logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Halit Aksu [1.B.], B. No: 2019/13790, 16/11/2022, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HALİT AKSU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/13790)

 

Karar Tarihi: 16/11/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Halit AKSU

Vekili

:

Av. Raife AKILLIOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak açılan sicilin düzeltilmesi davasında hukuka uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucu 1960 doğumlu olup Gaziantep'te ikamet etmektedir. Başvurucu 28/1/1986 yılında ölen M.A.nın oğludur. M.A. adına kayıtlı olan ve Gaziantep ili Şehitkamil ilçesi Suboğazı köyünde kâin 816 parsel sayılı taşınmaz M.A.nın, başvurucunun da aralarında bulunduğu mirasçılarına intikal etmiştir.

3. Başvurucu, kendi hissesini Gaziantep 3. Noterliğinin 10/4/1996 tarihli taşınmaz satış vaadi söyleşmesiyle 130.000.000 (eski) TL bedelle Y.Ç.ye satmayı vadetmiştir. Satış vaadi sözleşmesinde taşınmazın zilyetliğinin Y.Ç.ye devredildiği de ifade edilmiştir. Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi doğrudan başvurucu tarafından imzalanmamış, başvurucunun verdiği ve Gaziantep 4. Noterliğince 2/12/1993 tarihinde düzenlenen vekâletnameye istinaden C.Ç. tarafından imzalanmıştır. C.Ç., Y.Ç.nin babasıdır.

4. Başvurucunun taşınmazın devri işlemini gerçekleştirmemesi üzerine Y.Ç. 14/3/2011 tarihinde Gaziantep 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) başvurucu aleyhine satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak sicilin düzeltilmesi davası açmıştır.

5. Asliye Hukuk Mahkemesi davacının gösterdiği üç tanığı, başvurucunun gösterdiği dört tanığı dinlemiştir. Davacının tanıkları genel olarak başvurucunun bağ ve fıstık ekili bulunan taşınmazı satış vaadi sözleşmesiyle davacıya sattığını, satış bedelinin başvurucuya ödendiğini, bazı yıllarda ürünler başvurucu tarafından toplansa da taşınmazın davacı tarafından kullanıldığını beyan etmiştir. Başvurucunun tanıkları ise satış vaadi sözleşmesinden haberdar olmadıklarını, bağ ve fıstık ekili bulunan tarlanın başvurucu tarafından kullanılmaya devam edildiğini belirtmiştir.

6. Asliye Hukuk Mahkemesi 20/12/2011 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde olay ve olgular özetlendikten sonra, herhangi bir değerlendirmeye yer verilmeksizin şartları oluşmayan davanın reddi gerektiği ifade edilmiştir. Karar, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin (Daire) 14/5/2012 tarihli kararıyla, davanın hangi sebeple reddedildiğinin anlaşılamadığı gerekçesiyle bozulmuştur.

7. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 28/12/2012 tarihinde davayı yine reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın zilyetliğinin devredildiğinin davacı tarafından ispatlanamadığı vurgulanmıştır. Davacı tanıklarının dahi başvurucunun zaman zaman tarlada görüldüğünü beyan ettiğine işaret edilen kararda, başvurucunun tanıklarının, savunmasını doğrular nitelikte beyanda bulundukları belirtilerek bu durumun davacının taşınmazın zilyetliğini malik gibi devralmadığını gösterdiği ifade edilmiştir. Kararda neticeden, davanın zamanaşımı süresi içinde açılmadığı açıklanmıştır.

8. Daire 15/4/2013 tarihinde ikinci kez kararı bozmuştur. Bozma kararında, taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinde taşınmazın vaat alacaklısına teslim edilmiş olması hâlinde on yılık zamanaşımı süresinin dolduğu iddiasının ileri sürülmesinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralıyla bağdaşmadığı belirtilmiştir. Bozma kararında 10/4/1996 tarihli satış vaadi sözleşmesinde başvurucunun temsilcisi C.Ç.nin dava konusu taşınmazın zilyetliğini vaat alacaklısına terk ve teslim ettiğini açıkça beyan ettiği vurgulanmıştır. Resmî şekilde düzenlenen senetlerin aksinin ancak aynı nitelikteki belgeyle kanıtlanabileceğine işaret edilen bozma kararında, bir kısım tanık beyanına dayanarak zilyetliğin devredilmediği kabul edilerek davanın on yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığı sonucuna ulaşılmasının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.

9. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 19/12/2013 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın davacı adına tesciline hükmetmiştir. Kararda, Dairenin bozma kararına atıfta bulunulmuştur.

10. Ancak Daire 24/10/2014 tarihinde üçüncü kez kararı bozmuştur. Bozma kararında, 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 390. maddesi hatırlatılarak vekilin, vekil edenin yararıyla bağdaşmayan bir davranış içerisinde bulunmasının vekilin sorumluluğunu gerektirdiği belirtilmiştir. Kararda, vekil ile sözleşme yapan kişinin de vekilin görevi kötüye kullandığını bilmediği ve bilmesine de imkân bulunmadığı hâllerde söz konusu sözleşmenin geçerli olduğu ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinin vekâlet yetkisinin kötüye kullanıldığı iddiası üzerinde durmadığının vurgulandığı bozma kararında, satıcı vekili C.Ç.nin alıcı Y.Ç.nin babası olduğu hususu da gözetilerek C.Ç.nin başvurucuyu zarara uğratma kastıyla hareket edip etmediği ve vekâlet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği açıklanmıştır.

11. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi diğer tanıkların yanında başvurucunun kız kardeşi A.Ç.yi de dinlemiştir. A.Ç., taşınmazdaki hisselerini başvurucuyla birlikte noterde üvey dayıları C.Ç.ye sattıklarını ve satış bedelini noterde aldıklarını, C.Ç. tarafından taşınmazda fıstık ekimi yapıldığını beyan etmiştir.

12. Asliye Hukuk Mahkemesi 2/5/2017 tarihinde davayı kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun kız kardeşi olan A.Ç.nin beyanları dikkate alındığında C.Ç.nin vekâlet yetkisini kötüye kullanmadığı, başvurucunun satış işleminden haberdar olduğu ve satışa rıza gösterdiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

13. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, tanıkların köyde oturmaması sebebiyle beyanlarına itibar edilemeyeceği belirtilmiştir. Temyiz dilekçesinde ayrıca taşınmazın zilyetliğinin devredilmediği ve satış bedelinin kendisine ödenmediği iddia edilmiştir.

14. Daire 24/4/2018 tarihinde kararı onamıştır. Karar düzeltme istemi Dairenin 14/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 9/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

15. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir.

II. DEĞERLENDİRME

16. Başvurucu, olayda zamanaşımının gerçekleşmiş olması sebebiyle davanın esasının incelenemeyeceğini ileri sürmüştür. Başvurucu; vekilin yetkisini kötüye kullandığını, satış bedelinin kendisine ödenmediğini iddia etmiştir. Zilyetliğin mülkiyete karine teşkil ettiğini belirten başvurucu; taşınmaz üzerindeki zilyetliğini sürdürdüğünü her türlü delille ispatlayabileceğini ifade etmiş, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin noter tarafından düzenlenmeyip sadece noter tarafından onaylandığını, bu sebeple geçersiz olduğunu öne sürmüştür. Başvurucu, taşınmazın tapusunun iptal edilerek davacı adına tescil edilmesinin -tüm bu hususlar sebebiyle- adil yargılanma hakkını, eşitlik ilkesini ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

17. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, taşınmazın tapusunun iptal edilmesine yöneliktir. Dolayısıyla başvurucunun bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

19. Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arasında ortaya çıkan bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.

20. Olayda ihtilaf konusu taşınmazın hissesinin davacı adına tescil edilmeden önce başvurucu adına tapuda kayıtlı bulunduğu açıktır. Dolayısıyla mülkün varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

21. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

22. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).

23. Olayda ihtilaf konusu taşınmazın başvurucu adına kayıtlı olan hissesi, başvurucu tarafından verilen ve noterde düzenlenen vekâletnameye istinaden C.Ç. tarafından C.Ç.nin oğlu Y.Ç.ye satılması vaat edilmiştir. Başvurucunun satış vaadi sözleşmesinden doğan yükümlülüğü ifa etmemesi üzerine Y.Ç., başvurucu aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi, davayı kabul ederek başvurucu adına olan tapu kaydını iptal etmiş ve bu hissenin davacı adına tesciline hükmetmiştir.

24. Pozitif yükümlülükler yönünden ilkin incelenmesi gereken mesele mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye ilişkin olarak başvurucuya etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığıdır. Bu bağlamda başvurucunun iddia ve itirazlarını derece mahkemelerinde ileri sürme hususunda hiçbir engelle karşılaşmadığı, kendisini avukatla temsil ettirebildiği görülmektedir.

25. Bu bağlamda başvurucunun bireysel başvuruya konu yargılama sırasında esas olarak iki iddia öne sürdüğü görülmektedir. Başvurucu ilkin satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak açılan davanın zamanaşımı süresi içinde olmadığını ileri sürmüştür. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/12/2012 tarihli kararında başvurucunun bu iddiasına hak verilerek davanın reddedildiği gözlemlenmektedir. Asliye Hukuk Mahkemesi tanık beyanlarına dayanarak başvurucunun fiilen taşınmazı kullanmaya devam ettiğini, dolayısıyla taşınmazın zilyetliğinin davacıya devredilmediğini kabul etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesine göre taşınmazın zilyetliği vaat alacaklısına devredilmediği için zamanaşımı iddiasının öne sürülmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Buna karşılık Daire, satış vaadi sözleşmesinde zilyetliğin devredildiğinin de açıkça belirtildiğine dikkat çekerek noter tarafından düzenlenen belge bulunması hâlinde tanık beyanına dayanılamayacağını, satış vaadi sözleşmesiyle tespit edilen vakıanın aksinin ancak eşdeğer bir belgeyle ispatlanabileceğini belirtmiş ve kararı bozmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesinin Dairenin bu görüşünü esas alarak hüküm kurduğu anlaşılmaktadır.

26. Uyuşmazlıktaki maddi vakıaların ispatlanması için sunulan delillerin değerlendirilmesi ve bunların ispata yeterli olup olmadığının karara bağlanması kural olarak derece mahkemelerinin yetkisindedir. Keyfîlik veya bariz takdir hatası içermedikçe Anayasa Mahkemesinin kendi değerlendirmesini derece mahkemelerinin değerlendirmesi yerine ikame etmesi bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz (Necati Gündüz, Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26; Muhammet Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21; Gülsün Giley, B. No: 2018/36546, 25/5/2022, § 40).

27. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 200. maddesinin (1) numaralı fıkrasında bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerlerinin fıkrada gösterilen miktarı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerektiği ifade edilmiştir. Yine aynı Kanun'un 201. maddesinin (1) numaralı fıkrasında senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin kanunda belirtilen sınırdan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamayacağı kurala bağlanmıştır.

28. Anılan hükümler dikkate alındığında Dairenin, noter tarafından düzenlenen satış vaadi sözleşmesinde belirtilen taşınmazın zilyetliğinin vaat alacaklısına devredildiği tespitinin aksinin tanık beyanıyla ispatlanamayacağı kabulünün keyfî ve temelsiz olmadığı değerlendirilmiştir. Bu durumda taşınmazın zilyetliğini devreden başvurucunun, sözleşmenin ifasını sağlamak amacıyla aleyhine açılan sicilin düzeltilmesi davasında zamanaşımı iddiasını öne süremeyeceği sonucuna ulaşılmış olmasında bariz takdir hatası veya keyfîlik tespit edilememiştir.

29. Başvurucunun ileri sürdüğü diğer bir iddia ise vekilin temsil yetkisini kötüye kullandığıdır. Dairenin üçüncü bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesinin 2/5/2017 tarihli kararında başvurucunun bu iddiasının da değerlendirildiği görülmektedir. Asliye Hukuk Mahkemesi vekil C.Ç.nin vekâlet yetkisini kötüye kullanıp kullanmadığının tespiti amacıyla başvurucuyla birlikte hissesini Y.Ç.ye satmayı vadeden kız kardeşi A.Ç.yi tanık olarak dinlemiştir. A.Ç., taşınmazdaki hisselerini başvurucuyla birlikte noterde üvey dayıları C.Ç.ye sattıklarını ve satış bedelini noterde aldıklarını beyan etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi özellikle A.Ç.nin bu beyanına dayanarak C.Ç.nin vekâlet yetkisini kötüye kullanmadığı, başvurucunun satış işleminden haberdar olduğu ve satışa rıza gösterdiği kanaatine varmıştır. A.Ç.nin beyanının içeriği gözetildiğinde Asliye Hukuk Mahkemesinin ulaştığı kanaatin keyfî veya temelsiz olmadığı değerlendirilmiştir.

30. Son olarak her iki tarafın menfaatlerinin yeterince dengelenip dengelenmediği, taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenip yüklenmediği incelenmelidir. Bu bağlamda başvurucunun kendi özgür iradesiyle C.Ç.yi, taşınmazı satış vaadi sözleşmesine konu edebilmesi yönünden yetkilendirdiği not edilmelidir. Özerk bir varlık olarak birey kendi çıkarının ne olduğunu ve ne tür bir edimin kendi menfaatine sonuç doğuracağını en iyi bilebilecek konumdadır. Buna bağlı olarak bireyin yaptığı sözleşmenin hukuksal sonuçlarına katlanma sorumluluğu ve mecburiyeti bulunmaktadır. Devletin tarafların iradeleri arasında uyumsuzluk bulunması ya da hata, hile, zorlama gibi bireyin iradesini sakatlayan hâllerin varlığı veya sözleşmenin kamu düzenine, hukuka ve ahlaka açıkça aykırı hükümler içermesi gibi durumlar müstesna olmak üzere taraflar arasında akdedilen özel sözleşmelere müdahale etmesi sözleşme özgürlüğüyle bağdaşmaz. Devletin özel borç ilişkilerindeki rolü üstün buyurma gücüne dayanarak sözleşmelerin ifasını sağlamaktan ibarettir (Mustafa Karaca, B. No: 2014/11657, 22/6/2017, § 54). Somut olayda geçersiz olduğu ispatlanamayan veya kamu düzenine, hukuka ve ahlaka açıkça aykırı hükümler içerdiği iddia edilmeyen satış vaadi sözleşmesinden doğan borçlarının ifasıyla yükümlü kılınmasının başvurucuya aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir.

31. Sonuç olarak kendi serbest iradesiyle tayin ettiği vekil aracılığıyla akdettiği satış vaadi sözleşmesinin ifası amacıyla başvurucu aleyhine açılan sicilin düzeltilmesi davasında devletin Anayasa'nın 35. maddesinin öngördüğü pozitif yükümlülüklerinin ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

32. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmiştir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin kısmının AYRILMASINA,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Yargılama giderlerinin AYRILAN DOSYADA KARARA BAĞLANMASINA 16/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Halit Aksu [1.B.], B. No: 2019/13790, 16/11/2022, § …)
   
Başvuru Adı HALİT AKSU
Başvuru No 2019/13790
Başvuru Tarihi 3/5/2019
Karar Tarihi 16/11/2022

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru; satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak açılan sicilin düzeltilmesi davasında hukuka uygun karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Özel hukuk ilişkileri Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi