TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MERAL KORKMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/26949)
Karar Tarihi: 15/6/2022
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Basri BAĞCI
Kenan YAŞAR
Raportör
Hüseyin MECEK
Başvurucu
Meral KORKMAZ
Vekili
Av. Yıldız İMREK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, buna ilişkin açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Otuz haftalık gebe olan başvurucu, sancı ve bel ağrısı şikâyetiyle 4/12/2008 tarihinde Kahta Devlet Hastanesine müracaat etmiştir. Kadın Doğum Uzmanı Dr. F.E.İ. tarafından yapılan muayenesi ve tetkikleri sonucunda, kollumun (rahim dibine uzanan kanal) kapalı, USG normal, idrarda lokosit pozitif, protein negatif tespit edilmiş, idrar yolu enfeksiyonu ve gebelik tanısıyla hastaneye yatışı yapılmıştır. Burada serum takılarak hidrasyon, antibiyotik ve seleston tedavisi uygulanmıştır. 5/12/2018 tarihinde ağrısı azalan başvurucunun ertesi gün ağrısı tekrar artmıştır. Son iki gündür kostipe (kabız) ve konfüze (sersemlik) olduğunu söyleyen hastada bulantı ve kusma başlamış, lavman yapılmış ve Ulcuran amp uygulanmıştır. Hastanede yapılan rutin NST (fetusun kalp atış hızı kontrolü) testinde erken doğumla ilgili herhangi bir bulgu tespit edilmemiştir. Başvurucu, Malatya Devlet Hastanesinde yakınları olduğunu ve orada tedavi olmak istediğini doktorundan talep etmiştir. Bunun üzerine başvurucu 6/12/2008 tarihinde Adıyaman Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiştir.
6. Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde aynı gün yapılan muayenesi ve çekilen NST değerlendirilmesinde, vital bulgularının normal olduğu, ödeminin ve doğum sancısının olmadığı, kostrovertebral (kaburga ve omur arası) ve hipokondrik bölgede (batın sağ ve sol yanı) ağrı tespit edildiğinden başvurucunun genel cerrahi uzmanınca değerIendirilmesine karar verilerek ambulansla Adıyaman Devlet Hastanesine sevk edilmiştir.
7. Adıyaman Devlet Hastanesi Acil Servisinde 6/12/2008 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle genel cerrahi uzmanı tarafından yapılan muayenesinde gebelik ve kolesistit (safra kesesi iltihabı) tanısı konulmuştur. Başvurucu buradan kendi isteği üzerine Malatya Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir.
8. Malatya Devlet Hastanesinde 7/12/2008 tarihinde gebelik ve kolesistit ön tanısıyla yatırılan hastaya yapılan kadın doğum konsültasyonu sonucu in utero ex ve hellp sendromu olduğu değerlendirilerek ileri tetkik ve tedavi amacıyla İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Kadın Doğum Kliniğine sevk edilmiştir. Burada gebelik ve preeklampsi (gebelik zehirlenmesi) tanısı konulan başvurucu, acil sezaryene alınmıştır. 7/12/2008 tarihinde 31 haftalık prematüre hellp sendromlu (gebelikte karaciğer ve kandaki bozukluk) bebek ölü olarak doğmuş, kalp atımı ve spontan solunumu olmayan bebek entübe edilmiş, kardiopulmoner resusitasyon uygulanmış ise de tedaviye cevap vermemiştir.
9. Sezaryenden sonra aynı hastanede tedavisine devam edilen başvurucu 23/12/2008 tarihinde taburcu olmuştur.
10. Başvurucu 13/2/2009 tarihinde gebelik sürecinde yapılan hatalı tıbbi müdahalelerden ötürü bebeğin ölmesi ve kendisinin de hayati tehlike geçirecek şekilde yoğun bakım ünitesinde tedavi görmesinden ötürü zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığına müracaat etmiştir. Sağlık Bakanlığı 13/4/2009 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir.
11. Bunun üzerine başvurucu müdahalede bulunan hekimlerin hatalarından ötürü ağır hizmet kusuru işlenmesi sonucu bebeğini kaybettiği ve kendisinin de hayati tehlike geçirecek şekilde hastalandığı iddiasıyla maddi ve manevi zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığı aleyhine 15/6/2009 tarihinde Malatya 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır.
12. Başvurucunun dava dilekçesindeki iddiaları şöyledir: Gebelik sürecinde kanama şikâyetiyle müracaat ettiği Kahta Devlet Hastanesinde görevli Dr. F.E.İ. takiplerini gerektiği şekilde yapmamıştır. Malatya'ya sevkini talep etmiş, ancak Dr. F.E.İ. kendisini Malatya yerine Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine sevk etmiştir. Ambulans yerine hasta nakil aracıyla sevki gerçekleştirilmiş, kendisine refakat edecek hemşire ya da ebe verilmemiştir. Sevk edildiği Adıyaman Kadın Doğum Hastanesinde acılar içinde yirmi dakika beklemiş, buradaki tedaviden sonra Adıyaman Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir. Safra kesesi enfeksiyonu tanısıyla Malatya Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir. Ambulansın ısıtma sistemi çalıştırılmamış ve kendisi dışında hiçbir sağlık çalışanı ambulansta bulunmamıştır. Adıyaman'daki hastanelerde doğru tıbbi teşhis konulamadığı için ameliyat gecikmiştir. Malatya Devlet Hastanesine geldiğinde ise kendisine preeklampsi tanısı konulmuş hayati tehlikesi olduğundan bahisle İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine sevk edilmiştir. Sevk sırasında kendisine oksijen verilmemiş, sezaryenle acil doğum gerçekleşmiştir. Bebek 45 dakika yaşadıktan sonra vefat etmiş, kendisinin de iki kez kalbi durmuştur.
13. İdare Mahkemesi ilgili hastanelerden epikriz raporları, müşahade ve muayene formları, hasta giriş ve çıkış kâğıtları, taburcu formu gibi tıbbi bilgi ve belgeleri getirtmiştir.
14. İdare Mahkemesi; hastanelerde yapılan muayene ve tetkiklerin gereği gibi yapılıp yapılmadığı, teşhis ve tedavi sürecinde gecikme olup olmadığı varsa bu durumun hastalığın seyrine etkisi, sevk edildiği hastanelere gönderilmesi için seçilen aracın davacının hastalığa uygun olup olmadığı, araç donanımının yeterli olup olmadığı, Malatya Devlet Hastanesinden Malatya Turgut Özal Tıp Merkezine ambulansla sevk sırasında oksijen verilmemiş olmasının bebeğin kaybedilmesi ve başvurucunun hastalanması sonucunun meydana gelmesinde etkisinin olup olmadığı, hastanelerin bebeğin kaybedilmesi ve başvurucunun hastalanmasında hizmet kusurlarının bulunup bulunmadığının tespiti için Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor düzenlenmesine karar vermiştir.
15. ATK 1. İhtisas Kurulunca 6/6/2012 tarihinde rapor düzenlenerek İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Başvurucu vekili 6/8/2012 tarihinde ATK raporuna itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; ATK'nın bağımsız olmadığını, başvurucunun beyan ve iddialarının dikkate alınmadığını, raporun yeterli gerekçe içermediğini belirterek yeni bir bilirkişi heyetinden rapor tanzim edilmesini talep etmiştir. İdare Mahkemesi; öne sürülen ihmal iddialarının başvurucunun sağlığına etkisi olup olmadığı, sevk işlemlerinden ve ambulansla sevk sırasında oksijen verilmemesinin bebeğin ölümü ve başvurucunun sağlığı üzerinde etkisi konusunda daha detaylı ve gerekçeli değerlendirme yapılarak ek rapor düzenlenmesi için 18/10/2012 tarihinde müzekkere yazmıştır. İlk düzenlenen rapordaki sonuçlarla birlikte ATK 1. İhtisas Kurulunun 12/12/2012 tarihinde verdiği ek raporun sonuç kısmı şöyledir:
"1-Zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olmakla birlikte tıbbi belgelere göre; HELLP Sendromu ve şiddetli preeklamsi nedeni ile acil sezaryenle 31 haftalık 1.700 gr ağırlığında doğurtulan, doğduğunda kalp atımı ve solunumu olmayan, uygulanan CPR’a yanıt vermeyen bebeğin intrauterin anoksi sonucu öldüğünün kabulü gerektiği,
2-04/12/2008 tarihinde sancı ve bel ağrısı şikayetleri ile Kahta Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine başvuran. ... idrar yolu enfeksiyonu tanısıyla yatışı yapılan, antibiyotik, seleston tedavisi verilen, hidrasyon yapılan, NST sonuçları reaktif olan, ... iki gündür konstipasyonu olan, lavman ve i.m. ulcuran yapılan, sancıları gerilemeyen, hastaneye yatışında yapılan tetkikleri ve muayene bulguları ile preeklamsi tablosu olmayan hastanın kendi isteği üzerine ambulans ile sevk edilmesinin uygun olduğu, [Dr. F.E.İ.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı,
06/12/2008 günü saat 20:00 sıralarında Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine getirilen, ... sağ kostovertebral ve hipokondriak bölgedeki ağrıya bağlı genel cerrahi açısından değerlendirilmek üzere Adıyaman Devlet Hastanesi Acil Servisine ambulans ile sevkinin uygun olduğu, [Op.Dr. M.S.G.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı,
Adıyaman Devlet Hastanesinde yapılan genel cerrahi konsültasyonunda muayenesinde tansiyon ve nabız değerleri normal, karın sağ üst kısmında ağrısı şiddetli dinlemekle bağırsak sesleri normal olan hastada mevcut laboratuar bulguları eşliğinde safra kesesi iltihabı durumu gelişmiş olabileceği kanısına varılan hasta ve hasta yakınına hastanın yatışının gerekeceği, ilaç tedavisi ile takip edilmesi gerektiği, takip sırasında ağrısının hemen geçmeyebileceği, ilaç tedavisi ile takip sırasında hastanın tedaviye yanıtının olmaması halinde ameliyat gerekebileceği, hastanın gebe olması sebebiyle ameliyat olması gerekebilecek durumda kadın doğum uzmanının davet edilerek ameliyatın yapılabileceği bilgisi verilen, hasta yakınının Malatya Devlet Hastanesinde bir yakınlarının görev yaptığını genel cerrahide hemşire olarak çalıştığını, sevklerinin Malatya Devlet Hastanesine yapılmasını istemeleri nedeniyle tetkiklerinde karaciğer enzimlerinin yüksek ve lökositozu olduğu, tespit edilen hastanın yatışının yapılarak takip edilmesinin önerilmesinin ve genel durumu stabil olan hastanın isteği ile ambulansla Malatya Devlet Hastanesine sevk edilmesinin uygun olduğu, [Op.Dr. H.T.T.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı, genel durumu stabil olan hastanın Malatya Devlet Hastanesi’ne sağlık memuru ile ambulansla sevk edildiği, sevki sırasında damar yolunun açık olduğu, oksijen verildiği, hastanın durumunda sevkinden kaynaklanan bozulma olmadığı.
Malatya Devlet Hastanesinde 07/12/2008 tarihinde yapılan genel cerrahi ve kadın doğum konsültasyonunda in utero ex ve HELLP? düşünülerek tetkik ve tedavi amaçlı, hastanın [İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi] Kadın Doğum Kliniğine sevk edilmesinin uygun olduğu, [Op.Dr. M.S.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı.
Hastanın Malatya Devlet Hastanesi’nden Turgut Özal Tıp Merkezi’ne ebe ve hemşire ile ambulans ile sevk edildiği, sevki sırasında ambulansta görevli sağlık personelinin ifadesinde de belirttiği gibi hastanın solunum problemi olmadığı, oksijen ihtiyacı bulunmadığı, ambulansla 7 dakikada Turgut Özal Tıp Merkezi’ne getirildiği muayenesinde solunum problemi tespit edilmediği, Malatya Devlet Hastanesi’nden Turgut Özal Tıp Merkezi’ne ambulansla 7 dakikada sevk edilen solunum problemi olmayan sevki sırasında ihtiyacı olmadığı için oksijen verilmeyen HELLP Sendromu + şiddetli preeklamsi tanısı ile sezaryene alınan hastaya sevki sırasında gerekli olmadığı için oksijen verilmemesinin bebeğini kaybetmesi ve kendisinin hastalanması sonucunun meydana gelmesine etkisinin olmayacağı,
[İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi] Kadın Doğum Kliniğinde yapılan muayenesinde ... hastanın HELLP Sendromu + şiddetli preeklamsi tanısı ile sezaryene alınmasının, sezaryenle doğurtulan, kalp atımı ve solunumu olmayan bebeğin entübe edilip yeniden canlandırma işlemi uygulanmasının uygun olduğu, sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı,
6-Ek tıbbi belge gönderilmediğinden 6.06.2012 tarih ve 2211 karar nolu mütalaamıza ilave edecek bir husus bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur."
16. Başvurucu vekili ATK tarafından düzenlenen ikinci rapora da ilk itiraz dilekçesindeki benzer nedenlerle itiraz etmiştir. Ancak gerekçeli kararda açıklandığı üzere bilirkişi raporunun karara esas alınabilecek nitelik ve yeterlilikte olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazı reddedilmiştir.
17. İdare Mahkemesi 12/4/2013 tarihinde, ATK'nın tanzim ettiği bilirkişi raporu doğrultusunda olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
18. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Temyiz istemini inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi 25/1/2018 tarihinde maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararın onanmasına, idare lehine vekâlet ücreti verilmesine ilişkin kısmın bozulmasına karar vermiştir.
19. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/6/2018 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir.
20. Nihai karar 25/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
21. İlgili hukuk için bkz. Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, §§ 34-38; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Anayasa Mahkemesinin 15/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
23. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
24. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkı konusunda bir açıklama bulunmamaktadır.
2. Değerlendirme
25. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
26. Başvurucunun yargılamanın uzun sürdüğüne ilişkin şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
28. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).
29. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
30. Somut başvuru açısından sürenin başladığı tarih, tam yargı davasının açıldığı 15/6/2009 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise karar düzeltme talebinin reddedildiği 21/6/2018 tarihidir.
31. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında başvuruya konu olaydaki 9 yıl 6 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
32. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu; sevk ve nakil süreçlerindeki gecikmeler, sevk sırasında oksijen verilmemesi, ambulansta ısıtma sisteminin çalışmaması, refakatçi olarak bir sağlık görevlisinin bulundurulmamasının tıbbi müdahaleyi geciktirdiğini, preeklampsi ve hellp sendromu açısından önemli olan kan ve idrar tahlillerinin yapılmadığını, Kahta Devlet Hastanesinden kendi talebi üzerine sevk işlemi yapılmasından ötürü doktorun kendisini cezalandırmak amacıyla Adıyaman Devlet Hastanesine sevk ettiğini, preeklampsi tanısı koyması gereken doktorun ilgisiz şekilde Adıyaman Devlet Hastanesine kendisini sevk etmesinin zaman kaybına yol açtığını, bu ihmaller nedeniyle sezaryen sırasında bebeğin vefat ettiğini, kendisinin de iki kez kalbi durarak ölüm tehlikesi geçirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca hükme esas alınan ATK raporundaki değerlendirmelerin yetersiz olduğunu, hizmet kusurunun tüm yönleriyle değil yalnız sağlık personeli açısından ele alındığını, ATK'nın yapısının bağımsız ve tarafsız rapor düzenlenmesine elverişli olmadığını belirterek yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. Bakanlık görüşünde; olayla ilgili içtihatlara yer verildikten sonra, bebeğinin ölü doğmasından ötürü idare aleyhine açılan tam yargı davasında başvurucunun iddia ve savunmalarını yargı mercileri önünde sunma fırsatı elde ettiği, bilirkişi raporları ve diğer tüm delillerin ilgili mevzuat çerçevesinde değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşıldığı belirtilmiştir.
35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.
36. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
37. Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
a. Uygulanabilirlik Yönünden
38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
39. Anayasa Mahkemesi daha önce Adem Aydın ve Zübeyda Aydın (B. No: 2018/1156, 18/5/2021, § 38) ile Zeki Kartal (aynı kararda bkz. § 77) kararlarında ceninin yaşam hakkına ilişkin hukuki durumu değerlendirmiştir. Bu kararlarda ceninin yaşam hakkı süjesi olduğu konusunda olumlu veya olumsuz bir sonuca varılmamakla birlikte tıbbi ve hukuki durumu dikkate alındığında ceninin anne ve babasının maddi ve manevi varlığından ayrı düşünülemeyeceği, sağlığına ilişkin menfaatin hem anne hem de baba bakımından ortak olduğu kuşkusuzdur. Özellikle anne ile çocuğun menfaatlerinin çatışmadığı hatta birbiriyle örtüştüğü durumlarda ceninin sağlığı annenin maddi varlığının, dolayısıyla yaşamının korunmasıyla yakından bağlantılıdır ve annenin sağlığının korunmasını düzenleyen hükümler dolaylı olarak cenini de korumaktadır. Yaşam hakkı süjesi olduğu kabul edilmese bile annenin maddi ve manevi varlığının bir parçası olduğu açık olan ceninle ilgili somut başvurunun belirtilen nedenlerle annenin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı çerçevesinde incelenmesi gerekir. Adli Tıp Kurumu raporuna göre ceninin ölü olarak doğduğu anlaşılmıştır. Öte yandan tıbbi ihmale dayanan başvurularda adil yargılanma hakkı şikâyetleri de maddi ve manevi varlığın korunması hakkı kapsamında incelendiğinden (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017) diğer ihlal iddialarının ayrıca değerlendirilmesine gerek duyulmamıştır.
b. Kabul Edilebilirlik Yönünden
40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
41. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
42. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
43. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).
44. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
45. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttüğü yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadığının ya da ne ölçüde yaptığının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
46. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
47. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
48. Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların meydana gelme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun öncelikle belirtilmesi gerekir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi işleminin anormal ve öngörülemez sonuçları tıbbi işlemlerin risklerinden kaynaklanmaktadır (Eliçe Aydın ve diğerleri, B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 53).
49. Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli, mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri, § 54).
ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
50. Somut olayda başvurucunun iddiaları; otuz haftalık gebelik sürecinde gebelikle bağlantılı rahatsızlıklarına hastanelerde zamanında yeterli ve isabetli müdahaleler yapılmamasından ötürü sezaryenle gerçekleşen doğumda bebeğini kaybetmesi ve kendisinin de ciddi sağlık sorunlarıyla yüz yüze gelmesi üzerine açtığı tam yargı davasının reddedilmesine yöneliktir.
51. Mahkeme; çeşitli hastanelerde başvurucuyu tedavi eden doktorların bir kusurunun bulunmadığına, başvurucunun hastanelere nakledilmesinin sevk prosedürüne uygun olarak gerçekleştiğine karar vermiştir. Mahkeme bu sonuca ulaşırken başvurucunun içinde bulunduğu duruma göre solunum sorunu ve oksijen ihtiyacı bulunmadığı, hastanın durumunda sevkten kaynaklanan bir bozulma olmadığı, hastanın başka bir ilde tedavisine devam edilmesini bizzat kendisinin istediği yönündeki ATK raporu tespitlerine dayanmıştır.
52. Başvurucu; sevk esnasında gecikmeler ve olumsuzluklar nedeniyle tıbbi müdahalenin geciktiğini, hizmet kusurunun tüm yönleriyle değil yalnız sağlık personeli açısından değerlendirildiğini öne sürmüş ise de -başvurucunun da itiraz ettiği- ilk rapordan sonra Mahkemenin aldırmış olduğu 12/2/2012 tarihli ATK raporunda anılan iddialar detaylı olarak değerlendirilmiştir. Kahta Devlet Hastanesinden başvurucunun kendi talebi ve ısrarı üzerine sevk işlemlerinin gerçekleştirildiğine vurgu yapıldığı, Kahta Devlet Hastanesinde yapılan müdahalenin tıbbi kurallara uygun olduğu, sevklerin Sağlık Bakanlığı uygulamalarına uygun biçimde gerçekleştirildiği gerekçeleriyle birlikte açıklanmıştır.
53. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada ilgili hastanelerden bütün tıbbi belgelerin toplandığı, bilirkişi raporunda bu bilgi ve belgeler yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucunun tıbbi hata iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmüştür. Başvurucu bilirkişi raporunun yetersiz olduğunu öne sürmüş ise de hangi tıbbi nedenlerle ve hangi yönden raporun yetersiz olduğuna dair ikna edici bir açıklamada bulunmamıştır.
54. Başvurucuya bilirkişi raporunun tebliğ edildiği, rapora karşı itirazlarını dile getirmesine fırsat tanındığı görülmüştür. Ancak mahkeme, raporun yeterli bilimsel ve teknik inceleme üzerine verildiğini değerlendirerek yeniden rapor aldırılmasına gerek duymamıştır. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır.
55. Başvurucu diğer bir iddiasında ise ATK'nın Adalet Bakanlığına bağlı olmasının raporun tarafsızlığına ve bağımsızlığına gölge düşürdüğünü öne sürmüştür. Adalet Bakanlığının davanın tarafı olmadığı, bütün kamu kurumlarının devlet teşkilatında bir örgütlenme şeması içinde yer almasının devlet olmanın bir gereği olduğu, kaldı ki mahkemeleri bu kurumdan rapor almalarını zorlayan bir düzenleme bulunmadığı gibi raporların mahkemeler açısından bağlayıcı olmadığı, raporun içerik itibarıyla yetersiz görülmesi hâlinde başka bir kurumdan da rapor aldırılabileceği hukuki bir olgudur. Başvurucunun ATK'nın yapısı nedeniyle raporun tıbben taraflı olarak hazırlandığını destekleyen hiçbir tıbbi ve bilimsel temeli bulunmayan soyut iddiaları üzerinde daha fazla değerlendirme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
56. Sonuç olarak başvurucuya yapılan tıbbi müdahalenin tıp kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi raporuyla belirlendiği ve söz konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak idarenin kusurlu olmadığının tespit edildiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karşılandığı görülmektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. Giderim Yönünden
58. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.
59. Başvurucu, ihlalin tespiti ve 140.000 TL maddi ve 210.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
60. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
61. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında 36.000 TL tutarındaki manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
62. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmaması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucuya makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 36.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.