TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
FAHRİ YAVUZ URAS BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/4812)
Karar Tarihi: 25/5/2022
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Kenan YAŞAR
Raportör
Yusuf Enes KAYA
Başvurucu
Fahri Yavuz URAS
Vekili
Av. Alp ÇAKMUT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; haksız tutuklama ve hükümlülük nedeniyle haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tazminat davasında lehe maktu vekâlet ücreti ödenmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, maddi tazminat talebinin gerekçesiz bir şekilde reddedilmesi nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 4/2/2019, 17/12/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. 2019/42017 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu kıdemli albay olarak görev yapmaktayken kamuoyunda Balyoz davası olarak bilinen davada 21/9/2012 tarihinde 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun Suga Harekât Planı kapsamında öncelikli ve özellikli görevlendirme listesinde ve Kasım raporu.doc isimli belgenin dijital kullanıcı yollarında adının olduğu gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs suçundan 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Darbe planı olduğu iddia edilen Suga Harekât Planı ve bu plana bağlı görevlendirme listelerinin olduğu belgeler dijital veriler içinde bulunmaktadır. Başvurucuya isnat edilen suçlamanın dayanağı olan deliller 11 ve 17 No.lu CD'ler ve 5 No.lu hard disktir.
7. Tutuksuz devam eden yargılamada mahkûmiyet hükmü ile birlikte başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmış ve başvurucu 23/9/2012 tarihinde tutuklanmıştır.
8. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır.
9. Başvurucu daha sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014) 18/6/2014 tarihinde başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine, yargılanmanın yenilenmesine ve ihlalin giderilmesi için kararın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucuların sundukları dijital verilerin güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının ilk derece mahkemesince kabul edilmemesinin, bu konularda bilirkişi incelemesi yaptırılması yolundaki taleplerinin de yetersiz gerekçelerle reddedilmesinin ve önemli ölçüde dijital veri ve içeriklerine dayanan mahkûmiyet kararının gerekçesinin adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte olmamasının gerekçeli karar hakkına ve silahların eşitliği ilkesine aykırılık oluşturması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
10. Bu karar üzerine İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi 19/6/2014 tarihli kararı ile yargılamanın yenilenmesine, infazın durdurulmasına ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
11. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2015 tarihli kararı ile “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs suçunu veya 765 sayılı TCK’nun 171. maddesinde düzenlenen ‘ittifak’, 5237 sayılı TCK’nun 316. maddesinde düzenlenen ‘suç için anlaşma’ suçlarını işledikleri yönünde mahkûmiyetlerine yetecek, şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı düşünülmüş, sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin iptali ile yüklenen suçları işlediklerinin sabit olmaması” gerekçesiyle dava kapsamında daha önceden haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olan ve aralarında başvurucunun da olduğu tüm sanıkların beraatine karar verilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkumiyet hükmüne esas alınan dijital delilerdeki çok sayıdaki dosyanın oluşturulma ve değiştirilme tarihi üstverileri arasında çelişkiler bulunması, Donanma Komutanlığında ele geçirilen 5 nolu harddiske normal kullanıcı hareketi ile açıklanamayacak şekilde 6 ayrı zamanda saati güncel olmayan bir bilgisayardan tarih sıralamasına uymaksızın veriler yüklenmesi, son olarak 28/7/2009 tarihinden sonra toplu şekilde veri yüklendiğinin anlaşılması, Calibri ve Cambria yazı tiplerinin Office Open XML referanslarının Microsoft Office yazılımlarda ilk kullanılma tarihleri dikkate alındığında belgelerin oluşturulma tarihinde de çelişkiler bulunması, mahkumiyet hükmüne esas tüm dijital verilerde zaman, mekan ve kişi yönünden birçok çelişkiler bulunması, belgelerin oluşturulma tarihlerinden çok sonraki durum ve olayları içermesi dikkate alındığında, sahtecilik yapıldığı kesin olarak belirlenen 11 ve 17 nolu CD ler dışındaki dijital delillerin de sahte olarak oluşturulduğu yönünde kuvvetli şüphe oluşmuştur.
...
Donanma Komutanlığında ele geçirilen ve mahkumiyet hükmüne esas alınan harddisk ve CD lerin TSK'ya veya sanıklara ait özel bilgisayarlarda oluşturulduğu yönünde hiç bir delil elde edilememesi, gazeteci tarafından teslim edilen, sahte oluşturulduğu kesin olarak belirlenen 11 ve 17 nolu CD ler ile içeriklerinin benzerlik göstermesi, bilirkişi raporları doğrultusunda 5 nolu harddisk, TDK marka lnolu CD ve 10 nolu CD 'nin içeriklerinin sahte olarak oluşturulduğu yönünde mahkememizde kuvvetli şüphe oluşması, Gölcük Donanma Komutanlığında arama yapılmasına neden olan ihbarda direkt olarak suça konu dijital verilerin bulunduğu yerin belirtilmesi, 5 nolu harddisk üzerinde Donanma Komutanlığında arama yapılmadan 4-5 gün önce bırakılan ve elverişsiz olması nedeniyle kime ait olduğu belirlenemeyen parmak izi bulunması, dijitallerdeki suç teşkil eden belgelerin sanıklara aidiyeti yönünde şüphe oluşması dikkate alındığında, bu delillerin Gölcük Donanma Komutanlığında ele geçirilmesi bu dijitallerdeki suç teşkil eden belgelerin sanıklar tarafından düzenlendiğinin kabulü için yeterli bulunmamıştır.
Hükme esas alınan 16/2/2015 tarihli bilirkişi raporundan suça konu dijital delillerde olağan karşılanamayacak şüpheli durumlar ve çelişkiler bulunduğunun anlaşılması, sanık S.T.’ye ait defterin bu kişinin bilgisi ve rızası dışında kim olduğu belirlenemeyen kişi veya kişilerce gizlice komutanlık dışına çıkarılması, 11 ve 17 nolu CD lerin üzerindeki yazı makinasıyla yazılan yazıların sanıklarla aidiyet kurulmasını sağlamak amacıyla S.T.’ye ait defterden harf kopyalanarak yazdırıldığının kesin olarak belirlenmesi, gazeteci M.B. tarafından teslim edilen 11 ve 17 nolu CD lerde yer alan bir kısım belgelerin içeriklerinin Gölcük Donanma Komutanlığında ve sanık H.B.’nin evinde yapılan aramada elde edilen dijital delillerin içerikleriyle aynı olmasının bu dijital delillerin de sahte olarak oluşturulmuş olabileceği şüphesini doğurması, 11 nolu CD içerisinde yer alan Y.G. tarafından düzenlenen belgenin ıslak imzalı orijinalinin hükümetin iktidara gelmesinden önce düzenlenmesine karşın bunun 11 nolu CD içinde hükümetin iktidara geldiği tarihten sonra oluşturulmuş gibi aleyhe delil oluşturacak şekilde değiştirilerek eklenmesi, dijital verilerde nedeni açıklanamayacak şekilde zaman, mekan, kişiler ve içerik yönünden birçok çelişki bulunması dikkate alındığında, dijital deliller içindeki suça konu verilerin sahte olarak oluşturulduğu yönünde mahkememizde kuvvetli şüphe oluşmuştur.”
12. Mahkeme, hüküm ile birlikte başvurucu tarafından teslim edilen 11 ve 17 No.lu CD’ler üzerindeki el yazılarının yazı makinesi ile sanık S.T.ye ait not defterinden kopyalanıp sahte el yazısı üretildiğinin anlaşılması ve önceki mahkûmiyet hükmüne esas alınan 11 ve 17 No.lu CD’ler dışındaki diğer dijital delillerin de sahte olduğu yönünde kuvvetli şüphe bulunması nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.
13. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 750.000 TL maddi, 700.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle 11/8/2015 tarihinde dava açmıştır. Dilekçesinde başvurucu, 636 gün haksız olarak, adil yargılanma hakkı ihlal edilerek, işlemediği ve hiçbir unsurunun söz konusu dahi olmadığı bir suçtan oluşturulan sahte deliller nedeniyle tutuklu ve hükümlü hâle geldiğini, bu durumun beraat kararıyla ortaya konulduğunu belirtmiştir. Dilekçesinde başvurucu ayrıca maddi ve manevi zararlarına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu; maddi tazminat açısından mahrum kaldığı muhtemel görev kıdem ve dereceleri nedeniyle elde edemediği maaş farkı toplamının, atandığı hâlde söz konusu dava nedeniyle deniz ataşeliği görevine gidememesi dolayısıyla oluşan gelir kayıplarının, emekliliğinin gecikmesinden kaynaklı emekli maaşı ve emekli ikramiyesi kayıplarının, ailesinin ceza infaz kurumu ziyaretlerine ve duruşmalara katılmasına ilişkin yol masraflarının, anılan davadaki avukat masraflarının ödenmesini talep etmiştir.
14. Tazminat talebini inceleyen Kocaeli 3. Ağır Ceza Mahkemesi bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiştir. Bilirkişi raporunda; her yıl kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk etme işlemleri olduğundan başvurucunun bu haksızlığı yaşamaması durumunda amiralliğe kadar gidebileceği iddiasının somut olmadığı, tutuklu ve hükümlülerin iaşesinin devlet tarafından karşılandığı, kendi isteğiyle yapılan masrafların talep edilmesinin ise dayanaksız olduğu, emeklilik maaşının ve ikramiyesinin olması gerekenden düşük olduğu iddiasının da somut ve hesaplanabilir bilgilere dayanmadığı belirtilmiştir. Bilirkişi raporunda; başvurucunun ailesinin ceza infaz kurumu ziyaretleri nedeniyle yaptığı yol masraflarının, deniz ataşeliği görevine gidememesinden kaynaklı maaş farkının (aldığı maaş düşülerek) ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bilirkişi raporunda ayrıca başvurucunun tutuksuz yargılanırken3 yıl için seçildiği deniz ataşeliği görevinin iptal edildiği, beraat ettiği bu dava nedeniyle bahse konu göreve gidemediği ve mağdur olduğu ifade edilmiştir.
15. Başvurucu, Genelkurmay Başkanlığının 23/6/2015 tarihli yazısını dava dosyasına sunmuştur. Bu yazıda, başvurucunun Balyoz davasında ve başka bir davada yargılanıyor olmasından dolayı ilgili yönerge hükümleri gereğince yurt dışı görevinin iptal edildiği belirtilmiştir.
16. Kocaeli 3. Ağır Ceza Mahkemesi yapılan yargılama sonucunda koşulları oluşmadığından maddi tazminat talebinin reddine, 250.000 TL manevi tazminatın ve 3.600 TL maktu vekâlet ücretinin tutuklama tarihi olan 23/9/2012'den itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Derece mahkemesi başvurucunun ceza infaz kurumunda kaldığı süreyi, mesleki konumunu, yaşam koşullarını, atılı suç yönünden geçirilen dava süreçlerini, Anayasa Mahkemesinin kararını, yargılandığı dosyanın toplumdaki algısını dikkate alarak manevi tazminata hükmetmiştir.
17. Derece mahkemesi maddi tazminat talebini reddederken başvurucunun tutuklu kaldığı dönemde maaş ödemesinin yapıldığını, ceza infaz kurumunda kaldığı süre içindeki yol, iaşe giderlerinin, telefon, kantin masraflarının ve deniz ataşeliği görevini yapamamasından kaynaklı maaş kaybının yerleşik Yargıtay içtihatları gözetilerek maddi tazminat kapsamına dâhil edilemeyeceğini, maddi tazminatın bizzat davacının gerçek maddi kayıplarının giderilmesine yönelik olması gerektiğini, tasavvur edilen kayıpların ve aile fertleri tarafından yapılan giderlerin maddi tazminat kapsamında olmadığını belirtmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Tüm dosya kapsamı birlikte incelendiğinde davacının Türk Silahlı Kuvvetlerinde Kıdemli Kurmay Albay olarak görev yaptığı, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/283 Esas sayılı ilamı ile 16 yıl hapis cezasına hükmedildiği ve 23/9/2012 tarihinde tutuklandığı, temyiz edilen kararın Yargıtay 9.Ceza Dairesinin 2013/9110 Esas 2013/12351 Karar nolu kararı ile onandığı, bunun üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulduğu, sanığın talebi kabul edilerek haklı bulunduğu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilerek yargılanmanın yenilenmesi ve ihlalin giderilmesi için ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verildiği, bu karar üzerine dosyanın İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği ve 2010/427 Esas sayılı dosyasında 19/06/2014 tarihli kararı ile yargılanmanın yenilenmesine ve infazın durdurulmasına, sanığın tahliyesine karar verildiği, davacının cezaevinde kaldığı süre, mesleki konumu, yaşam koşulları ve atılı suç yönünden geçirilen dava süreçleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, yargılandığı dosyanın toplumdaki algısı gibi hususlar gözetildiğinde hürriyetinden yoksun kalan davacı yönünden yerleşik yargıtay kararları, hak ve nesafet kuralları gözetilerek uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği kanaati oluşmakla mahkememizce davacı yönünden takdiren 250.000,00 TL manevi tazminatın 23/9/2012 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı hazineden alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin kısmının reddine karar vermek gerektiği,
Maddi tazminat talepleri yönünden ise talebin reddinin gerektiği, zira davacının tutuklu kaldığı dönemde de maaş ödenmesinin yapıldığının anlaşıldığı, davacının cezaevinde kaldığı süre içerisindeki yol, iaşe giderleri, telefon ve kantin masrafları ve atandığı Paris Deniz Ateşeliği görevini yapamamasından kaynaklı maaş kaybının yerleşik yargıtay içtihatları gözetilerek maddi tazminat kapsamına dahil edilemeyeceği, maddi tazminatın bizzat davacının gerçek maddi kayıplarının giderilmesine yönelik olması gerektiği, mutasavver kayıpların ve aile fertleri tarafından yapılan giderlerin maddi tazminata dahil edilmeyeceği gözetilerek maddi tazminat taleplerinin reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
18. Başvurucu; manevi tazminatın düşük olduğunu, maddi tazminat talebinin reddedilmesinin de hukuka aykırı olduğunu belirterek kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucu, Yargıtay içtihatları gereğince haksız tutuklama/hükümlülük nedeniyle zarar görenin elde edemediği tüm gelirlerin maddi zarar niteliğinde olduğunu, içtihatlara ve bilirkişi raporuna rağmen maddi tazminat istemlerinin tümüyle reddinin hak ihlali oluşturduğunu belirtmiştir. Başvurucu; manevi tazminat miktarının belirlenmesinde ailesinden ayrı kalmasının, mesleğinde önünün kesilmesinin ve mesleğinden ayrılmak zorunda kalmasının, yargılandığı dava nedeniyle kamuoyunda, basında çok ağır, gerçek dışı ve haksız ithamlara maruz kalmasının dikkate alınmadığını ve ayrıca vekâlet ücretinin maktu olarak belirlenmesinin de hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
19. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesi 4/12/2018 tarihli ilamıyla manevi tazminatın yüksek belirlendiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Nesnel bir ölçüt olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre ve benzeri hususlar ile tazminat davasının kesinleşeceği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer dikkate alınıp, hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, davacı lehine belirlenen ölçütlere uymayacak miktarda fazla manevi tazminata hükmolunması ... kanuna aykırı olup ... bozulmasına ... [karar verildi.]"
20. Başvurucu, maddi tazminat yönünden kararın kesinleştiğini belirterek 4/2/2019 tarihinde 2019/4812 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır.
21. Yargıtayın bozma kararı üzerine Kocaeli 3. Ağır Ceza Mahkemesi 29/3/2019 tarihinde koşulları oluşmadığından maddi tazminat talebinin reddine, 150.000 TL manevi tazminatın ve 5.450 TL maktu vekâlet ücretinin tutuklama tarihi olan 23/9/2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
22. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesi 7/10/2019 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.
23. Başvurucu onama kararı üzerine 17/12/2019 tarihinde 2019/42017 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (7) No.lu Protokol'ün "Haksız mahkumiyet halinde tazminat hakkı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"Bir suçtan dolayı kesin bir kararla mahkum olup yeni veya yakın zamanda ortaya çıkarılan bir hususun adli hata yapılmış olduğunu kesinlikle göstermesi nedeniyle hakkındaki mahkumiyet kararı kaldırılmış ya da affedilmiş ise, bilinmeyen hususun zamanında açıklanmasının kısmen veya tamamen söz konusu kişiye atfedilebileceğinin ispatlanması hali dışında, böyle bir mahkumiyet sonucu ceza çekmiş kişiye ilgili devletin kanunları veya uygulamasına uygun olarak tazminat ödenir.
25. Sözleşme’ye ek (7) No.lu Protokol'ün açıklayıcı raporu İnsan Hakları Yürütme Komitesi tarafından hazırlanmış ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine sunulmuştur. Bu rapor, protokolde yer alan hükümlerin anlaşılmasını kolaylaştıran bir niteliği olmasına karşın protokol metninin emredici yorumunu düzenleyen bir belge değildir. Ancak AİHM kararlarında bu belgeye atıf yapıldığı görülmektedir. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:
"Madde 3:
22. Bu madde, adli bir hata mağduruna bazı koşullarla tazminat ödenmesini öngörmektedir. Öncelikle, ilgili kişinin nihai bir kararla suçlu olduğuna karar verilmiş olmalı ve bu kişi mahkûmiyet kararından sonra ceza çekmiş olmalıdır. Caydırıcı Kararların Uluslararası Değerine ilişkin Avrupa Sözleşmesi’nin açıklayıcı raporundaki tanıma göre, bir karar, kesin hüküm gücünü haiz ise nihai karar haline gelmiştir. Durum, bu kararın, geri alınamaz, yani, olağan hukuk yollarıyla itiraz edilemez olması veya tarafların, bu yolları tüketmiş veya kullanmayarak süreyi geçirmiş olmaları halinde böyledir. Buna göre, verilen bir karar kanunun davanın yeniden açılmasına izin verdiği müddetçe nihai olarak görülemez. Aynı şekilde, bu madde suçlamanın geri alınmış olması veya suçlanan kişinin ilk derece mahkemesi tarafından veya yüksek bir mahkeme tarafından istinaf/temyiz yoluyla beraat etmiş olması halinde uygulanmamaktadır...
23. İkinci olarak, madde yalnızca yeni veya yeni keşfedilmiş bir hususun adli bir hata olduğunu kesin olarak gösterdiği yani mahkûm olan kişiye karşı önemli peşin hüküm içeren yargısal süreçteki ciddi eksikliklerin olduğu hallerde kişinin mahkumiyetinin iptal edilmesi veya affedilmesi durumunda uygulanır. Sonuç olarak, bu madde gereğince başka gerekçelerle mahkûmiyetin iptal edilmiş olması veyaaf çıkmış olması halinde tazminat ödenmesi gerekli değildir. Diğer yandan, bu maddede adli hatanın kanıtlanması için izlenmesi gereken prosedürün türüne ilişkin olarak hiçbir kural bulunmamaktadır. Bu sorun, ilgili devletin iç hukuku veya uygulamasına bağlıdır. 'Ya da affedilmişse' ifadeleri bazı hukuk sistemlerinde mahkûmiyetin gözden geçirilmesine ilişkin bir hukuki prosedürden ziyade affın bazı durumlarda nihai bir karardan sonra uygun başvuru yolu olması nedeniyle eklenmiştir.
24. Bilinmeyen hususun zamanında ortaya çıkarılmamasına kısmen veya tamamen mahkûm edilen kişinin neden olmuş olması durumunda bu hüküm kapsamında bir tazminat hakkı söz konusu olmayacaktır.
25. Bu ön şartların yerine getirildiği bütün davalarda, tazminat ilgili Devletin kanunları ve uygulamasına göre ödenecektir. Bu, iç hukukun veya uygulamanın böyle bir tazminat için hiçbir hüküm içermemesi durumunda hiçbir tazminat ödenemeyeceği anlamına gelmez. Bunun anlamı, Devletin kanunları ile uygulamasının maddenin uygulandığı bütün durumlarda tazminat ödenmesini sağlaması gerektiğidir. Amaç, Devletlerin ilgili kişinin açıkça masum olduğunun kabul edilmiş olması anlamında sadece açık adli hata davalarında kişilere tazminat ödemekle yükümlü olmasıdır. Madde, tüm ön koşulların yerine getirilmediği - yani örneğin bir istinaf/temyiz mahkemesinin, sanığın suçuna ilişkin makul bir şüphe uyandıran ve yargılamayı yapan yargıç tarafından göz ardı edilen bazı gerçekleri keşfettiği için mahkumiyeti bozduğu- durumlarda tazminat hakkı vermeyi amaçlamamaktadır.
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol’ün 3. maddesinin amacının, adli hata neticesinde verilen mahkûmiyetin yeni veya yakın zamanda keşfedilmiş bir husus nedeniyle bozulması hâlinde kişilere tazminat imkânı sunmak olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol’ün 3. maddesi mahkûmiyet hükmü bozulmadan uygulama alanı bulamayacaktır (Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan, B. No: 22999/06, 12/6/2012, § 49).
27. AİHM’e göre bu hüküm ilgili devletin kanunu veya uygulamasına uygun olarak bir tazminatın ödenmesini güvence altına alsa da bu husus, iç hukuk veya uygulamanın öngörmemesi durumunda hiçbir tazminatın ödenmeyeceği anlamına gelmeyecektir. Ayrıca bu hükmün amacı sadece haksız bir mahkûmiyetten kaynaklanan maddi kaybı telafi etmek değil adli bir hata nedeniyle mahkûm edilen bir kişiye sıkıntı, üzüntü, acı veya yaşam kalitesinin düşmesi gibi manevi zararları için tazminat ödenmesini de sağlamaktır (Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan, § 51).
28. AİHM'e göre kararın yeni veya yakın zamanda keşfedilmiş bir husus nedeniyle değil de delillerin yeniden değerlendirilmesi nedeniyle bozulması durumunda Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün 3. maddesi uygulanamayacaktır (bu kapsamda verilen konu bakımından yetkisizlik kararı için bkz. Matveyev/Rusya, B. No: 26601/02, 3/7/2008, §§ 40-45). Ayrıca mahkûmiyet hükmünün kesin olmaması hâlinde de bu madde uygulanamayacaktır (savcılığın zamanaşımı nedeniyle iddianameyi geri çektiği için ceza yargılamasının durdurulduğu bir başvuruda verilen konu bakımından yetkisizlik kararı için bkz. Bajraktarov/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, B. No: 34112/02, 12/6/2006, § 4).
29. AİHM Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün 3. maddesinin taraf devletlerin tazminatın verilmesini ilgili kişinin ihlalden kaynaklanan zararı göstermesine bağlı kılmasını engellemediğini ve bu hükmün belli bir miktarda tazminat hakkı öngörmediğini vurgulamıştır (Shilyayev/Rusya, B. No: 9647/02, 6/10/2005, § 20).
30. AİHM Matveyev/Rusya kararında bu hükmün mahkûmiyet bozulmadan uygulanamayacağını belirttikten sonra başvurucunun mahkûmiyetinin Rusya açısındanSözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihten sonra bozulması nedeniyle zaman bakımından yargı yetkisi koşulunun sağlandığı sonucuna ulaşmıştır (Matveyev/Rusya, § 38). Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan başvurusunda da başvurucunun mahkûmiyet hükmünün bozulması ve tazminat davası açması Ermenistan açısından Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleştiğinden zaman bakımından yargı yetkisi şartının sağlandığı sonucuna varılmıştır (Poghosyan ve Baghdasaryan/Ermenistan, § 50).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Anayasa Mahkemesinin 25/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Haksız Mahkûmiyet Hâlinde Tazminat Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucu; haksız tutukluluk ve hükümlülük nedeniyle açtığı davada maddi tazminat talebinin reddedildiğini, ödenen manevi tazminatın ise yetersiz ve zararlarını karşılamaktan uzak olduğunu, bu tazminat tutarlarının belirlenmesinde sadece tutukluluk ve hükümlülük süresinin dikkate alındığını, mesleğinde ilerleyememesinin, söz konusu davanın bir kumpas davası olmasının, bu dava nedeniyle kamuoyunda itibarının zedelenmesinin, ailesinin de mağdur edilmiş olmasının dikkate alınmadığını, ağır ceza mahkemelerinin tazminatın doğru bir şekilde belirlenmesi konusunda bir uzmanlığının bulunmadığını, bu mahkemelerin bireyselleştirme yapmadan genellemelere dayalı olarak basmakalıp kararlarla tazminata hükmettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca tutuklama tarihinden itibaren işletilecek faizin ana zararın hesabında indirim nedeni sayılmasının ve Yargıtayın bu yöndeki kararlarının hukuka aykırı olduğunu, faizin ana zararın zaman içinde azalmasının önüne geçilmek için getirilmiş bir hak olduğunu, bunun ana zarara dâhil edilemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu bu gerekçelerle adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlık görüşünde; başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığının, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içerip içermediğinin ve başvurucu lehine hükmedilen tazminatla mağduriyetinin giderilip giderilmediğinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder(Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucu mahkûmiyet kararıyla beraber tutuklanmış, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı 9/10/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu kesinleşen mahkûmiyet hükmü kapsamında da 19/6/2014 tarihine kadar ceza infaz kurumunda kalmıştır. Daha sonra 31/3/2015 tarihinde de başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Başvurucu, mahkûmiyetine dayanak teşkil eden delillerin sahte bir şekilde oluşturulmasının anlaşılması nedeniyle beraat etmiştir. Bu çerçevede başvurucunun durumunun haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkına temas eden bir yönü bulunmaktadır. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı yönünden incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme veya Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
36. Haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkı, Sözleşme’ye ek (7) No.lu Protokol’ün 3. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan protokolün onaylanmasının uygun bulunmasına dair 6684 sayılı Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 10/3/2016 tarihinde kabul edilmiş ve bu Kanun 25/3/2016 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Protokol 28/3/2016 tarihinde de Bakanlar Kurulunca onaylanmış ve Türkiye açısından 1/8/2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol 1/8/2016 tarihinden sonra gerçekleşen olaylar bakımından uygulanabilir hâle gelmiştir (İffet İnci Gültekin, B. No: 2013/9585, 9/3/2016, § 42).
37. Başvuruya konu ihlal iddiası tarihi itibarıyla Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'ün yürürlüğe girip girmediğinin belirlenmesi gerekir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün infazı 19/6/2014 tarihinde durdurulmuş ve 31/3/2015 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Başvurucu 15/8/2015 tarihinde tazminat davası açmıştır. Başvurucunun infazının durdurulduğu, beraatine karar verildiği ve akabinde tazminat davasının açıldığı tarihte anılan protokol Türkiye açısından yürürlükte olmadığından başvurucunun hak iddiasının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının dışında kaldığı anlaşılmaktadır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. § 30;Sözleşme'ye ek (7) No.lu Protokol'de düzenlenen aynı suçtan iki kez yargılanma hakkı yönünden benzer nitelikteki karar için bkz. İffet İnci Gültekin, § 42).
38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu; Avukatlık Ücret Tarifesi açık olarak dava konusu olaylarda nispi vekâlet ücretinin ödeneceğini hüküm altına aldığı hâlde kendisine maktu vekâlet ücreti ödendiğini, bu durumun kanun yollarına başvurulmasını engellediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder(Tahir Canan, § 16). Başvurucunun iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
41. Anayasa Mahkemesi Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. (B. No: 2017/36736, 19/9/2018) kararında adil yargılanma hakkının davayı kazananın avukata ödediği ücretin karşı taraftan alınarak kendisine ödenmesine hükmedilmesini garanti etmediğini, lehine hükmedilecek vekâlet ücretinin nispi tarife üzerinden hesaplanmasını da güvenceye bağlanamadığını, lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını ancak lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesinin somut olayın tüm şartları çerçevesinde adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinden birini etkilediğinin ortaya konulması hâlinde etkilenen güvence kapsamında incelenebileceğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi bu gerekçelerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Aksaray Tır Nakliyat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., §§ 81-87).
42. Somut olayda başvurucu, lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmemesinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer güvencelere tesir ettiğini ortaya koyabilmiş değildir. Dolayısıyla somut başvuru yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu, tazminat davasının uzun sürdüğünü ve davanın karmaşık bir yönünün bulunmadığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
46. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
47. Somut olayda başvurucu 11/8/2015 tarihinde dava açmış, bu dava Yargıtayın 7/10/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Bu durumda yargılama 4 yıl 2 ay sürmüştür. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 4 yıl 2 aylık yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varmak gerekir. Bu durumda makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açıktır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Haksız mahkûmiyet hâlinde tazminat hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 25/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.