logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Emine Demir ve diğerleri [2.B.], B. No: 2019/16805, 25/5/2022, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMİNE DEMİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/16805)

 

Karar Tarihi: 25/5/2022

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ferhat YILDIZ

Başvurucular

:

1. Emine DEMİR

 

 

2. Gazi DEMİR

 

 

3. Muhammed Talha DEMİR

 

 

4. Huriye Rumeysa DEMİR

Başvurucular Vekili

:

Av. Sinan ATA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tıbbi ihmal ve organizasyon kusuru sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

5. Birinci ve ikinci başvurucunun erken doğumla dünyaya gelen ikiz bebekleri üçüncü ve dördüncü başvurucu, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi (Hastane) yeni doğan servisinde yatarak tedavi görmüştür. Bebeklerin yapılan ilk göz muayenelerinde retina aralıklarının normal olduğu belirlenmiş ve iki hafta sonra göz polikliniğine getirilmeleri önerilmiştir ancak bebekler önerilen göz muayenesi gerçekleştirilmeden taburcu edilmiştir. Üçüncü ve dördüncü başvurucunun daha sonra gerçekleştirilen göz muayenelerinde kalıcı görme kaybına maruz kaldıkları tespit edilmiştir.

6. Sivas 1. Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) konu ile ilgili hastane personeline taksirle yaralama suçundan açılan kamu davasının zamanaşımının dolduğundan bahisle düşürülmesine karar verilmiştir. Anılan karar, istinaf başvurusunun 3/4/2019 tarihinde reddedilmesi üzerine kesinleşmiştir.

7. Nihai karar 29/4/2019 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

8. Birinci ve ikinci başvurucunun zararlarının tazmini amacıyla Sivas 2. Asliye Hukuk Mahkemesine açtıkları tazminat davasının ise husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken gerçekleştirdikleri eylemlerden doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabileceği belirtilmiştir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 4/2/2013 tarihinde kararın onanmasına ve 10/9/2013 tarihinde ise karar düzeltme talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir.

9. Sivas 1. Asliye Ceza Mahkemesince İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan (ATK) aldırılan bilirkişi raporunda özetle; hastanede göz muayenesi için bir cihazın bulunmadığı, bunun idareye yönelik hizmet kusuru olarak değerlendirildiği belirtilmiştir. Ayrıca enfeksiyon nedeniyle belirlenen tarihte göz muayenesinin yapılamayacağının tespit edildiği ancak bu durumda dahi kuvöz içerisinde muayenelerin gerçekleştirilmesinde engel bir durumun bulunmadığı, bu nedenle pediatri servisinde tedaviden sorumlu hekim veya hekimlerin mevcut uygulamasının tıp kurallarına uygun olmadığı vurgulanmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

10. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30; Yaprak Yüksek, B. No: 2013/9116, 14/10/2015, §§ 20-24.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

11. Anayasa Mahkemesinin 25/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

12. Başvurucular; bebeklerdeki görme kaybının yeni doğan servisinde görev yapan personelin ağır ihmali sonucunda oluştuğunu, üçüncü ve dördüncü başvurucunun yapılan hata nedeniyle hâlen görme engelli bireyler olarak yaşamak zorunda kaldığını, ceza davası sonucunda verilen düşme kararlarının haksız olduğunu, kişini maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

13. Bakanlık görüşünde; öncelikle somut olay özetlendikten sonra başvurucuların tam yargı veya tazminat davası açtığına dair bir açıklama yapmadan ceza soruşturması tüketerek bireysel başvuruda bulunduğu, başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Görüşte, dosyanın esasına ilişkin olarak ise konuyla ilgili mevzuat hükümlerine ve içtihatlara yer verilmiş ve Anayasa Mahkemesince bu hususların dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

14. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı cevabında; Sivas 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın husumet yokluğundan reddedilerek kesinleştiğini, idari yargı nezdinde ise bir dava açılmadığını belirterek önceki taleplerini yinelemiştir.

2. Değerlendirme

15. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda sağlık görevlilerinin ve hastane çalışanlarının organizasyon kusuru nedeniyle üçüncü ve dördüncü başvurucunun göz muayenelerinin zamanında yapılamaması ve bebeklerin kalıcı görme kaybına maruz kalmış olmaları söz konusudur. Dolayısıyla somut olayda şikâyetin özünü; başvurucuların hastanenin organizasyon eksikliği sebebiyle zarara uğramalarına neden olan görevlilerin cezalandırılmasına ilişkin suç duyurusunda etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğüne uyulmadığı iddiası oluşturmaktadır. Bu durumda başvurunun kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı yönünden değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

16. Yaşam hakkının veya bedensel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Olayın ceza soruşturmasını gerektiren istisnalar kapsamında olmadığı değerlendirildiğinde Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mağdura adli ya da idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tazminat ya da tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir (bkz. Yaprak Yüksek, B. No: 2013/9116, 14/10/2015, §§ 32).

17. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, insanların yaşamını veya vücut bütünlüğünü tehlikeye atan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 60). Bu yaklaşım, yetkili kişi ve kurumların kamu ya da özel sağlık kuruluşlarına başvuran bir hastanın sağlık durumunun ciddiyetini bilmesine ya da bilmesi gerekmesine rağmen meydana gelebilecek riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almayarak yahut hastanın tanı ve tedavisine ilişkin değerlendirme hatasını aşacak şekilde mesleki ödevlerine aykırı davranarak bir kimsenin hayatına veya vücut bütünlüğüne zarar vermesi hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de geçerlidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013; Asiye Genç/Türkiye, B. No. 24109/07, 27/1/2015).

18. Başvuruya konu olayda başvurucunun kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucu, yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet başsavcılığından talep edebilir. İkinci bir yol olarak başvurucu, tıbbi ihmal veya organizasyon kusuru nedeniyle sorumlu olduğunu düşündüğü kişiler ile Hastane aleyhine tazminat davası açabilir. Nitekim başvurucu, Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunmanın yanında Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Sivas 1. Asliye Ceza Mahkemesince açılan kamu davasının zamanaşımın dolması nedeniyle düşürülmesine, Sivas 2. Asliye Hukuk Mahkemesince ise açılan tazminat davasının husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 6-8). Somut olayın koşulları çerçevesinde kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında devletin sahip olduğu “etkili bir hukuk sistemi kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 74; Nurettin Demir ve Çiçek Demir/Türkiye, B. No. 34885/06, 13/11/2012, § 71).

19. Bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve belgeler ışığında ve mevcut başvurunun koşulları incelendiğinde somut olayın Hastanede göz muayenesini gerçekleştirmek için kullanılan cihazın çalışmaması ve Hastanenin pediatri bölümündeki sağlık personelinin organizasyon kusuru nedeniyle bebeklerin göz muayenesini zamanında gerçekleştirmemeleri sonucunda yaşandığı anlaşılmaktadır. Tüm bu hususlar dikkate alındığında başvuru konusu olayın yukarıda belirtilen istisnalar (bkz. § 16) kapsamında bulunduğu ve Hastane ve personelinin organizasyon eksikliği neticesinde yaşandığı sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucuların Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına yönelik başvuru yolunu tüketmesi yeterli kabul edilmiş ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

21. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

22. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

23. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

24. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki ve cezai sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak davaların makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

25. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).

26. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

27. Anayasa'nın 12. maddesine göre herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bu genel nitelikteki anayasal düzenleme ile bireylerin kişilik değerlerine yönelen ve zarar veren olumsuz tutum ve davranışlar dışlanmaktadır. Ayrıca Anayasa'nın 5. maddesinde bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması, maddi ve manevi varlıklarının geliştirilmesi için gerekli şartların hazırlanması devletin temel amaç ve görevlerinden biri olarak sayılmaktadır. Bu düzenlemeler ışığında devletin bireyin temel hak ve özgürlüklerine keyfî olarak müdahale etmemenin yanında üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü kılındığı, bu bağlamda pozitif yükümlülüklerinin de bulunduğu söylenebilir. Uyuşmazlıkların özel hukuk kişileri arasında gerçekleştiği durumlarda da temel hak ve özgürlüklerin sağladığı güvencelerin yerine getirilip getirilmediği denetlenirken Anayasa’nın kamusal makamlara yüklediği sorumluluklardan doğrudan özel hukuk kişileri sorumlu tutulamayacağından taşıdığı koşulların özelliklerine göre bu tür başvuruların devletin pozitif yükümlülükleri bağlamında ele alınması gerekebilir. Dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı yönünden de devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireyleri kamusal makamların eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır.

28. Bu anlamda öncelikle devlet, uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünü yerine getirmelidir. Söz konusu pozitif yükümlülük; olayın meydana gelme şekli ile etkisi, ağırlığı ve sonuçları bakımından yapılacak değerlendirmelere ve olayın kim tarafından nasıl gerçekleştirildiği konusunda aydınlatılmasını gerekli kılan durumların bulunup bulunmadığına göre her durumda ceza soruşturması/yargılaması yapılmasını gerekli kılmaz. Nitekim yargısal sistem kurma yükümlülüğü -olayın koşullarına göre- hukuki ve idari yolların devlet tarafından oluşturulmasıyla da yerine getirilebilir.

29. Öte yandan yargısal sistem kurma yükümlülüğünün ceza soruşturması/yargılaması yapılmasını gerekli kılması, failler hakkında mutlaka ceza davası açılmasını ya da onların cezalandırılmasını zorunlu hâle getirmediği gibi başvuruculara üçüncü tarafları bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırılmalarını talep etme hakkı da vermemektedir. Zira burada kastedilen sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Ancak her durumda söz konusu yargısal sistemlerin etkili şekilde işletilmesi ve soruşturmalar ya da yargılamalar neticesinde yargısal makamlarca ulaşılan tüm sonuçların temel hakların içerdiği güvenceleri koruyacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (Erol Kumcu, B. No: 2015/18988, 9/5/2019, § 35; Ali Çığır, B. No: 2015/19298, 8/5/2019, § 35).

30. Ek olarak ayrıca vurgulamak gerekir ki kişilerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların incelenmesi, ceza soruşturması/kovuşturması sürecinin mahkûmiyet kararı ile sonuçlanması, bu hâlde takdir edilecek cezanın miktar ve mahiyetinin belirlenmesi Anayasa Mahkemesinin görev alanı içinde olmayıp bu husus esasen derece mahkemelerinin takdirindedir (Erol Kumcu, § 36; Ali Çığır, § 36).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

31. Başvurucuların iddialarının üçüncü ve dördüncü başvurucunun zamanında göz muayenelerinin yapılmaması sebebiyle kalıcı görme kaybına maruz kalmalarına sebep olan kişilerin cezalandırılması amacıyla açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

32. Üçüncü ve dördüncü başvurucuların doğum sonrasında göz muayenelerinin gerçekleştirildiği ve iki hafta sonra yeniden muayene edilmeleri gerektiğinin belirtildiği ancak anılan tarihte cihaz eksikliği ve hastanedeki enfeksiyon riski gerekçe gösterilerek muayene edilmeden taburcu edildikleri görülmüştür. Üçüncü ve dördüncü başvurucuların daha sonrasında görme yetilerini tamamen kaybederek bu şekilde yaşamaya mahkûm oldukları anlaşılmaktadır. Belirtilen olay nedeniyle Cumhuriyet başsavcılığınca gerçekleştirilen soruşturma sonucunda sorumlular hakkında kamu davası açılmış ancak anılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Mahkemece ATK'dan alınan raporda pediatri bölümünde sorumlu sağlık görevlilerinin kusurunun bulunduğu, yine hastanenin de cihaz eksikliği sebebiyle hizmet kusurunun tespit edildiği görüşlerine yer verilmiştir (bkz. § 9).

33. Öncelikle ATK raporunda olayda bir organizasyon eksikliğinin ve hizmet kusurunun bulunduğunun kabul edildiği anlaşılmaktadır. Yapılan yargılamada ise bunun aksine bir olgu da tespit edilememiştir. Yukarıda değinildiği üzere etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğü, isnat edilen eylemin suç olarak düzenlendiği her durumda ceza soruşturması yapılmasını gerekli kılmamakla birlikte somut olayın meydana geliş şekli, ATK raporundaki bulgular ile birlikte değerlendirildiğinde mevcut başvuruda devletin etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün etkili bir ceza soruşturması ve kovuşturması yapılmasını gerekli kıldığı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla başvurucuların şikâyetleri gözetilerek etkili bir ceza soruşturması yapılması, bu bağlamda öncelikle olayın tüm yönleriyle açıklığa kavuşturularak ulaşılan sonucun olaya özgü gerekçelerle açıklanması gerekir.

34. Somut olayda başvurucuların şikâyetleri üzerine yapılan soruşturma sonucunda sorumlular hakkında kamu davası açıldığı görülmüştür. Ancak 2008 yılında başlayan kovuşturma ancak 2018 yılında sonuçlandırılarak kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Bu itibarla somut olayda maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının gerekliliklerine aykırı olarak yargılamanın makul bir sürede sonuçlandırılmadığı ve başvurucuların şikâyetlerinin esasının değerlendirilemediği görülmüştür. Dolayısıyla yargılama sürecinde olayın aydınlatılmasına yönelik esaslı iddiaların yapılan yargılama sırasında ivedilikle araştırılmadığı gözönüne alındığında bu iddiaların esasına ilişkin bir sonuca süratle ulaşacak ve anayasal hakları güvence altına alacak şekilde etkili bir kovuşturma yapılmadığı tespit edilmiştir.

35. Sonuç olarak etkili ve hızlı bir kovuşturma gerçekleştirme konusunda kamusal makamlarca üstlenilmesi gereken pozitif yükümlülüklerin somut olayda yerine getirilmediği değerlendirildiğinden Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların iddiaları

36. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvuru kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

38. Sözleşme’nin 6. maddesinde, adil yargılanmaya ilişkin güvencelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular, Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz. Bir ceza davasında üçüncü kişilerin cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır (Onurhan Solmaz, §§ 23, 24).

39. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş olması veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (Süreyya Kıran ve diğerleri, B. No: 2015/1782, 21/3/2019, § 30). 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Bu nedenle bir ceza davasında mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişilerin yargılamanın uzun sürmesine ilişkin ihlal iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.

40. Somut olayda başvurucuların bu başlık altındaki iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamına girmediği anlaşılmıştır.

41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

42. Başvurucular, ihlalin tespiti ve 2.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

43. Başvuruda, açılan ceza davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi nedeniyle tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.

44. İhlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için manevi zararları karşılığında başvuruculara 135.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara 135.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Emine Demir ve diğerleri [2.B.], B. No: 2019/16805, 25/5/2022, § …)
   
Başvuru Adı EMİNE DEMİR VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2019/16805
Başvuru Tarihi 14/5/2019
Karar Tarihi 25/5/2022

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tıbbi ihmal ve organizasyon kusuru sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Tıbbi ihmal-Tıbbi uygulamalar İhlal Manevi tazminat
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) Konu Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 12
2
2827 Nüfus Planlaması Hakkında Kanun 2
4
6
6098 Türk Borçlar Kanunu 49
74
Yönetmelik 1/8/1998 Hasta Hakları Yönetmeliği 15
31
Kurallar 1/2/1999 Hekimlik Meslek Etiği Kuralları 26
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi