TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BERKAY USTABAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/10108)
|
|
Karar Tarihi: 18/11/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali Rıza SÖNMEZ
|
Başvurucu
|
:
|
Berkay USTABAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Erman ÖZTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1993 doğumlu olup olay tarihinde İstanbul
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde öğrencidir.
9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık)
başvurucunun da aralarında yer aldığı şüpheliler hakkında Devrimci Halk
Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
soruşturma başlatılmıştır.
10. Anılan soruşturma kapsamında Başsavcılık tarafından
İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinden başvurucunun konutunda yetmiş iki saat
süreyle geçerli olmak üzere arama ve elkoyma kararı verilmesi talebinde
bulunulmuştur. Hâkimliğin 18/12/2017 tarihli kararıyla söz konusu talep kabul
edilmiştir.
11. Başvurucunun evinde 20/12/2017 tarihinde kolluk
görevlileri tarafından arama yapılmış ve arama sonunda bir kısım yayına ve bir
adet CD'ye el konulmuştur.
12. Başvurucunun adresinde bulunamaması ve yapılan tüm
aramalara rağmen kendisine ulaşılamaması nedeniyle savunmasının alınması
amacıyla İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğince 27/12/2017 tarihinde başvurucu
hakkında yakalama emri çıkartılmıştır.
13. Başvurucu, hakkında başlatılan soruşturmayı
öğrendiğini belirterek ifade vermek üzere kendiliğinden 5/1/2018 tarihinde
Başsavcılığa müracaat etmiş ve aynı tarihte başvurucunun ifadesi alınmıştır.
Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafileri de hazır bulunmuştur.
Başvurucunun ifadesi şu şekildedir:
"12 Mart 2014 tarihinde, Gezi Parkı eylemleri
sırasında yaralandıktan sonra bir süre hastanede geçirdikten sonra vefat eden
Berkin Elvan isimli şahsın cenaze merasimine katıldım. Bu cenaze merasimine
yaklaşık 2 Milyon kişi katılmıştı. Cenaze merasimi sırasında çeşitli sloganlar
attım, ancak hatırlamıyorum, ancak yasa dışı slogan atmadım, çünkü ben yasa
dışı bir kişi değilim, cenaze merasimi sırasında bana göstermiş olduğunuz
fotoğraftaki sakallı şahıs ben değilim, bu sebeple kolluk kuvvetlerinin tuttuğu
tutanağa göre 'Devrimci Yol ve Devrimci Gençlik' ve 'Berkinin hesabı sorulacak'
şeklindeki pankartları taşımadım, bunların dışında herhangi bir pankart
taşımadım, gösteri sırasında herhangi bir yere taş atmadım, kolluk kuvvetlerine
saldırmadım, 20/12/2017 tarihinde evimde yapılan aramada '12 Eylül Adaleti,
Geleceği Kazanacağız, Taksim Eksenli Direnişin Ekonomi Politiği, Dev Genç
Savunması, Devrimci Yol, THKP-C ve Devrimci Yol'dan Bu güne Bu Tarih Bizim
Devrim, Parasız Eşit Özgür, Demokratik Üniversite için Öğrenci Faaliyetleri,
KHK'ya ihraçlara, Başkanlığa Hayır, Geceyi Kuşatarak Devleşiyor Rüyalarımız,
Düşmanların Parçalarken Kanlı Bedenini, Senin Göz Bebeklerin Güneşteydi ve
Giderken Bize Miras Bıraktığın O Küçük Çocuk Büyüdü Artık, Günü Geldi Şimdi
Marşlar Göğüs Kafesimizi Yırtıp Çıkıyor Alanlara, Yolculuk' isimli dergi kitap
ve dergi sayfaları benim evimde bulunmuş, ben bunları kabul ediyorum, ancak ben
kendimi Demokrat bir insan olarak tanımlıyorum, insan haklarına ve demokrasiye
ilişkin bazı hassasiyetler taşıdığımdan ötürü bu tür dergileri okudum ve evimde
bulundurdum, ben kesinlikle DHKP-C terör örgütü üyesi değilim, buna dair
suçlamayı kabul etmiyorum."
14. Başsavcılık, silahlı terör örgütü (DHKP-C) üyesi olma
suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı gün İstanbul 5. Sulh Ceza
Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısı şöyledir:
"...Dosya içerisinde bulunan araştırma tutanağı, savcı
görüşme, yakalama, üst arama ve muhafaza altına alma tutanağı, evde ele
geçirilen örgütsel dokümanlar, fotoğraf tutanağı, şüphelinin savunma
tutanakları ve diğer muameleli evraklar birlikte değerlendirildiğinde;
Şüphelinin üzerine atılı suçları işlediğine dair kuvvetli
suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, şüpheliye isnat
edilen suçların 5271 sayılı CMK’nın [Ceza
Muhakemesi Kanunu] 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması
sebebiyle somut olayda bir tutuklama nedeninin de bulunduğu, şüphelinin üzerine
atılı suçun vasıf ve mahiyeti, işleniş şekli, suçun kanunda öngörülen cezasının
alt ve üst sınırı dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülülük sınırları
içerisinde kaldığı ve yukarıdaki gerekçelerle 5271 sayılı CMK'nın 109.
maddesinde yazılı adli kontrol tedbirlerinin somut olayda yetersiz kalacağı
anlaşılmakla şüphelinin 5271 sayılı CMK’nın 100. vd. maddeleri uyarınca
tutuklanmasına ...[karar verilmesi talep olunur.]"
15. Başsavcılığın talep yazısının içeriği ve başvurucuya
yönelik suçlama, sorgu işlemi öncesinde İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği
tarafından başvurucuya anlatılmıştır. Bu sırada başvurucunun müdafileri de
hazır bulunmuştur. Hâkimlik, sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı
şöyledir:
"...şüphelinin başkaca şüpheliler ile birlikte
Berkin Elvan'ın cenaze töreninden sonra yapılan eylem ve gösterilere katılarak
'Berkin Elvan'ın hesabı mahşere kalmayacak, hesabını soracağız Halk Cephesi'
yazılı pankartı açan grup ile birlikte hareket ederek slogan attıklarının
tespit edildiği, şüphelinin evinde yapılan aramada bir kısmının toplatılmasına
ve el konulmasına karar verilmiş çok sayıda örgütsel nitelikteki kitap, dergi
ve dökümanın ele geçirildiği buna göre, atılı suçun niteliği, mevcut delil
durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı,
atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, atılı suçun katalog
suçlardan olması nazara alınarak, şüphelinin atılı suçu işlediği hususunda
kuvvetli suç şüphesinin oluştuğu, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK'nun 100 ve devamı
maddeleri uyarınca şüphelinin tutuklanmasına ... [karar verildi.]"
16. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul
6. Sulh Ceza Hâkimliği 24/1/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve
mahiyeti, şüphelinin ikametinde ele geçen örgütsel dökümanlar ve Berkin
Elvan'ın cenaze töreninde slogan ve pankart açtığına ilişkin tespitlere göre
kuvvetli suç şüphesi bulunduğu, atılı suçun CMK 100/3. Maddesinde sayılan
tutuklama nedenlerinin var sayıldığı katalog suçlardan olması, ön görülen ceza
miktarı ve tutuklulukta geçen süre nazara alındığında tutukluluğun devamının
ölçülü olduğu, tutukluluk halinin sonlandırılmasını gerektirecek nitelikte yeni
bir delilin bulunmadığı, tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmadığı
anlaşıldığından İstanbul 5.Sulh Ceza Hakimliğinin tutuklama kararına yapılan
itirazın reddine, şüphelinin tutukluluk halinin devamına ... [karar verildi.]"
17. Başsavcılık 5/2/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucu
ve on bir şüpheli hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan
cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır.
DHKP-C silahlı terör örgütüne ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı
iddianamede ilk olarak DHKP-C'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi
alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür
eylemlerde bulunduğuna ve başvurucunun eylemlerine değinilmiştir. Ayrıca
tutuklamaya esas alınmayan eylemler nedeniyle başvurucunun da aralarında
bulunduğu bir kısım şüpheliye isnat edilen 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçu da iddianameye
konu edilmiştir.
18. Bu bağlamda iddianamede başvurucuya yöneltilen
suçlamaya konu edilen ve örgüt bağlantısına delil olarak gösterilen olgular
şöyle özetlenebilir:
i. [İstanbul'daki Gezi Parkı olaylarında yaralanıp
sonrasında hayatını kaybeden] Berkin Elvan'ın 12/3/2014 tarihinde
gerçekleştirilen cenaze töreni esnasında ve sonrasında yaşanan olaylarla ilgili
kayıt altına alınan görüntülere ilişkin yapılan tespitte protesto eylemi yapan
grubun içinde yer alıp onlarla birlikte hareket ettiği, anılan grubun ellerinde
"Devrimci Yol" ve "Devrimci Gençlik" yazan
flamalar ve "Berkinin Hesabı Sorulacak" yazılı pankart
taşıdıklarının belirlendiği iddia edilmiştir.
ii. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada 12
Eylül Adaleti ibareli bir adet CD, Erzurum 1 No.lu Hâkimliğinin 21/5/2013
tarihli kararı ile toplatılmasına, dağıtım ve satışının yasaklanmasına karar
verilen bir adet "Devrimci Yol Bitmeyen Sevdamız" isimli
kitap, Erzurum 1 No.lu Hâkimliğinin 2013/295 D. İş sayılı kararı ile
toplatılmasına, dağıtım ve satışının yasaklanmasına karar verilen bir adet
"THKP-C ve Devrimci Yoldan Bugüne, Bu Tarih Bizim Devrim" isimli
kitap, bir adet "Geleceği Kazanacağız Gençlik Mücadelesi Üzerine
Tartışma Notları" isimli kitap, bir adet "Taksim Eksenli Direnişin
Ekonomi Politiği- Devrimci Hareket" isimli kitap, bir adet "1960’lardan
1980’lere Gençlik ve Mücadelesi, Dev-Genç Savunması" isimlikitap, 2017
tarihli bir adet "Parasız, Eşit Özgür, Demokratik Üniversite İçin
Öğrenci Faaliyetleri KHK’ya İhraçlara Başkanlığa Hayır" isimli dergi,
26/9/2017 tarihli yirmi adet "Yolculuk, Gerçeğin Devrimci Sesi" isimli
gazete, "Geceyi Kuşatarak Devleşiyor Rüyalarımız- Düşmanların
Parçalarken Kanlı Bedenini Senin Gözbebeklerin Güneşteydi ve Giderken Bize
Miras Bıraktığın O Küçük Çocuk Büyüdü Artık- Günü Geldi Şimdi Marşlar Göğüs
Kafesimizi Yırtıp Çıkıyor Alanlara" yazılarının yer aldığı, elinde
bulunan silahı havaya kaldırmış insan resmi ve arkalarında insan silüetlerinin
olduğu "Devrimci Hareket" başlığını taşıyan arkalı önlü bir
adet dergi sayfasının bulunduğu ve ele geçirilen bu yayınların suç unsuru
içerdiği iddia edilmiştir.
iii. Emniyet kayıtları tetkik edildiğinde 11/6/2013
tarihinde Taksim Gezi Parkı (İstanbul) ile ilgili düzenlenen gösterilere
katılarak güvenlik güçlerine ve çevreye saldırıda bulunan yetmiş iki kişiyle
birlikte yakalanıp sevk edildiği İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında yürütülen
soruşturma kapsamında serbest bırakıldığına, ayrıca 5/12/2018 tarihinde
Bahçelievler'de (İstanbul) iki arkadaşı ile birlikte sprey boya, "Liseli
Dev Genç" ve "Liseli Öğrenci Birliği" imzalı
bildiriler ile yakalanıp Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan
soruşturmada serbest bırakıldığına ilişkin bilgilerin bulunduğunun tespit
edildiği belirtilmiştir.
19. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara
ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:
"Tahkikat sonucunda; şüphelilerin alınan ifadeleri,
evrak içinde bulunan fotoğraflar, düzenlenen tutanaklar ve soruşturma evrakının
incelenmesinde şüphelilerden A., Berkay ve A.O.nun DHKP/C terör örgütünün
yönlendirmesi ve direktifleri altında gruplar halinde ve farklı yerlerde halkı
kışkırtmak ve toplumsal bir algı oluşturmak amacıyla eylem düzenledikleri, terör
örgütünün yaşam ve düşünce tarzını tam bir bağlılıkla benimsedikleri, terör
örgütünün direktifleri ve fikirleri doğrultusunda eylemlerde bulunarak örgüt
hiyerarşisine tabi oldukları, atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu
yukarıda anlatıldığı şekilde işledikleri;
Bunun yanında tüm şüphelilerin fikir ve eylem birliği
içinde 2911 sayılı yasa anlamında terör örgütüne ait renk, flama ve pankartları
açmak suretiyle kanuna aykırı gösteri düzenledikleri, olay mahalline gelen
kolluk görevlileri eylemlerinin yasal olmadığını, dağılmaları gerektiğini belirtmelerine
rağmen, şüphelilerin kolluk görevlilerinin uyarılarını dikkate almadıkları,
eylemlerini sürdürdükleri, kolluk görevlilerinin yeniden şüphelileri
eylemlerini sonlandırmaları konusunda uyardıkları, şüphelilerin
eylemlerinisürdürmek için kolluk görevlilerine direndikleri, kolluk
görevlilerinin bunun üzerine güç kullanarak şüphelilerin eylemlerini
sonlandırmalarını sağladıkları yönünde kamu davası açmayı gerektirir yeterli
delil elde edildiği..."
20. İddianame İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesince
(Mahkeme) 21/2/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/35 sayılı dosya üzerinden
kovuşturma aşaması başlamıştır.
21. Mahkeme 20/3/2018 tarihinde yaptığı tutukluluk
incelemesi neticesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir.
22. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İstanbul 27.
Ağır Ceza Mahkemesince 10/4/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar
verilmiştir.
23.Başvurucu 13/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
24. Mahkeme 18/4/2018 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun
savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili bölümü şöyledir:
"...ben, Berkin Elvan'ın cenazesine katıldığımı
kabul ediyorum, bu cenaze sırasında demokratik hakkım olarak, yasal sınırlar
içerisinde slogan attığımı kabul ediyorum, yaklaşık iki milyon kişi cenazede
vardı, ben de bu kişilerle beraberdim, ben, iddianamede belirtilen Berkin'in
hesabı sorulacak, devrimci yol, devrimci gençlik şeklinde bir pankart
taşımadım, bunu özellikle savcılık ifademde belirtmeme rağmen pankart taşıdığım
şeklinde ifade yazılmıştır, Sulh Ceza Hakimliği'nde bana isnat edilmeyen Halk
Cephesi isimli pankartı taşıdığım isnadı ile tutuklama kararı verildi, 3,5
aydan beri tutukluyum, ayrıca evimden çıktığı iddia edilen örgütsel döküman
diye bahsedilen kitaplar ve notların tamamı tarihsel dökümanlar ve belgelerdir,
evimden çıkan 12 Eylül CD'sinden dolayı iddianamede isnat yapılmıştır, benim
evimde yüzlerce kitap vardır, sadece iki tane yasaklı kitaptan dolayı isnat
yapılmıştır, ayrıca tutanakta belirtilen kitaplar, 2006 yılında basılmış olup,
2013 yılında toplatma kararı olduğunu öğrendim, toplatma kararı bulunan
kitaplar, 12 Eylül ile ilgili yazılmış olan kitaplardır, yani tarihsel
dökümanlardır, Türkiye'nin siyasi tarihini öğrenebilmemiz için bizim 1960'larda
ve 1980 ihtilalinin ne olduğunu öğrenmemiz gerekir, bu yüzden evimdeki
kitaplar, benim tarih merakımdan kaynaklı Türkiye'nin yakın tarihine ışık tutan
kitaplardır, görüntülerdeki kişiyi kabul etmiyorum, ben, kesinlikle pankart
tutmadım, ayrıca görüntülerdeki şahıs bana benzememektedir, bunu tespit imkanı
çok zordur, evimde bulunan elinde silahı havaya kaldırmış vaziyetteki insan
resmi bir dergi sayfasıdır, evimde çıkan dergiler ve tarihsel yazılar,
propaganda ya da örgüt üyeliğine delalet teşkil etmez, benim evimde yüz tane
tarih kitabı vardır, benim evimde her türden görüşe ve siyasi görüşe ait kitap
vardır, ancak tutanağa sadece belirli görüşteki kitaplar geçirilmiştir..."
25. Cumhuriyet savcısı 15/1/2019 tarihinde sunduğu esas
hakkında mütalaasında başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve 2911
sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarından ayrı ayrı cezalandırılmasını talep
etmiştir.
26. Mahkeme aynı tarihte yaptığı duruşma sonucunda mevcut
delil durumunu, tutuklulukta geçirilen süreyi, delillerin toplanmış olmasını
ve Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasını açıklamasını dikkate
alarak başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Bununla birlikte Mahkeme
başvurucu hakkında yurt dışına çıkışının yasaklanması şeklindeki adli kontrol
tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir.
27. Mahkeme, isnat edilen DHKP-C silahlı terör örgütüne
üye olma suçunun başvurucu tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçesiyle
15/4/2019 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Aynı kararda
Mahkemece yargılama konusu 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan ise
yüklenen suçun dosya kapsamındaki deliller çerçevesinde işlendiğinin sabit
olduğu gerekçesiyle başvurucunun 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu
cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Gerekçeli kararın başvurucuya ilişkin
kısmı şöyledir:
"a- Sanık Berkay Ustabaş'ın Üzerine Atılı Silahlı
Terör Örgütü Üyeliği Suçu Bakımından Yapılan Değerlendirmede:
Her ne kadar sanığın silahlı terör örgütü üyeliği suçunu
işlediği bahisle TCK 314/2 ve 3713 sayılı Kanun'un 5/1 maddeleri uyrarınca
cezalandırılması istemiyle mahkememize kamu davası açılmışsa da sanığın
cezalandırılmasına yeter her türlü şüpheden uzak, kesin, somut ve yeterli delil
elde edilemediğinden ve üzerine atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun
sanık tarafından işlendiği sabit olmadığından sanığın 5271 sayılı CMK'nun
223/2-e maddesi gereğince beraatine karar vermek gerekmiştir.
b- Sanık Berkay Ustabaş'ın Üzerine Atılı Kanuna Aykırı
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme Yönetme Bunların Hareketlerine
Katılma Suçu Bakımından Yapılan Değerlendirmede:
Kolluk görevlileri tarafından Berkin Elvan isimli şahsın
cenazesini esnasında ve sonrasında toplanan grubun dağılmaları gerektiği,
yapılan eylemin kanuna aykırı olduğu dağılmadıkları takdirde zor kullanılarak
dağıtılacakları ve dağılmaları için makul bir süre verileceğine yönelik
anonslar yapılmasına rağmen grubun dağılmadığı ve kanuna aykırı eyleme devam
ettikleri, sanık Berkay Ustabaş'ın Berkin Elvan isimli şahsın cenaze
töreni esnasında ve sonrasında yaşanan olaylara katıldığına dair deliller
kısmında da belirtildiği üzere mobese görüntülerinin bulunduğu, sanığın eylem
yapan grubun içinde olduğu ve birlikte hareket ettiği, ellerinde 'DEVRİMCİ
YOL.DEVRİMCİ GENÇLİK' diye adlandırılan flamalar ve 'BERKİNİN HESABI SORULACAK'
yazılı pankart taşıdıklarının tespit edildiği, sanık Berkay Ustabaş'ın da sarı
zemin üzerinde kırmızı yıldız bulunan pankartı taşıdığı, ayrıca sanığın
ikametinde yapılan aramada çok sayıda yasaklı kitap ele geçirildiği, twitter
isimli sosyal medya hesabından Savcılık talimatı üzerine ikametinde yapılan
arama saatinden yaklaşık 30-40 dakika sonra saat 03:36 da 'gece saat 03:00
sıralarında evim polisler tarafından basıldı. Şunu dost düşman herkes aklına
kazısın: baskılar bizi yıldıramaz!' şeklinde tweet attığı, sanığın kolluk
görevlilerinin tüm uyarılarına rağmen kanuna aykırı gösteri yürüyüşüne
katıldığı anlaşılmakla suçtan kurtulmaya yönelik beyanlarına itibar edilmeyerek
eylemine uyan suç tarihi itibari ile (2911 sayılı kanunun22/7/2010
tarihli6008/2 md. İle değişik hali gereğince) 33/1 maddesi uyarınca
cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.
Sanığın geçmişi, daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç
aydan fazla hapis cezasına mahkum edilmemiş olması, suçu işledikten sonra
yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği
konusunda mahkememizce bir kanaat oluştuğundan TCK'nun 51. maddesi gereğince
sanığa verilen hapis cezasının ertelenmesine karar vermek gerekmiştir "
28. Anılan beraat kararına karşı Cumhuriyet savcısı
tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bu başvuruda başvurucuya yönelik
aşağıdaki hususlar ileri sürülmüştür:
" ...
Sanığın savunmasında özetle; Berkin Elvan'ın cenazesine
katıldığını, slogan attığını ve pankart taşıdığını, aramada ele geçen eşyaların
kendisine ait olduğunu, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiş
ise de; sanığın suçtan kurtulmaya yönelik savunmalarına itibar edilemeyeceği,
sanığın terör örgütünün faaliyetleri kapsamında düzenlenen eylemlere önceden
planlanmış şekilde örgütün talimatı uyarınca katıldığı, terör örgütünün
yönlendirmesi ve direktifleri doğrultusunda eylemlerde bulunarak örgüt
hiyerarşisi altında DHKP-C oluşumunun hedef ve çıkarları doğrultusunda örgüt
üyesi olarak faaliyet gösterdiği,
... tüm bu hususlar dikkate alındığında sanıkların
eylemlerine uyan silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan ayrı ayrı
cezalandırılmaları gerekirken sanıklar hakkında yazılı gerekçeyle beraat kararı
verilmesi usul ve yasaya aykırıdır."
29. Cumhuriyet savcısınca yapılan istinaf başvurusu
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 29/9/2020 tarihli kararı ile
esastan reddedilmiştir. Anılan hüküm, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi
Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/10/2020 tarihinde temyiz edilmiştir. Dava,
bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz aşamasında derdesttir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı 100.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya
sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen
ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı
verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var
sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli
şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
..."
31.5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı"
kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya
re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve
adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî
nedenlere yer verilir.
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir
tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek
açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir,
ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda
belirtilir."
32. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun
"Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan
suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan
onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
33. Mahkemenin 18/11/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
34. Başvurucu; kuvvetli suç şüphesi ve somut deliller
bulunmadan gerekçesiz bir şekilde hakkında tutuklama kararı verildiğini,
delilleri karartma ve kaçma şüphesi olmadığı hâlde koşulları oluşmadan verilen
tutuklama kararı dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
35. Bakanlık görüşünde öncelikle 5271 sayılı Kanun'un
141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği belirtilmiştir. Esas
bakımından yapılacak inceleme yönünden ise Bakanlık; başvurucu hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinde somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğunu, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, bu delillerin
değerlendirilmesi sonucunda adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını
ifade etmiştir. Bakanlık ayrıca soruşturmada tutuklama tedbiri uygulayan
mercilerin bu hususta yetkili/görevli oldukları, tutuklamaya dair verilen
kararın -ilgili gerekçeler kapsamında- temel hak ve özgürlüklerin ihlaline
sebebiyet veren bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik içerdiğinin
söylenemeyeceği görüşündedir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması"
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
37. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve
güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler,
ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu itibarla başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığına yönelen bu
bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında,
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Uygulanabilirlik
Yönünden
39. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde,
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun
gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen
durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı
tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna
uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına,
maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce
ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve
cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar
kimse suçlu sayılamaz."
40. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe
teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke
genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde
son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak-
bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden
ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet
Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir
(Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
41. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları
incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere
ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü
bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya
konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla
bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).
42. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve
tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun DHKP-C terör örgütünün
hiyerarşik yapılanması içinde yer alması ve dolayısıyla bu terör örgütüne üye
olmasıdır. Anayasa Mahkemesi 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe
teşebbüsünden sonra doğrudan darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen
soruşturmalarda veya doğrudan teşebbüsle bağlantılı olmasa bile teşebbüsün
arkasındaki yapılanma olduğu anlaşılan FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmalarda
uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukukiliğini incelerken bu suçlamaların
olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu
değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 237-242; Selçuk
Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).
43. Anayasa Mahkemesi Aydın Yavuz ve diğerleri
kararında darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen olağanüstü hâle ilişkin yaptığı
değerlendirmede 21/7/2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hâlin temel olarak
darbe teşebbüsü nedeniyle gerçekleştiğini, bununla birlikte bu süreçte ülkenin
maruz kaldığı terör saldırılarının da olağanüstü hâl ilanında ve olağanüstü
hâlin devam ettirilmesinde etkisinin bulunduğunu, dolayısıyla bu dönemde
uygulanan tedbirlerin genel olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu
belirtilen FETÖ/PDY'nin yanı sıra terörden kaynaklanan tehdit ve tehlikenin de
bertaraf edilmesine yönelik olduğunu ifade etmiştir (Aydın Yavuz ve
diğerleri, §§ 226-229).
44. Bu itibarla başvurucu hakkında DHKP-C silahlı terör
örgütü ile bağlantılı bir suçtan uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup
olmadığının incelenmesinin Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılması
gerekir. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta
Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan
güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde
ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı
değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk
Özdemir, § 58).
2. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı
anlaşılan bu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
3. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
46. Genel ilkeler için Metin Evecen, B. No:
2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52; Zafer Özer B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§
38-45.
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
47. Somut olayda ilk olarak başvurucunun tutuklanmasının
kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, DHKP-C
silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi
uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama
tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
48. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama
tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce
tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti
bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
49. İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama
kararında, başvurucu yönünden kuvvetli suç şüphesini oluşturan somut olgu
olarak başvurucunun katıldığı ileri sürülen protesto eylemine ilişkin olarak
dosya kapsamındaki görüntü inceleme tutanağına ve konutunda yapılan aramada ele
geçirilen yayınlara dayanıldığı anlaşılmaktadır (bkz. § 15).
50. İddianamede ise suçlamaya ilişkin olarak başvurucunun
İstanbul'daki Gezi Parkı olaylarında yaralanıp sonrasında hayatını kaybeden
Berkin Elvan'ın 12/3/2014 tarihinde yapılan cenaze töreni esnasında ve
sonrasında protesto eylemi yapan grubun içinde yer alarak onlarla birlikte hareket
ettiğine, başvurucunun bu esnada "Devrimci Yol" ve "Devrimci
Gençlik" yazan flamalar ile "Berkinin Hesabı Sorulacak"
yazılı pankart taşıdığına, konutunda yapılan aramada suç unsuru içeren ve bir
kısmı hakkında toplatılmasına, dağıtımının ve satışının yasaklanmasına karar
verilen çeşitli dergi, gazete ve kitapların ele geçirilmesine, örgütsel terör
arşivine göre başvurucunun katıldığı ileri sürülen ve başka soruşturmalara konu
edilen iki ayrı protesto eylemine ilişkin kayıtların bulunmasına dayanılmıştır
(bkz. § 18). Dolayısıyla somut olayın koşullarında başvurucunun suç işlediğine
dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının bu olgular temelinde incelenmesi
gerekmektedir.
51. Başvurucu yönünden suçlamaya esas alınan olgulardan
biri başvurucunun konutunda yapılan aramada çeşitli yayınlar ile bir adet
CD'nin ele geçirilmesidir. Soruşturma mercileri ele geçirilen bu yayınların suç
unsuru taşıdığını ifade etmektedir. Bununla birlikte başvurucunun bunları
örgütsel bir faaliyetin propaganda aracı olarak kullandığına, bu kapsamda
üçüncü kişilere verdiğine ve dağıttığına yönelik olarak soruşturma belgelerinde
bir tespit ve iddia bulunmamaktadır. Kaldı ki soruşturma mercileri bu
yayınların ve CD'nin örgütsel bir faaliyette kullanıldığını da ileri sürmemişlerdir.
Ayrıca aramada ele geçirilen CD'nin incelenip incelenmediğine ve bu anlamda
içeriğinde suç unsuru taşıyan bilgi ve belgenin olduğuna dair herhangi bir
açıklamada da bulunulmamıştır. Dolayısıyla somut olayın koşullarında
başvurucunun evinde yapılan aramada söz konusu yayınların ve CD'nin
bulunmasının tek başına başvurucunun DHKP-C terör örgütü ile bağlantılı bir suç
işlediğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilemeyeceği
değerlendirilmiştir.
52. Öte yandan başvurucuya yöneltilen suçlamaya ilişkin olarak
dayanılan diğer bir olgu -Gezi Parkı olaylarında yaralanıp sonrasında hayatını
kaybeden Berkin Elvan'ın- 12/3/2014 tarihinde yapılan cenaze töreni esnasında
ve sonrasında düzenlenen protesto eylemine katılarak "Devrimci
Yol" ve "Devrimci Gençlik" yazan flamalar ile "Berkin'in
Hesabı Sorulacak" yazılı pankart taşıyan bir grup içinde görüntüsünün
tespit edildiğinin iddia edilmiş olmasıdır. Somut olayda başvurucu, anılan
cenaze törenine katıldığını ancak herhangi bir pankart taşımadığı gibi suç
teşkil edecek başkaca bir davranışının da bulunmadığını savunmuştur. Soruşturma
makamları belirtilen cenaze töreninin öncesi ve sonrasında gelişen protesto
eyleminin, terör örgütü propagandasına dönüşen bir organizasyon olduğunu
-dolaylı olarak- ifade etmekte iseler de soruşturma belgelerinde söz konusu
protesto eyleminin DHKP-C terör örgütünün çağrısı ve talimatları doğrultusunda
gerçekleştirildiği hususunda açık bir bilgi bulunmamaktadır. Anayasa
Mahkemesinin Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§
140-142) ve Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri ([GK], B. No: 2018/17635,
26/7/2019, §§ 89-95) kararlarındaki ilkeler gözönüne alındığında, başvurucunun
anılan cenaze töreni sırasında ve sonrasında örgütsel propaganda içeriği
taşıyan herhangi bir konuşma yaptığına ve terör örgütü veya onun eylemleri
lehine slogan atma faaliyetine iştirak ettiğine yönelik objektif bir gözlemciyi
ikna edecek ölçüde somutlaştırılmış bir tespitin bulunmamasına nazaran salt
protesto eylemine dönüşen cenaze törenine katılmanın terörle bağlantılı bir suç
yönünden kuvvetli belirti olarak kabulü mümkün görülmemiştir.
53. Soruşturma mercilerinin emniyet birimlerinin
kayıtlarına göre başvurucunun çeşitli tarihlerdeki -soruşturma konusu olmayan-
bazı protesto eylemlerine ilişkin kayıtların bulunmasını da başvurucu hakkında
suçlamaya dayanak bir olgu olarak değerlendirdikleri görülmektedir. Söz konusu
eylemler Başsavcılıklarca farklı soruşturmaların konusu yapılarak yasal
gereğine tevessül edilmiştir (bkz. § 18/iii). Dolayısıyla emniyet kayıtlarında
yer alan bilgilerin somut olayın koşullarında başvurucu ile DHKP-C arasındaki
organik bağı gösterecek düzeyde kuvvetli belirti olarak değerlendirilemeyeceği
kanaatine varılmıştır.
54. Bu itibarla başvurucunun savunması ve dosya kapsamına
göre somut olayda tutuklama için gerekli olan suç işlendiğine dair
kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
55. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
56. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli
belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan
dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
57. Bununla birlikte anılan tedbirin Anayasa'nın
olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve
sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
4. Anayasa'nın
15. Maddesi Yönünden
58. Tutuklama tedbirinin uygulanması suretiyle bireylerin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak
güvencelerin başında suç işlendiğine dair belirtinin ortaya konulması yer
almaktadır. Suç işlendiğine dair belirtinin bulunması tutuklama tedbiri için ön
koşul olduğundan aksi durumun kabulü, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
ilişkin tüm güvencelerin anlamsız hâle gelmesi sonucunu doğurur. Dolayısıyla
-hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin
uygulandığı dönemlerde de kişilerin suç işlediklerine dair belirti bulunmadan
tutuklanmaları durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul
edilemez (Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, § 109; Mehmet
Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 156).
59. Somut olayda Anayasa Mahkemesince soruşturma
makamlarının suç işlediğine dair belirtileri somut olgularla ortaya koymadan
başvurucu hakkında tutuklama tedbirine başvurdukları sonucuna varılmıştır. Bu
itibarla Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin
kullanımının durdurulmasını, sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinin
başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru
kılmadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Şahin
Alpay, § 110; Mehmet Hasan Altan (2), § 157).
60. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle
birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
5. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
62. Başvurucu tahliyesine karar verilmesi istemiyle birlikte
20.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
63. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
64. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması,
varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu
bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet
Doğan, §§ 55, 57).
65. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar
verilmiştir. Başvurucunun 15/1/2019 tarihinde tahliyesine karar verilmiş
olduğundan tutukluluk hâli sona ermiştir. Bu durumda tazminat dışında ihlalin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir hususun
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
66. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
67. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.294,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle İHLAL
EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 294,70 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.294,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 26. Ağır
Ceza Mahkemesine (E.2018/35) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 18/11/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan
hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir
olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun
şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka
söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da
öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü
itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması
gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından
etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239,
2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma
kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair
şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan
oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda
değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).
Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun
etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk
yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan,
yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için
yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları
ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul
bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu
kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla
birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu
değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların
bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden
kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin
içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her
zaman vardır.
Somut olayda 05.01.2018 tarihinde tutuklanan ve
13.04.2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı
tutulma durumu, 15.01.2019 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye
edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına
bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan,
bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek
olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar
tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir
ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi)
bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak,
bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla
bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit
edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak
arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka
aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu
tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç
şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının
bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da
tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.1
Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de
uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. Maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama
kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri
ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun
101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına
veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli
suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin
ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça
gösterilir.”
Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan,
tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve
manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf
yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni,
ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir
kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında;
bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin
sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında
verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir
arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı
olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası
açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.2
Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu
davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet
hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin
esasını incelemiştir.
Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını
sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında,
tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata
konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen
tazminat nedenine ilişkin durumdur.
Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre;
başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu
hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği
tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK
141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle
kabul edilemez bulunmaktadır.3
Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de
dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın
hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak
nitelendirmektedir.4
Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen
durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde
düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına
karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede
yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm
verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen
tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme,
tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul
sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının
tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.5
Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki
olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki
tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle,
gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle
sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verilmektedir.6
Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak
davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına
atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın
141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu
iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine
oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki
olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının
var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda
atıf yapılan Yargıtay kararları7
somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili
olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.8
Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa
Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna
başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun
tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi
çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru
yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma
yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme
merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı
başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele
oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi
bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu
edilebileceğini belirterek incelememiştir.
İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili
bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin
Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair
kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve
kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt
uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının
söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi
bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu
güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren
herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin
etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade
etmiştir.9
Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle
kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız
kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ
edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle
tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin
iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında
açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren
emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız
olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için
bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik
kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece
mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.10
Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden
kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç
şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin
yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat
davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali
yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi
aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında
mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun
yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları
da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır.
Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile
hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir
bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.
Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka
uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da
tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet
sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada
tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından
bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer
Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine
Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun
hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada
mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor
olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet
kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın
hukukiliği incelenmektedir.11
Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi
tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa
Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada
beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka
aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden
tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet
Özdemir12
başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka
uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç13
başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının
hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği
bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal
sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı
anlaşılmaktadır.
Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da14 anılan hükümde düzenlenen tazminat
nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu
edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu
kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra
haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm
olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden
fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası
olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka
davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek
zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka
aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının,
tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına
ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat
davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten
imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat
mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını
inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen
şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan
kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı
yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye
kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından,
tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu
konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza
mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka
aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de
herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler
dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki
tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk
statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına
yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d)
bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin
yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.15
Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen
mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa
Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk
iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun
devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi
yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama
nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz,
a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi
aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup
olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.16 Ayrıca, bu konuya ilişkin olup
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen
başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç
şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği
varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat
davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına
bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin
var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden
kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.
Bu noktada Mustafa Avcı kararına17 da değinmek gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme
tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen
tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.18 Başvurucunun, tutuklanmasına neden
olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple
siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise
Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı
tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli
giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip
etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak
durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale
sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu
ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal
edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir.19
Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi
faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının
ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat
mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa,
diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi
faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki
olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden
tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün
değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya
takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141.
maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu
belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal,
B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a
bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili
davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır.
Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı
141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK
141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte
etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat
istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup
olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir.
Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini
tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.20 AİHM de Mergen ve diğerleri
kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği
itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil,
141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi
de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma
gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için
tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde
tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın
ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin
tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun
tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın
uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Başvurucunun olay tarihinde
katıldığı eylem nedeniyle 2911 sayılı yasaya muhalefetten cezalandırılmıştır.
Başvurucu hakkında olay tarihi itibariyle katıldığı eylemde “DEVRİMCİ
YOL.DEVRİMCİ GENÇLİK” yazan flamalar ile “BERKİNİN HESABI SORULACAK” yazılı
pankartları taşıyan grup içerisinde görüntüsünün tespit edildiğine ilişkin
iddia evinde yapılan aramada ele geçirilen belgeler dikkate alındığında tutuklama
tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.
Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun
görüşüne katılmadım.