TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
CUMHURİYET HALK PARTİSİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/36229)
Karar Tarihi: 13/4/2022
Başkan y.
:
Hicabi DURSUN
Üyeler
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Ali Erdem ŞAHİN
Başvurucu
Cumhuriyet Halk Partisi
Vekili
Av. Çağlar ÇAĞLAYAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir siyasi partinin binasına asılan bir pankart nedeniyle başvurucu aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), olay tarihinde ve hâlen Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) ana muhalefet partisi konumunda bulunmaktadır. Müşteki N.B.E. ise tanınmış bir siyasetçinin oğludur.
6. Başvuru konusu olayda, kamuoyunda "17-25 Aralık soruşturmaları" (arka plan bilgisi için bkz. Yılmaz Zengin, B. No: 2016/5636, 9/6/2021, § § 9-12) olarak anılan sürecin yıl dönümü olan 18/12/2014 tarihinde İstanbul CHP il binasının çatı kısmı ile yan duvarına karşılık gelen alana bir pankart asılmıştır. Anılan pankartta müşteki ve 17-25 Aralık soruşturmalarıyla ilişkilendirilen bakanların gözleri maskeli fotoğraflarına birlikte yer verilmiştir.
7. Fotoğrafının yer aldığı pankartın CHP İstanbul il binasında sergilenerek kişilik haklarının ihlal edildiğini belirten müşteki, İstanbul 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır.
8. Mahkeme 17/3/2016 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Dosyamız davacısı bilindiği üzere,...,...'nin oğludur. Bu sıfatından dolayı kamuoyunca bilinen biri ise de, 5846 Sayılı Kanunun 86. Maddesinde belirtilen memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynayan kimse statüsünde değildir. Bu sebeple herhangi bir surette resim veya portresinin teşhir edilmesi ya da umuma arzedilmesi için davacının muvafakatinin alınması zorunludur. Somut olayımızda ise, davacının izni alınmaksızın portresi davalı CHP'nin İstanbul İl Başkanlığı binasında 17-25 Aralık ile ilgili Yolsuzlukla Mücadele Haftası içerikli pankartta, maske şeklindeki gözlükle kullanılmış olması FSEK 86. Maddesine aykırılık oluşturmaktadır. Davalı Cumhuriyet Halk Partisi tüzel kişi olarak il binasının yan duvar çatısına asılan afişteki bu fiilden sorumlu olacaktır.
Tüm bu hususlar nazara alındığında,..., fiilin yoğunluğu ile fotoğrafın kullanım şekli, sunulan deliller ve dosya kapsamı topluca değerlendirildiğinde,..., davacının zarara uğrayan manevi haklarının tazmini için davanın kısmen kabulüne,..., karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır."
9. Karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (Daire) 8/10/2018 tarihli ilamla anılan kararın onanmasına karar vermiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
10. 13/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Eser mahiyetinde olmasalar bile, resim ve portreler tasvir edilenin, tasvir edilen ölmüşse 19 uncu maddenin birinci fıkrasında sayılanların muvafakati olmadan tasvir edilenin ölümünden 10 yıl geçmedikçe, teşhir veya diğer suretlerle umuma arzedilemez.
Birinci fıkradaki muvafakatin alınması:
1. Memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynıyan kimselerin resimleri;,..., için şart değildir.
(Değişik dördüncü fıkra: 23/1/2008-5728/145 md.) Birinci,..., fıkra hükümlerine göre yayımın caiz olduğu hâllerde de Türk Medenî Kanununun 24 üncü maddesi hükmü saklıdır."
11. 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un "İlan ve reklam yerleri" kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Siyasi partiler ve adaylar, seçim bürolarına, seçimin başlangıç tarihinden itibaren, seçim propaganda süresinin sona erdiği tarihe kadar, parti bayrağı, afiş, poster, pankart ve benzeri malzemeleri asabilir veya yapıştırabilirler. Siyasi partiler genel merkez, il, ilçe ve belde binalarına sayılan malzemeleri her zaman asabilir veya yapıştırabilir."
12. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İlke" kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
13. 4721 sayılı Kanun’un "Davalar" kenar başlıklı 25. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacının, maddî ve manevî tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır."
14. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı 58. maddesi şöyledir:
"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Anayasa Mahkemesinin 13/4/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
16. Başvurucu; müştekinin toplumsal ve siyasi hayatta rol oynamasına rağmen mahkemelerce bu hususun dikkate alınmadan karar verilmesinin ifade özgürlüğünü, mahkeme kararlarının gerekçesiz olmasının ise adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
17. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede çatışan iki değer olan ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi gerektiği, bu değerlendirme yapılırken de ifade özgürlüğünün mutlak bir hak olmayıp şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının bu hakkın sınırlarından biri olduğu, siyasetçilerin ifade özgürlüğünün de bir sınırı olup bu kişilerin de uyması gereken görev ve sorumluluklar olduğu, kamu gücü kullanmayan ve kamusal bir görev icra etmeyen kişilerin şeref ve itibarının korunmasını isteme haklarının siyasi veya kamusal rol üstlenmiş kişilere nazaran daha geniş olduğu ve derece mahkemesinin davacının kişisel konumunu da dikkate alarak bir değerlendirme yaptığı hususlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
18. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında daha önceki iddialarını yineleyerek davacının tanınmış bir kişi olduğunu ve mahkemeler tarafından uyuşmazlığın değerlendirilmesinde bu hususun gözardı edildiğini belirtmiştir.
B. Değerlendirme
19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
20. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
22. Parti binasına asılan pankart nedeniyle başvurucunun manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
23. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine... aykırı olamaz.”
24. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
25. 6098 sayılı Kanun'un 58. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
26. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi
27. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme, bu konuda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
28. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).
29. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 59).
30. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).
31. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).
(2) Somut Olayın Değerlendirilmesi
32. Somut olayda başvurucu siyasi partinin cezalandırılmasına neden olan pankart, anılan partinin il başkanlığı binasına asılmıştır. Anayasa'ya göre siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olup bu anlamda halkın siyasete katılımının araçları olmanın yanı sıra çoğulcu siyasetin de temel güvencesidir. Karar alma sürecini etkileme ve siyasi iktidarı kullanmada vazgeçilmez bir rol ve ağırlığa sahip olan siyasi partiler, demokrasinin iç içe geçmiş ve birbirini tamamlayan kurumlarıdır. Sonuç olarak devlet politikalarının yönü, günümüz çağdaş demokrasilerinde siyasi partilerin açık mücadelesi ile tayin edilmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Deniz Karadeniz ve diğerleri [GK], B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 135; Yılmaz Zengin, § 36).
33. Demokrasi için vazgeçilmez önemlerinin bir sonucu olarak Anayasa ve kanunlarımızda siyasi partiler oldukça ayrıntılı bazı düzenlemelere konu olmuştur. Söz konusu düzenlemelerden biri de mevcut başvuruya ilişkin meselenin çözümlenmesi ile yakından ilgili olan siyasi partilerin parti binalarında ilan asma serbestisine ilişkin hükümdür. 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un "İlan ve reklam yerleri" kenar başlıklı 60. maddesinde ayrıntılı bazı düzenlemelere yer verilmiştir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında siyasi partilerin ve adayların seçim bürolarına, seçimin başlangıç tarihinden seçim propaganda süresinin sona erdiği tarihe kadar parti bayrağı, afiş, poster, pankart ve benzeri malzemeleri asabileceği veya yapıştırabileceği hükmüne yer verilmiştir. Aynı fıkrada ayrıca siyasi partilerin genel merkez, il, ilçe ve belde binalarına sayılan malzemeleri her zaman asabileceği veya yapıştırabileceği düzenlenmiştir (Deniz Karadeniz ve diğerleri, § 136; Yılmaz Zengin, § 37).
34. Eldeki başvuruya konu pankartın CHP'nin İstanbul İl Başkanlığı binasına asıldığı gözardı edilmemelidir. 298 sayılı Kanun'un parti binalarının dış yüzeylerini sürekli propaganda alanı olarak kabul etmesi gerçeğinin ışığında böyle bir pankarta müdahale ederken yetkililerin çok daha titiz değerlendirmelerde bulunmaları gerektiği açıktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Deniz Karadeniz ve diğerleri, § 137; Yılmaz Zengin, § 38).
35. İncelenen olayda ilk derece mahkemesi; müştekinin bilinen bir siyasetçinin oğlu olmasına rağmen memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynayan kimse statüsünde olmaması nedeniyle herhangi bir surette fotoğraf veya portresinin teşhir edilmesi ya da umuma arz edilmesi için müştekinin muvafakatinin alınmasının zorunlu olduğunu değerlendirerek pankartta kullanılan fotoğrafa ilişkin muvafakat alınmadığından bahisle başvurucu aleyhine tazminata hükmetmiştir (bkz. § 8).
36. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 47; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 49). Hiç şüphesiz bir kanun maddesinin nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğinin belirlenmesi bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin ilk elden görevi değildir. Bununla birlikte bir kuralın yorumu temel bir hakka müdahale teşkil ettiğinde mesele Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında olacaktır (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).
37. Demokratik bir ülkede ülke yöneticilerinin aile fertlerinin iş ve sosyal ilişkileri her zaman kamuoyunun ilgisini çekmiş, gazetecilerin ve siyasetçilerin yakın takibinde olmuştur. Ancak söz konusu durumun tek başına ilgili aile ferdini otomatik olarak memleketin siyasi ve içtimai hayatında bir role kavuşturması mümkün olmamalıdır. Bu anlamda kişilerin siyasi ve içtimai hayatın bir parçası olduğu değerlendirilirken aile ilişkileri olmasa dahi toplum nezdinde bu yöndeki faaliyetleriyle zaten yeterli bilinirlik seviyesine sahip olduğunun objektif olarak ortaya konulması gerekir.
38. Müşteki, hâlihazırda sivil toplum alanında birtakım görevler üstlenmesi nedeniyle zaman zaman medyanın ve kamunun gündemine gelmektedir. Ancak söz konusu bilinirliğin salt iştigal edilen faaliyetlerden kaynaklandığını söylemek son derece güçtür. Aksinin kabulü ise sivil toplum alanında üst düzey görevler üstlenen sayısız kişinin de müşteki ile eşit bilinirliğe sahip olduğu gibi rasyonel olmayan bir anlama gelecektir. Bu bağlamda müştekinin gerek aile ilişkileri haricinde memleket siyasetinin aktif bir parçası olmaması gerekse iş yaşamındaki bilinirliğinin de aile fertlerine olan ilgiden kaynaklanması karşısında siyasi ve içtimai hayatın doğal bir parçası olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bununla birlikte bir an için aile fertleri bağlamında kazanılan bilinirliğin memleket hayatında rol alma değerlendirmesi için yeterli olduğu kabul edilse dahi başvuruya konu olay tarihi itibarıyla müştekinin siyasi ve içtimai hayatın bir parçası olduğunu gösterir ilgili ve yeterli bilgi ve belgenin başvuru dosyasına sunulmadığı anlaşılmıştır.
39. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre faaliyetleri toplumu ilgilendiren, kamunun ilgisini çeken ve toplumda tanınmış olan kişiler olarak anlaşıldığı takdirde müştekinin 5846 sayılı Kanun'un 86. maddesinde yer alan "memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynıyan kimseler" deyimi kapsamında kalacağı açıktır. Ancak yukarıda yer verilen belirlemeler ışığında müştekinin aile fertlerine olan ilgi olmaksızın münhasıran söz konusu kapsama girdiğini kabul etmek mümkün olmamıştır. Bu sebeplerle başvuru konusu olayda müştekinin, toplumsal ve siyasal tartışmalarda medyada veya başka düşünce açıklaması araçlarında fotoğraflarının kullanılmasına daha fazla tahammül göstermesi beklenemez.
40. Netice itibarıyla Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Hicabi DURSUN bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE Hicabi DURSUN'un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/4/2022 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Somut olayda başvurucu siyasi partinin cezalandırılmasına neden olan pankart, anılan partinin il başkanlığı binasına asılmıştır. Anayasa'ya göre siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olup bu anlamda halkın siyasete katılımının araçları olmanın yanı sıra çoğulcu siyasetin de temel güvencesidir. Karar alma sürecini etkileme ve siyasi iktidarı kullanmada vazgeçilmez bir rol ve ağırlığa sahip olan siyasi partiler, demokrasinin iç içe geçmiş ve birbirini tamamlayan kurumlarıdır. Sonuç olarak devlet politikalarının yönü, günümüz çağdaş demokrasilerinde siyasi partilerin açık mücadelesi ile tayin edilmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Deniz Karadeniz ve diğerleri [GK], B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 135; Yılmaz Zengin, § 36).
Demokrasi için vazgeçilmez önemlerinin bir sonucu olarak Anayasa ve kanunlarımızda siyasi partiler oldukça ayrıntılı bazı düzenlemelere konu olmuştur. Söz konusu düzenlemelerden biri de mevcut başvuruya ilişkin meselenin çözümlenmesi ile yakından ilgili olan siyasi partilerin parti binalarında ilan asma serbestisine ilişkin hükümdür. 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un "İlan ve reklam yerleri" kenar başlıklı 60. maddesinde ayrıntılı bazı düzenlemelere yer verilmiştir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında siyasi partilerin ve adayların seçim bürolarına, seçimin başlangıç tarihinden seçim propaganda süresinin sona erdiği tarihe kadar parti bayrağı, afiş, poster, pankart ve benzeri malzemeleri asabileceği veya yapıştırabileceği hükmüne yer verilmiştir. Aynı fıkrada ayrıca siyasi partilerin genel merkez, il, ilçe ve belde binalarına sayılan malzemeleri her zaman asabileceği veya yapıştırabileceği düzenlenmiştir (Deniz Karadeniz ve diğerleri, § 136; Yılmaz Zengin, § 37).
Eldeki başvuruya konu pankartın CHP'nin İstanbul İl Başkanlığı binasına asıldığı göz ardı edilmemelidir. 298 sayılı Kanun'un parti binalarının dış yüzeylerini sürekli propaganda alanı olarak kabul etmesi gerçeğinin ışığında böyle bir pankarta müdahale ederken yetkililerin çok daha titiz değerlendirmelerde bulunmaları gerektiği açıktır (benzer değerlendirmeler için bkz. Deniz Karadeniz ve diğerleri, § 137; Yılmaz Zengin, § 38).
İncelenen olayda ilk derece mahkemesi; müştekinin bilinen bir siyasetçinin oğlu olmasına rağmen memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynayan kimse statüsünde olmaması nedeniyle herhangi bir surette resim veya portresinin teşhir edilmesi ya da umuma arz edilmesi için müştekinin muvafakatinin alınmasının zorunlu olduğunu değerlendirerek pankartta kullanılan fotoğrafa ilişkin muvafakat alınmadığından bahisle başvurucu aleyhine tazminata hükmetmiştir (bkz. § 8).
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Önder Balıkçı, § 47; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 49). Hiç şüphesiz bir kanun maddesinin nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğinin belirlenmesi bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin ilk elden görevi değildir. Bununla birlikte bir kuralın yorumu temel bir hakkı ihlal ettiğinde mesele Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında olacaktır (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).
Demokratik bir ülkede ülke yöneticilerinin aile fertlerinin iş ve sosyal ilişkileri her zaman kamuoyunun ilgisini çekmiş, gazetecilerin ve siyasetçilerin yakın takibinde olmuştur. Bu bağlamda, müştekinin çok bilinen bir siyasetçinin oğlu olması nedeniyle kamunun ve muhalif siyasetçilerin yakın takibinde olması olağan karşılanmalıdır. Kaldı ki başvuruya konu davanın müştekisi, iş ilişkileri, kurduğu vakıfların yürüttüğü kampanyalar ve sivil toplum alanında son derece etkin ve bilinen bir kişi olması nedeniyle de olayların meydana geldiği tarihlerde ve halen medyanın, siyaset çevrelerinin ve halkın yakın takibinde olan bir kişidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Yılmaz Zengin, § 41).
Dolayısıyla faaliyetleri toplumu ilgilendiren, kamunun ilgisini çeken ve toplumda tanınmış olan (public figüre) kişiler olarak anlaşıldığı taktirde müştekinin 5846 sayılı Kanun'un 86. maddesinde yer alan "memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynayan kimseler" deyimi kapsamında kalacağı açıktır. Nitekim müşteki uzunca bir süredir ve halen adı ve resimleri medyada en çok kullanılan kişilerin başında geldiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Bununla birlikte kamunun yakın takibinde olan müştekinin memleketin siyasi ve içtimai hayatında rol oynayan bir kimse olmadığından bahisle resimlerini basın faaliyetleri kapsamında veya siyasi ya da toplumsal bazı gerekçelerle kamuya arz edenler aleyhine tazminata hükmedilmesi ifade özgürlüğünün dolaylı sınırlanması anlamına gelecektir. Bu sebeplerle müştekinin, adının karıştığı toplumsal ve siyasal tartışmalarda medyada veya başka düşünce açıklaması araçlarında resimlerinin kullanılmasına daha fazla tahammül göstermesi beklenir.
Açıklandığı üzere ilk derece mahkemesi tarafından müştekinin hakları ile başvurucunun ifade özgürlüğü arasında adil bir denge kurulamamıştır. Bu nedenle Anayasanın 26. maddesindeki ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kanaatine vardığımdan çoğunluk görüşüne katılmadım.