TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAVUZ ŞAHİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/35654)
|
|
Karar Tarihi: 10/2/2021
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
Yavuz ŞAHİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Zümrüt ŞAHİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun
baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi
nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 7/12/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir.
9. Başvurucu Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak görev
yaparken talebi üzerine 2007 tarihinde kaydı silinmiştir. Bilim Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığında müşavir olarak görev yapan başvurucu, 15 Temmuz darbe
girişimin akabinde 672 sayılı OHAL KHK'sı ile 1/9/2016 tarihinde kamu
görevinden çıkarılmıştır.
10. Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu,
baro levhasına avukat olarak yeniden yazılma talebiyle Ankara Barosuna (Baro)
başvurmuştur.
11. Baro, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık)
gönderdiği yazı ile başvurucu hakkında, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet
Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olma suçu kapsamında bir soruşturmanın bulunup
bulunmadığını sormuştur. Başsavcılık tarafından gönderilen cevap yazısında
başvurucu hakkında yürütülen herhangi bir ceza soruşturmasının olmadığı
belirtilmiştir.
12. Başvurucunun talebi, yasal şartlara uygun olduğu
gerekçesiyle Baro Yönetim Kurulunun 2/8/2017 tarihli kararıyla kabul
edilmiştir. Söz konusu karar Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunun
21/8/2017 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur.
13. TBB tarafından verilen karar, Bakanlık tarafından
yerinde görülmeyerek bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri
gönderme kararının gerekçesinde; avukatların kamu hizmeti yapan kişilerden
sayıldığı vurgulanarak, başvurucunun 672 sayılı OHAL KHK'sı ile ihraç edildiği,
anılan OHAL KHK'sının 2. maddesi gereğince kamu görevinden çıkarılanların bir
daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği belirtilmiştir.
14. TBB Yönetim Kurulu 20/10/2017 tarihli kararıyla,
önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin
kabulüne karar vermiştir. Israr kararında; Bakanlığın geri gönderme
gerekçesinin usule ve yasaya uygun olmadığı ifade edilmiştir.
15. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına
ilişkin TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen karara karşı 1/11/2017 tarihinde
Ankara 13. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Dava
dilekçesinde; 672 sayılı OHAL KHK'sı ile meslekten veya kamu görevinden
çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme
bağlandığı vurgulanmıştır. Söz konusu meslekten veya kamu görevinden çıkarma
tedbirinin, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan
yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı
faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve
kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve
nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir.
19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 1. ve 2. maddesinde
avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olduğunun vurgulandığı ifade edilmiştir. Yine
Kanun'un 38. ve 57. maddelerinin mesleğin kamu hizmeti niteliğinde olduğunun
bir göstergesi olduğu, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 6.
maddesinin bu durumu teyit ettiği iddia edilmiştir.
16. Davalı TBB tarafından sunulan cevap dilekçesinde;
ilgili mevzuat ve yargı kararlarına atıf yapılarak bir kişinin kamu görevlisi
sayılabilmesi için devlet teşkilatlanması ya da kamu kesiminde yer alan bir
kuruluşta çalışması gerektiği, avukatlığın sunulan hizmet açısından bir kamu
hizmeti, mesleki faaliyet olarak ise serbest meslek faaliyeti olduğu ancak kamu
görevlisi olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu hakkında
herhangi bir soruşturma ve kovuşturmanın bulunmadığı, avukatlığa kabulde engel
bir hâlin tespit edilmediğinden söz konusu işlemin yasaya uygun olduğu
değerlendirmesine yer verilmiştir.
17. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB
yanında davaya müdahale talebinde bulunmuş ve talebi Mahkemece kabul
edilmiştir.
18. Mahkeme, 15/3/2018 tarihli kararıyla dava konusu
işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; millî güvenliğe karşı
büyük bir tehdit oluşturan FETÖ/PYD ile iltisakı, irtibatı ve mensubiyeti
değerlendirilen örgüt üyelerinden devlet kurumlarının hızlı bir şekilde
arındırılması amacıyla yürürlüğe konulan 672 sayılı KHK'nın meslekten ve kamu
görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine
ilişkin tedbir de içerdiği vurgulanmıştır. Avukatlık mesleğinin önem ve
özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri gözetilmeden dar
bir yorumla kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği şeklinde
değerlendirilmesinin terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı gibi anılan KHK'nın
amacıyla da bağdaşmayacağı belirtilmiştir.
19. TBB ve başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf
kanun yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesi,
18/10/2018 tarihli kararıyla, istinaf talebinin kesin olarak reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde; İdare Mahkemesince verilen kararın usule ve
hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı
belirtilmiştir.
20. Nihai karar 9/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu, 7/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
22. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesince
ve idari yargı mercilerince verilen yargı kararları, uluslararası düzenlemeler
ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Tamer Mahmutoğlu
[GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37-67)
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
23. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvuruyu
İnceleme Usulü
24. Başvuru konusu tedbirin OHAL ilanına neden olan
tehditlerin veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olduğu açık olmakla
birlikte söz konusu tedbir OHAL döneminin sona ermesinin akabinde de
uygulanmıştır. Tedbirlerin OHAL'in süresini aştığı durumlara ilişkin yapılacak
incelemelerde Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alınamayacağından somut başvuru,
Anayasa’nın olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi
bakımından temel öneme sahip olan 13. maddesi bağlamında incelenecektir (Tamer
Mahmutoğlu, § 76).
B. Özel Hayata
Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; hiçbir örgütle ilişkisi olmamasına rağmen
haksız bir şekilde kamu görevinden ihraç edildiğini, avukatlık yapma hakkının
da sonsuza kadar elinden alındığını, böylece bütün mesleki bilgi ve tecrübesi
hukuk alanında olduğu da gözetildiğinde hayatını idame ettireceği çalışma
alanlarının ölçüsüz bir şekilde kapatıldığını belirtmiştir. Avukatlığın serbest
meslek olduğunu ve avukatın kamu görevlisi sayılamayacağını vurgulamıştır. Bir
kişinin mesleği seçmesi, mesleki ilişkiler çerçevesinde sosyal çevresini
oluşturması ve kişiliğini geliştirmesi ile kazanç elde ederek geçimini
sağlamasının özel hayat kapsamında kaldığını vurgulayan başvurucu, ömür boyu
kamu görevine girmesinin ve avukatlık yapmasının yasaklanmasının özel hayatına
ölçüsüz bir müdahale teşkil etiğini iddia etmiştir. KHK ile getirilen tedbirin
OHAL şartlarını aşacak şekilde uygulama alanı bulduğunu, Mahkemenin iddia ve
talepleri karşılamadan yeterli gerekçe sunmadan karar verdiğini, kanunların
eşitlik ilkesini bozacak şekilde uygulanamayacağını belirten başvurucu; özel
hayata saygı, adil yargılanma, mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin, din ve
ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüşünde; çalışma hakkı, adil yargılanma
hakkı ve masumiyet karinesine ilişkin iddialar yönünden kabul edilemezlik
kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Özel hayata saygı hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddialar kapsamında ise 672 sayılı KHK ile meslekten veya
kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam
edilemeyeceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Terör örgütleri ile millî
güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve
kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve
nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu belirtilmiştir.
Avukatlığın ise ifa edilen ve görevin önemi ve mevzuat gözetildiğinde kamu
görevi olarak kabul edilmesi gerektiği değerlendirmesine yer verilmiştir.
27. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyanında;
bireysel başvuruda belirttiği iddialarını tekrarlamakla birlikte Bakanlığın
çalışma hakkına ilişkin görüşlerinin mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini, baro levhasına kaydının yapılmamasının süresiz
bir şekilde engellenmesinin mülkiyet hakkına yönelik ölçüsüz bir müdahale
olduğunu belirtmiştir. Avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde serbest meslek
olduğunu ancak avukatın kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceğini, baro
levhasına kaydın da istihdam olarak tanımlanamayacağını, KHK ile getirilen
sınırlamanın serbest avukatlığı da kapsayacak şekilde genişletilmesinin hukuka
aykırı olduğunu vurgulamıştır.
2. Değerlendirme
28. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği"
kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ... saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
30. Başvurucunun iddialarının baro levhasına yazılmasına
ilişkin TBB kararının İdare Mahkemesince iptal edilmesine, dolayısıyla serbest
avukatlık yapmasının engellenmesine ilişkin olduğu görülmektedir. Kişilerin
mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir ilişkisinin olduğu ve
meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava
süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla
birlikte öncelikle bu tür işlemlerin mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da
müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun
olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda
uygulanabilir kabul edileceği hususlarında ölçütler belirlenmesi ve bu ölçütler
dikkate alınarak değerlendirmeler yapılması gerekmektedir (Tamer Mahmutoğlu,§
82).
31. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucunun mesleki
hayatına yönelik olarak alınan tedbirin özel hayata ilişkin herhangi bir nedene
dayanmadığı görülmektedir. Bununla birlikte başvurucunun mesleki hayatına
yönelik müdahalenin onun özel hayatına ciddi şekilde etki ettiği ve bu
etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı anlaşılmaktadır. Zira alınan
tedbirin başvurucunun başkaları ile ilişki kurabilme ve geliştirebilme
imkânının önemli ölçüde zayıflamasına, sosyal ve mesleki itibarını
koruyabilmesi açısından ciddi sonuçlar doğurmasına yol açacağı
değerlendirilmektedir. Bu durumda sonuca dayalı nedenlerle başvurunun özel
hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu kanaatine
varılmıştır (bkz. Tamer Mahmutoğlu, §§ 84-96).
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
33. Özel hayata saygı hakkına yönelik negatif ve pozitif
yükümlülükler arasındaki sınırların kesin biçimde tanımlanması ve birbirinden
ayrılması her zaman mümkün değildir. Devlet için öngörülen negatif
yükümlülükler, her durumda özel hayata saygı hakkına keyfî surette müdahaleden
kaçınmayı gerekli kılar. Pozitif yükümlülükler de özel hayata saygı hakkının
korunmasını ve bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygının
güvencelerini sağlamaya yönelik olaya özgü tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar
(benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Adnan Oktar (3), B. No:
2013/1123, 2/10/2013, § 32; Ömür Kara ve Onursal Özbek, B. No:
2013/4825, 24/3/2016, § 46; Tamer Mahmutoğlu,§ 98).
34. Başvurucunun serbest avukatlık yapmasına imkân
sağlayan ve TBB tarafından verilen karar derece mahkemelerince iptal
edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun özel hayatına yönelen müdahalenin kamu
gücünü kullanan mahkemelerce verilen karardan kaynaklandığı dikkate alındığında
başvurunun devletin negatif yükümlülükleri bağlamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmektedir (Tamer Mahmutoğlu, § 99).
i. Müdahalenin
Varlığı
35. Başvurucunun baro levhasına yazılması yönünde TBB
tarafından tesis edilen işlemin yargı kararıyla iptal edilmesi ve bu suretle
serbest avukatlık faaliyetinden alıkonulması nedeniyle başvurucunun özel hayata
saygı hakkına müdahalede bulunulduğu sonucuna varılmıştır.
ii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
36. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
37. Yukarıda belirlenen müdahale, Anayasa’nın 13.
maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 20.
maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru
amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halil
Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, § 49; Süveyda Yarkın, B. No:
2017/39967, 11/12/2019, § 32; Şennur Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020,
§ 34; R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, § 82).
(1) Genel
İlkeler
38. Anayasa uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamaların öncelikle kanunla öngörülmüş olması gerekir. Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre de Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan
kanunilik ölçütünün karşılanması için müdahale şekli anlamda bir kanuna
dayanmalıdır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 31; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 75; Fatih
Saraman [GK], B. No: 2014/7256, 27/2/2019, § 65; Turgut Duman, B.
No: 2014/15365, 29/5/2019, § 66; Tamer Mahmutoğlu, § 103).
39. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir.
Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu
noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü
sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade
etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin
hukuku bilmesine de yardımcı olmakta; bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı
sağlamaktadır (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, §
62; Fatih Saraman, § 66; Turgut Duman, § 67; Tamer Mahmutoğlu,
§ 104).
40. Kanunun bu gerekliliklere uygun olduğunun
söylenebilmesi için yeterince ulaşılabilir olması, vatandaşların belirli bir
olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli
bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe karşı uygun bir koruma
sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme
biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir (Halime Sare
Aysal, § 63; Fatih Saraman, § 67; Turgut Duman, § 68; Tamer
Mahmutoğlu, § 105).
41. Hukukun kendisi -beraberinde getireceği idari
pratiğin dışında- söz konusu işlemin meşru amacını da gözönünde tutarak keyfî
müdahalelere karşı bireyi korumak için yetkili makamlara bırakılan takdir
yetkisinin kapsamını yeterince açık bir şekilde göstermelidir. Diğer bir
anlatımla hukuk sistemi, kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde
müdahalelerde bulunma yetkisinin verildiğini açık ifadelerle ortaya koyacak
nitelikte olmalı ve bu bağlamda ilgili müdahalenin muhataplarına müdahaleye
zemin hazırlayan koşullar ile müdahalenin sonuçları açısından bir öngörüde
bulunabilmeleri imkânı tanımalıdır (Halime Sare Aysal, § 64; Fatih
Saraman, § 68; Turgut Duman, § 69; Tamer Mahmutoğlu, § 106).
42. Öte yandan her ihtimale çözüm getiremeyecek olan
yasal mevzuatın sağladığı koruma seviyesi, büyük ölçüde ilgili metnin
düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte muhataplarının niteliği ve sayısıyla
yakından bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli
ölçülerde soyutluk içermesi ve buna bağlı olarak hukuki yardım ile tam olarak
anlaşılabilir hâle gelmesi tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı
görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli
ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya bırakabilir. Fakat bu takdir
alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın
öngörülebilirliği sağlayacak şekilde asgari bir kesinlik içermesi zaruridir (Halime
Sare Aysal, § 65; Fatih Saraman, § 69; Turgut Duman, § 70; Tamer
Mahmutoğlu, § 107).
43. Nihayetinde söz konusu koşulların yerine getirilip
getirilmediğini denetleyecek merci olan yargı organları, müdahalelere dayanak
olarak gösterilen kanuni düzenlemelerin erişilebilir, öngörülebilir ve kesin
nitelikte olup olmadığını irdelemekle, en başta da ilgili kanuni düzenlemeleri
önlerine gelen davalarda anılan çerçevede kalarak uygulamakla yükümlüdürler (Tamer
Mahmutoğlu, § 108).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
44. Somut olaya konu olan ve derece mahkemelerince
verilen kararlardan kaynaklanan müdahalede, 672 sayılı KHK'da yer alan
hükümlerin dayanak alındığı belirtilmektedir. Anılan KHK, 7080 sayılı Kanun ile
aynen kanunlaşmıştır. Dolayısıyla başvurucunun baro levhasına yazılmasına
ilişkin olarak TBB tarafından tesis edilen işlemin iptal edilmesi suretiyle
özel hayata saygı hakkına gerçekleştirilen müdahalenin şeklî anlamda bir kanuna
dayandırıldığı söylenebilir. Ancak belirtildiği üzere temel hak ve
hürriyetlerin sınırlandırılmasına dayanak gösterilen kanunların şeklen var
olması, kanunilik ölçütünün karşılandığının kabulü için tek başına yeterli
değildir. Ayrıca kanunun müdahaleye imkân sağlayacak şekilde maddi içeriğinin
bulunması, sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini
içermesi gerekir (bkz. Tamer Mahmutoğlu, § 110).
45. Derece mahkemelerince dayanak olarak gösterilen
düzenlemede, kamudaki görevlerinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde
istihdam edilmeyecekleri, meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları, bu
unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan
yararlanamayacakları ifade edilmektedir. Derece mahkemelerine göre kamu hizmeti
yönü güçlendirilen avukatlık mesleği idare hukuku anlamında kamu hizmeti veren
diğer serbest mesleklerden önemli ve farklı bir konuma taşındığından söz konusu
düzenlemelere göre başvurucunun baro levhasına yazılması mümkün değildir (bkz. Tamer
Mahmutoğlu, § 112).
46. Müdahalenin dayanağı olarak gösterilen kanun hükmünde
yer verilen kamu hizmeti kavramı ve bu kavramın kapsamı yoruma açık ve
geniştir. Bu husus yargı kararlarında da vurgulanmaktadır (Danıştay Onuncu
Dairesinin 6/2/2002 tarihli ve E.1999/2407, K.2002/347 sayılı kararı). Başta
1136 sayılı Kanun olmak üzere ilgili yasal düzenlemeler dikkate alındığında
avukatlığın kamu hizmeti içeren serbest bir meslek olduğu tartışmasızdır.
Ayrıca Danıştay ve Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlarda da avukatlık
mesleğinin hem bir kamu hizmeti niteliğinin olduğu hem de serbest meslek
yönünün bulunduğu vurgulanmaktadır. Söz konusu kararlarda; sadece yürütülen
hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle avukatlığın kamu görevlilerinin tabi
olduğu kurallara tabi kılınmasının mesleğin niteliği ve gerekleri ile
örtüşmeyeceği, kamu hizmeti olarak kabul edilmiş olsa da serbest avukatlık
mesleğinin devlet memuriyeti görev ve hizmetleriyle aynı nitelikte
görülemeyeceği ve aynı ölçütlere tabi tutulamayacağı da belirtilmektedir (bkz. Tamer
Mahmutoğlu, § 113).
47. Bu bağlamda müdahalenin kanuni bir dayanağının
bulunup bulunmadığının belirlenmesi amacıyla kamu hizmeti kapsamında olduğu
açık olan avukatlığın istihdam boyutuyla da ele alınması gerekir.
48. Kamu hizmetinde istihdam kavramının kamu
görevlilerini kapsadığı konusunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte özel hukuk
sözleşmeleri ile de kamu hizmetinde istihdam mümkün kılınabilir. Ancak kamu
görevlisi olmayan, bir idari sözleşmeyle veya ticari ya da sınai nitelikteki
bir özel hukuk sözleşmesiyle kamu hizmetinde çalıştırılmayan ve mesleklerini
serbest şekilde icra eden avukatların kamu hizmetinde istihdam edildiklerinin
kabulü mümkün değildir. Zira belirtilen durumlar olmadığı müddetçe avukatlık
kural olarak kamu hiyerarşisine dâhil olmayan serbest bir meslektir. Serbest
avukatlığın devletin namına ve hesabına yapılan bir iş olmaması, serbest
avukatların baro levhasına kaydolduktan sonra çalışıp çalışmama ve
müvekkillerini seçme konusunda kural olarak bağımsız olmaları, devletten
herhangi bir maaş almamaları, gelirlerinin müvekkillerinden aldıkları vekâlet
ücretinden oluşması, zorunlu müdafilik veya arabuluculuk gibi görevlendirmeler
dışında serbest avukatlara devletin mali olarak bir katkısının bulunmaması,
serbest avukatlar tarafından yapılan iş ve işlemlerin sonuçlarından devletin
mali veya hukuki sorumluluğunun bulunmaması, müvekkilleri ile aralarındaki
sözleşmeden kaynaklanan tüm haklara kendilerinin sahip olmaları, yükümlülüklere
de kendilerinin katlanması bu yöndeki tespit ve vurguları pekiştirmektedir
(bkz. Tamer Mahmutoğlu, § 115).
49. Serbest avukatlık mesleğinin anılan nitelikleri ve
ilgili düzenlemelerde istihdam edilme yasağının söz konusu olduğu
dikkate alındığında derece mahkemelerince verilen iptal kararına dayanak olarak
gösterilen hükümlerin müdahalenin kanuni dayanağı olarak kabul edilmesi mümkün
görünmemektedir. Başka bir anlatımla, somut olayda idari, ticari veya sınai bir
sözleşme ile çalıştırılma söz konusu olmadığından başvurucunun baro levhasına
yazılması yönünde TBB tarafından tesis edilen işlem, ilgili yasal düzenlemelerde
yer alan kamu hizmetinde istihdam edilme yasağı kapsamında
kalmamaktadır. Aksine bir yorum ilgili düzenlemelerin yalnızca avukatlık
yönünden değil kamu hizmeti kapsamında görülebilecek hekimlik, mühendislik gibi
serbest şekilde de icra edilebilen diğer meslekler yönünden uygulanmasına neden
olabilir (bkz. Tamer Mahmutoğlu, § 116).
50. Belirtildiği üzere özel hayata saygı hakkına yönelik
bir müdahalenin Anayasa'nın öngördüğü güvencelere uygun kabul edilebilmesinin
ilk ve temel koşulu müdahalenin kanuni dayanağının bulunmasıdır. Somut olayda
ise başvurucunun idari, ticari ya da sınai bir sözleşme kapsamında kamu
hizmetinde çalıştırılma durumunun olmadığı, başvurucunun istihdam edilmesinden
bahsedilemeyeceği ve serbest avukatlığın bir istihdam ilişkisine dayanmadığı
dikkate alındığında, serbest avukatlık faaliyetini kamu hizmetinde istihdam
edilme yasağı kabul eden derece mahkemelerince anılan düzenlemelerin
keyfîliğe yol açtığı izlenimi oluşturacak şekilde genişletici ve öngörülemez
bir yoruma tabi tutulduğu değerlendirilmektedir. Neticede başvurucunun baro
levhasına yazılmamasına yönelik olarak gerçekleştirilen müdahalenin kanuni
dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
51. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvuruya
konu müdahalenin kanunilik koşulunu sağlamadığı anlaşıldığından söz konusu
müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 20.
maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmıştır.
C. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
54. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesini, yargılamanın
yenilenmesine ve lehine tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep
etmiştir.
55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında
ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel
ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir
kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin
sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi
ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya
mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki
benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim
yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına
bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki
yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama
sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal
yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı
nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını
gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
58. İncelenen başvuruda, serbest avukatlık mesleğini icra
etmekten alıkoyan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle
özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu
ihlalin mevcut düzenlemelerin derece mahkemelerince öngörülemez şekilde
yorumlanmasından, dolayısıyla doğrudan derece mahkemelerinin kararlarından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
59. Bu durumda özel hayata saygı hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun şekilde yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
60. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve
3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel
hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Ankara 13. İdare Mahkemesine (E.2017/3256, K.2018/512) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Bölge İdare
Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.