logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Marika Madeleni ve Memet Ergül [2. B.], B. No: 2020/8577, 17/12/2024, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MARİKA MADELENİ VE MEMET ERGÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/8577)

 

Karar Tarihi: 17/12/2024

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Ömer ÇINAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucular

:

1. Marika MADELENİ

 

 

2. Memet ERGÜL

Vekili

:

Av. Hüseyin PALA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, emval-i metrûke mevzuatı çerçevesinde alınan vaziyet kararının kaldırılması ve taşınmazın iadesi talebiyle idareye yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar şöyledir:

5. İstanbul'un Kadıköy ilçesi Osmaniye Mahallesi Necip Bey Sokağı'nda bulunan 12.826 m² yüz ölçümlü taşınmaz, kök tapu kaydına istinaden 21/7/1950 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında Yuvan oğlu Haralambos adına tespit ve tescil edilmiştir.

6. İstanbul Defterdarlığı tarafından yapılan araştırmalar sonucunda 12.826 m² yüz ölçümlü taşınmazın maliki Haralambos'un bulunamaması üzerine hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla Kadıköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesine başvurulmuş ve 6/2/1973 tarihinde kayyım tayin edilmiştir.

7. Vakıflar Genel Müdürlüğünce (İdare) yürütülen soruşturma sonucunda taşınmazın maliki Haralambos'un firari şahıslardan olduğu tespit edilerek emval-i metrûke mevzuatı gereğince 9/2/1983 tarihinde vaziyet kararı alınmıştır.

8. İdare tarafından Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde kayyım hasım gösterilerek açılan dava sonucunda 12/12/1983 tarihinde kayyımlığın kaldırılmasına ve taşınmazın İdare adına tesciline karar verilmiştir. Karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiş ve bu karara istinaden taşınmaz 12/6/1984 tarihinde İdare adına tapuya tescil edilmiştir.

9. Başvuruculardan Marika Madeleni'nin murisi olan Haralambos İnceoğlu 1953 yılında hayatını kaybetmiştir. Başvurucu Marika Madeleni 4/5/2007 tarihinde İdareyi hasım göstererek Beyoğlu 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmış ve murisi Haralambos İnceoğlu'nun veraset ilamının çıkarılmasını talep etmiştir. Yargılama sonunda başvurucu Marika Madeleni'nin muris Haralambos İnceoğlu'nun tek mirasçısı olduğu tespit edilmiştir.Yargıtay 14. Hukuk Dairesi İdarece yapılan temyiz talebini 9/9/2020 tarihinde reddederek kararı onamış ve karar düzeltm etalebini de 17/3/2021 tarihinde reddetmiştir.

10. Başvurucu Marika Madeleni 9/2/1983 tarihli vaziyet kararının iptali talebiyle 2007 yılı içinde İstanbul 9. İdare Mahkemesinde (9. İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Bu davada başvurucu Marika Madeleni, murisi Haralambos İnceoğlu'nun 12.826 m² yüz ölçümlü taşınmazın maliki olduğunu ve alınan vaziyet kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. 9. İdare Mahkemesi 17/7/2008 tarihinde davayı reddetmiş; kararın gerekçesinde, murisin Lozan Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden önce Türkiye'yi terk ettiğini, 1950 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında taşınmazın adına tescilini istemediğini ve bu nedenle alınan vaziyet kararının yerinde olduğunu ifade etmiştir.

11. Karara karşı yapılan temyiz talebini değerlendiren Danıştay Onuncu Dairesi (Danıştay Dairesi) 28/12/2009 tarihinde 9. İdare Mahkemesi kararını değişik gerekçeyle onamıştır. Onama kararının gerekçesinde, uyuşmazlık konusu vaziyet kararının emval-i metrûke mevzuatı çerçevesinde hukuka uygunluğunun irdelenmesi gerektiği açık olmakla birlikte başvurucunun büyükbabası olan ve 27/10/1953 tarihinde yaşamını yitiren, 1880 Ürgüp doğumlu olan Yuvan oğlu Haralambos İnceoğlu ile 21/7/1950 tarihinde yapılan kadastro tespiti sırasında taşınmaz adına tespit edilen ve soyadı belirlenemeyen Haralambos'un aynı kişi olduğunun tespiti gerektiği ifade edilmiştir. Muris ile taşınmaz malikinin aynı kişi olduğu tespit edilmeden açılan davanın reddine ilişkin kararın sonucu itibarıyla yerinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucu Marika Madeleni tarafından adli yargıda açılacak bir tespit davası sonucunda her iki Haralambos'un aynı kişi olduğunun tespiti üzerine yeniden İdareye başvuruda bulunularak bu başvurunun reddi üzerine vaziyet kararının iptali talebiyle yeniden dava açılabileceği ifade edilmiştir. Onama kararı aleyhine yapılan karar düzeltme talebi de 6/2/2012 tarihinde reddedilmiştir.

12. Başvurucu Marika Madeleni 19/6/2012 tarihinde İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) İdare aleyhine tespit davası açmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 23/10/2014 tarihinde davayı kabul etmiş ve başvurucu Marika Madelenin murisi Haralambos İnceoğlu'nun uyuşmazlık konusu taşınmazın maliki ve Kadastro Tespit Tutanağı'nda ismi geçen Yuvan oğlu Haralambos ile aynı kişi olduğunun tespitine karar vermiştir. Yapılan temyiz talebini inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 24/12/2015 tarihinde kararı onamış ve yapılan karar düzeltme talebini de 14/6/2016 tarihinde reddetmiştir.

13. Başvurucu Marika Madeleni, Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kesinleşmesi üzerine 22/7/2016 tarihinde İdareye yeniden başvuru yapmış ve vaziyet kararının kaldırılmasını istemiştir. İdare 17/8/2016 tarihinde talebi reddetmiştir. İdare ret gerekçesinde;

i. Taşınmaza 1952-1953 yıllarında devlet kara yolu geçirilmek suretiyle Karayolları tarafından kamulaştırmasız el atıldığını ve bu işlemler sırasında murisin veya mirasçılarının herhangi bir hak talebinde bulunmadıklarını,

ii. Her ne kadar taşınmaz maliki ile murisin aynı kişi olduğuna ilişkin adli yargı kararı mevcut ise de alınan vaziyet kararının taşınmazın İdare adına tescili için yeterli olduğuna ilişkin 1983 yılında alınan yargı kararı bulunduğunu,

iii. Yargı mercilerince altmış günlük dava açma süresinin değerlendirilmediğini ve 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 17. maddesi ''Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk veya mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir.'' hükmünün yer aldığını,

iv. İptal talebine ilişkin 9. İdare Mahkemesinde açılıp reddedilerek kesinleşen yargı kararı varken vaziyet kararının kaldırılmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir.

14. Başvurucu Marika Madeleni; İdarenin ret işlemi ile vaziyet kararının iptali istemiyle 29/9/2016 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde (8. İdare Mahkemesi) dava açmış, ardından da bu davanın dava dilekçesinin sonuç ve talep kısmında İdarenin ret işleminin iptalini istemeyi unuttuğunu belirterek 18/10/2016 tarihinde İstanbul 12. İdare Mahkemesinde (12. İdare Mahkemesi) ayrı bir dava daha açmıştır. Davaların bağlantı sebebiyle birlikte görülmesine karar verilmiş ve 12. İdare Mahkemesi esas kaydını kapatarak bağlantı nedeniyle dosyayı 8. İdare Mahkemesine göndermiştir. Gönderme kararı verilen dosya yönünden yargılamaya 8. İdare Mahkemesi devam etmiş ancak 8. İdare Mahkemesinde açılan diğer dava ile birlikte karara bağlandığına ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır.

15. Gönderme kararı verilen dosya yönünden yargılamaya devam eden 8. İdare Mahkemesince yapılan yargılama sırasında başvurucu Marika Madeleni Eyüp 4. Noterliğinin 16/5/2017 tarihli düzenleme şeklindeki miras payının devri sözleşmesiyle taşınmazdaki miras payının tamamı ile talep ve dava haklarını 5.000.000 TL karşılığında diğer başvurucu Memet Ergül'e devir ve temlik etmiştir.

16. Başvurucu Memet Ergül 29/5/2017 tarihinde 8. İdare Mahkemesine başvurmuş ve 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesi delaletiyle 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 125. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temlik alacaklısı olarak davacı sıfatıyla davayı kaldığı yerden takip etmek istemiştir.

17. 8. İdare Mahkemesi 9/6/2017 tarihli ara kararı ile 2577 sayılı Kanun uyarınca taraf değişikliği yapılması talebinin kabulüne, başvurucu Marika Madeleni'nin davacı sıfatının kaldırılmasına, dava dosyasının yeni davacı başvurucu Memet Ergül ile tekemmülüne, kararın bir örneğinin ve yeni davacı Memet Ergül tarafından verilen dilekçenin davalı İdareye ve eski davacı Marika Madeleni'ye tebliğine, ara kararına cevap verilebilmesi için kararın tebliğinden itibaren otuz gün süre verilmesine karar vermiştir. Mahkeme; kararın gerekçesinde dava konusu yapılan miras hak ve hisselerinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda öngörülen usule uygun şekilde devredildiğini, başvurucu Memet Ergül'ün davacı yerine geçip davaya kaldığı yerden devam etme talebinde bulunduğunu ve bu talebin 2577 sayılı Kanun kapsamında tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik talebi mahiyetinde olduğunu ifade etmiştir. Ara kararı 28/6/2017 tarihinde başvurucu Marika Madeleni'nin vekiline, 22/6/2017 tarihinde de İdareye tebliğ edilmiştir.

18. İdare, ara kararına karşı sunduğu dilekçede 4721 sayılı Kanun'un 677. maddesinin son cümlesinde yer alan ''Sözleşme bu kişiye paylaşmaya katılma yetkisi vermez; sadece paylaşma sonunda mirasçıya özgülenen payın kendisine verilmesini isteme hakkını sağlar.'' hükmü gereğince başvurucu Memet Ergül'ün davada taraf olmasının mümkün olmadığını, iki ayrı dava açılmadığından derdestlik nedeniyle davanın reddi gerektiğini ve daha evvel aynı konuda açılan davanın reddedildiğini ileri sürmüştür.

19. 8. İdare Mahkemesi 30/11/2017 tarihinde oyçokluğuyla davayı kabul etmiş ve dava konusu işlemin yapılan başvuru üzerine İdarece değerlendirme yapılarak karar verilmek üzere iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, daha evvel başvurucu Marika Madeleni tarafından vaziyet kararının iptali talebiyle 9. İdare Mahkemesinde açılan davanın reddine karar verildiği ancak bu kararda temyiz talebini değişik gerekçeyle onayan Danıştay Dairesinin kararında belirtilen eksikliklerin giderilerek yeniden İdareye başvuru yapılması gerektiğinin ifade edildiği ve Danıştay kararına uygun olarak yapılan başvuru sebebiyle davalı İdarece başvurunun incelenmek suretiyle bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca verilen kararın başvurucu Memet Ergül'ü doğrudan hak sahibi hâline getirmeyeceği ve başvuruda ileri sürülen gerekçelerin dikkate alınarak yeniden yapılacak değerlendirmeyle bir işlem tesis edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.Azlık oyu gerekçesinde ise mirasçı tarafından mirasçılığının ötesinde murisinin anılan tarihte Türkiye'de olduğunu ortaya koyabilecek deliller sunulmadığı, 9. İdare Mahkemesinin dosya münderacatından mirasçının uzun yıllardır İstanbul'da yaşadığı ve taşınmazın İdare tarafından çok uzun süredir idare edildiğini bildiği hâlde sürece müdahil olmayarak tespiti kabullendiği ve İdare adına tesciline rıza gösterdiği belirtilmiştir.

20. Karara karşı başvurucu Memet Ergül ve İdare istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu Memet Ergül, bağlantı bulunması nedeniyle birlikte inceleme yapılması gereken davaların ayrı ayrı karara bağlanmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İdare ise husumet, derdestlik, süre aşımı ve esas yönünden davanın reddi gerektiğini iddia etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 9. İdare Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 5/2/2020 tarihinde başvurucu Memet Ergül'ün istinaf başvurusunun reddine, davalı İdarenin istinaf talebinin kabulüne, İdare Mahkemesince verilen kararın kaldırılmasına, 2577 sayılı Kanun'un 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca davanın ehliyet yönünden reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde;

i. 2577 sayılı Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde 6100 sayılı Kanun'a atıfta bulunulmuşsa da hüküm bulunmayan hâllerin 2577 sayılı Kanun'un 31. maddesinde sınırlı olarak sayıldığı ve bu konular dışında 6100 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağının açık olduğu,

ii. İdari yargılama usulü bakımından tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik hâlinde davaya devam edilebilmesinin yalnızca 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesinde sayılan hâllere münhasır olduğu ve alacağın devri yoluyla dava hakkının nakline olanak bulunmadığı, ayrıca davacı vekili tarafından 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesi uyarınca karar verilmesinin istenmediği ve 31. maddesinin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Kanun'un 125. maddesi uyarınca karar verilmesinin talep edildiği,

iii. Uyuşmazlıkta subjektif dava ehliyetinin muris Haralambos'un torunu olan başvurucu Marika Madeleni'ye ait olduğu, taşınmaza ilişkin miras hak ve taleplerinin temlikinin ise bu taşınmaza bağlı dava hakkının da devralan başvurucu Memet Ergül'e nakli sonucunu doğurmadığı, Danıştay Dairesinin 1/12/2015 tarihli ve E.2013/1200, K.2015/5445 sayılı kararında yer verilen hukuki değerlendirmenin de bu yönde olduğu,

iv. Davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiş olması nedeniyle başvurucu Memet Ergül'ün istinaf başvurusunun kabulüne de olanak bulunmadığı ifade edilmiştir.

21. Başvurucular, nihai hükmü 15/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 9/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru süresi içinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 4721 sayılı Kanun’un "Miras payı üzerinde sözleşme" kenar başlıklı 677. maddesi şöyledir:

"Terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde miras payının devri konusunda mirasçılar arasında yapılan sözleşmelerin geçerliliği yazılı şekle bağlıdır.

Bir mirasçının üçüncü kişiyle yapacağı böyle bir sözleşmenin geçerliliği, noterlikçe düzenlenmesine bağlıdır. Sözleşme bu kişiye paylaşmaya katılma yetkisi vermez; sadece paylaşma sonunda mirasçıya özgülenen payın kendisine verilmesini isteme hakkını sağlar. "

23. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ''Malvarlığının veya işletmenin devralınması'' kenar başlıklı 202. maddesi şöyledir:

"Bir malvarlığını veya bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile birlikte devralan, bunu alacaklılara bildirdiği veya ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde, diğerleri için Türkiye genelinde dağıtımı yapılan gazetelerden birinde yayımlanacak ilanla duyurduğu tarihten başlayarak, onlara karşı malvarlığındaki veya işletmedeki borçlardan sorumlu olur.

Bununla birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlar.

Borçların bu yoldan üstlenilmesinin sonuçları, dış üstlenme sözleşmesinden doğan sonuçlarla özdeştir.

Bildirme veya ilanla duyurma yükümlülüğü devralan tarafından yerine getirilmedikçe, ikinci fıkrada öngörülen iki yıllık süre işlemeye başlamaz."

24. 2577 sayılı Kanun’un "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Vergi Usul Kanununun uygulanacağı haller" kenar başlıklı 31. maddesi şöyledir:

"1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, dosyanın taraflar ve ilgililerce incelenmesi, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler, elektronik işlemler ile ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla duruşma icrasında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır. (Ek cümle: 5/4/1990-3622/11 md.; Değişik:10/6/1994-4001/14 md.) Ancak, davanın ihbarı (…) Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır. (Ek cümle: 3/11/2016-6754/22 md.) Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.

2. Bu Kanun ve yukarıdaki fıkra uyarınca Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa atıfta bulunulan haller saklı kalmak üzere, vergi uyuşmazlıklarının çözümünde Vergi Usul Kanununun ilgili hükümleri uygulanır. "

25. 2577 sayılı Kanun’un "Tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Dava esnasında ölüm veya herhangi bir sebeple tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik olursa, davayı takip hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar; gerçek kişilerden olan tarafın ölümü halinde, idarenin mirasçılar aleyhine takibi yenilemesine kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ilgili mahkemece karar verilir. Dört ay içinde yenileme dilekçesi verilmemiş ise, varsa yürütmenin durdurulması kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.

..."

26. 6100 sayılı Kanun’un "Dava konusunun devri" kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. (Ek cümle:22/7/2020-7251/11 md.) Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur. "

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

29. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Anayasa Mahkemesinin 17/12/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

31. Başvurucular; davaya konu vaziyet kararının Ankara Antlaşması ile Anayasa Mahkemesi tarafından bu konuda verilen kararlara aykırı ve yok hükmünde olduğunu, İdarenin murisin Lozan Antlaşması'nın imzalandığı sırada taşınmazın başında olmadığına ilişkin iddiasının da bir dayanağı olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu Memet Ergül'ün miras payının devri sözleşmesi ile taşınmazın hak sahibi hâline geldiğini, talep ve dava haklarının sahibi olarak güncel, meşru ve kişisel menfaatin bulunduğunun açık olmasına rağmen davanın ehliyet yönünden reddinin hatalı olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu Marika Madeleni'nin miras hakkını devretmekle birlikte iptal talebinden vazgeçmediğini, İdare Mahkemesi tarafından Memet Ergül'ün talebi yerinde görülmemiş olsaydı Marika Madeleni'nin davaya devam edip sonuçlandıracağını iddia etmiştir. İdare tarafından dosyaya sunulan dilekçe ile Danıştay Dairesi üyelerinin 15/7/2016 tarihinde meydana gelen kalkışma hareketine bağlı olduklarının ima edilerek Bölge İdare Mahkemesinin baskı altına alınmış olabileceğini belirtmiştir. Bu gerekçelerle başvurucular, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Bakanlık görüşünde, başvurucu tarafından İdareye yeniden başvuru yapılarak vaziyet kararının yok hükmünde sayılmasına karar verilmesinin ve taşınmaz üzerinde yaptırılmakta olan inşaat faaliyetinin durdurulmasının talep edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun İdarenin ret cevabı üzerine Kamu Denetçiliği Kurumuna başvurduğu, Kamu Denetçiliği Kurumunun incelenemezlik kararı verdiği ve bu karar aleyhine açılan davada 12. İdare Mahkemesi tarafından dilekçe ret kararı verildiği ifade edilmiştir. Yeniden yapılan başvuruda başvuru yollarının tüketilmesi hususunun dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Anılan karar ve işlemlerin Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in zaman yönünden yetkisi başlamadan çok önce kesinleştiği ileri sürülmüştür. Taşınmazın mülkiyeti 1984 yılında İdareye intikal ettiğinden mülkiyet hakkına konu olabilecek bir mal varlığı değeri ve bu şekildeki bir değeri elde etme meşru beklentisi olmadığı, taşınmaza kayyım atandığı ve bu kararda mahkemece yaptırılan zabıta tahkikatına göre Yuvan Oğlu Haralambos'un bulunamadığı, bu kişiyi bilen ve tanıyana rastlanamadığı, taşınmazın kayyım eliyle yönetildiği süre içinde de üzerinde hak iddiasında bulunan olmadığı belirtilmiştir. 2577 sayılı Kanun'da hüküm bulunmayan hâllerde 6100 sayılı Kanun'a atıfta bulunulmuşsa da hüküm bulunmayan hâllerin 31. Maddede sınırlı şekilde sayıldığı ve bu konular dışında 6100 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağı ve idari yargılama usulü bakımından tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik hâlinde davaya devam edilebilmesinin yalnızca 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesinde sayılan hâllerle sınırlı olduğu, alacağın devri yoluyla dava hakkının nakline olanak bulunmadığı ileri sürülmüştür.

33. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı sundukları beyanlarında Bakanlığın zaman bakımından yetki, başvuru yollarının tüketilmemesi ve konu bakımından yetkiye ilişkin itirazlarının yerinde olmadığını ileri sürmüş ve önceki şikâyetlerini tekrar etmiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucular adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti yanında mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Davanın ehliyet yönünden reddedildiği dikkate alındığında başvurucuların şikâyetlerinin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Kişi Bakımından Yetki Yönünden

36. Başvurunun niteliği dikkate alındığında öncelikle kişi bakımından yetki meselesinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

37. Anayasa Mahkemesi 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesine ilişkin değerlendirmesinde bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için iki temel ön koşul bulunduğunu, bu kapsamda ilkinin başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun güncel bir hakkının ihlal edilmesi ve bunun sonucunda kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesi, ikincisinin ise bu ihlalden dolayı kişisel olarak ve doğrudan etkilenmesi olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesi çerçevesinde bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi mağdur statüsü kazanamaz (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, §§ 42, 43).

38. Diğer taraftan bireysel başvuruda mağdur kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız bir şekilde yorumlanır. Ayrıca mağdur kavramı, günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır (Onur Doğanay, § 44).

39. Öte yandan bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Onur Doğanay, § 45; Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24).

40. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre mağdur ile arasında doğrudan kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa'nın ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 53).

41. Somut olayda başvurucu Marika Madeleni tarafından açılan davada, murisine ait olan ancak emvali metruke mevzuatı çerçevesinde İdare adına tescil edilen taşınmazın iadesinin talep edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucu Marika Madeleni'nin murisine ait olduğu belirlenen taşınmaz açısından mağdur sıfatının bulunduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak başvurucu Marika Madeleni yargılamanın devamı sırasında miras payının devri sözleşmesiyle taşınmazdaki miras payının tamamı ile talep ve dava haklarını diğer başvurucu Memet Ergül'e devir ve temlik etmiştir. Devralan başvurucu Memet Ergül'ün miras payının devri sözleşmesi kapsamında davaya kaldığı yerden davacı olarak devam etme talebi 8. İdare Mahkemesince uygun bulunmuş ve başvurucu Marika Madeleni'nin davacı sıfatının kaldırılmasına karar verilerek davaya devam edilmiştir. Yargılama sonunda davacı sıfatıyla başvurucu Memet Ergül lehine dava kabul edilmiş ancak Bölge İdare Mahkemesi subjektif dava ehliyetinin muris Haralambos'un torunu olan başvurucu Marika Madeleni'ye ait olduğunu, taşınmaza ilişkin miras hak ve taleplerinin temlikinin ise bu taşınmaza bağlı dava hakkının da devralan başvurucu Memet Ergül'e nakli sonucunu doğurmadığını ifade ederek davayı ehliyet yönünden kesin olarak reddetmiştir.

42. Anayasa Mahkemesinin görevi miras payının devri sözleşmesinin hüküm ve sonuçlarına ilişkin uygulanacak hukuk kurallarını yorumlamak olmayıp bu yetki ve görev, konusunda uzmanlaşmış ilk derece mahkemeleri ile yasa yolu incelemesini yapan yüksek yargı mercilerinindir. Somut olayda Bölge İdare Mahkemesi miras payının devri sözleşmesi yapmış olmasına rağmen subjektif dava ehliyetinin başvurucu Marika Madeleni'ye ait olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Bölge İdare Mahkemesinin bu yorumu karşısında miras payının devri sözleşmesi nedeniyle başvurucu Marika Madeleni'nin mağdur sıfatının ortadan kalktığından söz etmek mümkün olmayacaktır. Bunun yanında miras payının devri sözleşmesi kapsamında murise ait taşınmazdaki miras payının tamamı ile talep ve dava haklarını devir ve temlik alan başvurucu Memet Ergül'ün ise davada verilecek karardan doğrudan etkileneceği de kuşkusuzdur. Bu nedenle her iki başvurucu açısından mağdur sıfatının bulunduğu değerlendirilmiştir.

ii. Başvuru Yollarının Tüketilmesi Yönünden

43. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.

44. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması ve bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

45. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).

46. Somut olayda başvurucu Memet Ergül'ün davaya kaldığı yerden davacı olarak devam etme talebi 8. İdare Mahkemesince uygun bulunmuş ve başvurucu Marika Madeleni'nin davacı sıfatının kaldırılmasına karar verilerek davaya devam edilmiştir. Yargılama sonunda başvurucu Memet Ergül lehine dava kabul edilmiş ancak Bölge İdare Mahkemesi subjektif dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucu Memet Ergül'ün 8. İdare Mahkemesi tarafından davacı sıfatıyla yargılamaya kabul edildiği dikkate alındığında başvuru yollarını tükettiği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer başvurucu Marika Madeleni ise 8. İdare Mahkemesinin kendisinin davacı sıfatının kaldırılmasına ilişkin ara kararı sonrasında davaya devam etmek isteyip istemediği hakkında bir beyanda bulunmamıştır. Ancak8. İdare Mahkemesi davaya yalnızca başvurucu Memet Ergül ile devam etmiş ve davayı da kabul etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi ise başvurucu Memet Ergül'ün davaya başvurucu Marika Madeleni yerine devam etme ehliyetinin bulunmadığını ifade etmiştir. Dolayısıyla başvurucu Marika Madeleni ilk defa Bölge İdare Mahkemesi kararı ile dava hakkını başvurucu Memet Ergül'e devretmesinin mümkün olmadığını öğrenmiş ve süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu nedenle başvurucu Marika Madeleni'nin de başvuru yollarını tüketmiş olduğunu kabul etmek gerekir.

47. Sonuç olarak her iki başvurucu açısından başvuru yollarının tüketildiği değerlendirilerek esas incelemesi yapılması suretiyle sonuca varılacaktır.

iii. Diğer Kabul Edilebilirlik Şartları Yönünden

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

49. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

50. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33). Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

51. Somut olayda davanın subjektif dava ehliyeti yokluğundan reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

52. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

53. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

54. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

55. Anayasa uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların öncelikle kanunla öngörülmüş olması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre de Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan kanunilik ölçütünün karşılanması için müdahale şeklî anlamda bir kanuna dayanmalıdır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 75; Fatih Saraman [GK], B. No: 2014/7256, 27/2/2019, § 65; Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019).

56. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı sağlamaktadır (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 62; Fatih Saraman, § 66; Turgut Duman, § 67).

57. Kanunun bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi için yeterince ulaşılabilir olması, vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe karşı uygun bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir (Halime Sare Aysal, § 63; Fatih Saraman, § 67; Turgut Duman, § 68).

58. Somut olay incelendiğinde başvurucu Marika Madeleni, uyuşmazlık konusu taşınmazdaki miras hak ve hisseleri ile taşınmaz ile ilgili dava ve talep haklarını noterde düzenlenen miras payının devri sözleşmesiyle diğer başvurucu Memet Ergül'e devretmiştir. Başvurucu Memet Ergül'ün davacı sıfatıyla davaya katılma talebi, 8. İdare Mahkemesince 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesinde ifade edilen "tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik" hükümleri kapsamında değerlendirilmiş ve taraf değişikliği yapılması talebinin kabulüne, başvurucu Marika Madeleni'nin davacı sıfatının kaldırılmasına, davaya yeni davacı başvurucu Memet Ergül ile devam edilmesine karar vermiştir. Bölge İdare mahkemesi de 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesine göre yaptığı değerlendirme ile alacağın devri yoluyla dava hakkının nakline olanak bulunmadığı, subjektif dava ehliyetinin başvurucu Marika Madeleni'ye ait olduğu ve taşınmaza ilişkin miras hak ve taleplerinin temlikinin taşınmaza bağlı dava hakkının da devralan başvurucu Memet Ergül'e nakli sonucunu doğurmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir.

59. Uyuşmazlığa uygulanan 2577 sayılı Kanun hükümlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemi olduğu açıktır. Söz konusu kanun hükmünün Resmî Gazete'de yayımlandığı dikkate alındığında yeterince ulaşılabilir olduğunda da kuşku bulunmamaktadır.

60. Önem taşıyan bir diğer unsur ise, mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahale yönünden uygulanan kanun hükümlerinin belirlilik ve öngörülebilirlik ölçütünü sağlayıp sağlamadığıdır. Bu bağlamda 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesinde ''Dava esnasında ölüm veya herhangi bir sebeple tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik olursa...''şeklinde yer verilen ifadelerin miras payının davanın tarafları dışında üçüncü bir kişiye devri nedeniyle taraf değişikliğine izin verip vermediği üzerinde durulmalıdır. 8. İdare Mahkemesi devir nedeniyle devralan kişinin davada davacı sıfatıyla taraf olabileceğini ifade etmekle birlikte Bölge Adliye Mahkemesi miras hak ve taleplerinin temlikinin taşınmaza bağlı dava hakkının da devralınması anlamına gelmeyeceğini ifade etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin bu yorumunun taraflar arasındaki iç ilişkiden bağımsız olduğu da dikkate alındığında öngörülebilir olduğu ve dolayısıyla 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesinin belirlilik ve öngörülebilirlik ölçütünü sağladığı değerlendirilmiştir.

 (2) Meşru Amaç

61. Davada taraf sıfatının belirlenmesi ve değiştirilmesinin kurala bağlanmasının menfaati etkilenecek olanların belirlenmesi ile hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanmasına ilişkin meşru amacının bulunduğu değerlendirilmiştir.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

62. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi uyarınca anılan sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen hukuki veya fiilî sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, § 52).

63. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği, ilgili mevzuatı yorumlamak yargı makamlarının görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğidir. Bu kapsamda davada taraf değişikliğinin şartlarını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmayıp Anayasa Mahkemesi, mahkemelerin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini incelemektedir.

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

64. Somut olay incelendiğinde başvurucular, başvurucu Marika Madeleni'nin murisine ait olan ve vaziyet kararı nedeniyle İdare adına tescil edilen taşınmazın iadesi talebinin reddi üzerine açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesinden yakınmıştır.

65. Başvurucu Marika Madeleni, yargılama sırasında uyuşmazlık konusu taşınmazdaki miras hak ve hisselerini, taşınmaz ile ilgili dava ve talep haklarını noterde düzenlenen miras payının devri sözleşmesiyle diğer başvurucu Memet Ergül'e devretmiştir. Bu devir sonrası başvurucu Memet Ergül 2577 sayılı Kanun'un 31. maddesi delaletiyle 6100 sayılı Kanun’un 125. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temlik alacaklısı olarak davacı sıfatıyla davaya kaldığı yerden devam etmek istemiştir. 8. İdare Mahkemesi başvurucu Memet Ergül'ün davacı sıfatıyla davaya katılma talebini 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesi kapsamında tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik olarak değerlendirmiş ve taraf değişikliği yapılması talebinin kabulüne, başvurucu Marika Madeleni'nin davacı sıfatının kaldırılmasına ve davaya yeni davacı Memet Ergül ile devam edilmesine karar vermiştir. Başvurucu Marika Madeleni bu karara karşı herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Yargılama sonunda 8. İdare Mahkemesi, Danıştay Dairesi kararına uygun olarak İdarece başvurunun incelenmesi ve bir karar verilmesi gerektiğini ifade etmiş ve davayı başvurucu Memet Ergül lehine kabul ederek idari işlemi iptal etmiştir. Ancak Bölge İdare Mahkemesi davayı ehliyet yönünden reddetmiştir.

66. Bölge İdare Mahkemesi, 6100 sayılı Kanun'un uygulanabileceği hallerin 2577 sayılı Kanun'un 31. maddesinde sınırlı olarak sayıldığını, bu konular dışında 6100 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağını ifade etmiştir. Tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik hâlinde davaya devam edilebilmesinin yalnızca 2577 sayılı Kanun'un 26. maddesinde sayılan hâllere münhasır olduğunu ve alacağın devri yoluyla dava hakkının nakline olanak bulunmadığını belirtmiştir. Uyuşmazlıkta subjektif dava ehliyetinin muris Haralambos'un torunu olan başvurucu Marika Madeleni'ye ait olduğunu, taşınmaza ilişkin miras hak ve taleplerinin temlikinin ise bu taşınmaza bağlı dava hakkının da devralan başvurucu Memet Ergül'e nakli sonucunu doğurmadığını ifade etmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin bu yorumunda açık bir keyfilik ve bariz bir takdir hatasının bulunduğundan söz edilemeyecektir. Somut olayda, dava hakkı bulunmayan başvurucu Memet Ergül'ün davayı sürdürdüğü ancak dava hakkı kendisinde olan başvurucu Marika Madeleni'nin ise davaya devam etmek yönünde bir talepte bulunmadığı anlaşıldığından, davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin başvurucular açısından öngörülebilir olduğu değerlendirilmiştir. Kaldı ki Bölge İdare Mahkemesi uyuşmazlığın esası hakkında bir karar vermediğinden murisin tek mirasçısı Marika Madeleni'nin ve diğer başvurucu Memet Ergül'ün miras hakkı ve miras payının devri sözleşmesi kapsamındaki yasal haklarını kullanması önünde bir engel bulunmadığına da vurgu yapmak gerekir. Dolayısıyla davanın ehliyet yönünden reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin -elde edilmek istenen kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında- başvuruculara orantısız bir külfet yüklemediği, bu itibarla başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları

68. Başvurucular, eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini de ileri sürmüştür.

69. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

70. Ayrımcılık iddiasının incelenebilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki kişilere yönelik farklı uygulamaların meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 50).

71. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3), 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda, kamu gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı, bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20). Başvurucuların ihlal iddialarını hukuki ve maddi yönden temellendirme zorunluluğu bulunmaktadır (Cemal Günsel [GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021).

72. Somut olayda başvurucular kendilerine hangi nedenle ayrımcılık yapıldığına ilişkin bir beyanda bulunmamış, dolayısıyla bu iddialarını temellendirememiştir. Bu nedenle bu konudaki iddiaların temellendirilmemiş şikâyet mahiyetinde olduğu değerlendirilmiştir.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/12/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Marika Madeleni ve Memet Ergül [2. B.], B. No: 2020/8577, 17/12/2024, § …)
   
Başvuru Adı MARİKA MADELENİ VE MEMET ERGÜL
Başvuru No 2020/8577
Başvuru Tarihi 9/3/2020
Karar Tarihi 17/12/2024

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, emval-i metrûke mevzuatı çerçevesinde alınan vaziyet kararının kaldırılması ve taşınmazın iadesi talebiyle idareye yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (idare) İhlal Olmadığı
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi