TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
İSMAİL TUNCEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2019/8609)
|
|
Karar Tarihi: 21/12/2023
|
R.G. Tarih ve Sayı: 20/5/2024-32551
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Muhterem İNCE
|
Raportör
|
:
|
Duygu KALUKÇU
|
Başvurucu
|
:
|
İsmail TUNCEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Şerife ÇIPLAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, iş kazasına bağlı olarak meydana gelen iş
gücü kaybından doğan zararın tazmini talebiyle açılan davada Sosyal Güvenlik
Kurumunca tespit edilen maluliyet oranına davacı tarafından itiraz edilmemesi
sebebiyle maluliyet oranı yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış
hak oluştuğu gerekçesiyle maluliyet oranının daha yüksek hesaplandığı Adli Tıp
Kurumu raporunun hükme esas alınmaması suretiyle gerçek zararın belirlenmemesi
nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 13/3/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
6. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından
incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, işçi olarak çalıştığı T. Madencilik ve
Sanayi Yatırımlar Anonim Şirketine (T.A.Ş.) ait maden ocağında 24/6/2010
tarihinde meydana gelen kazada sol ayak tendonunda yırtık ve sağ elinde kesi
oluşacak şekilde yaralanmıştır.
9. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu
tarafından düzenlenen 25/5/2011 tarihli raporda 31/5/2006 tarihli ve 5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 13. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kazanın iş kazası niteliğinde olduğu
belirtilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı Ankara Sosyal Güvenlik
İl Müdürlüğü Kocatepe Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezince (SGK Sağlık Merkezi)
düzenlenen 26/10/2011 tarihli raporda ise başvurucunun meslekte kazanma gücü
kaybı/maluliyet oranı (sürekli iş göremezlik derecesi) %14 olarak tespit
edilmiştir. Anılan raporda 1/10/2012 tarihinde kontrol muayenesi gerektiği
hususuna da yer verilmiştir.
10. Başvurucu 19/1/2012 tarihinde Soma 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 1.000 TL maddi ve 50.000 TL
manevi tazminat talebiyle belirsiz alacak davası açmıştır. Dava dilekçesinde,
SGK Sağlık Merkezince yapılan değerlendirmede iş kazası sonucu meslekte kazanma
gücü kaybı oranının %14 olarak tespit edildiğini belirten başvurucu, buna dair
raporu Mahkemeye hukuki delil olarak ibraz etmiştir. Dava devam ederken SGK
Sağlık Merkezince yapılan kontrol muayenesi üzerine düzenlenen 26/11/2012
tarihli raporda da başvurucunun meslekte kazanma gücü kaybı oranı %14 olarak
tespit edilmiştir.
11. Yargılama sürecinde davalı işveren, SGK Sağlık
Merkezince tespit edilen %14 maluliyet oranına itiraz etmiştir. Bunun üzerine
Mahkeme 1/10/2013 tarihli duruşmada dosyanın Adli Tıp 3. İhtisas Kuruluna (ATK)
gönderilerek gerektiğinde şahıs da hazır edilecek şekilde hakkında rapor
aldırılmasına karar vermiştir. ATK tarafından düzenlenen 24/2/2014 tarihli
raporda başvurucunun maluliyet oranı %19 olarak tespit edilmiştir.
12. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 5/6/2014 tarihli
dilekçesinde ATK tarafından düzenlenen raporda iş gücü kaybı oranı %19 olarak
tespit edildiğinden tazminat hesabında bu oranın dikkate alınması gerektiğini
belirtmiş; aksi takdirde ATK Genel Kurulundan rapor alınmasını talep etmiştir.
Mahkeme ise 1/7/2014 tarihli duruşmada, SGK Sağlık Merkezi tarafından %14
olarak belirlenen maluliyet oranına başvurucunun itiraz etmediği, davalı
tarafın itirazı üzerine dosyanın ATK'ya gönderildiği ve maluliyet oranının
arttığı dikkate alındığında maluliyet oranı bakımından davalı taraf lehine
usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğu değerlendirmesinde bulunarak dosyanın ATK
Genel Kuruluna gönderilmesi yönündeki talebi reddetmiş ve kusur oranlarının
tayini için dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesine karar vermiştir.
13. 21/7/2014 tarihi itibarıyla Soma İş Mahkemesinin
faaliyete geçmesi üzerine görevsizlik kararı verilerek Soma İş Mahkemesine
(Mahkeme) devredilen dosyaya ibraz edilen kusur oranına ilişkin 14/8/2014
tarihli raporda dava konusu iş kazasının oluşumunda davalı işverenin %70,
başvurucunun ise %30 oranında kusurlu olduğu tespiti yapılmıştır. Hem başvurucu
hem de davalı işveren tarafından söz konusu kusur oranlarına itiraz edilmiş ise
de Mahkemece raporun denetime elverişli olduğu gerekçesiyle itirazlar
reddedilmiş ve dosya tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişi
incelemesine gönderilmiştir.
14. %14 maluliyet oranı esas alınarak düzenlenen
17/6/2015 tarihli hesap bilirkişi raporunda kusur oranına göre başvurucunun
karşılanmamış toplam zararının 35.203,03 TL olduğu tespit edilmiştir.
15. Başvurucu, ATK tarafından düzenlenen raporda
maluliyet oranının %19 olarak tespit edildiğinden bahisle zararının bu oran
üzerinden hesaplanması gerektiğini belirterek söz konusu bilirkişi raporuna
itiraz etmiş; Mahkeme bu itirazı reddetmiştir.
16. Başvurucu, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak
suretiyle 28/9/2015 tarihinde davayı ıslah etmiş; talep ettiği maddi tazminat
miktarını 17/6/2015 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilen zarar miktarı
doğrultusunda 35.000 TL'ye yükseltmiştir.
17. Mahkeme 12/11/2015 tarihli kararıyla davayı kısmen
kabul etmiştir. Bu kapsamda Mahkeme, başvurucunun 17/6/2015 tarihli hesap
bilirkişi raporuna göre 35.203,03 TL maddi zararının oluştuğunun anlaşıldığını
belirterek 35.000 TL olan talebine bağlı kalarak maddi tazminat talebini kabul
etmiş; ayrıca 17.000 TL manevi tazminata hükmetmiş, fazlaya ilişkin manevi
tazminat talebini ise reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle yargılama
sürecinde ATK'dan alınan raporda davacının maluliyet oranı %19 olarak tespit
edilmişse de davacının SGK tarafından tespit edilen %14 maluliyet oranına
itiraz etmediği, bu orana davalı işveren tarafından itiraz edilmesi üzerine
dosyanın ATK'ya gönderildiği, bu itibarla maluliyet oranı konusunda davalı
taraf lehine usuli kazanılmış hak oluştuğundan SGK raporundaki maluliyet oranı
esas alınarak karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda kararın
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davalı tarafından davacının SGK
tarafından tespit edilen %14 maluliyet oranına davalı iş veren tarafından
itiraz edilmesi üzerine dosya İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesine
gönderilmiş, İhtisas Dairesinden aldırılan raporda davacının %19 oranında
maluliyetinin bulunduğu bildirilmiştir.
...
Usuli kazanılmış hak kavramı üzerinde
yapılan açıklamalar sonucunda İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi
tarafından davacının 24/06/2010 tarihinde meydana gelen iş kazası neticesinde
maluliyet oranı %19 olarak belirlenmiş ise de; maluliyete itirazın davalı
tarafından yapıldığı, davacı tarafından maluliyete itiraz edilmediği, sonuç
olarak maluliyet konusunda davalı taraf lehine usuli kazanılmış hak oluştuğu,
davacıya fark maluliyet için SGK'ya başvurması için süre vermenin eldeki davaya
bir katkısının olmayacağı, yargılamayı uzatacağı, davacının oluşan fark
maluliyet için ayrıca SGK' ya başvurabileceği ve bağlanan geliri fark maluliyet
üzerinden yeniden hesaplattırabileceği, yine fark maluliyet için ek dava
açabileceği ve karşılanmayan zararı bu şekilde giderilebileceği, kanaatine
varıldığından eldeki davada davacının maluliyetinin %14 olduğu, maddi ve manevi
tazminat miktarlarının bu oran üzerinden takdir edilmesi kanaatine varılmıştır.
...
Aldırılan hesap, kusur raporu, adli tıp kurumu
raporu ve tüm dosya kapması bir arada değerlendirildiğinde; davacının, davalıya
ait iş yerinde çalışırken 24/06/2010 tarihinde iş kazası geçirdiği, iş kazası
neticesinde %14,0 oranında maluliyetinin oluştuğu, iş kazasının oluşumunda
davalının %70, davacının %30 oranında kusurlu olduğu, davacının %14,0
maluliyeti ile sonuçlanan iş kazası neticesince davacıya SGK tarafından geçici
iş göremezlik tediyesinde bulunulduğu, İlk peşin sermaye değeri+SYZ geliri
bağlandığı, geçici iş göremezlik ödeneği ve İlk PSD+SYZ' nin rücuya tabi
tahsisler olduğu bu nedenle, Türk Borçlar Kanununun 55. maddesine göre
davacının kusuruna isabet eden kısmın indirilmesi ile elde edilen miktarın
tenzili gerektiği, sonuç olarak davacının 35.203,03-TL karşılanmamış maddi
zararının oluştuğu anlaşıldığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 26.
maddesi uyarınca talep ile bağlı kalınarak davacının maddi tazminat talebinin
kabulüne karar vermek gerekmiştir. İş kazasının oluşumunda davacı ve davalının kusur oranı,
davacının maluliyet oranı, kaza anında 38 yaşında olması, bundan sonraki
hayatını bu şekilde yaşamak zorunda kalacağı, bunun insan psikoloji üzerinde
bırakacağı olumsuz etki, kazanın meydana gelmesinde davalının iş sağlığı ve
güvenliği önlemlerini almaması nedeniyle ağır kusurlu olması, ülkenin ekonomik
koşulları, tarafların sosyo-ekonomik durumu, tazminat tutarının caydırıcılık
uyandıran oranda olması gerektiği gözetildiğinde davacı lehine uygun bir manevi
tazminata hükmetmek gerekmiş ve aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur."
18. Anılan karar taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucu;
temyiz dilekçesinde, usule ilişkin kazanılmış hak kurumunu Mahkemenin hatalı
yorumladığını, bu hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için yargılama sürecinde
taraflar ya da mahkeme tarafından yapılmış ve istisnalar arasında sayılmayan
bir işlemin bulunması gerektiğini, kamu düzeninin söz konusu olduğu durumlarda
ise böyle bir haktan söz edilemeyeceğini, Yargıtay içtihadının da bu yönde
olduğunu belirtmiştir. Ayrıca açtığı davada gerçek maluliyetinin tespitinin
esas olduğunu dile getiren başvurucu, özellikle somut olaydaki gibi çelişkili
raporların bulunması hâlinde ATK Genel Kurulundan rapor alınması gerektiğini
ancak bu yöndeki taleplerinin kabul edilmediğini ifade etmiş; maluliyet oranına
ilişkin SGK raporunun 2011 yılında düzenlendiğini, ATK raporunun ise Mahkemenin
talimatı üzerine 2013 yılında hastanede yeniden yaptırılan muayene sonucu
hazırlandığını, daha yüksek maluliyet oranı tespitinin nedeninin
rahatsızlığının ilerlemesinden kaynaklandığını belirterek bu gibi durumlarda
SGK raporunun bağlayıcı olduğundan söz edilemeyeceğini ileri sürmüştür.
19. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi (Daire) 23/1/2019
tarihinde kararı onamıştır.
20. Nihai karar başvurucuya 12/2/2019 tarihinde tebliğ
edilmiş, başvurucu 13/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun
Hükümleri
21. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun;
i. "Sürelerin belirlenmesi" kenar
başlıklı 90. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"(1) Süreler, kanunda belirtilir
veya hâkim tarafından tespit edilir. "
ii. "Kesin süre" kenar başlıklı 94.
maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Kanunun belirlediği süreler
kesindir.
(3) Kesin süre içinde yapılması gereken
işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar."
iii. "Delillerin değerlendirilmesi"
kenar başlıklı 198. maddesi şöyledir:
"(1) Kanuni istisnalar dışında
hâkim delilleri serbestçe değerlendirir."
iv. "Bilirkişi raporuna itiraz" kenar başlıklı
281. maddesi şöyledir:
"(1) Taraflar, bilirkişi raporunun,
kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik
gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren
hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni
bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. (Ek cümle:22/7/2020-7251/24
md.) Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor
veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde
yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren
işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek
süre verilebilir.
(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki
eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını
sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor
alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda
bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.
(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması
için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar
inceleme de yaptırabilir."
v. "Bilirkişinin oy ve görüşünün
değerlendirilmesi" kenar başlıklı 282. maddesi şöyledir:
"(1) Hâkim, bilirkişinin oy ve
görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir."
2. Yargıtay
İçtihadı
22. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun
4/2/1959 tarihli ve E.1957/13, K.1959/5 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Temyizce bir kararın bozulması ve
mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin
şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş, sayılması, davaların uzamasını
önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usuli hükümdür. Bir cihetin
bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet,
açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz
reddedilmiştir, yahut da onu hedef tutan, bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş
olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan
yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet
dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi
sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması,
taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı
ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep
hakkın tanınması da amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır.
Lakin, vazife konusunda usuli müktesep hak prensibinin kayıtsız, şartsız
tatbiki, usulün az önce anılan mutlak hükmünün değiştirilmesi neticesini
doğuracaktır ki, sözkonusu maddenin yazılışı ve kanuna konuluş gayesi
itibariyle böyle bir netice kaideten caiz görülemez. Ancak ileri sürülen
vazifesizlik itirazının Temyiz Dairesine reddi ve kararın başka sebeplerden
bozulması ve bozmaya uyulması halinde davanın yine vazifesizlik sebebiyle reddi
yoluna gidilebilmesi, usul hükümlerinin esas gayesini haleldar edebilecek bir
mahiyet arz edeceği cihetle haddi zatında nadir olan böyle vaziyetlerde
istisnai olarak kanunun 7 nci maddesinin tatbikini kabul etmemek, menfaatlar
vaziyetine gereği gibi uygun düşecektir"
23. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/12/2013 tarihli ve
E.2013/23-131, K.2013/1681 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut uyuşmazlığın doğduğu tarihte
yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda 'usuli
kazanılmış hak' kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek,
hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını
önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş
ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam
itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul
işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan
hakkı ifade etmektedir.
Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin
Yargıtay Dairesi'nce verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o
kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda
belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. 'Usuli
kazanılmış hak' olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu
Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma
zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk
Dairesi'nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve
dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma
kararı verilmesini yasaklamaktadır.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına
uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak
doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile
de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün
bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma
kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme
yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine
olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel
Kurulu'nun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı
ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına
uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma
yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme
mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada
gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir;
meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine
ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz
etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca
muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri
aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış
hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış
hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının
hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve
muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması
yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş
bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun
dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.
Gerçekten, mahkemenin doğru bularak
uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava,
usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi,
usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice
asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar
vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule
ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle
hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel
güveni dahi sarsar.
Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun
olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz
konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul
edilmemesini gerektirmez.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti
kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları
ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.
maddesinde açıklanan 'Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir' hükmüne
aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan
kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç
doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay
tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir
usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu
olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir"
24. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 28/2/2022 tarihli ve
E.2021/10668, K.2022/3491 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Davacı vekili dava dilekçesinde, kaza
nedeniyle davacı müvekkilinin İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından
düzenlenen ancak hangi yönetmeliğe göre düzenlendiği belirtilmeyen 27/03/2017
tarihli rapor uyarınca %20 oranında engelli olduğunu belirterek, bu maluliyet
oranına göre aktüer hesabı yapılarak karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekilleri, bu maluliyet raporuna itiraz etmişlerdir. Tahkim
yargılaması sırasında uyuşmazlık hakem heyetince kaza tarihinde yürürlükte olan
Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu
Raporları Hakkında Yönetmelik hükümleri uyarınca aldırılan Çukurova
Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı tarafından
düzenlenen 16/05/2018 tarihli raporda davacının maluliyet oranı %23 olarak
belirlenmiştir.
Davacı taraf, aldıkları raporla
maluliyet oranının %20 olarak tespit edildiğini belirterek ve maluliyet oranı
konusunda fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadan tazminat istemiyle dava
açmış olup, anılan maluliyet oranını açıkça kabul edip talebini sınırlamıştır.
Diğer yandan, dava belirsiz alacak davası olarak açılmamış olup, davacının maluliyet
oranı bakımından talebini (%20 oranı ile) sınırladığı da dikkate alındığında,
İtiraz Hakem Heyetince tahkim yargılaması sırasında aldırılan rapordaki %23
maluliyet oranı üzerinden hesaplamanın yapıldığı 01/11/2018 tarihli aktüer
raporu esas alınarak karar verilmesi, HMK’nın 26. maddesinde düzenlenen taleple
bağlılık kuralına aykırı olmuştur.
Açıklanan hukuki ve maddi vakıalar
karşısında; İtiraz Hakem Heyetince, davacının %20 maluliyet oranıyla kendisini
bağladığı dikkate alınarak, sürekli maluliyet zararının %20 maluliyet üzerinden
(karar sadece davalı Halk Sigorta A.Ş vekilince temyiz edildiğinden, önceki
karara esas alınan 10/11/2018 tarihli aktüer raporundaki diğer veriler aynı
kalmak ve işlemiş/işleyecek devre hesabında 2018 yılının esas alınması
suretiyle) hesap yapılması içinaynı bilirkişiden ek rapor alınarak temyiz eden
davalı lehine usuli kazanılmış haklar ve talepten fazlaya hükmedilemeyeceği
kuralı da gözetilmek suretiyle karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde
davacının talebi aşılarak karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir."
B. Uluslararası
Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar
verecek olan, ...bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre
içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
26. Anayasa Mahkemesinin 21/12/2023 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye
Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
27. Başvurucu; açtığı davada usule ilişkin kazanılmış hak
kurumunun hatalı yorumlandığını, ortada yargısal makamlar tarafından yapılan bir
tespit bulunmadığını, dolayısıyla ATK raporunun esas alınmasının önünde bir
engel olmadığını belirtmiştir. Başvurucu; maluliyet oranı konusunda ATK Genel
Kurulundan rapor alınarak mevcut raporlar arasındaki çelişkinin
giderilmediğini, bu sebeple tazminat miktarının düşük belirlendiğini, temyiz
incelemesinde de bu iddialarına yönelik herhangi bir gerekçe gösterilmediğini
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
28. Anayasa'nın 36. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, ...yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."
29. Başvurucunun yukarıda belirtilen şikâyetlerinin özü; iş
kazası nedeniyle oluşan zararının tazmini talebiyle açtığı davada, dava
öncesinde SGK tarafından düzenlenen maluliyet oranına ilişkin rapora itiraz
etmemesi sebebiyle maluliyet oranı yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin
kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle, yargılama sürecinde alınan ve maluliyet
oranının daha yüksek hesaplandığı bilirkişi raporunun hükme esas alınmaması
suretiyle gerçek zararı belirlenmeden, dolayısıyla fazlaya ilişkin zarar
iddiasıyla ilgili uyuşmazlığın esasına yönelik bir inceleme yapılmadan karar
verilmesidir. Bu sebeple belirtilen ihlal iddiasının adil yargılanma hakkının
güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
i. Müdahalenin
Varlığı ve Hakkın Kapsamı
31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve
savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim
hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün
bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye
erişim hakkını içerdiğini belirtmiştir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
32. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013,
§ 52). Dolayısıyla kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren ya da onu önemli ölçüde etkisizleştiren
müdahaleler mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilir.
33. Somut olayda iş kazası nedeniyle oluşan iş gücü
kaybından doğan zararın tazmini talebiyle açılan davada, yargılama sürecinde
düzenlenen bilirkişi raporuyla tespit edilen maluliyet oranı farkı üzerinden
fazlaya ilişkin zararın hesaplanması yönündeki talebin -içtihat yoluyla
geliştirilen bir usul kuralının uygulanması suretiyle- dava açılmadan önceki
süreçte SGK tarafından düzenlenen raporda belirlenen maluliyet oranına itiraz
edilmediğinden maluliyet oranı yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin
kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle -uyuşmazlığın bu kısmı yönünden esasa
yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın- reddedilmesi mahkemeye erişim
hakkına yönelik bir müdahale teşkil etmektedir.
ii. Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
34. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan
mahkemeye erişim hakkı mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması
mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen 13. maddesinin gözönüne alınması gerekmektedir.
35. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ...
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
36. Anılan hakka yönelik müdahale Anayasa'nın 13.
maddesinde belirtilen şartlara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36.
maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
37. Bu itibarla yukarıda belirtilen müdahalenin
Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun
tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma (meşru amaç) ve ölçülülük
ilkesine aykırı olmama ölçütlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
38. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin
ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60). Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir
kanunun varlığını zorunlu kılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi
anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B.
No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
39. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının
da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301,
30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye
ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını
gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192,
12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece
mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu
hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık bir keyfîlik
içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla
bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü
açık bir biçimde hatalı yorumladıklarının ve uyguladıklarının tespiti hâlinde
müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan
Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
40. Usule ilişkin kazanılmış hak ilkesi usul hukukuna ilk
olarak Yargıtayın içtihadı birleştirme kararları ile girmiş bir ilkedir
(Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 4/2/1959 tarihli ve
E.1957/13, K.1959/5 sayılı karar; aynı yöndeki Yargıtay içtihadı için bkz.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 9/5/1960 tarihli ve
E1960/21, K1960/9 sayılı kararı). Söz konusu içtihadı birleştirme kararlarıyla
çizilen çerçeveye göre bu ilke; ilk derece mahkemeleri bakımından mahkemenin
bozma kararına uyması hâlinde artık bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak
ve/veya hüküm vermek zorunda olmasını, ayrıca bozma kararı dışında kalan kısım
hakkında yeniden inceleme yaparak karar verememesini; temyiz mercii yönünden
ise bozma kararında belirtilen bozma gerekçeleriyle kendisinin de bağlı
olmasını ve bozma kararı dışında kalan kısım hakkında tekrar inceleme
yapamamasını ifade etmektedir (bazı farklarla birlikte bkz. AYM, E.2019/115,
K.2020/31, 12/6/2020, §§ 3,4).
41. Anılan ilkenin uygulama alanının zaman içinde yine
içtihat yoluyla genişletildiği ve ilk çerçevesinin ötesine geçirildiği, bu
bağlamda sadece bozma ve bozmaya uyma kararları ekseninde uygulanan bir usul
kuralı olmaktan çıkarılarak bu ilkenin uygulanması suretiyle yargılama
öncesindeki aşamada taraflarca yapılan herhangi bir işlem ile taraflardan biri
lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan böyle bir hakkın oluştuğundan
söz edilebileceği yönünde bir yaklaşımın benimsendiği görülmüştür. Nitekim bu
kapsamda taraflardan birinin henüz dava öncesindeki aşamada tesis edilen bir
işleme/rapora itiraz etmemesinin ya da bunları hukuki dayanak/delil olarak
göstererek dava açmasının, yargılama sürecinde anılan işleme/rapora itiraz eden
taraf lehine usuli kazanılmış hak oluşturmasının da Yargıtay içtihadıyla kabul
edilerek anılan ilkenin uygulama alanına dâhil edilen hâllerden biri olduğu
anlaşılmaktadır ((Ahmet Özgan ve Şule Özgan [GK], B. No: 2020/21347,
21/12/2023, bkz. § 28).
42. Bununla birlikte medeni yargılama usulüyle ilgili
yürürlükteki mevzuatta usule ilişkin kazanılmış hak ilkesini bu lafzıyla ya da
içtihat yoluyla geliştirilen uygulama biçimleri itibarıyla bir usul kuralı
olarak açıkça düzenleyen herhangi bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Nitekim
Yargıtay da anılan ilkeyi uyguladığı kararlarında bu hususu dile getirmiş,
usuli kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir yasal hükmün bulunmadığını,
konunun yargı içtihadı ile geliştiğini belirtmiştir (Ahmet Özgan ve Şule
Özgan [GK], B. No: 2020/21347, 21/12/2023, § 50).
43. Somut davada Mahkeme usuli kazanılmış hak ilkesini
başvurucunun maddi hukuka ilişkin hakkını aynı davada talep edememesine yol
açacak biçimde uygulamıştır. Anılan uygulamanın dayanağını Yargıtay içtihadı
oluşturmakta ise de yargısal içtihadın bu kapsam ve mahiyette bir uygulamaya
hukuksal dayanak teşkil edemeyeceği açıktır. Zira aksi yöndeki kabul,
Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini
öngören 13. maddesi hükmüyle bağdaşmaz. Kuşkusuz yargısal içtihatlar, belirli
bir konuyu düzenleyen kanun hükmünün uygulanmasını gösterme ve bu bağlamda
hukuki belirliliği sağlamada temel kaynaklardan biridir. Ancak yargısal
içtihatların bu işlevini yerine getirebilmesinin ön şartı o konuyu düzenleyen
bir normun varlığıdır. Nitekim idari davalarda da daha önce sadece içtihadi bir
uygulama zemini bulunan usuli kazanılmış hak ilkesi 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 50. maddesinin (4) numaralı fıkrasına
18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle eklenen "Danıştayın
bozma kararına uyulduğu takdirde, bu kararın temyiz incelemesi, bozma kararına
uygunlukla sınırlı olarak yapılır." biçimindeki hükümle idari
yargılama usulü bakımından -bozma kararı bağlamıyla ve temyiz incelemesinin
kapsamıyla sınırlı olarak- yasal bir dayanağa oturtulmuştur (Ahmet Özgan ve
Şule Özgan, § 51).
44. Mahkeme; somut davada usuli kazanılmış hak kavramını
uygularken değerlendirmesini başvurucunun yargılama öncesinde SGK tarafından
düzenlenen sağlık raporuna itiraz etmediği hatta davasını bu rapora dayanarak
açtığı, yargılama sürecinde alınan ATK raporunun davalı tarafın SGK raporunda
belirlenen orana itiraz etmesi üzerine alındığı olgusuna dayandırmıştır.
45. Kural olarak tarafların ya da mahkemenin bir hukuk
yargılamasıyla ilgili herhangi bir usul işlemi gerçekleştirebilmesinin ön şartı
hukuken o yargılamanın başlaması, başka bir ifadeyle davanın açılmış olmasıdır.
Dolayısıyla davanın açılması suretiyle yargılamanın henüz başlamadığı bir
aşamada kişiler veya idari merciler tarafından gerçekleştirilen ya da dâhil
olunan iş ve işlemlerin teknik olarak bir yargılama usulü işlemi olarak
nitelendirilmesi mümkün değildir. Bu bağlamda başvurucu hakkında maluliyet
oranının tespitine ilişkin olarak SGK Sağlık Merkezince düzenlenen raporun
henüz yargılamanın başlamadığı bir aşamada, idari süreçte düzenlenmiş bir rapor
olduğu gözetildiğinde başvurucunun söz konusu rapora ilgili mevzuat hükümleri
kapsamında itiraz etmemiş olmasının bir yargılama usulü işlemi olarak değerlendirilemeyeceği
açıktır.
46. Bununla birlikte Mahkemenin başvurucu tarafından
esasen maluliyetinin varlığı olgusunu ispata yönelik hukuki bir delil olarak
dosyaya sunduğu söz konusu raporu; yargılama sürecinde alınmış bir bilirkişi
raporu gibi muameleye tabi tuttuğu, bu bağlamda 6100 sayılı Kanun'un bilirkişi
raporuna itiraz müessesesini düzenleyen 281. maddesi hükmü çerçevesinde
birtakım uygulamalarda bulunduğu, nitekim yargılama sürecinde davalı tarafından
anılan rapora itiraz edilmesi üzerine dosyayı başvurucunun maluliyet oranına
ilişkin yeniden bir rapor düzenlenmek üzere ATK'ya gönderdiği, ayrıca
başvurucunun SGK Sağlık Merkezince düzenlenen rapora idari süreçte itiraz
etmemesini yargılama sürecinde gerçekleştirilmiş bir usul işlemi gibi değerlendirdiği
anlaşılmaktadır.
47. Bu itibarla mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin kanunilik ölçütünü taşıyıp taşımadığının değerlendirilmesinde 6100
sayılı Kanun'un 281. maddesinin de ayrıca irdelenmesi gerekmektedir.
48. Anılan Kanun hükmüne göre tarafların bilirkişi
raporunun kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde itiraz etme,
bu suretle raporda eksik gördükleri hususların bilirkişiye tamamlattırılmasını
ya da yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep etme hakları bulunmaktadır. Keza
mahkeme de aynı mülahazalarla resen bilirkişiden ek rapor isteme yoluna
gidebilecek ya da gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse yeni bir
bilirkişi görevlendirerek tekrar inceleme de yaptırabilecektir.
49. Söz konusu hükmün gerekçesinde "Burada rapora
itiraz için taraflara tanınmış bulunan onbeş günlük süre, kesin süredir; hak
düşürücü bir nitelik taşır. Dolayısıyla, taraflar, bu süre içerisinde,
itirazlarını dile getirmez ise bilirkişi raporu, onlar bakımından kesinleşir;
yani taraflar rapora itiraz olanağını tümüyle kaybederler. Ancak, anılan hâl,
mahkemenin, ihtiyaç duyuyorsa, bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında
öngörülen yetkilerini kullanmasına, yani bilirkişiden re’sen ek rapor talep
etmesine veya inceleme yaptırmak üzere yeni bir bilirkişi atamasına herhangi
bir engel oluşturmaz." ifadelerine yer verilmiştir.
50. Gerekçesiyle birlikte değerlendirildiğinde söz konusu
kanun hükmü ile bilirkişi raporuna süresi içinde itiraz etmeyen tarafın artık
rapora itiraz etme imkânını yitireceğinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Buna
karşılık anılan hükmün usule ilişkin bir işlem olan bilirkişi raporuna
itiraz edilmemesi hâline, rapora itiraz etmeyen tarafın maddi hukuka
yönelik bir hakkını ya da o hakkı aynı davada talep etme imkânını sona
erdirecek veya diğer taraf lehine bu nitelikte bir hakkın doğmasına yol açacak
biçimde sonuç bağladığı söylenemez. Başka bir anlatımla bilirkişi raporuna
itiraz biçimindeki usul işleminin yapılmamasının ortadan kaldırabileceği tek
hak, yine usuli bir hak olan, rapora itiraz etme hakkıdır. Nitekim Kanun’un 94.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında da ifade edildiği üzere tarafın kesin süre
içinde yapması gereken bir işlemi süresi içinde yapmaması, sadece o işlemi
yapma hakkını ortadan kaldırabilir. Aksi yöndeki kabul Kanun’un 281. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının mahkemenin gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse
yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla tekrar inceleme yaptırabileceği
biçimindeki hükmünü anlamsız ve işlevsiz kılacağı gibi kanunun kendi hükümleri
arasında da çelişki oluşturacaktır. Dolayısıyla bilirkişi raporuna itirazla
ilgili anılan usul kuralından bir tarafın alacağını talep edemeyeceği anlamının
çıkarılması kuralın öngörülemez biçimde yorumlanması suretiyle ulaşılan bir
sonuç olacaktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ahmet Özgan ve Şule
Özgan, § 55).
51. Bu itibarla gerek Kanun'un bilirkişi raporuna itiraz
müessesesiyle ilgili söz konusu hükmünün henüz yargılamanın başlamadığı bir
süreçte gerçekleştirilen işlemlere de teşmil edilmesinin gerekse söz konusu
hükmün bilirkişi raporuna itiraz edilmemesine diğer taraf lehine usule ilişkin
kazanılmış hak oluşturma sonucunu bağladığı biçimindeki bir yorumun anılan
hükme yönelik ve öngörülebilir olmadığı sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki karar
için bkz. Ahmet Özgan ve Şule Özgan, § 56). Dolayısıyla dava
açılmadan önceki idari süreçte düzenlenen bir rapora itiraz edilmediği için
maluliyet oranının bu raporda hesaplanandan fazla olan kısmına yönelik talebin
davalı lehine usuli kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin
söz konusu müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı görülmektedir.
52. Bununla birlikte konunun önemi gereği somut olaydaki
müdahalenin meşru amaç ve ölçülülük ölçütleri yönünden de incelenmesi uygun
görülmüştür.
(2) Meşru Amaç
53. Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin
düzenleme yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da
belirtilmesi kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan
yararlanabilmesi için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve
yargılama usullerini belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisi
olduğu alanlarda belirli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü
gerekir. Bu sebeple adil yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken
kanun koyucuyu bağlayan belirli bir meşru amaçlar listesi yoktur. Ancak kanun
koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu
açıktır (Bekir Sözen [GK], B. No: 2016/14586, 10/11/2022, § 74).
54. Yargılama sürecinde düzenlenen bilirkişi raporuna
süresi içinde itiraz edilmemesine karşı taraf lehine usuli kazanılmış hak
teşkil edeceği sonucununbağlanmasının yargılamanın taraflarca titizlikle takip
edilmesi suretiyle usul ekonomisinin temin edilmesi amacına yönelik olduğu
söylenebilir. Yargılama öncesinde düzenlenen ve hukuki delil olarak mahkemeye
sunulan raporlar yönünden de aynı uygulamanın yapılması ise yargılama
başladığında bu rapora dair itirazlarını dile getiren tarafın kendi itirazı
dolayısıyla daha aleyhe oluşabilecek bir durumun önüne geçilmesine, başka bir
ifadeyle rapora itiraz şeklinde bir usul işlemini yapan tarafın bu işleminden
kendisinin değil karşı tarafın -itirazı yapan aleyhine- yararlanmasının
engellenmesine ve bu suretle itiraz edenin haklarının korunmasına yönelik
olabilir. Zira rapora itiraz eden taraf, kendi itirazı sonucunda itiraz öncesi
duruma nazaran daha aleyhine olacak bir durumla karşılaşacak olursa bu onun
itiraz hakkını kullanmaktan imtina etmesine yol açabilecektir (benzer yöndeki
değerlendirme için bkz. Ahmet Özgan ve Şule Özgan, § 59).
55. Ancak uyuşmazlığın esasıyla ilgili bilirkişi
raporundaki inceleme yönteminin veya sonucun ilgili uzmanlık alanı bakımından
uygunluğuyla ilgili haklı şüphelerin bulunması veya raporda açıklığa
kavuşturulması gereken hususlar olduğu gerekçesiyle ek veya yeni bilirkişi
raporu alınmasını isteyebilmenin yalnızca taraflara tanınan usuli bir güvence
olarak görülmemesi gerekir. Uyuşmazlıkların çözümü için öncelikle maddi
vakıanın/gerçekliğin aydınlatılması devletin ilgili hakları gerçekleştirme ve
koruma yükümlülüğünün bir gereğidir. Hukuk devleti ilkesinin ve bu doğrultuda
adil yargılanma hakkının da bir gereği olan bu yükümlülük uygulamada yargı
yetkisini kullanan mahkemelere düşmektedir. Nitekim kanunda bu gereklilik maddi
vakıayı/gerçekliği ortaya çıkarıp uyuşmazlığı çözmekle yükümlü mahkemeye
tanınan yargısal bir görev olarak belirlenmiştir. Kanuna dayalı haklı nedeni
gösterilmediği takdirde uyuşmazlığın esasıyla ilgili olarak mahkemenin vakıayı
aydınlatarak ulaştığı sonuçtan tarafların veya onlardan birinin
yararlanamayacağı ileri sürülemez. Aksinin kabulü ile maddi hak talebinin
kısıtlanması, usul hukukunun adil yargılanma hakkı güvenceleri içinde maddi
hukukun gerçekleşmesine, başka bir deyişle hakların korunmasına hizmet etme
amacına da aykırı olacaktır. Öte yandan devletin hakları koruma ve
gerçekleştirmeye ilişkin yükümlülükleri ve adil yargılanma hakkının
gerekleriyle bağdaşmayan, maddi gerçekliğin usule feda edilmesi anlamına gelen
böyle bir yoruma dayanılması hukuk devleti ilkesini de zedeleyecektir. (benzer
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ahmet Özgan ve Şule Özgan, § 60).
56. Bu itibarla yukarıda belirtilen bağlamda bir
müdahalenin meşru amacının varlığı konusunda da tereddüt bulunmakla birlikte bu
hususun aşağıda ölçülülük unsuru yönünden tartışılmasının uygun olacağı
değerlendirilmiştir.
(3) Ölçülülük
(a) Genel
İlkeler
57. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve
orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik
öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin
zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının
mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37,
5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §
38).
58. Mahkemeye erişim hakkının sınırlanması için seçilen
aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir.
Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte olmalıdır. Bununla
birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin
söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde
öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi
hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale
aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir
yetkisi bulunmaktadır (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26/2/2020,
§ 48).
59. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler
orantılı olmalıdır. Orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin
sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı
bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü
olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve
orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, B. No:
2015/3690, 18/7/2018, § 52).
60. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği,
ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus Anayasa'da güvence altına
alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğidir. Bu kapsamda dava
öncesinde düzenlenen ya da yargılama sürecinde alınan bilirkişi raporuna itiraz
edilmemesine bağlanan hukuksal sonuçları ilgili hukuk kuralları çerçevesinde
değerlendirmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin bu
hususta üstleneceği rol, derece mahkemelerinin bilirkişi raporuna itiraz
edilmemesi hâlinin karşı taraf lehine usuli kazanılmış hak teşkil edeceğiyle
ilgili yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
kapsamındaki mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın şartları ışığında
incelemektir.
61. Bu itibarla hâkimin uyuşmazlığın çözümü için
başvurduğu bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen raporu değerlendirme
konusundaki takdirinin ortadan kaldırılması ve bu suretle dava yoluyla hak ve
menfaatlerini korumak isteyen kişilerin bu haklarının yargı kararıyla hüküm
altına alınmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bu
nedenle mahkemelerin bilirkişi raporuna itiraz edilmemesine bağlanan bu tür
hukuksal sonuçlarla ilgili usul kurallarını uygularken yargılamanın
hakkaniyetine zarar getirecek nitelikte tutumlardan, yorum ve
değerlendirmelerden kaçınmaları gerekir.
(b) İlkelerin
Olaya Uygulanması
62. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında
yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, başka bir anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).
63. Somut olaydaki müdahalenin mahiyeti itibarıyla
ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan unsurun orantılılık
olduğu değerlendirilmiştir. Bu itibarla Mahkemenin yargılama öncesinde SGK
tarafından düzenlenen maluliyet raporuna başvurucunun itiraz etmemesi nedeniyle
maluliyet oranı yönünden karşı taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak
oluştuğu gerekçesiyle maluliyet oranının daha yüksek hesaplandığı ATK raporunu
hükme esas almayarak tazminat miktarını SGK raporuna göre hesaplamasının başvurucuya
aşırı ve orantısız bir külfet yükleyip yüklemediğinin irdelenmesi gerekir.
64. Dava açmak kişilerin belirli bir konuda sahip
olduklarını iddia ettikleri bir hakka yönelik olarak hukuksal bir sonuç, hüküm
elde etmek için yargı organına başvurmalarını ifade etmektedir. Bu itibarla
davayı çözecek yargı merciinden beklenen, delilleri değerlendirmek ve hukuk
kurallarını yorumlamak suretiyle uyuşmazlıktaki maddi gerçeği ortaya çıkarmak,
böylece davanın her iki tarafına da hakkı olanı teslim etmektir. Nitekim 6100
sayılı Kanun'da hâkimin bilirkişi raporu da dâhil olmak üzere delilleri
serbestçe değerlendirmesinin, gerekirse yeniden bilirkişi raporu alma yoluna
gidebilmesinin öngörülmesi de özünde bu amaca hizmet etmektedir (Ahmet Özgan
ve Şule Özgan, § 69).
65. Hâkimin taraflardan birinin talebi ya da resen
gördüğü lüzum üzerine aldığı bir bilirkişi raporunu, yargılama öncesinde
alınmış bir bilirkişi raporuyla ilgili olarak karşı taraf lehine usuli
kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle hükme esas alamayacağını kabul etmek
hâkimin uyuşmazlığın çözümü için gerekli delilleri değerlendirmesi hususundaki
takdirinin ortadan kaldırılması ve onun aslında bu deliller sayesinde tespit
ettiği maddi bir gerçeği ve buna bağlı olarak oluşması gereken hukuksal durumu
hüküm altına almasının engellenmesi sonucunu doğurur. Başka bir anlatımla böyle
bir durumda bireyin hakkının varlığı dava sürecinde olgusal bir gerçeklik
olarak da tespit edilmesine rağmen bu gerçeklik bizzat o hakkın teslimi
amacıyla başvurulan yargı mercii tarafından yok sayılmış, görmezden gelinmiş
olur. Kişinin maddi hukuka göre sahip olduğu bir hakkın dava vasıtasıyla elde
edilmesi bir yana salt usuli gerekçelerle yargı kararıyla görmezden gelinmesi
ise dava açma kavramının temel mantığıyla bağdaşmadığı gibi dava
açılmasını anlamsız hâle getirir ve karşı tarafın gerçekte sahibi olmadığı bir
hakkı usuli uygulamalar sayesinde elde etmesi gibi hakkaniyetsiz bir sonuca yol
açabilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ahmet Özgan ve Şule Özgan,
§ 70).
66. Bu bağlamda bireysel başvuruya konu davada da
Mahkeme, başvurucunun maluliyet oranına ilişkin olarak yargılama öncesinde
düzenlenen SGK raporuna davalının itiraz etmesi üzerine maluliyet oranının
belirlenmesi için ATK'dan rapor istemiştir. ATK tarafından düzenlenen raporda
maluliyet oranının daha yüksek belirlenmesi üzerine Mahkeme, SGK raporuna
başvurucunun itiraz etmemesinin davalı lehine usuli kazanılmış hak oluşturduğu
kabulüyle ATK raporunu hükme esas almamış ve yine aynı gerekçeyle söz konusu
raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine yönelik yeni bir rapor aldırılması
yoluna da gitmeden başvurucunun uğradığı zarar miktarını yargılama öncesinde
alınan rapordaki maluliyet oranı üzerinden değerlendirmiştir.
67. Bu çerçevede başvurucunun maluliyet oranının daha
yüksek olabileceği Mahkemece uyuşmazlığın çözümü için başvurulan bilirkişi
incelemesi yoluyla olgusal olarak tespit edildiği hâlde bu durumun salt usule
ilişkin sebeplerle, zararının belirlenmesinde -gerektiğinde daha ileri bir
inceleme yapılması yoluna da gidilmeden- değerlendirmeye alınmaması ve
başvurucunun bu bağlamdaki fazlaya ilişkin talepleri için yeni bir dava açma
yoluna yönlendirilmesi başvurucuyu gerçekte maddi hukuka göre sahip olabileceği
hakkını aynı davada tam olarak talep etme imkânından yoksun bırakmıştır.
Dolayısıyla usule ilişkin bu uygulamanın başvurucunun söz konusu hakkı elde
etmek amacıyla açtığı davayı anlamsız hâle getirdiği, bu suretle başvurucuya
şahsi olarak ağır ve orantısız bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Bu itibarla
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu
sonucuna varılmıştır.
68. Diğer yandan somut başvuruya konu dava iş kazasına
bağlı olarak meydana gelen iş gücü kaybından doğan zararın tazmini talebine
ilişkindir. Bu tür davalarda kişilerin maluliyet oranının belirlenmesi uzmanlık
gerektiren teknik bir konu olup nitekim mahkemeler de uygulamada tereddütlü
durumlarda maluliyet oranının tespiti için resen ya da tarafların talebi
üzerine bilirkişi incelemesi yoluna başvurmaktadır. Dolayısıyla bu tür teknik
bir konuda, dava açtığı sırada kişiden maluliyet oranının gerçekte ne olduğunu
net bir şekilde öngörmesini ve davadaki talebini buna göre kesin olarak
oluşturmasını/sınırlandırmasını beklemek işin mahiyeti ve uyuşmazlığın niteliğiyle
bağdaşmaz. Bu bağlamda somut olayda başvurucunun dava dilekçesinde SGK
tarafından maluliyet oranının %14 olarak tespit edildiğinden bahsetmekle
birlikte bu durumu bir olgu, maluliyetinin varlığına ilişkin hukuki bir delil
olarak sunduğu, buna karşılık taleplerini bu oran üzerinden sınırlandırdığına
dair bir ifade kullanmadığı, bilakis dilekçede bildirdiği tazminat miktarı
dışında sair talep ve dava haklarını da saklı tuttuğunu belirttiği görülmüştür.
Bu itibarla başvurucunun maluliyet oranı konusunda talebini sınırlandırdığından
söz edilemeyeceğinden yukarıda ihlal sonucuna varılırken yapılan
değerlendirmelerin yargılama usulü ilkelerinden olan ve hâkimin tarafların
talep sonuçlarıyla bağlı olmasını, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar
verememesini ifade eden taleple bağlılık ilkesini zedeleyen bir yönünün
bulunmadığı da açıktır.
69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
70. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
71. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile
benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023)
kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa
Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un
geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile
yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest
olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan
başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden
yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile
bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan
ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
72. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
73. Başvurucu; ihlalin tespiti ile yeniden yargılama
yapılması ve 50.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
74. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması
gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875,
7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,
7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No:
2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
75. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından
başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarınıntüketilmemesi nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Soma İş Mahkemesine (E.2014/436, K.2015/373) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 19.164,60 TLyargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine
ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/12/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.