tutum ve sözlerinden cesaret alarak bu şekilde
hareket ettiklerinin kabul edilmesini olanaklı kılacak herhangi bir bilgi ve
belgenin bulunmadığı görülmüştür.
167. Başvurudaki bir diğer iddia ise bir polis memurunun
Ali İsmail Korkmaz'ın yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan darp eylemine
katılmasına rağmen cezalandırılmamasıdır. Başvurucular, bu memurun amir
statüsüne sahip olduğunu -polis memuru meslek kıdeminden ötürü başpolis unvanı
almıştır-, darp eylemine katılmasına rağmen cezalandırılmadığını, kaldı ki
katılmadığı kabul edilse dahi diğerlerinin eylemini engellemeyerek yakınlarının
yaşamını korumadığını ileri sürmüştür.
168. Esasen olayların oluşumuna ilişkin delillerin
değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve
diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin ilgili
makamların yerine geçerek delilleri değerlendirmesi söz konusu olamaz. Başka
bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, yetkili makamların maddi olaylar ile
ilgili yaptıkları değerlendirmelerin yerine kendi değerlendirmesini koymak
değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, §
185).
169. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin soruşturmalar ve
kovuşturmaların sonuçlarıyla doğrudan ilgilenmediğini, Anayasa Mahkemesinin
görevinin ilgili makamların Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yerine getirmek
zorunda olduğu usul yükümlülüğünü somut olayda yerine getirip getirmediğini ya
da ne ölçüde yerine getirdiğini belirlemekten ibaret olduğunu belirtmek gerekir
(benzer değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, § 110).
170. Diğer taraftan etkili soruşturma yükümlülüğü bir
amaç değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi bu
yükümlülük açısından delillere ilişkin irdelemelerde bulunurken delillerin
somut soruşturma kapsamında ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğiyle ilgili
herhangi bir yorum yapmamaktadır. Delillerin nasıl değerlendirildiği, yetkili
makamların sorumluları saptama ve eylemleri gerektirmekte ise cezalandırma
yükümlülüklerini ifa etmeleri konusunda kendilerinden beklenebilecek makul
tedbirleri alıp almadıklarının tespiti açısından önem taşımaktadır (benzer
değerlendirmeler için bkz. Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, § 186).
171. Bu hususlara ilaveten yaşam hakkına ilişkin
kovuşturma söz konusu olduğunda Anayasa Mahkemesi açısından ceza hukuku
sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulduğu
bilinmelidir. Organlarının, görevlilerinin ya da memurlarının eylemlerinden
dolayı devletin Anayasa'dan ve Sözleşme'den doğan sorumluluğu ile kişilerin
şahsi ceza sorumlulukları birbirine karıştırılmamalıdır. Anayasa Mahkemesinin
şahsi ceza sorumluluğu bağlamında bir kanaate ulaşma, suçluluğa veya masumiyete
ilişkin bir tespitte bulunma görevi bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesince yer verilen tespitlerin masumiyet veya suçluluğa ilişkin
değerlendirme içerdiği şeklinde yorumlanmaması gerekir (benzer değerlendirme
için bkz. Rıfat Bakır ve diğerleri, § 143).
172. Somut olayda Anayasa Mahkemesinden önceki yetkili
yargısal mercilerin bazı polis memurları ve bu görevlilerle birlikte hareket
eden kişilerin başvurucuların yakınının ölümüne sebebiyet verdikleri, bir memurun
suça katıldığı yönünde her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delilin ise
elde edilemediği kanaatine vardıkları görülmüştür. Bu kanaate varılmasında
olaya ilişkin kamera görüntülerinin etkili olduğu, yetkili mercilerin
görüntüleri ayrıntılı incelemeleri sonucunda bu kanaate vardıkları, dahası ve
önemlisi görüntüler dışındaki başkaca bir delil vasıtasıyla da bu memurun suça
katıldığının ya da suça katılmamakla birlikte diğerlerinin suçlarına karşı bir
eylemsizliğinin bulunduğunun ortaya konulamadığını değerlendirdikleri
söylenmelidir. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin yetkili mercilerin vardıkları bu
sonuçtan farklı bir sonuca ulaşabilmesi için önünde aksi yönde kesin nitelikte
bir kanıt veya bilginin olması gerektiğini bir kez daha vurgulamak gerekir.
Somut olayda bu nitelikte bir kanıt veya bilginin olduğunu başvurucular ileri
sürmemiştir.
173. Son olarak olaydaki şahsi ceza sorumluluğunun hatalı
tespit edildiği iddiası değerlendirilecek, ardından yetkili yargısal merciler
tarafından anayasal yükümlülüklere uygun olarak somut olayda belirledikleri
sorumluluklara uygun ve yeterli karşılık gelecek yaptırımları belirleyip
belirlemedikleri incelenecektir. Bu değerlendirme, sadece başvuruya konu
olaylardaki mağduriyetlerin giderilip giderilmediği bakımından değil yargısal
mercilerin benzer olayların önlenmesinde bu bağlamda sahip oldukları kritik
önemi olan rolü yerine getirip getirmediğinin belirlenmesi için de gereklidir.
174. Somut olayda başvurular, olaydaki sorumluluk
derecesinin öldürmeye yönelik kasıt olduğunu ileri sürmüş; iddia
makamının talebinde ise sadece bir sanığın öldürme kastıyla hareket edip kasten
öldürme suçundan cezalandırılması, diğerlerinin kasıtlarının yaralamaya yönelik
olmakla birlikte bu yaralama ile gerçekleşen ölümden sorumlu tutulmaları
gerektiği iddia edilmiş, kovuşturmayı yürüten derece mahkemesi ve kanun yolu
incelemesi yapan Yargıtay, tüm sanıkların kastının yaralamaya yönelik olduğu
ancak başvurucuların yakınının bu yaralanma neticesinde yaşamını yitirdiği, tüm
sanıkların ölümden bu bağlamda sorumlu tutulmaları gerektiği kanaatine
varmıştır. Başka bir anlatımla yetkili merciler, sanıkların öldürmeyi istemeyip
yaralamak kastıyla hareket ettiğini kabul etmişse de Ali İsmail Korkmaz'ın bu
darbetme eyleminde aldığı darbelerin etkisiyle yaşamını yitirdiğini gözönünde
tutup sanıklar hakkındaki cezalarda artırıma gitmiştir. Görüldüğü üzere somut
olay, 5237 sayılı Kanun'da tanımlanan kasıt sorumluluğu ile hayata ve vücut
bütünlüğüne karşı suçların gündeme geldiği, yetkili mercilerce de kendine özgü
koşullarının dikkate alınarak tartışıldığı bir olaydır.
175. Öncelikle olaylara ilişkin sorumluluklarla ilgili
karar verme görevinin Anayasa Mahkemesine ait olmadığını belirtmek gerekir.
Anayasa Mahkemesi, sorumluluk derecesi ve suçların niteliği ile ilgili olarak
kendisinden önceki yetkili yargısal mercilerin yerine geçerek karar veremez.
Anayasa Mahkemesinin sorumluluk derecesini belirleyen hukuk kurallarını
yorumlamasının söz konusu olmadığı belirtilmelidir (benzer değerlendirme için bkz.
Rıfat Bakır ve diğerleri, § 143).
176. Bu noktada olaya ilişkin ceza muhakemesinde yetkili
makamların vakıaları ve ölümden sorumlu kişileri tespit edebilecek
nitelikte soruşturma ve kovuşturma yürütmedikleri söylenemeyecektir.
Nitekim ölümü meydana getiren sebep ile bu ölümün sorumluları tespit
edilmiştir. Yetkili merciler, ölümün yaralama kastıyla gerçekleştirilen
eylemler neticesinde meydana geldiğini belirlemiş; Ali İsmail Korkmaz'ın
hastalığı nedeniyle kullandığı ilaçların ölüme yol açan beyin kanaması üzerinde
etkisi olmakla birlikte darptan kaynaklanan travma meydana gelmeseydi ölümün
gerçekleşmeyeceğini gözetmiştir.
177. Öte yandan Bakanlığın görüş yazısında açıklandığı ve
başvurucuların görüşe verilen cevapta da belirttiğine göre Ali İsmail Korkmaz'ın
yakınlarına olay nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararları ödenmiştir. Ölenin
yakınları kendilerine ödenen bu tazminatların konusunun bireysel başvurularıyla
bir ilgisi olmadığını ileri sürmüşse de tazminatların ölüm nedeniyle meydana
geldiğini belirttikleri destekten yoksun kalma gibi maddi zararları ve olay
nedeniyle duydukları üzüntüye karşılık takdir edilen zararlarıyla ilgili olduğu
ve zararlarının kusursuz sorumluluğa bağlı olarak değil kamu gücünün olaydaki
kusuruna dayalı olarak karar altına alındığı görülmüştür.
178. Bu itibarla olayın faillerine kısa süreli olmayan
hapis cezaları verilmesiyle sonuçlanan bir ceza muhakemesiyle mağdurlara
zararlarının ödenmesinin söz konusu olduğu olayda, yaşam hakkı kapsamındaki
etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün ne ölçüde yerine getirildiğinin ve
Ali İsmail Korkmaz'ın yaşamını yitirmesinden kaynaklanan mağduriyetin giderilip
giderilmediğinin tespiti gerekir.
179. İfade edildiği üzere Anayasa Mahkemesinin ceza
hukukuna ilişkin sorumluluğa dair bir tespitte bulunma görevi bulunmamakta ise
de kamu gücünün yargı fonksiyonunu yerine getiren yargısal mercilerin
Anayasa'dan kaynaklanan kişilerin yaşamını korumak için oluşturulan hukuku
etkili biçimde uygulama yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini
denetleme görevi bulunmaktadır. Bununla birlikte somut başvuruda olduğu
gibi Anayasa'da koruma altına alınmış bir hakkın ihlal edildiğinin Anayasa
Mahkemesinden önceki yetkili mercilerce tespit edildiği durumlarda Anayasa
Mahkemesinin başvurucuların ihlal nedeniyle ortaya çıkan mağduriyetinin
giderilip giderilmediğini incelemek görevinin olduğu ise izahtan varestedir.
180. Buna göre olayın sorumlularının kısa süreli olmayan
hapis cezaları ile cezalandırıldığı, ceza muhakemesinin yürütülmesi sürecinde haklarındaki
hükümler kesinleşen olayın faillerinden bazılarının cezalarının infazına
başlandığı, kamu görevlisi olan faillerin diğerlerine göre daha yüksek
cezalarla karşı karşıya bırakıldığı görülmüştür. Dolayısıyla kamu gücünün yargı
fonksiyonunu yerine getiren yargısal merciler, kişilerin yaşamını korumak için
oluşturulan hukuku etkili biçimde uygulamaya ilişkin olarak Anayasa'dan
kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmiş; suç oluşturan eylemlere
Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği ölçüde uygun ve yeterli karşılık
gelecek caydırıcı cezalar belirlemiştir. Bir başka deyişle faillerin fiilleri
ile cezalar arasında açık bir orantısızlığın bulunmadığı anlaşılmıştır.
181. Diğer taraftan yetkili mercilerin Anayasa'nın 17.
maddesindeki güvencelerin somut olayda ihlal edildiğini açıkça kabul ettiğini
belirtmek gerekir. Bu bağlamda olaya ilişkin olarak yürütülen ceza
muhakemesinde, bilhassa olayda ilgili kanunlar çerçevesinde bir güç
kullanımının söz konusu olmadığı, dolayısıyla zaten yakalama veya gözaltına
alma amacıyla hareket etmedikleri anlaşılan sanık polisler yönünden ilgili
kanunlarda düzenlenen güç kullanma hükümlerinin uygulanma şartlarının
oluşmadığı, memur sanıkların olaydaki kasıtlarının başvurucuların yakınını
ilgili kanunlar çerçevesinde yakalamak ve/veya gözaltına almak olmayıp doğrudan
darbetmek olduğu karar altına alınmıştır. Yargısal mercilerin somut olayda
Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen meşru amaçlardan hiçbirinin
gerçekleşmediğini açıklayarak olayın faillerinin eylemleriyle başvurucuların
yakınının yaşam hakkının ihlal edildiğini tespit ettiği, böylece Anayasa'nın
17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun (esasının)
ihlal edildiğini öz olarak kabul ettiği görülmüştür.
182. Ceza muhakemesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde
vakıaların tespit edilerek olayın faillerinin cezalandırılması ile sona eren
etkili bir süreç yürütülmüştür. Memurlar hakkındaki hapis cezalarının devlet
memurluğundan çıkarılmalarını gerektirecek nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Son
olarak İdare Mahkemesinin Danıştay tarafından onanarak kesinleşen kararında,
ceza muhakemesi ile bu süreçteki mahkûmiyet hükümlerine atıf yapılarak ölüm
sonucunun kamu hizmetinin sunulması sırasında ortaya çıktığı, idarenin kusurlu
olduğu kanaatine varılmış; bu nedenle başvuruculara tazminat ödenmesine karar
verilmiştir. Bu tazminatlar -başvurucular tarafından bu bağlamda itiraz
edilmeyen Bakanlık görüşünde açıklandığına göre- 25/10/2017 tarihinde
başvuruculara yasal faizleri ile birlikte ödenmiştir. Öncelikle tazminat
miktarlarının Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda takdir ettiği miktarlara
yakın miktarlar olduğu belirtilmelidir. Diğer taraftan başvurucuların
tazminatların yetersiz olduğunu ileri sürmedikleri de görülmüştür.
183. Sonuç olarak başvurucuların yakınının kötü
muamele oluşturan kasıtlı fiiller sonucunda hayatını kaybetmesiyle ilgili
olarak Anayasa Mahkemesinden önceki yetkili makamların etkili bir ceza
muhakemesi yürüterek yaşam hakkının ihlalini tespit edip olayın sorumlularını
suçlarıyla uygun ve yeterli cezalarla cezalandırdıkları, ayrıca başvuruculara
ölümle sonuçlanan olaydan kaynaklanan zararlarına karşılık olarak yeterli
miktarlarda tazminatların da ödendiği değerlendirilmiştir. Bu nedenle olayda
yaşam hakkının ihlalinin tespit edilip ihlalden doğan mağduriyetin giderildiği
kanaatine varılmıştır.
184. Yaşam hakkı kapsamında yapılan değerlendirmeler
dikkate alınarak bu başlık altında incelenen iddialar yönünden ayrıca kötü
muamele yasağı kapsamında da bir inceleme yapılmasına gerek olmadığı
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla iddiaların bu kısmının ihlallerden doğan
mağduriyetlerin giderilmiş olması nedeniyle mağdur statüsü (kişi)
yönünden kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır.
185. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Ali İsmail Korkmaz'ın Yakınları Olan Başvurucuların
Kötü Muamele Yasağının Kendileri Bakımından İhlal Edildiğine İlişkin İddiaları
186. Bireysel başvuruda mağdur kavramı, davada
menfaat veya dava ehliyeti gibi kurallardan bağımsız bir şekilde yorumlanır.
Ayrıca mağdur kavramının yorumu günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime
tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak şekilde uygulanmalıdır (Mahmut
Tanal (2), B. No: 2014/11438, 23/7/2014, § 20).
187. Bireysel başvuruda bir başvurunun kabul edilebilmesi
için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden
doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu
konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu
zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Ayşe
Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24).
188. Başvurucular, yakınlarının ölümü sonucu yaşadıkları
üzüntünün olaydaki bazı unsurların gerçekleşmesiyle birlikte ızdıraba dönüşmesi
nedeniyle kötü muameleye maruz bırakıldıklarını ileri sürmüştür. Başvurucular;
yakınlarının darbedilerek yaşamını yitirmesini, başka deyişle hayatını kaybediş
biçimini ve ölümünden önceki tedavisi sürecinde yaşadıkları ağır ruhsal
ızdırabı, olayın medyada yer almasını, ceza muhakemesinin etkisiz olmasını ve
davanın nakledilmesini, olayın faillerinin yaptıklarından dolayı pişmanlık
sergilemek bir yana görevlerini yerine getirdikleri yönünde açıklamada
bulunmalarını, ayrıca bu kişilerin kendilerine yönelik bazı davranışlarını ölüm
nedeniyle yaşadıkları üzüntüyü daha katlanılmaz bir duruma getirdiğine gerekçe
olarak göstermişlerdir.
189. Öncelikle Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünün ve olayın
gerçekleşme koşullarının çok üzüntü verici olduğu belirtilmelidir.
Başvurucuların üniversite öğrencisi olan çok genç yaştaki yakını trajik bir
şekilde yaşamını yitirmiştir. Olayın sorumlularının hiçbir koşulda kabul
edilemez ve hukuka açıkça aykırı olan eylemlerinin bir izahının olmadığı
ortadadır.
190. Bununla birlikte olaydan sonraki süreçte, yetkili
organların makul olarak yapılması kendilerinden beklenebilecek işlemleri etkili
biçimde yerine getirdiği görülmüştür. Diğer taraftan başvurucular, anılan
süreçte olayın sorumlularından kendilerine yöneldiğini ileri sürdükleri
eylemlerle ilgili olarak somut herhangi bir açıklamada bulunmamışlardır.
Bununla birlikte olayın faillerinin atılı suçlamaları reddetmelerinin veya
mağdurlara yönelik bazı tutumlar sergilemelerinin de bu bağlamda yapılacak
değerlendirmede dikkate alınabilecek bir unsur olmadığı belirtilmelidir.
Dolayısıyla başvuruya konu olayda, Ali İsmail Korkmaz'ın yakınlarının
duydukları üzüntüye farklı bir nitelik kazandıracak herhangi bir unsurun söz
konusu olmadığı anlaşılmıştır.
191. Sonuç olarak somut olayda başvurucuların, yakınları
Ali İsmail Korkmaz'ın maruz kaldığı eylemlerden ve ölümünden dolayı
duyduklarını ifade ettikleri üzüntü haricinde bu üzüntüye farklı bir boyut
kazandıracak, böylece kötü muamele yasağının kendileriyle ilgili olarak ihlal
edildiğini savunabilecekleri ve kötü muamelenin doğrudan mağduru
olduklarını gösterebildikleri özel bir unsur tespit edilememiştir.
192. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
193. Başvurucular, Ali İsmail Korkmaz'ın ölümüne neden
olan darp olayının bir toplantı ve gösteriye yönelik haksız polis saldırısının
bir parçası olduğunu, bu sebeple toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının da ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Bakanlık, anılan hak konusunda görüş bildirmemiştir.
194. Anayasa Mahkemesi başvurucuların şikâyetlerinin
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini
değerlendirmiştir. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan,
silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı
ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın
ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve
kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda
gösterilir."
195. Başvurucuların birinci derece yakını olan Ali İsmail
Korkmaz, katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşü sona erdikten sonra aralarında
kolluk görevlilerinin de olduğu kişilerce sırf bir toplantının katılımcısı
olması nedeniyle ölümüne neden olacak şekilde darbedilmiştir. Ali İsmail
Korkmaz bu müdahale sonrası sorumlu olan kişilerin cezalandırılması için
Başsavcılığa başvurmuş, ardından yaşamını yitirmiştir. Ölenin yakını
başvurucular, Ali İsmail Korkmaz'ın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. Toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının devredilmez haklardan olması nedeniyle
başvurucuların Ali İsmail Korkmaz adına Anayasa Mahkemesi önünde bir talepte bulunmalarının
mümkün olup olmayacağı değerlendirilmelidir. Bahsi geçen mesele Ali İsmail
Korkmaz'ın toplantı hakkına yönelik bir müdahalenin olup olmadığı meselesinin
incelemesiyle yakından ilişkilidir.
196. Anayasa Mahkemesi toplantı hakkı çerçevesindeki müdahale
kavramının ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki
bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya
kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsadığını birçok kez açıklamıştır
(Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 29).
Dolayısıyla bir gösterinin katılımcılarından olması nedeniyle bir kimseye
fiziksel güç uygulanması toplantı hakkının kullanılmasına yönelik davranış
olarak kabul edilmelidir.
197. Ali İsmail Korkmaz darbedilmesinin ertesi günü
sorumluların cezalandırılması için yetkili kolluk makamlarına şikâyetçi
olmuştur. Anayasa Mahkemesi yerleşik hâle gelen içtihadında, bir toplantı ya da
gösteri yürüyüşü esnasında katılımcılara yönelik müdahaleler nedeniyle kötü
muamele yasağının ihlal edildiği şikâyetleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının ihlal edildiği yönündeki açıkça dayanaktan yoksun olmayan
şikâyetlerin birlikte ileri sürüldüğü başvurularda delillerin derhâl
toplanması, olayın aydınlatılmasına yönelik araştırma yapılması ve sorumluların
tespit edilmesi için ceza soruşturmasının gerekliliği konusunda herhangi bir
tereddüt bulunmadığını ve bu başvurularda ceza yargılaması yolunun etkili
başvuru yolu olduğunu kabul etmiştir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836,
16/4/2015, § 61; Ahmet Kürşad Özsoy ve diğerleri, B. No: 2013/5387,
15/6/2016, § 51).
198. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında Anayasa
Mahkemesi, maktul Ali İsmail Korkmaz'ın toplantı hakkının ihlali nedeniyle
mağdur olduğu iddiasında bulunma hakkına ölene kadar sahip olmaya devam ettiği
kanaatindedir. Bu doğrultuda Ali İsmail Korkmaz'ın aralarında kolluk
görevlilerinin de bulunduğu kişilerce şiddete maruz kalması, Anayasa'nın 34. maddesinin
birinci fıkrasıyla koruma altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkını kullanmasına yönelik bir müdahale teşkil etmiştir. Dolayısıyla Ali
İsmail Korkmaz'ın yakınlarının Anayasa'nın 34. maddesiyle güvence altına alınan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlaline yol açtığını tespit
ettirme noktasında meşru bir menfaati bulunmaktadır. Sonuç olarak Ali İsmail
Korkmaz'ın işbu başvuruda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden
başvurucu olarak kabul edilmesinin mümkün olduğu kanaatine varılmıştır.
199. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı,
bireylerin düşünce açıklamalarında bulunmak amacıyla açık veya kapalı
mekânlarda, kamu otoriteleri ile üçüncü kişilerin müdahalesi olmaksızın geçici
olarak bir araya gelebilme serbestîsini korumaktadır (AYM, E.2014/101,
K.2017/142, 28/9/2017, § 21). Demokratik toplumun en temel değerleri arasında
yer alan bu hak, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına
duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif
bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti
dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak çoğulcu
demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması,
korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Dilan Ögüz Canan, B.
No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B.
No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve
diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45; Anayasa Mahkemesinin norm
denetiminde verdiği bir karar için bkz. AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017,
§ 21).
200. Eğer toplantı şiddet içeriyorsa veya bu toplantıda
şiddete çağrıda bulunuluyorsa bu toplantının barışçıl olduğu, dolayısıyla
Anayasa'nın 34. maddesinin sağladığı korumadan yararlanacağı söylenemez.
Bununla birlikte bir kimsenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı,
katıldığı bir toplantı sırasında yer yer görülen şiddet hareketleri sebebiyle
otomatik olarak ortadan kalkmaz. Bir kimse davranışlarıyla şiddet kullanma
niyetini ortaya koymamış veya katıldığı bir toplantıda cereyan eden şiddet
hareketlerine iştirak etmemiş ise bu kişinin Anayasa'nın 34. maddesinin altında
güvenceye alınmış olan hakları korunmaya devam eder. Barışçıl bir gösteride
bazı kimselerin bunu kötüye kullanarak şiddete başvurmaları, niyeti barışçıl
olan bir toplantıya katılanların toplantı hakkına müdahaleyi haklı kılmaz.
Böyle durumlarda kolluk güçlerinin toptan yasaklama yerine barışçıl toplantı
yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır. Kolluk, şiddet
hareketlerini engelleyecek ölçülü tedbirler alarak başkalarının haklarını
güvenceye almalıdır. Ancak şiddet yaygınlaşmış ve toplantıya bir bütün olarak
hâkim olmuş ise artık barışçıl bir toplantıdan bahsedilemez (Ferhat
Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, §§ 51-55; Yılmaz Güneş ve Yusuf
Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018, §§ 41-43).
201. Tanıkların beyanlarından ve kolluk raporlarından
anlaşıldığı üzere olayın gerçekleştiği sırada başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın
bir gösterinin katılımcısı olduğu konusunda, kendisine şiddet uygulayan polis
ve diğer kişilerde herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucunun
gösterici olması dışında bir sebeple darbedildiği de iddia edilmemiştir.
202. Ali İsmail Korkmaz 2013 yılı Mayıs ayının sonunda
başlayan ve tüm Türkiye'ye yayılan Gezi Parkı eylemlerine katılmıştır. Söz
konusu eylemler zinciri, uzun süre toplumsal yaşamda ciddi olumsuzluklara neden
olmuş; bazı toplantılarda can ve mal kayıplarına neden olacak derecede şiddete
başvurulmuştur (örnek bir karar için bkz. Ali Hizmetçi ve diğerleri, B.
No: 2017/18232, 7/9/2021, §§ 66-74). Her ne kadar somut olayda maktul Ali
İsmail Korkmaz'ın katıldığı toplantı bazı mülahazalarla kanuna aykırı olarak
nitelendirilse bile bunda herhangi bir rolü olduğu ortaya konulamamıştır.
Ayrıca somut olayda maktule uygulanan fiziksel güç, bozulan kamu düzeninin
yeniden tesisi amacını taşımamaktadır.
203. Başvuruya konu Gezi Parkı eylemlerinin yapılma
biçimi kadar eylemlerde dile getirilen talepler de gerek toplumun önemli bir
kısmı tarafından gerekse devlet yetkililerince kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma
durumları dışında toplantı hakkının ve ifade özgürlüğünün ortadan
kaldırılmasına yönelik radikal tedbirlerin -yetkililerin eylemlerde kullanılan
ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği
ya da eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi- demokrasiye zarar verdiğini
birçok kez tekrar etmiştir. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda,
mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan
siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade
edilebilmesi imkânı kişilere sunulmalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §
117; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No:
2013/3936, 17/2/2016, § 67).
204. Kamu gücünü kullanan organların negatif ve pozitif
yükümlülüklerinin devreye girmesi, başka bir deyişle bir toplantının
katılımcılarının Anayasa'nın 34. maddesinde yer alan korumadan tam olarak
faydalanabilmesi için şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan
kaldırma durumları dışında toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla
yapıldığının bir önemi yoktur (benzer değerlendirmeler için bkz. Gülistan
Atasoy ve diğerleri [GK], B. No: 2017/15845, 21/1/2021, § 46; Osman
Baydemir, B. No: 2018/24509, 15/9/2021, § 118; Metin Birdal [GK], B.
No: 2014/15440, 22/5/2019, § 58).
205. Sonuç olarak bu başvuruda önemli olan, polis müdahalesi
ile sona ermiş bir gösterinin ara sokaklara dağılan katılımcılardan biri olan
başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın aralarında polislerin de bulunduğu bir grup
kişinin -asıl niyetlerinin Gezi Parkı eylemcileri üzerinde caydırıcı bir etki
oluşturmak olduğu sonucuna ulaşılan- yukarıda tespit edilen muamelelerine maruz
kalmış olmasıdır. Mevcut başvurunun koşullarında bu aşamada değerlendirilmesi
gereken, başta idare ve mahkemeler olmak üzere kamu gücünü kullanan organların
başvurucunun toplantı hakkına yapılan müdahale nedeniyle oluşan mağduriyetini
telafi edip edemediğidir.
206. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerektiği ilgili bölümde
açıklanmıştır (bkz. § 143).
207. Kamu gücünü kullanan organlar bir anayasal hak veya
özgürlüğün ihlalini açıkça veya özü bakımından tanımışlarsa ve ardından ihlalin
telafisini sağlamışlarsa başvuranın 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesi
doğrultusunda mağdur sıfatının bulunmadığı kabul edilebilir. Bu iki
koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil
niteliğinden dolayı Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmamaktadır
(ilgili olduğu ölçüde bkz. Mehmet Tursun ve diğerleri, B. No: 2016/2889,
4/7/2019, § 54; Abdullah Yaşa [GK], B. No: 2015/12486, 5/11/2020, § 52).
208. Başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkması,
özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden
kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğranıldığı ileri
sürülen zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlıdır. Başvurucuya
sağlanan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu
temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava
koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu
çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı -Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet
ettiği durum için- idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar
verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B.
No: 2013/841, 23/1/2014, § 84; İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 47; Mehmet Tursun ve diğerleri, § 55; Yavuz
Selim Akkoç, B. No: 2012/1277, 20/11/2014 § 51). Bu kapsamda yargısal
makamlarca, kamu görevlilerinin hukuka aykırılık teşkil eden eylemi nedeniyle
oluşan hak ihlaline yönelik etkili giderim sağlayacak bir karar verilmesi
-somut olayın koşullarına göre- başvurucuların mağdur sıfatını ortadan
kaldırabilecektir.
209. Görüldüğü üzere bir kişinin anayasal bir hakkının
ihlal edilmesi nedeniyle mağdur olduğunu Anayasa Mahkemesi önünde ileri sürüp
süremeyeceği meselesi esas olarak kişinin durumu hakkında müdahale anından
itibaren geçen sürece ilişkin bir inceleme yapılmasını gerektirmektedir. Somut
olayda soruşturma makamları, başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın şikâyetinin
ardından bir ceza soruşturması başlatarak başvurucuya yapılan müdahalenin meşru
bir sebebi olmadığı gibi yasal bir dayanağının da bulunmadığı kanaatine
ulaşmış; aralarında polislerin de bulunduğu sorumluları tespit ederek
sorumluların tutuklanmalarını sağlamıştır. Yapılan yargılamalar sonucunda
başvurucunun katıldığı bir gösteriye kolluk güçlerince müdahale edilmesi
üzerine gösteri mahallinden kaçtığı, daha sonra bir ara sokakta onu takip eden
polis memurlarının ve bazı sivillerin şiddetine maruz kaldığı kabul edilmiştir
(bkz. §§ 66, 71). Derece mahkemeleri başvurucunun bir gösterinin katılımcısı
olduğu gerekçesiyle şiddete maruz kaldığını, sanıkların başvurucuya şiddet
uygulamaları için başka bir neden bulunmadığını tespit etmiş ve sanıkların
cezalarının tayininde bu hususu gözetmiştir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi
başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
ihlal edildiğinin kamu gücünü kullanan makamlarca -özü itibarıyla- tanındığı
sonucuna varmıştır.
210. Öte yandan yürütülen kovuşturmalar sonucunda altı
sanık kısa süreli olmayan hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bu cezalara ilave
olarak sanıkların kasten işlemiş olduğu suçlardan dolayı hapis cezasına
mahkûmiyetinin yasal bir sonucu olarak sürekli, süreli veya geçici kamu görevi
üstlenmesinden -bu kapsamda atamaya veya seçime tabi memuriyet ve hizmetlerde
istihdam edilmek dâhil belli hakları kullanmaktan- cezalarının infazı
tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmalarına karar verilmiştir (bkz. §§ 66, 71,
73). Bundan başka İdare Mahkemesi ölüm sonucunun kamu hizmetinin sunulması
sırasında ortaya çıktığı ve idarenin kusurlu olduğu kanaatine varmış, neticeten
Ali İsmail Korkmaz'ın yakınlarına tazminat olarak yaklaşık 1 milyon TL
ödenmiştir (bkz. § 77). Anayasa Mahkemesine göre olayın sorumlularına verilen
hürriyeti bağlayıcı cezalar ile Ali İsmail Korkmaz'ın yakınlarına ödenen
tazminat miktarları bir bütün olarak başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale yönünden uygun ve
yeterli bir telafi sağlamıştır.
211. Kamu gücünü kullanan makamlar, başvurucu Ali İsmail
Korkmaz'ın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalini özü
bakımından tanımış ve ardından ihlalin telafisini sağlamıştır. Sonuç olarak
müdahale nedeniyle başvurucunun Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruda
bulunabilmesi için gerekli olan mağdur sıfatının toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı yönünden mevcut olmadığı kanaatine ulaşılmıştır (benzer bir
değerlendirme için bkz. Öner Yakasız ve diğerleri, B. No: 2015/9430,
20/3/2019, §§ 66-68).
212. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
e. Polis Memuru H.E. Hakkında İleri Sürülen İddialar
213. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin bir
şikâyetin incelenmesinin devletin yasak kapsamındaki negatif ve pozitif
yükümlülüklerini içeren maddi ve usul boyutları bakımından ele alınması
gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireylerin işkence ya da eziyet
veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele ya da cezaya tabi tutulmaması
yükümlülüğünü içerirken pozitif yükümlülüğü hem bireylerin bu tür muamelelerden
korunmasını (önleyici yükümlülük) hem de etkili yürütülen bir ceza soruşturması
yoluyla sorumluların tespit edilmesi ile sorumlulara suçlarına uygun ve yeterli
karşılık gelen orantılı cezalar verilmesini (soruşturma yükümlülüğü)
içermektedir. Kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile
önlemeye ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki
unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü etkili bir ceza soruşturması
yürütülmesini içeren usul boyutunu oluşturmaktadır (Elif Aydın Dost, B.
No: 2014/19954, 12/6/2018, § 35).
214. Olayda polis memuru H.E. hakkında açıklanması geri
bırakılmış bir hapis cezası söz konusudur. Polis memuru hakkındaki dava,
belirli bir süreyle askıya alınmıştır. Bu sürede bazı koşulların gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğine göre davanın düşmesi gündeme gelecektir. Dolayısıyla
Anayasa Mahkemesinden önceki yetkili mercilerin H.E.nin Ali İsmail Korkmaz'ı
yaraladığına karar verip suçuna karşılık verdikleri hapis cezasının
açıklanmasını geri bırakmalarının somut olayda kötü muamele yasağı kapsamındaki
negatif yükümlülüğün ihlal edildiğine karar verilmiş olduğu anlamına gelip
gelmediğinin, bu anlama gelmekte ise bu kararla olaydaki mağduriyetin giderilip
giderilemediğinin, ayrıca etkili ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünün (usul
yükümlülüğü) ne derecede yerine getirildiğinin belirlenmesi gerekecektir.
215. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka neden de bulunmadığı
anlaşılan iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
216. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası -mağdurların
eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun- kötü muamele yasağının
ihlal edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Saikin önemi ne kadar yüksek
olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası savaş,
seferberlik durumlarında veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya
alınmasına izin vermemektedir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini
güçlendiren felsefi temel, kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun
herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına
izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 104; Elif Aydın Dost, § 36).
217. Diğer taraftan bir muamelenin Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari ağırlık derecesine
ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup olay koşulları dikkate
alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve
ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 83). Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında
geçen kavramlar arasında bir nitelik değil bir yoğunluk farkının bulunduğu
görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip
nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen eziyet ve
insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile arasındaki ayrıma
bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden
olan ve kasti olarak gerçekleştirilen insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma
işaret edip bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği
ve anılan kavramların 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınan işkence,
eziyet, yaralama ve hakaret gibi suçların unsurlarından daha geniş ve farklı
bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84; Elif
Aydın Dost, § 39).
218. Buna göre anayasal düzenleme kapsamında kişinin maddi
ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele işkencedir. İşkence
seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, belirli bir süre devam
eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı
muameleler ise eziyet olarak tanımlanabilir. Bu hâllerde duyulan acı,
meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz olarak bulunan acının ötesine
geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap vermenin belli bir amaç
doğrultusunda yapılması aranmaz (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve
aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı
bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir. Eziyetten
farklı olarak, uygulanan bu muamele, kişide bedensel ya da ruhsal bir acı
oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı etki yaratmaktadır (Cezmi Demir
ve diğerleri, § 89). Bir muamelenin hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek
için her somut olayı kendi özel koşullarında değerlendirmek gerekir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 90).
219. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu
bulunmaktadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkili şekilde uygulanmasını güvenceye alma bakımından
sorumlulukları bulunanların hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 110). Buna göre bir soruşturma, sorumluların belirlenip
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli nitelikte olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa
kötü muamele yasağını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, sahip olduğu
öneme rağmen pratikte etkisizleşecek, bazı hâllerde kamu görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan
yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri
mümkün olabilecektir (Tahir Canan, § 25). Dolayısıyla kötü muamele
yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak sorumlulara
fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdurlar bakımından uygun bir
giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
220. Ali İsmail Korkmaz'ın yakını olan başvurucuların
polis memuru H.E.nin de diğerleri ile birlikte hareket ederek yakınlarının
ölümüyle sonuçlanan suça karıştığını iddia ettikleri anlaşılmıştır. Bu konuda
ilgili bölümde yapılan değerlendirmelerde ifade edildiği gibi Anayasa
Mahkemesinin kendisinden önceki yetkili yargısal mercilerin
değerlendirmelerinden farklı bir değerlendirme yapabilmesi için elinde kesin
nitelikte bir kanıt veya bilginin olması gerekir. Başvuru dosyası ve eklerinde
bu yönde değerlendirme yapılabilmesine olanak tanıyacak bir kanıtın olmadığı,
yetkili mercilerin yine ilgili bölümde açıklandığı üzere olayın gerçekleşme
koşullarının, başka bir deyişle maddi gerçeğin açığa çıkması için gerekli
araştırmayı yürüterek bir sonuca vardıkları görülmüştür.
221. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinden önceki yetkili
yargısal mercinin kabulüne göre Ali İsmail Korkmaz, olaydapolis memuru H.E.nin
cop kullanarak uyguladığı maddi güç nedeniyle -Ali İsmail Korkmaz'ın eylemi
bunu kesinlikle gerekli kılmadığı hâlde-yaralanmıştır.
222. Öncelikle belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17.
maddesi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda
ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı güç kullanımını
kesinlikle yasaklamamaktadır. Sınırları belli durumlarda ve mevzuata uygun
olarak sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri
tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilmektedir. Ancak kişinin kendi davranışından dolayı güce başvurmak
kesinlikle zorunlu bir hâle gelmedikçe bu güç kullanımı prensip olarak kötü
muamele yasağını ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 81,
82).
223. Yetkili makamların kabullerinde belirttikleri üzere
olayda yakalama amacıyla veya Ali İsmail Korkmaz'ın kendi tutumu nedeniyle güç
kullanmayı gerektiren bir durum yaşanmamıştır. Ali İsmail Korkmaz, diğer bazı polis
memurlarının ve bu memurlarla birlikte ortak iradeyle hareket eden diğer
kişilerin ağır nitelikteki darbına maruz kalmasının ardından saldırı sırasında
aldığı sert darbelerin etkisindeyken olay yerinden uzaklaşmaya çabaladığı
sırada kaçtığı yönde bekleyen bu memurun copla gerçekleştirdiği bir saldırıya
daha maruz kalmıştır. Olayın seyri ve gerçekleşme koşulları, gösterilere
katılıp güvenlik güçlerinin müdahalesinden kaçan başvurucular yakınına bu
memurun da diğer meslektaşları gibi sert bir karşılık vererek yola getirme ya
da bir cezalandırma niyeti ile hareket ettiğini açıkça düşündürmektedir.
224. Kamu görevlisi olup güç kullanma konusunda ilgili
yasalar çerçevesinde yetkisi ve görevi bulunan polis memuru, memuriyet
görevinin kendisine sağladığı otoriteyi açıkça kötüye kullanmıştır. Polis
memuru, kanunlar ve kurallar ile belirlenmiş güç kullanma ile ilgili görevini
yerine getirirken amacından tamamen sapmıştır. Nitekim derece mahkemesi de
polis memurunun sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanarak kasten yaralama suçunu
işlediğine karar vermiştir. Oysa kolluk görevlileri, görevlerini yerine
getirirken her koşul altında vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı gibi temel
haklar ile özellikle insan haysiyetine saygı göstermek ve temel haklar ile
insan haysiyetini korumak zorundadır. Kolluk görevlileri, kanunların
kendilerine yüklediği görevleri hukuka uygun olacak şekilde yerine getirmeli;
mesleklerinin gerektirdiği yüksek sorumluluk düzeyini korumalıdır. Kolluk
görevlileri, kesin zorunluluk hâlinde ve görevlerinin yerine getirilmesi için
gereken ölçüde kuvvete başvurabilir. Kolluk görevlileri, işkence yapmak veya
herhangi bir türden ceza vermek veya zalimane, insanlık dışı veya alçaltıcı
muamele yapmak gibi kötü muamele oluşturan herhangi bir davranışta bulunamaz; bu
davranışları teşvik edemez ve bunlara hoşgörü gösteremez. Ayrıca bu tür
muameleleri haklı göstermek için üstlerinden emir aldıklarını ya da millî
güvenliğin tehdit edildiğini ileri süremez. Kanunların uygulanmasından sorumlu
kolluk görevlileri, kanunlara ve kurallara herkesten önce saygılı olmak
zorundadır.
225. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin konu ile ilgili
içtihadı kapsamında somut olayda polis memurunun gerçekleştirdiği bu yaralama
eylemi ile -Ali İsmail Korkmaz'da yarattığı fiziksel etkilerin yanında ruhsal
etkileri ve ayrıca olayın gerçekleşme koşulları da gözönünde bulundurularak-
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanan eziyet yasağının
ihlal edildiği değerlendirilmiştir. Bu noktada Anayasa'daki eziyet
kavramının 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan eziyet suçundan
daha geniş ve farklı anlam taşıdığını, her iki kavramın aynı olmadığını yeniden
hatırlatmak gerekir. Anayasa ve Sözleşme'de yer alan kötü muamele türlerine
ilişkin kavramlar, özerk kavramlar olması nedeniyle ceza kanunlarındaki
işkence, eziyet gibi suçlardan farklı anlam taşımaktadır.
226. Anayasa Mahkemesinden önceki yetkili yargısal
mercilerin polis memurunun cezalandırılmasına karar vermesiyle öz olarak kötü
muamele yasağının somut olayda ihlal edildiğine karar vermiş oldukları
anlaşılmaktadır. Öte yandan somut olayda, kötü muamele yapmamaya ilişkin
negatif yükümlülüğün ihlal edildiğine karar verilmiş ise de sorumlu polis
memuruna verilen cezanın açıklanmasının geri bırakılmasıyla birlikte olaydaki
mağduriyetin giderilip giderilmediği ve söz konusu uygulamanın benzer olayları
önlemedeki caydırıcılığı belirlenmelidir.
227. Anayasa Mahkemesine göre cezai yaptırımları
düzenleyen kuralların -önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak- ölçülü,
adil ve orantılı olması gerekmektedir (AYM, E.2010/104, K.2011/180,
29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması
arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Nitekim 5237 sayılı Kanun'un 3.
maddesine göre fail hakkında işlediği suçun ağırlığıyla orantılı ceza ve
güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir (Tahir Canan, § 36; Doğukan
Bilir, § 69). 5237 sayılı Kanun'un amacı kamu düzen ve güvenliğini
korumanın yanında kişi hak ve özgürlükleri ile hukuk devletini korumak
ve suç işlenmesini önlemektir. Kanun'da, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza
sorumluluğunun temel esasları ile birtakım suçlar, ayrıca ceza ve güvenlik
tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.
228. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız
kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; kötü muamele fiillerine yönelik olarak
sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçlarla orantılı biçimde
cezalandırılmamaları veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması
şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan
mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan da yeni ihlallerin
gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır
(S.D. B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 101). Kötü muamele kapsamında
işlenen suçlar ile bu türden suçlara karşılık verilen cezalar arasında
orantısızlık olması ya da bu suçlara karşılık ceza verilmemesi durumunda, bu
tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki ortaya koymaktan
oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin kanunla
korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüğün yerine getirilmemesi sonucu
doğmaktadır (S.D. § 102).
229. HAGB müessesesinin uygulanıp uygulanamayacağı; her
olayın somut koşulları çerçevesinde mağdurun söz konusu suçtan etkilenme
derecesiyle orantılı olarak benzer olayların yaşanmaması için gerekli
caydırıcılığın olup olmadığı, kötü muamele mağdurlarının mağduriyetlerini
giderebilme niteliği bulunup bulunmadığı hususları gözardı edilmeden
değerlendirilmelidir.
230. Bu konuda ilk olarak ilgili yasal düzenlemelerin
kolluk görevlilerinin işledikleri bu nitelikteki yaralama suçlarına ilişkin
mahkûmiyet hükümlerinin de açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini
olanaklı kıldığı söylenmelidir. Ancak bu konuda ikinci olarak söylenmesi
gereken husus, düzenlemelerin bu mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri
bırakılacağına ilişkin amir hükümler içermediğidir. Dolayısıyla mahkemelerin bu
konuda bir takdir hakları olduğu açıktır.
231. HAGB kararı verilmesiyle kötü muamele teşkil eden
suça karşılık belirlenen yaptırımın yerine getirilmesi geriye bırakılmaktadır.
Bu kararla aynı zamanda kötü muamele faili, belirlenen deneme süresi içinde
başka bir kasıtlı suç işlememesi hâlinde kötü muamele teşkil eden fiiline karşılık
olarak hiçbir yaptırımla karşı karşıya kalmamış olmaktadır. Hatta söz konusu
süre sonunda hakkında açılan kamu davasının düşmesine dahi karar verilmesi söz
konusu olmaktadır. Bu nedenle HAGB kararı verilmesi ile birlikte kötü
muamelenin bir cezai yaptırıma bağlanması gereken ilgili süreç, kötü muamele
faillerinin cezadan tamamen muaf tutulmalarıyla sonuçlanabilmektedir.
Dolayısıyla HAGB müessesesi, cezasızlığa yol açması nedeniyle benzer türdeki
ihlalleri önlemedeki caydırıcılığı sağlayamamaktadır (benzer değerlendirmeler
için pek çok karar arasından bkz. Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No:
2014/798, 28/9/2016, §§ 91, 107; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703,
2/2/2017, § 81; Naif Bal (2), B. No: 2015/2465, 11/9/2019, §§ 72,
73; Doğukan Bilir, §§ 76, 77; Elif Aydın Dost; §§ 50, 65).
232. Bu itibarla yetkili mercilerin bu türden fiillere
ilişkin yaptırımları belirlerken takdir haklarını kötü muamele fiilinin
sonuçlarını hafifletmek için kullanmamaları gerektiği ifade edilmelidir. Kötü
muamele yasağı kapsamındaki yaptırımlara ilişkin bu türden bazı uygulamalar,
benzer ihlalleri gerçekleştiren kamu görevlilerinin cezasız kalmalarına ya da
gerektiği gibi cezalandırılmamalarına yol açarak benzer fiillerin önlenmesinde
caydırıcılığı sağlayamadığı için bu tür ihlalleri önlemeye ilişkin etkili bir
ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünü zedelemektedir. Kötü muamele
olaylarında HAGB kurumunun uygulanıp uygulanamayacağı değerlendirilirken sadece
HAGB'ye karar verilebilmesi için gerekli yasal koşulların oluşup oluşmadığına
bakılmayıp kötü muameleye karşılık verilen cezaların açıklanmalarının geri
bırakılmasıyla benzer olayların önlenmesi için caydırıcılığın sağlanmadığının,
bu durumun aynı zamanda kötü muamele mağdurlarının mağduriyetlerinin adli bir
tatmin sağlanarak giderilmesine bir katkı sunmadığının gözetilmesi gerekir.
233. Hâl böyle olunca HAGB kararı verilmesi, kötü muamele
fiillerine karışan kamu görevlilerine hoşgörüyle yaklaşıldığı izlenimini
uyandırmaktadır. Bu durum ise bu tür fiillere eğilimli görevlileri
cesaretlendirebilecektir (Elif Aydın Dost; § 65).
234. Öte yandan somut olayda polis memurunun sabit
görülen suçundan dolayı disiplin yönünden bir soruşturmaya tabi kılınmaması da
ceza muhakemesinde HAGB kararı verilmiş olması nedeniyle oluşan cezasızlığın
etkisini daha da ağırlaştırmaktadır (Elif Aydın Dost; § 66). Ayrıca HAGB
kararı verilmesiyle failin kasten işlediği kötü muamele teşkil eden suçtan
dolayı hapis cezasına mahkûmiyetinin bir kanuni sonucu olarak memuriyet gibi
belli haklardan yoksun kılınması da söz konusu olmamıştır.
235. Tüm bu hususlar, kötü muamelenin hoş görülmediği
inancının zayıflamasına yol açmaktadır. Bu tür uygulamalar, özelde mağdurlarda,
genelde ise kamuoyunda mahkemeler ile yetkili makamların bireyleri kötü
muameleye karşı koruma amacıyla yerine getirmeleri gereken ve bu nedenle de
kritik bir önemi olan rollerini yerine getirmemeleri nedeniyle kamu
görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak bireylerin haklarını
istismar etmelerinin mümkün olabildiği bir ortamın oluştuğu intibasını
yaratmakta; hukuk devleti ile adalete olan güven ve inancı açıkça
zedelemektedir.
236. Kötü muamele failine verilen cezanın açıklanmaması,
aynı nedenlerle olaydaki mağduriyetin giderildiğini söyleyebilmeyi mümkün
kılmamaktadır. Failin herhangi disiplin yaptırımıyla karşı karşıya kalmamış
olması da aynı zamanda failin sorumluluğunun ortaya konması ve durumun bu
bağlamda düzeltilmesi gereğinin sergilenmesi bakımından başka bir eksiklik
oluşturmuştur.
237. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul
boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
238. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
239. Başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın yakınları olan
başvurucular toplamda 2.000.000 TL manevi tazminata ve yargılamanın
yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
240. Başvuruda polis memuru H.E. hakkındaki iddialar
yönünden eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır. Eziyet yasağının ihlalinin idarenin eylemi ve mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmıştır.
241. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için polis memuru H.E. yönünden yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan
farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce
yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan
kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri
gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden
ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
242. Başvuruda eziyet yasağının usul boyutunun ihlali
nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle ve yargılamanın yenilenmesiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları nedeniyle başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın
yakınları olan başvuruculara net 67.500 TL manevi tazminatın müştereken
ödenmesine, tazminata dair diğer taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.
243. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç
ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.757,50 TL yargılama giderinin
başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın yakınları olan başvuruculara müştereken
ödenmesine, geriye kalan yargılama giderlerinin başvurucuların üzerinde
bırakılmasına karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın yakını olan
başvurucuların kötü muamele yasağının kendileri bakımından ihlal edildiğine
ilişkin iddialarının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın yakını olan
başvurucuların eziyet yasağının ölen yakınları Ali İsmail Korkmaz bakımından
ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için polis memuru H.E. hakkında yeniden
yargılama yapılmak üzere Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/124,
K.2017/161) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın yakınları olan
başvuruculara net 67.500 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 4.757,50 TL yargılama giderinin başvurucu Ali İsmail Korkmaz'ın
yakınları olan başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, geriye kalan yargılama
giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 26/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.