TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ASIM UZUN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/26593)
|
|
Karar Tarihi: 12/2/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Olcay ÖZCAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Asım UZUN
|
|
|
2. Cevriye UZUN
|
|
|
3. Çiğdem ÇAKMAK
|
|
|
4. Esma ÖĞRETİCİ
|
|
|
5. Halit UZUN
|
|
|
6. Hatice DEMİRMAN
|
|
|
7. İsmail UZUN
|
|
|
8. Kemal UZUN
|
|
|
9. Murat UZUN
|
|
|
10. Mustafa UZUN
|
|
|
11. Necla YILMAZ
|
|
|
12. Şenol UZUN
|
|
|
13. Yüksel ÖZGÜN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali ELBEYOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapulu taşınmazın kadastro çalışması sonucu orman
vasfıyla tespit edilmesi ve bu sebeple uğranılan zararın tazmin edilmesi
istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/8/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucuların murisleri İ.U. ve R.U., İstanbul'un Beykoz
ilçesine bağlı Dereseki köyünde bulunan 15 Mayıs 322 tarihli 13/52 sayfa ve
sıra numarasından gelen 32 cilt, sıra 1 yevmiye 36 no ile tapuya kayıtlı olan
taşınmazda 1/2 oranında maliktir.
9. Başvurucuların murisi R.U. 1957 yılında, İ.U. ise 1991
yılında vefat etmiştir.
10. Başvurucular, kadastro çalışmaları sırasında kök tapu
kaydının uygulanmaması nedeniyle taşınmazın tescil harici bırakıldığını
belirterek hisseleri oranında adlarına tescil edilmesi istemiyle 31/12/2013
tarihinde Maliye Hazinesi aleyhinde dava açmıştır. Beykoz 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinde (Mahkeme) devam eden yargılama sırasında yapılan keşif sonucunda
düzenlenen 8/12/2014 tarihli harita ve kadastro mühendisi ile 28/1/2015 tarihli
yüksek orman mühendisi tarafından düzenlenen bilirkişi raporları özetle şu
şekildedir:
i. Taşınmazın 679.465 m² yüz ölçümlü olduğu,
Hamamderesi-Sırmakeş devlet ormanı sınırları içinde kaldığı belirtilmiştir.
ii. Taşınmazın bulunduğu Dereseki köyünde devlet ormanlarının
8/2/1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu uyarınca orman tahdit
uygulamasının 1939 yılında yapılarak kesinleştiğine vurgu yapılmıştır. Ayrıca
aynı yerde 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi
uygulaması kapsamında yapılan tespit sonucunda taşınmazın devlet ormanı
vasfının değişmediği ve tespitin 1992 yılında kesinleştiği ifade edilmiştir.
iii. Taşınmazın sırt, tepe ve vadi ve dereleri kapsayan büyük
bir havzayı kapsadığına, ortalama eğitiminin %30 olduğuna ve doğal yetişen tam
kapalı geniş yapraklı ağaç ve ağaçcıklarla örtülü olarak orman niteliğinin
devam ettiğine işaret edilmiştir.
11. Başvurucular, bilirkişi raporlarında taşınmazın orman
sınırları içerisinde kaldığının tespit edilmiş olması nedeniyle taleplerini
ıslah etmiş ve tescil istemlerini tazminat olarak değiştirmiştir.
12. Mahkeme 23/3/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın
gerekçesinde, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1027. ve
1023. maddelerine göre dava konusu taşınmazda herhangi satın alma işlemi
olmadığı, taşınmazın kesinleşen orman tahdidine göre Hamamderesi-Sırmakeş
devlet ormanı sınırları içinde kaldığı ve kesinleşme tarihi gözönüne
alındığında başvurucuların tazminat taleplerinin zamanaşımına uğradığı
belirtilmiştir.
13. Temyiz edilen karar Yargıtay 20. Hukuk Dairesince (Daire)
16/11/2017 tarihinde onanmıştır.
14. Yapılan karar düzeltme istemi Daire tarafından 7/6/2018
tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
15. Nihai karar başvurucular vekiline 2/8/2018 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucular 29/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. Konu hakkında bkz. Yaşar
Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37-38.
1. Yargıtay Kararları
18. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve
E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan
zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında
değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar
bulunmaktadır.
...
Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro
işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler
üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti
işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu
kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün
oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. 1007 anlamında
Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Burada Devletin sorumluluğu kusursuz
sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni
hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan
yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen
ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan
zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin
dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve
taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek
gerekir.
...
Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz
sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini
Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan
sorumluluğunun da TMK’nun 1007.maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle
görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
..."
19. Yargıtay HGK'nın 13/6/2018 tarihli ve E.2017/5-2025,
K.2018/1189 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...somut olayda 818 sayılı BK’nın 60.
maddesinde (6098 sayılı TBK’nın 72. maddesi) öngörülen ve haksız fiil
sorumluluğunun tabi olduğu 1 ve 10 yıllık zamamaşımı sürelerinin mi yoksa aynı
Kanunun 125. maddesinde (6098 sayılı TBK’nın 146. maddesi) yer alan 10 yıllık
genel zamanaşımı süresinin mi uygulanmasının gerektiği, burada varılacak sonuca
göre davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.
...
Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için,
tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve
bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte,
eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin
sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur.
...
Bununla birlikte Devletin TMK’nın 1007.
maddesi kapsamında sorumluluğu sınırsız olmayıp, belli bir zamanaşımı süresine
tabidir. İşte tam bu noktada kısaca zamanaşımı kavramına ve bu konudaki yasal
düzenlemelere değinmekte fayda bulunmaktadır.
Özel hukukta teknik bir kavram olan
zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanunun kabul etmiş
olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Çekişmelerin bir an önce
sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu
bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak
öngörülen zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu
olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma
aracıdır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.
maddesinin birinci fıkrasında haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini
istemiyle açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ayrıca
düzenlenmiştir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru
zaman” başlıklı 60. maddesinde; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla
nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve
failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her hâlde zararı müstelzim
fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz…” hükmü yer
almaktadır.
BK’nın 60. maddesinin birinci fıkrasına göre,
tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden
itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan
zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.
Diğer bir anlatımla, bir yıllık sürenin
başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş
olması gerekir. Kusur sorumluluğunda failin öğrenilmesi gerekir.
Aynı Kanunun “On senelik müruru zaman”
başlıklı 125. maddesi ise; “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı
takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” şeklinde bir düzenleme
içermektedir. Anılan maddenin birinci fıkrasında süreler belirlendikten
sonramaddenin ikinci fıkrasında ceza dava zamanaşımına yollamada bulunulmuştur.
818 sayılı BK’nın 125-140. (6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu’nun 146-161.) maddeleri arasında düzenlenen genel zamanaşımı
hükümlerine göre alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve
koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir
deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır.
Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü
kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi
keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan
alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis)
hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına
uğramış olması onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için
borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir
defide bulunması gerekir (HGK’nın 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K.
sayılı kararı).
Bu nedenle zamanaşımı hukuki niteliği
itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir defi olup usul hukuku anlamında ise
bir savunma aracıdır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:
2, s.1761; Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku, C. I-II, Ankara 1983, C. Edege çev.,
s.688 vd.; Canbolat, F: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri
Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, s.255 vd.;
HGK’nun 06.04.2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı).
Yasada hangi hakların zamanaşımına uğrayacağı,
hangilerin uğramayacağı belirli bir sistem hâlinde düzenlenmiş değildir. Mevcut
hukuk düzeni ve mevzuata göre, borçlar, ticaret, eşya ve kamu hukukundan
kaynaklanmış olsun bütün alacaklar zamanaşımına tabidir.
BK’nın 125. maddesine göre özel hukukta aksine
bir hüküm bulunmadıkça alacaklar ilke olarak on yıllık zamanaşımına tabidir. 10
yıllık süre ise kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin
öğrenilmesi ile başlar.
Yukarıda ifade edildiği gibi TMK’nın 1007.
maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunun objektif-kusursuz sorumluluk hâli
olduğunun kabul edildiğine ve bu sorumluluk hâlinin 818 sayılı BK’nın 41. ve
devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığına
göre, aynı Kanunun 60. maddesinde (6098 sayılı BK’nın 72. maddesi) yer alan
zamanaşımı kurallarının uygulanma imkânı olmadığı gibi, TMK’nın 1007. maddesine
dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı süresinin öngörülmediği
dikkate alındığında, 818 sayılı BK’nın 125. maddesindeki (6098 sayılı BK’nın
146. maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin devletin sorumluluğu için
uygulanması gerekir.
...''
20. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 21/12/2015 tarihli ve
E.2015/3740, K.2015/12886 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: :
"...
Mahkemece, kadastro tespitinin 1953 yılında
yapıldığı, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesine göre 10 yıllık süre
içinde tespite itiraz edilmemesi nedeniyle tutanakların kesinleştiği, esasen
ortada devletin sorumluluğunu gerektirecek tapu sicilinin yanlış tutulmasından
kaynaklanan bir yolsuz tescil durumunun da olmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi
gereğince açılan tazminat ile tapu iptali ve tescil davasıdır.
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı
gerekçeye göre; çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı
ve davacıların kadastro tespitine itiraz etmemeleri nedeniyle 1963 yılında
kesinleşerek davalı gerçek kişiler adına tapu kaydı oluştuğu, bu tarihten
itibaren davacıların mülkiyet hakkına dayanarak tazminat isteme haklarının
kalmadığı, kaldı ki; TMK'nın1007. maddesine dayanılarakaçılan
tazminatdavalarıiçin ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar
Kanununun 146. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125.) maddesinde yazılı 10
yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanmasının söz konusu olduğu davada,
tespitin kesinleştiği 1963 yılından itibaren 10 yıllık süre içinde dava
açılmaması nedeniyle bu sürenin de geçtiği, davalı Hazinenin de zamanaşımı
itirazında bulunduğu gözönüne alındığında davanın reddine karar verilmesinde
isabetsizlik bulunmadığına göre, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi
ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA
..."
21. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 23/11/2017 tarihli ve
E.2016/2493, K.2017/9897 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacılar vekili, 24/10/2014 havale
tarihli dilekçesinde özetle; İzmir ili, Merkez, Narlıdere 156 ada 1406 parsel
sayılı taşınmazın müvekkillerin murisi tarafından 1976 yılında satın
alındığını, ancak Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan dava sonucu tapu
kaydının iptal edilerek, orman sınırları içine alındığını ileri sürerek,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak suretiyle şimdilik 15.000,00.-TL
tazminatındava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte
davalıdantahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Hazine ise süresinde verdiği cevap
dilekçesinde: tapu iptali ve tescil kararınınkesinleştiği tarihten
itibarenzamanaşımı süresiningeçtiğiniileri sürmüştür.
Mahkemece, davanın 10 yıllık zamanaşımı
süresinde açılmamış olması sebebiyle reddine karar verilmiş, hüküm
davacılarvekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava,TMK'nın 1007. maddesi uyarınca açılan
tazminat davasıdır.
İncelenen dosya kapsamına ve kararın dayandığı
gerekçeye göre, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1981/602 E. - 1983/403 K.
sayılıkararının kesinleştiği 28/11/1983 tarihi ile davanın açıldığı 24/10/2014
tarihleri arasında 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından,
yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan
hükmün ONANMASINA,
..."
22. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 10/5/2018 tarihli ve
E.2016/7929, K.2018/3624 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Dava, tapu kaydının mahkeme kararı
ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın 1007.
maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı
gerekçeye, Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu İzmir 4. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 1999/805 E. - 2001/752 K. sayılı ilamıyla davacıların miras
bırakanının maliki olduğu 198 ada 75 parsel sayılı taşınmazın 53.519 m2
yüzölçümlü kesiminin kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapu
kaydının iptaline ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilerek
temyiz edilmeksizin 03.12.2001 tarihinde kesinleştiğine, eldeki tazminat
davasının ise 28.04.2015 tarihinde açıldığına, 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanununun 146.maddesindedüzenlenen 10 yıllık dava açma zamanaşımı süresinin
dolduğuna, davalı Hazine süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre yazılı
şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından hükmünONANMASINA,
...''
23. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 7/5/2019 tarihli ve
E.2019/1461, K.2019/3223 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721
sayılı TMK'nın 1007. maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı
tazminat davasıdır.
İncelenen mahkeme dosyasına, kararın dayandığı
gerekçeye, dava konusu yeniköy 237 parsel sayılı taşınmazın 1969 yılında
yapılan kadastro sırasında 14/08/1956 tarih 96 sıra numaralı tapu kaydına
dayanarak T. T. adına tespit edildiği, Orman Yönetimi tarafından kadastro
tespitine itiraz edilmesi sonucu tapulama mahkemesinin 1982/110 E. - 1985/298
K. sayılı ilamı ile taşınmazın tapuda orman olarak kayıtlı olan taşınmaz
sınırları içinde kalması nedeni ile davanın kabulüne, taşınmazın Hazine adına
tescil edilmiş ormana ait kaydın müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne
aktarılmasına karar verildiği, anılan hükmün 23/09/1991 tarihinde kesinleştiği,
eldeki davanın 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 16/03/2015 tarihinde
açıldığı, davalı Hazinenin süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğu,
davacının tescil talebi açısından ise Tapulama Mahkemesinin kararının orman
yönetimi ve tespit malikinin mirasçıları için kesin hüküm oluşturduğu,
belirlenerek hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde
görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün
ONANMASINA,
..."
2. Bölge Adliye Mahkemesi
Kararları
24. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin 2018
yılında açılan davaya ilişkin 18/1/2019 tarihli ve E. 2019/52, K.2019/90 sayılı
kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava, tapu kaydının yanlış kişi adına
tescilinden kaynaklı uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi
uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle
reddinekarar verildiği, hükmün davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna
getirildiği görülmüştür.
...
Dava konusu taşınmazın tapu kaydı ve kadastrol
tutanaklarının incelenmesinde Mehmet Karakuyu adına 24/12/1979 tarihinde tapuya
tescil edildiği görülmüştür. 3402 sayılı kadastro kanunun 12/3 maddesine göre
tapulama tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra
kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilip dava açılamaz.
...
10 yıllık zamanaşımı süresi içinde TMK 1007
maddesine göre kadastral işlemlere dayanılarak tazminat talep hakkı 18/11/2009
tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihatı ile tanınmışsa da gerek kadastro
tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık sürenin gerekse Anayasa
mahkemesinin 2014/6673 esas sayılı dosyasında belirtilen makul süre bu davada
dava tarihi itibariyle geçmiş olduğundan mahkemenin vermiş olduğu karar
doğrudur.
...''
25. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin 25/2/2019
tarihli ve E.2018/606, K.2019/75 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava, TMK 1007. maddesi uyarınca tapu
sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat istemine ilişkindir.
İstinaf edilmek suretiyle Dairemiz önüne gelen
uyuşmazlık, orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle tapusu iptal edilen taşınmaz
nedeniyle TMK.nun 1007. maddesi uyarınca açılacak davalarda zamanaşımı
süresinin bulunup bulunmadığı, varsa bu sürenin başlangıcının zararın oluştuğu
tarihten mi yoksa 18/11/2009 tarihli Yargıtay HGK ile yargı yolu açılması
sonucu HGK kararından itibaren mi zamanaşımının başlayacağına ilişkindir.
Tazminat istemine konu 111 parsel sayılı
taşınmaz, Mart 1951 tarih C.139, S:64, N:136 sayılı tapu kaydı ve 176 tahrir
nolu vergi kaydı dayanak alınarak 40900 m² yüzölçümü ve beyanlar hanesinde
"4753 sayılı Kanunun 7nci bölümünün 61, 62, 63 maddelerine göre takyide
tabidir" belirtmesi ile Durmuş Göç adına tesbit edilmiş ve itiraz
edilmeksizin 04/07/1978 tarihinde kesinleşmekle tapu siciline tescil
edilmiştir.
...
Yukarıda belirtilen bilgiler ışığında somut
olay değerlendirildiğinde; hâlen tapu sicilinde muris adına tescilli bulunan
111 parsel sayılı taşınmaz, 4753 sayılı Kanun hükümleri uyarınca oluşan Mart
1951 tarih 136 sıra sayılı tapu kaydı dayanak alınarak 1978 yılında 766 sayılı
Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda muris
Durmuş Köç adına tescil edildiği, Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin
05/06/1985 tarihli 1984/262-350 E.K. sayılı kararı uyarınca Devlet Ormanı
sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline karar verildiği ve
temyiz edilmeksizin hükmün 12/11/1986 tarihinde kesinleştiği, tapu sicilinde
terkin işlemi yapılmasa daTMK 705/2 maddesi uyarınca mülkiyetin mahkeme
işleminin kesinleştiği 12/11/1986 tarihi itibariyle Hazineye geçtiği, tescilin
açıklayacı nitelikte bulunduğu, 10 yıllık zamanaşımının, mülkiyetin geri alınma
imkanı olmaksızın yitirilmesi tarihinden itibaren 12/11/1996 tarihinde dolduğu,
ancak bu tarih itibariyle bulunan yargısal içtihatların, Devletin tapu
sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında
yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009
tarihli kararından sonra Yargıtay içtihadlarının değiştiği veTMK.nun 1007.
maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da
gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın
niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığının belirtilmesi sonucu
tazminat talep etme yolunun açıldığı, bu durumun AİHM de yeni bir iç hukuk yolu
oluştuğunun kabul edildiği, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş
bulunan eldeki dava yönünden 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında dava
açılabilmesi imkanı yönünden Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen hak
ihlali kararı nazara alınarak makul bir sürenin öngörülmesi gerektiği,
davacıların eldeki davayı04/05/2015 tarihinde açtığı, ancak 02 Aralık 1991
tarihli Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskan Dairesi Başkanlığının
yazısından muris ve dava dışı başkaca kişilere ait taşınmazların mahkeme hükmü
nedeniyle iptali nedeniyle Varsak Köyü 1612 parselden arazi tahsisinin 3202
sayılı Kanunun 9/k maddesi uyarınca istendiği, daha sonra mirasçılarca
09/12/2010 tarihli dilekçe ile talebin yenilendiği ve Antalya Valiliği
Defterdarlık Milli Emlak Dairesi Başkanlığı Batı Antalya Emlak Müdürlüğü
tarafından 03/02/2015 tarihli 2661 sayılı yazı ile Mülga 4753 sayılıKanun
kapsamında ödenen bedellere karşılık hak sahiplerine taşınmaz verilmesinin
mümkün olmadığı ve ödendiği belgelenecek bedellerin denkleştirici adalet ilkesi
doğrultusunda hak sahiplerine iade edilmesinin bakanlık Makamının 01/07/2014
tarihli ve 828 sayılı 'Olur'ları ile uygun görüldüğü bildirildiği belirtilerek
dava dışı kişilere bedel ödemesinde bulunulduğu, ancak davacılara bir ödeme
yapıldığının bildirilmediği, 03/02/2015 tarihli bildirimden itibaren davanın
yaklaşık 2 ay sonra açıldığı, davacıların ve murislerinin arazi tahsisine ilişkin
başvuruları yönünden idare yazışmalarının 03/02/2015 tarihine kadar devam
ettiği, nihayetinde 03/02/2015 tarihi itibariyle mahkeme kararı ile iptal
edilen taşınmazları yerine idarece arazi verilmeyeceğinin anlaşıldığı nazara
alınarak 08/11/2009 tarihinden itibarenoluşan iç hukuk yolu itibariyle eldeki
davanın makul süre içinde açıldığı ve böylecekamu yararı ile bireylerin
mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabileceği kabul
edilerek başvurucu davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün
kaldırılması ve dava dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmesi yönünde
aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
26. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesinin
26/3/2019 tarihli ve E.2018/2019, K.2019/898 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
"...
Dosya kapsamından dava konusu Şileİlçesi,
Çayırbaşı köyü 191parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu,
taşınmazınkısmen orman tahdidi içinde olması nedeniyle Orman İdaresi tarafından
açılan dava sonucu Şile Asliye HukukMahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar
sayılı ilamı ile taşınmazın 840 m2 lik kısmının tapu kaydının iptali ileorman
vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiği, kararın 05/04/2002 tarihinde
kesinleştiği, tapunun bedelsiz olarak iptal edilmesi nedeniyledavacının
12/07/2017 tarihinde eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır.
TMK'nın 1007. maddesine dayanılarak açılan
davalar6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 125.
maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinine tabidir.
Dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye,
dava konusu parsele ilişkinŞile Asliye HukukMahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8
Karar sayılı ilamının kesinleştiği 05/04/2002 tarihtenitibaren 10 yıllık
zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına, yerleşik yargıtay uygulamalarına göre
zamanaşamı süresinin iptal kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlamasına
göre verilen kararusul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf
itirazlarının reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.''
B. Uluslararası Hukuk
27. Konu hakkında bkz. Yaşar
Çoban, §§ 41-47.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 12/2/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Taşınmazın Adlarına
Tescil Edilmemesine İlişkin Şikayet Yönünden
1. Başvurucuların
İddiaları
29. Başvurucular 1/2 oranında murislerine ait olan taşınmaza ait
tapu kaydının kadastro tespiti sırasında uygulanmaması sonucunda taşınmazın
tescil harici bırakıldığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluna başvurabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
31. Somut olayda başvurucular, kadastro çalışmaları sırasında
kök tapu kaydının uygulanmaması nedeniyle taşınmazın tescil harici bırakıldığını
belirterek hisseleri oranında adlarına tescil edilmesi istemiyle dava
açmışlardır. Ancak yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında taşınmazın
orman niteliğinde olduğunun belirlenmesi sonucunda başvurucular, davayı ıslah
ederek tescil istemi taleplerini tazminat olarak değiştirmişlerdir. Dolayısıyla
başvurucular tarafından taşınmazın adlarına tescil edilmesine yönelik talebin
sürdürülmediği dikkate alındığında tescil istemi yönünden başvurucuların hukuk
sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu
sonucuna ulaşılmaktadır.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. 4721 Sayılı Türk
Medeni Kanunu'nun 1007. Maddesi Kapsamında Açılan Tazminat Davasının
Zamanaşımından Reddedilmesine İlişkin Şikayet Yönünden
1. Başvurucuların
İddiaları
33. Başvurucular, murisleri adına tapuya kayıtlı taşınmazın tapu
kaydının yok sayılarak orman sınırları içerisine alındığını ve bedeli ödenmeyen
taşınmaz için 2013 yılında açtıkları tazminat davasının zamanaşımı gerekçesiyle
reddedildiğini belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
34. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Anayasa
Mahkemesi tarafından 25/7/2017 tarihli kararda ortaya konulmuştur (Yaşar Çoban, §§ 54-75). Buna göre her ne
kadar başvurucular mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucuların
bütün şikâyetleri ilgili olduğu adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye
erişim hakkı yönünden incelenmiştir.
35. Anayasa Mahkemesince Yaşar
Çoban kararında Yargıtayın 18/11/2009 tarihinden önceki içtihadının,
devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün
oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK'nın
18/11/2009 tarihli kararından sonra içtihadın değiştiği belirtilmiştir. Bu
içtihatta 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro
görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar
düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığı
belirtilmiştir. Yargıtay hukuk daireleri de bu tarihten sonra Yargıtay HGK'nın bu
içtihadı doğrultusunda karar vermiştir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) de Yargıtay HGK'nın bu içtihadından sonra yeni bir iç hukuk yolu
oluştuğunu kabul ederek kabul edilemezlik kararları vermiştir (Yaşar Çoban, §§ 45, 46, 68). Anayasa Mahkemesi
de daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un
1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki
işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna
ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No:
2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi
Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No:
2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).
36. Yargıtay, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi uyarınca
açılacak tazminat davalarının11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 146. maddesi (818 sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi) gereğince on
yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu kabul etmektedir (bkz. § 19).
Buna göre kadastro tespiti nedeniyle mülkiyet kaybının kesinleştiği tarihten
itibaren on yıl içinde tazminat davasının açılması gerekmektedir (Yaşar Çoban, § 69).
37. Somut olayda, başvurucuların murislerine ait taşınmaz 1939
yılında kesinleşen orman kadastrosu sonucunda orman sınırları içerisine
alınmıştır. Mahkeme orman olarak tespit edilen taşınmaz hakkında 2013 yılında
4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanılarak açılan davada 6098 sayılı
Kanun'un 146. maddesindeki (818 sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi) on yıllık
genel zamanaşımı süresinin geçtiğine ve bu nedenle davanın reddi gerektiğine
hükmetmiştir.
38. Başvurucuların murisleri tarafından 1939 yılında kesinleşen
kadastro tespitine karşı dava açılmamıştır. Dolayısıyla Mahkeme ve Daire
kararları gözetildiğinde en son 1949 yılında dava açılmış olması gerekmektedir.
Ancak anılan tarihteki Yargıtay içtihadı 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinin
tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı biçimindedir.
Diğer bir ifadeyle o tarihteki içtihat itibarıyla 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde
düzenlenen sorumluluk davası, başvurucuların tazminat iddiasını incelemeye ve
gerekirse başvurucular lehine tazminata hükmedilmesine elverişli bir yol
değildir. Bu dava, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra
başvurucuların tazminat talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli
hâle gelmiştir (Yaşar Çoban, §
71).
39. Yaşar Çoban
kararında ifade edildiği üzere 18/11/2009 tarihinde oluşan bu hukuki yol için
zamanaşımı süresinin bu tarihe kadar dolduğunun tespit edilmiş olması 4721
sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunu
etkisizleştirmektedir.Sonradan oluşan bir hukuk yoluna ilişkin zamanaşımı
süresinin kişinin bu yola başvurmasını kesin olarak imkânsız hâle getirecek bir
tarihte başlayacağının kabulü, sınırlamanın istisna olduğu ilkesiyle
bağdaşmamaktadır. Bununla birlikte 6098 sayılı Kanun'un 146. maddesi (818
sayılı mülga Kanun'un 125. maddesi) gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin
hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması amacına matuf olduğu gözetildiğinde bu
sürenin tamamen göz ardı edilmemesi gerektiği de açıktır. Başvurucuların dava
açma hakkını kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki güvenlik ve istikrar
ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasında dava açmanın süreye bağlanmış
olmasını anlamsız kılmayacak şekilde bir denge kurulmalıdır. Bu denge kurma
çabasının, on yıllık zamanaşımı süresinin bu hukuki yolun oluştuğu 18/11/2009
tarihinden itibaren yeniden işleyeme başlayacağının kabulünü zorunlu
kılmadığının altı çizilmelidir. Aksi takdirde zamanaşımı süresinin öngörülmesi
anlamsız hâle gelecek ve kamu yararı ile bireysel yarar arasında gözetilmesi
gereken denge kamu yararı aleyhine bozulmuş olacaktır. Önemli olan husus,
18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunanlar yönünden 4721
sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında dava açılabilmesine imkân tanınmış
olmasıdır (Yaşar Çoban, §§
72-73).
40. Yaşar Çoban
kararında 18/11/2009 tarihinden
önce zamanaşımı süresi dolan başvurucuların dava açabilmelerini mümkün kılacak
makul bir süre öngörülmesi gerektiği belirtilmiş ve bu sürenin ne kadar
olacağının takdiri derece mahkemelerine ve Yargıtaya bırakılmıştır.
41. Bu durumda yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda
18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş olan somut başvuruya konu
davanın, bu tarihten sonra makul bir süre içinde açılıp açılmadığının tespit
edilmesi gerekmektedir. Belirlenecek bu sürenin dava açılmasını mümkün kılacak
yeterliliğe sahip ve öngörülebilir olması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Fakat bu süre, dava açma hakkının kullanabilmesindeki bireysel yarar ile hukuki
güvenlik ve istikrar ilkesinin sağlanmasındaki kamu yararı arasındaki dengeyi
de bozmamalıdır. Hesaplamada uyuşmazlığın dava edilebilmesini süreye tabi kılan
zamanaşımı düzenlemesi de dikkate alınmalıdır. Nitekim uyuşmazlık için
belirlenen on yıllık zamanaşımı süresi kadar veya daha fazla bir sürenin
öngörülmesi hâlinde hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedeleneceği açıktır.
Ayrıca bu dava, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli içtihadından sonra tazminat
talebinin incelenmesi bakımından etkili ve elverişli hâle geldiğinden bu
tarihten hemen sonra davanın açılmasını beklemek de hakkaniyete uygun
düşmeyecektir. Zira bu süre, Yargıtay HGK içtihadının toplum tarafından
bilinebilir hâle geleceği bir zaman diliminden daha kısa da olmamalıdır.
42. Sonuç olarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında
Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli içtihadından önce zamanaşımı süresi dolmuş
bulunan tazminat talepleri hakkında bu tarihten itibaren makul bir süre
içerisinde dava açılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Bu sürenin ne kadar
olacağının takdirinin derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi
konumunda olan Yargıtaya ait olduğu kuşkusuz olmakla birlikte, somut olayda
derece mahkemelerinin bu yönde bir değerlendirmeye yer vermedikleri ve dava
açılmasını mümkün hâle getirebilecek şekilde makul bir süre tespiti yoluna
gitmedikleri anlaşılmaktadır. Derece mahkemeleri başvurucular tarafından
31/12/2013 tarihinde açılan davada, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı
süresinin dolduğunu tespit etmişlerdir. Yukarıda yer verilen değerlendirmeler
de dikkate alındığında, 18/11/2009 tarihinden 4 yıl 1 ay 13 gün sonra açılan
davanın makul kabul edilebilecek bir sürede açılmadığı sonucuna varılmıştır.
Dolayısıyla 18/11/2009 tarihinde etkili hâle gelen hukuk yolu için bu süreden
sonra makul denilebilecek sürede dava açmayan başvurucuların davasının
zamanaşımından reddedilmesi suretiyle başvuruculara yüklenen külfetin orantısız
olduğundan bahsedilemez. Bu nedenle kamu yararı ile bireyin mahkemeye erişim
hakkı arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucular aleyhine
bozulmadığı değerlendirilmiştir.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların;
1. Taşınmazın adlarına tescil edilmemesine ilişkin
şikayetlerinin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesi kapsamında
açtıkları tazminat davasının zamanaşımından reddedilmesine ilişkin
şikayetlerinin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
12/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.