TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
GÜLBAHAR ÖZTÜRK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/3999)
Karar Tarihi: 28/2/2024
Başkan
:
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Muhterem İNCE
Raportör
Kamber Ozan TUTAL
Başvurucular
1. Gülbahar ÖZTÜRK
2. Mehmet ÖZTÜRK
3. Naziye ÖZTÜRK
4. Safiye ÖZTÜRK
Başvurucular Vekili
Av. Vahap KUZU
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, bir hukuk davasına ilişkin yargılama sürecinde borçlunun mal varlığı üzerindeki tedbir kararlarının kaldırılmasından dolayı alacağı elde etmenin imkânsız hâle gelmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvuru devam ederken vefat eden Y.Ö.nün yasal mirasçıları olan eşi Safiye Öztürk ile çocukları Naziye Ünverdi, Mehmet Öztürk ve Gülbahar Öztürk başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmiştir. Yasal mirasçı olan başvurucular bireysel başvurunun tarafı hâline gelmişse de anlatım kolaylığı açısından Y.Ö. başvurucu olarak nitelendirilecektir.
3. İnşaat işçisi olan başvurucu 5/4/2002 tarihinde meydana gelen bir iş kazasında yaralanmıştır. Başvurucu 2/10/2003 tarihinde Antalya 5. İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) taşeron V.D., iş sahibi K.T. ile diğer davalılara karşı iş kazasından kaynaklı maddi tazminat davası açmıştır. Başvurucunun talebi üzerine İş Mahkemesi 12/2/2010 tarihinde davalı V.D.ye ait iki bağımsız bölüm ve bir araç hakkında ihtiyati tedbir kararı vermiştir.
4. Başvurucu 6/6/2011 tarihinde aynı iş kazasına dayanarak V.D. ve K.T. aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Bu dava, başvurucunun daha önce açtığı maddi tazminat davası ile birleştirilmiştir.
5. İş Mahkemesi 23/9/2013 tarihinde maddi tazminat talebi hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına ve manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne karar vermiştir. İş Mahkemesi, iş gücü kaybından kaynaklanan zarar tamamen karşıladığından maddi tazminat talebinin konusuz kaldığını belirtmiş; manevi tazminat yönünden ise ceza yargılamasında tespit edilen kusur oranına göre 9.000 TL'nin V.D.den, 12.000 TL'nin diğer davalı K.T.den olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Taraflar kararı temyiz etmiştir.
6. Başvurucu 15/11/2013 tarihinde karara dayanarak icra takibi başlatmıştır. Buna karşılık davalı V.D. 26/11/2013 tarihinde 37.910 TL tutarında bir teminat mektubu sunmuş, icranın geri bırakılmasını istemiştir. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) 17/1/2014 tarihinde davalı V.D. yönünden ilam hükmünün temyiz incelemesi sonucuna kadar icranın geri bırakılmasına karar vermiştir. İş Mahkemesi de 31/10/2014 tarihinde daha önce davalı V.D.ye ait iki adet taşınmaz hakkında verdiği tedbir kararını (bkz. § 3) kaldırmıştır.
7. Yargıtay Dairesi 11/12/2014 tarihinde kusur oranını tespit edecek bir rapor alınması ve kabule göre de manevi tazminatı müştereken ve müteselsilen karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur. Daire ayrıca bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığını belirtmiştir.
8. Başvurucu 23/2/2015 tarihinde tedbirlerin kaldırıldığı V.D.ye ait taşınmazlara ve bir diğer araca yeniden tedbir konulmasını, bunun mümkün olmaması hâlinde ise borçlu adına kayıtlı başka taşınmazlar hakkında tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, bozma kararı doğrultusunda davalıların tazminattan müteselsilen ve müştereken sorumlu olacakları gözetildiğinde V.D.nin teminat mektubundaki tutarın alacağın tamamını karşılamayacağını ileri sürmüştür.
9. İş Mahkemesi 24/2/2015 tarihinde başvurucunun belirttiği araca tedbir koymuştur. Bununla birlikte daha önce bir şirketin söz konusu araç hakkında rehinin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatmış olması üzerine başvurucu 3/9/2015 tarihinde V.D. adına kayıtlı altı adet taşınmaz hakkında tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, üzerinde bulunan rehin nedeniyle araç hakkında verilen tedbir kararının anlamını yitirdiğini, daha önce tedbir konulup kaldırılan iki taşınmazın bu süreçte üçüncü kişilere devredildiğini, hakkında tedbir talep edilen taşınmazların alacağı karşılayacağının şüpheli olduğunu kaydetmiştir. İş Mahkemesi 4/9/2015 tarihinde başvurunun gösterdiği ve V.D.nin çeşitli oranlarda paydaş olduğu taşınmazlar hakkında tedbir kararı vermiştir.
10. Yargıtay Dairesinin bozma kararına uyan İş Mahkemesi 12/7/2017 tarihinde 21.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar V.D. ve K.T.den müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiştir. Davalı V.D.nin kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Dairesi 25/12/2018 tarihinde kararı onamıştır.
11. Başvurucu tarafından sunulan 29/1/2019 tarihli icra dosyası hesabına göre 103.527,51 TL yekûn alacaktan 37.910 TL yatan para miktarı düşüldüğünde 65.617,51 TL bakiye borç miktarı kaldığı görülmektedir.
12. Başvuru 1/2/2019 tarihinde Y.Ö. tarafından yapılmıştır. Başvurucu Y.Ö. 19/12/2020 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun mirasçıları başvuruyu devam ettirmek istediklerini 14/9/2022 tarihinde bildirmiştir. Komisyon 12/9/2023 tarihinde başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
II. DEĞERLENDİRME
13. Başvurucu, İş Mahkemesinin ilk kararında davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları yönünde hüküm kurmaması ve tedbir talepleri hakkındaki kararlar nedeniyle alacağına ulaşma imkânından yoksun kalmasından yakınmaktadır.
14. Başvurucunun şikâyetleri mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
15. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
16. Kesinleşmiş bir mahkeme hükmüne dayanan icra edilebilir her türlü alacak mülkiyet hakkının kapsamındadır (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Somut olayda başvurucunun alacağı, kesinleşmiş bir mahkeme kararına dayandığından Anayasa'nın 35. maddesi anlamında başvurucuya ait mülk mevcuttur.
17. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel hukuk kişileri arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
18. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).
19. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturmak ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
20. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklarla ilgili olsun ya da olmasın- yargı kararlarının uygulanması ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir icra sistemi kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri, karşılıklı hak ve menfaatler dengesine dayanmaktadır. Alacakların icrasına ilişkin süreç bakımından da durum böyledir. Devlet bu sistemi kurarken gerek alacaklının gerekse de borçlu ve ilgili üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmek, kişilerin mülkiyet haklarının korunması için gerekli tedbirleri almak durumundadır. Buna göre bir yandan alacaklının mülkiyet hakkı kapsamında bulunan alacağına kavuşması için etkin bir icra yolunun oluşturulması, öte yandan da icradan etkilenen borçlu ve ilgili diğer kişilere mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilmeleri için etkin biçimde itiraz edebilme imkânının tanınması gerekmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 71, 72; Nihal Soydan, B. No: 2015/3112, 23/1/2019, § 35; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, §§ 14, 15; AYM, E.2019/59, K.2020/61, 22/10/2020, §§ 22, 23).
21. Alacağın ödenmemesi nedeniyle başlatılan icra takibinde alacaklı ve borçlunun mülkiyet hakkı çatışmaktadır. Bu nedenle icra takip sürecinin alacaklı ve borçlu tarafın menfaatlerini dengeleyecek yolları öngörmesi gerekmektedir. Bununla birlikte kanun koyucunun öngördüğü düzenlemelerin menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine ölçüsüzlüğe neden olması mülkiyet hakkı yönünden pozitif yükümlülüklerle de bağdaşmayabilir. Bu bağlamda her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması gerekir. Menfaat dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde ise taraflara tanınan tüm imkânların gözönünde bulundurulması zorunludur (AYM, E.2019/59, K.2020/61, 22/10/2020, § 24).
22. Somut olayda başvurucu, bozma kararı öncesinde müteselsilen ve müşterek sorumluluğa yönelik karar verilmemesinden ve tedbir talepleri hakkında verilen kararlar sonucunda manevi tazminat alacağına kavuşmasının imkânsız hâle gelmesinden yakınmaktadır. Özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıkta mülkiyet hakkının korunması kapsamında devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin tespiti başvuruya konu sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesini gerektirmektedir. İş kazasına dayalı maddi tazminat davasında başvurucu ayrıca muhtemel bir alacağın tahsilini sağlamak amacıyla davalı V.D.nin mal varlığına tedbir konulmasını talep etmiştir. İş Mahkemesi 12/2/2010 tarihinde talebi kabul ederek davalı V.D.nin iki adet taşınmazına ve arabasına tedbir koymuştur. Başvurucunun bu konuyla ilgili bir şikâyeti bulunmamaktadır.
23. Başvurucu, maddi tazminat davasından sonra yine davalı V.D.nin de aralarında bulunduğu kişilere karşı manevi tazminat davası açmıştır. İki davanın birleştirilmesinin ardından İş Mahkemesi 23/9/2013 tarihinde başvurucunun manevi tazminat talebini kabul ederek 21.000 TL manevi tazminata ve bu miktarın 9.000 TL'sinin davalı V.D.den tahsiline hükmetmiştir. Kararın taraflarca temyizi aşamasında davalı V.D., aleyhine kurulan miktar karşılığında teminat mektubu sunmuştur. Bunun üzerine Yargıtay icranın geri bırakılmasına karar vermiştir. İş Mahkemesi de iki taşınmaz üzerindeki tedbir kararını kaldırmıştır. Bu hâliyle borçluya ait taşınmazlar üzerinde tedbir kararları kaldırılmakla birlikte henüz kesinleşmemiş alacağın hükümde gösterilen miktar ile sınırlı olmak üzere teminat mektubu ile güvence altına alınmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır.
24. Yargıtay Dairesi; İş Mahkemesi kabulüne göre manevi tazminattan davalıların müteselsilen ve müştereken sorumlu olmaları gerektiğini, sair itirazları incelemeyeceğini belirterek kararı bozmuştur. Dolayısıyla bu aşamada başvurucu açısından ortada henüz kesinleşmiş bir alacak hakkı bulunmamaktadır. Bu bağlamda İş Mahkemesinin kararında müşterek ve müteselsil sorumluluğa ilişkin hüküm kurulmadığına yönelik şikâyetler, hukuk kuralının yorumlanması ve uygulanması kapsamındaki şikâyetler niteliğindedir. Bu nedenle henüz ortada müştereken ve müteselsilen kurulmuş bir hüküm bulunmadığından davalının tüm tazminat miktarından sorumlu olacağı gözetilerek tedbir kararı verilmemesinde bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik bulunmamaktadır.
25. Bozma kararı sonrasında başvurucunun teminat mektubundaki tutarın alacağın tamamını karşılamayacağını ileri sürmesi üzerine kısa bir süre içinde davalı V.D.nin arabasıyla ilgili olarak tedbir kararı verilmiştir. Yine başvurucunun davalı V.D.ye ait olduğunu belirttiği taşınmazlara İş Mahkemesi 4/9/2015 tarihinde tedbir koymuştur. İş Mahkemesinin başvurucunun taleplerini kısa sürede karşıladığı, alacağına ulaşmasını sağlayacak tedbirlere gecikmeksizin ve başvurucunun talepleri doğrultusunda başvurduğu görülmektedir.
26. Yargıtay Dairesinin bozma kararına uyan İş Mahkemesi 12/7/2017 tarihinde 21.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar V.D. ve K.T.den müştereken ve müteselsilen tahsiline karar vermiş, karar bu hâliyle kesinleşmiştir. Şu hususa dikkati çekmek gerekir ki davalı V.D. ile birlikte diğer davalı da manevi tazminattan müteselsilen ve müştereken sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucunun alacağını diğer davalıdan talep edebilmesi de mümkündür. Buna karşılık başvurucu, bu davalı hakkında icra takibinin sonuçsuz kaldığı veya davalının borcunu ödeyebilecek bir mal varlığına sahip olmadığı yönünde somut olgular ortaya koyamamıştır. Öte yandan başvurucu, İş Mahkemesinin tedbirlerin konulması veya kaldırılması kararlarına karşı itiraz yoluna gittiğini de göstermemiştir.
27. Dava konusu olayın şartları, başvurucuya sağlanan usule ilişkin güvenceler ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurulduğunda menfaatlerin adil bir şekilde dengelendiği değerlendirilmiştir. Özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıktan doğan alacağın tahsili amacıyla başlatılan icra takibi sürecindeki aşamalar ve süreç bir bütün olarak ele alındığında başvurucunun alacağına kavuşmasını imkânsız kılan kamu makamlarına atfedilebilir bir kusur veya ihmalin varlığı tespit edilememiştir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirildiği sonucuna varılmıştır.
28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 28/2/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.