TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
D.C. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/13863)
|
|
Karar Tarihi: 16/6/2021
|
R.G. Tarih ve Sayı: 28/9/2021-31612
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
D.C.
|
Vekili
|
:
|
Av. Ata ÖVER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, suçta kullanıldığı gerekçesiyle el konulan
ancak sonradan iadesine hükmedilen geminin kullanılamamasından kaynaklanan
zararın karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 4/5/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, Marshall Adaları Cumhuriyeti'nde kurulu bir
şirkettir. Şirketin olay tarihindeki ortaklarından biri M.H.dir. Olay tarihinde
M.H. aynı zamanda G. Petrol Depoculuk Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketinin de
(G. Limitet Şirketi) ortağı ve temsilcisidir.
A. Ceza Soruşturmasına
İlişkin Süreç
10. Başvurucu Şirketin donatanı olduğu Panama bandıralı Chernomores
isimli gemide taşınan 1.852,681 metrik ton LPG cinsi eşyanın Gebze’de bulunan
Petrokimya İhtisas Gümrüğü tarafından ithal edilmesi gerektiği hâlde Derince
Limanı'nda bulunan G. Limitet Şirketinin tesislerine boşaltılmak istendiği
iddialarıyla ilgili olarak soruşturma başlatılmıştır.
11. Kocaeli 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 10/7/2008 tarihli
kararıyla gemiye el konulmasına karar verilmiştir. Başvurucunun iddiasına göre
gemiye ve içindeki eşyaya 31/12/2007 tarihinde Derince Liman Müdürlüğü
tarafından hâkim kararı olmaksızın fiilen el konulmuştur ancak gemiye 10/7/2008
tarihinden önce el konulduğuna ilişkin olarak herhangi bir belge başvuru
formuna eklenmemiştir.
12. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık)
24/2/2009 tarihli iddianameyle sahte manifesto ve konşimento düzenlemek
suretiyle akaryakıt kaçakçılığı ve resmî belgede fiili sahtecilik suçlarını
işlediği gerekçesiyle M.H. aleyhine Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu
davası açılmıştır. İddianamede, M.H.nin başvurucuya ait gemide taşınan 1.852,681
metrik ton LPG eşyasının 858.650 metrik tonluk kısmını Derince Limanı'na
boşaltacakmış gibi gerçeğe aykırı manifesto ve konşimentoyla işlem yapmaya
çalıştığı belirtilmiştir. İddianamede LPG eşyasının tamamının M.H.nin ortağı
olduğu G. Limitet Şirketinin Derince Limanı'ndaki tesislerine boşaltıldığı ve
bu suretle gümrük işlemleri yapılmaksızın 1.852.681 metrik ton LPG eşyasını
Türkiye'ye sokmaya teşebbüs ettiği ifade edilmiştir.
13. Başvurucu 10/2/2010 tarihli duruşmada davaya katılma
talebinde bulunmuştur. Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun katılma
talebini kabul etmiştir.
14. Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesin 24/9/2010 tarihli
kararıyla M.H.nin 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele
Kanunu'nun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasına muhalefet etme ve özel belgede
sahtecilik suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir. Kocaeli 1. Ağır Ceza
Mahkemesi ayrıca geminin karar kesinleştiğinde şirkete iadesine hükmetmiştir.
Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:
i. Sanık M.H. suç tarihinde G. Limitet Şirketinin
müdürüdür. Dava konusu LPG Oxton unvanlı şirket ile gemi donatanı başvurucu
arasında akdedilen 8/2/2007 tarihli satış sözleşmesine istinaden Ukrayna'nın
Reni Limanı'ndan ihtilaf konusu gemiye yüklenmiştir. Oxton Şirketi tarafından
eşyanın G. Limitet Şirketine satışı taahhüt edilmiştir. Sözleşmeye göre yük
Derince Limanı'nda boşaltılacaktır. Yine sözleşmede yükün 1.900 metrik ton LPG
olduğu belirtilmiştir. Dava konusu yüke ilişkin 19/2/2007 tarihli orijinal
konşimentoda da malın yükleteni ve gönderileni Oxton Şirketi, yükleme limanı
Llichievsk ve Reni-Ukrayna, boşaltma limanı ise Türkiye'deki güvenli bir liman
olarak gösterilmiştir.
ii. Suç tarihinde başvurucunun hissedarlarından olan
sanık, dava konusu gemi ve yükü önce Zonguldak Filyos Limanı'na yönlendirmiş
ancak bu limanın ihtisas gümrüğü olmaması sebebiyle malın tahliyesine izin
verilmemiştir. Bunun üzerine sanık, gemiyi Derince Limanı'na getirmiştir. Sanık
LPG depolama ve dağıtım faaliyetiyle uğraşan K. Anonim Şirketine gerçeğe aykırı
özet beyan verdirerek LPG'yi Türkiye'ye sokmaya çalışmıştır. Gümrük
yetkililerine verilen 19/4/2007 tarihli özet beyanda geminin çıkış yeri
Romanya, yükünün brüt ağırlığı toplam 858.650 metrik ton, yükün göndereni
başvurucu, gönderileni K. Anonim Şirketi olarak gösterilmiştir. Sevkiyata
ilişkin belgelerde farklılıklar bulunduğunun Derince Gümrük Müdürlüğü
yetkililerinin dikkatini çekmesi üzerine suç ihbarında bulunulmuştur.
iii. Bu şekilde özetlenen olayda sanığın suça konu LPG
cinsi eşyayı, ihtisas gümrüğü olmaması sebebiyle gümrük işlemlerinin yapılması
mümkün olmayan bir limandan sahte manifestolar ve konşimentolar ile gümrük
işlemlerini yapmaksızın yurda sokmaya teşebbüs ettiği sabittir.
iv. Donatan şirketin sanığın eylemine iştirak ettiğine
dair delil bulunmadığından geminin başvurucuya iadesi gerekmiştir.
15. Yargıtay 7. Ceza Dairesi 27/3/2013 tarihli kararıyla
ilk derece mahkemesi kararını düzelterek onamıştır. Kararın düzeltilen kısmında
gemide bulunan 858.650 metrik ton LPG'nin müsaderesine hükmedilmiştir.
16. Kararın kesinleştiği hususu 15/8/2013 tarihinde
başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu 19/8/2013 tarihinde geminin teslimi için
Doğu Marmara Gümrük ve Ticaret Müdürlüğüne başvurmuştur. Ancak gemideki yükün
boşaltılmamış olması sebebiyle teslime hazır hâle gelmediği belirtilerek talep
yerine getirilmemiştir. Başvurucunun beyanına göre LPG'nin tahliyesi 3/3/2014
tarihinde sağlanmış ve gemi ancak bu tarihte iade edilebilir hâle gelmiştir.
B. Tazminat
Davasına İlişkin Süreç
17. Başvurucu 31/10/2013 tarihinde Kocaeli 3. Ağır Ceza
Mahkemesinde (Mahkeme) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 141. maddesi uyarınca tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde
başvurucu, gemiye 31/12/2007 tarihinden itibaren fiilen, 10/7/2008 tarihi
itibarıyla da hâkim kararıyla haksız olarak el konulduğunu belirtmiş; el koyma
müddetince geminin çalıştırılamamasından kaynaklanan toplam 43.956.000 TL
zararın tazmin edilmesini talep etmiştir.
18. Mahkeme tarafından 24/1/2014 tarihinde geminin
bulunduğu yerde bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. Bilirkişi heyeti
tarafından düzenlenen 21/4/2014 tarihli raporda olay tarihinde 29 yaşında olan
gemiye el konulma tarihi olan 19/4/2007'den sonra geminin devamlı olarak
çalışabileceğine ilişkin belge sunulmadığı için zarar hesaplaması
yapılamayacağı belirtilmiştir. Raporda, geminin sertifikalarının süresinin 2006
yılı sonunda dolduğu ve teknik yetersizlikler nedeniyle 2006 yılında çeşitli
limanlarda alıkonulduğu ifade edilmiştir. Raporda ayrıca bu tür gemilerin
kullanım ömrünün otuz yıl olduğu ve ancak Karadeniz ve Doğu Akdeniz
limanlarında çalışabileceği, tüm yıl boyunca çalışmasının da mümkün olmadığı
notu yer almaktadır. Mahkeme talimat yoluyla ikinci bir bilirkişi heyetinden
rapor aldırmıştır. İkinci bilirkişi heyetince düzenlenen 21/9/2015 tarihli
raporda da bu tür gemilerin 2007 ve 2008 yıllarında ayda/yılda ortalama kaç
saat çalışacağına ilişkin belge bulunmaması sebebiyle hesaplama yapılamayacağı
ifade edilmiştir.
19. Yargılama sırasında A. Limitet Şirketi 30/9/2014
tarihli dilekçesiyle müdahale talebinde bulunmuştur. Müdahale dilekçesinde
geminin Körfez İcra Müdürlüğünün 2010/2181 numaralı dosyasında icra takibine
konu olduğu, icra sonucu geminin 10/2/2011 tarihinde alacağına mahsuben
T.B.B.ye ihale edildiği belirtilmiştir. Dilekçede, T.B.B.nin 16/8/2012 tarihli
satış ve alacağın temliki sözleşmesi ile gemiyi şirketlerine sattığı ve
tazminat davasından doğan alacağın kendilerine ödenmesi gerektiği ifade
edilmiştir. Bakanlık görüşünde belirtildiğine göre A. Limitet Şirketi bu
iddialarını destekleyen belgeleri dosyaya eklemiş ve Mahkeme bu belgeleri
değerlendirerek 20/1/2015 tarihli celsede müdahale talebinin kabulüne karar
vermiştir.
20. Mahkeme 3/11/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
Kararın gerekçesinde, davaya konu geminin elkoyma kararından önce verilmiş olan
seferden men kararı gereğince limanda bekletildiği vurgulanmıştır. Kararda,
elkoymanın mevcut suç şüphesi ve sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararı
kapsamında haklı olduğunun kabul edildiği belirtilmiştir. Sanık M.H.nin suç
tarihinde başvurucu Şirketin hissedarı olduğuna işaret eden Mahkeme, sanığın bu
kapsamda başvurucu adına Oxton Şirketi ile sözleşme dahi imzaladığına dikkat
çekerek gemi sahibi ile arasında organik bağ bulunduğu kanaatine varıldığını
ifade etmiştir. Mahkeme son olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi uyarınca
Hazinenin sorumluluğunun şartları oluşmasa da başvurucunun M.H. aleyhine
tazminat davası açabileceğine vurgu yapmıştır.
21. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 6/11/2017 tarihli kararıyla mahkeme kararını
onamıştır. Başvurucu; onama kararının tebliğ edilmediğini, karardan 3/5/2018
tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir.
22. Başvurucu 4/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
23. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Hanife
Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, §§ 25-40.
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/6/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu, tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; Kocaeli 1. Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından gemi hakkında müsadere kararı verilmeyip iadesine
hükmedildiğine göre iyi niyetli olduğunun kabul edildiğini, bu durumda
Mahkemenin M.H. ile arasında organik bağ bulunduğu tespitinin kabul edilmesinin
mümkün olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca Mahkemenin zararın M.H.ye karşı
açılacak bir davayla tazmininin istenebileceği görüşünün Yargıtay içtihadıyla
uyuşmadığını, M.H. aleyhine açılacak davada devletin sorumluluğunun
tartışılamayacağını ifade etmiştir. Başvurucu, yargılamanın altı yıldan fazla
sürede sonuçlandırılmasından ve kararın kesinleşmesinden sonra da gemideki
yakıtın henüz boşaltılmadığı gerekçesiyle teslim edilmemesinden devletin
sorumlu olduğunu savunmuştur. Başvurucu son olarak devletin daha hızlı bir
yargılama yapıp zararın büyümesini önlemesi mümkün olduğu gibi teminat
karşılığı gemiyi serbest bırakma seçeneğini de tercih etmesinin olası
bulunduğunu iddia etmiştir.
26. Bakanlık görüşünde,
i. Geminin 2010 yılında konu olduğu icra takibi sonucu
alacağına mahsuben T.B.B.ye 10/2/2011 tarihinde ihale edildiği ve ihalenin
17/2/2012 tarihinde kesinleştiği, T.B.B.nin de 16/8/2012 tarihinde noterde
imzalanan sözleşme ile gemiyi tüm hak ve talepleri ile birlikte A. Limitet
Şirketine devrettiği belirtilmiştir. Geminin mülkiyetinin 2012 yılında kesin
olarak başvurucunun elinden çıkmış olması sebebiyle mağdur statüsünün bulunup
bulunmadığının tartışılması gerektiği ifade edilmiştir.
ii. 21/4/2014 tarihli bilirkişi raporunda; geminin teknik
yetersizlikler nedeniyle 2006 yılında çeşitli limanlarda alıkonulduğuna ve 2006
yılı sonu itibarıyla sefere ilişkin sertifika sürelerinin dolmuş olduğuna,
başvuru konusu gemi gibi otuz yaş üstü gemilerin hurdaya çıkarıldığı ve
söküldüğü tespitlerinin yapıldığına dikkat çekilmiştir. Elkoyma tarihinden önce
geminin sertifika sürelerinin dolduğu ve sefere uygun olmadığı tespitleri
dikkate alındığında elkoyma nedeniyle başvurucunun mağduriyetinin bulunmadığı
değerlendirilmiştir.
iii. Suçla mücadele gibi zor bir alanda hangi tedbirlerin
gerekli olup olmadığının değerlendirilmesinin öncelikli olarak ilgili kamu
makamlarının yetkisinde olduğu, bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması
gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili otoritelerin daha isabetli karar
verebilecek konumda oldukları belirtilmiştir. Somut olayda sanık M.H.nin kanuna
aykırı şekilde yurda LPG cinsi malı sokmaya çalıştığı, bu eylem için söz konusu
gemiyi aracı kullandığı, bu hususların ceza davası ile kesinleştiği ve bu
şahsın başvurucu Şirket ile organik bağının bulunduğunun tespit edildiği ifade
edilmiş; bunlar dikkate alındığında kamu makamlarının takdir marjlarını
aşmadığı görüşü açıklanmıştır.
iv. Somut olayda geminin mülkiyetinin tartışmalı olması
yönüyle olayın Hanife Ensaroğlu kararındaki olaydan farklılaştığı iddia
edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Yaşar v. Romania
(B. No: 64863/13, 26/11/2019) başvurusuna atıfta bulunularak müdahalenin ölçülü
olduğu savunulmuştur.
27. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru
formundaki iddialara ek olarak geminin iadesine hak kazanıldığı tarihin yükün
tahliye edildiği 3/3/2014 olarak kabulü gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu,
geminin icrada satılmış olmasının -geminin 4-5 yıl kullanılamadığı
gözetildiğinde- devletin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını ifade etmiştir.
Bilirkişi raporundaki tespitlere yönelik olarak başvurucu, söz konusu raporda
belirtilen eksikliklerin Mahkeme tarafından araştırılmadığına dikkat çekmiştir.
Başvurucu ayrıca Bakanlığın geminin icrada satıldığı iddiasına yönelik olarak
ihalenin kesinleştiği 17/2/2012 tarihinden önce geminin mülkiyetinin kendisinde
bulunduğunu, bu tarihten önceki 4-5 yıllık dönemde gemi üzerinde tasarrufta
bulunamadığını vurgulamıştır. Başvurucu son olarak başvurunun koşullarının Hanife
Ensaroğlu kararındakinden farklı olmadığını belirtmiştir.
B. Değerlendirme
28. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz."
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
29. Bakanlık iki nedenden dolayı başvurucunun mağdur
statüsünün bulunmadığını öne sürmüştür. Bakanlığa göre geminin 17/2/2012
tarihinde başvurucunun mülkiyetinden çıkmış olması, seferde kullanılmasının
teknik ve hukuki nedenlerle mümkün olmaması sebebiyle başvurucunun mağdur
statüsü bulunmamaktadır.
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru
hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrası uyarınca bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler
tarafından yapılabilir.
31. Buna göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması
gerekmektedir. Bunlar, başvuruya konu edilen kamu gücü eylem veya işleminden ya
da ihmalinden başvurucunun güncel bir hakkı nedeniyle kişisel olarak
ve doğrudan etkilenmesidir. Bu çerçevede ortaya çıkan sonuç nedeniyle
başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay,
B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
32. Gemi hakkında elkoyma kararının verildiği 10/7/2008
tarihinde geminin mülkiyetinin başvurucuya ait olduğuyla ilgili olarak bir
ihtilaf bulunmamaktadır. Geminin 17/2/2012 tarihinde başvurucunun mülkiyetinden
çıkmış olması elkoyma biçimindeki müdahalenin 10/7/2008-17/2/2012 tarihleri
arasındaki mağdurunun başvurucu olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Öte yandan
geminin teknik ve hukuki olarak sefere uygun olup olmadığı sorunu mağduriyetin
varlığıyla ilgili değil müdahalenin esasıyla ilgili bir mesele olarak
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Bakanlığın başvurucunun mağdur statüsüyle
ilgili iddialarının reddi gerekir.
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Mülkün
Varlığı
34. Başvuruya konu geminin 17/2/2012 tarihine kadar
başvurucunun mülkiyetinde bulunduğu açık olduğuna göre mülkün varlığıyla ilgili
olarak bir ihtilaf bulunmamaktadır.
b. Müdahalenin
Varlığı ve Türü
35. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş;
ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi
koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun
bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son
fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını
kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer
bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
36. Elkoyma tedbiri, suç isnadı kapsamında uygulanan
geçici bir koruma tedbiri mahiyetindedir. Başvurucunun geçici bir süreyle de
olsa mülkünden yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği
kuşkusuzdur. Müdahalenin türünün ise yol açtığı sonuçlar yanında amacı da
gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir. Somut olayda elkoyma tedbirinin
uygulanmasıyla başvurucu, mülkünden bütünüyle yoksun bırakılmış değildir.
Başvurucunun donatanı olduğu geminin akaryakıt kaçakçılığında kullanıldığı
gerekçesiyle gemiye el konulmuştur. Dolayısıyla esas itibarıyla toplum yararına
aykırı olarak suçta kullanılmasının önlenmesi amacıyla mülkün kontrolü söz
konusu olduğuna göre başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural
çerçevesinde incelenmesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Hanife
Ensaroğlu, § 52).
c. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
37. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
38. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız
bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması
gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya
uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması
ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan
ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
39. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması,
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun
hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK],
B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No:
2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 55).
40. 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan
elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan
hâllerde şüpheli veya sanığa ait taşınmazlara, kara, deniz veya hava ulaşım
araçlarına, banka veya diğer mali kurumlardaki her türlü hesaba, gerçek veya
tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara, kıymetli evraka, ortağı
bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına, kiralık kasa mevcutlarına ve diğer mal
varlığı değerlerine el konulabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan anılan
maddenin (2) numaralı fıkrasının (d) bendinde (1) numaralı fıkra hükmünün 5607
sayılı Kanun'da tanımlanan ve hapis cezası gerektiren suçlar hakkında da
uygulanacağı belirtilmiştir.
41. Söz konusu kanun hükümlerinin açık, ulaşılabilir ve
öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayandığının bulunduğu kuşkusuzdur.
42. Başvurucu, Liman Müdürlüğü tarafından gemiye
31/12/2007 tarihinde hâkim kararı olmaksızın fiilen el konulduğunu belirtmekte
ise de bu iddiasını ispatlayan herhangi bir belgeyi başvuru formuna
eklememiştir. Öte yandan başvuru formunun anayasal şikâyetlerin açıklandığı
bölümünde buna yönelik olarak bir ihlal iddiası da öne sürülmemiştir. Bu
sebeple hâkim kararıyla gemiye el konulma tarihi olan 10/7/2008'den önceki
döneme yönelik bir inceleme yapılması mümkün görülmemiştir.
ii. Meşru Amaç
43. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet
hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı
kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda
sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra
mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu
anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde
korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).
44. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında elkoyma
ve müsadere gibi tedbirlerin çeşitli kamu yararı amaçlarını taşıdığı
açıklanmıştır. Buna göre söz konusu tedbirler ile suçta kullanılan, kullanılmak
üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın mahkûmiyete rağmen suçlunun
elinde bırakılmaması, suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya
bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile
toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi
amaçlanmıştır. Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni
suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün
kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir (Bekir Yazıcı [GK],
B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 64; Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017,
13/7/2016, 76; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167,
28/9/2016, § 69; Hanife Ensaroğlu, § 60).
45. Dolayısıyla suçta kullanıldığı anlaşılan gemiye
fiilen el konulmasının belirtilen şekilde kamu yararına dayalı meşru bir amacı
bulunmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel
İlkeler
46. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
47. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye
elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu
olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37,
5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
48. Buna göre mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasının yanında gerekli olması da gerekir. Gereklilik yukarıda
da belirtildiği üzere hakka müdahale teşkil eden birden fazla araç arasından hakkı
en az zedeleyen aracın seçilmesini ifade etmektedir. Hak ve özgürlüğü
sınırlayan tedbirlerden hangisi diğerlerine nazaran hakkın norm alanına daha az
müdahale edilmesi sonucunu doğuruyorsa o tedbirin tercih edilmesi gerekir.
Bununla birlikte hakka müdahale oluşturacak aracın seçiminde kamu
otoritelerinin belli ölçüde takdir payının bulunduğu da kabul edilmelidir. Zira
yetkili kamu makamları, öngörülen amaca ulaşılması bakımından hangi aracın
etkili ve verimli sonuçlar doğuracağına ilişkin olarak isabetli karar verme
noktasında daha iyi bir konumdadır. Özellikle alternatif aracın bulunmadığı
veya mevcut alternatiflerin öngörülen meşru amaca ulaşılması bakımından etkili
olmadığı ya da daha az etkili olduğu durumlarda kamu makamlarının araç seçimi
hususundaki tercih yetkisinin gereklilik kriterini sağlamadığının
söylenebilmesi için çok güçlü nedenlerin bulunması gerekir.
49. Öte yandan mülkiyet hakkına yönelik müdahaleler
orantılı olmalıdır. Orantılılık sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile
başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına
işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, amaç ile araç arasında adil
bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mülkiyet hakkına getirilen
sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mülkiyet hakkından
yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır.
Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında
sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir.
50. Seçilen aracın ulaşılmak istenen amaçla
kıyaslandığında bireye orantısız bir külfet yüklemiş olduğunun saptanması,
ihlal sonucuna ulaşılabilmesi için bazı hâllerde tek başına yeterli
olmayabilir. Kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların var olup
olmadığı da büyük önem taşımaktadır. Elverişli ve gerekli olduğu hükmüne
varılan aracın seçilmiş olması nedeniyle kişiye yüklenen aşırı külfeti
hafifleten hukuksal mekanizmalar mevcutsa bir ihlalin olmadığı sonucuna
varılabilir.
51. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup
olmadığı değerlendirilirken başvurucunun ve idarenin kusurlarının bulunup
bulunmadığı da gözönünde bulundurulur. Bu bağlamda tarafların yasal
yükümlülüklerinin neler olduğu, bunların yerine getirilmesinde ihmalkârlık
gösterilip gösterilmediği ve ihmalin varlığının tespiti hâlinde bunun hukuka
aykırı sonucun doğmasında bir etkisinin bulunup bulunmadığı da dikkate alınır.
52. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık
değerlendirmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu bağlamda müdahalenin hukuka
aykırılığının ileri sürülebileceği veya müdahale nedeniyle oluşan maddi ve
manevi zararların tazmin edilmesinin istenebileceği hukuk yollarının olmaması
da bazı durumlarda kişiye yüklenen külfeti ağırlaştıran bir unsur olarak
görülebilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme
tarafından etkili bir biçimde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından
ehemmiyet arz etmektedir (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir
savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp
Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal
Çavuşoğlu, §§ 74-89;buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde
sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut
Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 57-72).
53. Ayrıca elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında
olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın
malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının
olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması
kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu
nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§
31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66).
54. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak
bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması kaçınılmazdır. Ancak
bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da
oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun
bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu
makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda
mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin
belirli bir süre de devam etmesi ancak bireyin haklarının korunmasının
gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
55. Olayda başvurucunun donatanı olduğu geminin akaryakıt
kaçakçılığında kullanıldığı gerekçesiyle gemi hakkında 10/7/2008 tarihinde
elkoyma kararı verilmiştir. Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2010 tarihli
kararıyla geminin karar kesinleştiğinde başvurucuya iadesine hükmedilmiştir.
İlk derece mahkemesi kararı Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 27/3/2013 tarihli
kararıyla onanmış ise de başvurucunun beyanına göre gemi ancak 3/3/2014
tarihinde iade edilebilir hâle gelmiştir. Dolayısıyla geminin 10/7/2008-3/3/2014
tarihleri arasında toplam5 yıl 7 ay 23 gün kamu makamlarının yedinde kaldığı
anlaşılmıştır.
56. Suçta kullanıldığı hususunda şüphe bulunan gemiye el
konulmasının muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması amacı bakımından
elverişli olduğu açıktır.
57. Suçla ve özellikle de örgütlü suçlarla mücadele gibi
zor bir alanda hangi tedbirlerin gerekli olduğunun değerlendirilmesi öncelikli
olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin
alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili otoriteler daha isabetli karar
verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi
hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki
seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir
yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen
amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince
müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür ancak Anayasa
Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine
yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına
dönüktür (Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108).
58. Somut olayda geminin 5607 sayılı Kanun'un 3. maddesinin
(1) numaralı fıkrasına muhalefet etme suçunda kullanıldığı Kocaeli 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 24/9/2010 tarihli kararıyla sabittir. Anılan kararda M.H.nin suça
konu LPG cinsi eşyayı, ihtisas gümrüğü olmaması sebebiyle gümrük işlemlerinin
yapılması mümkün olmayan bir limandan sahte manifestolar ve konşimentolar ile
gümrük işlemlerini yapmaksızın yurda sokmaya teşebbüs ettiği sabit görülmüştür.
Söz konusu suç anılan tarihte başvurucuya ait olan gemi aracı kılınarak
işlenmiştir. Başvurucunun suçun başvuru konusu gemi kullanılmak suretiyle
işlenmediğiyle ilgili olarak bir iddiası bulunmamaktadır. Başvurucu kendisinin
iyi niyetli olması sebebiyle elkoyma tedbirinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini
öne sürmektedir.
59. Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2010 tarihli
kararında başvurucunun suça iştirak ettiğine dair bir delilin bulunmadığı
belirtilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun iyiniyetli olduğu kabul edilmiş
olmaktadır. Ne var ki elkoyma tedbirinin gerekliliği değerlendirilirken elkoyma
tarihindeki koşullar gözönünde bulundurulmalıdır. Suçun işlendiği tarihte kamu
makamlarının başvurucunun M.H.nin gemiyi suçta kullanacağını bildiğinden
şüphelenmelerinde haksız oldukları söylenemez. Başvurucunun geminin suçta
kullanılacağını bilmediği ancak ilk derece mahkemesindeki yargılamanın
sonucunda anlaşılmıştır. Tüm bunlar ve kamu makamlarının bu alandaki takdir
yetkisi dikkate alındığında somut olayın koşulları altında müdahalenin
gerekliliği hususunda kamu makamlarınca yapılan değerlendirmenin aksine bir
sonuca ulaşmayı gerektirecek bir neden bulunmamaktadır.
60. Öte yandan kamu makamları mülkiyet hakkına müdahale
ederken Anayasa'nın 35. maddesi gereğince takip edilen kamu yararı amacını
gerçekleştirmeye en uygun ve elverişli aracı seçmek durumundadır (Hanife
Ensaroğlu, § 77). Bu bağlamda 5271 sayılı Kanun'un 128. maddesinin (4)
numaralı fıkrasında kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen
elkoyma kararının bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle
icra olunacağı hükmüne işaret etmek gerekir. Bununla birlikte elkoyma işlemine
konu gemi Türk gemi siciline kayıtlı olmadığından elkoyma tedbirin fiilî olarak
uygulanmasının da keyfî olmadığı değerlendirilmiştir.
61. Son olarak müdahalenin orantılı olup olmadığı
incelenmelidir. Bu bağlamda öncelikle söz konusu tedbire karşı başvurucuya
iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınıp
tanınmadığı değerlendirilmelidir. Başvurucu, M.H. aleyhine yürütülen ceza
yargılamasında 10/2/2010 tarihli duruşmada davaya katılma talebinde bulunmuş ve
Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun katılma talebini kabul etmiştir.
Başvurucu, elkoyma tedbirinin hukukiliğiyle ilgili iddialarını anılan Mahkemede
ileri sürme imkânı bulmuştur. Öte yandan başvurucunun iyi niyetli olduğunu
ileri sürerek açtığı tazminat davasında da kendisini avukatla temsil ettirdiği,
iddia ve savunmalarını ileri sürebildiği görülmektedir. Dolayısıyla
başvurucunun tüm usul güvencelerinden yararlandığı anlaşılmaktadır.
62. Müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilirken
dikkate alınacak unsurlardan biri de malikin davranışlarıdır. Mahkeme davayı
reddederken M.H.nin suç tarihinde başvurucu Şirketin hissedarı olduğuna ve bu
kapsamda başvurucu Şirket adına Oxton Şirketi ile sözleşme dahi imzaladığına
dikkat çekmiştir. Gemiye el konulmasına yol açan suçun sahte manifesto ve
konşimento düzenlemek suretiyle işlendiği ceza yargılamasında tespit edilmiş,
söz konusu karar kesinleşmiştir. Sahtecilik suçunu işleyen kişi olay tarihinde
başvurucu Şirketin ortağıdır. Ayrıca suça konu taşımacılığın dayandığı
sözleşmeyi başvurucu Şirket adına M.H. imzalamıştır. M.H.nin başvurucu Şirketin
ortağı olduğu ve Şirket adına hukuki işlemler yaptığı gözetildiğinde kamu
makamlarının soruşturmanın başında başvurucunun geminin suç işlenmesinde
kullanıldığını bildiğini değerlendirmiş olmaları makul karşılanmalıdır.
Dolayısıyla Mahkemenin başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında
tartım yaparken bu hususları başvurucu aleyhine dikkate almasının keyfî ve
temelsiz olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
63. Nihai olarak bireysel başvuruya konu elkoyma
tedbirinin başvurucunun kaçınılmaz olanın ötesinde zarara uğramasına yol açıp
açmadığı değerlendirilmelidir. Gemiye fiilen el konulması nedeniyle geminin
başvurucu tarafından ticari faaliyette kullanılamadığı ve dolayısıyla bu
durumun başvurucuya belli ölçüde külfet yüklediği açıktır. Bununla birlikte
kamu makamlarının tazminat yükümlülüğünün doğduğundan söz edilebilmesi için
yüklenen külfetin kaçınılmaz olanın ötesine geçmesi gerekir.
64. Mahkemedeki yargılamaya sunulan bilirkişi
raporlarında geminin teknik yönden yetersiz olduğu ve sertifikalarının
süresinin dolduğu, ayrıca yaşı itibarıyla tam kapasiteyle ve tüm yıl
çalışmasının mümkün olmadığı yolundaki tespitlere dikkat çekmek gerekir. Her ne
kadar belirtilen bilirkişi raporlarındaki tespitler yargısal kesinlik
kazanmamış olsa da elkoyma işlemi sebebiyle başvurucunun katlandığı külfetin
büyüklüğü hakkında belli ölçüde fikir vermektedir.
65. Bu bağlamda elkoyma tedbirinin toplam 5 yıl 7 ay 23
gün sürmüş olmasının başvurucuya aşırı bir külfet yükleyip yüklemediğinin de
irdelenmesi gerekir. Öncelikle geminin 17/2/2012 tarihinde başvurucunun
mülkiyetinden çıktığı not edilmelidir. Dolayısıyla elkoyma tedbiri başvurucu
yönünden 3 yıl 7 ay 7 gün sürmüştür. Başvurucu ile M.H. arasındaki ilişkinin
niteliği gözetildiğinde başvurucunun iyi niyetli olup olmadığının tespit edilip
yargısal kesinliğe kavuşturulmasının yaklaşık üç buçuk yıl sürmüş olmasının
makul olduğu değerlendirilmiştir. Ayrıca varılan bu sonucun Anayasa
Mahkemesinin malikin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma yetkisinin geçici bir
tedbir olarak sınırlandırılması sonucunu doğuran koruma tedbirlerinin süresiyle
ilgili olarak belirlediği ilkelerle de uyumlu olduğu görülmektedir (Hesna
Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:
2014/17196, 25/10/2018, § 78; İhsan Metin, B. No: 2015/7044, 23/1/2019,
§ 27; Şeyhmus Terece [GK], B. No: 2017/26532, 23/7/2020, § 46).
66. Sonuç olarak başvurucunun suçta kullanılan gemisine
el konulması sebebiyle başvurucuya tazminat ödenmemesinin -başvurucunun fiili
ve tedbirin süresi dikkate alındığında- başvurucuya katlanması gerekenin
ötesinde bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Bu durumda başvurucunun
mülkiyet hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar ile suçla mücadeledeki
kamusal yarar arasındaki dengenin sağlandığı, tazminat ödenmemesinin bir
dengesizliğe yol açmadığı ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu
kanaatine varılmaktadır.
67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan
mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
BIRAKILMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.