TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
UĞUR İBRAHİMHAKKIOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/17776)
Karar Tarihi: 3/11/2022
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Muammer TOPAL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
Muhterem İNCE
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucu
Uğur İBRAHİMHAKKIOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; haksız yere iddianame düzenlediği gerekçesiyle Cumhuriyet savcısı aleyhine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, tabii hâkim güvencesinin, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Derneği (Dernek) yönetim kurulu üyesi, başvurunun yapıldığı tarihte ise genel başkanı olan başvurucu ile aynı kurumdaki bazı çalışanlar hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan denetim sonrasında düzenlenen raporlara istinaden Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) bir soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında sekiz kez hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma ve 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu'na muhalefet etmek suçlarından 27/8/2010 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İlki 22/12/2010 ve sonuncusu da 7/2/2013 tarihinde yapılan yedi duruşma sonunda İstanbul 27. Asliye Ceza Mahkemesi, tüm sanıkların unsurları oluşmayan suçlardan beraatlerine karar vermiştir. Yargılama sırasında şüpheliler hakkında başta tutuklama olmak üzere hiçbir güvenlik tedbirine karar verilmediği tespit edilmiştir. İlgili beraat kararı başvurucu yönünden 25/3/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
6. Başvurucu, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı aleyhine, kasıtlı olarak hukuka aykırı soruşturma başlatıldığını, soruşturmada hukuka aykırı işlemler yapıldığını iddia ederek uğramış olduğu zararların tazmini için Şişli 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 20.000 TL manevi tazminat istemli davasını 8/10/2010 tarihinde açmıştır. Şişli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/3/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun, 9/2/2011 tarihli ve 6110 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile değiştirilen 93/A maddesi uyarınca davaya devlet aleyhine devam edilmesi için gerekli dava şartının gerçekleşmemesi nedeniyle husumet yokluğundan davanın reddedildiği belirtilmiştir.
7. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Hukuk Dairesi) 18/9/2012 tarihinde kararın -aşağıda ayrıntılı olarak belirtilen ilgili yasal değişikliklere atfen- görev yönünden bozulmasına karar vermiştir. Şişli 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin kapatılması nedeniyle dosyanın devredildiği İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi, bozma kararı üzerine 4/4/2013 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyanın ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar vermiştir.
8. Hukuk Dairesi, yasal koşulların mevcut olmadığı gerekçesiyle 25/2/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Hukuk Dairesi kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...[T]azminat istemi, yargısal nitelikteki suç soruşturması işlemlerine ve iddianame düzenlenmesine ilişkindir. Suç oluşturduğu ileri sürülen eylemler değerlendirilmiş ve kamu davası açılmıştır. Özel amaç ile davranıldığı yönünde bir delil de bulunmamaktadır. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiç birisi mevcut değildir. Şu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekir.''
9. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK), karar tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunlara atfen ve 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un 86. maddesi ile 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a eklenen geçici 8. maddesini (bkz. § 17) gözönünde bulundurarak Hukuk Dairesinin kararını 18/3/2015 tarihinde bozmuştur. HGK kararda özetle, yasal değişikliklerle ceza hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları aleyhine yargısal faaliyet nedeni ile açılan tazminat davalarında görevli mahkeme konusunda yeni düzenlemeler getirildiğini, ilgili Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceğini ve bu davaların ağır ceza mahkemelerince, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. ve devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağının düzenlendiğini değerlendirmiştir.
10. Bozma kararı üzerine dosyanın gönderildiği Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 2/2/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...[T]azminat istemi, yargısal nitelikteki suç soruşturması işlemlerine ve iddianame düzenlenmesine ilişkindir. Suç oluşturduğu ileri sürülen eylemler değerlendirilmiş ve kamu davası açılmıştır. Özel amaç ile davranıldığı yönünde bir delil de bulunmamaktadır. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiçbirisi mevcut değildir.
Kanun maddesinde hangi nedenlerle tazminat talebinde bulunulacağı belirtilmiş olup, CMK.nun 141. maddesinin 1. fıkrasında sayılan tazminat nedenlerinden hiç birisinin mevcut olmadığı hususunda kuşku bulunmamaktadır.
CMK'nun 141. maddesinin 3. fıkrasında, 'Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.' denilmektedir. Her ne kadar birinci fıkrada yazılı haller dışında kalan nedenler veya kişisel kusur, haksız fiil ya da diğer sorumluluk hallerinden bahsedilmekte ise de, belirtilen hususların, yani kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerinin, somut olayda iddianame düzenleyen Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılan işlemin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerini taşıyıp taşımadığı ancak yapılacak bir yargılama sonucu kesinleşen bir hükümle belirlenebileceği değerlendirilmiş olup davacının beyanına göre bu konuda herhangi bir şikayette bulunmadığı anlaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, CMK'nun 141. maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat talebinin yasal koşullarının mevcut olmadığı değerlendirilerek davanın reddine karar verilmiştir.''
11. Başvurucu, anılan karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 11 sayfalık tebliğnamesinde özet olarak davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi nedeniyle hükmün bozulmasını talep etmiştir.
12. Yargıtay 12. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) temyiz talebinin reddi ile hükmün onanmasına 14/5/2018 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
''... 6545 sayılı Kanun ile 5271 sayılı Kanun'un [141.maddesinin 3. fıkrası öncesindeki] tazminat istemi mevzuat itibariyle, manevi tazminat isteminin suç soruşturması sırasında yapılan işlemlere ve iddianame düzenlenmesine ilişkin olup, belirtilen hususlarla ilgili görevli Cumhuriyet savcısının özel amaçla davrandığına ilişkin dosya kapsamı itibariyle bir delil bulunmadığı gibi hukuki sorumluluğu gerektirecek bir eyleminde söz konusu olmadığı değerlendirildiğinden, tebliğnamede bozma öneren düşünceye iştirak edilmemiştir. ''
13. Başvurucu, kararı 20/6/2018 tarihinde haricen öğrendiğini beyan ederek 29/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
14. Anayasa'nın ''Mahkemelerin Bağımsızlığı'' başlıklı 138. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.”
15. Mülga 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 6110 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile değiştirilmiş 573. maddesi şöyledir:
'' Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
1 – İki taraftan birini tesahüp ve iltizam veya garez ve nefsaniyet dolayısiyle diğeri aleyhine kanuna ve adalete mugayir bir hüküm ve karar verilmiş olması,
2 – Kabili tevil ve izah olmıyacak surette vazıh ve sarahati katiyei kanuniyeye mugayir karar verilmiş olması,
3 – Muhakeme zabıtnamesinde mevcut olmıyan sebebe binayi hükmedilmiş olması,
4 – Muhakeme zabıtnameleriyle kararların tağyir ve tahrif edilmiş ve söylenmiyen bir sözün hüküm ve karara müessir olacak surette söylenmiş gibi gösterilmiş olması,
5 – İta veya temin veya vadolunan menfaat dolayısiyle mugayiri kanun hüküm verilmiş olması,
6 – İhkakı haktan istinkaf olunması,
7 – (Ek: 14/12/1929 - 1539/1 md.) Memuriyet vazifesini yapmakta ihmal ve terahi gösterilmesi veya kanuna göre verilen emirlerin makbul bir sebep olmaksızın yapılmaması.''
16. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesine 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile eklenen iki fıkradan sonra, anılan 141. maddenin son hâli şöyledir:
"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
(2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.
(3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
(4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.''
17. 6545 sayılı Kanun'un 86. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 8. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.”
18. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcıları Kanunu'nun mülga 93/A maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:
a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.
b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz...''
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
''Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması...''
20. 6100 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'' (1) (Değişik: 1/4/2015-6644/3 md.) Devlet aleyhine açılan tazminat davası,ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.''
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 7/10/2009 tarihli ve E.2009/4-361, K.2009/399 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...[H]akimler için durum bu iken, cumhuriyet savcılarına karşı açılacak tazminat davaları yönünden ne açıklanan bu maddelerde ne de başka bir yasa maddesinde açık bir hükme yer verilmemiştir.
Hakimlerin de, cumhuriyet savcılarının da hem idari hem de yargısal görevlerinin bulunduğu yasal düzenlemelerde belirtilmektedir.
…
Görüldüğü üzere, 1982 Anayasası ile hakimler ve savcılar; açıkça aynı haklara ve soruşturma usullerine tabi tutulmuş; özel hukuktaki sorumlulukları açısından ise bu tarihten önceki durumlarında bir değişiklik olmamıştır. Öyle ki, 1982 Anayasası döneminde 1086 sayılı Kanunun 573 ve devamı maddelerinde 2004 ve 2008’de iki kez değişiklik yapılmışsa da, bu değişikliklerde hakimler hakkındaki çerçeve korunmuş; savcıları bu maddeler kapsamına alacak yasal bir düzenlemeye gidilmemiştir.
Durum bu iken, eldeki davanın cumhuriyet savcılarına yöneltilmiş olması da gözetilerek; HUMK.nun 573 ve devamı maddelerinde açıkça sayılmayan cumhuriyet savcıları yönünden de bu hükümlerin uygulanıp uygulanmayacağının çözümlenmesi gerekir.
Tüm bu hükümler ortaya koymaktadır ki, 'Türk Ulusu' adına yargılama yapmaya ve karar vermeye yetkili ve görevli hakimler; memur ve diğer kamu görevlilerinden ayrı Anayasal statüye sahiptir. Bu statü, hakimlerin tarafsızlığını ve dolayıs[ı]yl[a] yurttaşa bir yargı güvencesi sağlamayı amaçlamıştır. Hakimler de, memur ve diğer kamu görevlileri gibi, kamu hizmeti üretme ve görme açısından yurttaşın hizmetindedir. Bu nedenle, yargı hakkını kullananların, yurttaşlara verdikleri zararlardan sorumlulukları; 1086 sayılı Kanunun 573 ve devamı maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin amacı, bir yandan yargı hizmetinin görülmesi sırasında yurttaşlara verilen zararlardan sorumluluğu ortaya koyarken, hassas yargı faaliyetine ve bunun bir parçası olan hakime, keyfi ve dayanaksız başvurularla, zarar verilmesini de önlemektir.
Açıklandığı üzere, hakimlerin sorumluluğuna ilişkin HUMK.573 ve devamı maddeleri istisnai hükümlerdendir. Kanunda sayılan istisnaların ve sınırlı düzenlenen usul hükümlerinin yorum yoluyla değiştirilmesi veya genişletilmesi olanağı bulunmamaktadır.
Maddede sayılmayan ceza hâkimlerinin de bu madde kapsamında düşünülmesi gerektiğini kabul eden 25.03.1931 tarih ve 1931/19 E-1931/35 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ise, maddedeki 'Hakim' ibaresinden yola çıkılarak verilmiş olup; değiştirme veya genişletme olarak düşünülemez ve cumhuriyet savcılarının da bu maddeler kapsamında kabul edilebilmesi için uygun bir emsal olarak kabul edilemez.
Şu durumda, HUMK.573 ve devamı maddelerinin, maddede açıkça sayılmayan cumhuriyet savcıları yönünden de yorum yoluyla uygulanabileceğini kabule olanak bulunmamaktadır.
Sonuç itibariyle ; davalı cumhuriyet savcıları, istisnai bir hüküm olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinde açıkça sayılmayıp; bu maddelerin istisnai ve usule ilişkin hükümler olması nedeniyle yorum yoluyla genişletilmesi ve değiştirilmesi olanağı da bulunmadığından,…
Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, ceza yargılamasında savcılık, iddia görevini yerine getiren, gereğinde sanığın haklarını da gözeten bir yargılama makamı olması yanında, yargılama faaliyeti içinde fiilen ve hukuken yer alan bir unsur olarak da kabul edilmektedir. İdari görevlerinin varlığı savcılığın aynı zamanda yargılama görevlerinin varlığını kabule engel değildir. Nitekim, hâkimlerin de idari görevleri vardır ve bu görevler yargısal görevlerini ortadan kaldırmamaktadır.
Dava açılması ve buna ilişkin iddianamenin düzenlenmesi tümüyle yargısal faaliyettir. Bu faaliyetin yerine getirilmesinde salt kişisel kusurlu davranışla zarara yol açıldığında cumhuriyet savcısının kişisel sorumluluğu doğar. Zira, iddianame idari bir işlem olmayıp, bu işlemin iptalinin dava konusu edilmesi de olanaklı değildir. İddianamenin kabulü ya da reddi yargı faaliyeti içinde ve kanunda yer alan koşullarla ancak mahkeme kararıyla mümkündür. İddianame, yargılamanın başlayıp yürütülmesindeki rolü nedeniyle yargılamaya dâhildir ve yargılamadan ayrı düşünülemeyecek nitelikte olması nedeniyle de idari faaliyet kapsamında değerlendirilemez.
Ne var ki, iddianamenin yargılama faaliyetine dâhil olması da, tek başına eldeki davada 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinin uygulanmasına yetmemektedir. Yukarıda da açıklandığı üzere, bu işlemi yerine getiren kişinin Cumhuriyet Savcısı olması ve maddede açıkça Cumhuriyet Savcılarının sorumluluğunun düzenlenmemesi karşısında, 1086 sayılı HUMK.nun 573 ve devamı maddelerinin somut olay yönünden uygulama yeri bulunmamakta; konunun genel hükümlere göre Adliye mahkemelerinde çözümlenmesi gerekmektedir.''
22. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/12/2011 tarihli ve E.2011/4-671, K.2011/809 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...I- Genel olarak hakimlerin sorumluluğundan kaynaklanan tazminat davalarında kabul gören ilkeler ve yasal düzenlemeler:
... mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, Hakimin bağımsızlığı kadar, tarafsızlığını da güvence altına almak amacı ile onun hukuki sorumluluğunu sınırlı hallerde kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğun tespitini özel bir usule tabi tutmuştur. Bu bağlamda, Hakimlerin sorumluluğu mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.1970 gün ve 186/623 sayılı kararında da belirtildiği üzere, anılan yasa hükümlerinde, dava sebepleri tahdidi olarak gösterilmiştir.
Kanunun 573. maddesinde yer alan düzenleme gereğince, hâkimin hukuki sorumluluğu için; iki taraftan biri ile olan dostluk veya düşmanlık sebebiyle diğer taraf aleyhine kanuna ve adalete aykırı bir hüküm veya karar vermiş olması (m.573/1) veya tevil veya tefsire ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve kesin olan bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş bulunması (m.573/2) yahut da yargılama tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanarak hüküm verilmiş olması (m.573/3-4) veyahut da verilen veya sağlanan yada vaat edilen bir menfaat dolayısıyla kanuna aykırı bir hüküm verilmiş olması (573/5) gerekir.
Buna göre, Hâkimlerin görevlerini yaparken yargısal faaliyetleri sebebiyle, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olmaları durumunda, vermiş oldukları zararlar için (mülga) 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde sayılan hallerde haklarında tazminat davası açılabilir.
Açıklanan hükümler, Hakimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla Yasa’ya konulmuştur.
Yine bu amaçla, 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı 'Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun' la, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle açılacak tazminat ve rücu davalarında yeni düzenlemeler getirilmiş ve hakimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin, Devletin sorumlu tutulacağı esası benimsenmiştir.
6110 sayılı Kanunun 14/1-a maddesiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi; 'Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı… Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir…' şeklinde değiştirilmiş; Aynı Kanunun 12. maddesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinde ise; 'Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle: a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir. b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz. ...Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.' hükmü getirilmiştir.
Görüldüğü üzere, 6110 sayılı Kanunla, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde yapılan değişiklik ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 93. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesi ile getirilen düzenleme sonucu Devlet yasal hasım haline getirilmiş, ilgili hakimin ise ancak zorunlu ihbar olunan sıfatıyla davada yer almasına olanak tanınmıştır.
Yasa koyucu bu düzenlemeyle, Hakimlerin Anayasa teminatı (m.138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı ve öteden beri kabul görmüş olan ilkelere paralel olarak, Hakimin sorumluluğunu diğer Devlet Memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarından ayrı esaslara tabi olması ilkesini aynen muhafaza etmiş; değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, yargılama faaliyetini yürüten hâkim ve savcıların çeşitli etkilere karşı teminat altına alınması, yargılama faaliyetlerine dayalı tazminat davalarının doğrudan hâkim ve savcıya karşı açılmasının adil yargılama ortamını yok etme tehdidinin önlenmesi görüşünden hareketle, yargısal faaliyetlerden doğan zararlar yönünden sadece hâkimin kişisel sorumluluğunu öngören bir anlayıştan vazgeçilerek, bu sorumluluktan dolayı davanın Devlete karşı açılması ile hem meydana gelebilecek tehlikeli ve zararlı durumun düzeltilip tamir edilmesi, hem de haksız davaların önlenmesi amaçlanmıştır.
Yine, 6110 sayılı Kanunla getirilen sistemde, yasal hasım hakim değil, devlet olarak kabul edilmiş; mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde tahdidi olarak sıralanan ve az yukarıda açıklanan sorumluluk sebepleri yönünden ise her hangi bir değişiklik cihetine gidilmemiş olup; 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesiyle, hakimlerin sorumluluğu hususunda sıfat ve süreye dair tamamlayıcı hükümler getirilmiştir.
...
Sözü edilen maddenin 6. fıkrasında getirilen; 'Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.' şeklindeki düzenleme ile de; taraflar, süre ve sorumluluk sebeplerine ilişkin olarak uygulanması gereken hükümlere dair silsile ve atıf yapılan kanunlar gösterilmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde ise; 'Mevzuatımızda (HUMK m. 573-576) sadece hukuk hâkimlerinin tazminat sorumluluğuna ilişkin olarak özel düzenleme yer almakta, buna karşılık, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat istemini düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddelerindeki hükümler dışında ceza hâkimlerinin ve savcıların tazminat sorumluluğuna ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, 25/3/1931 tarihli ve 1931/19 E., 1931/35 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararıyla, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü maddesinde sayılmayan ceza hâkimlerinin de bu madde kapsamında düşünülmesi gerektiği kabul edilmiş ve uygulama bu şekilde gelişmiştir. Keza, Yargıtay içtihatlarıyla, savcılar hakkında kanunî bir düzenleme bulunmaması ve onların hâkim olarak kabul edilemeyecekleri gerekçe gösterilerek, savcılar hakkındaki tazminat davalarının Borçlar Kanunu genel hükümlerine göre açılabileceği kabul edilmiştir. Aynı durum müfettişler açısından da söz konusudur. Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 14/1/1976 tarihli ve 5/4 sayılı Kararıyla, Yargıtay başkan ve üyelerine karşı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 ve devamı maddeleri hükümleri uyarınca, Yüce Divanda cezai mahkumiyetlerine karar verilmedikçe, doğrudan tazminat davası açılamayacağına hükmetmiş ve daha sonraki Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla uygulama bu şekilde devam etmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 ilâ 576 ncı maddeleri uyarınca dava doğrudan hâkim aleyhine açılmakta, davanın açılması için davaya konu eylemin dayanağı olan davanın sonucunun beklenmesi gerekmemektedir. Buna karşılık, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri uyarınca, dava Devlet aleyhine açılmakta, ayrıca dava açılabilmesi için davaya konu eylemin dayanağı olan karar veya hükmün kesinleşmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere; 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 46 ve devamı maddelerinde hâkimlerin hukukî sorumluluğuna ilişkin yeni bir sistem benimsenmiştir. Buna göre hâkimlerin yargısal faaliyetlerinden kaynaklanan zararlardan dolayı ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecektir. Söz konusu Kanun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girecektir.
Dikkat edilmesi gereken bir başka yön, 6110 sayılı Kanunla getirilen yeni sistemde, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde sıralanan hakimin sorumluluk sebeplerini ilga eden bir düzenlemeye yer verilmemesi ve buna paralel olarak da, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesiyle, hakimin sorumluluk sebepleri yönünden açık bir düzenleme getirilmemiş olmasıdır. Şu durum karşısında; 6100 sayılı Kanunun yürürlüğe girişine kadar, 6110 sayılı Kanunun değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, genel olarak hakimin sorumluluğu hususunda öncelikle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesinde öngörülen ilkelerin aranması, sorumluluk sebepleri yönünden ise 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi hükmünün uygulanması söz konusu idi. Nihayet, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldıran, 12.01.2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 01 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 'Hakimin Hukuki Sorumluluğu' başlığı altında yer verilen düzenlemeyle, 46 ila 49. maddelerinde sorumluluk sebepleri, yargılamada görevli mercii, dava dilekçesine dair özel yöntem ve davanın reddi halinde verilecek cezaya dair özel hükümler getirilmiştir. Bu cümleden olarak, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesinde yer alan sorumluluk sebepleri, az yukarıda ayrıntısıyla açıklanan ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde tahdidi olarak sayılan sorumluluk sebepleri ile aynıdır. Ancak sadece, 573. maddenin (7) numaralı bendinde gösterilen nedene yer verilmemiştir.
Açıklanan mevcut yasal durum çerçevesinde; 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93. maddesinden sonra gelmek üzere 6110 sayılı Kanunla eklenen 93/A maddesi halen yürürlükte olup, hakimin sorumluluğu hususunda öncelikle anılan 93/A maddesinde öngörülen ilkelerin aranması; sorumluluk sebepleri ve yargılama usulü yönünden ise artık, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinin değil, anılan maddeleri yürürlükten kaldıran 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı maddelerinin uygulanması gerektiği tartışmasızdır. Buna göre, sorumluluk sebepleri yönünden ilk etapta uygulanması gereken 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile, ceza ya da hukuk hakimi ayırımına yer verilmeksizin, hukuk ve ceza hakimleri ile savcı ve müfettişlerin ve hatta Yüksek Mahkeme Başkan ve üyelerinin de sorumluluk kapsamına alındığı; anılan madde gerekçesinde, ‘uygulamada sorun oluşturan ve eksik kalan’ yön olarak nitelendirilen ceza hakimlerinin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle hukuki sorumluluklarının da sözü edilen madde kapsamında düzenlendiği her türlü duraksamadan uzaktır.
2005 yılına kadar 466 sayılı Kanunda düzenlenen haksız yakalama ve tutuklama dolayısıyla tazminat isteme hakkı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiş olup, 2001 yılında Anayasa’nın 19. maddesinde yapılmış olan değişikliğin, bu gelişmede payı büyüktür. Bu noktada; 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 18. maddesi ile, 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış; 466 sayılı Kanun yerine yürürlüğe konulan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yedinci Bölümünde 'Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat' ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde, tazminat istemi, bunun koşulları ve sonuçları, tazminatın geri alınması ve tazminat isteyemeyecek kişiler, yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir.
III- Genel olarak hakimlerin sorumluluğundan kaynaklanan tazminata ilişkin mevzuat ve koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasına ilişkin mevzuatın uygulama alanları, genel kanun-özel kanun ve önceki kanun-sonraki kanun ilişkisi yönleriyle değerlendirme:
Yukarıda ayrıntılı olarak ifade edildiği üzere, genel olarak hakimin sorumluluğu hukuk-ceza ayrımı yapılmaksızın 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddelerinde düzenlenmiştir.
Bu eylemlerin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddelerinde sayılan sorumluluk hallerinden olması durumunda da, ister ceza isterse hukuk hakimi olsun, hakimin sorumluluğu sebebiyle Devlet aleyhine tazminat istemiyle karşılaşılması söz konusu olacaktır. Sonuçta, Devlet ödediği tazminat nedeniyle sorumlu ceza ya da hukuk hakimine rücu edecektir (2802 s. HSK m.93/A-3, 6100 s. HMK m.46/3).
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddelerinde ise ceza hakimlerinin sorumluluğuna ilişkin özel bir düzenleme yer almayıp, öncelikle Devletin sorumluluğu kabul edilmekle birlikte, Devletin rücu edeceği süje hususunda hakim ve savcılar açıkça ifade edilmeksizin, 'kamu görevlisine' rücu edebileceği tabiri kullanılmıştır. Esasen, her iki sorumluluk nedeninde de, Devlet yasal hasım olarak düzenlenmekte ise de, bu düzenlemenin hareket noktası ve gerekçeleri farklı olup; genel olarak hakimlerin sorumluluğunu düzenleyen mevzuatta (2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı maddeleri) yargılama faaliyetini yürüten hâkim ve savcıların çeşitli etkilere karşı teminat altına alınması, yargılama faaliyetlerine dayalı tazminat davalarının doğrudan hâkim ve savcıya karşı açılmasının adil yargılama ortamını yok etme tehdidinin önlenmesi ve bu itibarla, hem meydana gelebilecek tehlikeli ve zararlı durumun düzeltilip tamir edilmesi, hem de haksız davaların önlenmesi amacına yönelik olduğu halde; koruma tedbirlerinden kaynaklanan tazminata ilişkin mevzuatta (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddeleri) toplum yararına yapılan soruşturma ve kovuşturma ile açılan ceza davası sonucu bireyin zarar görmesi durumunda zararın tazminini öncelikle Devlet’in yükümlenmesi gereği ve amacına yöneliktir.
Diğer taraftan; sorumluluğun kaynağıyla ilgili olarak, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddelerinde az yukarıda anlatılan sınırlayıcı özel hükümlere yer verilmiş iken, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddelerinde arama, elkoyma, yakalama ve tutuklama hallerinde bireyin maddi ve manevi zararının giderilmesine yönelik düzenlemeler mevcuttur. Bir başka anlatımla, düzenleme alanları farklıdır.
Tüm bu açıklamalar karşısında, hakimlerin genel olarak hukuki sorumluluğunu düzenleyen mevzuat ile koruma tedbirlerinden kaynaklanan tazminata ilişkin mevzuat arasında, genel-özel kanun ilişkisi ya da önceki-sonraki kanun ilişkisinin varlığından söz edilemeyeceği açıktır.
Şu da eklenmelidir ki; yukarıdan beri açıklanan yasal durum ve ilkelerin bir diğer sonucu olarak, ceza hakimleri de 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı) maddeleri hükmüne göre sorumlu tutulabileceklerinden; 25.03.1931 ve 19/35 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’ndan sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ilâ 144 madde hükümlerinin, anılan İçtihadı Birleştirme Kararına etkisinin olacağından ve bunu yürürlükten kaldıracağından söz edilmesi olanaklı değildir (YHGKK 24.11.2010 gün, E:2010/4-551 K:2010/598).
O halde, hakimin verdiği karar nedeniyle zarara uğradığı iddiasıyla dava açacak olan kişinin, baştan beri anlatılan hakimin genel sorumluluk sebeplerine dayalı olarak Devlet aleyhine dava açma yolunu tercih edebileceği gibi; böyle bir dava yerine, koşullarının varlığı halinde koruma tedbirleri nedeniyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddelerine dayanarak Devlet’ten tazminat isteyebileceği de açıktır. Her iki düzenlemenin amacı, kaynağı, koşulları ve sonuçlarının birbirinden farklı olduğu ve birinin diğeri yerine geçmediği belirgin olmakla; davacının her iki başvuru yolundan birine ya da ikisine başvurmasına yasal bir engel bulunmamaktadır. Aksinin kabulü hak arama özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelir ki, bunun kabulü de olanaklı değildir (Y.H.G.K.K 24.11.2010 gün, E:2010/4-551 K:2010/598).
IV- Sorumluluk davalarında uygulanması gereken mevzuata dair silsile ve atıf yapılan kanunların düzenlendiği 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesinin 6. fıkrası çerçevesinde yapılan değerlendirme:
Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında uğranılan zarara neden olan işlemlerin bir bölümü, yargısal faaliyetlere ilişkin olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ilâ 144 maddelerinde sayılan sınırlı hallerde devletin sorumluluğu da kabul edilmiştir.
Koruma tedbirleri nedeniyle tazminata ilişkin bu hükümler yapılan muhakeme sonunda başlangıçta haklı görülen tedbirin bilahare haksız ya da hukuka aykırı olduğunun anlaşılması halinde bundan zarar gören kimselerin, bu zararlarının karşılanmasına yöneliktir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi hangi hallerde tazminat istenebileceğini, 142. maddesi bunun koşullarını, 143. ve 144. maddeleri ise tazminatın geri alınmasını ve tazminat isteyemeyecek kişileri düzenlemiştir. Burada düzenlenen tazminat nedenleri sayılan koruma tedbirlerine dair kararın yerindeliğine ilişkin değerlendirme yapılmasını ve sonradan haksızlığın anlaşılmasını gerektiren hükümlerdir.
...Hakimin, kasıtla ve ağır kusurla yasaya aykırı olarak tutuklama ve tahliye talebinin reddi kararını verdiği iddia edildiğine göre, tutuklamanın yerindeliğinin yani dosya kapsamına ve delil durumuna göre davacı-sanığın tahliyesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi de bu aşamada olanaklı değildir. Zira, hakimin eylemi, kanun hükmüne aykırı olarak verdiği kararıyla kişinin özgürlüğünün kısıtlanması suretiyle zararına neden olmak şeklinde ortaya konulmuştur. Zarar gören isterse bu sorumluluk nedenine, bu hükümlerde gösterilen koşullara dayanarak Devlet’den tazminat isteyebileceği gibi; Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen sorumluluk nedenine dayanarak da, 141 ilâ 144 maddeleri nedeniyle sorumlu bulunan devlete de davayı yöneltebilir.
Davacı taraf, dava açarken açıkça hakkındaki kararın kasıt ve ağır kusurla yasaya aykırı olarak oluşturulduğu iddiasıyla, hakimin sorumluluğuna dayanmıştır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen sorumluluk türüne dayanmadığına göre hukuken başvurabileceği diğer yol olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (Hukuk Muhakemeleri Kanunu)’nda düzenlenen hakimin sorumluluğuna (dolayısıyla da son yasal durum itibariyle devletin sorumluluğuna) gidemeyeceğini kabul etmek olanaklı değildir. Aksi halde hak arama özgürlüğünün kısıtlanması söz konusu olur ki, böyle bir kabul şekli ne anayasa, ne yasalar ne de uluslararası değerlere uygun düşmeyecektir...''
23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/3/2015 tarihli ve E.2014/4-1806; K.2015/1040 ilamının ilgili kısmı şöyledir:
''...[İ]şin esasına geçilmeden önce, 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 19.maddesi ile 24/2/1983 gün ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesinin yürürlükten kaldırılmasının ve 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı CMK 141.maddesine eklenen 3. ve 4. fıkraların görev bakımından eldeki davaya etkileri tartışılmıştır.
Görev konusu kamu düzenini ilgilendirdiği için öncelikle görev sorununun aşılması gereklidir.
Mülga 1086 sayılı HUMK 573 ve devamı maddelerinde, 'hakim ve icra reisi' aleyhine 573. maddede düzenlenen yedi bent ile sınırlı olmak üzere tazminat davası açılabileceği, 25.03.1931 gün ve 19/35 sayılı İBK kararı ile ceza hakimlerinin de hakim kavramı içinde olduğu, Mülga 1086 sayılı HUMK 573 ve devamı maddelerinin, hakim ve icra reisi ile ceza hakimlerine yargısal faaliyet nedeni ile oluşan zararlardan dolayı sınırlı sorumluluk halleri getirerek koruma sağladığı, cumhuriyet savcılarının ise başlık ve madde metni dikkate alındığında 1086 sayılı HUMK 573 ve devamı koruması içine alınmadığı, cumhuriyet savcıları aleyhine genel hükümler çerçevesinde tazminat davası açılabileceği içtihatlar ile kabul edilmekteydi.
09.02.2011 gün ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesi ile mülga 1086 sayılı HMUK’nın 573. maddesinde değişiklik yapılmış, hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenleme altına alınmış, 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na 93'üncü maddeden sonra gelmek üzere 93/A maddesi eklenmiş; Cumhuriyet savcıları da Devlet koruması altına alınmış, hakim ve cumhuriyet savcıları aleyhine kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa tazminat davası açılamayacağı düzenlenmişti.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 46. maddesi gereğince hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecektir. Madde gerekçesinde 'Hükümde geçen 'hâkim' kavramının genel anlamda kullanıldığı, buna yargı yetkisini kullanan tüm hâkimlerin dahil olduğu, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri keza ceza mahkemesi hâkimlerinin de buraya dahil' olduğu ifade edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 47. maddesine göre, aynı Kanun’un 46. maddesine istinaden Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülecektir.
Bu arada, 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile 24/02/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Böylelikle 'hukuk hakimleri' dışındaki hakimler ve cumhuriyet savcıları aleyhine açılacak tazminat davalarında görevli mahkemenin neresi olduğu sorunu ortaya çıkmıştır.
5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 'Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat' başlıklı 141. maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında, 141. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri, 142. maddesinde ise koruma tedbirleri nedeni ile tazminat isteminin, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı düzenlenmiştir.
18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141'inci maddesine;
'(3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
(4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.' şeklinde 3. ve 4. fıkralar eklenmiştir.
Ayrıca aynı Kanun ile 'ceza hakimleri' ve 'cumhuriyet savcıları' hakkında açılmış derdest olan davalar hakkında 5320 sayılı Kanun’a geçici madde eklenmiş; bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası incelenmeksizin, ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği ve bu davaların ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141'inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı düzenlenmiştir.
Somut olayda davacı, ihbar edilen cumhuriyet savcısının yargısal faaliyeti nedeniyle manevi tazminat istemiştir. Karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri ceza hakimleri ve cumhuriyet savcıları aleyhine yargısal faaliyet nedeni ile açılan tazminat davalarında görevli mahkeme konusunda yeni düzenlemeler getirmiştir. Görev sorununun kamu düzenini ilgilendirdiği kabulü karşısında mevcut bu düzenlemeler dikkate alınarak eldeki dava hakkında karar verilmek üzere Daire kararının bozulması gerekmiştir. ''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Anayasa Mahkemesinin 3/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, davasının baştan itibaren ileri sürdüğü hususlara ilişkin olarak yeterli bir gerekçe sunulmadan hukuka aykırı olarak reddedilmesinden şikâyet etmektedir. Başvurucu; bu kapsamda başkanı olduğu kurum hakkında yapılan denetim sonucunda düzenlenen raporlar doğrultusunda haksız yere suç duyurusunda bulunulması üzerine kendisi hakkında soruşturma başlatıldığını, kendisine isnat edilen tüm suçlamaların görevi dâhilinde hukuka uygun yapmış olduğu işlemlere ait olduğunu, nitekim deliller gösterilmeksizin hazırlanan iddianame ile başlayan yargısal sürecin sonunda beraat ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, hukuka aykırı olarak devam ettiğini ileri sürdüğü yargısal süreçte duyduğu manevi ızdırapların tazmini için taraflı ve düşmanca davranışta bulunan soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı aleyhine ilgili hukuksal mevzuata uygun olarak açmış olduğu tazminat davasının tutuklanmamasına atfen iddiaları incelenmeksizin reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, özet olarak davada ileri sürdüğü hususların değerlendirilmemesinden ve hukuka aykırı olarak davasının reddedilmesinden şikâyet etmiştir.
26. Başvurucu; ayrıca 2010 yılında var olan mevzuata göre doğrudan ilgili Cumhuriyet savcıları aleyhine genel hükümlere göre dava açma imkânı varken 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde yapılan değişiklikle bu imkânın kaldırılarak devlet aleyhine dava açılması mecburiyetinin getirildiğini, bu durum karşısında 2014 yılından önce bir kişi tutuklanmamışsa Cumhuriyet savcısı ne kadar hukuka aykırı davranırsa davransın tazminat davası açılamayacağı anlamı çıkacağını, bu durumun ise Anayasa’nın 40. maddesinde teminat altına alınan etkili başvuru hakkının ihlaline sebebiyet verdiğini öne sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının Hukuksal Sorumluluklarına İlişkin Mevzuatın Belirlenmesi Yönünden
27. İlgili yasal süreçlere yukarıda aktarılan Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararlarında da ayrıntılı olarak yer verildiği üzere (bkz. §§ 21-23) hâkimlerin ve Cumhuriyet savcılarının hukuksal sorumluluklarının bu aşamada özetlenmesi gerekmektedir. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihine kadar hâkimler, 83 yıl boyunca yargısal görevlerinin ifası ile ilgili olarak verdikleri iddia edilen zararlardan 1086 sayılı Kanun'un 573. maddesinde 6110 sayılı Kanun'un 14. maddesinde yapılan değişikliğe kadar bizzat sorumlu tutulmuşlardı. 6110 sayılı Kanun'un 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir” hükmü 1086 sayılı Kanun'un 573. maddesine eklenmiştir.
28. 1086 sayılı Kanun'un yürürlükte olduğu dönem içerisinde Cumhuriyet savcılarının hukuksal sorumluluğu hususunda ise hâkimler hakkında 1086 sayılı Kanun'un 573. maddesinde yer aldığı gibi açık bir yasal düzenlemenin bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu döneme ilişkin olarak ayrıntısı yukarıda verilen HGK kararına göre Cumhuriyet savcılarının iddianame düzenlemeleri de dâhil olmak üzere hukuksal sorumluluklarının 1086 sayılı Kanun'un 573. maddesi kapsamına alınamayacağı, bu hâliyle savcıların sorumluluklarına ilişkin davaların genel hükümlere göre çözümleneceği kabul edilmiştir.
29. 6100 sayılı Kanun'un 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra, hâkimlerin yargısal vazifeleri ile ilgili hukuksal sorumluluğunun şartları, davaların açılacağı mahkeme, dilekçelerde belirtilmesi gereken hususlar ve ilgili hâkime ihbar usulü bu Kanun'un 46 ila 49. maddelerinde düzenlenmiştir.
30. 2802 sayılı Kanun'un 93/A maddesine göre hâkim ve savcıların görevlerini yaparken sebep oldukları zararlar sebebiyle açılacak tazminat davasının ancak devlet aleyhine açılabileceği, kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamayacağı hüküm altına alınmıştır. 6110 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca da hâkime karşı açılmış ve 6110 sayılı Kanun yürürlüğe girdiğinde derdest olan davalara da devlet aleyhine devam olunacağı düzenlenmiştir.
31. Süreç içerisinde 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 19. maddesi ile 2802 sayılı Kanunu’nun 93/A maddesinin yürürlükten kaldırılması nedeniyle, hukuk hâkimleri dışındaki hâkimler ile Cumhuriyet savcılarının hukuksal sorumluluğunun hangi normlara göre belirlenmesine dair belirsizlik 6545 sayılı Kanun'un 70. maddesi ile giderilmiştir. Bu kanun ile 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin 3. ve 4. fıkralarına yapılan eklemeler neticesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının ancak devlet aleyhine açılabileceği, aynı Kanun'un geçici 8. maddesi ile de bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderileceği, bu davaların ağır ceza mahkemelerince 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağı hüküm altına alınmıştır.
32. Bu yasal düzenlemeler karşısında Cumhuriyet savcıları aleyhine ceza muhakemesi kapsamında yapmış olduğu işlemler nedeniyle açılan davaların da 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerince ilgili ağır ceza mahkemesi tarafından çözüme kavuşturulması gerektiği ve ayrıca bu kişiler aleyhine açılan daha önceki davaların da yetkili ağır ceza mahkemelerine gönderilmesi gerektiği açıkça kanunda düzenlenmiştir.
b. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu kapsamda özü itibarıyla açmış olduğu tazminat davasının yasal değişiklikler sonrasında hakkaniyete uygun bir şekilde incelenmeden ve iddiaları karşılanmadan reddedilmesinden şikâyet ettiği, etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik öne sürdüğü hususların da bu kapsamda gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
35. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
36. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli görülmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
37. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara cevap vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
38. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
39. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ya da esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
40. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
41. Somut olayda, başvurucunun baştan itibaren ileri sürdüğü iddialarının bu esaslar dâhilinde incelenmesi gerekmektedir. Başvurucunun iddialarına bakıldığında (bkz. §§ 25-26), başvurucunun temel olarak kendisi hakkında hukuka aykırı bir şekilde kötü niyetle kasten soruşturma başlatılması ve iddianame düzenlenmesi hususlarını tazminat davasına dayanak yaptığı anlaşılmaktadır. Ağır Ceza Mahkemesi, ileri sürülen iddialar hakkında uygulanacak yasal dayanağa yer verdikten sonra davanın niteliği ve talepler hususunda bir değerlendirmede bulunmuştur (bkz. § 10). Ağır Ceza Mahkemesine göre başvurucunun ileri sürdüğü hususlar yargısal nitelikteki suç soruşturması işlemlerine yöneliktir. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu tarafından suç oluşturduğu ileri sürülen Cumhuriyet savcısının yapmış olduğu işlerin suç soruşturmasına yönelik işlemler mahiyetinde olduğunu kabul etmiştir. Bu tespitlerin yanında Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının özel amaç ile kasten ve kötü niyetle davrandığı hususunda bir delilin bulunmadığını da kabul etmiştir. Bu değerlendirmeler sonucunda Ağır Ceza Mahkemesine göre Cumhuriyet savcısının yapmış olduğu yargısal nitelikteki işlemlerinde mevzuatta sınırlı ve sayılı olarak kabul edilen hukuki sorumluluk nedenlerinin mevcudiyetine dair şartlar bulunmamaktadır.
42. Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu karara karşı başvurucunun bireysel başvuruda ileri sürdüğü hususlarla aynı doğrultuda temyiz başvurusuna ilişkin olarak Ceza Dairesi de bir değerlendirmede bulunmuştur (bkz. § 12). Ceza Dairesi de Ağır Ceza Mahkemesinin yapmış olduğu değerlendirmeyi kabul ederek manevi tazminat isteminin dayanağının suç soruşturması sırasında yapılan işlemlere ve iddianameye ilişkin olduğunu teyit etmiştir. Bu kabul ve tespitle aynı doğrultuda olmak üzere dosya içerisindeki hiçbir unsur Cumhuriyet savcısının özel amaçlarla davrandığına ilişkin bir veri sunmamaktadır. Ceza Dairesi bunun yanında Cumhuriyet savcısının olayda hukuksal sorumluluğunun ortaya çıkmasına sebebiyet verecek eylemlerinin de bulunmadığı kabul etmiştir.
43. Başvuruya konu olayda başvurucunun ileri sürdüğü iddiaya ilişkin olarak Ağır Ceza Mahkemesi (bkz. § 10) ile Ceza Dairesi tarafından değerlendirmeler (bkz. § 12) yapılmış ve gerekçede, uygulanması gerekli olan mevzuat hükmü ile somut olayın olgusal temelleri, dosya kapsamındaki deliller çerçevesinde değerlendirme yapmak suretiyle başvurucunun esaslı iddiaları karşılanacak ölçüde objektif ve kabul edilebilir nedenlerle değerlendirildiği netice olarak, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Tabii Hâkim Güvencesinin ve Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvurucu, tazminat davasını açtıktan sonra süreç içerisinde dört defa yasal mevzuatın değiştirildiğini, Yargıtay ilgili hukuk dairesinin vermiş olduğu bir kararın bulunması nedeniyle Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararın etkisi altında kaldığını, açılan bir hukuk davasında ceza mahkemelerinin görevli kılındığını belirterek tabii hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, bu iddiaları ile bağlantılı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, dava görülürken başvurucunun davasını kaybetmesini temin edecek yasal düzenlemelerin yapılması nedeniyle silahların eşitliği ilkesi yönünden ihlal kararı verilmesini dayanak olarak ileri sürmüştür.
46. Anayasa’nın iddianın incelenmesinde dayanılacak olan "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
47. Anayasa'nın 37. maddesinde düzenlenen tabii hâkim ilkesi, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına ya da yargıcın atanmasına engel oluşturur; sanığın veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermez. İlkeyle suçun işlenmesinden sonra çıkarılacak bir kanunla, oluşturulacak mahkeme önüne davanın götürülmesi ve böylece kişiye ya da olaya özgü mahkeme kurulması yasaklanmıştır (AYM, E.2009/52, K.2010/16, 21/1/2010).
48. Anayasa’nın 36. maddesinde mündemiç olan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olmasından bahsedilmesi imkânsızdır (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 38).
49. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması, taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).
50. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılama ilkesi, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkânı vermektedir. Bu çerçevede başvurucuların bilirkişi raporunun sonucuna itiraz edememesi ya da delillerle ilgili görüş bildirmelerine fırsat verilmemesi çelişmeli yargılama ilkesinin ihlali olarak değerlendirilebilmektedir (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 38).
51. Somut olayda, başvurucunun ilgili Cumhuriyet savcısı aleyhine dava açıldığı tarih itibarıyla yürürlükte olan mevzuata göre bir dava açtığından şüphe bulunmamaktadır. Bununla birlikte davanın incelendiği dönem içerisinde 5320 sayılı Kanun'a 18/6/2014 tarihinde eklenen geçici 8. maddenin açık hükmü gereğince (bkz. § 17) başvurucu tarafından açılan dava Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Anılan düzenlemede açıkça ilgili Cumhuriyet savcısı aleyhine açılan ve devam eden davaların 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanacağına dair hüküm bulunması nedeniyle Ağır Ceza Mahkemesi anılan Kanun hükümleri gereğince inceleme ve değerlendirmelerde bulunmuştur (bkz. § 10).
52. Anılan düzenlemeye bakıldığında, başvurucunun ileri sürmüş olduğu iddiaların esasına ilişkin olarak ilgili hakkın ileri sürülmesini ortadan kaldıracak herhangi bir düzenleme yapılmadığı, sadece görülmekte olan davaların hangi mahkemeler tarafından hangi yasal mevzuat uyarınca çözüleceğine dair usul hükümlerinin tesis edildiği anlaşılmaktadır. Usul hükümlerinin derhal uygulanacağına dair genel ilke uyarınca HGK da bu mevzuat değişikliğinin ardından görevsizlik kararı vererek dosyanın yeni usul hükmü gereğince Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir (bkz. § 9). Ağır Ceza Mahkemesi de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre ileri sürülen iddialara ilişkin olarak değerlendirmeler yaparak hükmünü vermiştir (bkz. § 10).
53. Ağır Ceza Mahkemesinin yapmış olduğu yargılama sırasında da başvurucu, anılan mahkemenin kendisine tanınan hakların herhangi birisini kullanamadığına, Ağır Ceza Mahkemesinin yanlı olarak hareket ettiğine veya davasının esasının incelenmesine hukuksal veya fiilen engeller çıkarıldığına ilişkin herhangi bir iddiada bulunmamıştır. Başvurucu bunun yanında; davalı idare ile aynı koşullarda olmadığına veya davalı idarenin kendi durumuna göre daha avantajlı olarak himaye edildiğine veya karşı tarafın savunmalarına ayrıca ve açıkça üstünlük tanındığına, iddialarını makul bir şekilde dile getiremediğine veya bu hususta yapmış olduğu tüm teşebbüslerinin yargısal süjeler tarafında akamete uğratıldığına veya sonuçsuz bırakıldığına, bir bütün olarak iddialarını mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olamadığına veya yargılamaya etkin katılım sağlanamadığına ilişkin herhangi bir şikâyetten de bahsetmemiştir. Başvurucu, bu hususta Ağır Ceza Mahkemesinin hukuk dairesinin kabullerinden etkilendiğini sadece soyut olarak ileri sürmüş olup bu etkilenmenin nasıl ve hangi boyutlarda olduğuna dair iddiasını destekleyecek mahiyette herhangi bir veri sunmadığı gibi ayrıntılı açıklamada da bulunmamıştır.
54. Başvurucunun, hukuk dairesinin vermiş olduğu bir kararın bulunması nedeniyle dosyanın görevsizlik kararı ile gönderildiği Ağır Ceza Mahkemesinin farklı bir şekilde karar veremeyeceğine yönelik iddialarına bakıldığında, dosya içerisindeki hiçbir verinin Ağır Ceza Mahkemesinin hukuk dairesinin vermiş olduğu kararın etkisi altında kaldığına dair iddiayı desteklemediği gibi başvurucunun da bu iddiasını sadece genel olarak ifade ettiği, bu husustaki iddiasını olgusal temellere dayalı olarak gerekçelendiremediği anlaşılmıştır. Bu nedenle, anılan iddia hakkında ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
55. Sonuç olarak, tabii hâkim güvencesi ile silahların eşitliği ilkesi yönünden bir ihlal bulunmadığının açık olduğu değerlendirilmiştir. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine dair iddiası da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
56. Başvurucu, son olarak bireysel başvuru formunda değinmediği ve fakat bireysel başvuru yapılabilmesi için gereken yasal süresi içerisinde verdiği dilekçesinde 2010 yılında açmış olduğu davasının 2018 yılında sona ermesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının da ihlal edildiğinden yakınmıştır.
57. 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a eklenen geçici 2. maddeye göre Anayasa Mahkemesine yapılan ve münhasıran bu maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla ilgili bireysel başvuruların Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenerek karara bağlanması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 27-36) kararında Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönünden inceleyerek Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna varmış; başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine karar vermiştir.
58. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tabii hâkim güvencesi ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 3/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.