TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HELİN YUSUF BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/14678)
Karar Tarihi: 14/1/2025
Başkan
:
Basri BAĞCI
Üyeler
Engin YILDIRIM
Kenan YAŞAR
Ömer ÇINAR
Metin KIRATLI
Raportör
Zehra GAYRETLİ
Başvurucu
Helin YUSUF
Vekili
Av. Güler KILIÇ POLAT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hukuka aykırı olarak elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/3/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurucuya bildirilen eksikliğin verilen kesin süre içinde giderilmediği gerekçesiyle başvuru 9/3/2023 tarihinde idari yönden reddedilmiştir.
4. Başvurucunun bu karara itirazı Komisyonca 9/5/2023 tarihinde kabul edilmiş ve başvurunun kabul edilebilirlik yönünden yeniden değerlendirilmesine karar verilmiştir.
5. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile gerekçeli karar hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu, Viranşehir Otogarı'nda 26/8/2017 tarihinde devriye görevi yapan kolluk görevlilerince hareketlerinden şüphelenilerek yanındaki dört kişi ile birlikte durdurulmuş ve kimlik tespitinin yapılması için Viranşehir Terörle Mücadele (TEM) Büro Amirliğine götürülmüştür.
9. Kolluk görevlilerinin Viranşehir TEM Büro Amirliğinde başvurucu ile tercüman yardımıyla ön görüşme (mülakat) adı altında bir görüşme yaptıkları dosyada bulunan 26/8/2017 tarihli tutanaktan anlaşılmaktadır. Tutanağa göre başvurucu; kolluk görevlilerine verdiği beyanında özetle yasal olmayan yolları kullanarak yaklaşık 1,5 ay önce Irak üzerinden Türkiye'ye giriş yaptığını, Türkiye'ye giriş yaparken kendilerine kaçakçıklık yapan kişilerin yardım ettiğini, bu yardımları karşılığında onlara para verdiğini belirtmiştir. Başvurucu, tutanakta ismini bilmediği bir ildeki evde yaklaşık bir ay gizlendiklerini, bu evde fotoğraflarının çekilerek kendilerine yol izin belgesi isimli bir belge verildiğini de ifade etmiştir. Ayrıca Türkiye'ye giriş yapmadan önce Suriye'de kaldığı süre boyunca Haseki iline bağlı Malkiye ilçesinde YPG kontrolündeki bir belediyenin gümrük biriminde yaklaşık 4 ay süreyle çalıştığını ve burada örgüt mensuplarının fotoğraflarının bulunduğu odalarda resim çektirdiğini belirtmiştir.
10. Tutanakta, başvurucunun üst araması sonucunda diğerlerinin yanı sıra sırt çantası, bir flash bellek ve cep telefonu bulunduğu belirtilmiştir. Tutanak, başvurucu tarafından imzalanmıştır. Tutanakta bir tercüman ile birlikte üç kolluk görevlisinin de imzaları bulunmaktadır.
11. Kolluk görevlilerince nöbetçi Cumhuriyet savcısı ile telefonla yapılan görüşmede başvurucunun yedi gün süreyle gözaltına alınması, gerekli yasal işlemlerin yapılması amacıyla Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) bilgilendirilmesi ve başvurucunun Şanlıurfa TEM Şube Müdürlüğü görevlilerine teslim edilmesi yönünde talimat alınmıştır.
12. Talimat doğrultusunda Şanlıurfa TEM Şube Müdürlüğüne getirilen başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütü üyeliği suçundan soruşturma başlatılmıştır.
13. Başvurucunun üzerinde bulunan dijital materyalin incelemesi sonucunda düzenlenen 5/9/2017 tarihli Dijital Veri İnceleme Tutanağı'na göre dijital veriler üzerinde Şanlıurfa 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 29/8/2017 tarihli ve 2017/3289 D. İş sayılı elkoyma, onama ve inceleme kararına istinaden inceleme yapılmıştır. Bu incelemede flash bellek içinde başvurucunun kapalı bir ortamda, A.Ö.nün resminin bulunduğu tablo önünde çekilmiş üç fotoğrafı, cep telefonunda ise A.Ö.nün resmi, Rojova yazılı bir fotoğraf, siyah zemin üzerindeki yıldız içinde YPG ve APO yazılı bir fotoğraf, son olarak örgüt bayrağı önünde çekilmiş, kimliği belirsiz olan bir örgüt üyesinin fotoğrafı tespit edilmiştir.
14. Kolluk görevlilerince düzenlenen 2017/578 sayılı fezlekeye göre başvurucunun kollukta müdafiinin de hazır bulunmasıyla ifadesi alınmıştır. Bu ifadenin 3/9/2017 tarihinde alındığı, kolluk görevlilerince başvurucuya yöneltilen on dokuz soruya başvurucunun verdiği cevaplardan ibaret olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Başvurucu kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplarda özetle Suriye'de doğduğunu, burada kardeşleriyle yaşadığını, Mağbera isimli bölgede yaklaşık 4 ay süreyle gümrükte evrak bölümüne baktığını,yabancı ülkelerden Suriye'ye gelenlerin ülkelerine geri dönmeleri için gerekli olan evrakı hazırlayarak geçimini sağladığını belirtmiştir. Ayrıca geçimini sağlamak için çalıştığı kurumun YPG güçlerinin kontrolünde olup olmadığı hususunda bir bilgisi olmadığını ancak A.Ö.nün resimlerinin duvarlarda asılı olduğunu zira kendisinin de bu resimlerin önünde çekilmiş fotoğraflarının kollukça el konulan flash bellekte bulunduğunu ifade etmiştir.
15. Başvurucu 8/9/2017 tarihinde Şanlıurfa 3. Sulh Ceza Hâkimliği önündeki sorgusunda özetle kollukta verdiği ifadeyi tekrar ederek Danimarka'da bulunan erkek arkadaşının yanına gitmek için Türkiye'ye geldiğini, terör örgütleriyle herhangi bir bağlantısının bulunmadığını ifade etmiş ve suçlamayı kabul etmemiştir. Şanlıurfa 3. Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun tutuklanmasına aynı tarihte karar vermiştir.
16. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından Başsavcılığın 3/1/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede PKK/KCK terör örgütünün kuruluşu ve bu örgüt bünyesindeki YPG yapılanmasının tarihsel süreci hakkında geniş açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun üzerinden çıkan dijital materyale ve kolluk beyanına dayanılarak terör örgütüne ait birimlerde görev yaptığı, Türkiye'ye örgüt faaliyeti kapsamında yasal olmayan yollardan girdiği iddia edilmiştir.
17. Şanlıurfa 6. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada 8/1/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda dosya içindeki 26/8/2017 tarihli tutanakta imzası olan kolluk görevlilerinin tanık sıfatıyla dinlenmelerine ve duruşmanın ilk celsesinin 14/3/2018 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir.
18. Duruşmanın 14/3/2018 tarihli ilk celsesinde müdafiinin de hazır bulunmasıyla tercüman aracılığı ile başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu; savunmasında özetle Lazkiye'de Arap Dil ve Edebiyatı Bölümünde okuduğunu, emniyette verdiği ilk beyanının ifade alma işlemi kapsamında alındığını dahi bilmediğini, bu beyanı verdikten sonra avukatın gelip imza atarak gittiğini ileri sürmüştür. Tercüman hatası yapılarak kendisinin gümrükte çalıştığı yönündeki ifadenin tutanağa yazıldığını oysa bu yönde bir beyanının olmadığını belirterek suçlamayı reddetmiştir. Başvurucu müdafii ise herhangi bir arama kararı olmadığı hâlde başvurucunun üzerinde arama yapıldığını, böyle bir arama sonucu ele geçirilen delilin hukuka aykırı nitelikte olduğunu, atılı suçu başvurucunun işlediğine dair somut bir veri bulunmadığını belirtmiştir.
19. Mahkeme, dosya kapsamını dikkate alarak tutanak tanıklarının dinlenmesi yönündeki ara kararından vazgeçilmesine ve duruşmanın bir sonraki celsesinin 3/4/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir.
20. Duruşmanın 3/4/2018 tarihli ikinci celsesinde iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını dosyaya sunmuş, mütaalada başvurucunun 3/9/2017 tarihli kolluk ifadesine ve başvurucudan ele geçirilen dijital verilerde tespit edilen fotoğraflara atıf yaparak atılı suçu işlediğini belirtmiştir.
21. Mahkeme, başvurucunun esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma hazırlayabilmesi için başvurucuya süre verilmesine ve duruşmanın son celsesinin 26/4/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir.
22. Başvurucu, esas hakkındaki mütalaaya karşı 26/4/2018 tarihli son celsede savunma yapmıştır. Başvurucu müdafiinin de hazır bulunduğu savunmasında özetle Türkçe bilmediği için kendini etkili bir şekilde savunamadığını, nitekim hazırlık aşamasındaki ifadesinin hatalı şekilde kayda geçirildiğini dahi anlayamadığını ve atılı suçlamayı kabul etmediğini ileri sürmüştür.
23. Mahkeme duruşmanın tamamlanmasının ardından hükmü açıklayarak başvurucunun atılı suçtan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş; gerekçeli kararda Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 21/5/2015 tarihli ve E.2015/3513 K.2015/1456 sayılı kararı ile bu kararı takip eden benzer nitelikteki içtihada atıf yaparak PKK/KCK bünyesindeki YPG yapılanmasının terör örgütü olarak kabul edildiğini belirttikten sonra başvurucunun YPG içinde aktif olarak belli bir süre çalışmasına ve dijital veride tespit edilen fotoğraflara dayanarak örgütün hiyararşik yapısına dâhil olduğu sonucuna ulaştığını, bu suretle atılı suçu işlediğini ifade etmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda, dosya içerisinde bulunan sanığın savunması, adli raporlar, üst arama tutanağı, dijital veri inceleme tutanağı, sorgu tutanağı, araştırma tutanağı, sanığın daha önce herhangi bir terör eylemine katılıp katılmadığına dair yazı cevabı, tanık beyanı ve dosya içerisinde bulunan tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, sanık Helin YUSUF'un 03/09/2017 tarihinde müdafi ve tercüman huzurunda alınan ifadesinde, 'yakalandığı 26/08/2017 tarihinden yaklaşık 1-1,5 ay önce Irak Ülkesi üzerinden Türkiye'ye kaçak yollardan geçiş yaptığı, kaçakçı şahısların yardımıyla 1 ay kadar gizlenerek bazı evlerde kaldıkları, sanığın Suriye/Derik'te Mağbera bölgesinde yaklaşık 4 ay gümrük evrak bölümüne baktığı, Türkiye, Irak ve Avrupa'dan akrabalarını ziyarete gelen şahısların kayıtlarını tuttuğu, sanığın çalıştığı kurumların YPG'ye yada rejim güçlerine mi ait olduğunu bilmediği, ancak burada bulunan okullarda PKK/KCK adlı silahlı terör örgütünün elebaşının resimlerinin asılı bulunduğu' şeklinde ifade verdiği, dosya içerisinde bulunan 05/09/2017 tarihli Dijital Veri İnceleme Tutanağında belirtildiği üzere sanıktan ele geçirilen dijital verilerin incelemesinde, PKK/KCK Silahlı Terör Örgütünün sözde lideri terörist başı Abdullah Öcalan'ın resimlerinin altında resim çektirdiği görüntülerin bulunduğu, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanık Helin YUSUF'un Silahlı Terör Örgütü PKK/PYD'nin hiyerarşik yapısı içerisinde yer almak suretiyle 5237 sayılı TCK'nın 314/2 ve 3713 sayılı TMK'nın 5/1. fıkrasında düzenlenen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediği mahkememizce sabit görülmüştür.
Sanık mahkememizde alınan savunmasında üzerine atılı suçu işlemediğini, örgüt üyesi olmadığını, İlçe Jandarma Komutanliğinda vermiş olduğu ifadesini okumadan imzaladığını savunmuş, yine sanık müdafisi de müvekkilinin örgüt üyesi olmadığından bahisle beraatine karar verilmesini talep etmiş, mahkememizce yapılan yargılama sonucunda sanığın Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğünde müdafi huzurunda ve tercüman aracılığıyla alınan ifadesinin içeriği, ifadesinin içeriğini destekler mahiyetteki dijital veri inceleme tutanağındaki fotoğraflar, yakalanma şekli ve dosya içerisinde bulunan tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde sanığın mahkememizdeki savunmasının cezalandırılmaktan kurtulmaya yönelik olduğu dikkate alınarak sanığın savunmasına itibar edilmeyerek sabit olan eyleminden dolayı cezalandırılması yoluna gidilmiştir.
5237 Sayılı TCK'nın 314/2 fıkrasında düzenlenen Terör örgütüne üye olma suçunun oluşabilmesi için failin hiyerarşik yapı içerisinde yer alması ve örgüt ile organik bağın bulunması gerekmektedir. Hiyerarşik yapıya dahil olup olmadığını tespit etmek için failin eylemlerinin ve faaliyetlerinin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluğuna veya eylemin niteliğine göre belirlenmesi gerekmektedir. Somut olayımızda sanığın Silahlı Terör Örgütü PKK/KCK'nın Suriyedeki silahlı uzantısı YPG içerisinde aktif olarak belli bir süre çalışması, dijital veri inceleme tutanağındaki fotoğraflar vedosya içerisinde bulunan tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde sanığın PKK/YPG silahlı terör örgütünün hiyerarşisi içerisinde yer aldığı ve suçun unsurları gerçekleştiğinden sanığın 5237 Sayılı TCK'nın 314/2 fıkrasında düzenlenen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan cezalandırılması yoluna gidilmiştir."
24. Başvurucu 10/5/2018 tarihli dilekçeyle diğerlerinin yanı sıra gözaltına alınma sürecinde yeterli hukuki yardım almadığını, nitekim kolluktaki ifadesinin anladığı dilde kendisine okunmadan imzalatıldığını, bu beyanı kovuşturma aşamasında reddettiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca yazılı emir olmadığı hâlde kolluk tarafından üst araması yapıldığını, hukuka aykırı şekilde ifa edilen bu arama sonucu bulunan dijital verilerin delil değeri olmadığını, örgüt üyeliği suçunu işlediğine ve hiyerarşik yapı içinde yer aldığına, iradesinin bu yönde devamlı olduğuna ilişkin herhangi bir somut delil olmadığını ifade ederek istinaf talebinde bulunmuştur.
25. Başvurucunun istinaf başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 19/9/2018 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Ret kararının gerekçesinde başvurucunun iddia ve itirazları hakkında herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiştir.
26. Başvurucu 18/10/2018 tarihli dilekçeyle istinaf başvuru dilekçesindeki iddia ve itirazlarını tekrarlayarak temyiz talebinde bulunmuştur. Başvurucu; temyiz dilekçesinde pasaportundan da anlaşılacağı üzere 24/8/2017 tarihinde Türkiye'ye geldiğini ve 26/8/2017 tarihinde gözaltına alındığını, dolayısıyla Türkiye'de gizlenmediğini, ayrıca gözaltına alındığı sırada yanında bulunan diğer dört kişiyle birlikte aynı prosedürü izleyerek Türkiye'ye giriş yaptığını, söz konusu kişiler hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı hâlde kendisinin kaçak olarak Türkiye'ye giriş yaptığı yönünde değerlendirme yapıldığını, bu değerlendirmenin de hakkaniyete aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
27. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 3/10/2019 tarihinde temyiz isteminin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararında başvurucunun temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü iddia ve itirazları hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır.
28. Başvurucu 20/2/2020 tarihinde nihai kararı öğrendikten sonra 9/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
..."
30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Şüpheli veya sanıkla ilgili arama" kenar başlıklı 116. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir."
31. 5271 sayılı Kanun’un "Arama kararı" kenar başlıklı 119. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) (Değişik : 25/5/2005 – 5353/15 md.) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.
32. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde redd olunur:
a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
…”
33. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
34. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Durdurma ve kimlik sorma" kenar başlıklı 4/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, kişileri ve araçları;
a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
c) Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
ç) Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
amacıyla durdurabilir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.
35. 2559 sayılı Kanun'un "Önleme araması" kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla usûlüne göre verilmiş sulh ceza hâkiminin kararı veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mülkî âmirin vereceği yazılı emirle; kişilerin üstlerini, araçlarını, özel kâğıtlarını ve eşyasını arar; alınması gereken tedbirleri alır, suç delillerini koruma altına alarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre gerekli işlemleri yapar.
36. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/3/2023 tarihli ve E.2022/10-13, K.2023/191 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
İstanbul Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü Güven Timleri Büro Amirliği görevlilerince, suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla 13.10.2013 tarihinde saat 13.15 sıralarında, şehirler arası otobüs terminalinde gerçekleştirilen devriye görevi esnasında, 67-68 numaralı peronun bulunduğu yerde faaliyet gösteren İstanbul Seyahat adlı otobüs firmasının çevresinde tedirgin davranışlar sergileyerek dolaşan ve elinde bir adet poşet bulunan sanığın durumundan şüphelenildiği, görevlilerce takip edilmeye başlanan sanığın kısa bir süre sonra, adı geçen firmaya ait olan ve saat 13.40’da İstanbul’dan Tekirdağ’a hareket etmek üzere peronda bekleyen otobüse binip aracın en arkasına giderek, elindeki poşeti koltukların üzerinde bulunan el bagajı bölümüne yerleştirdiği otobüsün orta kapısının bulunduğu bölüme gelip su aldıktan sonra araçtan indiği yanına yaklaşıp kendisini durduran görevlilerce yapılan kimlik kontrolünden sonra sanık tarafından otobüsün el bagajı bölümüne yerleştirilen poşetin kontrol edilebilmesi amacıyla bulunduğu yerden alındığı, poşetin içi kontrol edildiğinde suç konusu esrarın ele geçirildiği olayda;
Görevli bulunduğu mülki sınırlar içinde gerek edinilen bilgi, ihbar veya şikâyet üzerine gerekse kendiliğinden bir suçla karşılaşan, bu kapsamda olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne ya da malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması veya bozulmaması için gerekli tedbirleri almakla görevli ve yetkili olan kolluk görevlileri, tüm işlemlerini hukuka uygun olarak yapmakla mükelleftirler. Hukuk kuralları içinde hareket edilmemesi durumunda ise yapılan işlemlerin ya da yürütülen faaliyetlerin, kaynağı hukuki olmadığından keyfilik olarak değerlendirilmesi söz konusu olacaktır. Diğer taraftan maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında araç olarak kullanılan delillerin hukuka uygun olarak elde edilmesi gerekmektedir. Her ne kadar ceza mahkemesi sistemimizde, bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama getirilmemiş ise de maddi gerçek ancak, hukuk kuralları içinde ve hukuka uygun şekilde elde edilen deliller ile araştırılmalıdır. Maddi gerçeğe ulaşma gayesiyle delil elde edilmeye çalışılırken, hukukun ve ceza muhakemesinin temel ilkelerinden ödün verilmesi mümkün değildir.
Sanığa ait olduğu anlaşılan ve içinde suç konusu esrarın ele geçirildiği poşette yapılan arama işleminin, PVSK’nın 4/A maddesi kapsamında gerçekleştirilen ve önleyici nitelikte bir tedbir olan yoklama biçiminde kontrol olarak değerlendirilemeyeceği, aksinin kabulünün keyfi ve ölçüsüz uygulamalara sebebiyet verip temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucu doğuracağı, uyuşturucu maddenin görevlilerce ele geçirilme anına kadar suçüstü hâli söz konusu olmadığı gibi dosya kapsamı itibarıyla derhâl işlem yapılmadığı takdirde işlendiği iddia edilen suçun iz, eser, emare ve delillerinin kaybolacağına dair, diğer bir anlatımla gecikmesinde sakınca bulunan bir hâle ilişkin hiçbir bilgi ve belgenin de bulunmadığı, bu bakımdan sanığa ait poşette gerçekleştirilecek arama işlemi için, CMK'nın 116 ve devamı maddeleri uyarınca adli arama kararı veya Cumhuriyet savcısından yazılı emir alınması ya da PVSK'nın 9. maddesi gereğince usulüne uygun olarak alınmış, olay yeri ve tarihini kapsayan bir önleme araması kararının gerekli olduğu, ancak dosya kapsamında bu tür bir arama kararı ya da yazılı arama emrine rastlanmadığı, suç konusu uyuşturucu maddenin hukuka aykırı olarak elde edilen delil niteliğinde olması durumunda Anayasa'nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK'nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası ve 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca hükme esas alınamayacağı da dikkate alındığında; sanığa ait poşette arama yapılmasına olanak sağlayan adli arama kararı veya yazılı arama emri ya da olay yeri ve tarihini kapsayan önleme araması kararı bulunup bulunmadığının araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu kabul edilmelidir."
37. Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla verdiği 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.
Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, 'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.'; 5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 'Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir' denilmiştir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…"
B. Uluslararası Hukuk
38. Ceza davasında hukuka aykırı delillerin kullanılması şikâyeti yönünden hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile ilgili uluslararası hukuk için bkz. Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, §§ 30-34.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
39. Başvurucu; hukuka aykırı şekilde elde edilen dijital verilerin delil olarak kabul edildiğini, kolluk beyanına dayanılarak terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılmasının hakkaniyete aykırı olduğunu, ayrıca yargılamanın sonucunu etkileyecek nitelikteki argümanlarının karşılanmadığını belirterek hakkaniyete uygun yargılanma ile gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddialarıyla ilgili olarak öncelikle adil yargılanma hakkının bireylere dava sonucunda verilen kararın değil yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verdiği vurgulanmış; Mahkemenin yargılama kapsamında başvurucuya iddianamede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirilmesinin anlatıldığı ve kanundan kaynaklanan temel haklarının hatırlatıldığı belirtilmiştir.
41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesindeki iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
42. Anayasa’nın 36. Maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
43. Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:
“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.”
44. Başvurucunun tüm iddialarının bir bütün olarak adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
46. Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun şekilde ortaya çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gereklidir. Bu bakımdan ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır (Orhan Kılıç, § 42).
47. Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca değerlendirme yaptığı birçok kararında kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin yargılamada kullanılmasıyla ilgili olarak ileri sürülen iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelemiştir. Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında bu konuda yapılan değerlendirmelerde Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası da dikkate alınmaktadır (Orhan Kılıç, § 43).
48. Ancak bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa yargı mercileri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, yargı mercilerince yapılan değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen yargı mercilerine aittir (Orhan Kılıç, § 44).
49. Bununla birlikte kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya yargı mercilerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek ya da belirleyici delil olarak kullanılmasının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabileceği dikkate alınmalıdır. Ceza muhakemesinde delillerin elde ediliş şekli ve mahkûmiyete dayanak alınma düzeyleri, yargılamanın bütününü hakkaniyete aykırı hâle getirebilir (Orhan Kılıç, § 45).
50. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi, hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya yargı mercilerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanılmadığını ve bu hukuka aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46).
51. Bu konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığı da dikkate alınmalıdır (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61). Hakkaniyete uygun bir yargılama delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesini, delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olmasını zorunlu kılar. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi de delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmasına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onlara yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir (Orhan Kılıç, §§ 47, 48).
52. Kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya yargı mercilerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin kabul edilmesinin yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediğinin Anayasa'nın 36. ve 38. maddeleri açısından değerlendirilmesinde -yargılamanın bütünlüğü içinde- somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır (Orhan Kılıç, § 51).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
53. Başvurucu, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan mahkûm edilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararına göre başvurucunun 3/9/2017 tarihinde müdafiinin de hazır bulunmasıyla kollukta verdiği beyanı ile kolluk görevlilerince yapılan üst aramasında bulunduğu anlaşılan dijital veri niteliğindeki flash bellek ve cep telefonu içindeki bazı fotoğrafların delil olarak mahkûmiyet hükmüne esas alındığı görülmüştür. Başvurucu, kolluk görevlilerince gerçekleştirilen söz konusu aramanın hukuka aykırı olduğunu, bu nedenle arama sırasında ele geçirilen dijital verilerin delil olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür.
54. Anayasa Mahkemesi yukarıda belirtilen ilkeler (bkz. §§ 46-52) kapsamında öncelikle iddia konusu delilin hukuka aykırı olduğunun ilk bakışta anlaşılıp anlaşılmadığına veya yargı mercilerince hukuka aykırı olduğu yönünde bir tespitin bulunup bulunmadığına bakacaktır. Daha sonra sırasıyla bu delilin hükme esas alınıp alınmadığı, hükme esas alınmışsa tek veya belirleyici nitelikte olup olmadığı, tek veya belirleyici ise bu delilin kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini etkileyip etkilemediğine bakarak bir inceleme yapacaktır.
55. Arama ve elkoyma koruma tedbirleri, 5271 sayılı Kanun'un "Arama ve Elkoyma" başlıklı Dördüncü Bölümü'nün 116. ile 134. maddeleri arasında düzenlenmiştir. 5271 sayılı Kanun’un 116. maddesinde, suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe mevcutsa şüphelinin veya sanığın üstünün aranabileceği ifade edilmiştir. Aynı Kanun’un 119. maddesinde ise hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk amirinin yazılı emriyle kolluk görevlilerinin arama yapabileceği hükme bağlanmıştır. Ayrıca 2559 sayılı Kanun'un 9. maddesinde kolluk görevlilerinin "tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla usûlüne göre verilmiş sulh ceza hâkiminin kararı veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mülkî âmirin vereceği yazılı emirle; kişilerin üstlerini, araçlarını, özel kâğıtlarını ve eşyasını" arayabilecekleri ifade edilmiştir.
56. Öte yandan kolluk görevlilerinin hangi durumlarda bir mahkeme kararı ya da yetkili birimlerce verilen yazılı bir emre dayanmaksızın kişilerin üstünde veya eşyalarında arama yapabileceğine ilişkin kurallar da ilgili mevzuatta açıkça düzenlenmiştir. Bu bağlamda 2559 sayılı Kanun'un 4/A maddesi kapsamında kolluğa, kişileri ve araçları tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması hâlinde durdurma ve yoklama biçiminde kontrol yapma yetkisi tanınmıştır. Bu kapsamda ifa edilen yoklamanın arama kararı veya yazılı emir gerektirmediği ilgili Yargıtay içtihadında da belirtilmiştir (bkz. § 36).
57. Somut olayda 26/8/2017 tarihinde yanındaki dört kişiyle birlikte Viranşehir Otogarı'nda olan başvurucu, otogarda devriye görevini ifa eden kolluk görevlilerince hareketlerinden şüphelenilmesi nedeniyle durdurulmuştur. Başvurucu, kimlik tespiti yapılması için Viranşehir TEM Büro Amirliğine götürülmüş, burada kolluk görevlileri tercüman yardımıyla başvurucu ile bir mülakat yapmış ve bu görüşme neticesinde başvurucunun beyanını tutanak altına almıştır. 26/8/2017 tarihli bu tutanakta yer alan bilgilere göre başvurucu üst aramasına da tabi tutulmuş, aramada bir sırt çantası, flash bellek ve cep telefonu elde edilmiştir. Başvurucunun tabi tutulduğu aramanın yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerine aykırı şekilde yapıldığı anlaşılmıştır. Nitekim aramanın ilgili mevzuat uyarınca kolluk görevlilerine tanınan yoklama biçimindeki kontrol kapsamında bir arama olmadığı veya suçüstü üzerine yapılmadığı açıktır. Ayrıca söz konusu arama işleminin tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla alınan bir sulh ceza hâkimliği kararına veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde mülki amirin verdiği yazılı bir emire dayanılarak yapıldığına dair somut bir veri dosyada bulunmamaktadır. Ancak bu durum, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi için yeterli değildir. İkinci olarak hükmün tek başına veya belirleyici ölçüde hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen delillere dayalı olup olmadığı ortaya çıkarılmalıdır.
58. Başvurucu 3/9/2017 tarihli kolluk ifadesine dayanılarak örgütün hiyerarşik yapısı içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği gerekçesiyle mahkûm edilmiştir. Buna ek olarak üst araması sonucunda kolluk görevlilerince elde edilen dijital materyal içinde yer alan ve duvarlarında Abdullah Öcalan'ın resimlerinin asılı olduğu kapalı ortamlarda çekilmiş bazı fotoğraflar delil olarak kabul edilmiştir.
59. Başvurucu "mülakat" adı altında 26/8/2017 tarihinde alınan beyanlarının sorulduğu 3/9/2017 tarihli ifadesinde bu beyanları kabul etmeyerek geçimini sağlamak için çalıştığı kurumun YPG güçlerinin kontrolünde olup olmadığını bilmediğini ileri sürmüştür (bkz. § 14). Buna göre, başvurucunun mülakat adı altında yapılan görüşmede verdiği belirtilen beyanlarının yargılama aşamalarındaki ifadeleri ile doğrulanamadığı açıktır. Başvurucunun ceza muhakemesinde yeri olmayan "mülakat" usulüne göre elde edilen beyanlarının yargılama aşamalarındaki ifadeleri ile doğrulanamadığı dikkate alındığında başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan kurulan hükümde bahsi geçen dijital verilerin tek olmasa da belirleyici nitelikte delil olduğu anlaşılmaktadır.
60. Başvurucu, "mülakat" adı altında alınan ve sonraki ifadelerinde büyük ölçüde reddetiği beyanı ile bu beyanı desteklediği Mahkemece kabul edilen şikâyete konu hukuka aykırı arama kapsamındaki delillere dayanılarak mahkûm edilmiştir. Başvurucunun yargılamanın çeşitli aşamalarında delillere karşı ileri sürdüğü itirazlar hakkında mahkemelerce herhangi bir değerlendirme yapılmamış olması ve telafi edici güvencelere de başvurulmaması dikkate alındığında yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesi altında güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmektedir.
Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI bir görüşe katılmamışlardır.
VI. GİDERİM
62. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
63. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
64. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI'nın KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Şanlıurfa 6. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/7, K.2018/332) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/1/2025 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucu, hukuka aykırı şekilde elde edilen dijital verilerin delil olarak kabul edildiğini ve terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılmasının hakkaniyete aykırı olduğunu, yargılamanın sonucunu etkileyecek iddialarının karşılanmadığını bu nedenle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, Sayın Mahkemece yapılan değerlendirmede çoğunluk tarafından başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Aşağıda belirtilen gerekçeler ile çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Şöyle ki;
Başvurucu Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olup, Viranşehir Otogarında yanında bulunan dört kişi ile birlikte kolluk görevlilerince durdurulmuş ve kimlik tespiti için TEM Büro Amirliği’ne götürülmüştür. Başvurucu ifadesinde özetle, Irak üzerinden yasal olmayan yollarla Türkiye’ye giriş yaptığını, ismini bilmediği bir evde yaklaşık bir ay kaldığını ve yol izin belgesi isimli belge verildiğini, Suriye’de Haseki İli Maliki’ye İlçesinde YPG kontrolündeki belediyede evrak bölümünde çalıştığını belirtmiştir. Başvurucu üzerindeki dijital materyaller (flash bellek) incelendiğinde, terör örgütünün sözde lideri A.Ö.’ye ait tablo önünde fotoğraflarının olduğu, cep telefonunda ise A.Ö.’nün fotoğrafı, Röjova yazılı bir fotoğraf, siyah zemin üzerindeki yıldız içinde YPG ve APO yazılı bir fotoğraf, sözde örgüt bayrağı önünde kimliği belirsiz olan bir örgüt üyesinin fotoğrafı tespit edilmiştir. Başvurucu, Sulh Ceza Hakimliği’ndeki ifadesinde daha önceki ifadelerini tekrarlayarak, Danimarka’da bulunan erkek arkadaşının yanına gitmek için Türkiye’ye geldiğini, terör örgütleri ile bir bağlantısının bulunmadığını beyan etmiştir. Başsavcılık başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan kamu davası açmış, yargılama sonucunda başvurucuya 6 yıl 3 ay hapis cezası verilmiş, başvurucunun istinaf talebi de esastan reddedilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından reddedilmiş ve hüküm onanmıştır.
Arama ve el koyma koruma tedbirleri, 5271 sayılı Kanun'un "Arama ve El koyma" başlıklı Dördüncü Bölümü'nün 116. ila 134. maddeleri arasında düzenlenmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 116. maddesinde, suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe mevcutsa şüphelinin veya sanığın üstünün aranabileceği ifade edilmiştir. Aynı Kanun'un 119. maddesinde ise hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde ise kolluk amirinin yazılı emriyle kolluk görevlilerinin arama yapabileceği hükme bağlanmıştır. Ayrıca 2559 sayılı Kanun'un 9. maddesinde kolluk görevlilerinin, "tehlikenin veya suç islenmesinin önlenmesi amacıyla usulüne göre verilmiş sulh ceza hâkiminin kararı veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakanca bulunan hâllerde mülki âmirin vereceği yazılı emirle; kişilerin üstlerini, araçlarının, özel kağıtları ve eşyasını" arayabilecekleri ifade edilmiştir. Yine 2559 sayılı Kanun'un 4/A maddesinde kolluğa, kişileri ve araçları tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması hâlinde durdurma ve yoklama biçiminde kontrol yapma yetkisi tanınmıştır. Bu kapsamda ifa edilen yoklamanın arama kararı veya yazılı emir gerektirmediği ilgili Yargıtay içtihatlarında kabul edilmiştir.
Somut olayda başvurucu, yanındaki dört kişiyle birlikte Viranşehir Otogarında devriye görevini ifa eden kolluk görevlilerince hareketlerinden şüphelenilmesi nedeniyle durdurulmuş ve kimlik tespiti yapılması için Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüştür. Yukarıda belirtildiği üzere kolluk kuvvetlerinin şüphelendiği kişileri durdurma ve yoklama yetkisi mevcut olup, başvurucu hakkında yapılan muamelenin Kanuna aykırı olduğu söylenemez. Başvurucu 3/9/2017 tarihli kolluk ifadesine dayanılarak örgütün hiyerarşik yapısı içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütü üyeliği suçunu islediği gerekçesiyle mahkûm edilmiştir. Buna ek olarak mahkemece üst araması sonucunda kolluk görevlilerince elde edilen dijital materyal içinde yer alan ve duvarlarında terör örgütünün sözde lideri A.Ö.’nün resimlerinin asılı olduğu kapalı ortamlarda çekilmiş bazı fotoğraflar delil olarak kabul edilmiştir. Mahkeme, A.Ö.’nün resimlerinin bulunduğu, kapalı ortamlarda çekilmiş fotoğrafların söz konusu ifadenin içeriğini destekler nitelikte olduğunu gerekçeli kararında belirtmiştir.
Buna göre Mahkeme, başvurucunun müdafi yardımı ve tercüman aracılığı ile alınan ifadesinin arama sonucu elde edilen dijital nitelikteki delille doğrulandığını kabul ederek, başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hüküm kurmuş, bahsi geçen dijital verileri tek delil olarak değerlendirmediği gibi belirleyici delil olarak da kabul etmemiştir. Somut olayda silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama ilkeleri kapsamında başvurucuya kendini savunma, delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme olanaklarının sağlanmadığına ilişkin bir bulgu da mevcut değildir. Bu nedenlerle başvurucunun hakkaniyete aykırı yargılanma başta olmak üzere adil yargılanma hakkının güvencelerinden yoksun bırakıldığının kabulü mümkün değildir.
Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarında belirtildiği üzere, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi yargılamayı yapan derece mahkemelerinin görevidir. Anayasa Mahkemesinin görevi ise, derece mahkemelerinin yorumlarının açıkça keyfi veya bariz takdir hatası içerecek nitelikte olup olmadığını incelemektir. Başvurucu hakkında terör örgütü üyeliğinin sübut bulduğunu kabul eden yerel mahkeme somut olay bağlamında başvurucunun ifadelerini ve başvurucu üzerinde le geçirilen delilleri değerlendirmiş, kararını gerekçelendirmiş ve hüküm kurmuştur. Somut olayda başvurucunun YPG bölgesinde bir kurumda çalıştığı, Türkiye’ye yasal olmayan yollardan girdiği, yurt dışında yaşayan erkek arkadaşının yanına gitmek istediği şeklindeki beyanları ve yanındaki flash bellekte A.Ö.’nün resmi ile çektirdiği fotoğraflar nazara alındığında, yerel mahkemenin gerekçeli kararında hukuk kurallarının uygulanmasında bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de mevcut değildir.
Bu nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye