TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET DAĞKIRAN BAŞVURUSU (2)
(Başvuru Numarası: 2019/11991)
Karar Tarihi: 3/10/2024
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
İrfan FİDAN
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Raportör
Hasan SARAÇ
Başvurucu
Mehmet DAĞKIRAN
Vekili
Av. Dursun KARACA
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, askerlik görevinin ifası sırasında yaralanmaya bağlı olarak vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu 16/10/2009 tarihinde Çaldıran Van İlçe Jandarma Komutanlığında askerlik görevini ifa ederken mühimmat taşınması sırasında el bombası fünyesinin patlaması neticesinde yaralanmıştır. Tedavinin ardından başvurucu hakkında verilen ''Askerliğe elverişli değildir.'' kararı üzerine başvurucunun askerlikle ilişiği kesilmiş ve başvurucunun % 44 oranında vücut fonksiyonu kaybına uğradığı alınan raporlar ile tespit edilmiştir.
A. İdari Yargıda Açılan Davalara İlişkin Süreç
3. Başvurucu 7/5/2010 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (İdare) vazife malullüğü hükümlerinden istifade etmek için başvuruda bulunmuştur. Başvuru, İdare tarafından özetle, maluliyete neden olan olayın başvurucunun kendi kusurlu davranışından kaynaklandığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, anılan ret kararına karşı Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesinde 26/8/2010 tarihinde iptal davası açmışsa da dava aynı gerekçe ile 8/6/2011 tarihinde reddedilmiştir.
4. Başvurucu, aynı olay nedeniyle AYİM İkinci Dairesinde (İkinci Daire) de tam yargı davası açarak olay nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararların ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Daire 21/12/2011 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, kararında "...olaydan sorumlu tek personelin davacı olmadığı, olay sonrası disiplin cezası ile cezalandırılan diğer personelin davacı üzerinde nezaret ve denetim görevini ihmal suretiyle gerçekleştirdikleri kusurlu davranışlarının da olayın oluşmasına tesir ettiği, bu nedenle olayda …zararlı sonuçları ile davacının görevi arasında illiyet bağının kesilmediği ve meydana gelen tüm zararların davacının üzerine yüklenmemesi gerektiği…" şeklinde değerlendirmelerde bulunmuş ve tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
5. Başvurucu, İkinci Dairenin kararında yer alan ve özetle İdarenin kusurluluğuna ilişkin tespitlere istinaden vazife malullüğü hükümlerinin uygulanarak kendisine vazife malullüğü aylığı bağlanmasını 3/2/2012 tarihinde idareden yeniden talep etmiştir. Talebin reddi üzerine başvurucu 12/3/2012 tarihinde, Ankara 6. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi, davanın AYİM tarafından incelenmesi gerektiğinden bahisle görev yönünden reddine karar vermiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesi, İdare Mahkemesinin kararını bozmuş ve dava İdare Mahkemesi tarafından görülmeye başlanmıştır.
6. İdare Mahkemesi 28/5/2015 tarihinde davanın esastan reddine karar vermiştir. Kararda, yargısal süreç özetlendikten sonra, mühimmat taşıması için görevlendirilen başvurucunun uyarılmasına rağmen mühimmat sandığında bulunan el bombası fünyesini kurcalaması neticesinde dava konusu olayın meydana geldiği, yaralanmaya konu olayda başvurucunun kusurunun bulunduğu ve bu sebeple başvurucu hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir.
7. Başvurucu, bu karara karşı 5/8/2015 tarihinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu, temyiz dilekçesinde ilgili askerî personel hakkında başlatılan disiplin soruşturması neticesinde bu kişiler hakkında disiplin cezası verildiğini, ayrıca tazminat davasında da (bkz. 4) AYİM'in zararlı sonuç ile başvurucunun görevi arasında illiyet bağının kesilmediğine ve tüm zararın da başvurucu üzerinde bırakılmamasına dair değerlendirme ve kabullerinin bulunduğunu beyan etmiştir. Başvurucu bu dilekçesinde, askerî personelin davranışlarının bu patlama ve zararın oluşmasına neden olduğunun yargısal mercilerce kabul edilmesine rağmen İdare Mahkemesince, başvurucunun kendi kusurundan kaynaklı olarak zararın doğduğuna dair değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğunu, kendisi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, tüm bu nedenlerle kararın bozulmasını talep etmiştir.
8. Danıştay Onbirinci Dairesi (Danıştay Dairesi) 12/4/2018 tarihinde özetle başvurucunun kanun, tüzük ve emir dışında hareket etmiş olmasından dolayı 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun mülga 48. maddesine göre vazife malulü hükümlerinden yararlanamayacağının açık olduğuna; vazife malullüğü hükümlerinin uygulanması ile vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyleyapılan başvurunun reddine ilişkin işlemde ve davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle hükmü onamıştır.
9. Başvurucu 2/8/2018 tarihinde karar düzeltme başvurusu yapmıştır. Başvurucu bu dilekçesinde olaya ilişkin olarak düzenlenen tutanağın kendisini kusurlu göstermeye yönelikdüzenlenmesinden kaynaklı olarak ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, bunun üzerine başlatılan soruşturmada neticesinde tutanağı tanzim edenler hakkında Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığını ve bu davanın devam ettiğini beyan etmiştir. Başvurucu, bu hususun yanındaidari yargılama sürecinde tanık dinleme, kusur araştırması yapma gibi bir hukuki süreç olmadığına göre, kimlerin kusurlu veya suçlu olduğunun ancak ceza yargılaması neticesinde ortaya çıkacağını açıklayarak ceza davasının sonucunu beklenilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu son olarak AYİM'in maddi olayın gerçekleşme koşulları ile kusurlara ilişkin olarak değerlendirmelerde bulunduğunu, bu yargısal merciin kararına göre, başvurucu üzerinde nezaret ve denetim görevinin ihmal edildiğinin, zararlı sonuç ile başvurucunun görevi arasında illiyet bağının kesilmediğinin ve meydana gelen tüm zararların davacının üzerine yüklenmemesi gerektiğinin hükme bağlandığını, bu hususun dikkate alınması gerektiğiniifade etmiştir.
10. Başvurucunun karar düzeltme talebi 8/11/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararın 12/4/2019 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 18/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Askerî Personel Hakkında Başlatılan Ceza Yargılamasına ve Bireysel Başvuru Sonrasına İlişkin Süreç
11. Başvurucunun askerlik yaptığı görev yerinde bulunan iki rütbeli personelden birisi hakkında görevi kötüye kullanmak ve memuriyet görevini sair suretle kötüye kullanmak suçlarından diğeri hakkında ise yalan tanıklık yapmak suçundan başlatılan soruşturma sonucunda 30/3/2016 tarihinde düzenlenen iddianame ile Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Süreç içerisinde askerî mahkemelerin kaldırılması üzerine dosya Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesine (Asliye Ceza Mahkemesi) devredilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda yalan tanıklık yapmak suçundan sanık H.A.nın yeminli tanık dinleme yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle beraatine, sanık İ.Ç.nin görevi kötüye kullanmak suçundan 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine, memuriyet nüfuzunun sair surette kötüye kullanmak suçundan ise 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına 2/7/2019 tarihinde karar verilmiştir. Mahkemenin kabulü ve dosya kapsamındaki tanık beyanlarına göre olay tarihinde sanık İ.Ç.nin karakol komutanı olduğu, hiçbir rütbelinin mühimmat taşınırken olay yerinde bulunmadığı ve uyarılarda bulunmadığı, sanığın baskısı ve telkiniyle diğer sanık H.A.nin mühimmat sandığına dokunulmaması konusunda emir verdiğine dair gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu karardan sanık H.A. hakkında idari tahkikat heyetine ifade verirken, askerlere mühimmat sandıklarına dokunmamaları konusunda emir verdiğine dair gerçeğe aykırı beyanda bulunduğundan bahisle hakkında ayrı bir kamu davası açıldığı da görülmüştür.
13. Hükme karşı yasal yollara başvurulmaması nedeniyle bu karar 5/9/2019 tarihinde kesinleşmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
14. Başvurucu; vazife malûllüğünün kaybına sebebiyet veren hâllerin, eylem ile görev arasındaki nedensellik bağının ortadan kaldıracak kadar ağır olması gerektiğini, olayda ise ağır bir hukuk ihlalinin bulunmadığını, devletin hüküm ve tasarrufu altında bir kamu görevini yerine getiren 20 yaşındaki bir kişinin görevi sırasında meydana gelen patlama neticesinde % 44 oranında engelli hâle gelmesine ve benzer bazı davaların kabul edilmesine rağmen kendilerinin açtığı davanın reddedildiğini belirterek hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; bu kapsamda olmak üzere kendisi hakkında başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, olaya dair tutanağı düzenleyen karakol komutanı ile mühimmat taşınmasında görevlendirilen uzman çavuş hakkında başlatılan disiplin soruşturması neticesinde bu kişilerin disiplin cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca, ilgililer hakkında bir ceza davası açıldığının kanun yolu aşamasında bildirilmesine rağmen bu durumun dikkate alınmadığını ve davanın neticelenmesinin beklenilmediğini, bu delillerin yeterince incelenmediğini belirterek adil yargılanma hakkının,silahların eşitliği ilkesinin ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
15. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin içtihatlarına yer verildikten sonra ilk derece mahkemesi ve Danıştayın dava konusu maddi olay ve olguları, delillerin değerlendirmesini, hukuk kurallarının yorumlanmasını ve uygulanmasını, başvurucunun talebi ile ilgili vardığı sonucu ve kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini gerekçelendirdiğini, başvurucunun aleyhine neticelenen yargılamanın kanun yolundan geçmek suretiyle kesinleştiğini, mevcut başvuruya dair yapılacak incelemede başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığı hususunun dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru formunda esas olarak ileri sürdüğü hususları tekrarlamıştır.
16. Başvurucunun iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenmiştir.
17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
18. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsamaktadır (daha geniş değerlendirme için bkz. Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75). Nitekim Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı yanıt vermesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak mahkemeler, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) mahkemelerin davanın esas sorunlarını inceledikleri gerekçeli karardan anlaşılmalıdır. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve şartlarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 35). Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt vermeyi gerektiren usul veya esasa dair iddiaları cevapsız bırakması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
19. Mahkemelerin aynı maddi veya hukuki olguyla ilgili olarak başka bir yargı merciinin vardığından farklı bir sonuca ulaşması hâlinde bunun dayanaklarını gerekçeli kararında göstermesi beklenir. Anayasa'da güvenceye bağlanan tüm temel hak ve özgürlüklerin yorumunda gözetilmesi gereken temel bir ilke olarak düzenlenen hukuk devleti ilkesi, yargı organlarının aynı maddi veya hukuki olgularla ilgili olarak çelişkili kararlar vermekten mümkün olduğunca kaçınmasını gerekli kılar. Aynı maddi veya hukuki vakıalarla ilgili olarak farklı kararlar verilmesi hukuk devleti ilkesini zedeleyebileceği gibi kişilerin hukuka olan inancını da zayıflatabilir. Bu nedenle bir maddi veya hukuki vakıa ile ilgili olarak başka bir yargı mercii tarafından bir kimse lehine karar verildiği, ancak diğer bir yargı merciinin aynı olgu hakkında farklı bir sonuca ulaştığı durumlarda bunun gerekçesinin belirtilmesi gerekir. Yargı merciinin bu gibi durumlarda gerekçe gösterme yükümlülüğü, kişilerin hukuka olan güvenlerinin sarsılmaması için hayati öneme sahiptir (Mehmet Okyar, B. No: 2017/38342, 13/2/2020, § 29).
20. Somut olayda başvurucu, yaralanmasının askerliğin sebep ve tesiri ile oluştuğunu iddia ederek vazife malullüğü hükümlerinden yararlanmak istemiştir. Başvurucuya göre, maluliyete sebebiyet veren olayda vazife malullüğü hakkını tümüyle ortadan kaldıracak derecede bir kusuru bulunmamaktadır. İdare Mahkemesi ise dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre başvurucunun mühimmat taşınması sırasında uyarılmasına rağmen mühimmat sandığında bulunan el bombası fünyesini kurcalaması neticesinde yaralandığı kabulünden hareketle vazife malullüğü hükümlerinden istifade edilebilmesi için gerekli şartların somut olayda bulunmadığını değerlendirmiştir.
21. Bununla birlikte başvurucu, temyiz dilekçesinde (ayrıntılar için bkz. § 7) özetle ilgili askerî personel hakkında başlatılan disiplin soruşturması neticesinde bu kişiler hakkında disiplin cezası verildiğini, ayrıca tazminat davasında da (bkz. § 4) AYİM'in zararlı sonuç ile başvurucunun görevi arasında illiyet bağının kesilmediğine ve tüm zararın da başvurucu üzerinde bırakılmamasına dair değerlendirmede bulunduğunu açıkça ifade etmiştir. Başvurucu, bu dilekçesinde askerî personelin davranışlarının bu patlama ve zararın oluşmasına neden olduğunun yargısal mercilerce kabul edilmesine rağmen İdare Mahkemesinin başvurucunun kendi kusurundan kaynaklı olarak zararın doğduğuna dair değerlendirmesinin hukuka aykırı olduğunu, kendisi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, tüm bu nedenlerle kararın bozulmasını talep etmiştir. Başvurucu, karar düzeltme dilekçesinde (bkz. § 9)temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü hususların yanında İdare Mahkemesinin ret kararına dayanak yaptığı maddi olaya ilişkin olarak ilgili askerî personeller hakkında ceza mahkemesinde bir yargılamanın devam ettiğini, bu dava dosyasının ise olayın maddi koşullarının belirlenmesinde çok önemli olduğunu zira idari yargılama usulünde sınırlı inceleme yapılırken ceza yargılamasında yapılacak araştırmalar ile olayın açıklığa kavuşturulacağını iddia etmiştir.
22. 5434 sayılı Kanun'un mülga 44. maddesinde; her ne sebep ve surette olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkânsız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere malül denileceği ve haklarında bu Kanun malüllüğe ait hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu Kanun'un 45. maddesinde ise; “44 üncü maddede yazılı malüllük; a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa; c) Kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla); ç) Fabrika, atölye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; Buna (Vazife malüllüğü) ve bunlara uğrayanlara da (Vazife malülü) denir” hükmüne yer verilmiştir.
23. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 'nun 106. maddesi ile kaldırılan bu hükümler yerine meseleye ilişkin olarak getirilen47. maddenin ikinci fıkrasının (b) bendinde, vazife malûllükleri mevzuat ve emir dışında hareket etmiş olmaktan doğmuş olursa bu durumda olanlara vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanmayacağı düzenlemesi bulunmaktadır.
24. Tüm bu hususlardan sonra somut olayda başvurucunun kanun, tüzük ve emir dışında hareket etmiş olup olmadığının böylece vazife malullüğü hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının meselenin özüne dayanak teşkil ettiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. İdare Mahkemesine göre başvurucu uyarılmasına rağmen mühimmat sandığında bulunan el bombası fünyesini kurcalamak suretiyle kusurludur ve başvurucu hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Başvurucu ise olayın maddi koşullarının ve kusura ilişkin hususların bir bütün olarak açığa kavuşturulmadığını, bunun ancak devam eden ceza yargılaması sonucunda mümkün olabileceğini, ayrıca AYİM'in kusura ilişkin hükmü bulunduğunu iddia ederek vazife malullüğü hükümlerinin kendisi hakkında uygulanması gerektiğini öne sürmektedir.
25. Başvuruya konu vazife malullüğüne ilişkin davada 5434 sayılı Kanun'un 48. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre başvurucunun kanun, tüzük ve emir dışında hareket etmiş olup olmadığının tespiti önem taşımaktadır. Bu bakımdan ceza mahkemesinin gerekçesi dikkate alındığında aynı olaya ilişkin olarak idari yargı mercilerinin esas aldıkları tanık beyanları ve diğer delillerin sıhhati ve güvenilirliği ile ilgili ciddi bir şüphe doğmuştur. Aynı maddi olayın iki ayrı yargı kolunda farklı değerlendirilmesi sorun teşkil ettiği gibi idari soruşturmadaki beyanların gerçeği yansıtmadığının sonradan ceza soruşturması veya kovuşturması sırasında ortaya çıkması da uyuşmazlığın sonucunu etkileyen ciddi iddialar olarak görülmelidir. Başvurucu bu iddialarını yargılama henüz sona ermeden 2/8/2018 tarihli karar düzeltme dilekçesinde de dile getirmiştir. Başvurucu, ayrıca başvuru formunda da açık bir biçimde mahkemenin tespitine esas aldığı olay tutanağını tanzim eden karakol komutanı ile mühimmatın taşınması için görevlendirilen uzman çavuşun disiplin cezası aldığını ve haklarında ceza davası açıldığını, bu hususları yargılama sırasında belirtmesine rağmen iddialarının dikkate alınmadığını belirtmiştir.
26. Somut olayda başvurucu; AYİM'in olayın maddi koşulları ile kusura ilişkin değerlendirmelerde bulunduğunu, bu yargı mercii kararındaki tespitlerin somut davada dikkate alınması gerektiğini açıkça dile getirmesine rağmen yargısal mercilerce herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı anlaşılmıştır. Bunun yanında, temyiz vekarar düzeltme dilekçesinde (bkz. §§ 7-9) açık bir biçimde mahkemenin tespitine esas aldığı olay tutanağını tanzim eden karakol komutanı ile mühimmatın taşınması için görevlendirilen uzman çavuşun kusurlu olduğu kabul edilerekdisiplin cezası almalarına rağmen bu hususun dikkate alınmadığı iddiası hakkında da bir incelemenin yapılmadığı görülmüştür. Son olarak, karar düzeltme aşamasında olaya ilişkin olarak açılan bir ceza davasının beklenilmesi hususundaki taleplere neden itibar edilmediği hususunda da bir açıklamanın yapılmadığı değerlendirilmiştir.
27. Bu itibarla başvurucunun ileri sürdüğü ve uyuşmazlığın sonucuna etkili olabilecek nitelikteki iddialarıyla ilgili yargısal mercilerce herhangi bir değerlendirmede bulunulmadığı, bu kapsamda kararlarda ilgili ve yeterli bir gerekçeye yer verilmediği görüldüğünden yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
28. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, yargılamanın makul sürede neticelendirilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
32. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 100.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
33. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı yönünden yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
34. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir. Başvurucu, maddi zarara ilişkin olarak bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin de reddine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 6. İdare Mahkemesine (E.2014/1430, K.2015/869) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.364,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/10/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.