TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ERHAN CANİKOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/28038)
Karar Tarihi: 15/1/2025
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Recai AKYEL
Selahaddin MENTEŞ
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Raportör
Hüseyin KAYA
Başvurucu
Erhan CANİKOĞLU
Vekili
Av. Halil ÇOLAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir internet sitesinde yazılan makalelerden dolayı hakaret etme, 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'na muhalefet suçlarından cezalandırılma nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru16/8/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. 2012 yılında Millî İstihbarat Teşkilatından (MİT) emekli olan başvurucu, emekli olduğu tarihe kadarki yirmi üç yıllık çalışma hayatında istihbarat, istihbarata karşı koyma, karargâh, bölge birimlerinde ve yurt dışı birimlerde görev yaptığını belirtmiştir.
7. Başvurucu kendisine olan www.yenimilliistihbarat.com isimli internet sitesinde MİT içindeki görevlendirmeleri ve MİT müsteşarını hedef alan yazılar yazıp yayımlamıştır. 12/6/2016 tarihli paylaşımları nedeniyle başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından hakaret, iftira ve istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun soruşturmaya konu paylaşımı şöyledir:
“Türkiye'nin Tokyo Büyükelçisi [A.B.] 2011-2014 yılları arasında MİT Müsteşarlığı Dış İstihbarat’tan sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevini yürüttü. Türkiye'nin Brüksel Büyükelçisi Dr. [İ.H.M.] 2012 yılında MİT’e atandı. Başlangıçta Stratejik Analiz Başkanlığını yürüten Dr. [M.], Teknik İstihbarat’tan sorumlu Müsteşar Yardımcılığı'nı üstlendikten sonra, [A.B.nin] 2014 yılında Londra Büyükelçiliğine atanmasının ardından, Dış İstihbarat’tan sorumlu Müsteşar Yardımcısı olmuştur. Söz konusu görev daha önce dönemin Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) Başkanı [B.A.ya] teklif edilmiş, ancak akademik açıdan son derece donanımlı olan [B.A.], [H.F.nin] müsteşarlık yaptığı bir kurumda, anılanın emri altında çalışmayı kabul etmemiştir. Bilahare SAM’dan ayrılarak İstanbul’da üniversitede çalışmaya başlamıştır. Dr. [M.], 2000’li yıllarda merkezde uzun bir süre İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı (İMAD) görevini yürütmüştür. Bir süre Dışişleri Bakanlığı Kazan ve Lyon Başkonsolosluğu ve Brüksel Büyükelçiliği görevinin ardından MİT’e atanmış, Dışişleri Bakanlığı’nda kolayca yer bulamayacağı müsteşar yardımcılığını MİT’te elde etmiş, geçmiş kariyeri göz önünde bulundurulduğunda kolayca atanamayacağı Paris Büyükelçiliğine de MİT’teki kariyeri sonucunda ulaşmıştır. Emekli Kurmay Albay [M.S.B.], [H.F.] sonrasında kuruma atanan bir başka asker bürokrattı. Mardin Artuklu Üniversitesi Genel Sekreteri edebiyatçı-yazar [M.D.]. MİT Terör Koordinasyon Merkezi’ne atandı. Yine Star gazetesi yazarı [N.Y.] de aynı dönemde MİT Basın Müşavirliği görevine atandı. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nda görevli müsteşar yardımcısı [Y.Ç.] Temmuz 2013'te MİT’e atandı. Başbakanlık 1. Hukuk Müşaviri Avukat [Ü.U.C.]. [F.nin] müsteşarlığa atanmasının ardından MİT Hukuk Müşavirliği'ne getirildi. [H.A.Ö.] söz konusu etkinliğe katıldığında Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı unvanını taşıyordu. Başbakanlık merkez kadrosunda müsteşar yardımcıları arasında [H.A.Ö.] ismine rastlanmamaktadır. Adı geçenin [F.] ile birlikte MİT’e atandığı anlaşılıyor. MİT’te Başkan olan [K.E.] isimli görevli de yer aldı. [K.E.], 1998 yılında dönemin İçişleri Bakanı [R.K.Y.] Şam’a giden heyette yüzbaşı rütbesiyle yer almıştı. [H.F.nin] MİT müsteşarlığına atanmasının ardından kuruma dışarıdan taşıdığı kişiler arasında yer alan [K.E.nin] de Suriye ile ilgili geçmişi sebebiyle bu göreve getirildiği anlaşılmaktadır. [H.F.nin] MİT’e taşıdığı isimlerden biri de dönemin TİB Teknik Daire Başkanı [B.A.dır]. Polis kökenli olan [B.A.] 1987-1996 yılları arasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü istihbarat Şubesi'nde görev yapmış, 1990 yılında ABD’de dil öğrenimine gitmiş, 1996’da ise FBI Ulusal Akademisi’nde eğitim görmüştü. [B.A.], Ekim 2011’de MİT’in en hassas birimlerinden olan Elektronik ve Teknik İstihbarat Başkanlığı’na atanmıştı.”
8. Başvurucu, soruşturma aşamasındaki savunmasında yazıdaki bilgileri açık kaynaklardan derlediğini belirtmiştir. Başsavcılık, başvuruya konu yazıdaki bilgilerin temin edildiği kaynaklar olarak gösterilen internet sitelerinde bahsi geçen haberlerin olup olmadığının tespiti için bilirkişi görevlendirmiştir. 1/6/2017 tarihli bilirkişi raporunda yazı içeriği ile atıfta bulunulan açık kaynaklardaki bilgilerin aynı olduğunun belirlendiği belirtilmiştir. Bunun üzerine Başsavcılık, hakaret ve iftira suçlarından kamu davası açmış; istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçundan ise suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. MİT'in şikâyetçi sıfatıyla karara itiraz etmesi üzerine Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Başsavcılık bu kez 2937 sayılı Kanun'un 27. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçundan kamu davası açmıştır.
9. Yargılamayı yapan Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/5/2018 tarihinde başvurucunun iftira suçundan beraatine, hakaret suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçundan ise 3 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.
10. Mahkeme, hakaret suçuna ilişkin gerekçesinde paylaşımların eleştiri mahiyetinde olmayan tahkir ve tezyif edici ifadeler olduğu değerlendirmesi yapmıştır. Mahkemenin istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçuna ilişkin gerekçesinde ise MİT'te görev yapmış pek çok kişinin isminin ve yaptığı görevin paylaşımlarla ifşa edildiği belirtilmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:
"Paylaşımları ile Milli İstihbarat Teşkilatı'nda görev yapmış pek çok kişiyi isimleri ve yaptıkları görevler ile ifşa ettiği, bu durumda sanığın eyleminin 2937 sayılı yasanın 27/3 maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu anlaşılmış ve bu suçtan dolayı sanığın cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Sanığın yaptığı paylaşımlar ile Milli İstihbarat Teşkilatı içinde görev yapmış pek çok kişiyi ifşa etmiş bulunması nedeniyle hakkında ceza tayin edilirken alt sınırdan uzaklaşılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
11. Başvurucunun hakaret suçundan verilen cezaya yaptığı itirazı değerlendiren Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi 3/7/2018 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, hem hakaret suçuna ilişkin verilen itirazın reddi kararına hem de istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçundan verilen mahkûmiyet kararına karşı 15/5/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf talebini inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) hakaret suçuna ilişkin olarak Ağır Ceza Mahkemesinin kararının kesin olduğu gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına, diğer suç yönünden ise istinaf talebinin reddine 16/7/2019 tarihinde kesin olarak karar vermiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
12. 2937 sayılı Kanun'un "Cezai Hükümler" başlıklı 27. maddesinin ilgili kısmının suç tarihindeki hâli şöyledir:
“Millî İstihbarat Teşkilatının görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi ve belgeleri, yetkisiz olarak alan, temin eden, çalan, sahte olarak üreten, bunlar üzerinde sahtecilik yapan ve bunları yok eden kişiye dört yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini herhangi bir yolla ifşa edenler ile MİT mensuplarının kimliklerini sahte olarak düzenleyen veya değiştiren ya da bu sahte belgeleri kullananlara üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir.
Birinci ve ikinci fıkra kapsamındaki bilgi ve belgelerin; radyo, televizyon, internet, sosyal medya, gazete, dergi, kitap ve diğer tüm medya araçları ile her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim araçları vasıtasıyla yayımlanması, yayılması veya açıklanması hâlinde; 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanununun 11 inci maddesi ile 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunun 4 üncü ve 6 ncı maddeleri hükümlerine göre sorumlulukları belirlenenler ile bunları yayanlar hakkında üç yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası verilir.”
13. Suç tarihinden sonra 25/8/2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 75. maddesiyle bu fıkrada yer alan “ailelerinin kimliklerini” ibaresinden sonra gelmek üzere “makam, görev ve faaliyetlerini” ibaresi eklenmiş, daha sonra bu hüküm 1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 71. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
14. Yukarıda anılan kanun hükmüne ilişkin madde gerekçesi şöyledir:
“MİT personelinin, bu Kanunda yazılı görevlerinin ifasını veya yetkilerinin kullanılmasını ihmal veya suiistimal suretiyle önleyen kamu görevlileri hakkında bu madde ile cezai müeyyide öngörülmüştür.”
15. 2937 sayılı Kanun'un "Millî istihbarat teşkilatının görevleri" kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.
b) Devletin milli güvenlik siyasetiyle ilgili planların hazırlanması ve yürütülmesinde; Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Mîllî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile ilgili bakanlıkların istihbarat istek ve ihtiyaçlarını karşılamak.
c) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi için Cumhurbaşkanı ve Milli Güvenlik Kuruluna tekliflerde bulunmak.
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetlerine teknik konularda müşavirlik yapmak ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcı olmak.
e) Genelkurmay Başkanlığınca Silahlı Kuvvetler için lüzum görülecek haber ve istihbaratı, yapılacak protokole göre Genelkurmay Başkanlığına ulaştırmak.
f) Millî Güvenlik Kurulunda belirlenecek diğer görevleri yapmak.
g) İstihbarata karşı koymak.
h) Dış güvenlik, terörle mücadele ve millî güvenliğe ilişkin konularda Cumhurbaşkanınca verilen görevleri yerine getirmek.
i) Dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak.
j) İstihbarat kapasitesini, niteliğini ve etkinliğini artırmak amacıyla çağdaş istihbarat usul ve yöntemlerini araştırmak, teknolojik gelişmeleri takip etmek ve uygun görülenleri temin etmek.
Millî İstihbarat Teşkilatına bu görevler dışında görev verilemez. Millî İstihbarat Teşkilatı birimlerinin görev, yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanınca onaylanacak bir yönetmelikte belirtilir.”
B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
16. Ulusal güvenlik gerekçesinin ifade özgürlüğünü sınırlamak için kullanıldığı önemli davalardan biri olan Observer ve Guardian/Birleşik Krallık (B. No: 13585/88, 26/11/1991) kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ulusal güvenlik gibi çok hassas bir konuda gazetecilerin yapacağı haberlere devletin sınırlama getirmesinin ve bu bağlamda bazı haberlerin yapılmasının kamu otoritelerince engellenmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, §§ 61-65).
17. AİHM, eldeki başvuruya benzer başvurulardan olan Sunday Times/Birleşik Krallık (No. 2) (B. No: 13166/87, 26/11/1991, §§ 53, 54) kararında, ulusal istihbaratın gazeteciler tarafından açıklanması meselesini ele almıştır. Başvurucu Sunday Times gazetesi "Spycather (Casus Avcısı)" kitabıyla ilgili olarak Observer ve Guardian gazeteleri için mahkemece verilen tedbir kararının kendileri için de konmuş sayılacağını çünkü aynı kararın mahkemeye saygısızlık etmeme kavramı nedeniyle kendilerini de bağladığını düşünerek bir başvuru yapmıştır. Başvurucu, diğerlerinin yanı sıra kitabın Amerika Birleşik Devletleri'nde basılmasının davanın şartlarını radikal biçimde değiştirdiğini iddia etmiştir. Bu başvuru, tedbir kararının yürürlükte olduğu 30/7/1987 ile 13/10/1987 tarihleri arasındaki dönemde yapılmış ve bu dönemde tedbir kararının yürürlükte olmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği ileri sürülmüştür. AİHM'e göre başvuru konusu kitabın Amerika Birleşik Devletleri'nde yayımlanmasından sonra söz konusu materyalin gizliliği kalmamıştır. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) amaçları ile bağlantılı olarak kitabın yayımlandığı 30/7/1987 tarihinde kitaptaki materyallerin gizliliğiyle elde edilmek istenen faydanın ortadan kalktığını tespit etmiştir. Bu sebeple AİHM'e göre bu tarihten sonra gizliliğin korunması demokratik toplumda gerekli bir müdahale sayılamayacağından kitabın gazetelerde tefrika edilmesine ilişkin yasak bakımından ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kabul edilmelidir (The Sunday Times (No. 2)).
18. Yukarıdaki kararından farklı olarak AİHM, yayımlanana kadar kamunun içeriğine vâkıf olmadığı gizli bilgilerin yayımlanması meselesini dikkatli şekilde ele almıştır. Stoll/İsviçre ([BD], B. No: 69698/01, 10/12/2007) başvurusunda AİHM, ulusal menfaatlere ilişkin gizli raporun bir kısmını yayımlayan gazetecinin cezalandırılmasını Sözleşme'ye aykırı bulmamıştır. Oysa başvurucudan hemen sonra raporun bir kısmı veya tamamı diğer basın yayın organlarında yayımlanmış ancak diğer gazeteciler hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. AİHM Büyük Dairesi meseleyi ayrıntılı olarak ele almıştır. Bu kararın Anayasa Mahkemesinin önündeki mevcut başvuruya ışık tutacak yanları şu şekilde özetlenebilir: İlk olarak İsviçre makamlarının aldığı tedbirin gerekliliğini değerlendirirken AİHM, mevcut iki kamu çıkarının (okuyucuların güncel bir konuda bilgilenme hakları ve devlet makamlarının yürütülmekte olan diplomatik pazarlıklardan kendi lehlerine ve tatmin edici bir sonuç elde etme haklarını) dengelenmesini dikkate almıştır. İkinci olarak başvuruya konu yazı yayımlanana kadar kamunun söz konusu diplomatik rapor içeriğine vâkıf olmadığını vurgulamıştır (aynı kararda bkz. § 113). Üçüncü olarak ise raporun ifşasının ve söz konusu yazının yayımlanmasının yazının yayımlandığı tarihte İsviçre'nin ulusal menfaatlerine hatırı sayılır derecede zarar verme ihtimali olduğunu tespit etmiştir (aynı kararda bkz. § 130). Büyük Daire ayrıca başvurucu gazetecinin belgeyi elde etmek için hukuka aykırı davranıp davranmadığıyla da ilgilenmiştir (aynı kararda bkz. § 144). Büyük Daire söz konusu belgenin sızmasından sorumlu personel ile gazetecinin eylemlerini birbirinden ayırmış ve yetkili organların belgenin sızmasına neden olan personelin yargılanması için bir soruşturma açabilecek durumda olduğunun altını çizmiştir (aynı kararda bkz. § 143).
19. AİHM, Sürek (2)/Türkiye (B. No: 24122/94, 8/7/1999) kararında başka şeylerin yanı sıra başvuruya konu makalede ifşa edilen bilgilerin başka gazetelerde yayımlanıp yayımlanmadığı meselesine de eğilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Ayrıca, haber makalesine dayanak teşkil eden basın açıklamasının zaten başka gazetelerde yayınlanmış olduğu ve suçlama konusu haberde söz konusu rapor kapsamına bir ekleme yapılmadığı tartışmasızdır. Ayrıca diğer gazetelerin anılan açıklamadan kaynaklanan yayından dolayı cezalandırılmış olduğu da belirtilmemiştir (bkz. Weber/İsviçre, B. No:11034/84, 22/05/1990 § 51). Mevcut davadaki haber makalesinin yayınlandığı tarihte bazı yanlış davranışlarda bulunan polis ve jandarma görevlilerini ifşa eden söz konusu bilgi zaten halka açıklanmıştır. Dolayısıyla, ilgili yetkililerin kimliklerinin korunmasına ilişkin amaç, önemli ölçüde ortadan kalkmış ve sınırlamanın engellemeyi amaçladığı zarar vuku bulmuş durumdadır (bkz. Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, §§ 69-70; Sunday Times (No. 2) /Birleşik Krallık, §§ 54-56)."
20. AİHM, belirli hassas bilgi ögelerinin gizli veya sır niteliğini korumayı ve bu amaca aykırı eylemleri kovuşturmayı amaçlayan düzenlemeler konusunda üye devletlerde önemli farklılıklar olduğunu kaydetmiş; dolayısıyla devletlerin bu alanda belirli bir takdir marjlarının olduğuna işaret etmiştir (Stoll/İsviçre, § 107).
21. AİHM'in yerleşik içtihadına göre bir kez kamuya açık hâle getirildikten veya gizli olmaktan çıktıktan sonra bilgilerin ifşa edilmesini önlemek demokratik toplumda gerekli bir müdahale sayılamayacaktır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, §§ 66-70; Weber/İsviçre, § 49; Sunday Times/Birleşik Krallık (No. 2), §§ 52-56). AİHM gizli bilgilerin veya ulusal güvenlik meseleleriyle ilgili bilgilerin gazeteciler tarafından ifşa edilmesiyle ilgili birçok davada, devletin aldığı tedbirlerin gazetecilerin ifade özgürlüğüne müdahale teşkil ettiğine karar vermiştir (Girleanu/Romanya, B. No: 50376/09, 26/6/2018, §§ 71, 72; Dammann/İsviçre, B. No: 77551/01, 25/4/2006, § 28).
22. AİHM, gazetecinin tutumunun değerlendirilmesinde gazetecinin gizli bilgiyi elde etme yöntemi ve söz konusu yayının şekli olmak üzere iki hususun dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir (Stoll/İsviçre, § 140). Bu kapsamda başvurucunun bir gazetecilik araştırması bağlamında gizli askerî bilgileri ifşa etmesi nedeniyle yaptırıma maruz kaldığı bir davada AİHM; başvurucunun özel görev ve sorumlulukları bulunan silahlı kuvvetlerin bir üyesi olmamasını, bilgileri hukuka aykırı yollarla elde etmemesini ve aktif olarak da elde etmeye çalışmamasını tutum kriteri açısından ihlal sonucuna ulaşırken gözönünde bulundurmuştur (Girleanu/Romanya, § 91).
23. Yerel mahkemelerce yapılan inceleme kriteri açısından AİHM, geleneksel olarak devletin egemenliğinin sert çekirdeği ile ilgili bir alan olan ulusal çıkarların tanımlanmasında Sözleşme’ye taraf devletlerin yerini almak gibi bir görevi olmadığını, bununla birlikte Sözleşme'nin 10. maddesi ile güvence altına alınan hakların kullanımına yapılan müdahalenin incelenmesinde yargılamanın hakkaniyete uygunluğuna ilişkin tespitlerin dikkate alınması gerekebileceğini belirtmiştir (Görmüş ve diğerleri/Türkiye, § 64). Ayrıca yerel mahkemelerin başvurucunun tutumunu dikkate almalarının, söz konusu bilgilerin gerçekten bir tehdit oluşturup oluşturmayacağını teyit etmelerinin ve söz konusu belgelerin gizliliğini korumaya yönelik menfaat ile bir gazetecilik araştırmasından doğan menfaat ve kamunun ifşadan hatta belgelerin gerçek içeriğinden haberdar olma menfaati arasında bir dengeleme yapılmasının gerekli olduğunu belirtmiştir (Girleanu/Romanya, § 95).
24. Yaptırımın orantılılığıyla ilgili olarak AİHM, gizli askerî bilgilerin ifşa edilmesine ilişkin cezai yaptırımlara dair davalarda ulusal makamlara belirli bir takdir payı bırakılması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak bir gazetecilik araştırması için uygulanan para cezasının nispeten düşük miktarının bile Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermesini engellemeyeceğini belirtmiştir. AİHM’e göre bir kişinin salt mahkûm edilmesi bazı durumlarda verilen cezanın hafif niteliğinden daha önemli olabilir. AİHM belgelerin gizliliği kaldırıldıktan sonra başvuruculara herhangi bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı hususunun daha kapsamlı şekilde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Girleanu/Romanya, §§ 96-98).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Anayasa Mahkemesinin 15/1/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. 2937 Sayılı Kanun'a Muhalefet Suçu Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
26. Başvurucu; başvuruya konu yazıları internet sitelerinde ve ulusal gazetelerde yayımlanan haberlerden derlediğini, daha önce basında yer alan bilgilerin gizlilik özelliği taşımaması nedeniyle ifşa olarak nitelendirilemeyeceğini, toplumun bildiği bilgileri dile getirmesi nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile diğer anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
27. Bakanlık görüşünde; mevcut başvuruda başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
2. Değerlendirme
28. Başvurucunun tüm şikâyetleri, Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü kapsamında incelenmiştir.
29. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
31. Başvurucunun kendisine ait internet sitesinde yayımladığı bir yazı nedeniyle hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla söz konusu mahkeme kararıyla başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulduğu açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
(1) Kanunilik
33. Başvuru konusu müdahalenin 2937 sayılı Kanun'un 27. maddesi uyarınca gerçekleştirildiği ve kanunilik ölçütünü karşıladığı değerlendirilmiştir.
(2) Meşru Amaç
34. Müdahalenin millî güvenlik ve kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
35. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).
36. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için tedbir, amaca ulaşmaya elverişli olmalı, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermelidir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan [1.B], B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade eder (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit [2. B.], B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 59).
37. Anayasa Mahkemesi her zaman ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Nitekim Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemekte; siyasi, sanatsal, bilimsel, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı [2.B], B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40).
38. Bununla birlikte ifade özgürlüğü mutlak bir hak olmayıp Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 70). Bu kapsamda Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğü millî güvenlik, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması ve devlete ait gizli bilgilerin açıklanmasının önlenmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. Bu amaçlar doğrultusunda millî güvenliği ilgilendiren ve devlete ait olan gizli bilgilerin açıklanmasının suç olarak düzenlenmesi ve cezalandırılması mümkündür (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89) ancak millî güvenlik gerekçe gösterilerek yapılacak kısıtlama siyasi ve toplumsal meselelere ilişkin salt hoşa gitmeyen görüşlerin dile getirilmesini engellemeye, millî güvenlik kavramıyla ilgili olmayan çıkarları korumaya, kurumlarının faaliyetleri hakkında bilgi edinmeyi ya da eleştiride bulunmayı engellemeye matuf ise meşruluğundan bahsedilemeyecek ve ifade özgürlüğünün ihlali sonucunu doğuracaktır (J.R.H. [1. B.], B. No: 2021/4791, 6/3/2024, § 31).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
39. Somut olayda MİT'ten emekli olan başvurucu, bir internet sitesinde birtakım bilgiler paylaşması nedeniyle MİT mensuplarının kimliklerini ve istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme suçundan cezalandırılmıştır. O hâlde tartışılması gereken esas mesele başvurucunun paylaşımında yer alan bilgilerin gerçekten de MİT mensupları ve onların aileleri ile istihbarat faaliyetlerine yönelik gerçek bir tehdit oluşturup oluşturmadığıdır. Dolayısıyla derece mahkemelerince yapılması gereken, söz konusu bilgilerin gizliliğini korumaya yönelik menfaatler ile toplumun bu bilgilerden haberdar olma menfaati arasında bir denge kurmaktır.
40. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi ilk olarak başvuruya konu yazıda açıklanan bilgilerin gizli olup olmadığına, dolayısıyla bu paylaşımın ifşa etme olarak kabul edilip edilemeyeceğine odaklanacaktır. İfşa etmek; gizli herhangi bir şeyi ortaya dökmek, açığa vurmak, yaymak anlamlarına gelmektedir. Bir haber ya da bilginin içeriğinin ilk kez açığa çıkarılmasının ve yayılmasının ceza hukuku anlamında ifşa olarak kabul edilmesi kolay olmakla birlikte daha önce yayımlanmış veya kamunun bildiği bir içeriğin yenidenifade edilmesi veya yayılması hâlinde eylemin ifşa etmek olarak kabul edilip edilmeyeceği tartışmalı bir meseledir. Dolayısıyla bir bilginin ilk kez ifşa edilmesiyle daha önce ifşa edilen bir bilginin paylaşılması arasında dikkatli bir ayrım yapılmalıdır (benzer değerlendirmelerin yapıldığı kararlar için bkz. Hakan Yiğit, §§ 55, 56; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 48, 49; Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Ltd. Şti. [1. B.], B. No: 2018/24677, 28/1/2021, § 40).
41. Somut olayda başvurucu, MİT'in personel atamalarına ilişkin olarak yaklaşık yirmi farklı internet sitesinde yer alan haber ve yorumları derleyip bu atamalara ilişkin eleştirilerini de ekleyerek başvuruya konu yazıyı paylaştığını iddia etmiştir. Başvurucu, anılan yazıda bilgilerin kaynaklarını da göstermiştir. Bunun üzerine Başsavcılık bu konuda bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırmıştır. 1/6/2017 tarihli bilirkişi raporunda yazı içeriğinin ve atıfta bulunulan açık kaynaklardaki bilgilerin örtüştüğü belirtilmiştir (bkz. § 7). Bu hâliyle yazıda yer alan bilgilerin açık kaynaklarda yer alan, daha önce aleni hâle gelmiş, gizlilik vasfı olmayan bilgiler olduğu yönünde soruşturma dosyasına giren teknik bir tespit olduğu görülmüştür. Bu nedenle bilgilerin gizli olduğu ve paylaşımın da ifşa niteliğini taşıdığı tespitinin yapılabilmesi için bilirkişi raporundaki tespitlerin çürütülmesi gerekir.
42. Başsavcılığın bilirkişi raporuna istinaden kovuşturmaya yer olmadığına dair verdiği ek kararın itiraz üzerine kaldırılması sonrası açılan kamu davasında başvurucu, kovuşturma aşamasında da yazısında dile getirdiği hususların gizli olmadığı, daha önce belirttiği açık kaynaklarda bu bilgilerin yer aldığı itirazını sürdürmüştür. Buna karşın yargı makamları, soruşturma aşamasında başvurucunun savunmasını doğrulayan bilirkişi raporunu çürüten yeni bir bilirkişi raporu alma yoluna gitmediği gibi başvurucunun yargılamanın sonucunu değiştirmeye matuf savunmalarına da neden itibar etmediğini açıklamadan mahkûmiyet sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 9). Kararı kanun yolu aşamasında inceleyen Bölge Adliye Mahkemesi de ek bir gerekçe belirtmeden istinaf talebini reddetmiştir. Sonuç olarak yargı makamları, ifade özgürlüğü ile millî güvenliğin korunması meşru amacı arasında adil bir denge kurmaya çalışmamış; yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu yazının anılan suçu oluşturduğunu kabul ederek başvurucunun 3 yıl 4 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine karar vermiştir.
43. Bu durumda başvurucunun hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkûmiyetinin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığı ve amaca ulaşmak bakımından orantılı olduğu ortaya konulamamıştır. Derece mahkemelerinin ileri sürdüğü gerekçeler başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.
44. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün usul güvenceleri yönünden ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Muhterem İNCE bu görüşe katılmamıştır.
B. Hakaret Suçu Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucu, paylaştığı yazıda geçen ifadeler nedeniyle hakaret suçundan cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuru yapılması gerekir.
47. Somut olayda başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yönelik itirazının Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince 3/7/2018 tarihinde reddedilerek kararın kesinleştiği görülmüştür. Başvurucu kesin nitelikteki ret kararına karşı 15/5/2019 tarihinde istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi, itiraz konusunda önceden kesin karar verildiğinden aynı karara yönelik karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
48. Başvurucunun kesin olduğu açık olan ve karar içeriğinde de belirtilen bir karara karşı hatalı şekilde başka bir kanun yoluna başvurarak kanun yolunda yanılması kararın kesinleşmesini ve bireysel başvuru süresinin yeniden canlandırılmasını etkilememektedir. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin itirazın reddine dair kararında bu kararın kesin olduğu hatırlatılmıştır (bkz. § 9). Ağır Ceza Mahkemesinin kesin kararına yönelik itirazın esastan incelenmemesine dair karar verilmesi ve bu kararın tebliğ edilmesi bireysel başvuru süresini yeniden başlatmayacaktır. Dolayısıyla başvurucunun nihai kararı en geç istinaf talebinde bulunduğu 15/5/2019 tarihinde öğrendiği kabul edilmelidir. Başvurucunun nihai kararı öğrendiği 15/5/2019 tarihinden itibaren otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 16/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Erendiz Önal, B. No: 2014/1133, 30/6/2014; Mustafa İleri, B. No: 2019/3949, 7/4/2021).
49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
50. Başvurucu; ihlalin tespiti ile yeniden yargılamaya hükmedilmesi, maddi ve manevi olmak üzere ayrı ayrı 50.000 TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
51. Başvuruda tespit edilen ifade özgürlüğü ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
52. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir (Hasan Sarıcı [GK], B. No: 2018/37695, 9/10/2024, § 55).
53. Son olarak somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 34.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucu, bilgi ve belge sunmadığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İfade özgürlüğünün 2937 sayılı Kanunu'na muhalefet suçu yönünden ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. İfade özgürlüğünün hakaret suçu yönünden ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Muhterem İNCE'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için 2937 sayılı Kanunu'na muhalefet suçu yönünden yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2017/1263, K.2018/537) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 34.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.364,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/1/2025 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucunun, bir internet sitesinde yazdığı makelelerden dolayı 2937 sayılı Kanun'da yer alan ifşa suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Mahkememiz çoğunluğu tarafından, başvurucunun makalelerinde yer verilen istihbarat görevlilerinin daha önce haberleştirilerek ifşa edilmiş olmalarına rağmen mahkumiyet kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli gerekçeyle gösterilmediği belirtilerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
2. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olduğunu daha önce pek çok kararında açıklamıştır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43;Tansel Çölaşan [1.B.], B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).
3. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Derece mahkemeleri, bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir denge sağlamalıdır (Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit [2.B.], B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 58, 61, 66). Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir (Kemal Kılıçdaroğlu [2.B.], B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).
4. Anayasa Mahkemesi, kamu görevlisi olmanın sağladığı birtakım ayrıcalıklar ve avantajların yanında bazı külfet ve sorumluluklara katlanmayı ve diğer kişilerin tabi olmadığı sınırlamalara tabi olmayı da gerektirdiğini belirtmiştir. Kişinin kamu görevine kendi isteği ile girmekle bu statünün gerektirdiği ayrıcalıklardan yararlanmayı ve külfetlere katlanmayı kabul etmiş sayıldığını, kamu hizmetinin kendine has özelliklerinin bu avantaj ve sınırlamaları zorunlu kıldığını ifade etmiştir (İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 38).
5. Kamu görevlilerinin statülerinden kaynaklanan ve katlanmak zorunda oldukları yükümlülüklerden biri de Anayasa'nın 129. maddesinde öngörülen sadakat yükümlülüğüdür. Kamu görevlisinin devlete sadakat yükümlülüğü, kamu hizmetinin etkin bir şekilde yürütülmesi ve mesleki disiplinin sağlanması konusunda bir fonksiyon icra etmektedir. Bu yükümlülük, özellikle ifade özgürlüğünün kullanımı yönünden kamu görevlilerini diğer vatandaşlardan daha kısıtlı bir konuma getirebilir. Diğer yandan bu kısıtlama, kamu görevlilerini temel haklarını kullanmalarını tamamen imkânsızlaştıracak şekilde aşırı bir yükümlülük altında da bırakmamalıdır. Bu noktada temel hakkın kullanımı ile devlete sadakat yükümlülüğü gibi kamu görevlisi statüsünden kaynaklanan gereklilikler arasında adil bir denge kurulmalıdır (Gülistan Atasoy ve diğerleri [G.K.], B. No: 2017/15845, 21/1/2021, § 68).
6. Devletin kamu hizmetinde çalışan memurlarına bir bağlılık görevi getirmesi, ödev ve sorumluluklar yüklemesi memurların statüleri gereği meşru kabul edilebilir bir durumdur. Fakat devlet memurlarının da birer birey olduğu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlere sahip olma haklarının bulunduğu şüpheden uzaktır (Hasan Güngör [2.B.], B. No: 2013/6152, 24/2/2016, § 49).
7. Bununla birlikte devlet memurları söz konusu olduğunda görüşlerin dengeli ve siyaseten yansız olarak açıklanıp açıklanmadığı, kişisel tavırlar sergilenip sergilenmediği ve tarafsızlıklarının güvence altında olup olmadığı ifade özgürlüğü incelemesinde değerlendirmeye alınır. Bu bağlamda memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesini belirlemede ulusal makamların bir takdir marjı vardır (Hasan Güngör, § 48).
8. Somut olayda, başvurucu tarafından kaleme alınan makalelerde daha önce haberlere konu olan bilgilerin yanında emekli MİT mensubu olması nedeniyle vakıf olduğu bilgilerden kaynaklı değerlendirmelerini de içerdiği anlaşılmaktadır. Buna rağmen çoğunluk kararında başvurucunun hem emekli MİT mensubu olduğu hem de makalelerde yer verilen değerlendirmeler yönünden bir inceleme yapılmadığı tespit edilmiştir.
9. Bu kapsamda öncelikle emekli olan başvurucunun kamu görevlilerine ilişkin sadakat yükümlülüğünün devam edip etmediğinin tespit edilmesi gerekir.
10. Milli güvenliğin sağlanması meşru amacına yönelik olarak devletin demokratik toplumda zorunluluk çerçevesinde acil sosyal ihtiyacı belirlemek ve milli güvenliği koruma araçlarını seçmek hususunda takdir yetkisi oldukça geniştir (Ö.Ç. [1.B.], B. No: 2014/8203, 21/9/2016, § 73).
11. Zira "milli güvenlik", gerek Türk hukukunda, gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve gerekse Amerikan hukukunda ifade özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın özgürlüğünün sınırlandırma nedenlerinden birisidir. Basın özgürlüğünün ulusal güvenlik nedeniyle sınırlandırılması devletin ve toplumun korunması kategorisi içerisindedir.
12. AİHM de milli güvenlik kavramını değerlendirirken ülkelerin kendi konumlarını gözardı etmemekte, her ülkenin kendi koşullarına göre değişkenlik gösterebileceğini kabul etmekte ve bu konuda ulusal makamlara geniş bir takdir alanı bırakmaktadır. Ancak bu değerlendirmeyi yaparken asgari bir sınır belirlemekte ve milli güvenlik gerekçesiyle ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin haklılığının ispatlanmasını, milli güvenliğe ilişkin gizliliklerin ve endişelerin alenileştirilmemesi yönündeki kabul edilebilir tedbirlerin olabileceğini söyleyerek devlete yüklemektedir.
13. 2937 sayılı Kanun'un 4. maddesinde MİT'in görevleri sayılmış ve bu görevler arasında ülkenin varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve anayasal düzenine karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında millî güvenlik istihbaratını devlet çapında oluşturma ve istihbarata karşı koyma görev ve sorumluluğunun da bulunduğu belirtilmiştir.
14. MİT'e verilen bu görevlerin niteliği dikkate alındığında ise bunların, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini, anayasal düzeni ve toplumun güvenliğini tesis etmekle görevli devletin varlığı, bağımsızlığı ve anayasal düzenin devamı yönünden önemli olduğu, dolayısıyla bu görevlerin etkin bir şekilde yürütülmesinde önemli bir kamu yararının bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır(AYM, E.2014/122, K.2015/123, 30/12/2015, § 47).
15. Bu kapsamda MİT Müsteşarlığının millî güvenliğin sağlanması ve korunmasında üstlendiği görev dikkate alındığında milli güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyenlerin diğer kişilerin tabi olmadığı bazı sınırlamalara tabi olmaları, bu görevi ifa edenlerin görevin güven, itibar ve saygınlığının gereği olarak katı meslek ilkelerine tabi tutulmaları normaldir. Kişiler ulusal güvenlikle ilgili birimlerde çalışmayı seçmekle birlikte girmiş oldukları statü gereğince sivillere getirilemeyecek bazı sınırlamaların kamu hizmetinin aksamadan ve etkin şekilde yürütülmesi ve disiplinin tesisi için kendileri açısından uygulanmasını kabul etmiş olmaktadırlar. Dolayısıyla millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda istihdam edilen personelin bu yükümlülüklerinin emeklilik sonrası devamının kabulü milli güvenliğin sağlanmasında hayati önemi haizdir. Somut olayda emekli MİT mensubu olan ve önemli vazifeler üstlenen başvurucunun da anılan yükümlülüğe tabi olduğu söylenebilir.
16. Başvurucunun kaleme aldığı makalelerde daha önce yayımlanan haberlere konu olan bilgiler dışında emekli MİT mensubu olması nedeniyle vakıf olduğu bilgiler çerçevesinde değerlendirmelerini de içermektedir. Konunun ilk kez haber yapıldığı gazetelerde yer alan içerikten farklı içerik ve nitelikte tekrar kamuoyunun gündemine taşınmasının “milli güvenlik” konusuna bağlı olarak ortaya çıkabilecek neden ve sonuçları üzerinde durulmaksızın, sadece daha önce habere konu olması nedeniyle ifşa suçunun oluşmadığı sonucuna ulaşılmasının kabulü mümkün değildir. Dolayısıyla başvurucunun eyleminin daha önce yayımlanmış veya kamunun bildiği bir içeriğin yeniden açığa çıkarılması eylemini aşan nitelikte olduğu söylenebilir.
17. Bu itibarla başvurucunun kaleme aldığı makalelerle MİT içinde görev yapmış pek çok kişiyi ifşa etmesi sebebiyle hakkında ilgili ve yeterli bir gerekçe kurularak verilen mahkumiyet kararıyla ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve orantılı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
18. Açıklanan nedenlerle, ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği kanaatini taşıdığımdan çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmak mümkün olmamıştır.
Üye