TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
LÖSEV LÖSEMİLİ ÇOCUKLAR SAĞLIK VE EĞİTİM VAKFI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/36068)
|
|
Karar Tarihi: 27/2/2025
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Basri BAĞCI
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Metin KIRATLI
|
Raportör
|
:
|
Fatma Gülbin ÖZTÜRK
|
Başvurucu
|
:
|
Lösev Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı
|
Vekili
|
:
|
Av. Aynur KONURALP
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Hakem Kurulu kararına karşı açılan iptal davasında ilk derece mahkemesi tarafından duruşma yapılmaması sebebi ile sözlü yargılanma hakkının, Hakem Kurulunun uyuşmazlığın bir kısmı hakkında karar vermemesi sebebi ile karar hakkının, Hakem Kurulu tarafından yapılan yargılamanın ve sonrasında açılan iptal davasının makul sürede tamamlanmaması sebebi ile makul sürede yargılanma hakkının, lehe olan bilirkişi raporunun yasak usullerle elde edilen delile istinaden geçersiz sayılarak hükme esas alınmaması sebebi ile hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, çok yüksek bir tutarda alacağa hükmedilmesi sebebi ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/11/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı (Vakıf), 1998 yılında Ankara'da kurulmuştur. Lösemili ve kanser hastası çocuk ve yetişkinlere yardımda bulunmayı amaçlayan başvurucu Vakfa 17/5/2000 tarihinde kamuya yararlı vakıf statüsü tanınmıştır.
9. Başvurucu, davalı Şirket ile 12/11/2012 tarihinde LÖSEV Eğitim ve Sağlık Kampüsü (Lösemili Çocuklar Kenti-LÇK) projesinin gerçekleştirilmesi amacı ile Ankara 12. Noterliğinde eser sözleşmesi (sözleşme) imzalamıştır. Anılan sözleşme uyarınca eğitim ve sağlık kampüs alanı olarak belirlenen alanda yer alacak yapıların kaba inşaatı, mekanik elektrik dâhil olmak üzere tesisat işleri, otomasyonu ve ekipmanları, ince işleri ve sabit mobilyaları, medikal tesisat hazırlıkları ve alanın peyzajı ile çevre düzenlemesi eksiksiz olarak tamamlanmak üzere 100.000.000 TL + KDV bedelle yüklenici Şirkete devredilmiştir. Anılan Sözleşmenin 46. maddesi uyarınca sözleşmenin yorumlanması ve/veya uygulanmasından doğabilecek her türlü ihtilafın üç kişiden oluşan Hakem Kurulu tarafından çözülmesi kararlaştırılmıştır.
10. Sözleşmede yüklenici konumunda olan Şirket, hakem olarak A.M.Ç.yi tayin ettiğini 28/8/2014 tarihinde noter kanalıyla başvurucuya bildirerek tahkim yargılaması başlatmıştır. Başvurucu da 18/9/2014 tarihinde noter kanalıyla yükleniciye gönderdiği ihtarname ile A.L.S.yi hakem olarak atadığını bildirmiştir. Sözleşme uyarınca taraflarca seçilen hakemler 30/9/2014 tarihinde yaptıkları toplantıda A.İ.A.yı üçüncü hakem olarak tayin etmiştir. Böylece Hakem Kurulu oluşturulmuştur.
11. Yüklenici Şirket 24/10/2014 tarihinde sunduğu asıl dava dilekçesinde başvurucu tarafından eksik ödenen hak edişlerin başvurucudan tahsilini, projesinin başvurucu tarafından geç onaylattırılmasından doğan süre kaybına tekabül eden bedeli, işe geç başlama sebebiyle hak edişten yapılan %5 oranındaki nakit teminat kesintisini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) avans faizi ile talep etmiştir. Yüklenici 11/2/2015 ve 10/7/2015 tarihli dilekçelerle davaya ilişkin taleplerini yenilemiş ve taleplerine bir kısım eklemelerde bulunmuştur.
12. Başvurucu 25/6/2015 tarihinde yüklenici Şirkete tahkimde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde yüklenici Şirket tarafından işin geç teslim edilmesi sebebi ile oluşan zararların ve sözleşmede gecikme hâlinde ödenmesi kararlaştırılan cezai şartın davalı Şirketten tahsilini talep etmiştir.
13. Uyuşmazlık konusuna ilişkin tarafların iddia ve savunmaları ile sözleşme hükümlerince tespit edilmesi gereken teknik ve maddi vakıalar kapsamında rapor tanzim edilmesi için Hakem Kurulu bilirkişi heyetini görevlendirmiştir. 27/4/2015 tarihinde sunulan bilirkişi raporunda başvurucunun ön edimlerini süresinde ifa etmemesi ve malzemeleri geç teslim etmesi sebebi ile eser tesliminde gecikmeye sebebiyet verdiği, yüklenici Şirketin süre uzatımına ilişkin bir kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte Hakem Kurulu; sözleşmeye konu işin devam etmesi, yüklenici Şirketin yargılama sırasında yeni taleplerde bulunması ve başvurucu Vakıf tarafından 25/6/2015 tarihinde yükleniciye karşı dava açılması hususlarını gözeterek ikinci bir bilirkişi heyeti atamıştır. Söz konusu bilirkişi heyeti 10/12/2015 tarihinde raporunu sunmuştur. Ancak Hakem Kurulu, bilirkişi heyetinin üyelerinden B.D.nin yargılama sırasında başvurucu Vakfın danışmanlığını yürüttüğünün tespit edildiğini belirterek B.D.nin bilirkişilik görevine son vermiş ve 10/12/2015 tarihli rapora itibar da edilemeyeceğini ifade ederek yeni bir bilirkişi heyeti görevlendirmiştir. Yeni görevlendirilen bilirkişi heyeti hak edişlere ilişkin hesaplamaların da içinde yer aldığı 18/5/2016 tarihli raporunu dosyaya sunmuştur.
14. Anılan raporlar çerçevesinde yapılan değerlendirme ve hesaplamalar da dikkate alınarak Hakem Kurulu 10/2/2017 tarihinde gerek başvurucu Vakıf gerekse yüklenici Şirket tarafından açılan davalar hakkında karar tesis etmiştir. Hakem Kurulu kararında; işin teslimi konusunda yaşanan gecikmede yüklenici Şirketin kusuru bulunmadığını belirterek başvurucu Vakfın davasını reddetmiş, yüklenici Şirketin açmış olduğu dava bakımından ise taleplerin bir kısmını kabul etmiş, bir kısmını reddetmiştir.
15. 28/2/2017 tarihinde başvurucu, 10/2/2017 tarihli Hakem Kurulu kararının iptali talebiyle dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle usule ve esasa ilişkin iptal sebeplerini;
- Hakem Kurulunun yüklenici Şirketin muaccel olmayan alacaklarına da hükmetmek sureti ile talepten fazlasına karar vermesi ve yetkisini aşması,
- Hakem Kurulunun tahkim için öngörülen süreyi aşarak karar vermesi,
-Hakem Kurulunun 10/12/2015 tarihli bilirkişi raporunun geçersiz sayılmasına ilişkin kararının tarafların eşitliği ve hukuki dinlenilme haklarını ihlal etmesi,
-Hakem Kurulunun kararında yüklenicinin işin gecikmesindeki rolünün gözetilmemesi, sözleşmede işin götürü ücret olarak kararlaştırıldığı ve uzayan süreye yönelik maliyet kalemlerinin yükleniciye ödendiği dikkate alınmaksızın yüklenici lehine sabit gidere hükmedilmesi şeklinde sıralamıştır.
16. Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından yapılan yargılama neticesinde 7/3/2017 tarihinde 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 410. maddesi uyarınca tahkim yargılamasında bölge adliye mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Söz konusu görevsizlik kararı kanun yolu incelemesi yapılmaksızın kesinleşmiştir.
17. Kararın kesinleşmesine müteakip talep gereği dosya, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesine gönderilmiştir. 5/7/2017 tarihinde karşı görevsizlik kararı verilmiştir. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir.
18. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde 9/11/2017 tarihli karar ile hakem kararlarının iptali yargılamasında görevli mahkemenin ilk derece mahkemesi olduğu ancak uyuşmazlığın her iki tarafının da tacir sıfatını haiz olmaması nedeniyle görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğu belirtilerek Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesinin 5/7/2017 tarihli kararı oy çokluğu ile düzeltilerek onanmıştır.
19. Başvurucunun talebi üzerine Ankara 27. Bölge Adliye Mahkemesi 24/9/2018 tarihinde üst yazı ile dosyayı görevli Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir. Yargılama aşamasında 28/2/2018 tarihli ve 7101 sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun'un 60. maddesi ile hakem kararlarının iptaline ilişkin davalarda Bölge Adliye Mahkemelerinin görevli olarak tayin edildiğini dikkate alan Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi 12/6/2018 tarihinde, başvuruya konu uyuşmazlık yönünden görevsizlik kararı vermiştir. Karar, temyiz edilmeksizin kesinleşmiş ve dosya talep üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesine gönderilmiştir.
20. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi 21/2/2019 tarihli kararı ile; hakem kararına konu uyuşmazlığın Türk hukukuna göre tahkime elverişli olduğunu, uyuşmazlığın taraflar arasındaki Sözleşmenin 46. maddesinde belirtilen tahkim şartı kapsamında bulunduğunu, tahkime konu taleplerin tümünün değerlendirilerek karara bağlandığını, kararın kamu düzenine aykırı olmadığını, kararın esasına etkili usul hatası yapılmadığını ve tahkim süresinin son olarak Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/12/2016 tarihli kararı ile 29/12/2016 tarihinden itibaren 2 ay süre ile uzatılmış olup, kararın da uzatılan bu süre içinde verildiğini, 10/2/2015 tarihli bilirkişi kurulu raporunun Hakem Kurulunca geçersiz sayılmasının tarafların eşitliği ve hukuki dinlenilme hakkının ihlali niteliğinde olmadığını belirterek davayı reddetmiştir.
21. Başvurucu davanın reddine ilişkin söz konusu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucu tarafından dile getirilen ilgili itirazlar özetle şöyledir:
- Başvurucu, Hakem Kurulunun kararını tahkim süresi içerisinde vermediğini, kararın sözleşmede kararlaştırılan süreden 2 ay sonra verildiğini, 23/6/2016 ve 29/9/2016 tarihleri arasında Hakem Kurulunda yer alan iki hakemin reddinin talebine ilişkin inceleme yapıldığı gerekçesiyle anılan sürede yargılamanın durduğunun kabulünün haksız olduğunu ileri sürmüştür.
- Başvurucu, Hakem Kurulunun yetkisini aşarak muaccel olmayan alacağa ilişkin de karar vermek suretiyle davanın açıldığı tarihteki talepten fazlasını hükme bağladığını belirterek bu hususun kamu düzenine ilişkin taleple bağlılık ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
- Tahkim yargılaması sırasında aldırılan 10/12/2015 tarihli bilirkişi raporunun heyetinde görev yapan B.D.nin başvurucu Vakıf danışmanı olduğu saptamasının yüklenici Şirket tarafından tahkim dosyasına sunulan Vakıf çalışanı olmayan dış ticaret sorumlusu A.K. ile B.D. arasında geçen elektronik yazışmalara dayandırıldığını ve söz konusu yazışmaların hukuka aykırı yollarla ele geçirildiğini belirten başvurucu, bu hususa ilişkin yaptığı itirazların değerlendirilmediğini belirtmiştir.
- Başvurucu, B.D.nin danışmanı olduğu belirtilerek Hakem Kurulu tarafından resen görevden alınmasına ilişkin ara kararında itirazlarını karşılayan bir gerekçe bulunmadığını dile getirmiştir.
- Başvurucu, bilirkişi heyetinde yer alan bir üye hakkında yapılan ilgili saptama dikkate alınarak bilirkişi raporunun tamamen değerlendirme dışı tutulmasının hukuki dinlenilme hakkına ve tarafların eşitliği ilkesine aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmüştür.
- 10/12/2015 tarihli bilirkişi raporunun kurulunda görev yapan bilirkişilerin resen Hakem Kurulu tarafından atandığını, yüklenici Şirketin bilirkişilere yönelik herhangi bir itirazının bulunmadığını, Şirketin raporun başvurucu lehine olduğu sonucuna ulaşması sonrasında bilirkişi B.D.ye yönelik itirazlarını sıraladığını belirten başvurucu bu hususunun iyi niyet ve tarafların eşitliği ilkesine aykırılık teşkil ettiğini iddia etmiştir.
- Sözleşmenin, yüklenici Şirkete düşen yükümlülüğü olan eser teslim borcunun Şirket tarafından kusurlu bir şekilde temerrüde düşülerek ifa edilmiş olması sebebi ile oluşan zararlarının değerlendirilmeye alınmadan davanın reddine karar verilmiş olduğunu belirten başvurucu bu durumun taleplerinden biri hakkında Hakem Kurulunun karar vermemiş olması sonucunu da doğurduğuna dikkat çekerek bu hususun bozma nedeni olarak dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır.
22. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 11/7/2019 tarihli kararı ile başvurucunun Hakem Kurulunun yetkisini aşarak muaccel olmayan alacağa ilişkin de karar vermek sureti ile talepten fazlasını hükme bağladığına ilişkin temyiz itirazı kapsamında ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Başvurucunun diğer temyiz itirazları ise reddedilmiştir.
23. Başvurucu, 24/1/2020 tarihli ek beyan dilekçesinin ekinde sunduğu belge ile bozmadan sonra ilk derece mahkemesi tarafından 11/12/2019 tarihinde 10/2/2017 tarihli hakem kararının iptaline karar verildiğini bildirmiştir. UYAP sitemi üzerinden yapılan kontrolde 11/12/2019 tarihli bu kararın Yargıtay 15. Hukuk Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 10/9/2020 tarihinde bozulduğu görülmüştür. Bozma gerekçesinde; ilk kararın temyizi üzerine verilen 11/7/2019 tarihli bozma kararında muaccel olmayan yüklenici alacaklarına da hükmedilmesinin isabetsiz olduğu hususunun belirtildiği ve bu hususunun iptal sebebi olarak sayıldığı, diğer temyiz itirazlarının ise reddine karar verildiği ve bu kısım lehine olan taraf için usulü kazanılmış hak oluştuğu belirtilmiştir.
24. Başvurucu tarafından 8/1/2025 tarihinde ikinci ek beyan dilekçesi sunulmuştur. Dilekçe ekinde sunulan belgelerden 10/2/2017 tarihli Hakem Kurulu kararında Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 10/9/2020 tarihli kararı doğrultusunda cebri icraya konu edilebilecek kısmın belirlenmesi ile 22,23,31,32,33 ve 35 numaralı hakedişlere ilişkin uyuşmazlıkların çözülmesi amacıyla 13/3/2021 tarihinde yeniden Hakem Kurulu terkip edildiği ve yeni Hakem Kurulu tarafından 3/3/2023 tarihinde karar verildiği görülmektedir. Yine sunulan belgelerden 3/3/2023 tarihli kararın iptali talebiyle taraflarca dava açıldığı, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi tarafından yapılan yargılama neticesinde 30/5/2023 tarihinde davaların ayrı ayrı reddine karar verildiği ve bu kararın ise Yargıtay 6. Hukuk Dairesi tarafından 12/11/2024 tarihinde onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır.
25. Başvuruya konu karar, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 11/7/2019 tarihli kararında onanarak kesinleşen kısım olup, ilgili karar 7/10/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
26. 6100 sayılı Kanun’un
i. ''Duruşma yapılmadan verilecek kararlar'' başlıklı 353. maddesi şöyledir:
" (1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa;
a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir:
1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması.
2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması.
3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması …
4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması.
5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, …karar verilmiş olması.
6) (Değişik:22/7/2020-7251/35 md.) Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.
b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak;
1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine,
2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında,
3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra başvurunun esastan reddine veya yeniden esas hakkında duruşma yapılmadan karar verilir. '
ii. ''Duruşma yapılması ve karar verilmesi'' başlıklı 356. maddesi şöyledir:
" (1) 353 üncü maddede belirtilen hâller dışında inceleme, duruşmalı olarak yapılır. Bu durumda duruşma günü taraflara tebliğ edilir.
(2) (Ek:22/7/2020-7251/36 md.) Duruşma sonunda bölge adliye mahkemesiistinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dâhil gerekli kararları verir."
iii. "Tahkim sözleşmesinin tanımı ve şekli" başlıklı 412. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1)Tahkim sözleşmesi, tarafların, sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tamamı veya bir kısmının çözümünün hakem veya hakem kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları anlaşmadır."
iv. ''Tarafların eşitliği ve hukuki dinlenilme hakkı'' başlıklı 423. maddesi şöyledir:
"(1) Taraflar, tahkim yargılamasında eşit hak ve yetkiye sahiptirler. Taraflara hukuki dinlenilme hakkını kullanma imkânı tanınır."
v. ''Tahkim süresi'' başlıklı 427. maddesi şöyledir:
“ (1) Taraflar aksini kararlaştırmadıkça, bir hakemin görev yapacağı davalarda hakemin seçildiği, birden çok hakemin görev yapacağı davalarda ise hakem kurulunun ilk toplantı tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde, hakem veya hakem kurulunca esas hakkında karar verilir.
(2) Tahkim süresi, tarafların anlaşmasıyla; anlaşamamaları hâlinde ise taraflardan birinin başvurusu üzerine mahkemece uzatılabilir. Mahkemenin, bu konudaki kararı kesindir.”
vi. ''İptal davası'' başlıklı 439. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Hakem kararına karşı yalnızca iptal davası açılabilir. İptal davası, tahkim yeri bölge adliye mahkemesinde açılır; öncelikle ve ivedilikle görülür.
(2)a) Tahkim sözleşmesinin taraflarından birinin ehliyetsiz ya da tahkim sözleşmesinin geçersiz olduğu,
b) Hakem veya hakem kurulunun seçiminde, sözleşmede belirlenen veya bu Kısımda öngörülen usule uyulmadığı,
c) Kararın, tahkim süresi içinde verilmediği,
ç) Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya yetkisiz olduğuna karar verdiği,
d) Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiği veya talebin tamamı hakkında karar vermediği ya da yetkisini aştığı,
e) Tahkim yargılamasının, usul açısından sözleşmede veya bu yönde bir sözleşme bulunmaması hâlinde, bu Kısımda yer alan hükümlere uygun olarak yürütülmediği ve bu durumun kararın esasına etkili olduğu,
f) Tarafların eşitliği ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmediği,
g) Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk hukukuna göre tahkime elverişli olmadığı,
ğ) Kararın kamu düzenine aykırı olduğu,
tespit edilirse, hakem kararları iptal edilebilir."
27. Başvurucu Vakıf ve yüklenici Şirket arasında Lösemili Çocuklar Kenti-LÇK projesinin gerçekleştirilmesi amacıyla 12/11/2012 tarihinde Ankara 12. Noterliğinde akdedilen Sözleşmenin "Uyuşmazlıkların Çözümü" başlıklı 46. maddesi şöyledir:
"Bu Sözleşme'nin yorumlanması ve/veya uygulanmasından doğabilecek her türlü ihtilaflar, üç kişilik bir tahkim kurulu tarafından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 407-444 hükümleri uyarınca tahkim yolu ile çözülecektir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Anayasa Mahkemesinin 27/2/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu; hakem kararı ile hüküm altına alınan ve icrasına başlanan borç miktarının bağışlarla ayakta duran bir vakfın ödeyemeyeceği bir tutar olduğunu, 45 yıllık deneyimi bulunan bir inşaat firması olan yüklenici Şirketin işin teslimine yönelik yaşanan gecikmenin yarattığı sorumluluktan muaf tutulmasının hakkaniyetli olmadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
30. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
31. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
32. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu, Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
33. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
34. Somut olayda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıkla ilgili tarafların mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin incelenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda taraflar, aralarında akdettikleri sözleşmeden doğan uyuşmazlıkların tahkim yolu ile karara bağlanacağını kararlaştırmışlardır. Tahkim yargılaması açısından tatbikine ihtiyaç duyulan kuralların ve tahkim mekanizmasının oluşturulması için müsait zeminin devlet eli ile oluşturulduğu, ilgili kuralların belirliliği, ulaşılabilirliği ve öngörülebilirliği hususunda bir tereddüt bulunmadığı açıktır.
35. Diğer yandan tarafların etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme imkânının başvurucuya tanınıp tanınmadığı da incelenmelidir. Öncelikle uyuşmazlığın iradi olarak yapılan tahkim sözleşmesi ile Hakem Kurulu önüne taşındığı, Hakem Kurulunun teşekkülünde başvurucunun da aktif olarak yer aldığı hatırlanmalıdır. Hakem yargılaması sırasında başvurucunun gerek cevap dilekçesi gerekse dava dilekçesi ile kusur durumuna ve hak edişlere yönelik istem ve itirazlarını Hakem Kuruluna sunma imkânı bulduğu görülmektedir. Hakem Kurulu kararında uyuşmazlığın temeli olan kusur durumuna ilişkin itirazlar değerlendirilerek sonuca ulaşılmıştır (bkz. §§ 13-14 ).
36. Başvurucu Hakem Kurulu yargılamasının ardından hakem kararının iptali davası açmış ve yine anılan davada da hakem kararında kusur durumunun yanlış takdir edildiğine ilişkin itirazlarını 6100 sayılı Kanun’un 439. maddesi kapsamında dile getirmiştir. Başvurucunun bu iddiaları yargılama sırasında incelenmiş ve karara bağlanmıştır. Hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin söz konusu itirazlar hakkında yargılama mercileri tarafından tesis edilen kararlarda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun bulunduğu söylenemez.
37. Tüm bu açıklamalar ışığında; somut olayda yapılan yargılama sonucunda tesis edilen kararın tarafların sonuca etkili olabilecek tüm iddia ve savunmalarının tartışılarak verildiği ve bu bağlamda uyuşmazlığı sona erdiren hükme taraflar arasında hak ve menfaat dengesinin gözetilerek ulaşıldığı kanaatine varılmıştır. Somut olayın koşulları gözönünde bulundurulduğunda devletin pozitif yükümlülüklerinin yerine getirildiği değerlendirilmiştir.
38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Mağdur Sıfatının Bulunup Bulunmadığı Yönünden
39. Taraflarca belirli maddi anlaşmazlıkların çözümü yönünden öngörülen tahkim şartı, gerek adaletin idaresi için gerekse gerçek ya da tüzel kişiler açısından yadsınamaz bir takım avantajlar barındırmaktadır. Tahkim şartının kabul edilmesiyle taraflar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile güvence altına alınan belirli haklardan gönüllü olarak feragat ederler. Bununla birlikte taraflar arasında yapılan bir sözleşme ile tahkim şartı getirilerek bir anlamda mevcut mahkemelere başvurma hakkından feragat etmek demokratik bir toplumda önem arz eden bir husus olduğundan tahkim sözleşmesinin taraflarına asgari birtakım güvenceler sağlanması da şarttır. Bu bağlamda tahkim şartının kabulü ile ortaya konulan feragatin tarafların serbest iradesiyle ve açık bir şekilde tesis edilmesi önem arz eder.
40. Tahkim sözleşmesi, mahkemeye erişim hakkından feragat anlamına geldiğinden asgari birtakım teminatlar altında yapılması elzemdir. Bu noktada iradi ve zorunlu tahkim arasında bir ayrıma gidilmesi gerekmektedir. Prensip olarak, iradi tahkim sözleşmesi yapılması sureti ile mevcut mahkemelere başvurma hakkından feragat edilmesinin özellikle mahkemeye erişim hakkı yönünden bir sorun teşkil etmeyeceği söylenebilir.
41. Somut olay özelinde taraflar arasındaki tahkim sözleşmesinin iradi nitelik taşıdığı hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Nitekim tarafların özgür iradeleri ile imzaladıkları 12/11/2012 tarihli sözleşmenin 46. maddesinde sözleşmeden doğan ihtilaflı hususların tahkim yolu ile çözümleneceği açıkça karara bağlanmıştır.
42. Başvuru konusu, iradi olarak yapılan tahkim anlaşması sonucunda teşekkül ettirilmiş Hakem Kurulu tarafından verilen ve ulusal bir mahkeme niteliği arz etmeyen Hakem Kurulunun kararlarının başvurucu tarafından adil yargılanma hakkı kapsamında şikâyete konu edilip edilemeyeceğine ilişkindir. Diğer bir deyişle mesele başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerini Anayasa Mahkemesine taşıyabilme bakımından kişi bakımından yetkisinin bulunup bulunmadığına dairdir.
43. Hakem Kurulu, ulusal bir mahkeme niteliği arz etmemekle birlikte 6100 sayılı Kanun’un 439. maddesinde ulusal mahkemelere, bazı durumlarda tahkim kararını inceleme yetkisi verildiği görülmektedir. Tahkim yargılamasının usul açısından tahkim sözleşmesinde belirlenen kurallara veya sözleşmede böyle bir düzenleme bulunmaması hâlinde, 6100 sayılı Kanun’un Onbirinci Kısmı'nda yer verilen hükümlere aykırı yürütülmesi ve bu aykırılığın kararın esasına tesir etmesi de iptal nedenleri arasında sayılmıştır. Nitekim başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına konu şikâyetlerini bu kapsamda iptal davasında da dile getirmiş ve başvurucunun bu husustaki talebi gerek ilk derece mahkemesi sıfatıyla yaptığı yargılamada istinaf mahkemesince gerekse temyiz yargılamasında Yargıtayca reddedilmiştir.
44. Bu bağlamda 6100 sayılı Kanun’un 439. maddesinin devlete tahkim yargılaması konusunda birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği açıktır. Yine başvurucunun ilgili şikâyetleri ilk defa Anayasa Mahkemesi huzurunda dile getirmediği, bu şikâyetlerini öncelikle ulusal mahkemelere inceleterek karara bağlattığı da gözetildiğinde adil yargılanma hakkına yönelik ihlal iddiaları bakımından mağdur statüsünün bulunduğu ve başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkiye ilişkin kabul edilebilirlik kriterini sağladığı sonucuna ulaşılmıştır.
2. Diğer Kabul Edilebilirlik Kriterleri Yönünden
a. Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası
(1) Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucu; yüklenici Şirket tarafından ödenmesi gereken elektrik, doğalgaz, güvenlik, temizlik ve personel gibi 4.653.608,21 TL tutarındaki şantiye giderlerinin kendisi tarafından ödendiğini, anılan giderin yükleniciden tahsilini talep etmesine rağmen Hakem Kurulunun bu hususta bir karar vermediğini ileri sürmektedir. Bu konudaki şikâyetlerini iptal davası sırasında istinaf mahkemesinde ve temyizde Yargıtayda da dile getirdiğini belirten başvurucu bu durumun istinaf mahkemesince iptal, Yargıtayca bozma nedeni de yapılmadığını belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
ii. Değerlendirme
46. Somut olayda başvurucunun şikâyeti, şantiye giderlerine ilişkin tahsil talebi hakkında Hakem Kurulu tarafından bir karar verilmediğine ilişkindir. İnceleme, karar hakkı kapsamında yapılacaktır.
47. Demokratik bir toplumda vazgeçilmez bir hak niteliğindeki adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan karar hakkı; uyuşmazlığın bir mahkeme önüne getirilebilmesini, dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı iddia ve savunmaların yargı merciince incelenerek değerlendirilmesini ve bir karara bağlanmasını, ayrıca verilen kararın icra edilmesini gerektirir. Buna göre karar hakkı; mahkemeye erişim hakkı, karar hakkı ve kararın icrası hakkını içerir. Karar hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını ifade eder. Zira dava hakkını kullanan bireyin asıl amacı uyuşmazlık konusu ettiği talebinin esasıyla ilgili olarak davanın sonunda bir karar elde edebilmektir. Bir başka ifadeyle dava sonucunda şayet bir karar elde edilemiyorsa dava açmanın da bir anlamı kalmayacaktır. Öte yandan karar hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde etmelerini güvence altına almaz. Bu hak aynı zamanda dava konusu edilen uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını da gerektirir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. İbrahim Demiroğlu [GK], B. No: 2017/15698, 26/7/2019, § 55).
48. Başvurucu hakkında 28/8/2014 tarihinde davalı sıfatı ile tahkim yargılaması başlatıldığı görülmektedir. 25/6/2015 tarihinde başvuru tarafından yüklenici Şirket aleyhine devam etmekte olan dava ile birleştirilmesi talebiyle ayrı bir dava da açılmıştır. Yargılama birleştirilerek görülmüştür. Dava dilekçesinde davalı ile aralarında akdedilen 12/11/2012 tarihli eser sözleşmesinin 42. maddesinde işin tesliminde gecikme yaşanması hâlinde gecikme cezası kararlaştırıldığını belirten başvurucu, yüklenici Şirketin işin teslimi bakımından temerrüte düştüğünü belirterek gecikme cezası ve işletmeye geç başlanması nedeniyle gecikmeden dolayı oluşan zarar ve işletmeye geç başlanması sebebiyle mahrum kalınan kâr talebinde bulunmuştur.
49. Başvurucu her ne kadar 4.653.608,21 TL tutarındaki şantiye giderinin tarafına ödenmesi konusundaki talebinin karara bağlanmadığı hususundan şikâyet etmekteyse debireysel başvuru dosyasına sunulan bilgi ve belgelerden başvurucunun bu konudaki talebiniaçıkça ileri sürdüğü saptanamamıştır. Başvurucunun gerek tahkim yargılamasında gerekse iptal davası sırasında açıkça ifade etmediği bir talebi hakkında karar verilmemesitaleple bağlılık ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu itibarla başvurucunun daha önce Hakem Kurulunun huzuruna taşımadığı bir uyuşmazlıkla ilgili olarak karar hakkının ihlal edildiği şikâyetinde bulunduğu anlaşıldığından somut olayda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki karar hakkına yönelik bir müdahalenin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Başvurucunun İddiaları
51. Başvurucu;
- 10/12/2015 tarihli bilirkişi raporunda inşaatın yapımı sırasında gerçekleşen 18 ay 5 günlük gecikmenin sorumlusunun yüklenici Şirket olarak gösterildiğini, anılan raporun lehe olduğunun anlaşılmasının ardından yüklenici Şirketin, bilirkişi heyeti üyesi B.D. ve Vakıf çalışanı olduğu belirtilen A.K. isimli kişinin e-posta yazışmalarını yasa dışı yollarla elde ederek heyete sunduğunu ve bilirkişi raporuna karşı itiraz ettiğini,
- Yüklenici Şirketin ilgili yazışmalar referansında, bilirkişi B.D.nin başvurucu Vakfa danışmanlık hizmeti sağlaması sebebiyle tarafsız olmadığını ileri sürerek üçüncü bir bilirkişi raporu aldırılmasını talep ettiğini,
- Hakem Kurulunun yüklenici Şirketin talebini dikkate aldığını ve 17/5/2016 tarihli üçüncü bilirkişi raporunun dosyaya sunulduğunu,
- Hakem Kurulunun yasa dışı yollarla elde edilen delilleri dikkate alarak yeni rapor alınmasına karar vermesinin Anayasa'nın 38. maddesinde öngörülen güvencelere aykırılık teşkil ettiğini, bu durum nazara alındığında üçüncü rapor alınmasına ilişkin kararın hukuka uygun bir gerekçe ortaya konulmadan verilmesinin kanun önünde eşitlik ve adil yargılanma hakkının ihlali sonucu doğurduğunu,
- 17/5/2016 tarihli üçüncü raporun gerekçesiz bir biçimde hükme esas alınarak bariz taktir hatası ve açık keyfîlik içeren bir karar tesis edildiğini,
- Tahkim yargılaması esnasında atanan ve 10/12/2015 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyeti içerisinde yer alan B.D.ye ve Vakfın dış ticaret sorumlusu olduğu iddia edilen fakat Vakıf çalışanı olmayan A.K.ye ait e-posta yazışmalarının hukuka aykırı bir şekilde yüklenici Şirket tarafından ele geçirilerek Hakem Kuruluna sunulduğunu ve bu yazışmalara itibar edilmesi neticesinde 10/12/2015 tarihli raporun yargılama sırasında geçersiz sayılmasına karar verildiğini belirterek haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiğini, ileri sürmektedir.
ii. Değerlendirme
52. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucu tarafından hukuka aykırı şekilde elde edilen yazışmalar sebebiyle haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiği ileri sürülmüşse de ihlale neden olduğu ileri sürülen yazışmaların başvurucu ile ilgisi ortaya konulamamıştır. Zira başvurucu, ilgili yazışmaların kurum içi özel yazışma niteliği taşıdığı iddiasında bulunmadığı gibi yazışmaların tarafı olan A.K.nin çalışanı dahi olmadığını vurgulamaktadır. Bu bağlamda başvurucunun tüzel kişiliğinin yazışmaların hukuka aykırı olarak ele geçirilerek yargılama sırasında alenileştirilmesinden etkilenmediği, nitekim yazışmaların alenileşmesinin tüzel kişiliğe yönelik bir müdahale niteliği taşımadığı görülmektedir. Bu değerlendirme ışığında başvurucunun haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik iddiasının özünde Hakem Kurulu tarafından yasa dışı yollarla elde edilen delillere göre üçüncü bilirkişi raporu alınmasına karar verilmesi iddiasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda ilgili şikâyet adil yargılanma hakkının alt güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenecektir.
53. Somut olayda 10/12/2015 tarihli ikinci bilirkişi raporunun, bilirkişi heyeti üyesi B.D.nin başvurucu Vakfa danışmanlık yaptığı iddia edilen A.K. ile yaptığı yazışmalar dikkate alınarak, B.D.nin tarafsızlığı konusunda şüpheye düşüldüğü gerekçesiyle hükme esas alınmamıştır. Bu bağlamda somut olayda ilgili yazışmaların uyuşmazlığın çözümüne yönelik bir delil niteliği taşımadığı, bilirkişinin tarafsız olmadığına yönelik bir iddia kapsamında sunulduğu görülmektedir. Bu tespitten hareketle başvurucunun esasen 10/12/2015 tarihli, lehine tespitlerde bulunulan ikinci rapordan hukuka aykırı nedenlerle vazgeçilerek 17/5/2016 tarihli raporun hükme esas alınması sebebi ile yargılama sonucunun adil olmadığından şikâyet ettiği değerlendirilmiştir.
54. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
55. Somut olayda şikâyete konu yazışmaların dikkate alınmasıyla 10/12/2015 tarihli bilirkişi raporuna itibar edilmeyerek yeni bir bilirkişi heyeti atanmasına yönelik ara kararı tesis edilmiştir. Yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa yargılama mercileri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması kural olarak bireysel başvurunun konusu değildir. Yine Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfîlik içermedikçe yargılama mercilerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz (benzer yönde bir değerlendirme için bkz. (Miraş Mümessillik İnş. Taah. Reklam. Paz. Bas. Yay. San. Tic. A.Ş., B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 35).
56. Başvurucunun, Hakem Kurulunun delil değerlendirmesinde hataya düşerek isabetsiz karar verdiğinden bahisle yargılama sonucundan şikâyet ettiği ve bu ihlal iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bununla birlikte, tahkim heyetinin bilirkişilerden B.D.nin tarafsızlığından şüphe duyarak 10/12/2015 tarihli raporu geçersiz saydığı ve yeni rapor alınmasına karar verdiği, başvurucunun şikâyetinin hükme esas alınan 17/5/2016 tarihli rapora yönelik olmadığı anlaşılmakla yeni rapor aldırılmasında bir keyfîlik tespit edilmemiştir.
57. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Sözlü Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Başvurucunun İddiaları
58. Başvurucu, hakem kararına karşı açtığı iptal davasında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılamayı yürüten Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesinin duruşma yapmadan dosya üzerinden karar vermesi sebebi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
ii. Değerlendirme
59. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
60. Başvurucunun şikâyetinin sözlü yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
(1) Kabul Edilebilirlik Yönünden
61. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan sözlü yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
(2)Esas Yönünden
(a) Genel İlkeler
62. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Ancak duruşmalı yargılama hakkı, her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması halinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).
63. Sözleşmenin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında aleni yargılama hakkının tanınması, zorunlu olarak sözlü yargılanma hakkını da içerir. Bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük mutlak değildir (Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 7/1/2016, § 44).
64. Dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Adnan Altın, § 46).
65. Yargılamaya taraf olan kişilerin hakkaniyetli yargılama temelinde beyanlarını sözlü vermesinin gerektiği durumlarda sözlü yargılama yapılmaması yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engelleyebilir. Dolayısıyla sadece dosyaya dayanılarak tatmin edici bir çözümün sağlanamayacağı olaylarda sözlü yargılamanın yapılması gerekebilir. Sözlü yargılamaya karar vermede davaya konu meselelerin çokluğu değil niteliği önem kazanacaktır (Adnan Altın, § 48).
(b)İlkelerin Olaya Uygulanması
66. Somut olayda ilk derece mahkemesi tarafından verilen 11/12/2019 tarihli karara ilişkin yargılamada duruşma yapılmadığı görülmektedir. 6100 sayılı Kanun’un 353. maddesinde bölge adliye mahkemelerinin duruşma yapmasına gerek bulunmayan hâller tahdidi olarak sayılmıştır. Tahkim yargılamasına ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılamanın sayılan hâller arasında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte ilk derece mahkemesi tarafından verilen 11/12/2019 tarihli kararın temyiz denetimi Yargıtay tarafından duruşmalı olarak yapılmıştır.
67. Bu noktada eldeki uyuşmazlık yönünden değerlendirilmesi gereken meseleilk derece mahkemesi tarafından duruşma açılmadan karar verilmesi sebebi ile sözlü yargılanma hakkı yönünden oluşan eksikliğin temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması suretiyle telafi edilip edilmediğine ilişkindir.
68. Somut uyuşmazlıkta başvurucunun duruşmasız yapılan ilk derece yargılaması sonucunda mahkemece karara esas alınan olgusal birtakım kabulleri veya kararın inşasında esas alınan değerlendirmeleri, duruşmalı yapılan temyiz incelemesine taşıyamama şeklinde bir şikâyeti bulunmamaktadır. Bu bağlamda ilk derece yargılaması duruşmasız yapılmışsa da temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması ile bu eksikliğin telafi edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının alt güvencelerinden olan sözlü yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
(i) Başvurucunun İddiaları
70. Başvurucu; hakem yargılamasının 3/6/2015 tarihli tensip ve ilk oturum tutanağı ile başladığını, Hakem Kurulu tarafından 10/2/2017 tarihinde karar verildiğini, Hakem Kurulu kararına karşı iptal davası açıldığını ve yargılamanın temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 15. Hukuk Dairesi tarafından verilen 11/7/2019 tarihli kısmen onama kısmen bozma kararı ile son bulduğunu belirtmektedir. Bozmaya konu edilen kısma ilişkin yargılamanın Ankara 27. Bölge Adliye Mahkemesinde devam ettiğini belirten başvurucu dört yılı aşkın süredir yargılamanın tamamlanmaması sebebi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
(ii) Değerlendirme
71. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
72. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Sözlü yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki sözlü yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 27/2/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.