TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
OĞUZHAN ÇETİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/2065)
Karar Tarihi: 22/11/2023
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Ali KOZAN
Başvurucular
1. Oğuzhan ÇETİN
2. Canan ÇETİN
3. Neşe ÇELİK
4. Nevada ÇELİK
5. Vahide ÇETİN
Başvurucular Vekili
Av. Ahmet Haluk ALTAN
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. İkinci başvurucu birinci başvurucunun eşi, beşinci başvurucu annesi diğer başvurucular ise kardeşleridir. Birinci başvurucu hâlsizlik şikâyeti ile 23/8/2008 tarihinde Elâzığ Fırat Üniversitesi Tıp Merkezi Hastanesi (Hastane) acil servisine başvurmuştur. Yapılan muayene sonrası sinüzit teşhisi konularak başvurucuya iğne yapılmıştır.
3. Yapılan tıbbi müdahale sonrası başvurucu bacağında uyuşma ve ağrı şikâyetiyle ertesi gün aynı Hastaneye tekrar gitmiştir. Başvurucuya uygulanan tedavilere rağmen şikâyetleri geçmemiş ve anılan Hastanenin 16/9/2008 tarihli raporuyla enjeksiyon nörapatisi, siyatik sinir denervasyonu ve sağ düşük ayak teşhisi konulmuştur.
A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
4. Başvurucunun kendisine iğne yapan hemşire hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine yapılan soruşturma sonucunda Elâzığ 2. Asliye Ceza Mahkemesinde taksirle yaralamaya neden olmak suçundan dava açılmıştır. Yargılama sürecinde Yüksek Sağlık Şûrası tarafından 6/1/2012 tarihli rapor düzenlenmiştir. Anılan raporda yapılan enjeksiyon sonucu gelişen nörolojik tablonun tedavinin beklenebilecek bir komplikasyonu olduğuna ve hemşireye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığına oyçokluğuyla karar verilmiştir. Karara katılmayan iki üye karşıoy gerekçesinde; gluteal bölgenin seçildiği kasiçi ilaç uygulamalarından sonra ortaya çıkan siyatik sinir yaralanmalarının genellikle akut olarak ortaya çıkan ve uygulayıcının dikkatsizlik ve özensizliğinden kaynaklanan bir uygulama kusuru olduğunu belirtmişlerdir. Bu çerçevede dikkatsizlik ve özensizliğin kalça kasları gelişmemiş veya zayıflamış olan özellikle yaşlı ve çocuk hastalarda uygulama yapmamak, uygun iğne boyunu seçmemek, verilen ilacın hacminin fazla olması veya siyatik sinire dönük yolda yapmak şeklinde olabildiği, bu kusurların biri veya birkaçının birlikte bulunabileceği vurgulanarak hemşirenin enjeksiyondan sonra ortaya çıkan sağ siyatik sinir yaralanmasında kusurunun bulunduğu ifade edilmiştir.
5. Mahkeme anılan rapora dayanarak hemşirenin görevi gereği başvurucuya yaptığı tıbbi müdahalede kusur ve ihmalinin bulunmadığı, başvurucuda meydana gelen arazın oluşumunda sanığa kusur atfının mümkün görülmediği gerekçesiyle 5/6/2012 tarihinde beraat kararı vermiştir. Başvurucuların temyiz istemini Yargıtay 12. Ceza Dairesi 19/11/2013 tarihinde kabul etmiş ve anılan kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının gerekçesinde; Yüksek Sağlık Şûrasınca düzenlenen raporun ekinde yer alan karşıoy yazısına istinaden, Elâzığ 1. İdare Mahkemesince alınan Adli Tıp Kurumunca tanzim edilen raporun getirtilerek, raporlar arasında çelişki bulunup bulunmadığının tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
B. Bireysel Başvuruya Konu Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
6. Başvurucu tıbbi müdahale nedeniyle uğradığı zararlarının tazmini için idare aleyhine Elâzığ 1. İdare Mahkemesinde 7/8/2009 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde; iğnenin yarı yatık olarak ve acele biçimde birinci başvurucuya yapıldığı bu nedenle iğnenin sinire temas ettiği, birinci başvurucunun refleks göstermesine rağmen hemşirenin bu durumu dikkate almadığı belirtilmiştir. Birinci başvurucunun şikâyeti dillendirmesine rağmen ilgilenilmeyerek eve gönderildiği, ağrılarının geçmemesi üzerine ertesi gün Hastaneye tekrar gittiği, burada doktor tarafından iğnenin yanlış enjekte edildiğinin ikrar edildiği iddia edilmiştir. Birinci başvurucunun hatalı tıbbi müdahale sonucu bir ayağını kullanamadığı, tek başına ayakta duramadığı, düşük ayak teşhisinin konulduğu, 20 yaşında olan başvurucunun olay nedeniyle hayatının karardığı, özel sektördeki işine son verildiği, olayda sağlık hizmetini veren idarenin çalışanlarının açık kusurunun olduğu vurgulanmıştır. Birinci başvurucunun sakat kalmasında idarenin subjektif ve objektif kusurunun sabit olduğu belirtilerek maddi ve manevi zararların tazmini talep edilmiştir.
7. Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu (ATK) tarafından, tıbbi belgeler ve yapılan muayene bulguları gözetilerek hazırlanan 31/8/2016 tarihli raporda; uygulanan enjeksiyon sonucu gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair bir kayıt bulunmadığı vurgulanmıştır. Enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması hâlinde meydana gelebilecek ödem, hematom gibi durumların mekanik etkisiyle veya ilacın diffüzyon yolu ile toksik etkisiyle nöropatinin gelişebileceği değerlendirildiği, başvurucuda gelişen rahatsızlığın enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olduğu ifade edilmiştir.
8. Başvurucu anılan rapora itiraz dilekçesinde; ATK raporunun bilimsel açıklamalara dayanmadığı ve Yüksek Sağlık Şûrası raporundaki karşıoy gerekçesinde belirtilen tıbbi tespitler ile uyumlu olmadığını vurgulamıştır. Ayrıca raporun kusur sorumluluğuna dayandığını ancak tıbbi müdahale sonrası gelişen sakatlıkta kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın gideriminin gerektiğini belirtmiştir. Anayasa'nın 125. maddesine göre idarenin her türlü eylem ve işleminden kaynaklanan zararlardan sorumlu olduğunu, bu düzenlemenin esasen kusursuz sorumluluğu işaret ettiğini, idarenin işlemi ve eylemi ile zarar arasında illiyet bağının kurulmasının idarenin sorumluluğu için yeterli olduğunu vurgulayarak bu kapsamda ATK'dan alınacak bir raporla başvurucunun iş gücü kaybının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
9. Mahkeme 2/2/2017 tarihinde ATK raporunu hükme esas alarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; sağlık hizmetinin içeriğinde hizmetten yararlanan için her zaman risk barındırdığı, bu nedenle de idari tazminat hukukunda normal kusurun değil tazmin için ağır kusur şartının arandığı belirtilmiştir. Enjeksiyon uygulamasının usulüne ve protokollere uygun şekilde gerçekleştirilmiş olması hâlinde dahi hasta üzerinde olumsuz etkilerinin ve komplikasyonların oluşması ihtimalinin tıbbi bir veri olarak kabul edildiği, bu aşamada böyle bir tıbbı verinin varlığında, teşhis ve tedaviyi protokole uygun şekilde yapan idareye kusur atfedilemeyeceği, ATK raporunda uygulamanın hatalı olduğuna yönelik bir verinin bulunmadığının bildirildiği, aynı kanaate ceza yargılamasında oyçokluğuyla ulaşıldığı vurgulanarak idarenin maddi ve manevi tazmin şartlarının bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Ayrıca başvurucunun olayın kusursuz sorumluluk ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği iddiası ile Yüksek Sağlık Şûrası kararının iki üye tarafından imzalanan karşıoyunda belirtilen gerekçenin daha tıbbi ve açıklayıcı olması nedeniyle yeni bir değerlendirme yapılması için tekrar ATK'ya muayeneye gönderilmesine yönelik itiraz ve talepleri ile bilirkişi raporuna itirazlarının yerinde görülmediği belirtilmiştir.
10. Başvurucu bilirkişi raporuna itirazındaki beyanlarını ve somut olayda kusursuz sorumluluk ilkesinin uygulanması gerektiği yönündeki iddiasını yineleyerek anılan kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 12/4/2017 tarihinde oyçokluğuyla reddedilen maddi tazminat bakımından davalı idare lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının bozulmasına ve kararın diğer kısımlarının onanmasına hükmetmiştir. Karara muhalif kalan üye karşıoy gerekçesinde; birinci başvurucuda oluşan arazın uygulanan enjeksiyon sonucu geliştiği, yapılan enjeksiyondan önce herhangi bir sakatlığı bulunmayan birinci başvurucunun bu enjeksiyon sonucu sakatlandığının açık olduğunu vurgulayarak sunulan sağlık hizmetine kusur atfedilememesi nedeniyle uğranılan zarara başvurucunun katlanmasının beklenmesinin hukuken imkân bulunmadığını vurgulamıştır. Bu nedenle kusur sorumluluğu ilkesi çerçevesinde tazmin edilemeyen zararların yine idare hukukunun temel ilkelerinden birisi olan kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
11. Nihai karar 12/12/2017 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucular 11/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
II. DEĞERLENDİRME
A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
12. Başvurucular vekili; hatalı yapılan enjeksiyon nedeniyle birinci başvurucunun engelli kalmasına rağmen İdarenin hizmet kusurunun olmadığı gerekçesiyle Mahkemenin tazminat talebini reddettiğini belirtmiştir. Uluslararası hukukta idarenin işlem ve eylemlerinden kusursuz sorumlu tutulmasına yönelik eğilim olduğunu, mevzuatımızda ise kusursuz sorumluluk ilkesinin kanunla düzenlenmemesi nedeniyle haksız uygulamaların mevcut olduğunu, bünyesinde risk içeren sağlık hizmetinin yürütülmesinden doğan zararların kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazmin edilmesinin sosyal hukuk ilkesinin de gereği olduğunu vurgulamıştır. Kamu hizmeti olan sağlık hizmetine bağlı olarak tedavi hakkını kullanmasaydı birinci başvurucunun engelli duruma düşmeyeceğinin açık olduğunu, zira engelli kalmasının yapılan iğneden kaynaklandığı konusunda bir ihtilaf olmadığını belirtmiştir. Ayrıca Yüksek Sağlık Şûrasının raporunda karşıoy gerekçesinde yer alan tıbbi tespitlerin ATK raporunda ve Mahkeme kararında hiç değerlendirilmediğini ve kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararların tazmin edilmesi gerektiği yönündeki taleplerinin ise yargı makamlarının tartışmadığını ve bu konuya ilişkin olumlu ya da olumsuz bir gerekçe sunmadıklarını ifade etmiştir. Bu durumla birlikte hatalı tıbbi müdahale sonucu birinci başvurucunun engelli duruma düşmesinden dolayı başvurucu ve ailesinin yaşadıkları elem ve üzüntüden dolayı yıprandıklarını vurgulayarak maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
13. Bakanlık görüşünde; birinci başvurucu dışındaki başvurucular yönünden yapılacak incelemede doğrudan ya da dolaylı mağdur sıfatlarının bulunup bulunmadığının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Görüşte ayrıca Mahkeme kararının yeterli gerekçe içerdiğinin düşünüldüğü, Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede başvurucuların iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Görüşte son olarak başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik yapılacak incelemede, aktarılan mevzuat hükümleri ve Anayasa Mahkemesi içtihatları ile somut olayın kendine özgü şartları gözönüne alınarak değerlendirme yapılması gerektiği vurgulanmıştır.
1. Birinci Başvurucu Yönünden
14. Başvuru, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.
15. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
16. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemelerinin bu konuda gösterdiği hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
17. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
18. Başvurucunun olaya dair şikâyetlerinin özü, hatalı yapılan enjeksiyon nedeniyle vücut bütünlüğünün bozulmasına ilişkindir. Ceza yargılaması ve İdari yargı sürecinde hazırlanan raporlarda her ne kadar karşı görüşler var ise de tarafların iğnenin hatalı yapıldığı yönündeki iddialarına ilişkin, enjeksiyonların tekniğine uygun yapılması durumunda da daha önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek zararlara sebep olabildiği, enjeksiyonun tıp kurallarına aykırı yapıldığına ilişkin tıbbi delilin mevcut olmadığı değerlendirilmesine yer verildiği anlaşılmıştır. Raporlarda sonuç olarak birinci başvurucuda gelişen rahatsızlığın enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olduğu ifade edilmiştir.
19. Derece mahkemesi, olayda idarenin kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren ATK raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan ATK raporunda tarafların iddialarının, kişi hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgular ve genel tıp kuralları gözetilerek değerlendirildiği görülmüştür. Bu durumda birinci başvurucunun yargılamanın sonucuna etkili iddiaları derece mahkemelerince dikkate alınmış, bu hususlarda bilirkişi raporları alınmış, başvurucunun raporlara yönelik itirazları son tahlilde, ATK raporu hükme esas alınabilecek nitelikte olduğundan bahisle reddedilmiştir. Bu itibarla yargılamayı gerçekleştiren mahkemelerce başvurucunun ileri sürdüğü iddialar araştırılarak, maddi vakayı aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilmiş olup delillerin değerlendirilmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir bulguya rastlanmamıştır. Dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirdikleri kanaatine varılmıştır.
20. Açıklanan gerekçelerle birinci başvurucu yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
2. Diğer Başvurucular Yönünden
21. Somut başvuruda maddi ve manevi varlığını korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlali iddiasıyla yapılan başvuruda tıbbi müdahaleden doğrudan etkilenen birinci başvurucu dışındaki başvurucuların öncelikle mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön şartın birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön şartlar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi, bu ihlalden dolayı kişinin kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesidir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).
23. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı; kişiye sıkı sıkıya bağlı, devredilmez ve vazgeçilmez haklardandır. Kural olarak bu hakkın mağduru da maddi ve manevi bütünlüğüne müdahalede bulunulan kişidir. Öte yandan tıbbi müdahaleye maruz kalan kişinin yakınlarının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında mağdur sıfatının olduğu ya da olmadığı yönünde kategorik bir değerlendirme yapmak sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan doğrudan mağdur olan kişinin yakınlarının mağduriyetlerine ilişkin somut açıklamalarda bulunmaları hâlinde bireysel başvuru hakkına sahip olabilecekleri gözardı edilmemelidir. Mağduriyete ilişkin somut açıklama yapılması, görünenden öte yaşanan etkinin başvurucuya özgü şartlar üzerinden anlatımda bulunulmasını gerekli kılar (Murat Saçan ve Serpil Saçan, B. No: 2017/32278, 28/12/2021, § 32).
24. Somut olayda başvurucular, birinci başvurucunun tıbbi müdahale dolayısıyla zarara uğraması nedeniyle açılan tam yargı davasının reddedilmesinden şikâyetçidir. İdarenin faaliyetinde -sorumluluğu olduğu iddia edilen kişilerin icra ettiği eylemlerinde- ihmali/kusuru bulunduğuna ilişkin şikâyetten birinci başvurucunun kişisel olarak ve doğrudan etkilendiği ve dolayısıyla mağdur olarak bireysel başvuru hakkına sahip olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte tıbbi ihmal sonucunda zarara uğradığını iddia eden kişi birinci başvurucu olmakla birlikte diğer başvurucular birinci başvurucunun yakınlarıdır (bkz. § 2) ve birinci başvurucunun yaşadığı olayların kendilerinde yarattığı görünenden öte mağduriyet konusunda özellik gösteren somut bir açıklamada bulunmamışlardır.
25. Dolayısıyla başvurunun özel şartları dikkate alınarak birinci başvurucuda gerçekleştirilen enjeksiyon sonucunda oluşan düşük ayak rahatsızlığının kendi durumları üzerinde ne gibi sonuçlar doğurduğu hususunda yeterli bir açıklama yapmayan diğer başvurucuların maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında mağdur sıfatlarının bulunduğunun söylenemeyeceği değerlendirilmiştir
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
28. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.
29. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Birinci başvurucu yönünden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Diğer başvurucular yönünden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Birinci başvurucu yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/11/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.