TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
A.Ö. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2018/7764)
Karar Tarihi: 16/6/2022
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucu
A.Ö.
Vekili
Av. Vedat ÖZKAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yapılan düzenlemeyle vekâlet ücretinin azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle belirlenen maddi ve manevi tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle belirlenen manevi tazminatın yetersiz olması ve adli kontrol tedbirine dayalı manevi tazminat talebinin ise değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/3/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Aynı kararla başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne de karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 21/2/2002 tarihinde doğmuş olup olay tarihinde çocuktur. Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 15/9/2015 günü saat 05.55'te gözaltına alınmış; aynı gün imza vermek suretiyle adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır.
8. Cumhuriyet Başsavcılığının 16/9/2015 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, silahlı terör örgütüne üye olma ve kamu malına zarar verme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
9. Yapılan yargılama sonucunda Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2016 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı tüm suçlardan beraatine karar verilmiştir. Bu karar, kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle kesinleşmiştir.
10. Başvurucu 30/12/2016 havale tarihli dilekçesi ile 15/9/2015 tarihinde gözaltına alındığını, iki gün boyunca haksız bir şekilde gözaltında kaldığını, her hafta imza atmak şeklindeki adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığını, bu süre zarfında iş bulamadığını ve çalışamadığını, imza atmak suretiyle adli kontrol altında tutulmasından dolayı büyük sıkıntılar yaşadığını, bu süre içinde ailesi ile akrabalarından uzak kaldığını, Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda 6/12/2016 tarihli kararla beraat ettiğini, kararın kesinleştiğini, haksız yere gözaltında kalması ve hakkında uygulanan adli kontrol nedeniyle 2.500 TL. maddi tazminat ile 5.000 TL. manevi tazminatın gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsilini 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesi uyarınca talep etmiştir. Başvurucunun dava dilekçesinde 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) veya (e) bentlerine ilişkin olarak ayrı bir açıklamada bulunmadığı tespit edilmiştir.
11. Davayı inceleyen Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 5/4/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın yukarıda belirtilen sürece yer verildikten sonraki ilgili kısmı şöyledir:
''...[D]avacı hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama, toplantı ve gösteri yürüyüşlere silahla katılma, terör örgütü propagandası yapma, kamu malına zarar vermek suçlarından cezalandırılması istemi ile Mahkemelerinin 2015/492 esasında kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucunda 06/12/2016 tarih 2016/474 sayılı karar ile sanığın beraatine hükmedildiği, bu kararın 14/12/2016 tarihinde kesinleştiği, davacının göz altına alınmadığı belirtilmiştir.
Toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; Adana ve çevresinde gerçekleşen terör örgütü faaliyetlerinin gerçekleşme yoğunluğu, bölgenin aldığı göçlerden oluşan demografik yapısı, nüfus yoğunluğu itibariyle daha güçlü şüphe sebepleri aranmadan saat 05:55' te yapılan arama sonrasında yakalanarak, saat 06:18 civarında hakkında Adli Tıp'tan rapor aldırılmak ve hemen akabinde savcılık sorgusu için adliyeye sevk edilmek suretiyle yapılan sorgusundan sonra adli kontrol şartı ile serbest bırakıldığı, davacı ile ilgili olarak yapılan işlemlerin sağlıklı bir yargılamanın asgari ve zorunlu soruşturma safhalarını oluşturduğu, davaya konu olan olayda da soruşturma aşamasının zorunlu aşamaları dışında kişi özgürlüğünü kısıtlayan herhangi bir işlem yapılmadığı, ayrıca C.Savcısı tarafından takdir yetkisinin yasal sınırları içinde kullanıldığının, yöntem ve yasaya aykırılık bulunmadığının kabulü gerektiği, aksi takdirde soruşturma aşamasında beyanlarının alınması için emniyete veya savcılığa getirilen herkesin tazminat isteme hakkı elde edebileceği hususları dikkate alındığında; davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddine...[karar verilmiştir.]''
12. Başvurucu 26/4/2017 tarihli dilekçe ile istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde de dava dilekçesinde yer alan hususları tekrarlayarak davanın reddine ayrıca Hazine lehine vekâlet ücreti ödenmesine dair kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İstinaf talebini inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 16. Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 5/7/2017 tarihli kararıyla Ağır Ceza Mahkemesi kararının bozulmasına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
''...[T]azminat davasına bakan mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de davacı hakkındaki Adana 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/492 Esas sayılı dava dosyasının soruşturma aşamasında davacının 15/09/2015 tarihinde evinde arama yapılarak saat 05.55'de yakalandığı, aynı gün mevcutlu olarak Adana Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli sıfatıyla ifadesi alındıktan sonra Adli Kontrol talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edildiği ve sulh ceza hakimliğince davacının Adli Kontrolle serbest bırakıldığı, bu soruşturma sonunda hakkında açılan kamu davasında davacının beraatine karar verildiği, beraat kararının 14/12/2016 tarihinde kesinleştiği, kesinleşen beraat kararı ile birlikte, yapılan yakalama işleminin haksız hale geldiğinin anlaşılması karşısında, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1 ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği, bu itibarla ilk derece mahkemesince yargı denetimine imkan verecek şekilde olaya ve yasaya uygun gerekçelerde karar yerinde gösterilmek suretiyle maddi ve manevi zararla ilgili olarak, hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir tazminata hükmedilmesine karar verilmesi gerekirken yasal olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesinin CMK' nun 230, 289/1-g maddelerine aykırılık teşkil edeceğinden; davacı vekilinin istinaf itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 6100 Sayılı 353/(1)a-6.maddesi ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-g bendi uyarınca HÜKMÜN BOZULMASINA...[karar verilmiştir.]''
13. Ağır Ceza Mahkemesi bozma kararı üzerine başlayan yeni yargısal süreç sonunda 30,34 TL maddi tazminat ile 150 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 15/9/2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine, ayrıca başvurucu kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 770 TL vekâlet ücretinin de ödenmesine 26/10/2017 tarihinde karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...[M]ahkememizce yazılan müzekkereye Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen12/01/2017 tarihli cevabi yazı ile eki belgelerin incelenmesinde; davacı hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama, toplantı ve gösteri yürüyüşlere silahla katılma, terör örgütü propagandası yapma, kamu malına zarar vermek suçlarından cezalandırılması istemi ile Mahkemelerinin 2015/492 esasında kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucunda 06/12/2016 tarih, 2016/474 sayılı karar ile sanığın beraatine hükmedildiği, bu kararın 14/12/2016 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamına göre davacının 15.09.2015 günü saat 05:55’te yakalandığı, gözaltına alındığı, ve C. Savcılığınca ifadesinin alındığı, aynı gün Sulh ceza Hakimliğince adli kontrolle serbest bırakıldığının sabit olduğu, süre yönünden incelemede tazminat davasının Mahkememize süresinde açıldığı, C. Savcısının mütalaasında 'sanığın gözaltında geçirdiği süre nedeniyle, sebepsiz zenginleşmeye neden olmayacak şekilde hakkaniyete uygun mahkemece takdir edilecek manevi tazminata karar verilmesini' kamu adına talep ve mütalaa ettiği, davacının 1 gün gözaltında kalması nedeniyle çalışamayıp maddi kayba uğradığının dosya kapsamına göre sabit olduğu, davacının gözaltında kalması nedeniyle manevi açıdan elem, acı ve üzüntü yaşadığı, bu nedenle davacının sosyal ve ekonomik durumu, gözaltında geçirdiği süre dikkate alınarak hakkaniyete uygun makul bir miktar manevi tazminata hükmetmek gerektiği, davacı aylık ortalama gelirinin asgari ücretin üzerinde olduğunu somut delillerle kanıtlayamadığından, davacının gözaltında kaldığı 1 günlük süre için İşkur asgari ücret listesi esas alınarak,
1-Davacının maddi tazminata yönelik davasının kısmen kabulü ile 30,34TL maddi tazminatın gözaltına alınma tarihi olan 15/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine,
2- Davacının gözaltı nedeniyle yaşadığı elem ve üzüntü nedeniyle, davacının manevi tazminata yönelik davasının kısmen kabulü ile 150 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 15/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermek gerektiği kanaatine varılarak, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
14. Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi özetle hükmedilen maddi tazminatın tutarının kesinlik sınırı altında kalması, manevi tazminata ilişkin değerlendirmede ise Ağır Ceza Mahkemesinin kararında hukuka aykırı bir yön bulunmaması nedeniyle istinaf başvurusunun reddine 26/1/2018 tarihinde karar vermiştir.
15. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını 12/3/2018 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir.
16. Başvurucu 13/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. İlgili hukuk için bkz. A.A. [G.K], B. No: 2017/34502, 21/10/2021; Eyyüp Güneş [G.K], B. No: 2017/28308, 21/10/2021; Yahya Çevik, B.No: 2018/15454, 17/11/2021.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Anayasa Mahkemesinin 16/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
19. Başvurucu, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında davacı lehine hükmedilen vekâlet ücretinin sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamayacağının 15/8/2017 tarihli ve 694 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararnamesiyle (KHK) belirlendiğini, böylelikle ağır ceza mahkemelerinin vekâlet ücretinin alt sınırının sulh ceza hâkimliği vekâlet ücreti seviyesine düşürüldüğünü, ağır ceza mahkemesinde görülen bir davadaki vekâlet ücretinin sulh ceza hâkimliğinde görülen bir davanın seviyesine düşürülmesinin hakkaniyet, orantılılık ve eşitlik ilkelerine aykırı olduğunu, ağır ceza mahkemesinde görülen bir dava olmasına ve avukatıyla 3.960 TL (ağır cezalık işler için öngörülen miktar) üzerinden vekâlet sözleşmesi yapmasına rağmen sulh ceza hâkimliği vekâlet ücreti olan 770 TL vekâlet ücretine hükmedildiğini, bu suretle belirli bir ücretten yoksun bırakıldığını belirterek adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca isminin kamuya açık belgelerde gizlenmesi talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
21. Anayasa Mahkemesi özet olarak adil yargılanma hakkının medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda lehe hükmedilen vekâlet ücretinin oranına ilişkin bir güvence içermediğini, bunun yanında lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin mahkemeye erişim hakkıyla da bir ilgisi bulunmadığını kabul etmektedir (bir çok karar arasından bkz. M.Ş.T, B.No: 2018/17073, 26/2/2020, §§ 20-27; U.Ç.B., B. No: 2018/17068, 7/11/2019, §§ 22-29). Bu tespitlerin yanında başvurucu, somut başvuruda, lehine az vekâlet ücretine hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer güvencelere tesir ettiğini de ortaya koyabilmiş değildir. Bu nedenle adil yargılanma hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığı açık olduğundan başvurucunun bu kapsamda ileri sürdüğü tüm şikâyetlerinin tamamı mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
22. Belirli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacak iddiasıyla oluşan meşru bir beklenti, Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş, icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren, yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016, § 29; Uğur Çelik, B. No: 2015/20244, 15/6/2016, § 24).
23. Anayasa Mahkemesi, yukarıda verilen (bkz. § 21) içtihatlarında kısaca, olayda uygulanacak olan 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 168. maddesini, 694 sayılı KHK ile yapılan değişiklik öncesinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 14. maddesinin (3) numaralı fıkrasını birlikte değerlendirerek 694 sayılı KHK'dan sonra da yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin yerine özel hüküm niteliğinde ve daha üst bir norm olan 694 sayılı KHK'nın uygulanacağını kabul etmiştir. Bu durum karşısında karar tarihinde başvurucunun 3.960 TL vekâlet ücreti alabilmesinin hukuki bir temelinin bulunmadığı, böylece hukuki bir temeli bulunmayan bu iddianın meşru bir beklenti oluşturmayacağı anlaşılmıştır.
24. Somut olayda başvurucu, avukatıyla 3.960 TL üzerinden anlaştığını iddia etmiş olsa da bu vekâlet ücreti müvekkil ve vekil arasında yapılan vekâlet sözleşmesinin bir sonucudur ve burada bir kamu müdahalesi olmadığı için devletin sorumluluğunu gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
25. Tüm bu bu açıklamalar doğrultusunda başvurucunun mevcut bir mülkü veya mülkü edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu kanıtlayamadığından Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla yukarıda verilen içtihatlardan ayrılmayı gerektirebilecek bir durumun ortaya çıkmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Maddi Tazminat Miktarının Düşük Belirlenmesi Nedeniyle Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu; gözaltına alınmasının hukuka aykırı olmasına rağmen hükmedilen maddi tazminat miktarının çok düşük olduğunu, gözaltı nedeniyle lekelenmeme hakkı ihlal edildiğinden bu ihlali giderecek orantıda bir maddi tazminata hükmedilmediğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
29. Kesin nitelikteki kararların öğrenilmesinden itibaren bireysel başvuru süresi başlar. Bu nitelikteki kararlara karşı kanun yoluna başvurulmasının bireysel başvuru süresine bir etkisi bulunmamaktadır (benzer bir değerlendirme için bkz. Nesin Kayserilioğlu, B. No: 2012/613, 13/6/2013, § 17).
30. Somut olayda başvurucu, 26/10/2017 tarihinde vekilinin huzurunda verilen kesin nitelikteki karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş ise de kesin nitelikteki karara karşı kanun yoluna başvurulmasının bireysel başvuru süresine bir etkisi olmadığından başvurucunun derece mahkemesi kararını öğrendiği 26/10/2017 tarihinden itibaren otuz gün içinde bireysel başvuru yapması gerekirken bu süre geçtikten sonra 13/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının süreaşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Manevi Tazminat Miktarının Düşük Belirlenmesi Nedeniyle Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu; hukuka aykırı gözaltı işlemi nedeniyle ödenen manevi tazminat miktarının çok düşük olduğunu, gözaltı nedeniyle lekelenmeme hakkı ihlal edildiğinden bu ihlali giderecek orantıda bir manevi tazminata hükmedilmediğini ileri sürmüştür.
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu itibarla başvurucunun bu yöndeki şikâyetlerinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
34. Anayasa Mahkemesi A.A. başvurusunda (kararın tam künyesi için bkz. § 17) özetle başvurucuların ilk derece mahkemelerinde dava açarken ileri sürdükleri hususların, dayanaklarının ve 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının hangi bendine göre tazminat talep ettiklerinin yani açılan davanın kapsamının meselenin çözümünde en temel husus olduğuna vurgu yaparak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının karşılığının 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi olduğunu, aynı fıkranın (e) bendinin ise Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığına karar vermiş ve bu bağlamda başvurucuların 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında dava açmış olmasının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetleri yönünden başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre başvurucuların 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ilk derece mahkemelerinde açıkça bu hususları ileri sürerek dava açmaları ve iddialarını tartıştırmaları gerekmektedir. Bu usule göre bir yolun açıkça işletilmediği hâllerde ilgili başvurular hukuksal yollar tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunacaktır.
35. Bu tespitler sonrasında bireysel başvuruya konu edilen yargılamaya bakılması ve başvurucunun dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususların değerlendirilmesi gerekmektedir.
36. Başvurucunun dava dilekçesinden (bkz. § 10) sadece haksız olarak gözaltına alınmasının ardından beraat etmesi nedeniyle manevi tazminat isteminde bulunduğu anlaşılmaktadır.
37. Öte yandan açılan davanın Ağır Ceza Mahkemesi tarafından nasıl değerlendirildiğinin ve böylece davanın kapsamının belirlenmesi gerekmektedir. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına bakıldığında (bkz. § 11) 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının hangi bendine göre tazminat verilmesi gerektiğine ilişkin ayrıca ve açıkça bir değerlendirme yapılmaksızın sadece olgusal anlatımlar temelinde başvurucunun bir gün gözaltında kaldığına ve yapılan yargılama sonunda beraat ettiğine atıfla makul bir manevi tazminatın ödenmesi gerektiği değerlendirmelerinde bulunulduğu, dolayısıyla Ağır Ceza Mahkemesinin de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında inceleme ve değerlendirme yaptığı görülmektedir.
38. Somut olayda başvurucunun dava açarken gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğunu sadece soyut bir şekilde ileri sürdüğü, hakkında verilen beraat kararından bağımsız olarak gözaltına alınmasının baştan beri hukuka aykırı olduğuna dair bir açıklamada bulunmadığı yani kanunda belirtilen koşullar dışında gözaltına alındığını açıkça ileri sürmediği, dolayısıyla başvurucunun davasının 5271 sayılı Kanun'un (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde belirtilen hususlara ilişkin olmadığı, bu itibarla başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında ileri sürdüğü şikâyetlerine ilişkin olarak başvuru yollarını usulüne uygun olarak tüketmediği anlaşılmıştır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Gözaltı Nedeniyle Hükmedilen Manevi Tazminatın Düşük Belirlenmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu, gözaltına alınması nedeniyle açtığı davanın hakkaniyete uygun olarak incelenmemesi nedeniyle manevi tazminat miktarının düşük belirlendiğini ayrıca ileri sürmüştür.
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16).
42. Bu itibarla başvurucunun bu kapsamdaki iddiasının adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
43. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflarından lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
44. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
45. Başvuru konusu dava incelendiğinde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması hususunda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren bir durum tespit edilmemiştir.
46. Açıklanan gerekçelerle kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adli Kontrol Tedbiri Nedeniyle Açılan Davada Değerlendirme Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucu; hakkında verilen adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat talep etmesine rağmen bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadığını, kendisine herhangi bir tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür.
48. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucu her ne kadar eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüşse de anılan iddiaların adil yargılanma hakkı ile bağlantılı olarak incelenmesi nedeniyle ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
50. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak hakkın kapsamı düzenlenmemiştir. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu ibaresinin eklenmesinin amacı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almaktır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 53). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ve buna ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadının da gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
51. Sözleşme, bir kişinin sahip olduğunu ileri sürebileceği tüm hak ve yükümlülükler bakımından adil yargılanma hakkını güvenceye almamaktadır. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için ya başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadının esası hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).
52. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı suç isnadına bağlı yargılamaların yanında bir kimsenin medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasıyla ilgili yargılamalarda da uygulanır. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni meselelerde uygulanabilmesi için ortada hukuk düzeni tarafından kişiye tanınmış veya en azından savunulabilir temeli bulunan bir hakkın bulunması gerekir. Bu hakkın Anayasa'da doğrudan veya dolaylı olarak tanımlanan ve güvence altına alınan bir hakka ilişkin olması zorunlu değildir. Bu bakımdan kanunla kişilere tanınan ve savunulabilir bir temeli bulunan hak ve ayrıcalıklar da -mahkemelerde ileri sürülebilmesi koşuluyla- Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında hak kavramına dâhildir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, B. No: 2015/7942, 28/5/2019, § 28; M.B., § 67).
53. Bir hakkın bulunup bulunmadığının tespitinde hakkın tanınması hususunda yetkili otoritelere takdir yetkisi verilip verilmediği de büyük önem taşımaktadır. Bir hakkın kişiye tanınıp tanınmaması hususunda yetkili otoritelere mutlak takdir yetkisi tanınmış ise Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında adil yargılanma hakkının kapsamına giren bir hakkın varlığından söz edilemeyecektir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, § 29). Ayrıca bu hakka ilişkin olarak ilgili kişinin menfaatini etkileyen bir uyuşmazlık mevcut olmalıdır. Bu uyuşmazlık ihtilaf konusu hakkın tespiti ve bu haktan yararlanılması bakımından belirleyici bir nitelik arz etmelidir (Mehmet Güçlü ve Ramazan Erdem, § 28). Son olarak söz konusu hakkın medeni karakterli olması gerekir. Devletin egemenlik yetkisinin çekirdek alanına ilişkin haklar adil yargılanma hakkının kapsamına girmez (Travnik Üniversitesi, B. No: 2017/33627, 19/11/2020, § 32).
54. Somut olayda başvurucunun bir gün gözaltında kalması ve 15/9/2015-11/11/2015 tarihleri arasında imza atmak suretiyle adli kontrol altına alınması nedeniyle açılan bir tazminat davası bireysel başvuruya konu edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvurusunda imza atma şeklinde uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle uğradığı zararının tazmin edilmemesinden şikâyet etmektedir.
55. Anayasa Mahkemesi, Mehmet Baydan (B. No: 2014/16308, 12/4/2018) kararında derece mahkemesinin adli kontrol talebiyle tazminat talebinin derece mahkemesince karşılanmaması nedeniyle -medeni hakkın varlığı konusunda bir değerlendirme yapmaksızın- gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, aynı konudaki çok sayıda başvuruyu inceledikten sonra adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat talebinin Türk hukukunda tanınıp tanınmadığını ele alma gereği duymuştur.
56. Somut uyuşmazlıkta suç isnadına bağlı bir yargılamanın mevcut olmadığı hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte uyuşmazlığın niteliği itibarıyla medeni hak ve yükümlülükler kapsamında görülüp görülemeyeceğinin bu bağlamda öncelikle ortada kanunlar veya içtihat tarafından tanınan bir hakkın var olup olmadığının ortaya konulması gerekir. Bu bakımdan Türk hukukunda adli kontrol tedbiri uygulanması nedeniyle tazminat hakkının kanunlar veya içtihat tarafından tanınıp tanınmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.
57. Uyuşmazlığa konu temel kanuni düzenleme olan 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde, kimlerin hangi şartlar altında ve hangi süreler içinde tazminat talep edebileceği hususunda açık düzenlemeler bulunmaktadır. Bu maddede hangi hâller ve şartlar altında tazminatın verileceği açıkça ve sınırlı olarak sayılmış olup madde metninde hukuka aykırı olarak verilen adli kontrol kararları ile ilgili olarak bir düzenlemenin bulunmadığı ilk bakışta görülmektedir.
58. Açıkça kanun tarafından tanınan medeni nitelikte savunulabilir bir hakkın kabul edilmemesinin yanında böyle bir hakkın bulunup bulunmadığının tespitinde ayrıca yetkili yargısal makamların pratik ve uygulamalarının da söz konusu hakkın varlığı hususunda değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nitelikteki bir hakkın varlığı veya kişilere bu hakkın verilmesi noktasında ilgili makamların müstakar hâle gelmiş bir uygulamasının bulunmaması hâlinde de bu hakkın varlığından bahsedilemeyecektir.
59. Somut olayda başvurucu, benzer iddiaların ileri sürüldüğü tüm uyuşmazlıklarda yargısal uygulamaların bu mahiyette olduğuna ilişkin bir iddia ve bunu destekleyici herhangi bir karar sunmamıştır. Benzer iddiaların ileri sürüldüğü davalarda Yargıtayın adli kontrol tedbirleri nedeniyle açılan davaların 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde açık düzenleme bulunmaması nedeniyle reddedilmesi gerektiğine dair müstakar içtihadının devam ettiği anlaşılmıştır (ilgili tüm içtihatlar ve bir istisna için bkz. Yahya Çevik, §§ 21, 22).
60. Tüm bu açıklamalar sonrasında özet olarak iddialara dayanak olarak ileri sürülen 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde adli kontrol kararları nedeniyle oluştuğu iddia edilen zararlara karşılık olarak açıkça bir yasal dayanak bulunmadığı, diğer ifadeyle ortada kanun tarafından açıkça veya dolaylı olarak kabul edilmiş bir hakkın varlığından söz edilemeyeceği değerlendirilmiştir. Bunun yanında yukarıda verilen Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere yargısal uygulamaların da söz konusu taleplere ilişkin olarak savunulabilir nitelikte bir hakkın kabul edildiğine dayanak oluşturabilecek ve imkân verecek düzeyde olmadığı, bir diğer ifadeyle yargısal uygulamaların söz konusu konusu talepleri dava konusu edilebilir medeni nitelikte bir hakkın varlığına vücut vermediği anlaşılmıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimlik bilgilerinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gözaltı işleminden dolayı verilen maddi tazminat miktarının az olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süreaşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Gözaltı işleminden dolayı hükmedilen manevi tazminatın düşük belirlenmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gözaltı işlemi nedeniyle hükmedilen manevi tazminatın düşük belirlenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Adli kontrol tedbirine yönelik taleplerle ilgili değerlendirme yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 16/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.