TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BARIŞ ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/24929)
|
|
Karar Tarihi: 4/2/2025
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Basri BAĞCI
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Metin KIRATLI
|
Raportör
|
:
|
Ali Erdem ŞAHİN
|
Başvurucu
|
:
|
Barış ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Bedia BORAN BULUT
|
I. BAŞVURUNUN
ÖZETİ
1. Başvuru, kamu görevlisinin üniversite kampüsünde
yapılan eylem sırasında bir öğretim görevlisiyle yaşadığı arbede nedeniyle
disiplin cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte
Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (İdare) teknisyen olarak görev yapmaktadır.
Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesidir.
3. Somut olay, banka promosyonları görüşmeleri kapsamında
Sendikanın aldığı grev kararı etrafında şekillenmiştir. Olay günü başvurucunun
da aralarında olduğu bir grup "Bu İşyerinde Grev Vardır"
pankartı ile birlikte sloganlar atarak inşaat mühendisliği binasına girmiştir.
O sırada derste olan Öğr. Gör. A.T.nin dışarı çıkarak ders işleyemediğini
söylemesi ve grubu cep telefonuyla görüntülemesi üzerine başvurucu ve yanındaki
bir kişi ile A.T. arasında arbede yaşanmıştır. Kamera kayıtlarına göre çıkan
arbedenin sebeplerinden biri de A.T. hakkında daha önce ileri sürülen
asistanına yönelik şiddet uyguladığı iddialarıdır. Öte yandan yaşanan arbede
nedeniyle Öğr. Gör. E.C. de bulunduğu toplantıdan çıkarak kalabalığa tepki
göstermiş ve grubu cep telefonuyla görüntülemiştir. Bunun üzerine grupla E.C.
arasında da kısa süreli bir tartışma yaşanmış ve başvurucu, E.C.yi kolundan tutarak
gruptan uzaklaştırmıştır.
4. Somut olayda İdare, bahse konu eylemleri nedeniyle
başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Soruşturma neticesinde
başvurucunun 6/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 53.
maddesinin (b) fıkrası kapsamında çıkarılan Yükseköğretim Kurumları Yönetici,
Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği (Yönetmelik) uyarınca çeşitli
disiplin cezaları ile cezalandırılması teklif edilmiştir.
5. Öte yandan soruşturma devam ederken Anayasa Mahkemesi
14/1/2015 tarihli ve E.2014/100, K.2015/6 sayılı kararı ile Yönetmelik'in
dayanağı olan 2547 sayılı Kanun'un 53. maddesinin (b) fıkrasının ikinci
cümlesinin iptaline karar vermiştir. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) anılan karar
sonrasında 2547 sayılı Kanun kapsamında çıkarılan Yönetmelik'e göre başlatılan
ancak henüz tamamlanmayan ve bundan sonra başlatılacak tüm disiplin
soruşturmalarında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun
disiplinle ilgili hükümlerinin uygulanmasına ilişkin bir karar almıştır. Söz
konusu kararın iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davada ise
Danıştay Sekizinci Dairesi9/3/2016 tarihli ve E.2016/1221 sayılı kararı ile
yürütmenin durdurulması istemini reddetmiştir.
6. Bahse konu Danıştay kararının YÖK'ün 28/7/2016 tarihli
yazısı ile idareye bildirilmesi üzerine başvurucunun 657 sayılı Kanun'un 125.
maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (d) alt bendi olan "amirlerine
veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler
yapmak" uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
7. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının
iptali istemiyle idare mahkemesine başvurmuştur. Mahkeme, soruşturma
raporundaki tespitlere ve başvurucunun 657 sayılı Kanun'a göre göreve
başlaması, mevcut kurumuna yine aynı Kanun çerçevesinde nakil yoluyla gelmesi
nedeniyle 657 sayılı Kanun'a tabi olduğunu belirttiği kararında eylemin sübuta
erdiği sonucuna vararak davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar, istinaf
kanun yolunda kesinleşmiştir.
8. Başvurucu, nihai kararı 25/6/2019 tarihinde
öğrendikten sonra 24/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
10. Başvurucu; sendikadaki görevi kapsamında katıldığı
faaliyet nedeniyle cezalandırılmasının sendika hakkının, 2547 sayılı Kanun'a
tabi olmasına rağmen 657 sayılı Kanun hükümlerine göre cezalandırılması
nedeniyle kanunilik koşulunun, savunmasını avukatı aracılığıyla yapmak istediği
hâlde bu talebinin karşılanmaması ve mahkemenin ara kararı üzerine idarenin
gönderdiği bilgi ve belgelerin kendisine verilmemesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık)
görüşünde, somut olayda başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilip
edilmediği değerlendirilirken ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat hükümleri
ile yargı içtihatlarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu,
Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü
iddiaları yinelemiştir.
11. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında kamu
görevlileri sendikalarının faaliyet alanlarına ilişkin oldukça geniş
açıklamalarda bulunmuştur (Ahmet Parmaksız [GK], B. No:
2017/29263, 22/5/2019, §§ 50,62; Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile
Gürsoy, B. No: 2018/24874, 31/3/2022, §§ 26,36). Anılan kararlarda sendika
üyelerinin çalışma koşulları, yükümlülükleri, iş güvenlikleri ve sağlık
koşulları gibi konuların sendikaların çekirdek faaliyet alanlarından olduğunu
vurgulamıştır. Buna göre sendika üyelerinden oluşan kalabalığın toplanma
gerekçesinin banka promosyonu görüşmelerinin protesto edilmesi olduğu söylenebilirse
de müdahaleye konu olayın bu amaçtan bağımsız olarak başvurucu ile üçüncü bir
kişi arasında yaşanan arbededen kaynaklandığı gözetildiğinde başvurunun sendika
hakkı çerçevesinde incelenmesi mümkün değildir. Bu itibarla başvurunun toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden incelenmesine karar verilmiştir
(benzer değerlendirmeler için bkz. Leyla Sezen, B. No: 2016/15197,
29/5/2019, § 22; Gülistan Atasoy ve diğerleri [GK], B. No: 2017/15845,
21/1/2021, § 39; Güven Çelik ve Kadri Dursun, B. No: 2018/5060,
8/6/2023, § 10)
12. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
13. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...
gereklerine ... aykırı olamaz.”
14. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme,
Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi
gerekir. Buna göre somut olayda öncelikle müdahalenin kanuni dayanağının bulunup
bulunmadığı incelenecektir.
15. Temel hak ya da özgürlüklere bir müdahale söz konusu
olduğunda Anayasa'nın 13. maddesinin emredici hükmü gereğince öncelikle tespiti
gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup
olmadığıdır. Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında korunan bir hakka yapılan bir
müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için Anayasa’nın
26. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca söz konusu müdahalenin kanuni bir
dayanağının bulunması zorunludur (kanunilik şartına başka bağlamlarda dikkat
çeken kararlar için bkz. Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013,
§ 36;Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 82; Hayriye
Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56-61; Halk Radyo ve Televizyon
Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019, § 35; Ersin Basın ve
Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, B. No: 2016/54096,
30/6/2021, § 50).
16. Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kez temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik ölçütünün ilk olarak şeklî bir
kanunun varlığını gerekli kıldığını belirtmiştir (Tuğba Arslan, § 96; Fikriye
Aytin ve diğerleri, B. No: 2013/6154, 11/12/2014, § 34). Anayasa'nın temel
hak ve özgürlüklere müdahale eden şekli anlamda bir kanunun varlığını şart
koşmasının sebebi bunu biçimsel anlamda hukuk devletinin hem aracı hem de
öncülü olarak görmesi nedeniyledir. Gerçekten de bir yasama işlemi olarak kanun
TBMM iradesinin ürünüdür ve TBMM tarafından Anayasa’da öngörülen kanun yapma
usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler
alanında önemli bir güvence sağlar (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve
diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 54; Halk Radyo ve
Televizyon Yayıncılık A.Ş., § 36). Bu sayede yürütme ve yargı organlarının
yasamanın çizdiği ilke ve sınırlara bağlı kalması, hukuk düzeninde Anayasa'nın
öngördüğü usule uygun olarak çıkarılan kanunların alt kademelerinde yer alan
düzenlemelerle temel hak ve özgürlüklerin kolaylıkla sınırlandırılabilmesinin
önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında şeklî anlamda bir kanunun yokluğunu Anayasa’ya aykırılığın
ağır bir biçimi olarak kabul etmektedir (Tuğba Arslan, § 98; Ersin
Basın ve Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, § 51).
17. Öte yandan temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli görülemez,
aynı zamanda kanunların niteliğine de bakılmalıdır (Tuğba Arslan, § 89).
Bu anlamıyla kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin kuralın erişilebilirliği
ve öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliğini
garanti altına alır (Metin Bayyar ve Halkın Kurtuluş Partisi [GK], B.
No: 2014/15220, 4/6/2015, § 56; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve
diğerleri, § 55; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş., § 37;
Ersin Basın ve Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, § 54).
18. Belirlilik, bir kuralın keyfîliğe yol açmayacak
içerikte olmasını ifade eder. Temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin kanuni
düzenlemenin içerik, amaç ve kapsam bakımından belirli ve muhataplarının
hukuksal durumlarını algılayabilecekleri açıklıkta olması gerekir. Bu ilkeye
göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Bir kanuni düzenlemede hangi
davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağı ve bu bağlamda
kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisinin doğacağı belirli bir
kesinlik ölçüsünde ortaya konmalıdır. Bu durumda bireylerin hak ve
yükümlülüklerini öngörerek davranışlarını bu doğrultuda tanzim etmeleri
olanaklı hâle gelebilir. Böylece hukuk güvenliği sağlanarak kamu gücünü
kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçilmiş olur (Hayriye
Özdemir, §§ 56, 57; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §
56; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş., § 38;Ersin Basın ve
Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. ve diğerleri, § 55) norm denetimine
ilişkin kararlarda belirliliğe ilişkin açıklamalar için çok sayıda karar
arasında ikisi için bkz. AYM, E.2009/51, K.2010/73, 20/5/2010; AYM, E.2011/18,
K.2012/53, 11/4/2012).
19. Bireylerin kendilerine düşen yükümlülükleri öngörme
ve davranışlarını ayarlama imkânını vermeyen normlar hukuk güvenliği ilkesini
zedeler ve bu da bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini engeller. Hukuksal durumların takdirindeki belirsizlik, temel
haklar alanında getirilen güvencelerin işlevsiz hâle gelmesine neden olur (Sara
Akgül [GK], B. No: 2015/269, 22/11/2018, § 108). Bununla birlikte bir
kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi, bu nedenle
hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hâle gelmesi veya kullanılan
kavramların anlamlarının hukuksal değerlendirme sonucunda ortaya çıkması tek
başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Ayrıca ilgili kanuni
düzenleme temel haklara ne oranda müdahale ediyorsa söz konusu düzenlemede
aranacak belirlilik oranı da aynı doğrultuda yükselecektir (Sara Akgül,
§ 109; Hayriye Özdemir, § 58; Ersin Basın ve Yayıncılık San. ve Tic.
Ltd. Şti. ve diğerleri, § 56).
20. Somut olayda başvurucunun üniversitede memur
(teknisyen) olarak görev yapması nedeniyle eylem tarihi (19/12/2014) itibarıyla
disiplin işlemleri yönünden 2547 sayılı Kanun'a ve bu bağlamda çıkarılan
Yönetmelik'e tabi olduğu anlaşılmıştır. Nitekim idare de bu durumu gözeterek
Anayasa Mahkemesinin Yönetmelik'in dayandığı kuralı iptal eden E.2014/100,
K.2015/6 sayılı kararı öncesinde başlattığı disiplin soruşturmasında ilk olarak
başvurucunun söz konusu Yönetmelik hükümlerine göre cezalandırılmasını teklif etmiş
ancak YÖK'ten gelen yazı üzerine müdahalenin 657 sayılı Kanun'a göre
yapılmasına karar vermiştir (bkz. §§ 4-6). Bunun yanında 2547 sayılı Kanun'a
15/4/2020 tarihinde eklenen cümlelerle bu Kanun'a göre görev yapan memurların
anılan tarih itibarıyla disiplin işlemleri yönünden 657 sayılı Kanun kapsamına
alındığı da hatırlanmalıdır.
21. Anayasa Mahkemesi Deniz Pelin Dinçer Akan ve
diğerleri (B. No: 2017/30653, 29/6/2022) kararında yukarıda ifade edilen
durum çerçevesinde 657 sayılı Kanun'un disiplin ile ilgili hükümlerinin 2547
sayılı Kanun'a tabi öğretim üyesi başvuruculara uygulanıp uygulanamayacağını
değerlendirmiştir. Anılan kararda Anayasa Mahkemesinin 7/1/2016 tarihinde Resmî
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren E.2014/100, K.2015/6 sayılı Genel Kurul
kararı ile öğretim elemanları, memurlar ve diğer personel hakkında
yapılacak disiplin işlemlerinin YÖK tarafından düzenlenebileceğine ilişkin
kanun hükmünü iptal ettiği ancak kanun koyucunun 2/12/2016 tarihine kadar
herhangi yasal düzenleme yapmaması nedeniyle ilgili tarihler arasında hukuksal
boşluk oluştuğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda kanun koyucunun düzenleme
yapmayarak bir tercihte bulunduğu ve söz konusu hukuksal boşluğun
giderilmesinde -öğretim elemanlarının nitelikleri, Anayasa'nın amir hükümleri
ve ilgili kanun hükümleri ışığında- devlet memurları hakkındaki iş ve işlemlere
esas teşkil eden genel bir kanun olan 657 sayılı Kanun'un öğretim görevlilerine
uygulanamayacağı sonucuna varılmıştır.
22. Öte yandan anılan kararda, yukarıda ifade edilen
değerlendirmelerin haricinde başvurucuların öğretim görevlisi kimliklerinden
bağımsız olarak teknik anlamda 2547 sayılı Kanun'daki yollamalar üzerinden
657 sayılı Kanun'a ulaşılıp ulaşılamayacağı da tartışılmıştır. Buna göre 2547
sayılı Kanun'un 62. maddesinde bulunan ilgisiz bir yollama üzerinden önce
11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu'nun 20.
maddesine ve bu madde üzerinden de 657 sayılı Kanun'a ulaşılarak hukuksal
boşluğun doldurulamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca kanunun ihtiva ettiği yollamaların
iptal edilen hükmün varlığı gözetilerek yapıldığı açık olduğundan, kanun
koyucunun öngörmediği iptal kararı sonrasında oluşan kural eksiliğini
kapsayacak şekilde mevcut yollamaların genişletilmesinin kanun sistematiği ile
bağdaşmayacağının da altı çizilmiştir. Son olarak somut olayda uygulanacak
kuralın belirlenmesinde kullanılan bahse konu madde atıflarının açık ve
tereddütsüz bir şekilde 657 sayılı Kanun'u işaret ettiği noktasında Danıştay
daireleri arasında bile fikir birliği bulunmadığına dikkat çekilerek kuralın
öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliğinin
sağlanamadığı bir hususta ilgililerin kendilerine düşen yükümlülükleri öngörme
ve davranışlarını ayarlama imkânına sahip olmadıkları değerlendirilmiştir (Deniz
Pelin Dinçer Akan ve diğerleri, §§ 43, 46).
23. Buna göre başvurucu her ne kadar öğretim görevlisi
olmasa da üniversitede görev yapan bir memur olarak tıpkı öğretim görevlileri
gibi disiplin ile ilgili işlemler yönünden eylem ve işlem tarihi itibarıyla
2547 sayılı Kanun'a tabi olduğu ve başvuru konusu 5/10/2016 tarihli müdahalenin
hukuksal boşluğun mevcut olduğu 7/1/2016-2/12/2016 tarihleri arasında yapıldığı
anlaşıldığından 657 sayılı Kanun'da yer alan bir kuralın teknik olarak
başvurucu yönünden de öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade
eden belirliliği sağlamaması nedeniyle Deniz Pelin Dinçer Akan ve
diğerleri kararında yer verilen ilkeler ve yapılan değerlendirmelerden
ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Sonuç olarak başvurucuya
uygulanan disiplin cezası şeklindeki müdahalenin kanunilik şartını
karşılamadığı kanaatine ulaşılmıştır.
24. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu müdahalenin
kanunilik şartını taşımaması nedeniyle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence
altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğine
karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
25. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama
yapılması taleplerinde bulunmuştur.
26. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince
yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa
Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında
belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü
yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için
bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri
Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere Ankara 12. İdare Mahkemesine (E.2017/606, K.2017/3146)
GÖNDERİLMESİNE,
D. 364,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
30.364,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 4/2/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.