TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET HASAN ALTAN BAŞVURUSU (3)
|
(Başvuru Numarası: 2018/2620)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Hasan ALTAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ferat ÇAĞIL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yargılama aşamasındaki bazı uygulamalar nedeniyle
adil yargılama hakkının, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının uygulanmaması
nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/1/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucunun tedbir talebi hakkında -talebe konu
hususun başvurunun esasına ilişkin olması nedeniyle- karar verilmesine yer
olmadığına karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
8. Yapılan incelemede 2018/8851 numaralı başvurunun aynı kişi
tarafından ve aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığı anlaşıldığından
2018/2620 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden
yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan darbe teşebbüsü
sonrasında bu teşebbüsün arkasındaki yapılanma olduğu belirtilen Fetullahçı
Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) medyadaki örgütlenmesine
yönelik olarak yürütülen bir soruşturma kapsamında 10/9/2016 tarihinde
gözaltına alınmış ve İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/9/2016 tarihli
kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma
suçlarından tutuklanmıştır.
11. Başvurucu; tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının, gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü
kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle de ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla 8/11/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
12. Bireysel başvurunun incelendiği süre içinde İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/4/2017 tarihinde düzenlenen iddianame ile
başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini
ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal
düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla
birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması
istemiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.
13. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi 3/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar
vermiş ve E.2017/127 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.
14. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11/1/2018 tarihinde başvurucu
tarafından yapılan bireysel başvuruyu karara bağlamıştır. Anayasa Mahkemesi,
Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı ile Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve
basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No:
2016/23672, 11/1/2018, §§ 158, 242).
15. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı
iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesi uyarınca tutuklamanın ön
koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığını
değerlendirmiş ve somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin soruşturma mercilerince yeterince ortaya
konulamadığı sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verirken esas olarak tutuklamanın hukuki
olmadığı sonucuna varırken yaptığı tespitlere dayanmıştır.
16. Anayasa Mahkemesi 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesi
uyarınca, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin
ihlalinin ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin başvurucunun
yargılandığı İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş ve
-karşıoylar dışında- gerekçeli karar aynı gün Anayasa Mahkemesinin internet
sitesinde yayımlanarak erişime açılmış; karşıoyların yazılmasından sonra karar
19/1/2018 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesinin
kararın hüküm bölümünü göndermesi ve başvurucunun Anayasa Mahkemesinin bu
kararına dayanarak tahliyesine karar verilmesini talep etmesi üzerine
başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi
11/1/2018 tarihinde, gerekçeli ihlal kararının kendilerine tebliğ edilmediği ve
karardaki karşıoyların da yazılmamış olduğu gerekçesiyle başvurucunun tahliye
talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.Başvurucunun
anılan karara yönelik itirazı İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesince 15/1/2018
tarihinde oyçokluğuyla reddedilmiştir. Kararda gerekçeli ihlal kararının Resmî
Gazete'de -henüz- yayımlanmadığına dikkat çekilmiştir.
17. Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin internet sitesinde
yayımlanmış olan gerekçeli kararını da sunarak İstanbul 26. Ağır Ceza
Mahkemesinden yeniden tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkeme 19/1/2018
tarihinde başvurucunun tahliye talebinin reddine oyçokluğuyla karar vermiştir.
Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesince
23/1/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine oyçokluğuyla karar
verilmiştir.
18. Başvurucunun tahliye taleplerini ve tutukluluğa ilişkin
itirazlarını kabul etmeyen derece mahkemeleri temel olarak Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvurularda yargılamanın yapıldığı mahkemenin yerine geçerek delileri
değerlendirip kanun yolunda gözetilmesi gereken hususları inceleyemeyeceği ve
yerindelik denetimi yapamayacağı, yerel mahkemece delil durumu takdir edilerek
tutukluluk kararı verilmişse Anayasa Mahkemesince delillerin yetersiz olması
nedeniyle ihlal kararı verilemeyeceği, Anayasa Mahkemesinin yasal sınırların
dışına çıkarak vermiş olduğu söz konusu kararın kesin ve bağlayıcı olduğundan
söz edilemeyeceği gerekçelerine dayanmıştır. Anılan mahkeme kararlarında;
ayrıca Anayasa Mahkemesi kararının otomatik olarak başvurucunun tahliyesi
sonucunu doğuracağını kabul etmenin mahkemelerin bağımsızlığı, mahkemelere emir
ve talimat verilemeyeceği, telkinde bulunulamayacağı yönündeki anayasal
düzenlemelere aykırı olduğu ifade edilmiştir.
19. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinin tahliye talebinin
reddine ilişkin kararları ile bu kararlara yönelik itirazların reddine dair
İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi kararlarında yer alan karşıoy yazılarında ise
Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin ve bağlayıcı nitelikte olduğu dile
getirildikten sonra başvurucunun tahliyesine karar verilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
20. Başvurucu 30/1/2018 tarihinde (2018/2620 sayılı başvuru
yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi 12/2/2018 tarihinde,
başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan
kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemece "üzerlerine
atılı bulunan suçların vasıf ve mahiyeti, tutuklulukta geçirdikleri süre,
haklarında hükmolunan cezanın nevi ve miktarı dikkate alınarak"
hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına oyçokluğuyla karar
verilmiştir. Anılan kararda yer alan karşıoy yazısında da başvurucu hakkında
Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı dolayısıyla başvurucunun
tahliyesine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
22. Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı
kararına itiraz etmiş; İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesince 6/3/2018 tarihinde
itirazın kesin olarak reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir. Bu karardaki
karşıoy yazısında da başvurucu hakkında hak ihlali kararı nedeniyle başvurucunun
tahliyesine karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
23. Başvurucu 30/3/2018 tarihinde (2018/8851 sayılı başvuru
yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur.
24. Başvurucu, mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna
başvurmuş; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 27/6/2018 tarihinde
yaptığı tensip incelemesi sonucunda Anayasa Mahkemesi tarafından başvurucu
hakkında verilen hak ihlali kararının kesin nitelikte ve yasama, yürütme ve
yargı organları ile idare makamları, gerçek ve tüzel kişiler yönünden bağlayıcı
olduğunu, ayrıca bu ihlalin sonucunun ortadan kaldırılması gerektiğini
belirterek başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Daire 2/10/2018 tarihinde
başvurucunun istinaf isteminin esastan reddine ilişkin hüküm tesis etmiştir.
25. Başvurucu, anılan kararı temyiz etmiştir. Yargıtay 16. Ceza
Dairesi 5/7/2019 tarihinde başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü "...müsnet suçlar ve/veya silahlı terör örgütüne
üye olmak, örgüt adına suç işlemek ya dahiyararşik yapısına dahil olmamakla birlikte
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yardım etmek suçlarının işlendiğine dair
yeterli ve inandırıcı delil niteliği taşımadığı da gözetilerek sanığın ...
ispat edilemeyen müsnet suçlardan beraatine..." karar verilmesi
gerektiği yönündeki gerekçeyle bozmuştur. Daire kararında, bu sonuca
ulaşılırken temel olarak Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) tarafından verilen ihlal kararlarında yer alan tespit ve
değerlendirmelere atıf yapıldığı ve bu değerlendirmelerin hükme esas alındığı
görülmektedir. Bu bağlamda kararda Anayasa Mahkemesi kararlarının
bağlayıcılığına dikkat çekildikten sonra tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin
ihlal kararlarının derece mahkemelerince ne şekilde dikkate alınması
gerektiğine yönelik olarak da aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir:
"...özellikle yargılama ve olağan yasa
yolları süreci tamamlanmadan yapılan bireysel başvuru incelemelerinde, AYM'nin [Anayasa
Mahkemesi] delil değerlendirmesinin hak
ihlali bağlamında da olsa, asıl yargılama mercileri ile bir yetki çatışması
sonucunu doğurduğu açıktır. Hak ihlalini netice veren meşru müdahale için ikame
olunan delilin yeterli olup olmadığına ilişkin tespitin, yargılama konusu suçun
sübut ve/veya vasfının tayini yönünden de belirleyici olacağında kuşku yoktur.
Ne var ki, yargılama süreci tamamlanmış ve kanun yolu incelemesinden de geçerek
kesinleşmiş hükümler yönünden gerçekleştirilen bireysel başvuru sonucunda
tespit edilen hak ihlallerinin, gerektiğinde yeniden yargılama sebebi olarak
kabul edildiği (CMK 311) sistemde, yargılamanın devamı sırasında ihlal
neticesini doğuracak tespitlerin yargılama mercilerince göz ardı edilmesi
düşünülemez. Aslolanın haksız-ölçüsüz bir müdahaleye maruz bırakılan temel
hakkın bir an önce teslimi olduğuna göre, sair çatışma ve tartışmaların bu
değerin önüne geçmesine 'hukuk düzeninin tekliği' ilkesi de müsaade
etmez..."
26. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi Yargıtay bozma ilamı
sonrasında yargılamaya E.2019/252 sayılı dosya üzerinden devam etmiş ve
4/11/2019 tarihinde "cezalandırılmasına
yeter, kesin, inandırıcı ve şüpheden uzak delil elde edilemediğinden ve bu
itibarlayüklenen suçun ... işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle"
başvurucunun beraatine karar vermiştir. Karar, 12/11/2019 tarihinde
kesinleşmiştir.
27. Öte yandan başvurucu -diğer iddialarının yanında- hakkında
uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmadığı ve bu tedbir dolayısıyla ifade
özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla 12/1/2017 tarihinde AİHM'e başvurmuştur.
AİHM İkinci Dairesi 20/3/2018 tarihinde başvurucunun kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (Mehmet Hasan Altan/Türkiye, B. No:
13237/17, 20/3/208, §§ 85-143; 129-165). Kararın ilgili kısımları şöyledir:
"...
129. Mahkeme [AİHM], bu durumda, başvuranın Anayasa’nın 19. maddesinin
3. fıkrası ihlâl edilerek tutuklandığının ve tutukluluk haline devam
edildiğinin Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiğini gözlemlemektedir
(bkz. Anayasa Mahkemesi kararının 150. paragrafı). Mahkeme, bu sonucun özünde
ilgili tarafından maruz kalınan özgürlükten yoksun bırakmanın Sözleşme’nin 5.
maddesinin 1. fıkrasını ihlâl ettiğini kabul edildiği anlamına geldiği
kanaatindedir. Mahkeme, mevcut davanın kendine özgü koşullarında, Anayasa
Mahkemesi’nin derin bir inceleme sonucunda varmış olduğu sonuçlara
katılmaktadır.
...
135. ... Mahkeme, 26. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin dosyada yer alan unsurları
değerlendirmemesi gerektiğine dair gerekçesine katılamamaktadır. Nitekim aksi
bir tutum, Anayasa Mahkemesi’nin ilgili aleyhinde sunulan delillerin içeriğini
incelemeksizin, ilgilinin tutukluluğuna ve tutukluluk halinin devamına ilişkin
kararın yasallığıyla ilgili şikâyeti inceleyebileceğini ileri sürmek anlamına
gelecektir.
...
139. Mahkeme, bu dayanak
üzerine, özellikle Hükümetin, Sözleşme’nin 5. maddesi bakımından Mahkeme önünde
ileri sürmüş olduğu Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun etkinliğiyle
ilgili iddiaları dikkate alarak, yüksek anayasal yargı organı tarafından
verilen 'nihai' ve 'bağlayıcı' bir kararın ardından İstanbul 26. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından başvuranın serbest bırakılma talebinin reddine ilişkin
olarak ileri sürülen gerekçelerin, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasının
gereklerine uygun olduğu şeklinde değerlendirilemeyeceğini tespit etmektedir. Bir
mahkemenin, bireysel başvurulara ilişkin olarak nihai ve bağlayıcı kararlar
verme yetkileriyle donatılmış bir anayasa mahkemesinin yetkilerini sorgulaması,
hukuk devleti ve hukuki güvenlik temel ilkelerine aykırıdır. Mahkeme,
Sözleşme’nin 5. maddesiyle sunulan korumanın ayrılmaz bir parçası olan bu
ilkelerin, keyfiliğe karşı sunulan güvencelerin köşe taşları olduğunu
hatırlatmaktadır (bkz. yukarıdaki 137. paragraf). Anayasa Mahkemesi’nin
kararını, 'gereğini' yapması için Ağır Ceza Mahkemesi’ne tebliğ etmesine
rağmen, Ağır Ceza Mahkemesi, başvuranın serbest bırakılmasını talep ederek,
Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilen ihlâlin telafi edilmeyeceği şeklinde
Yüksek Mahkeme’ye karşı gelmiştir. Mahkeme, daha önce yukarıdaki 129.
paragrafta, Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ocak 2018 tarihli kararında söz konusu
kararın verildiği tarihe kadar incelenen tutukluluk süreci açısından varmış
olduğu sonuçlara katıldığını beyan ettiğini hatırlatmaktadır. Mahkeme,
dosyanın, Anayasa Mahkemesi’nin kararının ardından tutukluluğun dayanağının
değiştiğini gösteren başka yeni bir gerekçe veya delil unsuru içermediğini
tespit etmektedir. Bu bağlamda Mahkeme, Hükümetin, özellikle İstanbul 26. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin sözde sahip olduğu, ilgili hakkında ileri sürülen kuvvetli
şüphelerin haklı gösterilmesi için sunulan delil unsurlarının, aslında Anayasa
Mahkemesi tarafından incelenenlerden farklı olduğunu göstermediğini
kaydetmektedir. Bu koşullarda Mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın 19.
maddesinin 3. fıkrasının ihlâl edildiği sonucuna varan, açık ve belirsizliğe
yer vermeyen kararının ardından başvuranın tutukluluk halinin devamına karar
verilmesinin, özgürlük ve güvenlik hakkının gerektirdiği şekilde 'hukuka uygun'
olarak ve 'yasal yollara göre' gerçekleştirildiği şeklinde değerlendirilemeyeceği
kanaatindedir.
..."
IV. İLGİLİ HUKUK
28. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Şahin Alpay (2) ([GK], 2018/3007,
15/3/2018, §§ 22-30) başvurusu hakkında verilen karar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucu; yargılamayı yürüten mahkemenin savunmanın iddia
ve delillerini araştırma yoluna gitmediğini, bir oturumda müdafilerin duruşma
düzenini bozdukları gerekçesiyle dışarı çıkarıldığını, tahkikatın
genişletilmesi talepleri dikkate alınmaksızın Cumhuriyet savcısından esas
hakkındaki görüşünün sorulduğunu, tahliye taleplerinin reddi yönündeki
kararlarda yer alan değerlendirmelerin kendisinin cezalandırılması yönündeki
görüşü ortaya koyduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
31. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki iddialarına ilişkin
bir açıklamaya yer verilmemiştir.
2. Değerlendirme
32. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinde
kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmıştır. Anılan maddenin (1)
numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön
koşullar başvurucunun kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden
dolayı güncel bir hakkının ihlal edildiği
iddiasında bulunması, iddia edilen ihlalden kişinin kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması ve bunların
sonucunda başvurucunun mağdur olduğunu
iddia etmesidir (Fetih Ahmet Özer,
B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
33. Bir başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilebilmesi
için başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp iddia edilen
ihlalden doğrudan etkilendiğini, bir başka ifadeyle mağduriyetini kanıtlaması
gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi mağdurluk statüsünün
kabulü için yeterli değildir (Ayşe Hülya
Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24). Öte yandan bir şüpheli
hakkında yürütülen ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararla sonuçlanması veya açılmış olan davanın ertelenmesi, düşürülmesi ya da
sanığın beraatine hükmedilmesi hâlinde -makul sürede yargılanma hakkına ilişkin
iddialara halel gelmemek şartıyla- bu kişilerin adil yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle mağdur olduklarının kabulü mümkün değildir. Ancak bu durum,
soruşturma veya kovuşturmaların yukarıda belirtilen sonuçlarının adil
yargılanma hakkı dışındaki haklara etkisinin incelenmesine engel teşkil etmez (Mustafa Kamil Uzuner ve Mustafa Kadir Gül,
B. No: 2013/3371, 9/3/2016, § 52).
34. Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında açılan kamu davası
beraat kararıyla sonuçlandığından başvurucunun adil yargılanma hakkı
bağlamındaki iddiaları yönünden mağdur sıfatı bulunmamaktadır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
36. Başvurucu; Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararının
derece mahkemelerince uygulanmadığını, savunmanın aksini gösterir yeni hiçbir
delilin dosyaya girmemesine rağmen tutukluluğun devam ettirildiğini, ayrıca
tutukluluğun siyasi nedenlerle sürdürüldüğünü belirterek kişi hürriyeti ve
güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
37. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkındaki yargılamada ilk
derece mahkemesince mahkûmiyet hükmü verildiği, dolayısıyla başvurucunun bir
suç isnadına bağlı olarak tutulma hâlinin sona erdiği, bu durumda mevcut
başvurudaki şikâyetlerin adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvenceler
doğrultusunda incelenmesi gerektiği, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmüne
ilişkin olarak henüz istinaf ve temyiz kanun yollarının tüketilmediği ifade
edilmiştir. Bakanlık ayrıca Anayasa Mahkemesince verilen bir hak ihlali kararı
sonrasında ihlalin ne şekilde giderileceğinin takdirinin derece mahkemelerine
ait olduğu görüşündedir.
38. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında hakkında AİHM
tarafından verilen ihlal kararı ile Anayasa Mahkemesinin Şahin Alpay (2) kararında yer alan tespit
ve değerlendirmelere değinerek Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararına
rağmen tahliye edilmemesinin bir hukuk devletinde kabul edilemez bir durum
olduğunu iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
39. Anayasa'nın "Kişi
hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci
fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini
önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararının uygulanmamasından dolayı temel hak ve
özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddialarının Anayasa'nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
42. Genel ilkeler için bkz. Şahin
Alpay (2) (§§ 39-70) başvurusu hakkında verilen karar.
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
43. Anayasa Mahkemesi aynı nitelikteki Şahin Alpay (2) başvurusunda, tutuklamanın hukuki olmaması
nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiş
olmasına rağmen başvurucunun tutukluluğunun derece mahkemelerince devam
ettirilmesini anayasal ilkeler çerçevesinde incelemiştir. Anayasa Mahkemesi bu
inceleme sonucunda;
- Tutuklama tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü bireysel başvurularda Anayasa
Mahkemesinin somut olayda suç işlendiğine dair kuvvetli
belirtinin bulunup bulunmadığını incelemesinin anayasal bir
zorunluluk olduğunu,
- Bu incelemenin kanun
yolunda gözetilmesi gereken bir hususun incelenmesi veya yerindelik denetimi olarak
nitelendirilmesinin mümkün olmadığını,
- Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararının nihai ve
bağlayıcı olduğunda kuşku bulunmadığını,
- Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu ihlal kararlarının başka
bir merci tarafından Anayasa'ya veya kanuna uygunluk yönünden
denetlenemeyeceğini, aksi yöndeki değerlendirmelerinin anayasal veya yasal bir
dayanağının olmadığını,
- İhlal kararının hukuki sonuç doğurabilmesi için Resmî
Gazete'de yayımlanması gerekli olmayıp ilgili merciye tebliğinin veya
gönderilmesinin yeterli olduğunu,
- Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verip bu ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına hükmettiği durumlarda ilgili mercilerin ihlal kararının
niteliğini dikkate alarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde
hareket etmek zorunda olduğunu, bu bağlamda derece mahkemelerinin görevinin
Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek değil
Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktan
ibaret olduğunu ifade etmiştir (bkz. Şahin
Alpay (2), §§ 73-80). Anayasa Mahkemesince yapılan bu tespit ve
değerlendirmelerin esas olarak Yargıtay ve AİHM tarafından da aynen
paylaşıldığı görülmektedir (bkz.§§ 25, 27).
44. Anayasa Mahkemesi başvurucu hakkındaki ihlal kararında
Anayasa'nın 19. maddesinde tutuklamanın ön koşulu olarak düzenlenen suç
işlendiğine dair kuvvetli belirtinin
soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulamadığı tespitinde bulunmuştur.
45. Anayasa Mahkemesinin bu nitelikteki ihlal kararları
sonrasında derece mahkemelerinin ön koşulunun bulunmadığı tespit edilen
tutukluluğu sona erdirmeleri gerekir. Aksi takdirde ihlal ve sonuçları ortadan
kaldırılmamış olur. Bununla birlikte daha önce tutuklama gerekçesi olarak
gösterilmeyen, dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
değerlendirilmemiş olan yeni olgularla suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin ortaya konulabildiği
oldukça istisnai durumlarda da ihlal kararının gereklerinin yerine getirildiği
kabul edilebilir. Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki takdir aralığı ilk
tutuklamaya göre oldukça sınırlıdır. Böyle bir durumda kuvvetli belirtinin yeni olgularla ortaya
konulup konulmadığı yönündeki nihai değerlendirme Anayasa Mahkemesine aittir
(aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Şahin
Alpay (2), § 82).
46. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı sonrasında
derece mahkemelerince başvurucunun tutukluluk durumu sonlandırılmamış, yukarıda
belirtilen istisnai hâlin varlığı da ortaya konulmamıştır. Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararına rağmen ilk derece mahkemesindeki yargılama aşamasında
tutukluluğun sürdürüldüğü, mahkûmiyet hükmüyle de birlikte tutukluluk hâlinin
devamına karar verildiği, istinaf incelemesinin sonuçlandırıldığı aşamada
başvurucunun tahliye edildiği görülmektedir.
47. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkındaki
kararda tespit ettiği ihlalin ve sonuçlarının derece mahkemelerince ortadan
kaldırılmadığı anlaşılmaktadır.
48. Bu itibarla suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunmaması nedeniyle verilen ihlal kararına
rağmen başvurucunun tutukluluğunun sonlandırılmamış olması Anayasa'nın 19.
maddesinde yer alan güvencelere aykırıdır.
49. Sonuç olarak -mahkemeye erişim hakkının sağladığı
güvencelerle de bağdaşmayacak şekilde- Anayasa Mahkemesinin tutukluluğa ilişkin
ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
50. Öte yandan başvurunun özünün suç işlendiğine dair kuvvetli
belirtinin bulunmaması nedeniyle verilen ihlal kararına rağmen tutukluluğun
sonlandırılmamasına ilişkin olduğu dikkate alınarak başvurucunun -tutukluluğun
devam ettirilmesi suretiyle- diğer bazı temel hak ve özgürlüklerinin de ihlal
edildiği iddiaları ayrıca incelenmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
51. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir."
52. Başvurucu, alıkonulduğu her gün için günlük 10.000 euro
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
53. Başvurucu, bireysel başvuruda bulunduktan sonra İstanbul 26.
Ağır Ceza Mahkemesince 12/2/2018 tarihinde başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin
devamına hükmedilmiş; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 27/6/2018
tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucunun
tutukluluk hâli sona ermiştir. Bu durumda tazminat dışında ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir hususun bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
54. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 589,40 harç ve 3.000 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.589,40 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kişi bakımından yetkisizlik
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 589,40 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan 3.589,40
TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 26. Ağır Ceza
Mahkemesine (E.2019/252) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/1/2020 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu hakkındaki ihlâl kararının (AYM Genel Kurul, B.Başvuru
No: 2016/23672, 11.1.2018) ilk derece mahkemesine ulaşmasından sonra bu merci
tarafından 19.1.2018 tarihinde tahliye talebinin reddedildiği, bu karara karşı
yapılan itirazın da 23.1.2018 tarihinde reddedildiği ve bu kararlara karşı
30.1.2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu görülmekteyse de; ilk derece
Mahkemesinin (İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi) 12.2.2018 tarihinde verdiği
mahkumiyet ve tutukluluk halinin devamı kararına karşı yapılan istinaf
başvurusu sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesince 27.6.2018
tarihinde tensiple birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlâli kararının
yargı merci’inide bağlayacağı ve kesin olduğu gerekçesiyle başvurucunun
tahliyesine karar verildiği ve bu karar sonrasında başvurucunun tahliye
edildiği anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle istinaf yargı mercii devam edegelen
özgürlük ve güvenlik hakkı ihlâline son vermiş, bu konudaki ihtilafı nihayete
erdirmiştir. Dolayısıyle, AYM Genel Kurulu’nca karara bağlanan Şahin Alpay (2)
başvurusundaki gibi, karar tarihinde devam eden bir ihlâl hâli sözkonusu
değildir (B.No:2018/3007, K.Tarihi: 15.3.2018).
Açıklanan nedenlerle; Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkındaki
ihlâl kararı sonrasında bir derece mahkemesinde (İstanbul Bölge Adliye
Mahkemesi) verilen tahliye kararı üzerine başvurucunun tutukluluk durumu
sonlandırılmak suretiyle, ihlâlin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığı
anlaşılmakla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edilmediği, ihlâl
kararının geç uygulanmasının ise başvurucu yönünden ayrı bir tazminat davasına
konu edinilebileceği kanaatinde olduğumdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına
katılmıyorum.