TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
BARIŞ ÇELİK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/24929)
Karar Tarihi: 4/2/2025
Başkan
:
Basri BAĞCI
Üyeler
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Metin KIRATLI
Raportör
Ali Erdem ŞAHİN
Başvurucu
Barış ÇELİK
Vekili
Av. Bedia BORAN BULUT
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, kamu görevlisinin üniversite kampüsünde yapılan eylem sırasında bir öğretim görevlisiyle yaşadığı arbede nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (İdare) teknisyen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesidir.
3. Somut olay, banka promosyonları görüşmeleri kapsamında Sendikanın aldığı grev kararı etrafında şekillenmiştir. Olay günü başvurucunun da aralarında olduğu bir grup "Bu İşyerinde Grev Vardır" pankartı ile birlikte sloganlar atarak inşaat mühendisliği binasına girmiştir. O sırada derste olan Öğr. Gör. A.T.nin dışarı çıkarak ders işleyemediğini söylemesi ve grubu cep telefonuyla görüntülemesi üzerine başvurucu ve yanındaki bir kişi ile A.T. arasında arbede yaşanmıştır. Kamera kayıtlarına göre çıkan arbedenin sebeplerinden biri de A.T. hakkında daha önce ileri sürülen asistanına yönelik şiddet uyguladığı iddialarıdır. Öte yandan yaşanan arbede nedeniyle Öğr. Gör. E.C. de bulunduğu toplantıdan çıkarak kalabalığa tepki göstermiş ve grubu cep telefonuyla görüntülemiştir. Bunun üzerine grupla E.C. arasında da kısa süreli bir tartışma yaşanmış ve başvurucu, E.C.yi kolundan tutarak gruptan uzaklaştırmıştır.
4. Somut olayda İdare, bahse konu eylemleri nedeniyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Soruşturma neticesinde başvurucunun 6/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 53. maddesinin (b) fıkrası kapsamında çıkarılan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği (Yönetmelik) uyarınca çeşitli disiplin cezaları ile cezalandırılması teklif edilmiştir.
5. Öte yandan soruşturma devam ederken Anayasa Mahkemesi 14/1/2015 tarihli ve E.2014/100, K.2015/6 sayılı kararı ile Yönetmelik'in dayanağı olan 2547 sayılı Kanun'un 53. maddesinin (b) fıkrasının ikinci cümlesinin iptaline karar vermiştir. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) anılan karar sonrasında 2547 sayılı Kanun kapsamında çıkarılan Yönetmelik'e göre başlatılan ancak henüz tamamlanmayan ve bundan sonra başlatılacak tüm disiplin soruşturmalarında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun disiplinle ilgili hükümlerinin uygulanmasına ilişkin bir karar almıştır. Söz konusu kararın iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davada ise Danıştay Sekizinci Dairesi9/3/2016 tarihli ve E.2016/1221 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması istemini reddetmiştir.
6. Bahse konu Danıştay kararının YÖK'ün 28/7/2016 tarihli yazısı ile idareye bildirilmesi üzerine başvurucunun 657 sayılı Kanun'un 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (d) alt bendi olan "amirlerine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak" uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
7. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle idare mahkemesine başvurmuştur. Mahkeme, soruşturma raporundaki tespitlere ve başvurucunun 657 sayılı Kanun'a göre göreve başlaması, mevcut kurumuna yine aynı Kanun çerçevesinde nakil yoluyla gelmesi nedeniyle 657 sayılı Kanun'a tabi olduğunu belirttiği kararında eylemin sübuta erdiği sonucuna vararak davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar, istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir.
8. Başvurucu, nihai kararı 25/6/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
10. Başvurucu; sendikadaki görevi kapsamında katıldığı faaliyet nedeniyle cezalandırılmasının sendika hakkının, 2547 sayılı Kanun'a tabi olmasına rağmen 657 sayılı Kanun hükümlerine göre cezalandırılması nedeniyle kanunilik koşulunun, savunmasını avukatı aracılığıyla yapmak istediği hâlde bu talebinin karşılanmaması ve mahkemenin ara kararı üzerine idarenin gönderdiği bilgi ve belgelerin kendisine verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, somut olayda başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat hükümleri ile yargı içtihatlarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü iddiaları yinelemiştir.
11. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında kamu görevlileri sendikalarının faaliyet alanlarına ilişkin oldukça geniş açıklamalarda bulunmuştur (Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 50,62; Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile Gürsoy, B. No: 2018/24874, 31/3/2022, §§ 26,36). Anılan kararlarda sendika üyelerinin çalışma koşulları, yükümlülükleri, iş güvenlikleri ve sağlık koşulları gibi konuların sendikaların çekirdek faaliyet alanlarından olduğunu vurgulamıştır. Buna göre sendika üyelerinden oluşan kalabalığın toplanma gerekçesinin banka promosyonu görüşmelerinin protesto edilmesi olduğu söylenebilirse de müdahaleye konu olayın bu amaçtan bağımsız olarak başvurucu ile üçüncü bir kişi arasında yaşanan arbededen kaynaklandığı gözetildiğinde başvurunun sendika hakkı çerçevesinde incelenmesi mümkün değildir. Bu itibarla başvurunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden incelenmesine karar verilmiştir (benzer değerlendirmeler için bkz. Leyla Sezen, B. No: 2016/15197, 29/5/2019, § 22; Gülistan Atasoy ve diğerleri [GK], B. No: 2017/15845, 21/1/2021, § 39; Güven Çelik ve Kadri Dursun, B. No: 2018/5060, 8/6/2023, § 10)
12. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
13. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ... aykırı olamaz.”
14. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir. Buna göre somut olayda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı incelenecektir.
15. Temel hak ya da özgürlüklere bir müdahale söz konusu olduğunda Anayasa'nın 13. maddesinin emredici hükmü gereğince öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında korunan bir hakka yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca söz konusu müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (kanunilik şartına başka bağlamlarda dikkat çeken kararlar için bkz. Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36;Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 82; Hayriye Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56-61; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019, § 35; Ersin Basın ve Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, B. No: 2016/54096, 30/6/2021, § 50).
16. Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kez temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik ölçütünün ilk olarak şeklî bir kanunun varlığını gerekli kıldığını belirtmiştir (Tuğba Arslan, § 96; Fikriye Aytin ve diğerleri, B. No: 2013/6154, 11/12/2014, § 34). Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklere müdahale eden şekli anlamda bir kanunun varlığını şart koşmasının sebebi bunu biçimsel anlamda hukuk devletinin hem aracı hem de öncülü olarak görmesi nedeniyledir. Gerçekten de bir yasama işlemi olarak kanun TBMM iradesinin ürünüdür ve TBMM tarafından Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler alanında önemli bir güvence sağlar (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 54; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş., § 36). Bu sayede yürütme ve yargı organlarının yasamanın çizdiği ilke ve sınırlara bağlı kalması, hukuk düzeninde Anayasa'nın öngördüğü usule uygun olarak çıkarılan kanunların alt kademelerinde yer alan düzenlemelerle temel hak ve özgürlüklerin kolaylıkla sınırlandırılabilmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında şeklî anlamda bir kanunun yokluğunu Anayasa’ya aykırılığın ağır bir biçimi olarak kabul etmektedir (Tuğba Arslan, § 98; Ersin Basın ve Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, § 51).
17. Öte yandan temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli görülemez, aynı zamanda kanunların niteliğine de bakılmalıdır (Tuğba Arslan, § 89). Bu anlamıyla kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin kuralın erişilebilirliği ve öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliğini garanti altına alır (Metin Bayyar ve Halkın Kurtuluş Partisi [GK], B. No: 2014/15220, 4/6/2015, § 56; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 55; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş., § 37; Ersin Basın ve Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, § 54).
18. Belirlilik, bir kuralın keyfîliğe yol açmayacak içerikte olmasını ifade eder. Temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin kanuni düzenlemenin içerik, amaç ve kapsam bakımından belirli ve muhataplarının hukuksal durumlarını algılayabilecekleri açıklıkta olması gerekir. Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Bir kanuni düzenlemede hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağı ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisinin doğacağı belirli bir kesinlik ölçüsünde ortaya konmalıdır. Bu durumda bireylerin hak ve yükümlülüklerini öngörerek davranışlarını bu doğrultuda tanzim etmeleri olanaklı hâle gelebilir. Böylece hukuk güvenliği sağlanarak kamu gücünü kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçilmiş olur (Hayriye Özdemir, §§ 56, 57; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 56; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş., § 38;Ersin Basın ve Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, § 55) norm denetimine ilişkin kararlarda belirliliğe ilişkin açıklamalar için çok sayıda karar arasında ikisi için bkz. AYM, E.2009/51, K.2010/73, 20/5/2010; AYM, E.2011/18, K.2012/53, 11/4/2012).
19. Bireylerin kendilerine düşen yükümlülükleri öngörme ve davranışlarını ayarlama imkânını vermeyen normlar hukuk güvenliği ilkesini zedeler ve bu da bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini engeller. Hukuksal durumların takdirindeki belirsizlik, temel haklar alanında getirilen güvencelerin işlevsiz hâle gelmesine neden olur (Sara Akgül [GK], B. No: 2015/269, 22/11/2018, § 108). Bununla birlikte bir kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi, bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hâle gelmesi veya kullanılan kavramların anlamlarının hukuksal değerlendirme sonucunda ortaya çıkması tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Ayrıca ilgili kanuni düzenleme temel haklara ne oranda müdahale ediyorsa söz konusu düzenlemede aranacak belirlilik oranı da aynı doğrultuda yükselecektir (Sara Akgül, § 109; Hayriye Özdemir, § 58; Ersin Basın ve Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, § 56).
20. Somut olayda başvurucunun üniversitede memur (teknisyen) olarak görev yapması nedeniyle eylem tarihi (19/12/2014) itibarıyla disiplin işlemleri yönünden 2547 sayılı Kanun'a ve bu bağlamda çıkarılan Yönetmelik'e tabi olduğu anlaşılmıştır. Nitekim idare de bu durumu gözeterek Anayasa Mahkemesinin Yönetmelik'in dayandığı kuralı iptal eden E.2014/100, K.2015/6 sayılı kararı öncesinde başlattığı disiplin soruşturmasında ilk olarak başvurucunun söz konusu Yönetmelik hükümlerine göre cezalandırılmasını teklif etmiş ancak YÖK'ten gelen yazı üzerine müdahalenin 657 sayılı Kanun'a göre yapılmasına karar vermiştir (bkz. §§ 4-6). Bunun yanında 2547 sayılı Kanun'a 15/4/2020 tarihinde eklenen cümlelerle bu Kanun'a göre görev yapan memurların anılan tarih itibarıyla disiplin işlemleri yönünden 657 sayılı Kanun kapsamına alındığı da hatırlanmalıdır.
21. Anayasa Mahkemesi Deniz Pelin Dinçer Akan ve diğerleri (B. No: 2017/30653, 29/6/2022) kararında yukarıda ifade edilen durum çerçevesinde 657 sayılı Kanun'un disiplin ile ilgili hükümlerinin 2547 sayılı Kanun'a tabi öğretim üyesi başvuruculara uygulanıp uygulanamayacağını değerlendirmiştir. Anılan kararda Anayasa Mahkemesinin 7/1/2016 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren E.2014/100, K.2015/6 sayılı Genel Kurul kararı ile öğretim elemanları, memurlar ve diğer personel hakkında yapılacak disiplin işlemlerinin YÖK tarafından düzenlenebileceğine ilişkin kanun hükmünü iptal ettiği ancak kanun koyucunun 2/12/2016 tarihine kadar herhangi yasal düzenleme yapmaması nedeniyle ilgili tarihler arasında hukuksal boşluk oluştuğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda kanun koyucunun düzenleme yapmayarak bir tercihte bulunduğu ve söz konusu hukuksal boşluğun giderilmesinde -öğretim elemanlarının nitelikleri, Anayasa'nın amir hükümleri ve ilgili kanun hükümleri ışığında- devlet memurları hakkındaki iş ve işlemlere esas teşkil eden genel bir kanun olan 657 sayılı Kanun'un öğretim görevlilerine uygulanamayacağı sonucuna varılmıştır.
22. Öte yandan anılan kararda, yukarıda ifade edilen değerlendirmelerin haricinde başvurucuların öğretim görevlisi kimliklerinden bağımsız olarak teknik anlamda 2547 sayılı Kanun'daki yollamalar üzerinden 657 sayılı Kanun'a ulaşılıp ulaşılamayacağı da tartışılmıştır. Buna göre 2547 sayılı Kanun'un 62. maddesinde bulunan ilgisiz bir yollama üzerinden önce 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu'nun 20. maddesine ve bu madde üzerinden de 657 sayılı Kanun'a ulaşılarak hukuksal boşluğun doldurulamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca kanunun ihtiva ettiği yollamaların iptal edilen hükmün varlığı gözetilerek yapıldığı açık olduğundan, kanun koyucunun öngörmediği iptal kararı sonrasında oluşan kural eksiliğini kapsayacak şekilde mevcut yollamaların genişletilmesinin kanun sistematiği ile bağdaşmayacağının da altı çizilmiştir. Son olarak somut olayda uygulanacak kuralın belirlenmesinde kullanılan bahse konu madde atıflarının açık ve tereddütsüz bir şekilde 657 sayılı Kanun'u işaret ettiği noktasında Danıştay daireleri arasında bile fikir birliği bulunmadığına dikkat çekilerek kuralın öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliğinin sağlanamadığı bir hususta ilgililerin kendilerine düşen yükümlülükleri öngörme ve davranışlarını ayarlama imkânına sahip olmadıkları değerlendirilmiştir (Deniz Pelin Dinçer Akan ve diğerleri, §§ 43, 46).
23. Buna göre başvurucu her ne kadar öğretim görevlisi olmasa da üniversitede görev yapan bir memur olarak tıpkı öğretim görevlileri gibi disiplin ile ilgili işlemler yönünden eylem ve işlem tarihi itibarıyla 2547 sayılı Kanun'a tabi olduğu ve başvuru konusu 5/10/2016 tarihli müdahalenin hukuksal boşluğun mevcut olduğu 7/1/2016-2/12/2016 tarihleri arasında yapıldığı anlaşıldığından 657 sayılı Kanun'da yer alan bir kuralın teknik olarak başvurucu yönünden de öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliği sağlamaması nedeniyle Deniz Pelin Dinçer Akan ve diğerleri kararında yer verilen ilkeler ve yapılan değerlendirmelerden ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Sonuç olarak başvurucuya uygulanan disiplin cezası şeklindeki müdahalenin kanunilik şartını karşılamadığı kanaatine ulaşılmıştır.
24. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu müdahalenin kanunilik şartını taşımaması nedeniyle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
25. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması taleplerinde bulunmuştur.
26. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine (E.2017/606, K.2017/3146) GÖNDERİLMESİNE,
D. 364,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.364,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/2/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.